Halk katmanlarının çabasına vurgu yaptım



Benzer belgeler
Türkçe Ulusal Derlemi Sözcük Sıklıkları (ilk 1000)

KİTAP GÜNCESİ VIII. GELENEKSEL KİTAP GÜNLERİ SAYI:3

Dünyayı Değiştiren İnsanlar

MATBAACILIK OYUNCAĞI

Metin Edebi Metin nedir?

JORGE LUIS BORGES PIERRE MENARD A GÖRE DON QUIXOTE & HOMER İN BAZI UYARLAMALARI. Hazırlayan: Rabia ARIKAN

ÇAĞDAŞ TÜRK EDEBİYATI. Betül Tarıman. Öykü GÖKYÜZÜ PRENSİ PO İLE KÜÇÜK KIZ. 2. basım. Resimleyen: Uğur Altun

İLERİ DÜZEY SENARYO YAZARLIĞI SERTİFİKA PROGRAMI

Belmin Dumlu SAVAŞKAN,

MİTOLOJİ İLE İLGİLİ TEMEL KAVRAMLAR

KOLEJ - FEN LİSESİ - ÇAMLICA ORTAOKULU XXVI. EDEBİYAT ve KİTAP GÜNLERİ ETKİNLİK İÇERİĞİ Okuyan insan, yaşayan insan

Genç Yazar Muhammed Akbulut Edebiyat alanında popüler olmaktan ziyade gençlere örnek olmak isterim.

6. SINIF TÜRKÇE DERS BİLGİLERİ

ANASINIFI PYP VELİ BÜLTENİ. (07 Aralık Ocak 2016)

TV LERDEKİ PROGRAMLARA ÇIKANLAR KURAN OKUMASINI BİLMİYOR

66 Fotoğrafçı Etkinlik Listesi. 52 Haftalık Fotoğrafçılık Yetenek Sergisi

SANAT EĞİTİMİ ÜZERİNE. Doç. Dr. Mutlu ERBAY

KİTABININ GELİRİNİ, İHTİYACI OLAN KIZ ÇOCUKLARINA VERECEK

Aruzla şiire başlayan sanatçılar, Ziya Gökalp in etkisiyle sonradan hece ölçüsüyle yazmaya başlamışlardır.

İÇİNDEKİLER. 1. BÖLÜM İSLÂMCILIK VE YENİ İSLÂMCI AKIM Yeni İslamcı Akımın Entelektüel Zemini Olarak İslâmcılık...17 Yeni İslâmcı Akım...

Puslu Manzaralar. Yazar Volkan DURMAZ Cuma, 16 Ağustos :35 - Son Güncelleme Cuma, 16 Ağustos :44 1 / 9

EDEBİYATIN İZİ 86. İZMİR ENTERNESYONAL FUARI NA DÜŞTÜ

FECRİ-ATİ EDEBİYATI SANATÇILARI

Sosyal Ajan. Melek mi Şeytan mı? ÖYKÜ. Marka Uzmanı GİZEM. Kokusunda Davet var ÖZKAN

NOKTALAMA İŞARETLERİ MUSTAFA NAZIM ÖZGEN

Bir$kere$güneşi$görmüş$ olan$düşmez$dara$

İÇİNDEKİLER GİRİŞ...III

Aşk Her Yerde mi? - Genç Gelişim Kişisel Gelişim

Elektrik, Plastik Cerrahi ve Prometheus: İlk BK Romanı Frankenstein 18 Ocak2014. Ütopyadan Distopyaya, Totalitarizm ve Anksiyete 25 Ocak 2014

Orhan benim için şarkı yazardı

Editör Salih Gülerer. Çocuk Edebiyatı. Yazarlar Fatma Şükran Elgeren Hülya Yolasığmazoğlu Mustafa Bilgen Orhan Özdemir Safiye Akdeniz

GARİP AKIMI (I. YENİ)

Hazırlayan: Tuğba Can Resimleyen: Pınar Büyükgüral Grafik Tasarım: Ayşegül Doğan Bircan

GAZİOSMANPAŞA ÜNİVERSİTESİ PDR ÖĞRENCİSİ AHMET İSA SOYLAMIŞ RECEP YAZICIOĞLU BENİM İÇİN ÖRNEK ŞAHSİYETTİR

Gülmüştü çocuk: Beni de yaz öyleyse. Yaz ki, kaybolmayayım! Ben babamı yazmamıştım, kayboldu!

Kadir Akel "Dert Etme Allah Yeter" diyor. Bunu da neden dediğini bize böyle açıklıyor.

Düşüncelerimizi, duygularımızı ve kültürümüzü oyunlar aracılığı ile ifade ederiz.

BABA NERDESİN KAYBOLDUM

Çocuklar için Kutsal Kitap sunar. Tanrı Herşeyi Yarattığı Zaman

Şiir. Kategori: Şiir Cuma, 23 Nisan :15 tarihinde yayınlandı. Gösterim: / 7 Phoca PDF 1. SEN (1973) Senden, senden, hep senden,

EĞİTİM ÖĞRETİM YILI. İLKOKULU 2. SINIF TÜRKÇE DERSİ ÜNİTELENDİRİLMİŞ YILLIK PLANI

Güzel Bir Bahar ve İstanbul

3. SINIFLAR PYP VELİ BÜLTENİ (17 Aralık Ocak 2013) Sayın Velimiz, 17 Aralık Ocak 2013 tarihleri arasındaki temamıza ait bilgiler bu

ÖZEL ATACAN EĞİTİM KURUMLARI

KAHRAMANMARAŞ PİAZZA DA AYDİLGE RÜZGARI ESTİ

Avrupalı liderler baskıcı, Türk liderler ise dostane

Niğde Üniversitesi Türk Dünyası Araştırmaları Topluluğu Başkanı Okan Aktaş Toplulukta Görev almak bir İletişimci olarak bana çok faydalı oluyor

Türkiye de üniversiteye giremeyen öğrenciler Fas ta üç dil öğreniyor

ANASINIFI PYP VELİ BÜLTENİ. (18 Aralık Şubat 2018)

Tanrı Herşeyi Yarattığı Zaman

Değerli S. Arabistan Cidde Uluslararası Türk Okulu

Kültür Nedir? Dil - Kültür İlişkisi

ANA SINIFI PYP VELİ BÜLTENİ. (19 Aralık Şubat 2017)

Yüksek Topuk Gölgesinde Hayatlar

Kübra YILMAZ, Yudum HACIOĞLU, Kadri ŞAHİN, Abdülkadir Arslan

Bu kitabın sahibi:...

2. SINIFLAR PYP VELİ BÜLTENİ (18 Ocak-11 Mart 2016 )

Müslüman kadın futbolcular Berlin'de buluştu ALMANYA...

1. Çağımızda, toplumların mutluluk ve. refahlarının hatta bağımsızlıklarının; bilimin. ışığında sürdürülen araştırma ve geliştirme

Gürkan Genç, 1979 yılının Ocak ayında dünyaya geldi. Hemen hemen her çocuk gibi en büyük tutkusu bisikletiydi. Radyo-Televizyon-Sinema bölümünden

3. SINIFLAR BU AY NELER ÖĞRENECEĞİZ? OCAK

Taliban Esaretinden İslam a

KÜÇÜK KALBİMİN İLK REHBERİNİN BU GÜNÜME UZATTIĞI HAYAT YOLU

Milli Devlete Yönelik Tehdit Değerlendirmesi

Özlemle Anıyoruz. Robot Kulübü * Ahşap Boyama * Ebru Sanatı * Hayat Güzeldir * Gizli Gelen Davetiye. Bu Hafta Neler Oldu?

-Anadolu Türkleri arasında efsane; menkabe, esatir ve mitoloji terimleri yaygınlık kazanmıştır.

ANTALYA ALTIN PORTAKAL'DA JÜRİ HEYECANI!

3. Bölüm: Çocuk Kitaplarında Bulunması Gereken Özellikler / 61

1. SINIFLAR PYP VELİ BÜLTENİ (8 EYLÜL EKİM 2014)

İnci Hoca YEDİ MEŞALECİLER

Zirve 9. Sınıf Dil ve Anlatım

OKUL MÜDÜRÜMÜZLE RÖPORTAJ

E-kitap: Yerel ve Küresel Boyutlar. Serdar Katipoğlu

Eğitim Öğretim Yılı Kütüphane Bülteni. Sayı:1 Nisan 2015

TİYATRO AKADEMİ BAŞVURU FORMU

Fransa'da, Hz. Muhammed'e hakaret içeren karikatürleri yayınlayan Fransız Dergisi'ne baskın düzenlendi ve 12 kişi öldürüldü.

TATÍLDE. Biz, Ísveç`in Stockholm kentinde oturuyoruz. Yılın bir ayını Türkiye`de izin yaparak geçiririz.

Senenin Son Yenilikleri

Ay Yine Gecikti. Ferhat Şahnacı

SEVGİNİN GÜCÜ yılında Manisa da doğan İlhan Berk, Türk şiirinin en üretken, usta şairlerinden

Bize kısaca kendinizi tanıtır mısınız? Bugüne kadar hangi okullarda okudunuz?

Darüşşafaka Cemiyeti Yönetim Kurulu adına hepinize saygı ve sevgilerimi sunuyorum.

Türk Dili ve Edebiyatı Kaynak Sitesi

SAN Kİ ÖNCELEYİN GÜL AŞIK OLMUŞTU. kadının yeniden yaratılmasına sebebiyet vermiştir, onlara olan eşsiz aşkıyla. Bir yandan bu

SANAT FELSEFESİ. Sercan KALKAN Felsefe Öğretmeni

EĞİTİM ÖĞRETİM YILI 3. SINIFLAR VELİ BİLGİLENDİRME MEKTUBU 2

BURDURLU HOCA DAN YURT SÖYLENCELERÝ

Hatıraların Masumiyeti Hatıraların Masumiyeti Hatıraların Masumiyeti

Kızla İlk Buluşmada Nasıl Sohbet Edilir? Hızlı Bağ Kurma Teknikleri

Bunu herkes yapıyor! -Gerçekten herkes mi? Nasıl korunmam gerektiğini biliyorum! -Kalbini, gönlünü nasıl koruyacaksın?

MEHMET RAUF - Genç Gelişim Kişisel Gelişim ( )

10. hafta GÜZELLİK FELSEFESİ (ESTETİK)

ACR Group. NEDEN? neden?

Kahraman Kit Misafirlikte

Öğrenim Durumu. LİSANS Üniversite. YÜKSEK LİSANS Üniversite. DOKTORA Üniversite Enstitü Öğrenim Alanı Tez Başlığı KİŞİSEL BİLGİLER

4.Öğrenim Durumu: ÖZGEÇMİŞ. 1.İsim : Turgut. 2.Soyadı: Yüksel. 3.Ünvanı: Öğretim Görevlisi. Derece Alan Üniversite Yıl

EĞİTİM ÖĞRETİM YILI SORGULAMA PROGRAMI

Prof. Dr. İlhan F. AKIN SİYASÎ TARİH Beta

Transkript:

Aydınlık. KITA PAydınlık BU SAYIDA 40 KİTAP TANITILIYOR Toplam: 529 8 Haziran 2012 Cuma / Yıl: 1 / Sayı: 15 Gazetesi nin ücretsiz ekidir Kurtuluş Savaşı Öyküleri nin yazarı Zeki Sarıhan: Halk katmanlarının çabasına vurgu yaptım Türkleri Anadolu dan silme planı Yaşamadan nefes alanlar Komünist ama iyi adam! Trajedik nostalji Tek ve büyük Doğu nun masalları

İÇİNDEKİLER Haftanın Portresi: Jorge Luis Borges s. 4 Yaşamadan nefes alanların dünyasına eleştirel bakış s. 5 Komünist ama iyi adam s. 6 Keyfin bedeli cehalettir s. 7 Bir Dersim Hikayesi s. 8 Kılıç ve Gezegen s. 9 Karanfillerle yürüyen adam s. 10 ZEKİ SARIHAN'DAN, RESMİ TARİHTEN DE İN- KÂRCILIKTAN DA FARKLI BİR YAKLAŞIM: KURTULUŞ SAVAŞI ÖYKÜLERİ s. 12-13 Ateşin Ortasındaki Yengeç! s. 15 Gericiliğe karşı büyük koalisyon çağrısı s. 16 Çürümüş halde yaşarken ve ölürken s. 17 Yeni Çıkanlar s. 18-19 Çocuk s. 20 Alıntı Test-Bulmaca s. 21 Aydınlık KİTAP 8 HAZ RAN 2012 CUMA 3 Bir kültür şövalyesinin ardından... SUNU Geçen 30 May s'ta 84 ya ndayken yitirdi imiz, yazar, çevirmen ve sinema tarihçisi Rekin Teksoy, ülkemizde say lar ne yaz k ki giderek azalan onurlu ve namuslu ayd nlar m zdan birisiydi. Son nefesine kadar bir kar nca titizli iyle çal may sürdüren (O lak Yay nlar için bir Ansiklopedik Sinema Sözlü ü haz rlam t ) Teksoy, ölümünün ard ndan genellikle vurguland gibi bir övalye ydi. Bu ünvan, Decameron çevirisinin mükemmelli i nedeniyle, talya Cumhurba kan taraf ndan Kültür övalyesi ni an yla ödüllendirildi inde alm t. Bunun d nda da ya ama ve sanata kar tutumu nedeniyle tüm ya am n bir övalye gibi geçirmi ti. Saint Michel Frans z Lisesi'nin ard ndan.ü Hukuk Fakültesi'ni bitiren, hukuk doktoras yapmak için Roma'ya giden ancak hukukun de il, sineman n yolundan yürümeyi tercih eden Teksoy, gerçek anlamda bugüne kadar Türkiye'de yaz lan ve yay mlanan en kapsaml sinema kitab olan Rekin Teksoy'un Sinema Tarihi nin (Kabalc Yay.) ve Rekin Teksoy'un Türk Sinemas gibi temel ba vuru kaynaklar n n da yazar yd. lahi Komedya dan Buzzatti, Pavese, Calvino yap tlar na; Machiavelli'nin Prens inden Pasoloni'den Gramsci'nin Külleri ne dek bir dizi önemli çeviriye de imza atan Rekin Teksoy, ölümünün ard ndan, onursal ba kan oldu u Sinema Yazarlar Derne i'nin (S YAD) aç klamas nda da vurguland üzere entelektüel birikimi ve ayd nl k ki ili iyle hepimize örnek olu turmu, sineman n salt bir e lence arac olmad n, ama bununla birlikte bulutlar n üstünde yer alan yüksek ve eri ilmez bir sanat olarak da kabul edilemeyece ini srarla vurgulam, çal malar nda yedinci sanata sosyalist bir yorumla yakla man n örneklerini ortaya koymu tu. 20 Nisan tarihli 8. say m zda Grimm Masallar n n Pinhan Yay nlar 'nca eksiksiz ve sansürsüz biçimde çevirilip yay mlanms dolay s yla yer verdi imiz tan t m yaz s nda bu masallar n Alman dili ve Alman kültürü aç s ndan oynad önemli role dikkat çekmi tik. Hansel ile Gretel, Pamuk Prenses, K rm z Ba l kl K z gibi yediden yetmi e herkesin dilindeki bu masal derlemesinin yay mlanmas n n 200. y l dolay s yla Türkiye'deki Goethe Ensititüleri, 2012 Grimm Y l Edebiyat Çeviri Yar mas düzenliyor. Son ba vuru 30 Haziran... Yar maya ba vurmak isteyenler di er ayr nt lar www.goethe.de/grimmceviri adresinden ö renebilir. Haftaya görü mek dile iyle... Suzan Aksoy ÖneriYorum 1.) Nutuk, M.K. Atatürk Tekrar tekrar okumamız gerekir. Onu yeterince tanıyamamışız... 2.) Samizdat, Soner Yalçın Sözümona Balyoz, Ergenekon gibi davaların gerçekte ne anlama geldiğini çok iyi anlatıyor. Bunların tamamen uydurmalardan yola çıkılarak hazırlanan davalar olduğunu çok iyi anlatmış Soner Yalçın. Binlerce klasörün, sayfalarca düzmece iddianamelerin özeti niteliğinde. 3.) İddianamem: Balyoz ve Gerçekler, Çetin Doğan 4.) Abdullah Öcalan'ı Nasıl Sorguladım, H. Atilla Uğur 5.) Sızıntı, Barış Pehlivan/ Barış Terkoğlu Bu üç kitabı da aynı sebepten öneriyorum. Türkiye'de olup bitenleri daha iyi anlamak için okunması gereken kitaplardır. Silivri'de yazılan kitaplar sayesinde gerçekler gün yüzüne çıkıyor... Aydınlık. KITA P Aydınlık Gazetesi nin ücretsiz ekidir Editör: Pınar Akkoç Yazıişleri: Damla Yazıcı Reklam Müdürü: Saynur Okuroğlu Sayfa Sekreteri: Yasin Sarı Anadolum Gazetecilik Basım Yayın San. ve Tic. A.Ş. adına sahibi: Mehmet Sabuncu Genel Yayın Yönetmeni: Serhan Bolluk Sorumlu Müdür: Mehmet Bozkurt Yönetim Yeri İstiklal Cad. Deva Çıkmazı No:3/3 Beyoğlu / İstanbul Tel: 0212 251 21 14 / 251 21 15 / 251 55 04 Faks: 0212 252 51 22 www.aydinlikgazete.com kitap@aydinlikgazete.com Baskı: Toros Yay. Mat. Tur. Org. San. Tic. Ltd. Şti. Yalçın Koreş Cad. No: 12/A Bodrum Kat Bağcılar / İstanbul Tel: 0212 655 44 34

4 8 HAZ RAN 2012 CUMA Aydınlık KİTAP HAFTANIN PORTRES Jorge Luis Borges (1899-1986) Zaman beni sürükleyen bir nehir; ama nehir benim. Beni parçalayan bir kaplan; ama kaplan benim. Beni tüketen bir ateş; ama ateş benim. Evren ne yazık ki gerçek Ben ne yazık ki Borges im diyen, öykü ve deneme yazarı, şair ve çevirmen Jorge Luis Borges, 24 Ağustos 1899 da Arjantin in başkenti Buenos Aires te doğdu. Babaannesinin İngiliz olması nedeniyle, İspanyolca ve İngilizce konuşulan bir evde büyüdü. Çokkültürlülük ve çok küçük yaşta satranç paradoksları öğrenmiş olması tüm yaşamını ve yazarlık serüvenini etkiledi. Ayrıca öykülerinin çoğunda başat yerler edinen bahçe ve kütüphane gibi olgularla da çocukluk yıllarında tanıştı. Ailenin, Birinci Dünya Savaşı patlak vermeden kısa süre önce Cenevre ye taşınmasıyla, Borges ın Fransızca, Almanca ve Latince öğrenmesinin de yolu açılmış oldu. Felsefi açıdan Schopenhauer'u, edebi açıdan Walt Whitman'ı keşfetmesi de bu döneme denk geldi. Savaştan sonra ailesiyle birlikte İspanya'ya taşındı ve yazar olmaya karar verdi. Yazarlıktaki pusulası kuşkuculuk tu. 1921'de gene ailesiyle birlikte Arjantin'e döndü, 1923'te ilk kitabı Buenos Aires Tutkusu nu çıkardı. Önceden yayımlanmış bazı hikâyelere yeni karakterler katmak ve yeniden boyutlandırmak şeklinde bir edebiyat tarzı tutturan, 1955'te en büyük tutkusu olan kitaplarla dolu bir dünyada yaşamaya başlayıp Arjantin Ulusal Kütüphanesi Müdürlüğü'ne getirilen Borges, babasından miras kalan ileri derecede göz bozukluğuyla da bu sıralarda tanıştı ve sonunda kör oldu. Körlük onu, politik olarak da etkiledi ve Peron döneminde sıkıntılar çeken bir ailenin üyesi olmasına rağmen ülkesindeki faşist diktatörlük döneminde hiçbir şey görmedi, olan bitenden tek satır söz etmedi. 1961'de Samuel Beckett'le birlikte Uluslararası Yayımcılar Ödülü'nü kazanınca dünya çapında tanınırlık elde etti. İnsanoğlu yıllar boyu bir boşluğu imgelerle, dağlarla, illerle, krallıklarla, körfezlerle, gemilerle, adalarla, balıklarla, odalarla, aletlerle, yıldızlarla, atlarla, insanlarla doldurur. Ölümünden az önce ise, usanmaz çizgi labirentinin kendi yüzünün imgesini oluşturduğunu anlar diyen; Umberto Eco'nun Gülün Adı ndaki kör kütüphaneci karakterini oluştururken esinlendiği J. L. Borges, 14 Haziran 1986'da Cenevre'de kanser tedavisi görürken yaşama veda etti. Türkçeye çevrilen kitaplarının bazıları şöyledir: Yolları Çatallanan Bahçe, Kum Kitabı, Alçaklığın Evrensel Tarihi, Atlas, Brodie Raporu, Düşler Varlıklar Kitabı. KEREM ÇALI KAN'DAN, ERMEN SOYKIRIMI SÖYLEM ÜZER NE B R ÇALI MA: "100 YILIN RÖVAN I Türkleri Anadolu dan silme planı ERKAN ILDIZ Caretta Yayınları, 100 Yılla Yüzleşme Anlaşılır Tarih Dizisi adı altında başlattığı yayımda, ilk olarak gazeteci Kerem Çalışkan ın 100 Yılın Rövanşı adlı önemli çalışmasını, yakın tarihe meraklı okuyucuların dikkatine sundu. Kerem Çalışkan kitabında, "Ermeni soykırımı" söylemi çerçevesinde kopartılan yaygaranın ardındaki gerçekleri sade bir dille, pek çok kaynağa dağılmış tarihi bilgileri başarıyla sentezleyerek, konunun anlaşılmasını kolaylaştıran bir kurguyla okuyucuya aktarıyor. Çalışkan, kitabın önsözünde, bu çalışmayı yapma nedenlerini şöyle açıklıyor: 2012 yılı, Balkan Savaşı ve Balkanlar'da Türk- Müslüman soykırımının 100. yıldönümü. 100 yıl önce, Osmanlı Türkleri 500 yıl hüküm sürdükleri ata topraklarından, Haçlı zihniyetine benzer bir vahşet ve düşmanlıkla 'kan ve dehşet' içinde atıldılar. 600 bin Türk ve Müslüman öldürüldü. 900 bini göçmen olarak İstanbul ve Anadolu'ya sığındı. Avrupa kılını kıpırdatmadı. Tam tersi 'Hıristiyan' milletlere destek verdi. Bu olaydan hemen sonra 1. Dünya Savaşı içinde 1915'te ünlü 'Ermeni tehciri' (sürgün) olayı yaşandı. Bu olay sırasında da 1 milyona yakın Ermeni, Anadolu topraklarını terk etti. Ermeniler 100 yıldır bu olayı 'Ermeni soykırımı' olarak niteliyor ve 500 bin ile 1 milyon arasında Ermeni'nin Türkler tarafından kasten soykırıma uğratıldığını öne sürüyorlar. Tüm bu olaylar 100 yıl sonra haklı olarak yoğun biçimde tartışılıyor. Daha da tartışılacak. Bu kitabın ana tezi şudur: 1915 Ermeni tehciri, 1912 Balkanlar'daki Türk ve Müslüman soykırımının Anadolu'da Rus Çarlığı ve Ermeni milliyetçileri tarafından tekrarlanmak istenmesinin bir sonucudur. 1912-1915 arasında sanılandan çok daha fazla bir neden-sonuç ilişkisi vardır. Bu kitap Ermeni tehcirine yol açan olayların geniş bir panaromasını vermeye çalışıyor. Okuru, 'büyük fotoğrafı' görmeye çağırıyor. Olayın bir bütünlük içinde kavranmasına çaba harcıyor. Tarihi 'arka planı' gözler önüne seriyor. Çünkü Türkiye tarihinin hiçbir döneminde, olaylar ve tarih bu kadar çarpıtılmadı, bu kadar siyasi malzeme yapılmadı (...) Üstelik tıpkı 100 yıl öncesindeki gibi 'Büyük Devletler' bölgemizi, Kafkaslar ve Ortadoğu'yu yeniden dizayn etme çabasındadır. Türkiye yine tıpkı 100 yıl önceki gibi tüm bu hesap ve planların odak noktasındadır. Eğer gelecekte Türkiye üzerine oynanan oyunları ve yapılan hesapları daha iyi anlamak istiyorsak, yani yarınımızı kendimiz şekillendirmek istiyorsak, tarihimizi dahi iyi bilmek zorundayız. Kısacası: Tarih artık yarındır! Kerem Çalışkan kitabında, konuya ilişkin bilgileri üç ana eksen etrafında anlatıyor: Ermeni meselesini kullanan emperyalist politikaların özü, bu politikaların uzantısı olarak Türk ve Ermenilere karşı uygulanan kırım ve tehcir. 1912 Balkan Savaşı ile başlayan ve 1922'de Anadolu'da Kurtuluş Savaşı'nın başarısıyla noktalanan 10 yıllık dönemin, Avrupa ve Anadolu' da Osmanlı çökerken, Türk milletini ve varlığını tümüyle yok etme planları ve hesapları etrafında yaşandığını vurgulayan Çalışkan, Balkanlar'daki Türk- Müslüman soykırımının bu çerçevede Rusya ve Batı desteğinde Balkanlar'daki farklı milliyetler tarafından başarıyla uygulandığının altını çiziyor ve Tarihiyle yüzleşmek isteyenler önce bu olguyu tespit etmek zorundadır lar diyor. (100 Yılın Rövanşı, Kerem Çalışkan, Caretta Yay., 142 s.) Kerem Çal kan

Aydınlık KİTAP Yaşamadan nefes alanların dünyasına eleştirel bir bakış MELİS YALÇIN melisyalcin89@hotmail.com Alexandre Eiffel 38 yaşında, Paris te yaşayan, Finlandiyalı güzel bir kadınla evli, büyük bir işyeri sahibidir. Günün birinde, aniden, yetişkin biri olduğunu, bir zamanki küçük Alexandre dan kendisinde artık eser kalmadığını hissederek dehşete düşer. Dahası, yetişkinlerin monoton, ölgün, yalancı dünyasında yaşadığı kafasına dank eder. Küçükken kendisine Küçük Vahşi dediklerini hatırlayıp hayatın ve neşenin damarlarında aktığı, her zaman sürprizler peşinde koşan, delişmen, dikkatsiz, hayalperest çocuğun, yani Küçük Vahşi nin bir zamanlar sürdüğü hayata dönmeye karar verir. * Alexandre Jardin in Nil Çayan tarafından dilimize çevrilen ve Yapı Kredi Yayınları tarafından yayımlanan Küçük Vahşi adlı kitabı, arka kapağında da kısaca bahsedildiği gibi, modern yaşamın tekdüzeliğinden sıyrılamayan, yazarın kelimeleriyle yaşamadan nefes alan yetişkinlerin korkularını büyüteç altına alıyor. Jardin bu romanında, Fransa nın sembollü haline gelen Eyfel Kulesi'ni tasarlayan ve Amerika Birleşik Devletleri nin simgesi olan New York taki Özgürlük Anıtı nın armatürünü yapan Gustave Eiffel in torunu Alexandre Eiffel i hikâyenin merkezine alıyor. Ve dedesinden daha muhafazakâr bir hayat seçmiş olan Eiffel in yaşadığı yetişkin hayatından sıkılıp deli dolu çocukluk günlerine ve tabi ki çocukluk aşkına dönme hikâyesini anlatıyor. Bir gün dehşet içinde artık yetişkin bir insan, otuz sekiz yaşında bir budala olduğumun farkına vardım. Çocukluğum içimde yaşamıyordu artık. Uzun zamandır hiçbir şey bende isyan duygusu uyandırmıyordu. Eskiden damarlarımda dolaşmakta olan hayat ve neşe uçup gitmişti. Artık sürprizsiz bir adam olarak, yerleşik bir konumdan zevk almadan faydalanıyor, neredeyse hiç çiftleşmiyor ve yüzümde sönük bir ifade taşıyordum. Delişmen, dikkatsiz ve hayalci, herkesin Küçük Vahşi diye çağırdığı küçük çocuğa hiç de layık olmayan evcilleştirilmiş koca görüntüsü altında utanmadan yan gelip yatıyordum. Alexandre Jardin i belki, büyüdüğü evi anlattığı eğlenceli romanı Jardinlerin Romanı ndan bilirsiniz. Ancak onu esas meşhur eden üçüncü romanı, yirmi bir dile çevrilmiş ve Jardin e yirmi beş yaşında "dünya dillerine çevrilen en genç yazar" unvanını kazandırmış olan FanFan dır. Kitaplarını okumadıysanız bile, gösterim tarihi 1993 olan, kendisinin yönettiği ve kitabıyla aynı ismi taşıyan FanFan ı duymuşsunuzdur bir yerlerde. Başrollerini Sophie Marceau ve Vincent Perez in oynadığı film, aşka yeni bir bakış açısı getirmeyi hedeflemiş gibi görünüyor. Ama yaşamın bir parçasıdır kötülük de, tehlike de; onunla yüz yüze gelmezse insan, omurgasızlar sınıfına girer. Aşk, başarısız olma tehlikesini de zorunlu kılar. Her şeyin bedeli vardır. Aşkı korumaya çalışan bir erkeği ve aşkı bulmaya çalışan bir kızı anlatan FanFan, kişiyi kendi dünyasında bir seyahate çıkartıyor. Esas oğlan yani Alexandre (Vincent Perez) ve âşık olduğu kız Fanfan (Sophie Marceau) arasında geçiyor film. Alexandre Fanfan a âşık olur ve bunu da evlilik arifesinde yapması işleri kızıştırır. Bir yanda Alexandre nin evleneceği kadın ve bir yanda Fanfan. Aslında çocuk her şeyi elinin tersiyle iter ve kıza sahip olabilir ama bakış açısı cinsel değil tamamen duygusaldır. Kendine söz verir. Hayatının sonuna kadar flört edecektir ve asla kızı öpmeyecektir. Böylelikle aşkın gündelik sorumluklarından kurtulacak ve kendilerini tüketmesini önleyecektir fakat ortada bir sorun vardır. Kız buna dayanabilecek midir? ** *Kitabın arka kapağından alınmıştır. **Filmin internetteki tanıtım metninden alınmıştır. (Küçük Vahşi, Alexandre Jardin, Yapı Kredi Yayınları, Çev. Nil Çayan, 200 s.)

6 8 HAZ RAN 2012 CUMA Aydınlık KİTAP Komünist ama iyi adam Murat HATUNOĞLU murathatunoglu@yahoo.com Türkiye de İncil den söz açıldığında vazgeçilmez birkaç cümle duyulur: Aslında İncil de Allah ın kitabı, ama tahrif edildi, değiştirildi. Zaten bir sürü İncil var. Adamlar yeniden yazıyorlar... Şayet ortamda soru sorma yetisini kaybetmemiş bir insan varsa, o da bir soru sorar: Peki ya Kur an? Ve cevabı -büyük ihtimalle- Kur an Allah tarafından korunuyor. olur, konu İslam üzerinden, -daha doğrusu- İslam ın klişeleri üzerinden devam eder. Çokça kez böylesi konuşmalara şahit olmuşumdur. Dinler tarihi adına sahip oldukları bilgi, Din Kültürü ve Ahlâk Bilgisi derslerinde verilen bazı dinlere İslam ın bir mezhebinden göz ucuyla bir bakış eğitiminden öte olmayan insanlar ortaya dinler adına birtakım keskin laflar koyar, sohbet genelde hemfikir olunarak sürer ve konular, İslam sonuncu ve en mükemmel din noktasında sona erer. Gençler arasındaki din konuşmalarının çoğunun -birtakım cemaat ya da tarikatlara mensup değillerse eğer- alkol alınan ortamlarda, yarı vicdan azabıyla yapıldığı da malumdur. Cehaletin, aczin ve bağnazlığın harmanlandığı bu ucu kapalı sohbetler, birisinin, aman, bu konular da hep içerken konuşulur diyerek yarı mahcup gülümseyişiyle son bulur. Acaba İncil sahiden de Allah kelamı mıdır, üzerinde oynanmış mıdır ya da zaten Allah ın değil, adamın kelamı mıdır? Bu sorularının cevabı, İncil e yönelik herhangi bir ansiklopedik bilginin ilk satırlarında yazılıdır: İncil, -kaynağı tartışmalı olmakla birlikte- insan yazmasıdır. Ve yorumları, daha doğrusu, yorum farkları ortalığı tarih boyu karıştırmış, hem Hıristiyanların hem de Hıristiyan olmayanların hayatlarını kana bulamıştır. Ortalığın karışıklığı yetmezmiş gibi, adamın biri, hem de komünist adamın biri, hatta hem komünist hem ateist adamın biri çıktı, yeni bir İncil yazdı. Gerçi, kipi kişisi tipik bir din kitabı gibi karmaşık olsa da, formatı diğer İncil lerden farklıydı. O doğrudan İsa nın hayatını konu aldı, insan olan İsa nın. Ve işleri gerçekten çok karıştırdı. EDEB YATIN KURMACA YAKASI Bahsettiğimiz adam, Portekizli yazar José Saramago. Portekizce dışındaki dünyanın çok geç tanıdığı, O na yetmiş altı yaşındayken bir Nobel Edebiyat Ödülü ve iki uçlu görüşler sunduğu José Saramago. Elbette Nobel in ve iki uçlu görüşlerin öncesinde yatıyor asıl cevher. Yaşamına 1922 Portekiz inde bir kasabada fakirlik içinde başlayan yazar, tahsilini üniversiteye kadar devam ettirdi, ama üniversite eğitimini tamamlayamadı, zira metal işçiliğiyle üniversite hayatı birbirini tamamlayamadı. Ama o kaynak atölyesinde çalışırken bile yazmaktan geri durmadı, ilk romanı Günah Ülkesi ( Terra do Pecado ) daha yirmi beş yaşındayken yayımlandı. Bu sayede hayatı atölyeden yazıhaneye taşınmaya başladı. Yaklaşık yirmi yıl gazetecilik yapan Saramago, genelde edebiyatın kurmaca yakasında yer aldı. Kurmacalarının gerçekliğe olan bağı fevkalade kuvvetliydi ve bu bağ birçok insanı tutunduracak düğümlerle bezeliydi. Mesela; Manastır Güncesi ya da orijinal adıyla Memorial do Convento, sol kolunu savaşta kaybeden Baltasar ile gözleri sıradan insanların göremediği derinlikleri görebilen, annesi cadı diye engizisyon tarafından yakılan Blimunda nın aşkından bahsederken, aslında engizisyonu, örgütlü din ile birey arasındaki çekişmeyi anlatıyordu. 1995'te yayımlanan Körlük ( Ensaio Sobre a Cegueira ) de kurmacadaki gerçeği serdi halkların önüne. Halkların diyoruz, zira kitapları yirmiden fazla dile çevrildi yazarın. İnsandan insana bulaşan bir körlük salgınının karantinayla ya da başka bir yöntemle durdurulamayışını ve herkesin kör olmaya başlayışını anlattı Körlük te, ama kör olmayan bir karakter yaratmayı ve mecazını onunla doldurmayı da bırakmadı. Tahmin edilebileceği üzere, bu körlük, vahşi sistemin yarattığı körlüktü. Nobel alışının üç yıl öncesinde çıkan kitap, en bilindik eseri oldu yazarın. Bir de filmi çekildi, Fernando Meirelles yönetmenliğiyle. Galasında Saramago nun gözyaşlarını dökecek kadar gerçekti film. Eserlerinde vahşi düzenden bahsettiği gibi, o düzenin besleyicisi olan ve neredeyse külliyatı yalanlarla dolan bir alandan, dinden de söz etmekten uzak durmadı. Hatta dine dokunan kitapları sansürlenmesine, engellenmesine ve ülkesini terk etmesine bile yol açtı. Bazen de iyice garipleşiyordu ona yöneltilen eleştiriler. Mesela; Vatikan, resmi yayın organı L'Osservatore Romano gazetesinde, Haçlı Seferleri veya engizisyon düşüncesi bile uykularının kaçmasına neden olan Saramago, kültürel ve dinsel kıyımları, 'temizlik' girişimlerini görmezlikten gelmeyi yeğlemişti diyordu Saramago için, Saramago nun ölümünden sonra. Aynı yazıda şu sözlere de yer veriliyordu: Saramago din karşıtlığının akıl hocalarındandı. O, hiçbir metafizik inancı kabullenmeyen, hayatının son anına dek tarihsel materyalizme, bir başka deyişle Marksizme inatla bel bağlamış bir insandı'. SRA L DE KIZDIRDI Gerçi, Saramago ya koyu Katolikler açısından bakıldığında çok da şaşırmamak gerek, zira, "İncil'i okuyan, inancını kaybeder. Katoliklerin çoğunun bu kalın kitabı okuduğunu sanmıyorum" diyebilen bir adamdı Saramago. Sadece bu da değil, Kabil ( Caim ) adlı yapıtında, İncil'in tanrısını kötücül ve kinli bir tanrı olarak anlatmış, bazı çevreleri çok kızdırmıştı. Sadece Katoliklerle değildi Saramago nun derdi, Filistinlilere uygulanan ambargoyu Auschwitz-Birkenau ya, yani Nazi Almanyası tarafından II. Dünya Savaşı döneminde kurulmuş en büyük toplama, zorunlu çalışma ve imha kampına benzetecek kadar karşısındaydı İsrail in de. Düşünün işte, böyle bir adamın yazdığı İncil nasıl olur. Tahminden hiç de uzaklaşılmadığı üzere, son derece ilginç, eleştirel ve ironi dolu bir kitap, İsa ya Göre İncil. Okumaya başlar başlamaz, seksi bir Mecdelli Meryem betimiyle hafif şaşırtan roman, ikinci bölümde İsa nın annesi olan Meryem ile Yusuf un cinsel ilişkiye girişini anlatmasıyla okuyucu şoka uğratıyor. Yıllarca, Meryem Ana ya da Bakire Meryem şeklinde anılan bir hanımı farklı bir yaklaşımdan okumak okuru başta karmaşık duygulara itse de, bu anlatı kısa sürede okurun tabularını -en azından okuma süreci için- yıkıyor. Ve okur kendini nokta, virgül ve kesme işaretinden başka noktalama imi olmayan bu kitabın kaygan zeminine bırakıyor. Kitabın zemini kaygan; zira noktalama işaretsizliği, eylemlerdeki kip-kişi değişimi, diyalogların belirgince ayrılmayışı durumu ile birleşen yazarın ince ince ettiği alaylar, derinlere döşediği ironiler okuru çabucak düşürebiliyor. Tabii üsluba alışma süreci tamamlandığında bu kayganlık, koşar adım okumaya, okudukça hızlanmaya imkan veriyor. Kitabın kurguyla karılmış bilgileri halihazırda var olan bilgilerle çarpıştıkça artıyor merak. Ama, uyarmadan geçmeyelim; Hıristiyanlık tarihine dair azdan biraz fazla bilgi gerektiriyor kitap, yoksa kitabın attığı zihin yumrukları yumuşayıveriyor. Hıristiyanlık ı çok bilenlerin de, kitabı okurken bazı bildiklerini unutması gerekiyor, yoksa kafa kavgası okunurluğu öldürebiliyor. Velhasıl, İsa ya inanan da inanmayan da okumalı bu kitabı. Okumalı, okudukça fikirler çarpışmalı ve yeni fikirler, çarpışmadan çıkan filizler yeşertmeli dünyayı. Çarpışmadan. (İsa'ya Göre İncil, José Saramago, Kırmızı Kedi Yayınevi, Çev. E. Efe Çakmak, 388 s.)

SEYY T NEZ R seyyitnezir@aydinlikgazete.com Aydınlık KİTAP Egemen ideolojinin basıncını azaltmaya yönelik bir karşıdil oluşturmak, devrimci programın ana ilkelerinden biridir. Bunun en çarpıcı ve benzersiz örneğini oluşturan Türk dil devrimi, aynı zamanda tüm devrimci süreci üstlenen ve kalıcılaştıran bir olgudur. Oysa aynı dönemde Batı da, faşizmin ideolojik saldırısına uğrayan dil, bütün bir 20. yy. boyunca insanı tarihsel köklerinden ve bilinçlenme ediminden koparma girişiminin tecavüzlerine uğratıldı. Deleuze, Sade ın çağrısını 200 yıl sonra alarak, aklın beden üzerindeki faşizmi ni sona erdirme savaşını başlattığında, haz ilkesine dayalı postmodern ideolojik biçimlenmenin cehaletle sağlanan tüketim silahlarını da oluşturmaktaydı. Diyalektik aklın düşmanları, zorunlu ve duyusal bilgiyi içermekle yükümlü oluşunu yeterli bularak, onu, vücudun özgürlüğü adına, hurafenin buyruğuna veren Yeni Ortaçağ ın taşlarını döşüyordu: Bu; zamanı tarihin ve geleceğin yüklerinden kurtararak an a kilitlemek üzere, aklın uzağında, bildirisini tam da Orhan Veli nin üç dizelik şiirinde bulan, cehaletle örülü bir yaşam anlayışını egemen kılmakla olanaklıydı: Düşünme Arzu et sade; Bak, böcekler de öyle yapıyor. Bedeni hurafeyle tutsak alan bağnazlığın yerini bu kez aklı bedenden koparan ve arzuyu çıkardığı kafese aklı tıkan bir anlayışın savunulması alıyor. Böylece sanat da tarihsel işlevinin dışına düşerek boşalma aracı olmaya indirgeniyor. Oysa teşbihte hata olmaz koyutuna sığınarak kaba bir benzetmeyle söyleyecek olursak, vücuttaki mikropları, fazla yağ ve kiloları terlemeyle atarak sağlıklı yaşama kavuşmada spor neyse, Aristocu sanat anlayışına göre, ruhsal çirkinliklerden, zihinsel çirkinlik ve atıklardan arınma, gövdeyle akıl arasındaki diyalektik tümlüğü yönünde sanat da odur. SANAT HAZ LKES NE ND RGENEMEZ Sanat ister arınma, ister büyü ya da aydınlanma, isterse dönüşüm yöntemine yaslansın, her türlü süreçte asla keyif ve haz ilkesine indirgenemeyecek bir duyular ve akıl bileşkesi, cehaleti pompalamaktan kaçınması gereken bir etkinlik biçimidir. Kapitalist tekellerin elinde her türlü teknolojik donanım, cehaleti keyif içinde koyulaştırma, insanı birörnek içgüdüsel kalıplara kendi seçimiyle ve özgürlük adına sığdırma amacının araçlarıdır. Nasıl ki işçi, işgücünü satmak üzere serflikten özgürleşirken, tüm emeği ve yaşam biçimiyle kendinin sermaye köleliğini oluşturan süreci yaratırsa, aklın ARA KABLO Keyfin bedeli cehalettir Devrimci dünya görü ü, sözcüklerin anlam na s k s k ya sahip ç kmak, onlarda zamanla olu acak ses ve anlam esnemelerini, geni leme ya da daralmay ideolojik içeri iyle kavramak zorundad r egemenliğinden kaçarken de haz ilkesine ve keyif tutkusuna boyun eğdikçe, bilgisizliğe, akıldışı olana, içgüdülere yenik düşer. Elbette böylece egemen ideolojinin parçası ve egemen sınıfın rızaya dayalı kölesi olur. MAYANIN TUTMASINDA ISRAR ETMEK Postmodern edebiyat ve felsefe, kelimeler ve şeyler arasındaki ilişkide özellikle geniş bir boş alan bırakarak, bu alanı gerçekliğin geçici ve belirsiz olduğu yalanlarıyla doldurur, sözcüğü kendi başına varlık olarak alır, sonra da ona boyun eğmekten kurtuluş niyetine sözcüğü yerleşik anlamından uğratarak, önce dile, ardından iletişim ihtiyacımıza karşı güvensizlik yaratır. Bu nedenle, devrimci dünya görüşü, sözcüklerin anlamına sıkı sıkıya sahip çıkmak, onlarda zamanla oluşacak ses ve anlam esnemelerini, genişleme ya da daralmayı ideolojik içeriğiyle kavramak zorundadır. Şimdi bu çerçevede ortaya çıkan sonucu nokta hedefiyle sınırlı bir dar alana yönelerek vurgulayabiliriz elbette: Hazla gezilen bir resim sergisi, doyurucu bir dinleti, keyif alarak izlenmesi gereken bir oyun ya da film önerisi getiren sanat değerlendirme yazıları yerine, insanda trajedisini yaşama ve aydınlanma coşkusu, dönüşüm umudu ve estetik beğeniyle yüklü bir eylemlilik isteği uyandıran, okuru silkeleyen yazıların daha anlamlı ve işlevsel olacağı açıktır.

8 8 HAZ RAN 2012 CUMA Aydınlık KİTAP Bir Dersim Hikâyesi (ya da trajedik nostalji) CENK ÖZDAĞ ozdagcenk@hotmail.com NOSTALJ : GERÇEKTEN GEÇM E KAÇI Nostalji, geçmişe öykünmek, yönelmektir. Kökenini Yunanca nostos ve algos sözcüklerinin birleşmesinde buluyoruz. Nostos ''yuvaya dönüş'' anlamına gelirken, algos ise acı, ağrı anlamına gelmektedir. Dolayısıyla, nostalji, geçmişten, yuvadan uzakta kalanın çektiği acı anlamına gelmektedir. Yaşadığı güne tutunamayan ve geleceğe dair umudunu yitiren kişi geçmişi, geldiği yeri bir ideal olarak kurgular. Bu bir kurgulamadır. Geçmiş sadece anımsanmaz, betimlenmez ama bunlardan daha da fazla geçmiş yeniden ve yeniden ideal bir dünya olarak kurgulanır. NOSTALJ, ROMANT K VE SEÇ C D R Kıta Avrupa felsefesine, Marksizme, psikanalize karşı tutum alan Karl Popper dahi bilimselliğe ilişkin bir makalesinde bilimin, gözlemle sınanmak üzere, bir idea (bir düşünce) ile bir hipotezle başladığını işler. Seçilecek düşünce ya da hipotez bir yana, Popper'ın öğrencilerine vurguladığı gibi, ''gözle!'' buyruğu alan bir öğrencinin ilk soracağı şey: ''neyi'' olurdu. Bırakalım bilim yapmayı, algılayan, gören ve eyleyen herhangi bir insan, John Berger'in ''Görme Biçimleri'' adlı eserinde ortaya koyduğu gibi, yaşadıklarının, dünya görüşünün, beklentilerinin bir sonucu olarak gerçekliği almada seçicidir. Geçmişe dair bir anı yazma ya da anılardan bir tarih kurma girişimi de benzer şekilde seçici olacaktır. Romantik bir eğilim ise geçmişten kırptığı, dahası bugünkü duruşu nedeniyle büktüğü, anılarla idealize edilmiş bir tarih, bir geçmiş yaratacaktır. Buna paralel olarak da kendi kahramanlarını, kendi acılarını, kendi zaferlerini gizlenmiş bir tarihi açığa çıkarırmışcasına serimleyecektir. Nostaljik tavırla, bugünden bakıldığında ''seçilen'' anılar biraraya getirilir ve bugünün (bugünün karanlığının) zıddı bir geçmiş yaratılır. Geçmişin, bu yeniden yaradılışı romantizmdir. Kurgulanan tarih ve imgeler ''eski iyi günleri'', ''silahın icat olmadığı mertliğin bozulmadığı'' geçmişi, feodal kahramanları yüceltir, gerçek olmayan bireyleri birer efendi kılar. Gerçek insanları ise önemsizleştirir. İstenilenin tam tersine ulaşılır. Geçmişte katledilen insanlara ağıt yakmak isteyenler onları bir Hollywood filmindeki gibi ölen figüranlara indirger. Kamera, ölü figüranlar tarlasının üstünde yükselen bir feodal ''kahraman''a odaklanır. Feodal kahramanla özdeşlik kuran modern insan kendisini yeniden yaratır. '' ÖVALYEL N D YARI'' DERS M Şair Kemal Burkay, Dersimle ilgili bir şiirinde, ''Bir uçtan bir uca Dersim hırçın ve güzel / Dersim, o benim şövalye ülkem'' diyor. Mertliğin, erdemin, kahramanlığın kutsandığı bir çağ olarak feodal çağ ilgi çekici şüphesiz. Fakat bu dizelerde de nostaljiyi, feodale öykünmeyi, şövalyeliğe övgüyü görüyoruz. Bu bir kınama değil, bir saptamadır. Şövalyeliğin kanunu, metalden zırhı giymektir. O zırh ise egemenlerin donudur. Egemenlerin o donu nasıl giyebildikleri, nostaljik şairin gözünden kaçar, onun odaklandığı o donu giyenin kime kılıç salladığıdır, kılıcı nasıl alabildiği değil. Bu yazının konusunu doldurmasa da, nedeni olan kitap Metis Yayınları tarafından basılan ''Bir Dersim Hikayesi'' adlı öykü seçkisidir. Her seçki gibi bu seçki de erekseldir, dolayısıyla bir ereği vardır. Bu erek Dersim temalı öyküleri toparlamak değildir. Seçkiyi yapan Murathan Mungan'ın sunuşunda da belirttiği gibi '' elinizdeki (Bir Dersim Hikâyesi) kitap 1938 Dersim katliamını eksen alan, ''ortak bir tema üzerine çeşitlemeler'' diye nitelendirilebilecek öykülerden oluşmaktadır''. Bu öyküler oluşturulan bu seçki için kaleme alınmış ve Murathan Mungan tarafından belirli bir sıraya dizilmiştir. Bu kitapta da Kemal Burkay'ın şiirinden küçük bir alıntıyla verdiğimiz örnekteki gibi ve yukarıda nostaljiye dair anlatılanlardaki gibi geçmişin yeniden kurulması, geçmişten belirli anların büyütülmesi, bükülmesi (çarpıtılması değil) ve belirli bir sıra içerisinde yeni bir gerçekliğin yaratılması söz konusudur. Bütün bunlar Murathan Mungan'ın önsözünde farklı sözcüklerle dile getirilmektedir: ''Anadolu, kanlı sahne. Onca uygarlığın kurulduğu, dağıldığı, el değiştirdiği; onca dilin, dinin, inancın, kültürün yaşadığı, çatıştığı, iç içe geçtiği zorlu bir coğrafya burası'' diyen Murathan Mungan kültürel çoğulculuğu savunurken nedense bu kadar çok kültürün varlığının ve iç içe geçişlerinin sonuçlarıyla arasındaki bağı kurmaktan kaçınıyor. Dersim'in dökülen kanı gerçeklik alanından mitosların alanına sürükleniyor, ''katiller'' orada aranıyor. ''...Bugünden bak ld nda ''seçilen'' an lar biraraya getirilir ve bugünün (bugünün karanl n n) z dd bir geçmi yarat l r. Geçmi in, bu yeniden yarad l romantizmdir. Kurgulanan tarih ve imgeler ''eski iyi günleri'', ''silah n icat olmad mertli in bozulmad '' geçmi i, feodal kahramanlar yüceltir, gerçek olmayan bireyleri birer efendi k lar. Gerçek insanlar '' Y '' EDEB YAT VE HAK KAT Kitabın ana yönelimini ve kurgusunu anlattığı önsözde, Mungan, tarihsel-politik alana girmektedir. Kitabın içerisinde gerçeklik öykülerden ziyade, Mungan'ın bu yazısıyla bükülmektedir. Hangi an ları seçip çıkardığı, Dersim harekatını, toplumsal bütünleşmeyi, ulus-devlet inşasını, Ortaçağ ile hesaplaşmayı bir yana bırakıp hangi kurguya ulaştığı görülmektedir. Sözü kendisine bırakalım: ''4 Mayıs 1937'de başlatılıp 1939'da sona eren ise önemsizle tirir. stenilenin tam tersine ula l r'' Murathan Mungan ve her ne kadar devlet tarafından adına Dersim Harekatı dense de apaçık bir soykırım olan bu katliama ilişkin son yıllarda sayıları giderek artan biçimde belge, bilgi gün yüzüne çıkmaya başladı''. Dersim Harekatını salt bir katliam olarak görmenin de ötesinde bir soykırım olarak gören Mungan'ın bu iddiasını, tarihsel-politik bir kanıtlama ortaya koymadığından burada ele almayacağız, değinmekle yetiniyoruz. Mungan, komşusundan duyduğu Dersim hikayesi ile okuyan herhangi bir insanın vicdanını titretecek evrensel bir acıyı dile getiriyor. Acı, evrensel bir acıyı betimlese de gerçekliğin bir noktasından bütün bir gerçekliği kurgulamaya yetmiyor. Denebilir ki edebiyatın gerçekliği yakalama, hakikati ortaya çıkarmak gibi bir derdi yoktur. Fakat Mungan, yazdığı önsözde iyi edebiyatı tanımladığı bölümde bunun aksini söylüyor: Edebiyat kin tazelemek için değil, hafıza tazelemek için yapılır. İyi edebiyat insanlara gerçekleri algılama, hakikatleri üstlenme, sorumluluk alma, gerçeğe dayanma gücü kazandırmak ister. Gerçekliğe bu denli bağlı olmayı hedefleyen edebiyatçının, hakikate uzanırken olayların doğduğu toplumsal-tarihsel koşullardan soyut acılara odaklanması şaşılası bir tutum. Faşist bir Nazi subayının infazından acı çeken çocuğuna odaklanan bir edebiyatçı antifaşist mücadele veren bir militanı zorba olarak gösterebileceği gibi bağımsızlık savaşı veren bir halkın acılarına odaklanan bir eseriyle de, dilerse, emperyalist kuvvetlerin haksız savaşını ortaya koyabilir. Her türlü yola açık olan bu tür seçimler hakikati bükebileceği gibi hakikati duyumsatmayı da başarabilir. Aslında bu çok yönlülüğü deneyimli öykücü Mungan da ortaya koyuyor: ''Amacı ne olursa olsun edebiyat bir yanıyla çok kişiseldir. Elinizdeki seçki varlığını benim o zaman dinlediğim bu ürpertici hikayeye borçludur bir bakıma''. GERÇEKL K'TEN M TOS'A Gerçekten birden çok öyküden ''BİR'' hikaye yaratılmıştır. Kültürel çoğulculuğun ve post-modern tarih anlayışının kaçınamadığı bir ''TEK''liğin içine düştüğünü görüyoruz. Kitapta benimsenen yaklaşımın haklılığı ve hakikatle ilişkisi tarih bilimi ve Türkiye'nin yakın geleceği tarafından ortaya çıkarılacaktır. Buradaki amacımız Mungan'ın ortaya koyduğu ''seçki''nin ideolojik-politik varsayımını ortaya koymak ve nostaljik romantizmin ideolojik duruşunu betimlemektir. Gerçekliğin (gerçekleşen olayların) deneyimler (anılar) yoluyla yeniden kurgulanması sonucunda bir mitos oluşmuştur. Söz gelimi tarih içerisinde Dersim halkının ürettiği efsaneler (Pepuk Kuşu gibi) yeniden canlandırılıp, yeni bağlamlarda kurgulanmaktadır. Seyid Rıza, Düzgün Baba'yla birlikte kurgulanmakta, Pepuk Kuşu zulümden kaçan çocukların öykülerinde süs olarak kullanılırken (Pepuk Kuşu üzerinden acı çeken kardeşin ezgisi Dersim halkının ağıtlarıyla özdeşleştirilmektedir) efsaneden mitos üretilmekte, şövalyeler diyarı canlandırılmaktadır. Dersim'in demografik yapısı düşünülerek, Ermeni, Kürt, Zaza, Dımli, Türk ve diğer kavimlerin kardeşçe yaşadıkları savlanmaktadır. Dersim'in oluşumu, Dersim dağlarında kümelenen Alevi halkın tarihi, Dersim'den çıkamayışı, çapulla geçinmek zorunda kalışı unutulduğunda anlatılanlar efsanelerden mitoslar yaratmaya, çok kültürcülüğü savunmaya, devrimlere karşı tutum almaya, ortaçağ ilişkilerine övgüye ve mikromilliyetçiliklerin savunulmasına yol açmaktadır. Sanırız bu sonuçların birçoğu söz konusu öykülerin yazarlarının ve Murathan Mungan'ın da arzu edeceği sonuçlar değildir. Etnik kimliklerden bağımsız, tarihsel katılıklardan, kültürel baskılardan arınmış bir insancıllığa ulaşmak isteyenlerin olayların ortaya çıktığı gerçeğe duyarlı olmamaları insancıllıktan çok, etnikçiliğe, mikromilliyetçiliğe ve cemaatleşmeye hizmet etmektedir. (Bir Dersim Hikâyesi, Murathan Mungan, Metis Yayınları, 200 s.)

BABİL BALIĞI Aydınlık KİTAP 8 HAZ RAN 2012 CUMA 9 KILIÇ VE GEZEGEN M. SALİH KURT mustafa.salih.kurt@gmail.com Uygar insanlar, barbarlardan daha kabadırlar çünkü genel olarak, kafatasları parçalanmadan da kabalaşabileceklerinin farkındadırlar. Robert E. Howard Her alanda olduğu gibi, gerek çağın getirdikleri, gerek başımızdan aşağı boca edilen reklâmlar, gerek üzerimize biçilip işte bu giysiyi giyeceksiniz, itaat edin sevgili kuklalar, denilerek giydirilen giysiler nedeniyle öykü dinleme ve öykü ihtiyaçlarımızda da bir takım değişiklikler oluşmuş ve oluşturulmuştur. Modern dünyanın öykü getirilerinde her ne kadar alt metin arayışları, doygunluk ve olgunluk gibi faktörler okurken yüzümü gülümsetse de her geçen yılla birlikte, öykülerin sunumunun yapılabileceği her sanat formunda (sinema, edebiyat, tiyatro hatta artık rahatlıkla bir sanat formu kabul edilebilecek olan bilgisayar oyunları) tek bir öğenin sürekli azalması rahatsız edicidir: Macera Duygusu. Sunum ve kullanım bakımından belki de metinleri basitleştirdiği, konuları iki boyuta indirgediği gerekçesiyle uzak durulmaya çalışılan ve bir türlü doygunluğuna ulaştırılamayan macera duygusu nun yitimi ile sanatçıların farkında olmadan yaptıkları şey, eserlerinin içinden eğlence faktörünü de söküp çıkarmalarıdır. Çocukluğunuzu hatırlayın. Köyde veya bir parkta dolaşırken sizi heyecanlandıran şeyleri düşünün. Tahtadan bir kılıç, ağaç gövdelerinden dev yaratıklar, bir yerden aşağı kayarken duyduğunuz heyecan Elbette sonrasında yorgunlukla çimlere uzandığınızda gökyüzünü ve bulutları izlerken, her ne kadar naif çocuk düşünceleriyle de olsa dünya, yaşam ve çevre üstüne düşündükleriniz de anılarınızın lezzetli kısımlarıdır ancak bu tatlı sona sizi hazırlayan şey her zaman doyumuna ulaştığınız macera hissidir. Ya da küçükken dinlediğimiz masalları öyküleri hatırlayalım. Dikkatiniz ne zaman dağılacak olsa, ne zaman ki dev yaratıklarla sürdürülen savaşlar, kahramanlıklar ve epik öğeler devreye girerse öykü o zaman güzelleşmeye başlamaz mıydı? Macera duygusundan hızla kaçınılmaya çalışılan bir çağda, artık ölmekte olduğu Edgar Rice Burroughs düşünülen bir bilim kurgu veya bilim fantezi türünden bahsedeceğim; Gezegen Macerası (Planetary Romance) veya bir başka şekilde tanımlamayla Kılıç ve Gezegen (Sword and Planet). MACERA, KOLAY OKUNUR! Tür, temel olarak farklı bir gezegende ve çoğunlukla o gezegene tek başına, bir şekilde giden insan kahramanının maceralarını konu alır. Genel olarak gidilen gezegendeki futuristik ortama karşın insanoğlu ilkel haliyle (kılıç ve büyü çağıyla) temsil edilmektedir. Bu bakımdan bu tip romanların ve öykülerin, insanın temel dürtüleri karşısında uygarlığın basitliğini irdeleyen yarı-anarşist veya pre-anarşist bakış açılarını yansıttığı düşünülebilir. Kültürler, türler arası çatışmalar, hayatta kalma ve temel insani içgüdüler gibi konular, temelinde yatsa da yoğun şekilde anlatılan ve ele alınan şey maceranın kendisidir. Bu nedenle de kolay bir okuma sunar. Gezegen yaratımlarında zaman zaman Lovecraftianizm (yazar H. P. Lovecraft tarzı dünya kurgulama) öğelerine rastlanır. Yirminci yüzyılın başlarında H. Rider Hagard, T. Mundy gibi yazarlar bulunduğumuz dünyanın gizemli yerlerine yapılan serüvenleri kaleme alarak gerek türün gerek modern fantezinin oluşumuna katkıda bulunmuş olsa da türün ilk, farklı bir gezegende geçen net örneğini Barsoom serisiyle Edgar Rice Burroughs kaleme almıştır. 1920 lerde başlayan 1930 larda ise oldukça yaygınlaşan bilim kurgu ve fantastik kurgu öykücülüğüne yönelik dergilerle yepyeni bir pazara kavuşan tür, kısa sürede milyonlarca insanın ilgi odağı haline gelmiş fakat zaman geçtikçe azalan ilgi ve mevzubahis dergilerin de birer birer kapanmasıyla neredeyse tarihe karışmıştır ve ender örneklerle ki çoğu zaman sinemayla- karşılaşılır. Tür, aynı zamanda Uzay Operası (Space Opera) alt türünün de temelini oluşturur. Uzay Operasının en bilindik örneklemesi olan George Lucas ın Yıldız Savaşları nda ve Frank Herbert in Dune ünde bu izleri görmek (bkz. futuristik bir çağda kılıç savaşları, büyü ve maceranının farklı formlarla anlatılış biçimleri) mümkündür. GERÇEK ERKEKLERDEN DAHA ERKEK Kılıç ve Gezegen veya Gezegen Macerası türünün kült isimlerine ve eserlerine gelirsek, bir kısmının farklı türleri de barındırdığı fakat yoğun olarak bahsi edilen türü işlediği gerçeğiyle, başlıca aklıma gelenler; Frank Herbert in Arrakis (Dune serisi, Kabalcı Yayınları), Anne McCaffrey in Pern serisi (İthaki Yayınları), Marion Zimmer Bradley in Darkover kitapları, John Norman dan Gor serisi, China Mieville den Embassytown, Robert Silverberg den Majipoor serisi, Edgar Rice Barroughs un Barsoom serisi, R. Sherman Hoar dan Venus serisi, Edmond Hamilton dan Stuart Merrick serisi, Leigh Brackett tan Eric John Stark serisi, C. S. Lewis tan Space üçlemesi, Philip Jose Farmer dan Riverworld, Kenneth Bulmer dan Dray Prescott serisi sayılabilir. Yine aynı şekilde roman ve öykü dışında çizgi roman dünyası da yüzlerce (bkz. Buck Rogers, Adam Strange vb.) örneğe sahiptir. En nihayetinde MonoKL yayınlarından dilimize yeni tercüme edilen, Robert E. Howard ın Almuric i de türün önemli örneklerinden sayılır. R. E. Howard ın edebiyattaki en büyük etkisi hiç şüphesiz yarattığı Conan karakteridir. Bilindiği üzere, çok az yazar dünya çapında yerleşik bir üne sahip bir karakteri yaratabilme başarısına sahip olmuştur. Ün olarak bakıldığında, en az Dracula, Sherlock Holmes, James Bond, Tarzan, Hercule Poirot la yarışan Conan karakteri yazarın ölümünden sonra dahi çeşitli yazarlar tarafından kaleme alınmaya devam edilmiştir, çizgi romanları hâlâ üretilmektedir. Bu başarısının ardında, yazarın gerçek erkek özü olduğunu iddia ettiği artık Conan la tamamen bağdaşlaşmış karakteristik özelliklerin yanı sıra macera duygusunun yoğun şekilde tatmin edilmesi bulunur. R. E. Howard karakterlerini şöyle tanımlar, Bakın, benim karakterlerim, gerçek erkeklerden daha çok erkek gibidirler. Sert ve kabadırlar, elleri ve göbekleri vardır. Nefret ederler ve ihtirasları vardır; uygarlığın kabuğunu kırın ve orada maymunu bulacaksınız, gürlerken ve suçunun üstünde. E LENMEK Ç N OKUYUN İlk kez 1939 yılından başlayarak bölüm bölüm Weird Tales dergisinde yayınlanan ve 1964 yılında kitap haline getirilen Almuric de farklı bir gezegene nasıl ulaştığı açıklanmayan (bu nedenle de bilimfantezi türünde görülebilecek) kahraman da Conan la benzerlikler gösterir. Gezegende Edgar R. Burroughs un etkisi yoğun şekilde hissedilebilirken, Barsoom a son derece benzeyen bu sete son derece tanıdık bir barbar karakterin de girişiyle macera daha lezzetli bir hal alır. Yoğun şekilde işlenen macera teması nedeniyle de oldukça kolay ve sürükleyici bir okuma sunar. Her halükarda dünya ve temel dürtüler üzerine çeşitli okumaların yapılması da -gerekmediği halde- mümkündür. Kitaptan şu alıntıya göz atalım; Barbar hayatı sürüyorlardı, sürekli tehlikeyle karşı karşıya ve insan ve hayvan düşmanlarıyla savaş halindeydiler. Ama yine de insanca yaşıyorlardı, ben ise vahşi bir hayvan gibi yaşıyordum. Tekrar belirtmekte fayda var, öykü zevki çoktan zehirlenmiş insanlar için değil bu kitap. Daha çok, çocukluk maceralarını tekrar yaşamak isteyen, alt metin ve metafor bulacağım diye boncuk boncuk terlemeden de kitap okunabileceğini unutmamış, zaten kısa olan kitabı eğlenmek için okuyacak ve en önemlisi ölmekte olan bir edebiyat türünün heyecanını tekrar, klasik bir eseriyle okumak isteyenlere göre ve onları mutlu edecek bir kitap. Daha önce Arthur Machen in kült klasiği Büyük Tanrı Pan ı yayınlayan (kitabı daha önce bu köşede incelemiştik) MonoKL yayınevini, bir klasiği daha yakalayıp tercüme ettiği için de tekrar kutlarım. Edgar Rice Burroughs dan şu alıntıyla vedalaşalım; Eğlence faktörü hariç hiçbir kurgu okumaya değer değildir. Eğer eğlendiriyor ve net ise iyi edebiyattır. Eğer başka türlü hiçbir şekilde okumayan insanlarda okuma alışkanlığı şekillendiriyor ise en iyi edebiyattır. (Almuric, Robert E. Howard, MonoKL, çev: Yosun Erdemli, 196 s.)

10 8 HAZ RAN 2012 CUMA Aydınlık KİTAP UMUDUN SES N BULMU A R: ADNAN YÜCEL Karanfillerle yürüyen adam Gerçekte Adnan Yücel kendi iirini kurmu, kendi sesini bulmu bir airdir. Yo unluklu olarak ele ald, do al görünü ve tabiat unsurlar yla harmanlayarak yans tt temalar s n fsal çeli kiler, açl k, yoksulluk, sava kar tl, sömürü gibi toplumcu gerçekçi iirin klasik temalar ndan farkl l k göstermektedir. O daha çok siyasal durumlar ve bu durumlarla ilgili etki ve duygular yans t r CAFER YILDIRIM cfryildirim@hotmail.com Korku ve kuşku dökülmüş her yere Geleceğe bakan gözlere Dudakta kıvılcımlanan sözlere Umuda Bilince İnce ince Sessizce Korku ve kuşku dökülmüş her yere Sabahın zafer saçtığı bu saatlerde Kan süpürüyor çöpçüler Karanfillerle yürüyorum caddelerde Adnan Yücel in şiirlerini yazdığı ortam, tam da Damla şiirinin Adnan Yücel, Türk Dili'ni Diyarbak r da, Güzel Sanatlar ise Ankara da okudu. Yine Ankara da Ça da Türk Edebiyat üzerine mast r yapt. Birikiminin ve yetene inin eserlerine bütünüyle yans d n dü ünemeyiz. Yazd dönem, yaz lanlar n sansürlenmesini art ko uyordu. Günler a rd ve i kence üçüncü bölümünü oluşturan bu şiirde yansıttığı gibidir. Hatta bu betimlemenin hayli hafif kaldığını, içinde bulunulan baskı ortamının şiddetinden dolayı dilin gücünün kısıldığını da belirtmemiz gerekir. Aranan devrimcilerin kıstırıldıkları yerlerde vurulduğu, işkencehanelerin yirmi dört saat çalıştığı, mahkemelerin idam cezaları yağdırdığı, korku ve endişenin ve tüketici bir kasvetin bütün bir ülkeyi sardığı o günlerde, 1982 yılında Soframda Kaval Sesi pırıl pırıl bir umudun rüzgârını taşımıştı kalbimize. Soframda Kaval Sesi nden sonra sekiz kitabı daha yayımlandı şairimizin. Son kitabı 1998 tarihlidir. Bir de öncesi var, ilk göz ağrısı: Kavgalara Sözlenen Sevda. haberleriyle geliyordu GEL DE GÖR Adnan Yücel in bütün şiirlerinde birinci kişi ağzından konuşan şiir kişisinin tarafı daima bellidir. Bu kişi umut yanlısı, zulme ve zalime karşı ve gelecek güzel günlerin özlemi içindedir. Bu yönüyle Adnan Yücel in şiirlerinde şiir kişisiyle şairi özdeş bir kimlik halinde görürüz. Gece karanlığında Bu kar aydınlığında Acıları dindirmek için yürüyorum Altındağ ın bir inleyen sokağında Okulun camları kondulara karşı Ben kondulardan yana Kondular bana karşı Seni gidi koca Çankaya Seni gidi bayındır çarşı Gel de gör İki çocuğumuz gibi iki düşman Açlık ve zulüm karşı karşı Onun çok az şiirinde ise şiir kişisi kendi dışında bir şahıstır. Gurbet İşçisinin Mektubu şiiri bu duruma bir örnektir. Fakat bütün şiirlerinde aynı söyleyişle karşılaşırız. Gurbet işçisi konuşurken de şair kendisi konuşurken de ya da başka bir hal içinde söylemin tınısı ve tonu, kelime seçimi, ruh hali değişmez. Adnan Yücel şiirinin en zayıf karnı budur bence. Gerçekte Adnan Yücel kendi şiirini kurmuş, kendi sesini bulmuş bir şairdir. Yoğunluklu olarak ele aldığı, doğal görünüş ve tabiat unsurlarıyla harmanlayarak yansıttığı temalar sınıfsal çelişkiler, açlık, yoksulluk, savaş karşıtlığı, sömürü gibi toplumcu gerçekçi şiirin klasik temalarından farklılık göstermektedir. O daha çok siyasal durumları ve bu durumlarla ilgili etki ve duyguları yansıtır. Bu yönüyle toplumcu gerçekçi şiire temasal zenginleşme bakımından katkı sağladığını rahatlıkla söyleyebiliriz. UMUDUN SÜREKL L Adnan Yücel şirinde, sevda ile sosyalizm davası, türkü ile sosyalizm adına yürütülen mücadelenin anlatılması örneklerinde olduğu gibi kullanılan remizler kendinden bir önceki kuşaktan devralınmıştır. Onun şiirinde söyleyiş boyutunda ise en fazla Enver Gökçe ve sırasıyla Ahmet Arif ve Hasan Hüseyin in soluğunu hissederiz. Söyleyişindeki bu etkiler onun sesini boğan, özgünlüğünü örseleyen bir düzeye hiçbir zaman ulaşmış değildir tabii ki! Adnan Yücel in en sık kullandığı sözcüklerden birisi umut tur. Umut, onda günübirlik bir duygu olmanın ötesinde iyi olana, yeni olana, güzel olana, henüz gelmemiş ama mutlaka gelecek olana duyulan özlem planında süreklilik arz Adnan Yücel kendi iirini kurmu, kendi sesini bulmu bir airdir. Yo unluklu olarak ele ald, do al görünü ve tabiat unsurlar yla harmanlayarak yans tt temalar s n fsal çeli kiler, açl k, yoksulluk, sava kar tl, sömürü gibi toplumcu gerçekçi iirin klasik temalar ndan farkl l k göstermektedir eden bir içeriğe sahiptir. Şiirinin üzerindeki, içinde yaşadığı askeri yönetim döneminin ürünü olan hüzün örtüsünün altında dipdiri ve capcanlı bir biçimde bu umudun soluğu, sesi, haykırışı her an duyulur. Hüzün, acı, ağıt gibi sözcükler onun şiirinde sık geçmesine rağmen bu duyguların karşılıkları ve taşıyıcıları olmaktan ziyade dönemin genel edebiyat söyleminin yansımaları olarak görülmelidir. Belirttiğim gibi onun şiirinin ana damarı umuttur ve bu umut sosyalizm idealiyle birebir ilgilidir. Adnan Yücel, Türk Dili'ni Diyarbakır da, Güzel Sanatları ise Ankara da okudu. Yine Ankara da Çağdaş Türk Edebiyatı üzerine mastır yaptı. Birikiminin ve yeteneğinin eserlerine bütünüyle yansıdığını düşünemeyiz. Yazdığı dönem, yazılanların sansürlenmesini şart koşuyordu. Günler ağırdı ve işkence haberleriyle geliyordu. Yazarlar, şairler söyleyeceklerini bin bir imbikten geçirerek yazmak durumundaydılar. Sembol, imge ve kapalı söyleyiş sanatsal bir arayışın aşaması olarak değil, baskı ve zorbalığın bir dayatması olarak şairlerin kapısına dayanmıştı. O böyle bir dönemde yazdı. O yıllarda ben de Ankara da üniversite öğrencisiydim. Yazdıklarını takip ettiğimiz iki şair vardı: Biri Adnan Yücel, diğeri Ahmet Telli. B R TEBESSÜM Sanırım 1984 yılındaydı, bir arkadaşımla birlikte bindiğim belediye otobüsünde Adnan Yücel i görmüştük. Biz onu Sofranda Kaval Sesi kitabının arka kapağındaki fotoğrafından tanımıştık. Kendi aramızdaki konuşmamızdan kendisiyle ilgili konuştuğumuzu anladı ve hafifçe tebessüm etti. Ondan bana tanışıklık anlamında sadece bu tebessüm kaldı. 12 Eylül günlerinden beridir ödüller alan, sanat-edebiyat dergilerinin gündeminden düşmeyen fakat ne bir duygu kıpırdanışı ne bir düşünsel açılım yaratan, kimseye bir şey söylemeyen şiirleri okudukça Adnan Yücel şiirinin değerini daha iyi anlıyorum. Onun şiiri 1980 li yılların o ağır koşulları altında her devrimci için bir umut esintisi, bir birliktelik, yoldaşlık duygusu yaratarak yüklendiği işlevi şiir cephesinden fazlasıyla yerine getirdi. Ölümünün 10. yılında ruhu şen olsun, anısı daima taze kalsın. Yazımı bu yazıyı yazmama sebep olan bir etkinlik duyurusuyla bitirmek isterim: Yapı Sanatevi 10 Haziran da, düzenlediği Adnan Yücel Edebiyat ve Sanat Festivali kapsamında çeşitli etkinliklerle şairi anacaktır.

Aydınlık KİTAP 8 HAZ RAN 2012 CUMA 11 Tek ve büyük Doğu nun masalları İ. UTKU KAVASOĞLU Tahar Ben Jelloun Fransa nın önemli yazarlarından. Sıkça görüldüğü üzere eski Fransız sömürgesi Mağrip ülkelerinden gelip Fransızcayı kullanarak yazıyor. Yazın serüvenine Fas günlerinde şiirle başlayan yazar, daha sonraları romana yönelse de Mart sonunda yeni bir şiir kitabı (Que La Blessure Se Ferme, Gallimard Yayınları) yayımlandı. Fas doğumlu yazar ülkemiz okuru tarafından da iyi biliniyor; kitaplarının tamamına yakını dilimize kazandırıldı. Bunlar arasında özellikle, yazara 1987 de Fransa nın en saygın edebiyat ödülü olan Goncourt u kazandıran Kutsal Gece yi ve ülkemizde yayımlandığı dönemde ilgi uyandıran Kum Çocuk u sayabiliriz. Jelloun bu ödülü kazanan ilk Afrikalı yazar olması açısından da önem taşıyor. Kendi ülkesinde felsefe eğitimi alan yazar, 1971 e kadar öğretmenlik yaptığı ülkesinden bu tarihte ayrılıp Fransa ya yerleşmeyi seçiyor ve çalışmalarına burada devam ediyor. Edebiyatçı kimliinin yanı sıra 1972 den bu yana düzenli olarak Le Monde gazetesinde yazıyor. KABUK DE T RME... Ben Fransızca da yazsam, bir Arabım diyen Tahar Ben Jelloun un bütün romanları tek bir büyük Doğu masalının farklı anlatılarını andırıyor. Kendi ülkesini, Fas ı anlatırken kullandığı masalsı dil, yalıtılmış bir diyarı değil, bir ülkenin ve toplumun gelenekle çağdaşlık arasındaki sıkışmışlığını, kabuk değiştirme sancılarını ve hayallerini betimliyor. Ancak günümüzde kimi yazarların yaptığının aksine bunu, bir Doğu-Batı ikileminde sunmaktan çıkartıp, Mağrip insanının dünyaya ayak uydurmaya çalışan bir toplumda kendini bulma uğraşına odaklanarak, bir masal anlatırcasına başarıyor. Kimi zaman anlatımına gerçekçi ayrıntılar katarak, kimi zaman gerçekliği masalsı öğelerden daha ayrıksı, daha inanılmaz göstererek alışılmamış bir güzellik yaratmayı başarıyor. Yazar, Kırmızı Kedi Yayınları tarafından yayımlanan romanı Ülkemde ile sözü Avrupa ya çalışmaya giden binlerce göçmen işçiden birine veriyor. Burada belirtmeden geçemeyeceğimiz bir noktanın altını çizmek gerekiyor, 1960 lı yıllar pek çok Avrupa ülkesinin yoğun işçi göçüne kapılarını açtığı bir dönem. Bu dönemde Avrupa ya özellikle Almanya ya işçi olarak giden insanlarımızın yaşadığı bölünmenin bir kaç iyi örnek dışında edebiyatımızda yeterince yer bulamadığını söylemek çok da yanlış olmaz. GELENEKLER KU ANMAK Romanın başkişisi Muhammed Limmigri, 1960 larda göç ettiği Fransa da örnek bir işçi, örnek bir aile babası ve örnek bir Müslüman dır. Karısıyla birlikte geldikleri bu ülkede kırk yıldır aynı fabrikada çalışır. Aradan geçen bunca zamana karşın kendisini asla bir Fransız vatandaşı olarak görmez, kendisiyle birlikte çalışmaya gelen diğer Faslıların aksine vatandaşlık başvurusunda bulunmayı dahi düşünmez. Çocuklarıyla, kırık dökük bir Fransızcayla konuşur. O güne dek sürdürdüğü tekdüze yaşamını allak bullak edeceğine inandığı emekliliğin gelip çatmasıyla birlikte Fransa dan ayrılmaya karar verir. Koruyucu bir zırh gibi kuşandığı geleneklerine, doğduğu köyde ailesi için büyük bir ev inşa etme hayaline sıkı sıkıya sarılan Muhammed, kırk yıl boyunca kendisini hep yabancı hissettiği ülkeyi bırakıp anayurduna döner. Arkasında bıraktığı bütün bir ailesinin peşi sıra geleceğini sanır. Anlamamakta direttiği şey çocuklarının kendisi gibi birer göçmen olmadığıdır. Onlar Fransa da doğup büyümüş, bambaşka hayatlara atılmışlardır. Örneğin, kızının bir İtalyanla evlenmesini asla hazmedemez Muhammed. Kendi beklentilerini, kendi silik yaşamının acılarını çocuklarının da paylaştığına inanır. Zamanın adeta durduğu köyüne dönüp, ailecek yerleşmenin sihirli bir dokunuş gibi her şeyi çözeceğine inancı tamdır. Yıllar yılı biriktirdiği parayla sarı bir Mercedes (Balkız) sahibi olan Bayram ı hatırlatır bize bu haliyle. Ne var ki kötü paketlenmiş bir hediyeye, aşırı yüklü bir kamyona benzeyen evinin verandasında, bitpazarından aldığı deri koltuğa oturup bekledikleri asla gelmeyecektir. Muhammed ise oturduğu koltuğunda, yavaş yavaş toprağa gömülür. Tahar Ben Jelloun Ülkemde ile okuru kendi hayatının iplerini hiçbir zaman eline alamamış bir adamın umarsız bekleyişine ortak ediyor. Yalın, çarpıcı anlatısıyla dışlanmışlığın ve yabancı olmanın sınırlarının ne denli genişleyebileceğini gösteriyor. Bir ailenin farklı kuşaklarının beklentileri üzerinden değişim sancıları yaşayan Fransız ve Arap toplumlarına ayna tutuyor. (Ülkemde, Tahar Ben Jelloun, Kırmızı Kedi Yayınevi, Çev. F. Gönül Akgerman, 128 s.)

12 8 HAZ RAN 2012 CUMA Aydınlık KİTAP KAPAK ZEK SARIHAN'DAN, RESM TAR HTEN DE NKÂRCILIKTAN DA FARKLI B R YAKLA IM: KURTULU SAVA I ÖYKÜLER Halk katmanlarının çabasına vurgu yaptım Bu sava a at lanlar n Ç lg n Türkler oldu u yaz ld ve bu ifade ulusalc ayd nlar n gururunu ok ad. Ç lg nl k bir çe it deliliktir. Belki son çare olarak i e yarad durumlar olabilir. Bu ifade 1914 te devleti Almanlar n yaratt olupbittiyle sava a sokanlar için söylenebilir. Böyle bir ç lg nl n ise devlete ve millete neye mal oldu u ortadad r. Kurtulu Sava n n önderlerinin onlardan fark hesap kitap adam olmalar d r Uzun yıllar boyunca Öğretmen Dünyası dergisini yönetmiş olan araştırmacı-yazar Zeki Sarıhan'ın Kurtuluş Savaşı Öyküleri adlı çalışmasının üçüncü cildi de kısa süre önce okurlarla buluştu. Söyleşimiz sırasında öğrendik ki dördüncü cilt de yolda... Sarıhan'a soruları Aydınlık Kitap editörü Pınar Akkoç yöneltti. Sayın Zeki Sarıhan, çok uzun yıllardır, ısrarla ve yoğun emek harcayarak Kurtuluş Savaşı dönemine ilişkin çalışmalar ortaya koyuyorsunuz. Söz konusu dönem, ülkemizde çeşitli yazarlar tarafından sizden önce de çok değişik bakış açılarıyla ele alınmış, çok sayıda roman ve öyküye, araştırmaya incelemeye konu olmuştu. Bu alanda sizin gidermeye çalıştığınız bir eksiklik fark ettiğiniz söylenebilir mi? Eğer öyleyse nedir bu ve sizin Kurtuluş Savaşı na yaklaşım perspektifiniz nedir? Kurtuluş Savaşımızı araştırmaya 1971-74 yıllarında kaldığım Mamak Cezaevi nde başladım. Devrimciler o tarihlerde daha çok Sovyet, Çin, Küba devrimleriyle ilgili kitapları okuyorlar, Türk Devrimi için bunları örnek alıyorlardı. Türkiye halkı, sosyalizmi kurmaya gücü yetmemiş de olsa zorlu bir Kurtuluş Savaşı vermişti. Kurtuluş Savaşı nı araştırmaya yönelmem Türk devriminin millî köklerine dikkat çekme isteğinden kaynaklandı. Buna Millî sosyalizm isteği de diyebiliriz. Evet, Türk Kurtuluş Savaşı ile ilgili olarak çok kitap yayımlandı. Tek parti döneminde Kurtuluş Savaşı üzerinde söz söyleme, yazı yazma hakkı tekelleştirildiği için bu konudaki yayınlar 1950 den sonra çoğaldı. Yunus Nadi, Falih Rıfkı gibi yazarlar bile Atatürk ve Kurtuluş Savaşı yla ilgili kitaplarını bu dönemde yazabildiler. 1960 lı yıllardan sonra halk hareketinin yükselmesiyle, Kurtuluş Savaşı hakkında halkın, halk örgütlerinin ve çeşitli siyasetlerin bu savaştaki rolüne ilişkin kitaplar çoğalmaya başladı. Nazım Hikmet in 1940 lı yıllarda cezaevindeyken yazdığı Kurtuluş Savaşı Destanı nı ancak 1965 te okuyabildik. Sabahattin Selek in 1970 lerde yayımlanan Anadolu İhtilali, Hasan İzzettin Dinamo nun Kutsal İsyan ı, konu hakkında yazılanların en gerçekçi ve doğru olanlarındandır. Gene de her yiğidin bir yoğurt yiyişi vardır. Benim Kurtuluş Savaşı ile ilgili araştırmalarım, 2006 Yunus Nadi Sosyal Bilimler Araştırması Ödülü ne değer görülen Kurtuluş Savaşı Kadınları ve Kurtuluş Savaşı Gençliği kitaplarımda da görüleceği gibi bu savaşta rol almış halk katmanlarının çabasına vurgu yapıyor. Bu bir halk savaşıydı. Cephelerde ölen, yaralanan, kağnı kollarında cephane taşıyan, silah sağlamada görev alan, gazeteler çıkarıp konferanslar vererek halkı milli savunmaya hazırlayan dedelerimizin hakkını vermek gerekirdi. Son dönemlerde illerimizin Kurtuluş Savaşı ndaki yerini araştıran akademik çalışmaları bir yana bırakırsak ortalık Kurtuluş Savaşımızı Atatürk ün hayat hikâyesinin bir parçası olarak ele alan popüler ve çoğu ticari yayınlarla dolup taşmaktadır. Benim Kurtuluş Savaşı ile ilgili bakış açım, resmi tarihten de, buna karşı geliştirilen inkârcı yayınlardan da farklıdır. Gerçeği olduğu gibi yansıtmak ve doğru yorumlamak çabasındayım. Bu gerçek bize, Türkiye nin bağımsızlığını halkın topyekûn bir seferberlikle kazandığını, ancak bu zaferin meyvelerini emekçi halkın toplayamadığını gösteriyor. Nazım Hikmet in dediği gibi bu halk savaştan önce Kartal da bahçıvandı, savaştan sonra da Kartal da bahçıvan. Zeki Sar han bir imza gününde. ÇILGINLIK DE L, HESAP K TAP... Kâğıt üzerinde bakıldığında güç dengesinin çok eşitsiz olduğu, kazanılması neredeyse olanaksız bir savaş söz konusu... Katılıyor musunuz bu görüşe? Bu savaşa atılanların Çılgın Türkler olduğu yazıldı ve bu ifade ulusalcı aydınların gururunu okşadı. Çılgınlık bir çeşit deliliktir. Belki son çare olarak işe yaradığı durumlar olabilir. Bu ifade 1914 te devleti Almanların yarattığı olupbittiyle savaşa sokanlar için söylenebilir. Böyle bir çılgınlığın ise devlete ve millete neye mal olduğu ortadadır. Kurtuluş Savaşı nın önderlerinin onlardan farkı hesap kitap adamı olmalarıdır. Onlar, bu savaşın Türkler tarafından kazanılması koşullarının bulunduğunu görmüşlerdir. Birincisi: Birinci Dünya Savaşı nda yenilmiş olmakla birlikte 600 yıllık bir imparatorluğun varisleri vatansız ve devletsiz bırakılamazdı. İkincisi: Tarih, milletler çağına girmişti ve bu bağımsız bir Türk milletinin de olacağı anlamına geliyordu, ABD Başkanı Wilson da bu gerçeği teslim ediyordu. Üçüncüsü: 20. yüzyılın başlarında, hele Birinci Dünya Savaşı sonunda milletler ayağa kalkmıştı. Doğu da patlayan devrim yanardağlarının külleri, Mehmet Akif in de Kastamonu Nasrullah Camii konuşmasında belirttiği gibi emperyalist başkentlerinin duvarlarını yalıyordu. Dördüncüsü: Savaş, emperyalistleri yormuştu. Yeni bir savaşı göze alacakları şüpheliydi ve aralarında anlaşmazlıklar da vardı. Beşincisi: 1918 Mütarekesiyle silahları elinden alınmış, orduları dağıtılmakta olan bu ulusun belleğinde daha on yıl önce 1908 de yaptığı Jön Türk devriminin moral desteği bulunuyordu. Yakup Kadri mütareke döneminde kaleme aldığı bir yazısında gençliğin savaşlarda nasıl eridiğini anlatırken sağ kalanların kerpiç gibi piştiğini ifade eder. Kısacası, milleti yeni bir savaşa çağıranlar, hem dünyanın durumuna, hem milletin birikimine bakarak bu savaşı kazanacaklarına inandılar. Millete de geçmiş hataların yapılmayacağına güvence verdiler. (Bu çılgınlıktan kaçınma, İkinci Dünya Savaşı nda da Türkiye yi savaşa girmekten korumuştur.) Mondros ve

Aydınlık KİTAP 8 HAZ RAN 2012 CUMA 13 Mudanya Mütarekeleri arasındaki dört yıllık süre Türkler için uzun süren bir savaştır. Bunun nedeni hiçbir maceraya yer vermeyen tedbirliliktir. Nerede geri çekilmek ne zaman saldırmak gerektiğini iyi hesaplamışlar, kaynakları doğru bir şekilde kullanmışlardır. 26 Ağustos 1922 ye kadar kesin bir saldırıya geçmeyişlerinin nedeni işi garantiye alma isteğidir. TAR H YARATAN B R C K GÜÇ... Lider, komutan, ordu ve halk ilişkisi açısından bakıldığında nasıl görülüyor o dönem? Ben bazı yazarlardan ve yorumculardan farklı olarak, olağanüstü yeteneklerini teslim etmekle birlikte Mustafa Kemal olmasaydı Kurtuluş Savaşı nın yapılamayacağı ve başarıya ulaşamayacağı gibi görüşlere katılmıyorum. Aksi anlayış, bir milletin karakterini ve yeteneklerini görmezlikten gelmek olur. Tarihi yaratan biricik gücün halk olduğunu unutmamak gerekir. Türklerin şu veya bu biçimde yurtları için savaşacakları ve kurtuluşun çarelerini bulacaklarına ilişkin çok işaret vardır. Nitekim daha Mondros Mütarekesi nin hemen ertesinde Müdafaai Hukuk örgütleri kurulmuş, bugünün ulusal güçbirliği demek olan Millî Kongre oluşturulmuş, kongre çağrıları yapılmış, Mustafa Kemal Paşa, 19 Mayıs 1919 da Samsun a çıktığında Ege de direniş başlamıştı. Kâzım Karabekir in kolordusu Doğu yu bekliyordu. Savaş sırasında veya savaştan sonra Türkiye nin bir cumhuriyet olacağı da belliydi. Büyük Savaş sonunda zaten çarların, imparatorların, kralların taçları yerlerde sürüklenmeye başlamıştı. 1918 de Kars ta bir Şura Cumhuriyeti kurulduğu gibi 23 Nisan 1920 Meclisi nin yaptığı da gerçekte bir cumhuriyet meclisinin yaptığından başka bir şey değildir. Zaten 1 Kasım 1922 de Padişahlık da Meclis kararıyla resmen kaldırılmıştı. BAKANLIK ÖNCE GÖRMEZDEN GELD Dört ciltlik Kurtuluş Savaşı Günlüğü adlı eseriniz ilk kez 30 yıl önce yayımlanmıştı. Aradan geçen sürede Türkiye de Kurtuluş Savaşı na dair algıda, ülkemizin politik-kültürel iklimine bağlı olarak nasıl değişiklikler oldu? Kurtuluş Savaşı Günlüğü nün ilk cildini tamamladığım zaman yayımlanması için gezmediğim yayınevi kalmadı. Hiçbiri çalışmanın yüzüne bile bakmadı. Haksız da sayılmazlardı. Bu benim ilk kitabımdı. Daha üç cildi olacaktı. Yayınevleri bunu yayımlama riskini göze alamazlardı. 1982 de onu baskı parasını kendim karşılayarak Öğretmen Dünyası Yayınları ndan çıkardım. İlgi gördü. İkinci baskısını bile yaptık. Sonra ikinci, üçüncü ciltlerini çıkardık. 1990 da Afet İnan Tarih Araştırmaları ödülüne değer görülünce Türk Tarih Kurumu, dördüncü cilt de içinde olmak üzere tümünü art arda yayımladı. Kurumun Kurtulu Sava Günlü ü nün ilk cildini tamamlad m zaman yay mlanmas için gezmedi im yay nevi kalmad. Hiçbiri çal man n yüzüne bile bakmad. Haks z da say lmazlard. Bu benim ilk kitab md. Daha üç cildi olacakt kitabın içeriğine hiçbir müdahalede bulunmaması benim şansımdır. Bu benim 20 yıllık bir araştırmamın ürünüdür. Kitap 1982 den beri Kurtuluş Savaşı ile ilgili hemen bütün yayınlarda kaynak gösterilmektedir. Bunun nedeni, ulaşılabilecek hemen bütün kaynakların taranmasıyla oluşturulması ve doğru tarihî bilgi vermesidir. Hikmet Altınkaynak, bir yazısında doğru bilgi verdiği için İyi ki Kurtuluş Savaşı Günlüğü var diye yazmıştı. Bu kitabı yayımlamayı ve hatta yayımlandıktan sonra tavsiye etmeyi reddeden Milli Eğitim Bakanlığı, kitap Tarih Kurumu tarafından yayımlandıktan sonra onu Kızılay daki bakanlık binası önünde cadde kenarındaki camekânlarda kapakları güneşten tamamen soluncaya kadar sergiledi Kurtuluş Savaşı, İstanbul da saray çevresinde toplanmış küçük bir azınlık dışında milletin bütün sınıfları, bunların politik örgütleri tarafından desteklendiği için hiçbir siyasi akım ona sahip çıkmadan yapamaz. O zaman savaşa karşıt veya ilgisiz bir tutum alanlar bile sonradan pişman olmuşlardır. Kurtuluş Savaşı yla ilgili tartışmalar geçmişte de bugün de bu savaşta rol alanların katkı dereceleri ile ilgilidir. Mustafa Kemal Paşa, Karabekir, Rauf Bey, Çerkez Ethem, Mustafa Suphi ve diğerleri Bunların rolleri Kurtuluş Savaşı Günlüğü başta olmak üzere benim Kurtuluş Savaşı ile ilgili kitaplarımda gerçekçi ve hakkaniyete uygun bir ölçüde yer almaktadır. Bugün Türkiye yi yöneten kadroların daha çok Karabekir, Mehmet Akif, Rauf Bey çizgisini miras edindiği söylenebilirse de zaman zaman Tevfik Paşa, hatta Damat Ferit Paşa çizgisine kaydıkları görülüyor. Bu düşüncenin esası Türkiye nin kendi başına bağımsız yaşamayacağı, Düveli Muazzama ile birlikte hareket etmek gerektiğidir. Bunun temelleri de İkinci Dünya Savaşı ndan sonra atılmıştır. Muhafazakâr veya modern Türk burjuvazisi bu konuda aşağı yukarı aynı tutumu almaktadır. 1920'DE AZ DAHA KOMÜN ST OLUYORDUK! Sovyetler'den etkilenme hangi boyutta o dönemde? Üzerinde düşünmekte olduğum bir husus da Kurtuluş Savaşı yıllarındaki solculuktur. Şu ifade kimseye aşırı gelmesin: Türkiye 1920 de az daha komünist oluyordu! Batı dan ilerleyen Yunan saldırısı şöyle bir düşüncesinin doğmasına neden oldu: Bu savaşta halkın topyekûn direnmeye geçmesi için yönetimi ele alması bir çare olabilir. Bunun parlak ve herkesin hayranlığını kazanan bir örneği de hemen Doğu sınırlarımızdan başlayan Sovyetlerdi. Açık ve gizli komünist partileri kuruldu. Hükümet Üçüncü Enternasyonal e üyelik başvurusu yaptı. Meclis te kızıl kalpaklılar çoğaldı. Mustafa Kemal Paşa, birçok konuşmada Sovyet Devrimi ni övdü. Sovyet yetkililerle yaptığı görüşmede Ben de komünistim dedi. Kastamonu da yayımlanan Açıksöz gazetesi Türkiye nin Bolşevik olmasının yakın olduğunu belirterek halkı buna hazırlayan Kitab yay mlamay ve hatta yay mland ktan sonra tavsiye etmeyi reddeden Milli E itim Bakanl, kitap Tarih Kurumu taraf ndan yay mland ktan sonra onu K z lay daki bakanl k binas önünde cadde kenar ndaki camekânlarda kapaklar güne ten tamamen soluncaya kadar sergiledi yayınlar yaptı. Ancak bu dalga, 1920 yılı sonlarında dindi ve o tarihten sonra millî hükümetin solundaki örgütlenmeler ve yayınlar yasaklandı. Bu olguları anlatan yayınlar yok değildir ancak bu konu üzerinde yeniden durmak gerektiğini düşünüyorum. Türkiye komünist olsaydı bu nasıl bir komünizm olurdu? Azerbaycan gibi mi yoksa Türkiye ye özgü bir komünizm mi? Sovyetlerin bir cumhuriyeti haline mi gelirdi ve bunun sonucu ne olurdu? Türkiye nin 1920 de komünist olmayışı, bütün çaresizliğine rağmen Türk burjuvazisinin gücüne bağlanmalıdır. Mehmet Akif ve Çerkez Ethem in İhaneti adlı kitaplarınız da zamanında çok ses getirmiş ve tartışılmıştı. Özellikle ülkemiz solunun bu iki şahsiyete bakış açısı konusunda neler söyleyebilirsiniz? Çerkez Ethem in İhaneti kitabı, 1970 lerde resmî tarihe karşı tersten yaklaşan solcuların Ethem ihanet etmemiştir tezinin çürüklüğünü kanıtlamak için yazıldı. Sanırım kanıtladı da. Savaşın hazırlık döneminde büyük hizmetleri görülen Ethem in daha sonra bir iç anlaşmazlık medeniyle Yunanlılara sığındığı, bununla da kalmayıp Kuvayı Milliye aleyhine çalıştığı su götürmez bir gerçektir. Benim kitabımdan sonra bunu kabul etmemek gerçekleri açıkça reddetmekten başka bir şey olamazdı. Çerkez olsun da çamurdan olsun diyen bir Çerkez milliyetçiliği varlığını sürdürmekle birlikte günümüzde bu konu eski hararetini kaybetti. Mehmet Akif kitabım ise bugün de Zeki Sar han: Ben baz yazarlardan ve yorumculardan farkl olarak, ola anüstü yeteneklerini teslim etmekle birlikte Mustafa Kemal olmasayd Kurtulu Sava n n yap lamayaca ve ba ar ya ula amayaca gibi görü lere kat lm yorum

14 8 HAZ RAN 2012 CUMA Aydınlık KİTAP varlığını kuvvetle hissettiren derin bir ihtiyaçtan kaynaklandı. Bu ihtiyaç şudur: Kurtuluş Savaşı nın da gösterdiği gibi Türkiye de İslami duyguları hesaba katmadan emperyalist Batı nın karşısında güçlü bir cephe oluşturmak mümkün görünmüyor. Çünkü İslamiyet Türk kültürünü oluşturan güçlü öğelerden biridir. Bugün bunu başkaları kullanıyor. Halktan kopuk, adeta üniversite kampuslarında saksıda yetişmiş olan bir grup 1970 li yılların sonlarında İstiklal Marşı nı reddetti. Onu ve Akif i ırkçı olarak ilan etti. Gerek İstiklal Marşı nı anlatan Vatan Türküsü, gerek Mehmet Akif kitabım, Kurtuluş Savaşı yıllarının psikolojisini ve kültürünü de hesaba katarak yeni bir milli birlik yaratma ihtiyacından doğdu. Bu iki kitap alışılmışın dışında başka bir sol bulunduğunu vurgulamış ve dikkat çekmiş olsa da okuyucu olarak gerekli ilgiyi görmedi. Ülkedeki temel çelişkinin emperyalizm-tam bağımsızlık değil, laiklikdincilik olarak algılandığı sürece de bunun devam edeceği anlaşılıyor DÖRDÜNCÜ C LT DE GEL YOR Kısa süre önce Kurtuluş Savaşı Öyküleri adlı çalışmanızın üçüncü cildi de Öğretmen Dünyası Yayınları ndan okurlara ulaştı. Her ciltte, kaynakları belirterek, Kurtuluş Savaşı nın çarpıcı, renkli, çoğu pek bilinmeyen ya da unutulmuş gerçeklerini anlatıyorsunuz. Toplam 99 öykü var Bu eserinizle ilgili çalışma sürecinizi biraz anlatır mısınız? Ne zaman başladınız, Ulusal Kanal da uzun süre Kurtulu Sava Günlü ü ve Kurtulu Sava Öyküleri programlar yapt m. Bundaki amac m, emperyalizme teslim olamayan bir milletin ayaklan n, onun derinliklerinden neden her ciltte 33 öykü var, hedef kitleniz nedir vb.. Ulusal Kanal da uzun süre Kurtuluş Savaşı Günlüğü ve Kurtuluş Savaşı Öyküleri programları yaptım. Bundaki amacım, emperyalizme teslim olamayan bir milletin ayaklanışını, onun derinliklerinden ilginç örneklerle anlatmaktı. Bazı izleyiciler, bunları kitaplaştırmamı istiyorlardı. Ben de ilköğretim ikinci kademe öğrencilerinden başlayarak herkesin okuyup anlayacağı bir anlatımla bu olaylardan seçmeler yapıp yayımlamaya karar verdim. Her birindeki olay sayısının 33 olmasının özel bir anlamı yok. 33 lük tespihi akla getirse de bunda da bir sakınca yok! Kurtuluş Savaşı Öyküleri nin Nisan ilginç örneklerle anlatmakt 1. Kurtuluş Savaşı Günlüğü I (1982) 2. Kurtuluş Savaşı Günlüğü II (1984) 3. Kurtuluş Savaşı Günlüğü III (1986) 4. Dünyanın Bütün Çiçekleri (Öğretmenlik şiirleri) (1984) 5. Çerkez Ethem in İhaneti (1984) 6. Vatan Türküsü-İstiklal Marşı (1984) 7. Unutulmayan Öğretmenler (1984) 8. Biz Hazırız (Öğretmenlik Yazıları) (1991) 9. Kurtuluş Savaşı Günlüğü IV (1993) 10. Mehmet Akif (1996) 11. Öğretmen(im) Sizi Çok Seviyor(uz) (1996) 12. Kurtuluş Savaşı nda İkili İktidar (2000) 13. Kurtuluş Savaşı nda Türk-Afgan İlişkileri (2002) 14. Doğu nun Seher Yıldızı Kore (2002) 2011 de yayımlanan ilk cildinin önsözünde Bu kitap ilgi görürse öykülere gelecek cilt veya ciltlerde devam etme niyetindeyim diyorsunuz. İkinci cilt Kasım 2011 de, üçüncü cilt de Şubat 2012 de geliyor. Öykülerin ilgi gördüğü sonucuna ulaşabiliriz herhalde Kurtuluş Savaşı Öyküleri, diğer birçok kitabım gibi kitapçı raflarında yer almıyor. Dağıtıcılar kitabı dağıtmıyor. Fuarlarda okuyucunun ilgisinin en çok Kurtuluş Savaşı Kadınları ile bu kitaba yöneldiğini görüyorum. Yayınevinin satış ölçülerinden bakılırsa ilgi görüyor. İkinci ve üçüncü cildini bu nedenle yayımladık. Dördüncüsü de yakında geliyor. Günümüzde bir kitabın satışını sağlayan reklam ve dağıtım. Hâlâ amatör çalışıyoruz Büyük bir yayımcıya dayanmadan yeteri kadar okuyucuya ulaşmak mümkün değil. Kendi kitaplarım için söylemiyorum, nice değerli çalışmanın bu nedenle okuyucuya ulaşmadığını görerek hayıflanıyorum. Ancak bir kitabın değerini belirleyen şey belli bir dönemde çok kişi tarafından okunması değil, uzun süre ehli tarafından aranması ve kaynak gösterilmesidir. Zeki Sarıhan ın yayımlanmış kitapları (ilk baskıları itibariyle) 15. Kurtuluş Savaşı Gençliği (2004) 16. Benim Hapishanelerim (2005) 17. Ulusal Eğitime Çağrı (2005) 18. Emperyalizm Ulusal Eğitime Meydan Okuyor (2005) 19. Kurtuluş Savaşı Kadınları (2006) 20. İyi Öğretmen Olmak (2007) 21. Bir Ömür Böyle Geçti (Türkiye de İlk Köy Yürüyüşü) (2008) 22. Çocuk ve Vatan (Beyceli Köyünde Son 100 Yıllık Değişim) (2008) 23. Ali Hafızoğlu Kitabı (2009) 24. 1921 Maarif Kongresi (2009) 25. Kurtuluş Savaşı Öyküleri I (2011) 26. Kurtuluş Savaşı Öyküleri II (2012) 27. Kurtuluş Savaşı Öyküleri III (2012) DÜNYADA BELK DE TEK ÖRNEK Biraz da Öğretmen Dünyası dergisi ve yayınevinden söz eder misiniz? Bildiğimiz kadarıyla Öğretmen Dünyası, yayın yaşamına kesintisiz biçimde 33 yıldır devam eden tek dergi Bu başarıyı neye bağlıyorsunuz? Yayınevi çalışmaları hakkında da biraz bilgi verebilirseniz seviniriz. Öğretmen Dünyası, 1970 lerde Türkiye deki gerici kargaşa ve bu arada öğretmenler arasındaki parçalanmaya karşı bağımsızlık, birlik, demokrasi isteğiyle yayın hayatına atıldı. Bir kurum tarafından değil de gönüllü çalışan öğretmenler tarafından çıkarılıp bu kadar uzun süre hiç tökezlemeden yayın hayatında kalan tek dergi. Belki dünyada da örneği yok. Uzun yaşamasının nedenini, izlediği yayın çizgisinin doğruluğuna olduğu kadar onu çıkaranların halkçılığa bağlılığındaki ısrarda aramak gerekir. Öğretmen Dünyası, Tanzimat tan beri Türk eğitiminin modernleşmesi, demokratikleşmesi ve halkçılaşması için mücadele veren ve eğitim tarihimizde unutulmaz izler bırakan Emrullah Efendi, Satı Bey, Ethem Nejat, İsmail Hakkı Baltacıoğlu, Hıfzırrahman Raşit Öymen, İsmail Hakkı Tonguç, Fakir Baykurt ve adları onlarla birlikte anılan sayısız eğitim kahramanının ve eğitim dergileri çıkaran hocalarımızın mirası üzerinde, 1980 li yılların ihtiyacı göz önüne alınarak yayına başladı. Hiçbir baskı, yasaklama ve öğretmenlere verilen korku onu yolundan alıkoyamadı. 2009 sonunda onu kişisel işletme gibi görünmekten çıkararak zaten aynı amaçlar için 2003 te kurulmuş olan Ulusal Eğitim Derneği nin iktisadi işletmesi haline getirdik. Ben aralık ayında yaptığımız kongrede dernek başkanlığını, dolayısıyla Öğretmen Dünyası nın yönetimini bıraktım. Yeni Yönetim Kurulu da bana Onursal Genel Başkanı sıfatını vererek cemilede bulundu. Böylece kitap çalışmaları için kendime zaman yaratmış oldum. Buna bağlı olarak, Kurtuluş Savaşı dönemi öğretmenleri ve öğretmenlerin milli mücadeleye katılımı ile bugüne baktığınızda neler söylemek istersiniz Ben de şu günlerde tam da Kurtuluş Savaşı nda Muallimler Ordusu nun izindeyim. Kuvvetle edindiğim izlenimlere göre Kurtuluş Savaşı döneminde muallimler ve muallimeler bağımsız ve çağdaş bir yeni devletin kurulması için mücadele ediyorlar. Dernekler kuruyorlar, konferanslar veriyorlar, hatta bazı kadınlarımız gibi silah kuşanıp cephede çarpışanlar var. Fakat çok yoksulluk çekiyorlar. Aylarca maaş alamadıkları oluyor. İlkokul öğretmenleri grev de yapıyorlar. Birer devlet memuru oldukları ve henüz tam inisiyatif gösteremedikleri için dernekleri biraz vesayet altında. Devlet başkanını, eğitim bakanını, genel müdürü himayeci olarak gösteriyorlar. Tek parti döneminde öğretmen örgütçülüğünün yasaklanması, öğretmenlerin örgütlenme ve özlük hakları için mücadelesinde büyük bir kopuşa neden oluyor. Bugünün öğretmenlerinin o günkü hocalarından öğrenecekleri çok şey var. Kurtulu Sava Öyküleri, di er birçok kitab m gibi kitapç raflar nda yer alm yor. Da t c lar kitab da tm yor. Fuarlarda okuyucunun ilgisinin en çok Kurtulu Sava Kad nlar ile bu kitaba yöneldi ini görüyorum

Aydınlık KİTAP 8 HAZ RAN 2012 CUMA 15 Ateşin ortasındaki yengeç! Dağhan DÖNMEZ daghan_donmez@mynet.com Bir kadınla birlikteliğin yok ve bir kızla birlikte olduğunda onu salt içindeki erkeği kanıtlamak için beceriyorsun. Sevginin ne olduğundan haberin yok. Kabızsın ve bağırsak söktürücü kullanıyorsun. Leş gibi kokuyorsun, derin kırış kırış kösele gibi, kucağındaki çocuğu hissedemiyor ve bu nedenle onu hırpalanan bir yavru köpeğe dönüştürmek istiyorsun. Wilhelm Reich, Dinle Küçük Adam da bu satırları yazarken; insanlık 40 lı yılların gri bulutları altında soluyordu. Reich a göre uygar toplumlarda, baskılanan cinsel arzuların; nefrete ve şiddete yol açması kaçınılmaz bir sondu. Cinsel özgürlük ile yaşayan toplumlarda ise tecavüz, hırsızlık gibi sözcüklerin dilde karşılığı olmadığı yine yazar tarafından ortaya konmuştu. Bu düşünce ve algılayış biçimleri, yaklaşmakta olan cinsel devrimin, savaşma seviş çığlıklarının, peace kolyeli adam ve kadınların muhbirleriydi. Reich, cinsellik temasından yola çıkarak; toplumun riyakarlık temeli üzerine oturmuş ahlaki ve sosyal yapısının, tümüyle değişmesi gerekliliğini öngörüyordu. Çağcılı Henry Miller ise, Reich ın yargıladığı bu toplumun bir parçası ve muhalifi olarak, yer yer mide bulantıları yer yer yer hezeyanlar içinde, şöyle bir halet-i ruhiyenin kabaran sesiydi: Nereye gidersen git, hayatlarını berbat ediyor insanlar. Herkesin kendine ait bir trajedisi var. Kanımıza işlemiş talihsizlik, sıkıntı, elem, intihar. Felaketlerle, asabiyetle, anlamsızlıkla dolup taşıyor atmosfer. Kaşın kaşınabildiğin kadar, derin soyuluncaya dek. Fakat benim üzerimdeki etkisi coşturucu. Umudumu yitirip bunalıma gireceğim yerde hoşuma gidiyor bütün bunlar. Daha çok felaket istiyorum, daha büyük afetler, daha büyük başarısızlıklar. Dünya yerinden oynasın, herkes kaşına kaşına ölsün istiyorum. (Yengeç Dönencesi, sy: 20 ) KÖR, BEYAZ ÖFKE DALGASI Yengeç Dönencesi, New York doğumlu yazar Henry Miller ın, Paris e gidip, aylaklık ederek ve edebiyat çevreleriyle ilişki kurarak yaşadığı yılların bir ürünüdür. Kitap ilk defa, 1934 yılında Fransa nın Obelisk Yayınevi tarafından yayımlanmıştır. Kitabın, ABD de 1961 yılına değin yayımlanmamasının yanı sıra, müstehcenlik gerekçesiyle ülkeye sokulması da yasaklanmıştır. Yazar, kitabın bir yerinde kendi jeopolitiği hakkında şunları karalar: Hayat, demiş Emerson, insanın sabahtan akşama kadar düşündüklerinden ibarettir. Gerçekten öyleyse eğer, benim hayatım devasa bir bağırsaktan başka bir şey değil. Bütün gün yemek hayalleri kurduğum yetmezmiş gibi, geceleri de düşünü görüyorum. Ama Amerika ya dönmek, evli olmak, tekdüze işlerde çalışmak istemiyorum. Hayır, Avrupa da yoksul bir yaşam sürmeyi yeğlerim. Doğduğum ve büyüdüğüm, Whitman ın methiyeler düzdüğü kenti düşününce kör, beyaz bir öfke dalgası yalıyor bağırsaklarımı. New York! Beyaz hapishaneler, çakal kaynayan sokaklar, saraylar gibi inşa edilmiş Afyon tekkeleri, Yahudiler, cüzamlılar, gangsterler ve her şeyden öte can sıkıntısı; yüzlerin, sokakların, bacakların, evlerin, gökdelenlerin, yemeklerin, afişlerin, işlerin, suçların ve aşkların tek düzeliği. Hiçliğin boş çukurunun üzerine inşa edilmiş koca bir kent. Anlamsızlık. Tam anlamıyla anlamsızlık. ( s.70-71 ) Henry Miller, insanlığa karşı bir hakaret olarak nitelediği kitabında, içten içe mekanikleşen, sanayi toplumunda iştahsız, uykusuz, cansız bir figür haline dönüştürülen insan kavramının karşısında durmaktadır. O; acıyı, gözüne kaçan toz zerresini, ayağının üstünden geçen otomobil lastiğini, havadaki egzoz ağırlığını hissetmek ister. Duyuları ardına kadar açıktır. Ancak bunu yaparken, ne Reich gibi içtimai çözümler tasarısında ne de arayışındadır. Miller, bu reddedişi bencilliğe vardıracak kadar bireyci bir tutumla yapar: DO AYA HANET Hiçbir şeye tutunmaya karar verdim. Hayvan gibi yaşayacaktım bundan böyle, yırtıcı bir hayvan gibi. Savaş patlasa ve katılmak zorunda kalsam süngüyü sokardım, sokardım, korsan gibi, yağmacı gibi, köküne kadar. Irza geçilecekse ırza geçecektim, intikam duygusuyla hem de. Şu anda, yeni günün tan sessizliğinde, suç ve kederle başı dönmüyor muydu ki dünyanın? Tarihin döngüsü insan doğasının temel öğelerinden hangisini değiştirebilmişti? Ama doğasının iyi olarak nitelediği tarafına ihanet etmişti insan. Gözüm nerede bir kırıntıya ilişse üzerine atlayıp mideme indireceğim. Yaşamaksa asıl mesele yaşayacağım, yamyam gibi olsa bile. Bugüne dek değerli kıçımı kurtarmaya çalıştım. Artık Henry Miller paydos. Tanrı yı buldum ama beceriksiz çıktı. Sadece ruhani olarak ölüyüm. Cismen hayattayım. Ahlaken özgürüm. Biraz önce veda ettiğim dünya, bir hayvanat bahçesi aslında. Bir sırtlansam şayet, sıska ve aç bir sırtlanım ben: Semirme zamanı. ( s. 96 ) Yengeç Dönencesi nin, edebi yelpazede yerini tayin etmek açısından bir diğer önemli isim kanaatimce; Henry James ve kitabı Daisy Miller dır. Yengeç Dönencesi nin yazıldığı tarihten yaklaşık 50 yıl önce yazılan bu kitap, olağanüstü güzel Amerikalı bir genç kızın, turist olarak geldiği İsviçre nin Vevey kasabasında; Avrupalı erkeklerin başını nasıl döndürdüğünü ve sevimli bulduğu her erkekle toplumsal yargılara aldırış etmeden, rahatlıkla nasıl flört edebildiğini anlatır. Kitabın yazarı Henry James, meslektaşı ve adaşı Miller gibi, uzun süre sansüre uğrayacak ve bir süre Amerika da yayım yasağıyla karşılaşacaktı. Cinsel özgürlüğü dillendirişi, iki kültürü ( Amerika Avrupa ) mukayese edişi ve sonuçları itibariyle benzerlikler teşkil etse de, Henry Miller ın hayatından yola çıkarak yazdığı bu biyografik eser, bugünün dünyası açısından daha çok öz - olma niteliği taşır. Günümüzde, önüne çıkan her şeyi maddeleştiren ve son kertede tüketilebilir hale dönüştüren post-modern yaşam biçimi; insan ruhunu sığlaştırmış, ruhsal tatminin varlığını unutan bireyi, yalnızca bedensel hazların peşinden koşturur konuma getirmiştir. Anı Yaşama kültü, evrilmiş ve bir ritüele dönmüştür. Bugünün dünyasında artık yalnızca arzular vardır. En nihayetinde arzular, tüketimin yakıtı, enerjisi, sebeb-i hayatıdır. Miller ı sanki bu post-modern kültür / kültürsüzlük içinde bayraktar kılacak satırlar şunlar: Külahıma anlat ama daha önce de Henry Miller, insanl a kar bir hakaret olarak niteledi i kitab nda, içten içe mekanikle en, sanayi toplumunda i tahs z, uykusuz, cans z bir figür haline dönü türülen insan kavram n n kar s nda durmaktad r geçtim bende bu yollardan-uzun yıllar önceydi, melankolik gençliğimi atlattım artık. Ne arkamdaki s.k.mde artık ne de önümdeki. Sağlıklıyım. İflah olmaz derecede sağlıklıyım. Ne geçmiş var ne gelecek. Şimdiyi yaşamak yetiyor bana. Günden güne. Bugün! Eşsiz bugün! (s. 54) Sanırım Reich ın kastettiği tam olarak bu değildi. Siz ne dersiniz? Biz ne dersek diyelim, Yengeç Dönencesi her okuyana göre değişen ve her okuyuşta farklı anlamlar çıkarılabilecek zenginlikte bir kitap. Dili kimi zaman kaba ve pornografik, kimi zaman akıcı ve şiirsel. Avi Pardo nun eşsiz çevirisiyle, Siren Yayınlarından kitaplığınıza sunuluyor. Saygıdeğer okuyucu, her kitap yalnız okunur ancak bazı kitaplar daha yalnız okunur! Yengeç Dönencesi, bu ikinci gruba giriyor! (Yengeç Dönencesi, Henry Miller, Siren Yayınları, çev. Avi Pardo, 286 s.)

16 8 HAZ RAN 2012 CUMA Aydınlık KİTAP ARA KABLO DR. FAT H YA LI'NIN AKP VE YEN REJ M ANAL Z Gericiliğe karşı büyük koalisyon çağrısı Cumhuriyetçilerle Kürt hareketinin asgari mü tereklerde bulu abilece ine, bir ittifak kurabilece ine inan yorum. Bu ise esas olarak Türkiye de solun ve s n f hareketinin yükseli ine ba l, böylesi bir yükseli, iki unsur aras ndaki farkl l klardan ziyade benzerliklerin görülmesini kolayla t r p bir müttefiklik ili kisini tesis edebilir. ORHAN SADIK Genç kuşak ilerici akademisyenler arasında son dönemde Türkçü faşizm, muhafazakâr-liberal ittifakı ve AKP üzerine sistematik çalışmalarıyla dikkatleri üzerinde toplayan Dr. Fatih Yaşlı, bir iç savaş ortamına giren ve çözülme belirtileri artık herkes tarafından görülen Türkiye nin, karanlıktan çıkış için yine de bazı olanaklara sahip olduğunu savunuyor. Kısa bir süre önce yayımlanan AKP ve Yeni Rejim başlıklı kitabında toplu bir durum ve tünelden çıkış yolları analizi sunan İzzet Baysal Üniversitesi öğretim üyelerinden Dr. Yaşlı, sorularımızı yanıtladı. AKP ve Yeni Rejim başlıklı yeni çalışmanızda, temel olarak, Birinci Cumhuriyet de dediğimiz 1923 paradigmasının tasfiyesini, zor kullanılarak yeni ve tarihimizin en gerici rejiminin yerleştirilmesini işliyorsunuz. Bir iç savaştan mı geçiyoruz? Eğer öyleyse, bu iç savaşta sınıflar nasıl konuşlanıyor? İç savaşı, Yalçın Küçük tarafından formüle edilmiş şekliyle, düzenden düzene geçiş anlamında, paradigmalar ve değerler üzerine verilen ve elitler arasında yaşanan bir mücadele anlamında kullanıyorum. Sözünü ettiğim savaşta, sınıfların doğrudan birbirleriyle mücadele içerisine girdiklerini söylemek zor. Yani sınıflar Birinci ve İkinci Cumhuriyet in savunulması bağlamında saflaşmış ve karşı cephelerde konumlanmış değiller. Ancak görmek gerekiyor ki, Birinci Cumhuriyet in yıkılışı açık bir şekilde Türkiye egemen sınıfının bir projesi ve AKP bu proje için seçilmiş doğru aktör. AKP, cemaati de yanına alarak egemen sınıfın projesini, emekçi sınıflara da benimsetebiliyor. Buna zaten siyaset biliminde hegemonya diyoruz. Tam da bu nedenle, Birinci Cumhuriyet in yıkılışı ve yeni rejim inşa sürecinde kamplaşma sınıflardan ziyade, eski rejimin değerlerine bağlı olan ve 1923 paradigmasına sadık kalan devlet içi ve dışı aktörlerle, yeni rejimi inşa eden aktörler arasında yaşandı. Bu ise mücadelenin, laiklerle şeriatçılar, ilericilerle gericiler, vesayetçilerle darbeciler, elitlerle halk arasında yaşandığına dair algılara sebep oldu, zaten istenen de mücadelenin bu şekilde algılanmasıydı. Bu süreçte Türkiye solu, güçsüzlüğü nedeniyle aktif bir özne olarak yer alamadığı ve yaşananlara müdahil olamadığı için, mesele, özü itibariyle sınıfsal olsa da, kitlelerde böyle bir algı oluşmadı. Dr. Fatih Ya l 10 YILLIK B R SÜREÇ DE L Kitabınıza göre, "Kemalist Cumhuriyet"teki iç direnç mekanizmalarının bu kadar sorunsuz etkisizleştirilmesinde sadece solsuzluk değil, başka faktörler de rol oynadı. Fakat siz ısrarla bir "devamlılığın" altını çiziyorsunuz. Nedir bu? İkinci Cumhuriyet i hiçbir zaman Birinci nin bir anti-tezi olarak görmedim; bilakis, yeni rejimin, eskisinin en gerici yanları üzerinde yükseldiğini sürekli olarak vurgulamaya çalıştım. Dolayısıyla, Cumhuriyetin yıkılışını 10 yıllık bir zaman diliminde değil de daha uzun bir vadeye yerleştirerek okumak gerektiği kanaatindeydim. Buradaki çıkış noktasını da elbette ki sol düşmanlığı olarak koymak gerekiyor. İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra liberalleşmeye eşlik eden İslamizasyon politikaları devreye sokuldu: Kuran kursları, İmam-Hatip ler, IMF ve Dünya Bankası üyeliği, NATO ya başvuru... Hepsi iç içe geçmiş süreçler. Solun yükselişe geçtiği 1960 lardan itibaren ise İslamizasyon ivme kazandı, Aydınlar Ocağı devletin düşünce üretim merkezi haline geldi ve 12 Eylül darbesinin ideolojisi olan Türk-İslam sentezini hazırladı. Çok partili hayata tekrar dönüldüğünde Özal ın taşıyıcılığını üstlendiği 12 Eylül projesi 90 ların krizli ortamında etkisiz hale geldiyse de, darbe, aradığı partiyi AKP şahsında buldu. Dolayısıyla son 10 yıl rejimin yıkılışının kristalize olduğu yıllar olma niteliği taşısa da, yıkılışın kökenlerini çok daha eskiye giderek aramak zorundayız. Türk ve Kürt muhalefetinin benzerlikleri ve ayrılıkları, Cumhuriyetin zorla tasfiyesinde, sizce nasıl bir role sahip? Yeni rejimin inşa süreci, aynı zamanda, bu inşa sürecine muhalefet eden ya da etme potansiyeli olan unsurların tasfiye edilme süreciydi ve bu unsurlar arasında esas olarak iki güç göze çarpıyordu: Ulusalcılar/Cumhuriyetçiler ya da aynı anlama gelmek üzere Avrasyacılar ile Kürt hareketi. Ergenekon, Avrasyacılara ve KCK operasyonları Kürt hareketine yönelik tasfiye hareketinin bir parçasıydı. Bu iki unsur, bu süreçte hiçbir şekilde yan yana gelmemeyi ve karşı tarafın başına gelenleri görmezlikten gelmeyi tercih etti. Oysa iktidar her iki kesimi de ortak düşman kategorisine dahil etmiş ve bir savaş başlatmıştı. Aynı zamanda her iki hareket de, Türkiye solunun birer çocuğu olma niteliğindeydiler, söylemlerini ve siyasetlerini büyük ölçüde soldan devşirmişlerdi. Süreç boyunca birbirlerine olan uzaklıkları, hem etkisizleştirilmelerinin önünü açtı hem de yeni rejim inşasını kolaylaştırdı. Tüm bunlara rağmen ben cumhuriyetçilerle Kürt hareketinin asgari müştereklerde buluşabileceğine, bir ittifak kurabileceğine inanıyorum. Bu ise esas olarak Türkiye de solun ve sınıf hareketinin yükselişine bağlı, böylesi bir yükseliş, iki unsur arasındaki farklılıklardan ziyade benzerliklerin görülmesini kolaylaştırıp bir müttefiklik ilişkisini tesis edebilir. SOLSUZLA TIRMA VE SLAM ZASYON Temel teziniz, Türkiye de rejimden rejime geçiş anlamında bir iç savaş yaşandığı şeklinde özetlenebilir. Bu iç savaşın sürekliliğini nasıl açıklayabiliriz? Eninde sonunda Osmanlı-Türkiye modernleşme süreci de Aydınlanma'nın bir çocuğudur. Jön Türkler den Kemalizm e uzanan geleneğin mensupları, ne kadar sağlıklı olduğu tartışılsa da, moderniteyle ve Aydınlanmayla yoğrulmuş bir zihniyetin taşıyıcılarıydılar; bu anlamda Aydınlanma, laiklik, kamuculuk gibi değerleri kısmen de olsa içselleştirmelerinde şaşırtıcı bir yan bulunmuyor. Ülkenin kurtuluşunun sahiden dinsellikten arındırılmış ve seküleştirilmiş bir toplumdan geçtiğini düşünüyorlardı. Ancak, her modernleşme süreci aynı zamanda bir kapitalistleşme süreci olma niteliğini de taşıyor. Türkiye gibi geç kapitalistleşmiş bir ülkede burjuvalaşan/kapitalistleşen kesimlerin İttihatçılar- Kemalistler arasından çıkması, onlarla ilişki içerisinde olmaları gayet doğal. Tam da bu nedenle İttihatçı-Kemalist gelenek bir yandan Aydınlanma'nın değerlerinden bir kısmını benimserken, öte yandan sınıfsal konumu nedeniyle sola karşı bir tutum almak, ülkeyi solsuzlaştırmak zorunda kaldı. Bunun ise gelinen noktada, kendi sonunu hazırlamak anlamına geldiğini biliyoruz. Solsuzlaştırılmış ve İslamizasyon sürecine tabi kılınmış bir ülkede, rejimin Aydınlanma geleneğini devam ettirebilmesi mümkün değildi. Sahiden de böyle oldu ve 12 Eylül den itibaren, solun siyaset sahnesinden çekilmesiyle birlikte Cumhuriyet'in kendi değerlerine ihanet etme süreci hız kazandı. AKP iktidara gelip rejimin tabutunu hazırlamaya başladığında buna direnecek toplumsal hiçbir odak neredeyse kalmamıştı. S STEM N EKSEN KAYMASI NA YANITI Birinci Cumhuriyet e içkin değerler, sizce neden İkinci Cumhuriyet le uyuşamıyor? Burada nasıl bir kısa devre var ki, resmen iç savaşı tetikliyor? İkinci Cumhuriyet küresel sisteme dair bir proje her şeyden önce ve Türkiye nin sistem içerisindeki yeriyle doğrudan ilgili. 2000 lerin başında Birinci Cumhuriyet in değerlerine sahip çıkan devlet içi unsurlar devlet dışı unsurlarla da işbirliği yaparak Türkiye nin eksenini kaydırabileceklerini düşündüler: Türkiye nin ABD müttefikliğini sona erdirmek, Gümrük Birliği nden çıkmak, IMF politikalarına son vermek, Çin, İran ve Rusya dan müteşekkil Avrasyacı güçlerle yeni uluslararası ittifaklar kurmak vs. Oysa Türkiye egemen sınıfı ve sistem böylesi bir kopuşa izin verebilecek bir durumda değildi. Bilakis, uzunca bir süredir Türkiye, Soğuk Savaş sonrası dönemde nasıl bir pozisyon almalı, sistem içerisindeki varlığını nasıl yeniden değerli kılabilir sorusu egemenlerin gündemindeydi. 11 Eylül saldırıları ve sonrasında ABD nin radikal İslam a karşı başlattığı savaş bulunmaz bir fırsat oldu. İslam la demokrasinin (yani kapitalizmin) uyuşabilir olduğu tezine örnek ülke olarak Türkiye ve AKP iktidarı bulundu. Eğer Birinci Cumhuriyet küresel sistem açısından bir ayak bağı haline gelmese ve rejimin kimi unsurları bir eksen kaymasını gündeme getirmeseler, rejim, bir süre daha varlığını devam ettirebilirdi. Renkli devrimlerden Afganistan ve Irak işgallerine, Arap Baharı ndan Suriye ye, yeni rejimin izlediği dış politikaya bakarak, yaşanan sürecin küresel sistemle olan bağlantısını, İkinci Cumhuriyet in uluslararası bir proje olduğunu görebiliriz. (AKP ve Yeni Rejim, Fatih Yaşlı, Tan Kitabevi Yay., 362 s.)

BİR KİTAP BİR FİLM Aydınlık KİTAP 8 HAZ RAN 2012 CUMA 17 RFAN YALÇIN IN GENELEVDE YAS I VE S NAN ÇET N N 14 NUMARA SI Çürümüş halde yaşarken ve ölürken 1985 te Sinan Çetin, rfan Yalç n n, genelev gerçe ine çarp c ayr nt larla yakla an roman Genelevde Yas 14 Numara ad yla sinemaya aktar r ve filmografisinin en ba ar l çal mas n ortaya koyar TUNCA ARSLAN Üç dört gün sonra bi da gitti 14 numaraya Arap. Kapıdan girer girmez, garsonu polisin elinden almaya çalışan kadını tanıdı. Çıkalım dedi başıyla. Üç numaralı oda dedi kadın. Arap çıktı. Kirli bir odaydı. Tek karyola vardı topu topu. Sandalye bile yoktu. Duvarlar bomboştu. Sıkı sıkı kapatılmıştı perdeleri. Küçücük odanın kararmış duvarlarından pislik sızıyor gibiydi. Yıllardır boyanmamıştı belli ki. Bi kaç dakika sonra geldi kadın. Gülümseyerek: Para önce, dedi Çalıştığı genelevin en güzel sermayesi olan Yaprak ın, elinden parasını alan, haince döven, hasta ruhlu Arap la tanışmasını böyle anlatır İrfan Yalçın, unutulmaz romanı Genelevde Yas ın giriş bölümünde. Müşterileri arasındaki temiz yüzlü bir genci sevmeye başlayan, evlenip bu bataklıktan kurtulmayı hayal eden talihsiz kadını kafesten uçurmamak için her kötülüğü yapmaya hazır olan Arap, genç sevdalıların önünü kesmekte gecikmeyecektir. 1985 te Sinan Çetin, genelev gerçeğine son derece çarpıcı ayrıntılarla yaklaşan bu İrfan Yalçın yapıtını 14 Numara adıyla sinemaya aktarır ve filmografisinin en başarılı çalışmasını ortaya koyar. Yaprak rolünde Serpil Çakmaklı nın, Arap rolünde Hakan Balamir in tüm kariyerlerinin en başarılı oyunculuklarını sergilemesi sonucunda, 14 Numara aradan geçen yaklaşık 30 yıla rağmen eskimeyen bir film olarak yerini almıştır sinema tarihimizde. 22. Antalya Film Festivali nde en iyi ikinci film seçilip (birinciliği Atıf Yılmaz ın Dul Bir Kadın ı almıştı), Sinan Çetin e en iyi yönetmen ödülü getiren 14 Numara, Balamir e en iyi erkek oyuncu, Keriman Ulusoy a da en iyi yardımcı erkek oyuncu ödülü kazandırmıştı. Romanın da filmin de genelevi idealize etme tuzağına düşmediği, örneğin iyi fahişe tiplemeleri oluşturma konusunda zorlamaya ve abartıya kaçılmayan, ortamın karakterlere de yansıyan çürümüşlüğünün etkileyici biçimde resmedildiği bir filmdir 14 Numara. Yaşlı, hastalıklı, Arap ın önceki kadını Zargana karakteri de unutulacak gibi değildir gerçekten. O iğrenç dünyanın simgesi olarak karşımıza çıkan bu bitmiş kadın, yazar ve yönetmen tarafından sarsıcı bir bulantı duygusu eşliğinde sunulurlar okura ve seyirciye. Yaşamı da ölümü de rezilcedir İrfan Yalçın ın ilk kez 1978 de yayımlanan romanı ve bugün hepsinden iğrendiğini söylese de Bir Günün Hikayesi, Çirkinler de Sever, Çiçek Abbas gibi nitelikli yapımlarla sinemaya hızlı ve başarılı bir giriş yapan Sinan Çetin in kafayı henüz bozmadan önce çektiği son iyi film olan 14 Numara, edebiyatın sinemayla buluşmasının parlak örneklerinden biridir neresinden bakılsa. Tarih öncesinden Helenistik çağa Eski Yunan NURİYE BİLİCİ Yunanistan olarak adlandırılan bölgenin sakinlerini tanımlamak için kullandığımız Yunan sözcüğünün tarihin hangi döneminden itibaren kullanıldığı net değildir. Biliyoruz ki kimlik kavramı yalnızca toplumsal ve maddi koşulları değil, aynı zamanda etnik, kültürel ve dille ilgili gelenekleri de kapsar. Bu nedenle Yunanlıların Yunanlı haline geldikleri süreç basitçe kategorileştirilemez. Şimdiye kadar elde edilen veriler Yunanca konuşan ilk halkın MÖ ikinci bin yılın ikinci yarısının Miken leri olduğunu gösteriyor. Yine de o dönemde bölgede Yunanlılar olarak adlandırılabilecek bir halk topluluğu olduğunu söyleyemeyiz. Yunan dilinin ve kimliğinin diğer bileşenlerinin kökenlerine inmek istediğimizde ise türlü yorumlarla karşılaşmaktayız. Yunan ve Roma tarihleri uzmanı Amerikalı tarihçi Thomas R. Martin in yazdığı ve Say Yayınları tarafından dilimize kazandırılan Tarihöncesinden Helenistik Çağa Eski Yunan isimli çalışma, kimlere Yunan diyebileceğimiz hakkındaki tartışmayla başlıyor ve tüm Batı uygarlığının temeli sayılan bu muazzam genişlikteki tarihi Helenistik döneme kadar anlatıyor. Peki, Helenistik dönemden ne anlamalıyız? Genel kabul Büyük İskender in MÖ 323 yılındaki erken ölümünden sonra başladığı ve İskender in fetihleri sonucu tüm Doğu Akdeniz e hâkim olan Yunan ordularının başındaki generallerin, onun ölümünden sonra kendilerini birer imparator ilan etmeleriyle geliştiği şeklindedir. Bu krallar Yunanlıları köklü yerel toplulukların merkezine koyarak ve aynı zamanda Yunan tarzı yeni kentler kurarak yerel geleneklerle kaynaştırmış, kozmopolit bir yaşam biçimi oluşturmuşlardır. Yaklaşık üç yüzyıl süren bu dönem MÖ 30 yılında Mısır kraliçesi VII. Kleopatra nın ölümüyle son bulur. Tekrar Eski Yunan a dönecek olursak, İskender e gelene kadar geçen dönem şehir devletlerinin oluşturulması, bu devletler arasında yaşanan savaşlar, yeterli tarım alanlarının bulunmaması nedeniyle büyük ölçüde denizlerde gerçekleştirilen ticaret, tanrılara adanmış büyük tapınaklar, hukuk, felsefe, sanat ve edebiyatın gelişmesi dönemidir. Eski Yunan ın anavatanı Ege Denizi ni ve bu denizde yer alan irili ufaklı adaları, günümüz Yunanistanı nın yer aldığı Balkan topraklarını, yine günümüz Türkiye sinin batı kıyılarını, ayrıca Kuzey Afrika kıyılarını kapsar. Ayrıca güney Fransa da, güney İtalya da, Sicilya da ve Karadeniz de de yaşamışlardır. Taş çağından itibaren hayvanları evcilleştirmeye başladıklarını, MÖ yedinci yüzyıldan itibaren ekip biçmeyi öğrendiklerini biliyoruz. Zeytin ve zeytinyağı ürettiklerini, sulu şarabı sevdiklerini de biliyoruz. Kıyı şeridinin girintili çıkıntılı olması balıkçılara ve açık deniz tacirlerine kolay ulaşım olanağı ve karlı ticari anlaşmalar yapma olanağı sağlamıştır. Yine de deniz tehlikelidir. Sekizinci yüzyılın ozanı Hesiodos denizin, zavallı ölümlülerin gelir kapısı, ama dalgaların arasında ölmenin korkunç bir kader olduğunu yazmıştır. Akdeniz iklimi olarak tanımlanan iklim koşullarının en iyisi olduğuna inanmışlardır. Bu konuda Aristoteles, Yunan sıcak ve soğuk iklimlerin arasında orta yeri işgal eder ve buna bağlı olarak hem enerjiye, hem de zekâya sahiptirler. Bu nedenle Yunanlılar özgürlüklerini korurlar ve en iyi siyasi kurumlara sahiptirler. Aslında kendi aralarında siyasi birlik oluşturabilselerdi, dünyanın geri kalanını denetim altına alabilirlerdi diye yazmaktadır. Aristoteles in dediği gibi, Eski Yunan toplulukları hiçbir zaman siyasi olarak birleşmedikleri için, tarihleri boyunca kesinlikle modern anlamda bir ulus oluşturamadılar. Öte yandan, aynı dilin lehçelerini konuştukları, dini törenlerdeki farklılıklara rağmen gelenekleri benzer olduğu, aynı tanrılara taptıkları, Atina daki tanrıça Demeter e adanmış gizemli törenlere ya da olimpiyatlara katıldıkları için bir kültürel kimliği paylaştıklarını düşündüler. Eski Yunan, sınırları kesin biçimde belirlenmiş toprağa dayalı bir yer ya da ulusal bir oluşumdan daha çok, paylaşılan düşünceler ve pratikler kümesiydi. Bu anlamda Yunan kültürel kimliğinin nasıl ortaya çıktığı ve bunun yüzyıllarca nasıl korunduğu gerçekten de cevaplaması zor sorulardır. Dağlık bir bölge olmasının siyasi parçalanmışlığa katkıda bulunduğu ise apaçık ortadadır. Martin in övgüye değer çalışmaları sonucu ortaya çıkmış olan Eski Yunan, içerdiği bilgiler açısından dikkati çekmiyor sadece, aynı zamanda bu bilgileri aktarış biçimi de ilgiyi hak ediyor. Tarih, çeşitli dönemlere ayrılarak anlatılırken, her bölümün sonunda yer alan kaynakçalar, bölümle ilgili tarih dizinleri, bölümde anlatılan dönemi yansıtan çok güzel ve doğru fotoğraf kullanımı, haritalar ve daha fazla bilgi edinmek isteyenler için verilen okuma listeleriyle de kendini gösteriyor. Bu kadar malzemeyi doğru biçimde değerlendiren editöryal çabayı ve iyi çeviriyi de atlamamak gerekiyor. (Eski Yunan, Thomas R. Martin, Say Yay., çev: Ümit Hüsrev Yolsal, 408 s.)

18 8 HAZ RAN 2012 CUMA Aydınlık KİTAP YENİ ÇIKANLAR Mürver Ağacı Kan Kırmızı Biyokapital Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an Oscar Wilde, Can Yay., Çev: Suat Ertüzün, 327 s. Masallar, hayalet öyküleri, dedektiflik hikâyeleri ve töre komedileri... Bu kitapta toplanan ve Oscar Wilde'a bir yazar olarak isim kazandıran öykülerde, birçok edebî üslup bir araya getirilerek benzersiz bir ustalıkla örülüyor. "Lord Arthur Savile'in Suçu" ve "Canterville Hayaleti", Victoria dönemi ahlak anlayışını gülünç bir şekilde tersyüz ederken, "Örnek Milyoner"de toplumun maddeciliği keskin bir mizah anlayışıyla eleştiriliyor, "Mutlu Prens" ile "Bülbül ve Gül"de kendini hiçe sayan aşkın büyülü sahneleriyle yoğun bir melankoli göze çarpıyor. Her biri küçük birer başyapıt olan bu öyküler Wilde'ın parlak ufkunu yansıtırken zekâ ve duyguyu zarifçe harmanlıyor, karmaşık ahlaki sorunları irdeliyor. Her öykü, yazarın zengin ve renkli anlatımıyla neredeyse görsel bir canlılıkla yaptığı şiirsel betimlemeler, Wilde'ın edebiyat dünyasındaki vazgeçilmezliğini ve ölümsüzlüğünü kanıtlıyor. Ezgi Aksoy, Destek Yay. 368 s. "Amerika, esrarengiz bir kıta. Keşfinden beri açıklığa kavuşamamış pek çok kadim sırrı var. Batı'nın asil uygarlığı, savaşlar, yağmalar, yangınlar, salgınlar atlattıktan sonra, bir karanlık çağdan çıkıp Rönesans'a girmek üzere iken keşfetti Amerika kıtasını. Yorgun düşmüş ve kendini tüketmekte olan geçkin bir delikanlıydı. Ancak gelinini bulmuş ve yeniden yaşama sevinciyle dolmuştu. Çok uzun yıllardan sonra ilk defa bu kadar güzelini görüyordu delikanlı ve ilk önce altına ve gümüşe, engin petrol yataklarına saldırdı. İlk heves dalgası yıkıcı olmuştu! Deyim yerindeyse, Amerika'nın kızlığı, Kolomb'dan sonra gelen yağmacılar tarafından bozulmuştu. İkinci dalga, delikanlının kıskançlık çağına denk geldi. Maçoydu delikanlı, gelinini sahipleniyordu ve derken gelin hamile kaldı; her yer binalarla, demiryollarıyla, bankalarla doldu. Üçüncü dalga ise, yepyeni bir ekonomik çağ yaratacaktı. Kaushik Sunder Rajan, Metis Yay., Çev: Ay e Deniz Temiz, 376 s. Hem bilimsel araştırmalar hem de siyasal iktisat alanına katkı yapan en önemli çalışmalardan biri Biyokapital. Kaushik Sunder Rajan bu çalışma bağlamında, 1999'dan 2004'e uzanan beş yıllık bir zaman dilimi boyunca, ABD ve Hindistan'daki biyoteknoloji laboratuarlarında ve yeni kurulan şirketlerde saha araştırmaları yapıyor. Daha sonra biliminsanları, girişimciler, risk sermayedarları ve ülke politikalarını belirleyen kişileri de dahil ettiği araştırmasını, iki ülkedeki ilaç geliştirme süreçlerini karşılaştırarak sürdürüyor ve farklı uygulamalar ile araştırma-geliştirmenin hedeflerini, finansal mekanizmaları, ilgili hükümet düzenlemelerini ve umut vaat eden bu yeni teknolojilerin reklam ve pazarlama stratejilerini inceliyor. Arif Tekin, Berfin Yay., 355 s. İlk insandan beri varolagelen inançlar, tek tanrılı dinlerle birlikte çerçevelendirilmiş ve bu çerçeve kitap haline dönüştürülmüştür. Bilinmeyenin korkularını, dinin kurallarıyla insanlara dayatan sömürü sisteminden yana olanlar, bu korkuyu kendilerinin mutlu yaşamı için, çoğunluğun öbür dünya düşlerine çevirmiştir. Bilim geliştikçe dinler de kendini çağa paralel duruma taşımak zorundadır. Çünkü dogmatik yapı, gelişen bilime karşı duramadığından, ya ilk dönemlerdeki gibi kanlı din savaşlarına taşınacak ya da dinin çağa yanıt vermesi aramalarına girişecektir. Elbette bu eylemi gerçekleştirecek olan din değil, bu konuda özgür düşünen din adamlarıdır. Ne kadar baskı altına alınsalar ya da öldürülseler de, bu durumu saptayan din adamları araştırmalarını sürdürmüş, sorulmaya başlanan ve sorulacak olan sorulara yanıt aramışlardır. Yarın Biri Ölecek Marx'ın Kapital'inin Oluşumu Sıradan Olanın Başkalaşımı Öp ve Anlat Peter James, Artemis Yay., Çev: Duygu Dölek, 512 s. Son iki yılın olay adamı... İngiltere'nin en sert dedektifi Başkomiser Roy Grace. Suçlu zihinlerin hastalıklı zihinlerini okuyan adam. Artık bizimle. Sussex sahilinde, denizin dibinde, bazı organları eksik, genç bir erkek cesedi bulundu. Çok geçmeden iki genç ceset daha ortaya çıkacaktı. Brighton'da yaşayan on beş yaşındaki Caitlin Beckett, acilen karaciğer nakli olmazsa ölecekti. Sağlık sistemi onu yüzüstü bırakınca, Caitlin'in paniğe kapılan annesi, internette, yasadışı yollarla organ bulabileceğini söyleyen bir aracıya rastladı. Ancak her şeyin bir bedeli vardı... Roy Grace, dokuz yıl önce, karısı Sandy ortadan kaybolduğundan beri ilk kez hayata pozitif bakıyordu. Artık güzel bir kız arkadaşı vardı ve işinde terfi etmişti. Ancak son zamanlarda birbiri ardına işlenen cinayetler uykularını kaçırıyordu. Cesetlerdeki ipuçlarını izleyen Grace, kendini Doğu Avrupa kaynaklı bir çocuk taciri çetesinin peşinde bulacaktı. Roman Rosdolski, Otonom Yay nc l k, Çev: Cumhur Atay, Münevver Çelik, 608 s. Bazı kitapları okurken yanından geçersiniz, bazılarının da içinden geçersiniz. İçinden geçtiğiniz kitaplar, sizin yolculuğunuzdur, sözcükleri, cümleleri, kavramları yanınızdan akıp gitmez, onlarla hemhal olursunuz, durdurursunuz, sorular sorarsınız, konuşarak dost olursunuz. İşte Roman Rosdolski'nin Marx'ın Kapital'inin Oluşumu kitabı dost bir kitaptır. Hem iki paylaşım savaşını, hem Ekim Devrimi'ni, hem devrimin kurşuna dizildiği dönemi, hem faşizmin Nazi toplama kamplarını, hem de yirminci yüzyılın ilk yarısındaki Marksist tartışmaları/polemikleri birebir yaşayan Rosdolski, kendi çıktığı Marx yolculuğuna sizi de götürür. Aynı anda iki yolculuğa çıkarsınız, hem Rosdolski'ye hem Marx'a. Peki Rosdolski'yi Marx'ı yeniden okumaya ve yorumlamaya iten şey nedir? Arthur C. Danto, Ayr nt Yay nlar, Çev: Esin Berkta, Özge Ejder, 240 s. Amerikalı sanat kuramcısı, eleştirmeni ve filozof Arthur C. Danto'nun 1983 yılında yayımlanan kitabı Sıradan Olanın Başkalaşımı, çağdaş sanat yapıtları ve kuramlarının sorunsallaştırdığı sanat tanımı etrafındaki güçlükleri, özgün bir kavramsallaştırmaya tabi tutarak ele alıyor. Danto, sanat felsefesinin yer yer nesnesini bir kenara bırakıp kendi içine kapanan tavrına alternatif olarak kuramını, gerek sanat gerek felsefe tarihinden örnekler yoluyla açıyor. Çağdaş sanat açısından yeni bir kuramın aciliyetine vurgu yapan kitap, çağdaş sanat yapıtlarını da içine alacak yeni bir sanat tanımının düşünülebilir olmasını sağlayacak bu yeni kuramda kurucu rolü sanat ile felsefe arasında bölüştürürken, sorgulamaya sanat kurumlarının dahil edilmesi gerekliliğine de değiniyor. Alain de Botton, Sel Yay., Çev: Çi dem Akp nar, 256 s. Çoğunlukla zengin ya da ünlü kişilerin hayatları biyografi olarak yayımlanır. Biyografi yazarının, kaleme aldığı kişiyi tanıması gerekmez, hatta bu kişi büyük olasılıkla uzun zaman önce yaşama veda etmiştir. Klasik biyografi kalıplarına cesurca karşı çıkan bu kitapta Botton, "mahrem" bir ilişkiye girdiği, "sıradan" bir kadın olarak nitelendirilebilecek, hala "yaşama veda etmemiş" sevgilisini zekice kurgulanmış özgün bir anlatımla okura sunuyor. Botton'un baştan çıkarıcı anlatımı kendimize daha az yabancılaşmamızı sağlıyor. - Julian Loose, Sunday Times- Ustalıkla, hatta bilgece kaleme alınmış bu romanı okurken yüzünüzden gülümseme hiç eksik olmayacak. - The New Yorker- Biyografide nesnellik arayışına zekice bir karşı koyuş. - James Atlas, Vogue-

YENİ ÇIKANLAR Aydınlık KİTAP 8 HAZ RAN 2012 CUMA 19 Kaos Kelam Hijyen Şiddet Felsefi ve Siyasi Yazılar İnci Sözlük- İnsanlığa Lanet Estetik Edebiyat Murat Baç, Yeni nsan Yay nlar, 170 s. Kaos Kelam Hijyen Şiddet bir felsefe kitabı, ama bildiğimiz Türkçe felsefe kitaplarına benzemiyor, çünkü yazar benliğini ve deneyimini kuramından soyutlamıyor, Türkiyeli bir akademisyen olduğunu unutmuşçasına ellerini kirletiyor. Murat Baç felsefe öğrenciliğinin önemli bir kısmını kapsayan Kanada deneyiminin onu götürdüğü ontoloji kuramını anlatıyor. Kitabın başlığı kendinden açıklamalı; kuram, kaosa tahammül edemeyen Kuzey Amerikalı'nın kelam yoluyla ne kadar hijyenik bir varoluş yarattığını, kaostan bütünüyle arındırılmaya çalışılan bu varoluşun ne denli şiddet içerdiğini sadece anlatmakla kalmıyor, okuyucuya bu kuramı adım adım bulduruyor. Baç, haliyle, okuyucuyu dirseklerine kadar metoda batırıyor; onu hiç farkettirmeden bir felsefe öğrencisi yapıyor; tanıklık nasıl kurama dönüştürülür onu gösteriyor. Louis Althusser, thaki Yay nlar, Çev: Ya mur Ceylan Uslu, 288 s. Söz bir kez daha Althusser'in. Yazılar ın bu altıncı ve son cildi, Althusser düşüncesinin klasik temalarından oluşan metinleri bir araya getiriyor. Felsefe, bilim, din ve ideoloji nasıl tanımlanmalıdır ve aralarındaki ilişkilerin doğası nedir? Tarih nedir? Öznesiz bir süreç olarak tarih nedir? Marx'ın gençlik yapıtlarıyla Kapital arasında gerçekleştirdiği "epistemolojik kopuş" ne anlama gelir? Ve felsefe nedir? Söz bir kez daha Althusser'in: Marksizmi emek felsefesi olarak gören bütün idealist yorumlar, bütün emek ideolojileri incelendiğinde, bunların 1844 Elyazmaları nın konularını yinelediği ya da bir "praksis" Fenomenolojisi kurmaya çalıştıkları a posteriori olarak kolayca fark edilir. Ama burada söz konusu olanın, başka bir alana, bilimin alanına yerleşmiş tarihsel materyalizm değil, felsefi ideoloji olduğu söylenerek itiraz edilecektir. Serkan nci, Umut Kullar, Alt k rkbe Yay nlar, 96 s. İnci Sözlük, on binlerce yazarı ve yüz binlerce okuruyla kısa sürede bir sosyal medya fenomenine dönüştü. Ama sadece orada kalmadı. Yaptığı ziyaretlerle insanı aptallaştıran televizyon programlarının ve gazetelerin camını çerçevesini indirdi. Hem de taş sopa kullanmadan yaptı bunu. İnsanı sosyalleştireceği halde asosyalleştiren Facebook'un ve hayatımız hakkında yalanlar uydurmaya yarayan Twitter'ın fiyakasını bozdu. Google'da en çok aranan sözcüğün porno olduğu bir ülkede, "am var dediler geldik," itirafını ve itirazını yapmak ve ilgili capsleri vermek de ona düştü. Bozbaykuşlarla taraftarı olmayanların taraftarı, Ahmet Abi'yle seçme ve seçilme hakkı kâğıt üstünde kalanların seçmeni oldu. İnsanların her anlamda mallaştırıldığı bir tarih diliminde ve toplumda, agresif bir üslupla, neşeli ve yaratıcı bir savunma kültürü geliştirdi. Özet: Bu kitabı okuyan liseli değildir. -Emrah Serbes- Onur Bilge Kula, Bankas Kültür Yay nlar, 424 s. İnsanın insancıllaşmasına ve dünyanın yaşanırlaşmasına en belirleyici katkıyı yapan estetiktir, dolayısıyla da edebiyattır. Güzelliği öne çıkaran estetik ve edebiyat, insanın gizil güç olarak içinde taşıdığı yıkım eğilimini denetlemesi ve etkisizleştirmesinin de güvencesidir. Immanuel Kant ve onu izleyen ve geliştiren Friedrich Schiller, estetik ve edebiyat kuramının kalıcı temellerini atmışlardır. Hegel estetik felsefesini söz konusu sağlam temeller üzerine kurmuştur. Martin Heidegger, anılan filozofların estetik kuramlarını daha belirgin bir şekilde idealist felsefe geleneği doğrultusunda özgüleştirmeye çalışmıştır. Kant, Schiller, Heidegger -Estetik ve Edebiyat, genel anlamıyla Türkiye'de estetik ve edebiyatın kuram birikimine, öncelikle de terminoloji alanındaki boşluğun doldurulmasına katkı yapmak amacıyla hazırlanmıştır. Afaki Haller Bizim Hazin Evrenimiz Amerika'nın En İyi Saklanan Sırrı Unutmayacağız, Barışmayacağız, Affetmeyeceğiz Münir Göle, Yap Kredi Yay nlar, 268 s. Münir Göle, ilk insandan bugüne değişmeyen özün peşinde... Göle, düşle gerçek arasında salınıp duran arzu nesnesi Sarışın Kadın imgesiyle, ilk kadınlardan, ilk erkeklerden bugüne genetik vasiyetlere ulaşıyor. Afaki Haller'de ilk çağlardan başlayan "kişisel" tarihimizi okuyoruz aslında, bazen mahcup, bazen hayranlıkla... Yazarla tarihten bugüne yol alırken mitlerle, mimariyle, müzikle, edebiyatla, aşkla, hastalıkla, sağlıkla, solaklıkla, salaklıkla, akıllılıkla, türlü insanlık halleriyle gitgide şiddetlenen bir sağanağa yakalanıyoruz. Yolcuğumuz, kimi tarihi kişilerin bilinmeyen hikâyeleriyle, tarihin uzanamadığı kuytularda sürüyor. Kendimizi kâh Darwin'le birlikte dev dalgalarla boğuşurken, kâh kayda geçmiş en dağınık bilim adamı Hooke'la birlikte deney yaparken buluyoruz. Scarlett Thomas, April Yay., Çev: Cihat Ta ç o lu, 440 s. Bir öykü hayatınızı kurtarabilir mi? Meg Carpenter beşparasız. Romanını bir türlü tamamlayamıyor. Cep telefonunu idareli kullanmak zorunda. Erkek arkadaşının sorunlarıysa bitmiyor. Tam da bu anda ölümsüzlüğü vaat eden bir kitabın hayalet yazarlığı teklif ediliyor. Gözü kapalı kabul ediyor. Ama kim sonsuza dek yaşamak ister ki! Kozmoloji fizik tarot yeni nesil akımlar Nietzche ve Baudrillard'dan yola çıkan Bizim Hazin Evrenimiz edebiyata ve hayata yeni bir bakış müjdeliyor. Scarlett Thomas ilişkilerin nasıl kurulup yıkıldığına geleceğimizi ve geçmişimizi nasıl baştan yazabileceğimize dair bir roman sunuyor. Hayalle gerçeğin sınırlarında dolaşmayı göze alanlar için... Michael Zweig, h2o Kitap, Çev: Halil Çelik, 304 s. Wall Street'i İşgal Et eylemcileriyle aşina olduk bu slogana; Michael Zweig Amerika'nın En İyi Saklanan Sırrı: İşçi Sınıfı Çoğunluktur kitabını yayınladıktan on yıl sonra, 2008 Mali Kriz'inin ertesinde bu sayfalardan taşıp sokaklarda yankısını buldu. ABD'de Nisan 2012'de güncel verilerle genişletilmiş ikinci basımı yapılan kitabında Zweig, Amerikan toplumu hakkındaki yaygın "geniş orta sınıf" mitini çürütüyor. İşçi sınıfının yok olduğunu, sınıf mücadelesinin ise artık modası geçmiş bir fikir olduğunu söyleyenlere, en gelişmiş kapitalist ülkeden, imparatorluğun merkezinden cevap veriyor. Sır perdesini aralayarak çıplak gerçeği, ABD Çalışma Bakanlığı verileriyle gösteriyor. İşçi sınıfının toplumun çoğunluğunu oluşturduğunu sergiledikten sonra, dikkatleri sınıf analizinin en belirleyici noktasına yöneltiyor: İşyerinde ve toplumda kararları kimin verdiğine... Ayhan Sar han, Ozan Yay., 368 s. Ankara Emniyet Müdürlüğü'nde sivil polisler koluna girerek merdivenlerden aşağı indirdiler ve bodrum katta karanlık bir hücreye attılar! Burada birkaç saat beklettikten sonra gözlerini bağlayarak koridora çıkardılar. Beline bir ip bağlayarak onu çeke çeke aynı katta başka bir yere götürdüler. Burada giysilerini çıkarttırdılar, çırılçıplak kaldı. Yere sırt üstü yatırdılar. Beton buz gibiydi. Dışarıda ısı eksi 24 dereceye düşmüştü, tüyleri diken diken oldu. Sonra hortumla üzerine su fışkırtmaya başladılar. Polisler bir yandan da küfür ve hakaret ediyorlardı. Su kesilince bittiğini sandı. Ama polisler ayak bileklerine bir ip bağladılar, bununla tavana astılar. Vücudunun iki yerine elektrik kabloları bağladılar ve elektrik vermeye başladılar. Okuyunca anımsayacaksınız, irkileceksiniz, güleceksiniz, düşüneceksiniz, nefret edeceksiniz...

20 8 HAZ RAN 2012 CUMA Aydınlık KİTAP ÇOCUKLAR İÇİN Kırmızı kızlar çatıları gizler İREM HALIÇ irem.halic@hotmail.com 2001 yılında "Uluslararası Şiir Festivali"nin otuz ikinci kutlamasında "Armonikanın Şairi" ve "Dünya Çocuk Şiirinin Şampiyonu" diye adlandırılan, hayatını çocuklar için üretmeye adamış ve yazdığı kitapların çoğu yabancı dillere çevrilen Yalvaç Ural ın halk bilmecelerini derlediği Kırmızı Kızlar Çatıları Gizler adlı kitabı, ünlü mizah çizeri Semih Poroy un eğlenceli ve ilginç karikatürleri ve yepyeni baskısıyla Yapı Kredi Yayınları'ndan çıktı. BABAANNE B LMECELER Soba başında oturdum / Çocuklara soruldum / Kimi bildi kimi bilemedi / Zihinlere kuruldum. Bilmece, yüzyıllar öncesinden bugünlere taşınıp da hâlâ sevilebilen, kültürel değişimlere göre uyarlanıp şekil değiştirse de hâlâ yaşatılan geleneklerimizden biri. Bilmecedeki gibi, benim küçüklüğüme de yetişen, uzaktaki babaannelerle kışın ayda bir yapılan soba başı maceralarından biri bilmece, diğeri tekerleme yarışlarıydı. 90'lardan sonraki çocuklar pek bilmece, fıkra ezberlemezler; ama eskiler öyle mi? Takvim yapraklarından ezberledikleri maniler, torunlarını dizlerinin dibine oturtmak için en büyük kozlarıdır. Ailedeki tüm çocuklar eşzamanlı bir araya getirilir, portakallar dilimlenir, oyun başlar. Dediğim gibi benim küçüklüğüme anca yetişti, şimdi ilkokula giden kuzenlerim de biraz format değişikliğiyle aynı oyunları oynuyorlar; ama özen, uğraş gerektirmeyen, internet sitelerinde dolaşan, dakika başı bir yenisi üretilen, şiirsel olmayan, sadece basit kelime oyunlarıyla herkesin yapabileceği türden bilmecelerle. Çocukları suçlayamayız, çünkü onlara bilgi çağında olduğumuzu, artık her bilgiye internetten ulaşabileceklerini biz öğretiyoruz. Bunu gerçekten savunan ebeveynler de var. Hızlı bilgi akışıyla artık dünyada olup biten her şeyden haberdar olan, kelime dağarcıkları en az yetişkinler kadar zengin olan, bilgisayar oyunlarından yabancı dil öğrenen çocuklarımıza eski bilmeceleri neden okutalım diye düşünüyor olabilirsiniz. Bunun çocuklarınızın arkadaşlarından geride kalmasına neden olacağını da düşünüyor olabilirsiniz. Bilişim teknolojilerine sizden daha kolay ayak uyduruyor olabilirler ama çocuklarınız bilgisayar diliyle büyüyor ve öz Türkçe'den gittikçe daha da uzaklaşıyorlar. O yüzden küçük küçük şiirler tadındaki bu bilmeceler aslında beklentinizden fazlasını karşılayacak. RSEL B R ANLATIM Yalvaç Ural'ın derlediği, uyak, ölçü ve ses yinelemeleri ile şiirsel bir anlatımla oluşturulan bu bilmeceler, özellikle çocuklar için eğlenceli olabilecek kalabalık ortamlarda paylaşıldığında hem sosyal bağları geliştirmek hem de eğlenceli vakit geçirmek için birebir. Sonuca ulaşmak için verilen ipuçlarının değerlendirilmesi, resim eşliğinde sunulduğunda görsel ögelerin birleştirilmesi beynin tıkır tıkır işlemesini sağlıyor. Bilmecelerin zihinde resmedilebilmesi için görsel imgeler oluşturmaya yönelik anlatım dili çocukların soyut kavramlara anlamlar yükleyip, gözünde canlandırdığı görüntüyle istenen cevap arasında bağlantı kurmasını ve yeteneklerini fark etmesini sağlıyor. Hem de topluluk içinde kendini ifade etme alıştırmaları yapmış oluyorlar. Yabancı sözcüklerin Türkçe sözcüklerle birleştirilmesiyle oluşturulan, anlamsız, şekilsiz, yeni nesil bilmeceler ne kadar zihin bulandırıcı ise, halk bilmeceleri de o kadar zihin açıcı. Özenle seçilen kelimelerle naif bir anlatıma sahipler ve tabi ki içinde geçmişten izler barındırdığı için de kıymetliler. Gün güne günden güne / Su yürür çiçeğine / Sarı saçlı gelinler / Devinir döne döne (ayçiçeği) Bazen sadece söylemesi bile eğlenceli: Küçücük fıçıcık, içi dolu turşucuk. Aynı zamanda kitabın adı olan "Kırmızı kızlar, çatıları gizler" bilmecesinin cevabı da kitabın içinde. Cevapları okuyabilmek için bir aynaya ihtiyacınız olacak. Hepsi hoş ve anlaşılır olan bilmeceler, Semih Poroy'un ilginç çizimleriyle her yaştan çocuğun anlayabileceği nitelikte. Çocuklarınız için eğlenceli bir karne hediyesi olabilir, ya da karne tatilinde kavuşacağınız torunlarınızı bilmece bombardımanına tutmak için elinizin altında bulunmasını öneriyoruz. Karnemizle birlikte İş Bankası'na gidip hediye kitabımızı almayı da unutmayalım. Genç Kaşifin Doğa Rehberi 2 - Türkiye'nin Kuşları Tim Davis, Mandolin Yay nevi, Çev: Esra Etleç, s.112 Doğal hayata hiç ilgisi olmadığını düşünenlerin bile güzellikleri, renkleri, ötüşleri, uçuş becerileri ve özgürlükleriyle insanlara daima ilham kaynağı olan kuşlarla mutlaka bir ilişkisi vardır. Kuşların sembolik ve şiirsel anlamları bir yana, bilim insanları aerodinamikleri, yön bulma kabiliyetleri, evrimleri ve nazik evrenimizdeki değişen durumları konusunda sürekli yeni sırlar açığa çıkarmaya devam ediyor. Peki biz çevremizdeki kuşları ne kadar tanıyoruz? Türkiye kıyılarında, ormanlarında, göllerinde, tarlalarında ve dağlarında yaşayan pek çok kuş türü ile kutsanmış bir ülke. Ancak çoğumuzun en iyi bildiği kuşlar, şehirlerde de karşımıza çıkan güvercinler ve serçeler. İşte bu bildik türlerle başlayan bu rehber, başlangıç seviyesindeki herkesi kitapta adı geçen kuşları görebilecekleri yerlerden onları tanımlamaya ve davranışlarını anlamaya dek büyük bir yolculuğa çıkarıyor. Esrarengiz Komşu Silke Lambeck, Gün Kitapl, Çev: Suzan Geridönmez, Resimleyen: Karsten Teich, s.152 Gri Banliyö de neler oluyor? Dondurmacı nereye kayboldu? "Esrarengiz Komşu"nun ikinci kitabı daha da heyecanlı! Sorun çözmede usta olan komşuları Bay Röslein la tanıştığından beri Moritz, tuhaf olaylar yaşamış, yeni dostlar edinmiştir. Ama yeni bir yolculuğa çıkan Bay Röslein dan haber alamamak canını sıkmaktadır. Bir akşam, özel dürbününden bakarken, dondurmacı Pippa nın kaçırılışına tanık olunca, Moritz kendini baş döndürücü bir maceranın içinde bulur. Üstelik bu kez gerçekten başı beladadır. Dansçı Caretta Banu Bozdemir, Kelime Yay nlar, Resimleyen: Beyza Tükel, s.48, (7-8 ya ) Yumurtasından yeni çıkmış minicik bir deniz kaplumbağasıdır Dansçı Caretta. Artık bir an önce denize ulaşmalıdır. Daha denize giden yolun başlarında iki şey keşfeder: Annesini bulmak isteğini ve içindeki dans etme coşkusunu. Sonrasında ise denizdeki tehlikeleri, kirlenmeyi görür. Ama Dansçı Caretta, aklıyla, iyi kalbiyle, dostluk inancıyla ve dalga dalga yayılan dansıyla, ne tehlikelere boyun eğecek ne de kirlenmeyi kabullenecektir. "Herkes evinde kendini güvende hisseder. Denizde dans ederek annesini arayan bizim Dansçı Caretta da öyle sanıyor. Çünkü çevresindeki kıskaçlılardan ve denizdeki kirlilikten habersizdir henüz. Aslında denizlerin kirlenmesi, kıskaçlılardan daha tehlikeli! Annesini arayışında bunu fark eden Caretta'nın dans dolu, renkli ve tehlikeli yolculuğunda ona eşlik etmelisiniz. Onu izlemek, korumak için." Ülkesi Almanya nın en saygın gazetecilik ödülü olan Theodor Wolff Ödülü nün sahibi, gazeteci yazar Silke Lambeck, "Esrarengiz Komşu"nun ikinci kitabında okurlara polisiye tadında heyecan dolu bir macera sunuyor. Çağdaş çocuk edebiyatının en güzel kitapları arasına giren, yayımlandığı her ülkede çocukların çok severek okuduğu kitapların kahramanı, sevecen ve dost canlısı, esrarengiz komşu Bay Röslein. İlk kitaptaki gibi yine okuru merak içinde bırakan Bay Röslein ın yeni macerası, sıra dışı arkadaşlarıyla daha da renkleniyor.