Kayfaaiî KANTARLI Ege Üniversitesi Fen Fakültesi Fizik Bölümü Bornova -İZMİR Tel: /2380 E-posta:

Benzer belgeler
YÖK ÜN YOK ETTĐĞĐ BĐLĐMSEL VE TOPLUMSAL DEĞERLER

ÖĞRENCİ İŞLERİ DAİRE BAŞKANLIĞI 2013 YILI FAALİYET RAPORU

EK 8: AKADEMİK PERSONEL MEMNUNİYET ANKETİ

Yükseköğretim Kurumlarımızın Mühendislik Fakültelerinin Kıymetli Dekanları ve Çok Değerli Hocalarım..

T.C. İSTANBUL AREL ÜNİVERSİTESİ SAĞLIK BİLİMLERİ YÜKSEKOKULU ÇOCUK GELİŞİMİ BÖLÜMÜ UYGULAMALI DERSLER VE İŞ YERİNDE UYGULAMA DERSİ YÖNERGESİ

12. MĐSYON 13. VĐZYON

DİŞ HEKİMLİĞİ FAKÜLTESİ T.C. KARABÜK ÜNİVERSİTESİ GÖREV TANIM FORMU

DÜNDEN BUGÜNE ÜNİVERSİTELER

MUĞLA SITKI KOÇMAN ÜNİVERSİTESİ

İÇİNDEKİLER SUNUŞ 2012 YILI KURUMSAL MALİ DURUM VE BEKLENTİLER RAPORU 1 I- OCAK HAZİRAN 2012 DÖNEMİ BÜTÇE UYGULAMA SONUÇLARI 6 1) BÜTÇE GİDERLERİ 6

AFYON KOCATEPE ÜNİVERSİTESİ SANDIKLI UYGULAMALI BİLİMLER YÜKSEKOKULU

YÖNETMELİK. a) Danışma Kurulu: Akdeniz Üniversitesi Gıda Güvenliği ve Tarımsal Araştırmalar Merkezi Danışma Kurulunu,

İDARİ PERSONEL MEMNUNİYET DÜZEYİ Mayıs 2009

Kanun, üniversitelerin ülke sathına dengeli bir biçimde yayılmasını gözetir.

MUĞLA SITKI KOÇMAN ÜNİVERSİTESİ

T.C. CUMHURİYET ÜNİVERSİTESİ DIŞ İLİŞKİLER BİRİMİ YÖNERGESİ. BİRİNCİ BÖLÜM Amaç, Kapsam, Dayanak ve Tanımlar

İ Ç İ N D E K İ L E R

KURUM İÇ DEĞERLENDİRME RAPORU

Dr. Öğr. Üyesi İsmail KOYUNCU Sağlık Hizmetleri MYO Müdürü

AKREDİTASYON DEĞERLENDİRME ÖLÇÜTLERİ ÖLÇÜT 2 PROGRAM ÖĞRETİM AMAÇLARI. Hazırlayan : Öğr. Gör. Feride GİRENİZ

T.C. ESOGÜ MÜHENDİSLİK MİMARLIK FAKÜLTESİ İÇ KONTROL SİSTEMİ

TÜRKİYE DE SİYASET VE DEMOKRASİ

MANİSA CELAL BAYAR ÜNİVERSİTESİ SAĞLIK HİZMETLERİ MESLEK YÜKSEKOKULU

İSTANBUL KEMERBURGAZ ÜNİVERSİTESİ ANA YÖNETMELİĞİ

BAYBURT ÜNİVERSİTESİ TÜRKÇE ÖĞRETİMİ UYGULAMA VE ARAŞTIRMA MERKEZİ YÖNETMELİĞİ BİRİNCİ BÖLÜM

1. KURUMSAL DEĞERLENDİRME

AKADEMİK PERSONEL MEMNUNİYET ANKETİ DEĞERLENDİRME RAPORU

İHL'yi Ne Kadar Tanıyoruz?

Cumhuriyetin Laik, Bilimsel Eğitim Anlayışı, Sapmalar ve Önlemler... Metin eklemek için tıklayın Mustafa Gazalcı

UFUK ÜNİVERSİTESİ HEMŞİRELİK YÜKSEKOKULU EĞİTİM-ÖĞRETİM YARIYIL İÇİ UYGULAMALARI VE YAZ STAJ YÖNERGESİ

NİŞANTAŞI ÜNİVERSİTESİ ANA YÖNETMELİĞİ (Resmi Gazete 17 Eylül 2013 tarih ve Sayı) BİRİNCİ BÖLÜM

GİRNE ÜNİVERSİTESİ AKADEMİK TEŞKİLAT VE İŞLEYİŞ YÖNETMELİĞİ

Ereğli Eğitim Fakültesi Yönetsel Birimleri ve Görev Tanımları

2017 LYS: Tercihler Kalite ve İstihdam Odaklı

Dış Paydaş Toplumsal Katkı Araştırması Anketi Sonuçları

12. SINIF MANTIK DERSİ SÖKE ANADOLU LİSESİ 1. ORTAK SINAVI KAZANIM TABLOSU (Sınav Tarihi: 4 Nisan 2017)

2015 Tercih Dönemi Üniversite Kontenjanları Analizi

Tablo 1: Mezunlarımızın Tanıtıcı Özellikleri (n=110)

Öğrencilerimize bu ortamı hazırlamak bölüm olarak temel görevimizdir.

/Pazartesi

Ülkemizin okumuş insan ihtiyacının olduğunun farkına varılarak; Yüce önder M.K.Atatürk ün Büyük Türkiye idealine ulaşmayı hedefleyen Türkiye

ECZACILIK EĞİTİMİNİN GÜÇLÜ VE ZAYIF YÖNLERİ: AKREDİTE OLAN FAKÜLTELERE BAKIŞ

İstanbul Tıp Fakültesi Sosyal Sorumluluk Projeleri

TEL: FAKS: MAİL:

KONYA TEKNİK ÜNİVERSİTESİ TEKNİK BİLİMLER MESLEK YÜKSEKOKULU

İSTANBUL KEMERBURGAZ ÜNİVERSİTESİ ANAYASASI

T.C. AMASYA ÜNİVERSİTESİ. Taşova Meslek Yüksekokulu GÖREV TANIMI

ÖĞRENCİ MEMNUNİYET ANKETİ DEĞERLENDİRME RAPORU

T.C. DÜZCE ÜNİVERSİTESİ Sosyal Bilimler Enstitüsü. Eğitim Programları ve Öğretimi Tezsiz Yüksek Lisans Programı Öğretim Planı.

AKADEMİK VE İDARİ PERSONEL MEMNUNİYETİ ARAŞTIRMALARI SONUÇ RAPORU,

Bir süre önce Büyük günlük gazetelerimizden birinin Genel Yayın Müdürü medya dünyasına yeni bir konu atarak bir tartışma başlattı.

GEBZE TEKNİK ÜNİVERSİTESİ AKADEMİK YÜKSELTME VE ATAMA ÖLÇÜTLERİ YÖNERGESİ 2015

T.C. İSTANBUL AREL ÜNİVERSİTESİ AKADEMİK PERSONEL YÜKSELTME ve ATANMA YÖNERGESİ

Akademik Personel Memnuniyet Anketi Analiz ve Bulguları Nisan 2015

Beyin Gücünden Beyin Göçüne...

2011 YILI Gazi Üniversitesi Maliye Meslek Yüksekokulu Birim Faaliyet Raporu

2017 İNSAN HAKLARI İHLAL RAPORU

ULUSLARARASI FİNANS UZMANI

UÇAK,HAVACILIK,UZAY MÜHENDİSLİĞİ ÖĞRENCİLERİNİN DURUM DEĞERLENDİRMESİ

BİR GRUP EĞİTİM-SEN ÜYESİ GÖREVİNDEN AYRILAN MUSTAFA ÖZCAN ALEYHİNE EYLEM YAPTI

KARADENİZ TEKNİK ÜNİVERSİTESİ GENEL SEKRETERLİK PERSONEL DAİRESİ BAŞKANLIĞI STRATEJİK PLAN ( )

Ocak Haziran Dönemi Kurumsal Mali Durum ve Beklentiler Raporu 2015

Vakıf Üniversitelerinde Kontenjan Boşluğunun Nedenleri ve İleriye Dönük Tehlikeler

Eğitim 22 Mayıs 2015

ADIYAMAN ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

T.C. DUMLUPINAR ÜNİVERSİTESİ AKADEMİK PERSONEL MEMNUNİYET ARAŞTIRMASI

ANKARA ÜNİVERSİTESİ SENATO KARAR ÖRNEĞİ

İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ KARİYER GELİŞTİRME UYGULAMA VE ARAŞTIRMA MERKEZİ YÖNETMELİĞİ BİRİNCİ BÖLÜM. Amaç, Kapsam, Dayanak ve Tanımlar

KAZIM KARABEKİR MESLEK YÜKSEKOKULU YEREL YÖNETİMLER PROGRAMI

GİRESUN ÜNİVERSİTESİ SAĞLIK UYGULAMA VE ARAŞTIRMA MERKEZİ YÖNETMELİĞİ

TARİHİ REKOR İŞSİZ SAYISI 7 MİLYONU AŞTI! HALKIN DERDİ BAŞKANLIK DEĞİL İŞSİZLİK!

8 MART DÜNYA EMEKÇİ KADINLAR GÜNÜ 1 MAYIS 10 KASIM ATATÜRK Ü ANMA ETKİNLİĞİ SANATSAL ETKİNLİKLER

Birinci Bölüm. İkinci Bölüm

TÜRKİYE'DE EĞİTİM VE YÜKSEKÖĞRETİM

AR-GE ANKETİ ANALİZ RAPORU

KIRKLARELİ ÜNİVERSİTESİ TEKNOLOJİ FAKÜLTESİ İŞYERİ EĞİTİMİ PROTOKOLÜ

GİRESUN ÜNİVERSİTESİ AÇIK ERİŞİM SİSTEMİ YÖNERGESİ BİRİNCİ BÖLÜM. Amaç, Kapsam, Dayanak ve Tanımlar

T.C. İSTANBUL AREL ÜNİVERSİTESİ SAĞLIK BİLİMLERİ YÜKSEKOKULU HEMŞİRELİK BÖLÜMÜ UYGULAMALI DERSLER VE İŞ YERİNDE UYGULAMA YÖNERGESİ

Yrd. Doç. Dr. Tevfik Sönmez KÜÇÜK Yeditepe Üniversitesi Hukuk Fakültesi Anayasa Hukuku Anabilim Dalı Öğretim Üyesi PARTİ İÇİ DEMOKRASİ

ASİSTANLARIN HAKLARI VE SORUMLULUKLARI. Av. Kürşat Bafra

ŞEFFAFLIK VE ETİK KÜLTÜRÜN GELİŞTİRİLMESİ

ANAYASA HUKUKU DERSĐ ( GÜZ DÖNEMĐ FĐNAL SINAVI) Đktisat ve Maliye Bölümü

3.ORTAK AKIL TOPLANTISI SONUÇ RAPORU

TÜZEL KİŞİ ÜYE ADAYI BAŞVURU FORMU

SAKARYA ÜNİVERSİTESİ İŞLETME FAKÜLTESİ MESLEKİ UYGULAMALAR DERSİ YÖNERGESİ ( tarih, 457 sayılı ve 01 numaralı Üniversite Senato Kararı)

YOZGAT BOZOK ÜNİVERSİTESİ DIŞ KAYNAKLI DOKÜMAN LİSTESİ

BİLGİ DE BURS OLANAKLARI

ÜYE ADAYI BAŞVURU FORMU

GAZİ ÜNİVERSİTESİ ULUSLARARASI İLİŞKİLER BÖLÜMÜ STRATEJİK PLANI

UNİVERSİTE SANAYİ İŞBİRLİĞİNDE UYGULAMALI EĞİTİM MODELİ

İÇİNDEKİLER ÖNSÖZ...VII İÇİNDEKİLER...IX

YILDIZ TEKNİK ÜNİVERSİTESİ ÖĞRENCİ REHBERLİK VE KARİYER MERKEZİ (ÖRKAM) YÖNERGESİ BİRİNCİ BÖLÜM. Amaç, Kapsam, Dayanak ve Tanımlar

YÖNETMELİK. b) Merkez: Işık Üniversitesi İnovasyon ve Girişimcilik Uygulama ve Araştırma Merkezini,

İSTANBUL 29 MAYIS ÜNİVERSİTESİ SÜREKLİ EĞİTİM UYGULAMA VE ARAŞTIRMA MERKEZİ YÖNETMELİĞİ

YÖNETMELİK İZMİR KÂTİP ÇELEBİ ÜNİVERSİTESİ DİŞ HEKİMLİĞİ UYGULAMA VE ARAŞTIRMA MERKEZİ YÖNETMELİĞİ BİRİNCİ BÖLÜM. Amaç, Kapsam, Dayanak ve Tanımlar

Sağlık Bilimleri FAKÜLTESİ Ebelik Bölümü ARAŞTIRMA ÖZDEĞERLENDİRME RAPORU

İBRAHİM ARAP. e-posta: Tel: / : Dokuz Eylül Üni. Sosyal Bilimler Enst.

Bahar Dönemi Fizik Bölümü Fizik II Dersi Çıktılarının Gerçekleşme Derecesi Program Çıktılarının Ders Kazanımlarına Katkısı Anketi

Bazı makalelerde, bu iptal kararı ile kanuni temsilcilerin geçmişe yönelik sorumluluklarının kalktığına dair yorumlar okuyoruz.

T.C. GİRESUN ÜNİVERSİTESİ SPOR FAALİYETLERİNİN DÜZENLENMESİ VE YÜRÜTÜLMESİ HAKKINDA YÖNERGE. BİRİNCİ BÖLÜM Amaç, Kapsam, Dayanak, Tanımlar

Transkript:

Makale Kayfaaiî KANTARLI Ege Üniversitesi Fen Fakültesi Fizik Bölümü Bornova -İZMİR Tel: 0232 388 0110/2380 E-posta: kantarli@sci.ege.edu.tr GİRİŞ 12 Eylül 1980 den itibaren uygulanmakta olan toplumsal düşünceyi yok etme, depolitizasyon ve suskunlaştırma siyaseti en başarılı başarılı sonuçlarını üniversitelerde elde etmiştir. YÖK yasası ve bu yasayla üniversitelere getirilen tek adama dayalı demokrasiden uzak otoriter yönetim anlayışı, bu siyasetin en önemli aracı olarak kullanılmıştır. Üniversiteler ülkenin sorunlarına çözüm arama ve önerme sorumluluklarını bu baskıcı araç sayesinde kaybetmişlerdir. Hukuku ve kendi varlık nedeninin temelini oluşturan bilimsel ve etik değerleri dışlayan bir yönetim anlayışı sonucunda, topluma örnek ve yol gösterici olması gereken üniversitelerimiz bu sorumluluklarına yabancılaşmıştır. Üniversiteler YÖK döneminde akademik ve bilimsel işlevlerinden uzaklaştırılmış ve ticari kuruluşlar haline getirilmiştir. Üniversitelerdeki laiklik karşıtı gerici örgütlenme ve kadrolaşmalar YÖK sayesinde güçlenmiş ve bugünki boyutlarına ulaşmıştır. YÖK'ün 22 yıldır akadedemik ve toplumsal yaşamda neden olduğu yıkım ve değer kayıpları ayrı ayrı ele alınmasını gerektirecek kadar tarihsel bir öneme sahiptir. Bu yıkım ve değer kayıplarını Öğretim Üyesi Kıyımı, Eğitimde Nitelik Kaybı, Bilimsel Etik Yozlaşması, Ticarileşen Üniversite, YÖK Dönemi Atatürkçülüğü başlıkları altında toplayabiliriz. ÖĞRETİM ÜYESİ KIYIMI Bilimsel bir kurum olması gereken YÖK hakkında kamuoyunda yapılan bir çok olumsuz değerlendirmelerin dayandığı gerçeklerden en önemlisi, kuruluş yıllarında hukuk dışı jurnalcilik yöntemleriyle bir çok ilerici bilim insanının YÖK yasası ve 1402 sayılı yasaya dayanarak haksız yere üniversitelerden uzaklaştırılmasıdır. YÖK'e misyonu gereği verilen ilk önemli görev daha sonraki uygulamalar için başlıca engel Kayhan KANTARLI 1947 Akhisar doğumlu. Lisans eğitimini 1%8 yılında Ege Üniversitesi Fen Fakültesi Fizik Bölümünde tamamladı. Yüksek Lisans eğitimini Ege Üniversitesi Fen Fakültesi Fizik Bölümünde tamamladı ve 1975 yılında aynı fakülteden "Fen Doktoru" unvanı aldı. 1981'de Yogan Madde Fiziği dalında Üniversite Doçenti olda ve 1988'de Profesörlüğe yükseldi. Şu anda Ege Üniversitesi Fen Fakültesi Fizik Bölümündeki öğretim üyeliği görevine devam etmekte olup, "İnce Film Makinalarmm Optik ÖzellMerf ve "Fizik Eğitimi" alanındaki çalışmalarını sürdürmekte ve aynı zamanda Türk Fizik Derneği (TFD) İzmir Şatee Yönetim Kurulu Başkanlığı görevinde bulanmaktadır. olarak görülen demokrat ve ilerici öğretim elemanlarını etkisiz hale getirmekti. Yasaya, " gelişmekte olan üniversitelere öğretim üyesi yardımı" başlığı ile koyulan meşhur "rotasyon maddesi (40/b)" bu amaçla kullanılmıştır. Sıkı Yönetim tarafından görevden alınanların yerine atanan rektör ve dekanlar sakıncalı görülen öğretim elemanlarını YÖK tarafından belirlenen üniversi- TESİSAT MÜHENDİSLİĞİ / Ocak-Subal 2004 51

telere gönüllü olarak gitmeleri için önce doğrudan yada dolaylı olarak ikna etmeye çalıştılar. Ancak esas amacın öğretim üyesi yardımı yapmak değil sürgüne göndermek olduğunun anlaşılmasıyla bu girişim pek başarılı olamadı. Yasayı hazırlayanlar olası başarısızlığın karşı önlemini de söz konusu maddeye koymuşlar ve sürgünü gerçekleştirmeyi garanti altına almışlardı. Sözde yardım için gönüllü giden olmazsa gönderilecek öğretim üyeleri kura yoluyla belirlenecekti. Kura çekimleri tam anlamıyla bir skandali yansıtıyordu. Çekilen kuralardan çıkan isimlerin tamamı geleceğin Türk-İslam Sentezci yükseköğretim modelinde potansiyel tehlike olarak görülenlerdi. Bazı üniversitelerde kura torbalarına yalnızca yönetim tarafından sakıncalı görülen isimlerin koyulmuş olduğu ortaya çıktı. Bu durum rotasyon maddesinin asıl amacının, gereksinimi olan üniversitelere öğretim üyesi yardımı yapmak değil, getirilen sisteme engel olarak görülen öğretim elemanlarını sürgüne göndermek olduğunun çarpıcı bir kanıtı idi. Yaratmak istedikleri gül bahçesindeki dikenleri tamamen temizleyebilmek için rotasyon makası yetmemişti. Sürgüne de gönderilse bile zararlı olabilir diye düşündükleri öğretim elemanlarını meslekten tamamen çıkarmak ve rotasyon maddesi kapsamına alınamayan araştırma görevlileri arasında da temizlik yapmak için bir başka araç daha gerekiyordu. Beklenen araç 1402 sayılı sıkı yönetim yasasıyla sağlandı ve yüzlerce öğretim üyesi ve araştırma görevlisi bir sabah kendilerine verilen sarı zarflardan meslekten atıldıklarını öğrendiler. YÖK sistemi 1402 uygulamaları konusunda kendisini ne kadar sorumsuz göstermeye çalışırsa çalışsın üniversitelerden atılacak öğretim elemanı listelerinin hukuk dışı jurnalcilik yöntemleriyle nasıl hazırlandığı, dönemin rektör ve dekanlarının nasıl birer sıkıyönetim görevlisi gibi çalıştıkları belleklerlerden silinmeyecektir. YÖK yasasındaki sürgün maddesi maddesi ile 1402 sayılı kıyım yasasının işlevlerini gördükten sonra yürürlükten kaldırılmasıyla bir boşluk doğmuş oldu. Bu boşluk daha sonra YÖK yasasındaki bir başka madde(7/l) ile kapatılmış, üniversitelerden yükselen sesleri susturmaya yönelik baskıcı tutum ve uygulamalar denenmek! üzere başka üniversitelere gönderilmeyi içeren bu madde ile devam ettirilmiştir. Sonuçta amaca ulaşılmış ve bu günün suskun, bireyci, ülke gerçeklerine ve sorumluluklarına yabancılaşmış öğretim elemanlarından oluşan üniversiteler yaratılmasında büyük bir başarı elde edilmiştir. EĞİTİMDE NİTELİK KAYBI YÖK'ün neden olduğu olumsuz etkilerden biri de üniversitelerdeki eğitimin kalitesi ile ilgilidir. Gerekli sayı ve nitelikte öğretim üyesi sağlanmadan üniversite sayısının arttırılması ve öğrenci kontenjanlarının aşırı derecede yükseltilmesi gibi faktörler üniversitelerde verilen lisans eğitiminin niteliğini olumsuz bir şekilde etkilemiştir. Saym YÖK Başkanı'mn 30 Haziran 2003 tarihli Üniversitelerarası Kurul'da yaptığı konuşmada YÖK'ün başarısı olarak sunduğu bilgiler, yükseköğretimde bu günkü öğrenci sayısının 1981'e göre yaklaşık on kat artmış olduğunu fakat buna karşın akademik personel sayısının aynı dönemde ancak üç kat artabildiğini göstermektedir. Aslında bir başarıyı değil başarızlığı yansıtan bu rakamlar plansız bir uygulama sonucunda üniversitelerin kitle eğitimi yapan yüksekokullara dönüştüğünü göstermektedir. Birçok üniversitede dersler öğrencinin derse aktif katılımını, neyi ve nasıl öğrendiğini gözetmeyen aktarmacı bir yaklaşımda yapılmaktadır. Analitik düşünme becerisine önem vermeyen pasif aktarmacı eğitimde hocanın aktardıklarının ezberlenmiş olması öğrenci başarısı için yeterli görülmektedir. Halbuki üniversite eğitiminin temel evrensel amaçları en başta bilimsel düşüncenin yapısı hakkında derin bir anlayış kazandırmak olmak üzere eleştirel bakışa sahip insanlar yetiştirmek, bilgiye ulaşmanın yol ve yöntemlerini 52 TESİSAT MÜHENDİSLİĞİ/Ocak-Şubat 2004

öğretmek, bilgiyi gerçek yaşamdaki olaylarla ilişkilendirebilme, takım halinde çalışma ve yazılı/sözlü anlatım becerileri kazandırmaktır. Bu amaçların pasif eğitim yöntemlerini reddettiği ve öğrencinin öğrenme sürecine aktif katılımını öngördüğü açıktır. Ancak, üniversitelerimizde uygulanan geleneksel yöntem Aktarma Yöntemi (takrir) olduğundan, öğrencilerin üniversite lisans eğitiminden beklenen nitelikli amaçların gerçekleşmesi yönünde eğitilebildiğini ve onlara bir üniversite mezununda bulunması gereken becerilerin kazandırılabildiğini iddia etmek gerçeklere aykırı olur. Belirtilen amaçlar birçok üniversitenin misyon tanımiamasmda yer almakla birlikte uygulanan pasif öğretim yöntemi nedeniyle bunlar kuru sözcükler olmaktan öteye gidememiştir. Sonuçta orta öğretimden beri pasif ve ezberci yöntemler sürecinden geçerek gelen öğrencilerin üniversiteyi bitirdikten sonra da nitel düşünmeyi beceremedikleri, ezberci yöntemleri kullanmaya devam ettikleri, sorun çözümünde sorgulayıcı yaklaşımı kullanma becerisi kazanamadıkları ve yazılı/sözlü anlatımda güçlük çektikleri bir gerçektir. Eğer YÖK siyasal amaçlarla kurulmamış gerçek anlamda üst düzey bir akademik organizasyon kurumu olsaydı, en başta üniversitelerde verilen eğitimle ilgili bu olumsuz gerçeği görür, öğrencilerin öğrenme sürecine aktif olarak katılımını sağlayacak yöntemlerin uygulanması konusunda gerekli altyapı olanaklarını geliştirerek öğretim elemanlarını özendirir ve gerekiyorsa onların bu konuda eğitilmelerini de sağlardı. Ne yazık ki bu gerçekler görmezden gelinmeye devam edilmekte, bilgiyle yüklenmiş fakat bu bilgiyi kullanma becerisi olmayan gençler yetiştirilmesine göz yumulmaktadır. BİLİMSEL ETİK YOZLAŞMASI YÖK hakkında yapılan olumsuz değelendirmelerin dayandığı ürpertici bir gerçek daha vardır. Bu gerçek üniversitelerin bilim üretme işleviyle doğrudan ilgili olup YÖK'ün, bilim üretme yarışını bilimsel etik kulvarının dışına taşıyanlar karşısındaki sorumsuz ve bilim dışı tutumunu yansıtır. Hukuka ve etik değerlere saygı göstermeyen siyasiler tarafından toplumda hızla yaygmlaştırılan "işini bil, köşeyi dön" anlayışı, YÖK döneminde ne yazık ki bu anlayışa şiddetle karşı çıkması gereken üniversitelerde bile taraftar bulabilmiştir. Üniversiteler, sonunda sisteme öylesine uyum sağlamıştır ki bırakın ülkedeki soygun düzenine karşı çıkmayı, üniversiteyi üniversite yapan bilimsel değerlerin " akademik köşe dönme aracı" olarak kullanılmasına ve bu amaçla görülmedik bilimsel sahtecilik ve aşırmacılık örnekleri sergilenmesine bile sessiz kalmışlardır. Üniversiteleri denetlemekten en yüksek düzeyde sorumlu olan YÖK ise, başka usulsüzlükler ve haksızlıklar karşısında olduğu gibi bilimsel aşırmacılıkların örtbas edilmesi karşısında da görevini yapmamış yada yapıyor gibi görünerek aslında örtbas etmeye çalışmıştır. Kanıtlanmış bilimsel sahtecilikler karşısındaki duyarsızlık o boyuta varmıştır ki, gerçekleştirenlerden hesap sorulacak yerde bu kişiler üst akademik unvanlara yükseltilerek ve hatta üst yönetim görevlerine atanarak ödüllendirilmiş ve bu yolla aklanmışlar gibi gösterilmeye çalışılmıştır. Ürkütücü olan şudur. Bazı rektörlerin ve YÖK'ün belgelenmiş bilimsel sahteciliklere bakış açısı, üniversitelerin en önemli görevi olan "bilim üretmek" işlevine bu sistemde nasıl bakıldığının göstergesidir. Son yıllarda getirilen "çok yayie yapmayan yükselemez" yaklaşımı bilimsel etik erozyonunun nedenlerinden biridir. Akademik yükseltmelerde bilimsel yayınların niteliği yerine niceliğin ölçüt kabul edilmesi, "çok yayın yap da nasıl olursa olsun" anlayışının yaygınlaşmasına neden olmuş ve bunun sonucunda bilim üretmenin, araştırma ve yayın yapmanın olmazsa olmaz koşulu olan "bilimsel etik" bir kenara atılmıştır. Sistemi yönetenlerin, bu koşulu dışlayanlar ve "bilim üretme yarışını TESİSAT MÜHENDİSLİĞİ / Ocak-Şubat 2004 53

bilimsel etik kulvarının dışına taşıyanlar" karşısındaki sorumsuz tutumu YÖK sisteminin getirdiği yozlaşmanın en önemli sonucudur. YÖK sisteminin bilimsel etik karşısındaki sorumsuz tutumunun farkında olan az sayıdaki üniversitenin kendi iç bünyelerinde geliştirmeye çalıştıkları bilimsel etik denetim mekanizmaları takdirle izlenmektedir. YÖK'ü savunanlar, son yıllarda akademik yükseltmeler için bilimsel yayın sayısının değerlendirme ölçütü alınmasından sonra yabancı dergilerde yayınlanmış bilimsel yayın sayısının artmış olmasını sistemin en önemli başarısı olarak sunmakta, ve akademik ünvanlarmı önceki dönemlerde nicelik değil gerçek bir nitelik ölçümü sonucunda kazanmış olan öğretim elemanlarını aşağılar bir tavır sergilemektedirler. Bu değerlendirmelerin sahipleri, sayısı şu kadar arttı dedikleri bilimsel yayınların ne kadarının YÖK döneminde Türkiye'de sağlanan araştırma olanaklarına dayandığını, ne kadarının etki faktörü yüksek dergilerde yayınlandığını, ne kadarının patente dönüştüğünü ve sonuçlarının ülke ekonomisine, milli gelir artışına yansıdığını sorgulamaktan kaçınmaktadırlar. Sorgulamaktan ve bakmaktan kaçındıkları bir başka gerçek de YÖK'ün, "ilke olarak yayın sayısı artışıyla sağladığımız prestij zedelenir" yaklaşımıyla kanıtlanmış bilimsel aşırmacılıkları örtbas etmesidir. TİCÂRİLEŞEN ÜNİVERSİTELER YÖK düzenin yol açtığı önemli toplumsal sorunlardan bir diğeri de üniversitelerin akademik ve bilimsel işlevinden neredeyse tamamen uzaklaştırılarak ticari kuruluşlar haline getirilmiş olmasıdır. Üniversitelerin bütçeleri bu dönemde olabildiğince kısılmış ve rektörlerin kamu kaynaklarıyla kurduğu vakıflar ve bu vakıflara bağlı şirketler yoluyla üniversitelerin ticari kuruluşlar haline gelmesi özendirilmiştir. Bu yolla elde edilen bütçe dışı ve denetime kapalı trilyonluk parasal kaynaklar ise aynı zamanda bu vakıfların doğal başkanı olan rektörlerin kişisel insiyatifine bırakılmış ve tıpkı bir belediye başkanının göstermelik seçim yatırımı gibi çoğu kez, rektörlük seçimlerine yönelik gösteriş amaçlı kullanılmıştır. Bilindiği gibi vakıf kurmak belirli bir amacın gerçekleşmesi için gerçek yada tüzel kişilerin o amacı gerçekleştirmeye yetecek bir mal varlığının ortaya koymalarını gerektirir. Eğer bir çok Üniversite vakfında olduğu gibi, vakfın kurulması için gerekli mal varlığı kurucular tarafından değil de üniversitenin sahip olduğu kamu malları, bilhassa kampus arazileri ve üniversitenin verdiği sağlık ve eğitim gibi kamu hizmetleri üzerinden sağlanırsa buna vakıf kurmak değil, üniversitenin ticarete atılması denebilir. Durum gerçekten tam anlamıyla böyledir. Yükseköğretim Yasası'nda üniversitelerin gelir kaynaklarının neler olduğu açıkça yazılıdır. Bu kaynakların sağlanması ve harcanması genel ve katma bütçelerin esaslarına uygun olarak Sayıştay denetimine tabidir. Yasada açıkça belirtilen gelir kaynakları arasmda " rektörlerin, kuracakları bir vakıf aracılığıyla üniversiteye eğitim amacıyla verilmiş kamu mallarını ve üniversitenin vermekle zorunlu olduğu kamu faizmetlerini(sağlık ve eğitim hizmetleri gibi) kullanarak genel bütçe denetimi dışında bir kaynak yaratılabileceğinden" söz edilmemiştir. Bu nedenlerle, üniversite vakıfları yöneticilerinin, üniversite yöneticisi sıfatlarını kullanarak üniversitenin mal ve hizmetleri üzerinden vakfa gelir sağlamak için yaptıkları bütün tasarruflar usulsüz olup hukuksal dayanaktan yoksundur. Üniversite vakıfları yoluyla bu şekilde sağlanan ve Sayıştay denetimine tabi olmaksızın rektörler tarafından çoğu kez keyfi şekilde harcanan gelirler bazı üniversitelerde bir kaç trilyonluk mertebelere ulaşmıştır. Üniversite yöneticilerinin vakfa bu boyutlardaki geliri üniversitenin sorumluluğundaki kamu mal ve hizmetleri üzerinden sağlayabilmeleri için, kendi görev sınırlarını aşan geniş bir ticari organizasyona girişmeleri kaçınılmazdır. Bu kaçınılmaz durum bir çok üniversite - 54 TESİSAT MÜHENDİSLİĞİ/Ocak-Şubat 2004

de bugün aynen gerçekleşmiştir. Üniversitenin ürettiği bir çok mal ve hizmetten elde edilen gelirler, yasal olarak aslında döner sermaye sistemi üzerinden elde edilmesi gerekirken bunlar vakfa bağlı şirketlerin gelir kaynağı haline dönüştürülmüş bulunmaktadır. Böylece döner sermaye gelirleri düşmekte, ve bunlardan hazineye aktarılan payın da düşmesi sonunda devlet zarara uğratılmaktadır. Devleti bu şekilde zarara uğratarak elde edilen trilyonlar mertebesindeki vakıf gelirleri, rektörlere bilimsel ve akademik bir yönetici olarak değil bir holding patronu gibi davranma olanağı sağlamıştır. YÖK yasasıyla sağlanan antidemokratik yönetim gücüne bu holding patronluğu da eklenenince bazı rektörler tam anlamıyla bir imparator gibi davranabilmişlerdir. Sayıştay denetimine tabi olmayan bu trilyonluk vakıf gelirlerinin harcanması, keyfiliğin ve savurganlığın her türlüsüne örnek oluşturacak örneklerle doludur. Vakıflar yoluyla ticarete bu derece gömülen üniversitelerin bilim ve toplum karşısındaki sorumluluklarına ve etik değerlere yabancılaşması kaçınılmaz bir sonuçtur. Diğer taraftan böyle bir vakfa bir sivil toplum örgütü gözüyle bakıp onu katılımcı demokrasinin bir aracı olarak da göremeyiz. Çünki bu vakıflar YÖK yasasının verdiği antidemokratik yetkilerle donatılmış bir rektörün sivil bir yurttaş olarak değil rektör kimliği ile kurup yönettiği, gelirlerini vakfedilen mallardan değil üniversitenin ticaret aracı haline getirilen mal ve hizmetleri üzerinden sağlayan güdümlü kuruluşlardır. Aslında üniversitelerin Rektörler tarafından kurulan vakıflar yoluyla ticarileştiieştirmesi, devlet üniversitelerinin paralı hale getirilmesine giden yolda akıllıca planlanmış bir deneme idi. Şimdi bu deneme başarı ile sonuçlanmış, Rektörlüğün bir akademik ve bilimsel yöneticilik değil bir holding patronluğu gibi algılanmasını sağlayan anlayış iyice yerleşmiştir. Bundan sonra yapılacak iş, zaman zaman gündeme getirildiği gibi, artık gerekli yasayı çıkarıp üniversiteleri tamamen paralı hale getirmektir. Paralı yükseköğretim "eğitimde fırsat eşitsizliği yaratmayacak, yoksul öğrencilere burs verilecek" şeklinde savunulmaktadır. Ancak bunun, ne derece inandırıcı olduğunu bu günki burs ve kredi sisteminin nasıl işlediğine bakarak anlayabiliriz. YÖK DÖNEMİNDE ATATÜRKÇÜLÜK Son olarak söz edilmesi gereken bir başka önemli tarihsel gerçek de YÖK'ün sergilediği samimiyetsiz ve göstermelik Atatürkçülük ve laiklik savunuculuğudur. YÖK, açılmasına izin verdiği onlarca tabela üniversitesinde ve bazı vakıf üniversitelerinde Atatürk İlkelerinin ve Laik Cumhuriyetin temeline dinamit koyacak gerici örgütlenme ve kadrolaşmalar gerçekleşirken yıllarca sessiz kalmış, izlediği kararsız ve çelişkili tutumla, bugün üniversiteleri ele geçirme planlarının açıkça söylenmemekle birlikte birinci gerekçesini oluşturan, türban ve imam-hatip liseleri sorununun yaratılmasında önemli bir rol oynamıştır. 12 Eylül 1980'le birlikte sorumluluk üstlenen din ve vicdan sömürücüsü politikacılar bir yandan söylemlerinde Atatürkçülüğü şiddetli bir şekilde savunurlarken diğer yandan ülkedeki İmam-Hatip Liseleri'nin sayısı hızla artıyordu. Bilindiği gibi YÖK'den önce İmaın-Hatip Lisesi mezunlarına ilgili yasalarda belirtilen amaçlar doğrultusunda yalnızca İlahiyat Fakültelerine girebilme hakkı tanınıyordu. 12 Eylül döneminde planlanan Türk-İslam sentezi politikalar İmam-Hatip Lisesi mezunlarının yalnızca İlahiyat Fakültelerine değil diğer meslek dallarındaki tüm fakültelere girebilmelerini öngörüyordu. İmam-Hatip mezunlarına diğer meslek liseleri mezunlarıyla birlikte, istedikleri her fakülteye girebilme yolunu sözkoeusu öngörü doğrultusunda YÖK açmış, Cumhuriyetin en önemli kazanımı olan Öğretim Birliği Yasası'nı zedeleyen bu tasarruf yıllarca yürürlükte kalmıştır. Bëylece her meslekden imamhatip kökenli yükseköğretim mezunları sayısının TESİSAT MÜHENDİSLİĞİ /Ocak-Şubat 2004 55

bugün artık yakınılan bir hale gelen ve bürokratik yapıda laiklik karşıtı kadrolaşma olarak bilinen fiili durumu gerçekleştirecek düzeye ulaşmasına olanak sağlanmıştır. YÖK, Laik Devlet yapısına vereceği zararı gözardı ederek yıllardır sürdürdüğü bu uygulamayı ancak 28 Şubat sürecinden sonra terk etmek zorunda kalinistir. Eğer YÖK, başlangıçtan beri Laiklik İlkesinin ve Öğretim Birliği Yasası'nm korunması konusunda kararlı bir tutum izlemiş olsaydı üniversiteye girişleriyle ilgili olarak bu gün yaşanmakta olan "İmam-Hatip Lisesi sorunu" gibi bir sorun yaşanmazdı. Diğer taraftan, Üniversitelerde 1980' li yılların başlarına kadar bazı bireysel olayların dışında, o günkü adıyla, "başörtüsü sorunu" diye bir sorun da yoktu. Az sayıdaki bireysel girişimler, o zaman henüz zayıflatılmamış laiklik bilinciyle üniversitelerin ve toplumun gösterdiği tepkiler karşısında geriliyor ve kontrol altında tutulabiliyordu. 12 Eylül 1980 darbesi ile birlikte yaşama geçirilen Türk-İslam sentezi politikalardan güç alanların, halkın din duygularını daha iyi sömürmek ve başörtüsünü üniversitelerde yaygınlaştırabilmek için güçlü bir propaganda aracına gereksinimi vardı. Eksikliği duyulan araç, başörtüsü konusunda açık ve net bir yasaklamanın bulunmamasıydı. Eğer üniversitelerde başörtüsü yasağı gibi bir yasak getirilirse, başörtüsünü yaygınlaştırma politikası "öğrenim özgürlüğü elden gidiyor" gibi bir sloganın arkasına saklanarak çok daha örgütlü bir şekilde yapılabilecek ve aydın kesimden bile kendisine taraftar bulabilebilecekti. Bu son derece akıllıca düşünülmüş bir ilk adımdı. YÖK işte tam bu noktada devreye girdi ve kuruluşundan bir yıl sonra 20 Aralık 1982 tarihli genelgeyle "baş örtülü kız öğrencilerin üniversitelerde derslere girmesini yasaklama" kararı aldı. Böylece dini siyaset aracı olarak kullanan politikacılara ve onlardan güç alan laiklik karşıtı çevrelerin eline bekledikleri güçlü propaganda silahı verilmiş oldu. Bu genelgenin kağıt üzerinde kalması sonucunda üniversitelerdeki başörtülü öğrenci sayısı.o günden sonra örgütlü bir şekilde hızla artmaya başladı. O günkü YÖK, neden olduğu bu gelişme karşısında Laik Cumhuriyet'in koruyucu ve kollayıcısı imiş gibi görünmeye devam ederek Ocak 1987 de, "Yükseköğretim Kurumlarında çağdaş kıyafet ve görünüm dışındaki bir kıyafet ve görünümde olmayı" kınama cezası gerektiren bir eylem olarak tanımlamak zorunda kalmıştır. Ancak YÖK, bu ceza tanımlamasını öylesine akıllıca düzenlenmiştir ki, tanımlamada "başörtüsü " kelimesine adeta özellikle yer vermemiş ve çağdaş kıyafetten ne anlaşılacağını boşlukta bırakarak üniversitelerin başörtüsü konusunda tam anlamıyla bir kargaşa ortamına girmesini sağlamıştır. İrticanın ilk aşamadaki amacı da zaten böyle bir ortam yaratılması olduğundan, bu amacın gerçekleşmesine olanak yaratılmıştır. Yaratılan kargaşa ortammda bazı üniversiteler YÖK'ün ilk baştaki genelgesini de dikkate alarak başörtülü öğrencilerin derslere girmesini önlemeye çalışırlarken, özellikle dinci kadrolaşmanın hakim olduğu bir çok üniversitede baş örtüsü çağdaş görünüme uygun olarak yorumlanmış ve göz yumulmuştur. YÖK'ün sanki bilerek yoruma ve istismara açık bıraktığı çağdaş kıyafet tanımlamasından alınan cesaretle sorun artık "başörtüsü sorunu" olmaktan çıkmış ve karaçarşaf dahil her türlü gericilik sembolü kıyafetin üniversitelerde boy göstermesine kadar varmıştır. Bu dönemde üniversitelerde açılan cami ve mescit sayısı da hızla artmıştır. Zamanın YÖK Başkanı ise medyada türbanı bir aksesuvar olarak gösteren çağdaş kıyafet yorumları yaparak laiklik karşıtlarına ayrı bir destek sağlamıştır. YÖK'ün bizzat başkanlık düzeyinde sürdürdüğü bu tutum siyasetçilerin toplumu, inanç özgürlüğü diye savundukları, çağdışı kıyafetlere yavaş yavaş alıştırma politikasına alet olmaktan başka bir şey değildi. Başörtüsü ve tesettür konusundaki genelge ve 56 TESİSAT MÜHENDİSLİĞİ / Ocak-Şubat 2004

yönetmeliklerle göstermelik yasaklar getiren YÖK sonunda, herhalde toplumun ve üniversitelerin çağdışı kıyafetlere artık alıştığını zannederek laiklikliğe sahip çıkma konusundaki gerçek yüzünü göstermiş ve Öğrenci Disiplin Yönetmeliği'nde yaptığı 4 Aralık 1988 tarihli değişiklikle üniversitelerde türbanı serbest bırakmıştır. Birkaç gün sonra da, 10 Aralık 1988 de YÖK Yasası'na eklenen bir madde ile üniversitelerdeki türban ve tesettür serbestliği yasalaştırılmıştır. Ancak, Laik Cumhuriyet'e karşı olan bu girişimleri toplumun artık kabulleneceği konusunda yanılgıya düşmüşlerdir. Anayasa Mahkemesi yaklaşık bir yıl sonra verdiği tarihi kararla YÖK yasasına eklenen bu maddeyi laiklik ilkesine aykırı bularak iptal etmiştir. Aralık 1988 de gerçekleşen ve türbanı serbest hale getiren yönetmelik ve yasa değişikliklerinin eşzamanlı olması son derece anlamlıdır. Sanırım hiç kimse bu duruma tesadüf diyemez. Bu durum, ancak YOK'ün Laik Cumhuriyeti ortadan kaldırmayı amaçlayan karanlık güçleri cesaretlendirdiği ve onlarla birlikte hareket ediyor durumuna düştüğü şeklinde değerlendirilebilir. YÖK laiklik karşıtı uygulamaları kolaylaştırma konusunda bu kadarla da kalmayıp bazı üniversitelerin, şimdilerde Amerika'ya sığınmış olan, bir tarikat liderinin Türki Cumhuriyetler'de kurduğu özel üniversitelerle anlaşmalar yapmasına ve kurucu rektör sıfatıyla öğretim üyelerini bu üniversitelerde görevlendirmelerine izin verecek kadar sorumsuz davranmıştır. YOK'ün bu tasarrufları, Atatürk karşıtlarına ne kadar sıcak ve cesaretlendirici davranılmış olduğunun kanıtlarıdır. Bu durumun YÖK yasasına konulmuş olan ve YÖK sisteminin ne kadar Atatürkçü olduğunun ölçüsü olarak gösterilen zorunlu Atatürk İlkeleri dersleriyle birlikte değerlendirilmesi gerekir. YOK'ün Atatürk İlkeleri konusunda yıllarca takiyye yaparak toplumu aldatmaya çalışıp çalışmadığı ancak o zaman net olarak görülebilir. YOK'ün Atatürk İlkeleri konusundaki bu samimiyetsizliğinin, son YÖK tasarısını, asıl amacı gizleyerek kamuoyuna " bilgi çağı için seferberlik başlatıyoruz" iddialarıyla sunanların yaptığı takiyyeden hiç bir farkı yoktur. Atatürk İlkeleri'nin savunuculuğunu bu gün kimseye bırakmayan YOK'ün geçmişte Laik Cumhuriyet karşıtlarına nasıl sıcak baktığı ortadadır. Dolayısıyla, YOK'ün 28 Şubat sürecinden alman derslerden kaynaklanan ve geçici olan yöneticilerine bağlı olan bu günki Atatürkçü çizgisi yarınlar için hiç bir şekilde güvence kabul edilemez. SONUÇ Bilime, eğitime, etik değerlere ve Atatürkçülüğe bakış açısı böylesine çarpık olan YÖK sisteminin ticarileşmiş üniversitelerinden topluma yol göstermelerini, ülkedeki büyük sahtecilik ve vurgunlar karşısında seslerini yükseltmelerini bekleyemeyiz. Üniversiteleri bunları yapamayacak hale getirilmişse o ülkenin geleceğine umutla bakmak çok zordur. Ülkenin geleceğine yönelik olarak, adı en güvenilir kurumlar arasmda en başta geçmesi gereken üniversitelerin, böyle bir sıralamada hiç kimsenin aklına dahi gelmemesi son derece düşündürücüdür. İş adamları ve sanayiciler başta olmak üzere toplumun sorumluluk duyan her kesimi yaşadığımız ekonomik ve sosyal çöküşün nedenleri ve çıkış yolları konusunda raporlar hazırlayıp toplumu aydınlatmaya çalışmışlarken bilimsel çözümün öncülüğünü yapması gereken üniversitelerden ses çıkmamış olması çok anlamlıdır. Üniversiteler ülkenin en değerli varlıkları yok pahasına yabancılara peşkeş çekilirken, halkın parası kumar ekonomisinde hortumlanıyorken, üreterek değil çalışmadan kazanmanın yöntem ve erdemleri topluma bir seçenek olarak sunuluyorken ses çıkarmayarak toplumdaki saygınlıklarını yitirmişlerdir. Sormak gerekir. Sayın YÖK Başkam ve Rektörler Konseyi ABD'nin Irak'ın işgaline ortak TESİSAT MÜHENDİSLİĞİ / Ocak-Subat 2004 57

aradığı günlerde Hükümetin acil eylem planında yer alan üniversitelerle ilgili hedeflere laiklik ve Atatürk ilkeleri adına karşı çıkmakla kalmayıp, neden Atatürk'ün "YURTTA BA- EIŞ, DÜNYADA BARIŞ" ilkesine de sahip çıkmamışlar ve gerçek Atatürkçüler gibi davranamamışlardır? Bu ilkenin gereği olarak neden "SAVAŞA HAYIR" dememişler ve toplumsal sorumluluklarından kaçmışlardır? Bu sorumluluğu ABD askeri için gerilla batağına dönüşmüş olan Irak'a asker göndermemizin gündemde olduğu şu sıralarda bile hatırlamaktan kaçınmaktadırlar. Sonuç olarak, kendi varlık nedenini oluşturan bilimsel ve toplumsal değerlerin yok edilmesine göz yuman YÖK sistemi artık iflas etmiştir. Akademik ve bilimsel değerlerinin katledilmesine izin verilen bir ülkede sosyal yaşamın da bir soygun ve hortumlama düzenine dönüşmesi ve bu düzenin açlık sınırına taşıdığı halkımızın çaresizlik içinde verdiği destekle, en sonunda irtica ve savaş bataklığında karanlığa gömülmemiz kaçınılmazdır. Bu nedenlerle 22 yıldır uygulanmakta olan YÖK sisteminin yol açtığı toplumsal zararın daha fazla büyümesine izin verilmemeli ve çağdaş bir üniversite reformunu başlatacak yeni bir yasa yaşama geçirilmelidir. YÖK sistemi, üniversiteleri siyasilerin etkisine daha açık hale getirmek için değil, üniversitelerde bilimin, etik değerlerin, saydam ve katılımcı yönetim anlayışının etkin kılınabilmesi için değiştirilmelidir. Ancak bilimsel değişim istemlerinin yaşama geçirilmesinin önünde bu. gün başlıca İki engel vardır. Bunlardan birisini, bu istemleri bilinçli bir şekilde saptırıp laiklik karşıtı güçlerin üniversiteleri ele geçirmeyi amaçlayan gerici istemleriyie aynı göstermek isteyenler oluşturmaktadır. Bunlar gerçekte YÖK düzeninin devamından yana olan ve sistemin kendilerine sağladığı otoriter ve ticari yönetim yetkilerinin keyfini süren, bilimsel sahteciliklere göz yuman, fakat YÖK giderse Atatürkçülük ve Laiklik de elden gider diyerek takiyye yapmaya devam edenlerdir. ikinci engel, YÖK ile ilgili bilimsel değişim istemlerini, üniversitelerde bilimsel düşünceyi ve laiklik yanlılarını tasfiye etme planlarına gerekçe yapmak isteyenlerdir. Bunlar ise, toplumda dogmatik düşünceleri hakim kılma hedeflerini gizlemeye çalışıp " üniversite reformu yapıyoruz, üniversitelere demokrasi getiriyoruz" takiyyesini yapanlardır. Her iki takiyyeci engelin ortak özelliği, topluma örnek ve yol gösterici olması gereken üniversitelerin, ülkedeki soygun düzeni ve halkın. IMF gözetiminde yoksullaştırılması karşısındaki suskunluğuna devam etmesini sağlamaktır. Gerçek anlamda bilimsel bir üniversite reformu yapılmasından yana olanlar karşılarında duran bu iki özdeş engelden hiçbir şekilde karamsarlığa kapılmamalı, uyanık olmalı, birleşmeli ve "toplumsal sorumluluklarına duyarlı, çağdaş, demokratik ve saydam üniversite" istemlerini her zamankinden çok daha güçlü bir şekilde savunmaya devam etmelidirler. 58 TESİSAT MÜHENDİSLİĞİ / Ocak-Şubat 2004