BASIN-İŞ SENDİKASI İSTANBUL ŞUBESİ OLAĞAN GENEL KURUL ÇALIŞMA RAPORU ( )

Benzer belgeler
BASIN-İŞ SENDİKASI ANKARA ŞUBESİ OLAĞAN GENEL KURUL ÇALIŞMA RAPORU ( )

EMEK ARAŞTIRMA RAPORU-2

KAYITDIŞI ĐSTĐHDAMLA MÜCADELE

İşsizlik ve İstihdam Raporu-Ağustos 2016

İşsizlik ve İstihdam Raporu-Eylül 2016

İŞSİZLİK HIZLA ARTARKEN İSTİHDAM ARTIŞI YETERSİZ KALDI

BİRİNCİ BÖLÜM... 1 KAYIT DIŞI İSTİHDAM... 1 I. KAYIT DIŞI EKONOMİ...

ENGELLİLERE YÖNELİK SOSYAL POLİTİKALAR

SİYASET BİLİMİ VE ULUSLARARASI İLİŞKİLER DOKTORA PROGRAMI DERS İÇERİKLERİ ZORUNLU DERSLER. Modern Siyaset Teorisi

İşsizlik Dikiş Tutmuyor İşsizlikte Kriz Günlerine Dönüş

Toplam Erkek Kadin Ermenistan Azerbaycan Gürcistan Kazakistan Kırgızistan Moldova Cumhuriyeti. Rusya Federasyonu

İşsizliğin Önlenemeyen Yükselişi: Son Beş Yılın Zirvesi

İŞSİZLİKTE PATLAMA!: AKP İşsizlikle Mücadelede Başarısız!

3 Temmuz 2009 İngiltere Büyükelçiliği Konutu, Ankara Saat: 16:00. Çevre ve Orman Bakanlığı nın Saygıdeğer Müsteşar Yardımcısı,

İşsizlik İstikrarlı Biçimde Yükseliyor! Son 10 Yılın En Yüksek İşsiz Sayısı

Finlandiya da Sosyal Güvenlik Politikası Oluşturma

C.Can Aktan (ed), Yoksullukla Mücadele Stratejileri, Ankara: Hak-İş Konfederasyonu Yayını, 2002.

ULUSLARARASI SOSYAL POLİTİKA (ÇEK306U)

ULUSAL ÇALIŞTAY SONUÇLARI

ASIL KRİZ İŞSİZLİKTE! Geniş Tanımlı İşsiz Sayısı 7 Milyona Yaklaştı

Ekonomik Rapor Kaynak: TÜİK. Grafik 92. Yıllara göre Doğuşta Beklenen Yaşam Süresi. Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği /

ÇALIŞMA HAYATINDA DEZAVANTAJLI GRUPLAR. Şeref KAZANCI Çalışma Genel Müdür Yardımcısı Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı MART,2017

Türkiye Nüfusunun Yapısal Özellikleri Nüfus; 1- Nüfusun Yaş Gruplarına Göre Dağılımı Genç (Çocuk) Nüfus ( 0-14 yaş )

İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi Madde 23: Çalışma Hakkı

İKİ AYDA 500 BİN YENİ İŞSİZ Krizin Tahribatı

İŞSİZLİKTE TIRMANIŞ SÜRÜYOR!


Türkiye de işsizler artık daha yaşlı

ENEL HİZMETLER İŞÇİLERİ SE

GENEL BAŞKANIN MESAJI

YÖNETİŞİM NEDİR? Yönetişim en basit ve en kısa tanımıyla; resmî ve özel kuruluşlarda idari, ekonomik, politik otoritenin ortak kullanımıdır.

1 TÜRKİYE CUMHURİYETİ DÖNEMİ (TÜRKİYE) EKONOMİSİNİN TARİHSEL TEMELLERİ

İŞGÜCÜ PİYASASINDA GÜVENCE VE ESNEKLİĞİN SAĞLANMASI İŞBİRLİĞİ YAPILACAK KURUM/KURULUŞ SÜRE SGK. Sosyal Taraflar

ABD - AB SERBEST TİCARET ANLAŞMASI Ve TÜRKİYE ÜZERİNE ETKİLERİ

İşyeri Temsilcileri Rehberi

İŞGÜCÜ PİYASASINDA GÜVENCE VE ESNEKLİĞİN SAĞLANMASI İŞBİRLİĞİ YAPILACAK KURUM/KURULUŞ SÜRE. İŞKUR SGK Sosyal Taraflar

GENİŞ TANIMLI İŞSİZLİK 6 MİLYONA YAKLAŞTI!

İŞÇİLERİN 3 ACİL TALEBİ VAR!

İNSANİ GELİŞMEYİ SÜRDÜRMEK:! EĞİTİM VE İŞGÜCÜ PİYASASI GÖSTERGELERİ İTİBARİYLE TÜRKİYE NİN PERFORMANSININ DEĞERLENDİRİLMESİ!

BASIN-İŞ SENDİKASI 19. OLAĞAN GENEL KURULU ÇALIŞMA RAPORU Eylül 2015

Çalışma hayatında barış egemen olmalı

KRİZ ÜÇ KOLDAN SARSIYOR ENFLASYON-KÜÇÜLME-İŞSİZLİK

İŞSİZLİK VE İSTİHDAM RAPORU- EYLÜL 2018 İŞSİZLİK TIRMANIYOR. Gerçek İşsiz Sayısı 6 Milyon. İşsiz Sayısı Bir Yılda 192 Bin Arttı

2005 YILI İLERLEME RAPORU VE KATILIM ORTAKLIĞI BELGESİNİN KOPENHAG EKONOMİK KRİTERLERİ ÇERÇEVESİNDE ÖN DEĞERLENDİRMESİ

İşsizlik ve İstihdam Raporu-Aralık 2017 İŞSİZLİK VE İSTİHDAM RAPORU- AĞUSTOS 2018 MEVSİM ETKİLERİNDEN ARINDIRILMIŞ İŞSİZLİK ARTTI, İSTİHDAM DÜŞTÜ

Türk Bankacılık ve Banka Dışı Finans Sektörlerinde Yeni Yönelimler ve Yaklaşımlar İslami Bankacılık

ULUSAL ÖLÇEKTE GELIŞME STRATEJISINDE TRC 2 BÖLGESI NASIL TANIMLANIYOR?

Türkiye de Kadın İstihdam Sorununa Çözümler LİZBON SÜRECİ ve KADIN GİRİŞİMCİLİĞİ

GIDA GÜVENCESİ-GIDA GÜVENLİĞİ

KRİZ İŞSİZ BIRAKIYOR

SOSYAL GÜVENLİK KURUMU

ÇALIŞMA EKONOMİSİ II

TÜRKİYE'NİN TOPLUMSAL YAPISI

KAMU İSTİHDAM RAPORU. Giriş

Kırsal Alan ve Özellikleri, Kırsal Kalkınmanın Tanımı ve Önemi. Doç.Dr.Tufan BAL

KAMU İSTİHDAM BÜLTENİ

İşgücü Piyasasında Gelişmeler: Döneminde Kadınlar ve Erkeklerin İstihdamı ve İşsizliği Ne Yönde Değişti? 1

EKONOMİ POLİTİKALARI GENEL BAŞKAN YARDIMCILIĞI Nisan 2014, No: 90

MESLEKİ EĞİTİM, SANAYİ VE YÜKSEK TEKNOLOJİ

R KARLILIK VE SÜRDÜRÜLEB

YENİ HÜKÜMET PROGRAMI EKONOMİ VE HAZIR GİYİM SEKTÖRÜ İÇİN DEĞERLENDİRME EKONOMİ VE STRATEJİ DANIŞMANLIK HİZMETLERİ 30 KASIM 2015

SOSYAL POLİTİKA II KISA ÖZET KOLAYAOF

ÇALIŞMA HAYATINDA KADINLAR: DAHA ÇOK ÇALIŞIYOR, DAHA AZ KAZANIYOR

KAPİTALİZMİN İPİNİ ÇOK ULUSLU ŞİRKETLER Mİ ÇEKECEK?

İKİNCİ BÖLÜM ENDÜSTRİ DEVRİMİ, SOSYAL SORUN VE SOSYAL POLİTİKA İÇİNDEKİLER BİRİNCİ BÖLÜM SOSYAL POLİTİKA BİLİMİNİN KONUSU, KAPSAMI VE TEMEL YAKLAŞIMI

İŞSİZLİK VE İSTİHDAM RAPORU

TARIM DIŞI İŞSİZLİK ARTIŞTA (Temmuz Ağustos - Eylül)

TÜRK İŞGÜCÜ PİYASASI MESLEKİ EĞİTİM İSTİHDAM İLİŞKİSİ VE ORTAKLIK YAKLAŞIMI

2010 OCAK MART DÖNEMİ HALI SEKTÖRÜ İHRACATININ DEĞERLENDİRMESİ

DEMOGRAFİK DÖNÜŞÜMLE YAŞLANAN NÜFUS TÜRKİYE. Prof. Dr. Nükhet HOTAR AK PARTİ Genel Başkan Yardımcısı

ALAN ARAŞTIRMASI II. Oda Raporu

8 MART DÜNYA EMEKÇİ KADINLAR GÜNÜ 1 MAYIS 10 KASIM ATATÜRK Ü ANMA ETKİNLİĞİ SANATSAL ETKİNLİKLER

TARİHİ REKOR İŞSİZ SAYISI 7 MİLYONU AŞTI! HALKIN DERDİ BAŞKANLIK DEĞİL İŞSİZLİK!

TOPLU İŞ HUKUKU (HUK302U)

Türkiye de Kadın İşgücünün Durumu: Kocaeli Örneği

CİNSİYET EŞİTLİĞİ MEVZUAT ÇERÇEVESİ: AB/TÜRKİYE

AVRUPA BİRLİĞİ BAKANLIĞI

Sosyal Politikayı Yeniden Düşünmek! NEDEN?

BU YIL ULUSLARARASI KOOPERATİFLER YILI!

İşsizlik ve İstihdam Raporu-Haziran 2016

GELİR VE YAŞAM KOŞULLARI ARAŞTIRMASI. Son Güncelleme

Üçünc. önündeki ndeki meydan okumalar Önlemler. Bilgi paylaşma ve iyi pratikler sunma.

İŞ HUKUKU ve SOSYAL GÜVENLİK UYGULAMALARI

TÜRKİYE - SUUDİ ARABİSTAN YUVARLAK MASA TOPLANTISI 1

Özet. Gelişen küresel ekonomide uluslararası yatırım politikaları. G-20 OECD Uluslararası Yatırım Küresel Forumu 2015

amfori BSCI Referansları 1

T.C. YARGITAY CUMHURİYET BAŞSAVCILIĞI Basın Bürosu Sayı: 19

Türkiye de Dünya Bankası: Öncelikler ve Programlar

İŞSİZLİK GERÇEK, İSTİHDAM SEFERLİĞİ YAPAY!

Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığında Basın Açıklaması Gerçekleştirdik!

2008 TÜRKİYE İLERLEME RAPORU NUN İSTİHDAM VE SOSYAL POLİTİKA BAŞLIKLI 19

Ülkemizdeki İşsizlik Sorununun Kısa Bir Değerlendirmesi ve Çözüm Önerileri. Erdem ALPTEKİN

TARIMSAL İSTİHDAMA DAİR TEMEL VERİLER VE GÜNCEL EĞİLİMLER

IMF KÜRESEL EKONOMİK GÖRÜNÜMÜ

Türk Bankacılık ve Banka Dışı Finans Sektörlerinde Yeni Yönelimler ve Yaklaşımlar İslami Bankacılık

Uzaktan çalışma Geçici iş ilişkisi

Genel Başkanımız Haydar Arslan ın okuduğu basın açıklaması metni aşağıdadır. KGM Önünde Basın Açıklaması Yaptık

VİZYON BELGESİ (TASLAK) TÜRKİYE - MALEZYA STRATEJİK DİYALOG PROGRAMI Sivil Diplomasi Kapasite İnşası: Sektörel ve Finansal Derinleşme

8 Aralık 2016, İstanbul

İSTİHDAM SEFERBERLİĞİ LAFTA KALDI: İSTİHDAM ARTIŞI YAVAŞLADI

Transkript:

1

BASIN-İŞ SENDİKASI İSTANBUL ŞUBESİ OLAĞAN GENEL KURUL ÇALIŞMA RAPORU (2011 2015) 1

Basın-İş Sendikası İstanbul Şubesi Yukarı Mah. İstasyon Cad. Yankı Sokak No: 7/1 Kartal-İstanbul Tel: (0 216) 473 73 28 Faks: (0 216) 517 97 56 E-posta: istanbul@basin-is.org.tr Baskı: Ziraat Gurup Matbaacılık, Ambalaj San. ve Tic. A.Ş. İstanbul Yolu Trafo Karşısı Varlık-Ankara Tel: 0 312 384 73 44-45 Mart 2015 2

MUSTAFA KEMAL ATATÜRK 3

4

BASIN-İŞ SENDİKASI İSTANBUL ŞUBESİ OLAĞAN GENEL KURULU GÜNDEMİ (12 NİSAN 2015 ) 1. Yoklama ve Açılış, 2. Divan Başkanı Ve Üyelerinin Seçimi, 3. Saygı Duruşu Ve İstiklal Marşının Okunması, 4. Şube Başkanının Konuşması, 5. Konukların Konuşması, 6. Zorunlu Organlara Aday Tespiti, 7. Çalışma Raporu, Denetim Kurulu İle Yeminli Mali Müşavir Raporlarının Görüşülmesi, 8. Raporların Müzakeresi, 9. Kurulların Aklanması, 10. Seçimler, A) Yönetim Kurulu, B) Denetim Kurulu, C) Disiplin Kurulu, D) Genel Merkez Delegeliği, 11. Kapanış, 5

6

İSTANBUL ŞUBE YÖNETİM KURULU ŞUBE BAŞKANI LEVENT DİNÇER ŞUBE SEKRETERİ ABDULKADİR ERGİN ŞUBE MALİ SEKRETERİ ÇETİN AKYAYLA ŞUBE EĞİTİM SEKRETERİ COŞKUN ESEN ŞUBE TEŞKİLAT SEKRETER MAHMUT ATAOĞLU DENETİM KURULU ŞUBE DENETİM KURULU BAŞKANI OKTAY ALTUN ŞUBE DENETİM KURULU RAPORTÖRÜ NAİM DEMİR ŞUBE DENETİM KURULU ÜYESİ İHSAN KARAKUŞ DİSİPLİN KURULU ŞUBE DİSİPLİN KURULU BAŞKANI SAFFET GÜNAY ŞUBE DİSİPLİN KURULU RAPORTÖRÜ SALİH AFACAN ŞUBE DİSİPLİN KURULU ÜYESİ SELİM ALANÇAYIR 7

8

SUNUŞ Tüm dünya gelişim ve değişimin çok hızlı yaşandığı bir dönemden geçiyor. Bu gerçeklik, ülkemiz ve sendikal hareketimiz açısından da geçerli bir olgudur. Genel olarak işçi sınıfımızın, özel olarak sendikaların önemli sorunlarla karşı karşıya kaldığı bir dönemde, üyelerinin kazanımlarını geliştirme doğrultusunda mücadele eden sendikamız demokratik ve sınıfsal sorumluluklarını özveriyle yerine getirmeye çalışmaktadır. Bu nedenle bir yandan üyelerimizin somut toplu sözleşme haklarını geliştirmeye çalışırken, diğer yandan ülke düzeyinde sürdürülen demokratik, ekonomik ve toplumsal haklar mücadelesine etkin bir biçimde katılarak güç vermektedir. Bunun nedeni açıktır. Tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de hiçbir sendikal ve sosyal hak, hiçbir toplu sözleşme hakkı kendiliğinden verilmedi ve savunulmadı. Her hakkın ardında yüzlerce, binlerce ve hatta milyonlarca insanın emeği, ortak çabası bulunmaktadır. Sendikal hareketimizi bu emeğin, birikimin ve deneyimin öznesi olarak görmek, yalnızca özverileri değerli kılmak anlamına gelmiyor. Bu aynı zamanda daha iyi bir gelecek için zorunlu bir önkoşul ve temel oluşturuyor. Genel Kurulumuzun Basın-İş Sendikası nı daha da güçlendirerek sendikal birliğimize ve hak ve özgürlük mücadelemize yeni boyutlar kazandıracağına ve geleceğin aydınlık günleri için daha da güçlenmiş bir sendikal yapının oluşturulacağına inancımız ve güvencimiz tamdır. Saygılarımızla Basın-İş Sendikası İstanbul Şubesi Yönetim Kurulu 9

10

DÜNYADA YAŞANAN GELİŞMELER Dünyada ve Türkiye de taşların sürekli yerinden oynadığı, işçilerin ve emekçilerin ekonomik ve sosyal hakları için mücadeleye atıldığı, halkların eşitlik, özgürlük ve kardeşlik talepleriyle alanlara çıktığı, saldırılara ve baskılara karşı kitlesel ayağa kalkışların, kitlesel başkaldırıların yaşandığı bir dönemi daha geride bırakıyoruz. Genel olarak teknolojik gelişmeler, özel olarak haberleşme, iletişim ve ulaşım teknolojilerindeki hızlı gelişme dünyayı ekonomik, politik ve kültürel olarak etkilemekte, dünya halkları arasında karşılıklı etkileşmeyi sağlamakta ve dünyanın her tarafında ekonomik değişim süreçlerini geliştirmektedir. Ancak bilimsel ve teknolojik gelişmelerin sıçrama yaptığı günümüzde, sosyal ve ekonomik sorunların azaldığı, daha dengeli bir dağılım içinde bulunduğu da söylenemez. Günümüz dünyasında ülkeler arasında ve hatta kıtalararasında büyük kutuplaşmalar yaşanmaktadır. Denilebilir ki dünyayı batı yönünde ortadan ikiye bölen ekvator kuşağının kuze- 11

yinde bulunan zengin "Kuzey Ülkeleri" ile bu hattın güneyindeki "Güney Ülkeleri" arasındaki uçurum, her geçen gün daha da derinleşmektedir. Günümüz dünyası ne yazık ki tüm insanlığın daha iyi yaşama ve çalışma koşullarına ulaşması açısından olsun, savaşa çatışmalara ve gerilimlere karşı barışın tüm bölgelerde kalıcı olarak sağlanması yönünden olsun güvenli bir dünya değil. Dünya, açlığın ve yetersiz beslenmenin sonlandırılması, toplumsal ve ekonomik eşitsizliklerin ortadan kaldırılması, tüm ülkelerde demokratik siyasal yapıların kurulması, temel insan hak ve özgürlüklerinin yaşama geçirilmesi, ekolojik dengelerin korunması, sağlık, eğitim, sosyal güvenlik ve yeterli gelir güvencelerinin sağlanması hedeflerinden oldukça uzaktadır. Ülkeler ve bölgeler arasındaki eşitsizlikler sosyal yaşama ilişkin karşılaştırmalı rakamlarda somut olarak ortaya çıkmaktadır. Yaşanan gerçeklere rakamların yaptığı vurgu sanıldığından çok daha çarpıcı ve etkilidir. -Yeryüzünde yaşayan yaklaşık 7 milyar insanın en az bir milyarı günde 1 dolardan daha az parayla yaşamaktadır. -1,5 milyar insanın içme suyuna erişimi yoktur. -Çoğunluğu kuzey ülkelerinde olmak üzere 850 milyon insan açlık çekiyor. Günde en az 24 bin insan açlıktan ölüyor. -Dünya genelinde yaklaşık 30 milyon insan ülkelerinden edilmiş, sürgün yaşamı sürdürüyor. -ILO rakamlarına göre 2013 yılında dünya genelinde işsizlik 200 milyonu aşmıştır. -2013 yılında 15-24 yaş arası gençlerin arasında 74.5 milyonu işsizdir. -Kadınlar dünya gelirinin ancak yüzde 10'unu kazanmakta fakat ücretlendirilmeyen işlerin üçte ikisini yerine getirmektedir; ücretli bir işe sahip olanlar ise aynı veya aynı değerdeki bir iş için erkeklerin aldığı ücretin ortalama olarak yalnızca dörtte üçünü kazanmaktadır. -UNESCO'ya göre, 800 milyona yakın insan okuma 12

yazma bilmemektedir ve bu sayının üçte ikisini kadınlar oluşturmaktadır. -Okuldan yoksun bırakılan çocukların üçte ikisini kız çocukları oluşturmaktadır. -5 ile 14 yaş arasındaki 150 milyondan fazla çocuk çalışmaktadır. SAVAŞLAR VE ÇATIŞMALAR YIKIYOR, YOK EDİYOR İnsanlığın gelişmesi ve ilerlemesine engel olan; onların hak ve çıkarlarını ortadan kaldıran; hastalıklar, acılar, ölümler ve onlarca yıllık kin ve nefrete yol açan savaşlar, özellikle son 100 yıla damgasını vurdu. Bu durum son yıllarda azalmış gibi görünse de özellikle Afrika'da ve Ortadoğu'da yaşananlar dikkate alındığında yanıltıcı bir görüntüdür. Çünkü hala dünyanın hemen hemen her bölgesinde milyonlarca asker elleri tetikte, sıcak bir savaşın içine girmeye hazırlanıyor ve milyarlarca dolarlık ciro yapan silah fabrikaları gece gündüz demeden çalıştırılıyor. Savaşların yarattığı olumsuzluklar yalnızca ekonomik değerlerin yaratılamaması ve çökmesi sonucunu doğurmuyor. Bir insanlık dramı olarak onlarca yıl belleklerden silinmiyor. Savaşın insanlık ailesinin üzerinde yarattığı olumsuz etki bugün artık çok daha belirgin ve çarpıcı olarak görülüyor. Birleşmiş Milletler verilerine göre tüm insanlık tarihi boyunca yaklaşık 15 bine yakın savaşta 3 milyar insan öldü, milyarlarcası yaralandı, sakat kaldı. İnsanlık tarihinin bilinen 5 bin 500 yılının ancak 300 yılı savaşsız geçti. 1914-1918 yılları arasında süren 1. Dünya Savaşı ile 1939-1945 tarihleri arasında süren 2. Dünya Savaşı nda 80 milyona yakın insan öldü. Dünyada dakikada 1.7 milyon dolar, yılda ise 900 milyar dolar askeri amaçlar için harcanıyor. Dünyada bilim adamlarının yaklaşık yüzde 50'si silahlanma alanında çalışıyor. Bugün 2. Dünya Savaşı ardından bölgesel düzeyde yoğunlaşan savaşlara tanık olunuyor. Farklı yoğunluk ve genişlikte süren bu savaşlar dünyanın hemen her bölgesinde milyonlarca insanı etkiliyor. Savaşan taraflar on yıllarca süren gerilimin ardından kanlı kapışmalarda ekonomik değerlerini yitirirken savaşın bitimi 13

sonucu daha on yıllarca olumsuzluklarından kurtulamıyor. Geçtiğimiz dört yıl içinde dünyada yaşanan gelişmeler, her açıdan derin bir çürüme içine giren kapitalist sistemin dünya çapında giderek yozlaştığı, iktidarların otoriterleştiği ve saldırgan politikalarına çok yönlü olarak devam ettiğini göstermiştir. Başta Arap dünyası olmak üzere, aralarında Türkiye nin de bulunduğu dünyanın çeşitli ülkelerinde yaşanan halk ayaklanmalarına paralel olarak, bölgesel çatışmalar, katliamlar, siyasi cinayetler ve suikastlar yaşanmıştır. Ortadoğu gibi, özgürlük mücadelesi bakımından en çorak topraklarda bile 40-50 yıllık diktatörlerin devrildiği, halkların kendi kaderine sahip çıkmaya başladığı bir dönem, sorunları ve sancıları hala sürüyor olsa da, geride kalmıştır. Tunus ta başlayan ve Arap Baharı diye adlandırılan, aslında her birisinin kendi koşullarında değerlendirilmesi gereken hareketlerin en önemli durağı Mısır olmuş ve Mısır halkı kendisine yönelik saldırılara rağmen Hüsnü Mübarek in 30 yıllık diktatörlüğüne son vermiştir. Arap isyanlarının merkez ülkesi olan Mısır da Mübarek sonrası oluşan otorite boşluğundan yararlanarak iktidara gelen Müslüman Kardeşler askeri bir darbeyle devrilirken, yaşanan süreç Ortadoğu ülkeleri için Müslüman Kardeşlerin bir özgürleşme hareketi değil, ama halkları Ortaçağa götürmenin dayanağı olan baskıcı ve her açıdan gerici bir hareket olduğu gerçeği kısa sürede ortaya çıkmıştır. Arap dünyasında bir taraftan demokrasi ve özgürlük talepleri üzerinden halk hareketleri ortaya çıkarken, diğer taraftan Libya ve Suriye de görüldüğü gibi, halkın meşru taleplerini bölge ülkelerine emperyalist müdahaleler için kullanmak isteyen emperyalist güçler Birleşmiş Milletler ve NATO aracılığıyla müdahalelerini her fırsatta meşrulaştırmaya çalışmışlar, halkların kendi kaderini tayin hakkını tanımak yerine, kendileri ile işbirliği içinde çalışacak yönetimler oluşturmak için hamle üstüne hamle yapmışlardır. Son yıllarda emperyalistlerin bölgeye müdahalelerinin çeşitlenip etkinleşmesi ve Türkiye, Katar ve Suudi Arabistan üzerinden Suriye ye yönelik müdahale girişimleri geçtiğimiz dönemin dış politikada en önemli başlıklarından birisi olmuş- 14

tur. Bölge ülkeleri arasında giderek artan cepheleşmeler, Ortadoğu da yaşanan yoğun silahlanma politikaları ile birleşince, Ortadoğu, savaş etkenlerinin hızla yükseldiği bir bölge haline gelmiş, ırkçılık, mezhepçilik ve inanç farklılıkları üzerinden yeni çatışmalara ve katliamlara zemin hazırlanmıştır. Bölgede binlerce cana mal olan, milyonlarca kişiyi göçe zorlayan sayısız çatışma, darbeler, suikastlar, sabotajlarla beslenen gelişmeler, aynı zamanda Türkiye nin bölge politikasının iflasını beraberinde getirmiş Mısır, Tunus, Libya, Irak ve son olarak Suriye de yaşanan gelişmeler karşısındaki yeni Osmanlıcı politika kelimenin tam anlamıyla fiyasko ile sonuçlanmıştır. Son yıllarda Ortadoğu dünyanın en sorunlu bölgesi haline gelirken, uzun süre Türkiye nin dış politikasına hakim olan yeni Osmanlıcılık söylemini benimseyen AKP iktidarı, başından itibaren Suriye de yaşanan gelişmelere yönelik tutum, davranış ve söylemleriyle, yurtta sulh, cihanda sulh söylemini ortadan kaldıran tutum ve davranışlarıyla dış politika alanında komşularımızla sıfır sorundan hep soruna dönmüştür. Türkiye nin bir dönem karşılıklı vizeleri kaldırdığı, ortak bakanlar toplantısı yapılan, lideri ile boğaz turlarının atıldığı Suriye yle, yeni Osmanlıcı heveslerle Esad rejimini devirip bölgeye yön veren bir güç olmanın peşinde koşulmuş, ancak aradan geçen yıllar içinde S. Arabistan ve Katar la birlikte Suriye muhalefetine her türlü lojistik destek verilmesine rağmen Esad rejiminin üç-beş ayda yıkılması hesabı tutmamıştır. Ortadoğu da ülkeler arasındaki çelişki ve çatışmalar bütün hızıyla sürerken, Avrupa da 2008 krizi sonrasında yaşanan gelişmeler, krizin faturasının her zaman olduğu gibi emekçi sınıfların üzerine yıkılması yönündeki politikaları yeniden gündeme getirmiştir. Avrupa da yoksulluğun en açık ve çarpıcı şekilde kendini hissettirdiği ülkelerin başında borç krizinin yaşandığı ve ülke olarak iflasın eşiğinden dönen Yunanistan, İspanya, Portekiz gibi ülkeler gelmektedir. Yunanistan ve İspanya yaşanan ekonomik krizin de etkisiyle sık sık genel grevlerle sarsılırken, işsizlik sorunu giderek derinleşmektedir. Nitekim, Yunanistan da Syriaza nın iktidara gelişi de krizin faturasına karşı Yunanlı emekçilerin tepkisini dile getiren bir gelişme olarak karşımıza çıkmıştır. 15

Geride bıraktığımız dönem, dünyanın pek çok bölgesinde olduğu gibi, Avrupa ülkelerinde de işçi sınıfının kazanılmış haklarına yönelik büyük saldırıların gerçekleştirildiği ve çok sayıda hakkın ortadan kaldırıldığı bir dönem olmuş, bu durum kaçınılmaz olarak Türkiye yi de etkilemiştir. KAMU SEKTÖRÜ YOK EDİLİYOR Yaklaşık 30 yıldır hemen hemen her ülkede kamu sektörünün parçalanmasını ve etkisizleştirilmesini, küçültülmesini amaçlayan politikalar yürürlüğe sokulmak isteniyor. Bunun için kamu kurum ve kuruluşları özelleştirilerek yerli ve yabancı tekellere kimi zaman satarak, kimi zaman bağışlanarak, kimi zaman kapatılarak devrediliyor. Sorun yalnızca kamu fabrika ve işletmelerini özelleştirme ile sınırlı kalmıyor. Dünün doğrudan kamu eliyle yürütülen ve kamu yönetiminin sorumluluğunda bulunan hizmetleri de özelleştiriliyor. Böylece hem ülkede yaşayan insanların emekleri ile oluşmuş ve birçoğu kuşaklar boyunca yurttaşlara hizmet sunmuş kamu kuruluşları ve hizmetleri sermayeye devrediliyor; hem de o ülkede kamu yönetiminin tanımak zorunda bulunduğu haklar artık sunulmaz oluyor. Uluslararası Para Fonu ve Dünya Bankası'nın dayatmaları ile gerçekleştirilen özelleştirmeler sonucunda ülke ekonomilerinin taşıyıcı omurgaları olan çoğu stratejik düzeydeki kamu kuruluşları yerli ve yabancı tekellere bağışlanırcasına sunuldu ve sunuluyor. Çılgınlık düzeyine varan özelleştirmelerle birer birer kamu kuruluşları tekellerin eline geçerken, giderek sağlık, eğitim ve sosyal güvenlik başta olmak üzere tüm kamu hizmetlerinin özelleştirilmesine geçildi. Bunun sonucunda da insanlık ve yurttaş hakları daraltıldı, parçalandı, yok edildi. Özelleştirmelerin yarattığı bir başka olumsuz gelişme de istihdam alanında yaşandı. İstihdamda esnekleştirme ve kuralsızlaştırma artarken çok sayıda işçi işinden oldu. Sendikasızlaştırmalar, işten atmalar, taşeronlaştırmalar ve esnek çalıştırmalarla kaynaştırılan özelleştirme uygulamaları ekonomik dengeleri alt üst etti. 16

SENDİKAL HAKLAR KUŞATMA ALTINDA Örgütlenme özgürlüğü ile toplu pazarlık hakkı, yaklaşık 200 yıllık bir savaşım sonucunda kazanılan, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, Avrupa Temel Haklar Sözleşmesi ve Avrupa Sosyal Şartı başta olmak üzere uluslararası sözleşmelerle, Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) sözleşmelerince güvence altında tutulan temel haklardır. ILO'ya göre güçlü ve bağımsız işçi ve işveren örgütleri ile bu örgütlerin toplu pazarlık haklarının etkin olarak tanınması, işgücü piyasası yönetiminin başlıca araçlarıdır. Toplu pazarlık, işçiler ile işverenler arasında anlaşmazlık yaratabilecek durumlarda, uygun ve verimli çözümlere ulaşabilmenin bir yoludur. Toplu pazarlık hakkının tanınması, toplu çıkarların temsil edilebilmesinin anahtarıdır. Örgütlenme özgürlüğü üzerine kurulmuştur ve toplu temsili anlamlı kılar. Toplu pazarlık, işçi ve işverenlerin çalışma yaşamını ilgilendiren sorunlar üzerinde anlaşmaya varmalarını sağlaması ölçüsünde, ayrılmaz bir biçimde örgütlenme özgürlüğüne bağlıdır. Bütün bu gerçeklere rağmen dünya üzerinde milyonlarca emekçi bu temel haklardan yararlanamamakta; bu hakların tanındığı yerlerde ise uygulanmaları yine de güç olabilmektedir. Kimi ülkelerde bazı işçi kategorileri örgütlenme hakkından yoksundur veya işçi ve işveren örgütleri yasadışı olarak askıya alınmış ya da müdahalelere konu olmuştur. Örgütlenme özgürlüğünün ve toplu pazarlık hakkının uygulaması elverişli bir ortam gerektirir. Gerekli koruma ve güvenceleri sağlayan bir yasal çerçeve, toplu pazarlığı kolaylaştıran ve olası anlaşmazlıkları çözebilen kurumlar, etkili iş yönetimleri ve özellikle de güçlü ve etkili işçi ve işveren örgütleri elverişli bir ortamın başlıca parçalarıdır. Bu ortamın sağlanmasında hükümetlerin oynadığı rol temel bir önem taşır. Örgütlenme özgürlüğünün ve toplu pazarlık hakkının uygulanması, temel sivil özgürlüklerin ve özellikle de kişilerin özgürlük ve güvenlik hakkının; düşünce, ifade ve toplantı özgürlüğünün; bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından adil yargılanma hakkının ve sendikaların mal varlığının korunması hakkının savunulmasına bağlıdır. 17

Sendikal hak ve özgürlüklerin kısıtlanması, engellenmesi, etkisizleştirilmesi, yazılı olan yasaların, yönergelerin ve belgelerin değersizleştirilmeye çalışılması, uygulanmaması için birçok yöntem uygulanmaktadır. Hükümetlerin örgütlenme hakkın, tanımamasının en çok yinelenen yollarından biri tüm diğer örgütleri yasaklayarak ya da feshederek işçileri tek bir örgüte üye olmaya zorlamaktır. Sendikaların ve işveren örgütlerinin, etkinliklerinde tam bir bağımsızlık ve özgürlükten yararlanmaları şarttır. Bu nedenle ne hükümet otoriteleri bu örgütlerin etkinliklerine müdahale etmeli, ne de işveren örgütleri sendikaların ya da sendikalar işveren örgütlerinin etkinliklerine müdahale etmelidir. Grevler, iş durdurmalar, iş yavaşlatmalar veya diğer eylemlere yol açan anlaşmazlıklar hem kamu sektöründe, hem de özel sektörde önemli eylem alanlarıdır. Bir sendikanın en büyük güçlerinden biri, işçileri greve götürebilme yeteneğidir, becerisidir. Grev hakkı uygulamaları ülkelere ve sektörlere göre değişiklik gösterir. Uyuşmazlıkları çözüme kavuşturmak ve iş durdurmaların önüne geçmek amacıyla, hakemlik, arabuluculuk veya uzlaştırma için üçüncü kişilerin yardımlarına başvurulur. Grev hakkı, uluslararası araçlar tarafından tanındığı halde, ILO üyesi birçok ülkede, özellikle kamu hizmetlerinde yasada ve uygulamada haksız olarak kısıtlanmıştır. Bazı ülkelerde, yasal olarak tanınsın ya da tanınmasın, grevler yaygınlaşma eğilimindeyken, diğer ülkelerde ise daha az yaygındırlar. Endüstriyel eylemlerin nedenleri sektörlere göre değişiklik gösterir. Yakın zamanda yapılan çalışmalar, ücret ile iş güvenliğinin iş uyuşmazlıklarının başlıca nedenleri olmaya devam ettiği gerçeğinin altını çizmiştir. İşyerlerinin yeniden yapılandırılmasına ya da kapatılmasına bağlı olarak iş kaybı ve işten çıkarmalar da buna dahildir. Siyasi olarak nitelenen diğer grevler sosyal güvenlik, iş kanunu reformu, özelleştirme gibi farklı alanlardaki hükümet politikaları tarafından harekete geçirilmektedir. Uyuşmazlıkları çözüme kavuşturmanın başka birçok yolu bulunduğu halde, derin görüş ayrılıkları, iletişim sorunları 18

ya da taraflardan birinin isteksizliği diyalog mekanizmalarına başvurulmasını engeller. Grev hakkı kimi zaman önemli kısıtlamalara maruz kalmaktadır: Açıkça yasaklamalar; pratikte uygulanmasını olanaksız kılan yasal ön koşullar; kelimenin tam anlamıyla zorunlu olmayan bazı hizmetlerdeki ya da devlet adına yetki kullanmayan devlet memurları için kısıtlamalar; kamu yetkililerinin ya da taraflardan birinin talebiyle zorunlu hakem atanması ve bu yolla bir endüstriyel eyleme başvurma olasılığının önüne geçilmesi; dayanışma grevleri veya sendika federasyonları ya da konfederasyonlarının çağrısıyla gidilen grevler konusundaki kısıtlamalar. Kamu yönetimleri, örgütlenme özgürlüğünün korunmasında ve toplu pazarlıklara elverişli bir ortamın yaratılmasında temel bir rol oynamalıdır. Örgütlenme özgürlüğü ve toplu pazarlık hakkı, sivil özgürlüklerin ve demokrasinin ayrılmaz birer parçası olduğuna göre, "yurttaşlık hakkı" ile demokrasi arasında güçlü bir bağlantı vardır. Bu özgürlükleri inkâr etmek demokratik hakları inkâr etmektir. Örgütlenme özgürlüğü ile toplu pazarlık hakkının savunulmasının etik zeminlere oturtulması ne kadar önemliyse, bu haklara saygının neden ve sonuçlarının sorgulanması da o kadar önemlidir. Örgütlenme özgürlüğü ve toplu pazarlık hakkı ile küreselleşme arasındaki ilişki hakkındaki tartışmalar, sıklıkla bu ilişkinin işçilik maliyetleri üzerindeki sonuçları üzerine odaklanmıştır. Daha az incelenmesine rağmen, diğer sonuçları da gerçektir. Özellikle toplumsal istikrarın sağlanması ve ekonomik performansların iyileştirilmesinden bahsedilebilir. Örgütlenme özgürlüğü ile toplu pazarlık hakkının güçlendirilmesinin daha yüksek işçilik maliyetlerine (ücretler ve sosyal haklar) yol açarken verimlilik artışını da beraberinde getireceği değerlendirilmiştir. Özellikle kamu işletmelerinin özelleştirilmesi ve yeniden yapılandırılmasından; yeni teknolojilerin, dış kaynakların ve üretim zincirlerinin kullanılmasından kaynaklanan istihdamdaki yapısal değişimler kadar yeni işçi-işveren ilişkisi tipleri de, örgütlenme özgürlüğü ve toplu pazarlık hakkının uygulanmasını etkileyen önemli etmenlerdir. 19

Günümüzde hemen tüm dünyada özelleştirme özellikle tele-komünikasyon, taşımacılık ve finans hizmetleri sektörlerini etkilemiştir. Kamu hizmetlerinde, sağlıkta ve eğitimde de kapsamlı özelleştirmeler yapılmıştır. Birçok ülkede, ücretleri ve çalışma şartları toplu sözleşmeler kapsamında olan işçilerin oranı, kamu sektöründe özel sektörden daha yüksektir; bu durumda özelleştirmenin toplu sözleşmelerin oranı üzerinde etkili olması beklenmelidir. Bunun dışında, imalat ve inşaat sektörlerinde, kısmen yayılma mekanizmalarına da bağlı olarak bu oran oldukça yüksektir. Küçük ve orta ölçekli işletmelerde toplu sözleşme sayısı düşmektedir. Standart dışı ya da a-tipik iş, geçici iş, esnek iş ilişkileri toplu pazarlık açısından bazı sonuçlar doğurmaktadır. Bazı durumlarda, çoklu sözleşme ilişkileri nedeniyle gerçek işvereni belirlemek zor olmaktadır. Sözleşmeli ve geçici işçinin payının artması ya da kadrolu bir işten sözleşmeli gibi başka bir istihdam tipine geçiş iz bırakmaktadır. Çoğu küçük ve orta ölçekli işletmede işçilere ulaşmanın ve onları örgütlemenin uygulamada zor olması sınırlı bir toplu sözleşme kapsamında kalmalarıyla sonuçlanmıştır. Bu tip işçi-işveren ilişkilerinin örgütlenme hakkının uygulanması üzerindeki olası sonuçları büyüyen bir sorun olarak görülmektedir. ILO denetim organlarının önüne gelen artan sayıdaki iddialar ücretli statüsü tanınmayan işçilerin örgütlenme hakkının inkârıyla ilgilidir. Bu gibi durumlarda işçiler iş çıkarlarını toplu olarak savunma araçlarından yoksun bırakılmaktadır. Yıllar içinde, toplu pazarlık, ülkelere bağlı olarak, ücretler, çalışma süresi, iş düzenlemesi, işe alma, yeniden yapılanma, güvenlik ve sağlık, staj ve eğitim gibi (yaşam boyu bilgi kazanımı da dahil) geniş bir başlıklar yelpazesini kapsar hale gelmiştir. Cinsiyetler arası eşitlik, ayrımcılık, aile (örneğin doğum izni) gibi konular da pazarlık konusu olmuştur. Toplu sözleşmeler aynı zamanda çözüm yönetiminin ve uyuşmazlıkların çözüm yollarının kurumsallaşmasına yaramaktadır. Bununla birlikte, ücret ve ça-lışma süresi, toplu sözleşmelerin çoğunun esas konusunu oluşturmaya devam etmektedir. 20

DÜNYA SENDİKAL HAREKETİ ÇIKIŞ YOLU ARIYOR Son 30 yıl içinde yaşanan ekonomik ve toplumsal sorunlar karşısında Dünya sendikal hareketi, yüz yılı aşkın bir süredir işçi sınıfının ekonomik, demokratik ve toplumsal haklarını savunmada önemli bir rol üstlenmiştir. Ancak son yıllardaki küresel politikalar sonucu dünyanın büyük bölümünde ve bu arada ülkemizde de önemli bir sosyal kurum olma özelliğini neredeyse yitirme tehlikesi ile karşı karşıya kalmıştır. Günümüzde sendikal hareketin etkisizleştirilmesi şu üç yönde yoğunlaştırılmaktadır: -Birincisi; standart istihdamın a-tipik istihdamla bozularak esnekliğin ve kuralsızlaştırmanın gerçekleştirilmesi, -İkincisi; kamu sektörünü parçalayarak ve darlaştırarak devletin sosyal rolünün azaltılması, devletin ekonomik ve toplumsal işlevlerinden arındırılması, -Üçüncüsü; sendikal örgütlülüğün tüm sektörlerde geriletilmesi, etkisizleştirmesi. Sendikal hareketin etkisizleştirilmesi doğrultusunda öncelikle istihdamda kuralsızlaştırmayı geliştirmek için var olan kurallar ve ilkeler tümüyle değiştirilmeye çalışılıyor. İşe almadan toplu sözleşme haklarının uygulanmasına, asgari ücretin belirlenmesinden iş güvencesine, örgütlenme hakkının yasallığından sosyal güvenlik haklarına kadar birçok alanda temel çalışma ilkeleri bozulmak isteniyor. Buna bağlı olarak sendikalılık; rekabeti engellediği ve emek girdilerini arttırdığı gerekçesiyle yeni yapılanmanın dışına itilmek isteniyor. Çünkü yeni liberaller için emek bir girdidir ve verimlilik-karlılık faktörlerini olumsuz etkilemektedir. Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO)'nün Kuruluş Bildirgesinin ilk maddesi olan "Emek meta değildir" belgisi işte böylece geçersiz kılınmak istenmektedir. Emeğin etkisizleştirilmesinin ikinci yönü devleti ve kamu yaşamını daraltan politikaları yürürlüğe sokmak ve bunun yapılanmasını sağlamaktır. Özelleştirme bunun en belirgin yöntemi olarak uygulanmaktadır. Kamu sektörünün toplumsal yaşamın tüm unsurlarını kapsayacak biçimde yeniden yapılandırılması gerekirken kamu kurum, kuruluş ve hizmetlerinde özelleştirmelerin 21

gerçekleştirilmesi genel bir eğilim olarak varlığını korumaktadır. Sendikal hareketin etkisizleştirilmesinin üçüncü yönünü sendikal hareketin dinamizminin, örgütlülüğünün tüm sektörlerde geriletilmesi ve giderek ortadan kaldırması oluşturuyor. Çünkü kamu hizmet ve olanakları kısıtlandıkça, standart istihdam bozuldukça, yanı; kuralsızlaştırma ve esnekleştirme yaygınlaştırıldıkça sendikal hareket varolma savaşımı vermeye başlıyor. Bugün tüm dünyada yaşanan bu gelişmeler ülkemizde de yaşanıyor. İstihdam alanındaki gelişmelere koşut olarak anti-sendikal süreçler yaşanıyor. Bu sürecin bitek toprağını kamu sektörünün küçültülmesi çabalarıyla esnek üretim yöntemlerinin uygulanması sağlıyor. Sendikaların etkisizleştirilmesinde önemli unsur olarak görülen istihdam politikaları küreselleşme ile büyük değişim sürecine girmiştir. Tam istihdamın ortadan kaldırılmasını içeren yeni istihdam politikalarıyla istihdamda kuralsızlaştırma geliştirilmeye başlanmış; varolan kurallar ve ilkeler tümüyle değiştirilmeye çalışılmış; işe almadan işten çıkarılmaya, bireysel ve toplu sözleşme haklarının uygulanmasından asgari ücretin belirlenmesine, iş güvencelerinden sendikal ve toplumsal örgütlenmeye kadar birçok alanda temel çalışma ilkeleri bozulmak istenmiştir. İstihdam politikalarındaki bu değişim sendikal hareketin etkisizleşmesini yaratan yeni sonuçlar üretmiştir 1-İşgücünde nitelikli-niteliksiz işgücü farklılaşmaları artmış, hatta kimi sektörlerde kutuplaşmalara yol açan çelişkiler belirmiştir. Bu süreç sonucunda işgücü; küresel, bölgesel, sektörel ve işletme düzeyinde iki uç noktaya savrulmuştur. Bu kutubun bir ucunda uzmanlaşmış ve nitelikli işgücü gelişirken, diğer ucunda ise niteliksiz ya da artık belirli bir niteliğe gereksinim duyulmayan işgücü birikmesi olmuştur. Bir başka anlatımla bir uçta iyi kazanan, nitelikli işlerde çalışan ve kendisine gereksinim duyulan bir işgücü ile öteki ucunda zaman zaman işsiz kalan, sıradan işler yapan, az kazanan ve güvencesiz işlerde çalışan niteliksiz ya da az nitelikli işgücü olmak üzere iki kutuplu işgücü oluşmuştur. Koşulları "iyi olan" işgücü, sendikalaşmaya gereksinim duymazken, öteki uçtakilerin sendikalaşma eğilimi 22

oluşamamakta, bu nedenle de sendika-laşma olasılığı, bu iki kutup arasında kalan ve genellikle geleneksel sektörlerde çalışan işçiler arasında yoğunlaşmaktadır. 2-İstihdam politikaları ve çalışma koşulları açısından belirli bir ölçüde kazanılmış görünen çalışma kuralları çözünmeye başlanmıştır. İşgücünün kuralsızlaştırılması demek olan bu süreçte çalışma yaşamını belirleyen temel ilkeleri ortadan kaldırmaya yönelen sermaye; işgücü esnekleştirmesini temel amacı yapmıştır. Bunun sonucunda geçici çalışma, yarı zamanlı çalışma, belirli süreli çalışma, taşeronlaşma, eve iş verme, tele çalışma gibi yeni istihdam türleri gündeme gelmiştir. 3-Teknolojinin gelişmesi, kuralsızlaşma ve esnek çalışmanın yaygınlaşması ile kentleşmenin artması, kırsal işgücünün azalması sonucunu yaratırken işgücünün hizmetler sektöründe yoğunlaşmasına neden olmuştur. Sanayi sektörünün eski hızıyla gelişemediği bu süreçte sendikal ve sınıfsal örgütlenme eğilim ve olanakları daha dar olan büyük bir kitle oluşmuştur. 4-Standart istihdamın bozulması, enformel sektörün büyümesine ve a-tipik istihdamın yaygınlık göstermesine yol açmıştır. Kayıtdışı ekonomi olarak tanımlanan enformel sektörün yarattığı etki, formel sektörün de bozulmasına ve kendi etki alanına çekmesine neden olmuştur. 5 -Yeni teknolojiler, işletmenin yeniden yapılanması ile üretim, yönetim ve örgütlenme anlayışları değişmekte ve işletme için gereksinim duyulan işgücünde niteliksel değişiklikler oluşmaktadır. Artan küresel rekabetin koşullandırdığı bu ortamda nitelikli işgücü, verimliliğin ve dolasıyla karlılığın zorunluluğu olarak görülmekte; onların eğitilmesi ve çekirdek işgücü olarak işletmenin taşıyıcı omurgası olması için çaba harcanmakta, toplam kalite uygulamaları ya da kalite çemberleri uygulaması gündeme getirilmektedir. Bu yeni yönetim anlayışıyla işçilerin işletmenin hedefleriyle bütünleştirilmesi sağlanmaya çalışılmakta, işletme-içi dayanışmanın oluşturulmasıyla, sınıfsal ve sendikal dayanışma dış-lanmak istenmektedir. ILO'ya göre, dünyadaki işgücünün en az yarısı, çeşitli biçimlerde savunmasız olarak çalışmaktadır ve dünya nüfusunun yüzde 80'inden fazlası, sosyal korumaya ya 23

erişememekte ya da kısıtlı olarak erişmekte ve başta işyerinde sağlık ve güvenlikle ilgili yasalar olmak üzere en temel iş koruması dahilinde bulunmamaktadır. Bu durum ekonomik krizle birlikte 2008'den itibaren şiddetlenmiş, yüz milyon kişiyi daha aşırı yoksulluğa itmiş ve milyonlarca işçinin toplumsal ve istihdam umutlarını iyileştirme çabalarına son vermiştir. Önemli büyüklükteki bu toplumsal kriz, herkesin dünya çapında acil bir önlem almasını gerektirmektedir ve bu konuda sendikal harekete özel bir sorumluluk düşmektedir. Güvencesiz, standart dışı ve korumasız istihdam biçimleri, milyonlarca kadın ve erkek işçiyi, iş yasası kapsamından ve sosyal güvenlikten yoksun bırakmakta ve sendikaların örgütlenme ve toplu pazarlık kapasitesini tehlikeye düşürmektedir. Bu işçiler gerçekleşen istihdam ilişkilerinin bütününü çoğu zaman kapsamayan yasanın ya da uygulamasının yetersiz olması ölçüsünde haklarının reddedildiğini görmektedirler. Kadınlar güvencesiz bir işe sahip olan işçilerin çoğunluğunu oluşturmakta; yasayla korunmayan, kayıt dışı ekonomi içindeki işçilerin temel hakları reddedilmekte ve bu işçiler adaletsiz çalışma koşullarına maruz bırakılmaktadırlar. Geçici işçiler, serbest çalışmak zorunda kalanlar, ev ve tarım işçileri, sınır ötesi işçiler, tedarik zincirlerindeki işçiler ve ajanslar, aracılar ya da diğer istihdam büroları aracılığıyla çalışan işçiler genel olarak haklarını gerçekte uygulayabilecek durumda değildir. Şirketler, taşeronluğa başvurarak ve istihdam ilişkilerini inkâr ederek yasanın işverenlere şart koştuğu yükümlülüklerden sıyrılmaktadır. Güvencesiz işteki artış, örgütlenmeyi engellemektedir; savunmasız işçiler hakları olduğu halde genellikle bir sendikaya üye olmayı istememektedirler. Gelişmekte olan birçok ülkedeki işçilerin çoğunun durumunda olduğu gibi iş kayıt dışı bir şekilde gerçekleştiğinde, örgütlenme ve toplu pazarlık haklarının uygulanması özellikle zordur. Uluslararası Sendikalar Konfederasyonu (ITUC)'un raporlarında bu durum şöyle somut olarak yansıtılmaktadır: "Sendikal örgütlenme gerçekleştiren veya sendikaya üye olmaya çalışan işçiler, yıldırıcı meydan okumalar ve engellerle karşılaşmaktadır. İşten çıkarmalar, taciz, gözdağı, teh- 24

dit, gözetim, sendika karşıtı kampanyalar, hatta fiziksel şiddet yoluyla sendikalaşmaya karşı savaşılmazdır. Birçok ülkede hükümetler, sendikalaşmaya çalışan işçilerin haklarını, uygun olmayan bir hukuksal koruma, yetersiz ve geç bir uygulama, dolambaçlı yargı gücü ya da zayıf ve yararsız hukuksal çıkış yolları nedeniyle korumamaktadır. Bazı hükümetler ise farklı yollara başvurarak, özellikle de güvencesiz istihdam ilişkilerini teşvik ederek sendikaları etkin olarak ortadan kaldırmaktadır. Çok sayıda ülkede gözlenen sendikal temsil oranındaki düşüş son yıllarda dünya ekonomisinde gerçekleşen yapısal değişimlere doğrudan bağlıdır. Dönüşüm halindeki ticari ilişkiler, teknolojideki ilerleme ve ekonomik etkinlik yapılarındaki değişim, küreselleşmeye eklemlenmekte ve işçilerin sendikalaşmaları, toplu pazarlık yapmaları ve böylelikle haklarını koruma ve kendi çıkarları için savaşma kapasitelerini derinden etkilemektedir. Küreselleşme ile ticari etkinliklerin uluslararası üretim ve sahiplik ilişkileri yoluyla düzenlenmesi, sendikalaşma konusunda uluslararası bir sendikal işbirliğinin gerekliliğini güçlendirmektedir. Sınır ötesi sendikalaşma ve uluslararası işkolu sendikaları federasyonlarıyla sıkı işbirliği halindeki uluslararası kampanyalar yalnızca dayanışmaya yanıt olmakla kalmamakta, sendikal savaşımlarda sonuç almanın bir koşulu haline de gelmektedir. İşgücü yapısının karmaşıklaşması, bölümlenmesi ve kutuplaşması; sendikaların önüne yeni sorunlar çıkarmıştır. Sendikalar hem örgütlenme hem de farklı çıkarları dengeli biçimde temsil etme sorununu çözme durumunda kalmıştır. Bu aşamada öne çıkan öncelikli sorun, işyerinde iş güvencesini güçlendirmek ve farklı nitelikli çalışanlar arasındaki dayanışmayı yeniden oluşturmaktır. Sendikaların ekonomik alanda yaşadıkları bu sorunlar nedeniyle giderek güçsüzleşmesi onların toplumsal ve siyasal yaşamdan dışlanması politikalarının ivme kazanmasına da yol açmıştır. Artık birçok ülkede sendikaların "toplumsal taraf" rolüne gereksinim duyulmamakta, sendikalara rağmen çalışma yaşamının temel kuralları oluşturulmak istenmektedir. 25

Sendikaların dışlanması, etkisizleştirilmesi sonucunu doğuran tüm bu politikalara karşı sendikalar artık sorunların yerel, ulusal ve bölgesel düzeyde olmadığını ve bu nedenle küresel çözüm yöntemlerini ulusal düzeyde geliştirilen stratejilerle bütünleştirmek gerektiğini somut olarak görmeye başlamışlardır. ITUC, bu önemli konu için şu önlemleri zorunlu görmektedir: "Sendikalar, tüm işçilerin çeşitli ve değişen talep ve ihtiyaçlarını yansıtmak zorundadır. Üye çekecek güçte bir sendikal hareket, katılımı, temsili, çeşitliliği ve cinsiyete yönelik bir bakış açısıyla bütünleşmiş bir yaklaşımı teşvik etmelidir. Sendikal örgütler, en az ayrıcalıklı olanlar ve kayıt dışı istihdam ilişkilerine maruz kalanlar başta olmak üzere tüm işçi gruplarının temsil edilmesini sağlamak için yapılarını uyarlama ya da yeni yapılar yaratma gerekliğini belirlemek üzere çalışma yöntem ve prosedürlerini analiz etmelidirler. Toplu pazarlık ve sendikalaşma için optimal kaynakların ayrıldığı büyüyen bir sendikal hareketin demokrasisini, özerkliğini ve kalıcılığını sağlamak üzere -ulusal, bölgesel, yerel, sektörel ve şirketsel ölçekte- farklı sendikal örgütlenme tipleri arasındaki ilişkiler yeniden uyarlanmalıdır. Yaşanan tüm tehditlere karşı dünya sendikal hareketinin önünde iki yol bulunmaktadır. Birinci yol, gelişen olumsuzlukların yaratacağı sonuçlara karşı durarak-susarak beklemek; toplumsal, siyasal ve ekonomik etkinliğinin azalmasını içine sindirerek yok olmak. İkinci yol, süreçleri nesnel olarak değerlendirerek ulusal ve uluslararası ölçüde küresel tehditlere karşı küresel dayanışma ve karşı koyuşu güçlendirmek. Birinci yol, sınıfsal ve sosyal işlevin teslim edilmesi ya da tümüyle bitimidir. İkinci yol, emeğin yeniden yükselişi için sendikaların toplumsal, siyasal ve ekonomik etkinliğini güçlendirmek; yeni kazanımlara ve haklara ulaşan süreci yaşamaktır. 26

TÜRKİYE DE YAŞANAN GELİŞMELER Yaklaşık 75 milyon insanın yaşadığı dünyanın en kritik bölgelerinin birinin odağında bulunan Türkiye yıllardır birçok ekonomik ve toplumsal sorunla didişen-boğuşan bir ülke görünümündedir. Ekonomik ve sosyal gerçeklere ilişkin çok genel tablo şu görüntüyü ortaya çıkarmaktadır: -Gelir dağılımı dengelerinin bozulması, kır ile kentin, Doğu ile Batının, ova ile dağın, varoş ile kent merkezlerindeki toplumsal yaşam çelişkilerinin artması, -İşsizlik ve eksik istihdamın yüksek oranlara tırmanması, -Kırdan kente göçün sürmesi, durdurulamaması ve kent yoksullarının sayısında inanılmaz yükseliş, -Ekolojik dengenin daha da bozulması ve doğaya yönelik tahripkâr davranışların artması, -Tarım kesiminin ekonomik ve toplumsal çöküş süreci içine girmesi, -Milyonlarca insanın eğitim, sağlık ve sosyal güven- 27

lik haklarından yararlanamaması veya çok az yararlanması, -Bütçe açıklarının kapatılamaması, kontrol edilememesi, -İç ve dış borç yükünün olağanüstü düzeylere sıçraması, -Bireysel borç yükünün her geçen gün çok daha geniş bir kesimi kapsamına alması ve artık toplumsal risk durumuna dönüşmesi, -Sosyal devletin yok olması; eğitim, sağlık, sosyal güvenlik alanları başta olmak üzere kamu hizmetlerinin özelleştirilmesi, parasallaştırılması veya ancak satın alabilme olanağına sahip olanlarca "satın alınabilmesi", Her biri birer "sonuç" olan bu durum, gerçekte sorunların genel "nedeni" olan kapitalistleşme sürecine, üstelik vahşi veya barbarlıkla tanımlanan türden kapitalistleşme sürecine bağlı... TÜRKİYE'NİN SORUNLU ALANLARINA GENEL BAKIŞ Türkiye Cumhuriyeti kuruluşundan bu yana genel olarak karma ekonomik modeli benimsemiş ve uygulamıştır. Ancak kimi dönemlerde liberal politikaların kimi dönemlerde ise devletçi politikaların öne çıktığı görülmüştür. Yadsınamaz bir gerçek var ki, Türkiye ekonomisi içinde özel sektör ve kamu sektörü değişik oranlarda ve birbiriyle rekabet içinde varlığını sürdürmüştür. Piyasa ekonomisi temel tercihi içinde belli dönemlerde ithal ikameci politikaların, kimi dönemlerde de ihracata dayalı büyüme politikalarının öne çıktığı görülür. Bu ana çizginin en radikal değişimi 1980'lerden itibaren tüm dünyaya egemen olan yeni liberal politikaların Türkiye'de de uygulanmaya başlanmasıyla görülmüştür. Bu dönem adeta kamudan kaçış dönemidir. Kamuya ait işletmelerin "verimsiz" olduğu gerekçesiyle, arsa bedelini dahi bulmayan bedellerle satışı, kamu hizmeti kavramının içinin boşaltılarak piyasalaştırılması, yurttaşın müşteri gibi görülmesi anlayışı, yoğun ideolojik saldırı ile belli ölçülerde başarılmıştır. Ekonominin temel direklerinin sarsıldığı ortamda doğal olarak 28

sosyal politikalar ve çalışma ilişkileri de bu yapıdan olumsuz etkilenmiştir. İş hukukunun temel ilkelerinden biri olan "işçinin korunması" ilkesi işletmenin korunması ile yer değiştirmiş ve katı kuralların esnekleştirmesi adı altında yoğun bir "deregülasyon" yani "kuralsızlaştırma" gerçekleştirilmiştir. Türkiye tarihsel nedenlere dayalı olarak sanayileşme ile çok geç tanışmış ve bu süreci çok geç tamamlamıştır. Bu durum kendini sosyal politikalarda da göstermiştir. Batıda görüldüğü ölçüde işçi sınıfının örgütlenme mücadelesinin yaşanmamış olması, örgütlenme anlayışı ve sivil toplumun ortaya çıkışını bir hayli geciktirmiştir. 21. yüzyılın başlarında bile hala "örgüt" ve "örgütlenme" suç kavramıyla eşdeğer algılanmaktadır. Böyle bir ortamda sivil toplumun yeşermesinin zorluğu ortadadır. Bu anlayış nedeniyle; Batıda sendikaların kuruluşu ve etkin olması 1860'larda gerçekleşmişken, Türkiye'de çağdaş anlamda sendikaların ortaya çıkışı ve çalışma yaşamında etkin olmaları 1960'lı yıllara rastlar. Dünya nüfusunun yüzde 1,1 'ini oluşturan Türkiye nüfusu (yaklaşık 75 milyon kişi), 187 ülke arasında 18. sırada yer almaktadır. Türkiye'de nüfusun yüzde 16,1'i yoksulluk sınırının altındadır. Kentsel ve kırsal yerler için hesaplanan yoksulluk sınırlarına göre, kentsel yerlerde bu oran yüzde 13,9 iken, kırsal yerlerde yüzde 15,7'dir. Bunun anlamı yaklaşık 12 milyon insan yoksulluk sınırın altında yaşamaktadır. Bu acı gerçeğin diğer bir anlatımı Türkiye'de yaşayan neredeyse her 4 kişiden birinin yoksul olduğudur. 2009 yılında sürekli yoksulluk riski altında olanların oranı yüzde 17,3 iken 2010 yılında bu oran yüzde 18,5'e yükselmiştir. Bu da yoksulluğun siyasal iktidar temsilcilerinin belirttiğinin tersine azaldığının değil arttığının somut bir kanıtıdır. TÜİK halkın yaşam koşulları göstergelerine göre; nüfusumuzun yüzde 59,6'sı kendilerine ait konutta oturmaktadır; yüzde 41,6'sının konutunda "sızdıran çatı, nemli duvarlar, çürümüş pencere çerçevesi gibi" sorunlar söz konusudur; yüzde 61,8'inin konutunun taksit ödemeleri ve borçları (konut alımı ve konut masrafları dışında) bulunmakta, bu 29

borç ödemeleri, yüzde 26,2'sinin ev ekonomisine çok büyük bir yük getirmektedir; yüzde 86,5'i "evden uzakta bir haftalık tatili", yüzde 67,6'sı "beklenmedik harcamalarını" ve yüzde 80,3'ü "yıpranmış ve eskimiş mobilyalarını yenileme ihtiyacını" ekonomik nedenlerle karşılayamamaktadır. 2006 yılı tahminlerine göre yaşam beklentisi kadınlar için 75.3, erkekler için 71.1'dir. 0-14 yaş grubundaki nüfus toplam nüfusun yüzde 26'sını oluşturmaktadır. Oysa AB nüfusu içinde bu yaş grubunun payı yaklaşık yüzde 16'dır. Yaklaşık 22.6 milyon kişi veya nüfusun yüzde 30.7'si BM tanımına göre çocuktur, başka bir anlatımla 18 yaşın altındadır. Bununla birlikte, yukarıda sözü edilen eğilimler nüfusun giderek yaşlanmakta olduğunu göstermektedir. Bu eğilimlerin süreceği varsayılırsa, nüfus içindeki çocuk oranı önümüzdeki yıllarda önemli ölçüde azalacak, buna karşılık çalışma çağındaki yetişkinlerin oranı artacaktır. Nüfus bileşi-mindeki değişim daha şimdiden görünür durumdadır ve nüfus piramidinin alttaki dilimi küçülmektedir. En kalabalık nüfus dilimi, 6.57 milyon insan ile 10-14 yaş grubudur. Türkiye de kadınların işgücüne katılma oranı, dünyadaki en düşük oranlardan biridir (yüzde 24,6) ve 2005 yılından beri de düşmeye devam etmektedir. Dünya Ekonomik Forumu'nun "Dünya Cinsiyet Ayrımı" raporunda, Türkiye 135 ülke arasındaki genel sıralamada 124. olurken, ekonomik katılımda 129, eğitimde 108, sağlıkta 62, siyasette 98. sırada yer aldı. Türkiye de kadınlar erkeklerin kazancının yaklaşık yüzde 46'sını kazanmaktadır. Kadınlara dönük ayrımcılık ve eşitsizlik çok önemli toplumsal sorunlardan biridir. 2008'de kabul edilen yeni Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Yasası, kadınları sosyal güvenlik sisteminin giderek daha da dışına iten düzenlemeler getirmiştir. Kamu sektöründe çalışan kadın oranı yetersizdir. Siyasi karar mekanizmalarının alt kadrolarının da yetiştirildiği kamu sektöründe çalışan kadın oranı 2006 verilerine göre yüzde 22,56 ile özel sektörde çalışan kadın oranından da düşük bir düzeydedir. Türkiye'de sosyal güvenlik kapsamındaki nüfus 2012 Ha- 30

ziran verilerine göre 64 milyon 430 bindir. Buna göre nüfusumuzun yaklaşık 10.3 milyonu sosyal güvenlik kapsamında değildir. Türkiye bir iç göç ülkesidir. Özellikle kırsal alanlardan büyük kentlere, kırsal alanda yaşam koşullarının ağırlaşmasına koşut olarak göç yaşanmaktadır. Günümüzde kentli nüfus toplam nüfusun dörtte üçünü oluşturmaktadır. Oysa 1980 genel nüfus sayımında bu oran yalnızca yüzde 44 idi. Türkiye'de insanların neredeyse yaklaşık yarısı doğduğu köyde veya kasabada yaşamamaktadır. 2012 yılı ilk üç ayında 16-74 yaş grubundaki tüm bireylerin yüzde 37,8'i interneti düzenli olarak (hemen hemen her gün veya haftada en az bir defa) kullanmıştır. Bu rakamlar artan bir eğilim göstermektedir. Türkiye'nin en önemli sorunlarından biri bölgelerarası eşitsizliklerdir. Kırla kent arasında gelir ve yaşam standardı eşitsizlikleri bulunmakla birlikte özellikle Batı ile Doğu bölgeleri arasında büyük ekonomik ve sosyal farklılıklar bulunmaktadır. Aynı biçimde kıyı bölgelerinden iç bölgelere girildikçe sosyal yaşam yalnızca otantik yaşam biçimi ile açıklanamayacak ölçüde değişmekte; eğitim, sağlık, sosyal güvenlik, çalışma koşulları, sosyal hizmetlere ulaşım, istihdam, kamu yönetiminin kalitesi gibi birçok konuda olumsuzluklar artmaktadır. Dünya Bankası ve TÜİK'in yaptığı araştırmalara göre Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerindeki yoksulluk oranı diğer bölgelere göre çok daha yüksektir. Türkiye genelinde yüzde 16-20 aralığında bulunan yoksulluk ortalaması bu bölgelerde yüzde 60-70'dir. DEMOKRATİKLEŞME VE SOSYAL HAKLAR Ülkemizde demokratikleşme kavramı on yıllardır farklı boyutlarda ve yoğunluklarda tartışılmaktadır. Özellikle 80'li yıllarla, 90'lı yıllarda Türkiye'nin yeni bir yüzyıla hazırlanması için demokratikleşmenin zorunlu, kaçınılmaz ve vazgeçilemez olduğu gündeme getirildi. Sendikalar, siyasal partiler, dernekler kısaca toplumsal örgütler, demokratikleşme yönünde anayasal ve yasal değişiklik önerileri geliştirdiler; yollara, alanlara çıktılar. 90'lı yıllarda demokratikleşmenin böylesine sıklıkla gün- 31

deme getirilmesinin nedeni, hem 12 Eylül askeri döneminin aşılması zorunluluğu, hem de demokratik siyasal ve toplumsal sistemin oluşturulması zorunluluğu idi. O yıllarda demokratikleşme doğrultusunda önemli adımlar atıldı ve birçok anayasal ve yasal değişiklik gerçekleştirildi. Kısıtlı, sınırlı ve çoğu kez yetersiz kalsa da bu değişiklikler Türkiye için önemli açılımlar yarattı. Ancak ne 90'lı yıllar boyunca, ne de 2000'li yıllarda gerçekleştirilen bu adımlar Türkiye'yi ileri, demokratik bir toplumsal ve siyasal ortamın içine sokamadı. Bugün alınması gereken daha birçok önlem var ve açıkçası daha çok uzun yol var... Günümüzde gelinen aşamada ne yazık ki çarpık bir durum gözlemleniyor. O da şu: Dünün demokratikleşme adımlarını ve açılımlarını öneren kimi siyasal ve sosyal güçler, bugün demokratikleşmeyi neredeyse "ulusal facia" gibi görmeye ya da göster-meye çalışıyor. Onlar Türkiye'nin değişmesi ve demokratikleşmesi gerçeğini öteleyen yaklaşım sergileyerek sürekli biçimde "ulusal güvenlik" kavramı ile soyut ve çıkarcı bir söylem olarak gündeme getirilen "milli irade" kavramını öne çıkarıyor. Artık demokrasi için, sosyal haklar için ne öngörülüyorsa mutlaka ulusal güvenlik olgusunu ileri sürüyorlar. Bu doğru bir yaklaşım değildir. Çünkü demokrasi ile ulusal güvenlik kavramını karşı karşıya getirmek, birinin diğerini reddettiğini söyleyebilmek bu ülke insanlarına yapılacak çok büyük bir haksızlıktır. Çünkü Türkiye yaşamın her alanında demokratikleşirse güçlü, güvenli ve mutlu olabilir. Bunun başkaca bir yolu ve yöntemi yoktur. Sosyal haklar konusunda Türkiye'nin önemli sorun alanları olduğu gerçeği hiç de yadsınamaz. İşte bunların başlıcaları şunlardır: AKP Hükümeti, AB uyum sürecinde, sosyal haklara ilişkin hukuksal düzenlemeleri bir yandan gecikmeli gündeme getirirken diğer yandan eksik biçimde yasalaştırmaktadır. Bu olgunun en çarpıcı örneği, Gözden Geçirilmiş Avrupa Sosyal Şartı'nın örgütlenme hakkı ile toplu pazarlık hakkının çekince konularak kabul edilmesidir. AKP Hükümeti bu çekinceleri ile çalışma hakkının tamamlayıcı unsurunu oluşturan iki temel hakka ilişkin kendine önemli bir hareket alanı aç- 32

mıştır. Gerçekte birer insan hakları olan sosyal haklar konusunda ülkemiz insanlarına önemli haklar getirecek olan Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO)'nün önemli sözleşmeleri, AB uyum sürecinde gündeme getirilmemektedir. Bugün bu süreçte kabul edilmesi gerekli olan birkaç ILO sözleşmesi şöyledir: 148 sayılı Çalışma Ortamı (Hava Kirliliği, Gürültü ve Titreşim) Sözleşmesi (1977), 154 sayılı Toplu Pazarlık Sözleşmesi (1981), 156 sayılı Aile Sorumlulukları Olan İşçiler Sözleşmesi (1981), 162 sayılı Asbest Sözleşmesi (1986), 167 sayılı İnşaat İşlerinde Sağlık ve Güvenlik Sözleşmesi (1988), 168 sayılı İşsizliğe Karşı İstihdamın Teşviki ve Korunması Sözleşmesi (1988), 170 sayılı Kimyasallar Sözleşmesi (1990), 174 sayılı Büyük Endüstriyel Kazaların Önlenmesi Sözleşmesi (1993), 175 sayılı Kısmi Süreli Çalışma Sözleşmesi (1994), 177 sayılı Evde Çalışma Sözleşmesi (1996), 183 sayılı Analığın Korunması Sözleşmesi (2000), 184 sayılı Tarımda Sağlık ve Güvenlik Sözleşmesi (2001). Sendikal hak ve özgürlüklerin korunması konusunda yasal düzenlemeler yetersizdir ve denetleme mekanizmalarından yoksundur. 4857 sayılı İş Yasası kapsamında olan işçilerin sendikalaşmaları için gerekli olan yetki belirleme süreçleri işverenlerin baskılarına ve sendikasızlaştırma girişimlerine açıktır ve milyonlarca işçi korunmasızdır. Çalışma Bakanlığı'nın işkolu belirlemesine temel oluşturacak işyeri verileri, karmaşıktır, yetersizdir ve hatalarla doludur. Dünya Bankası ve IMF istemlerine uygun olarak yeniden düzenlenen sosyal güvenlik sistemi tam bir kaos yaşamaktadır. Sosyal güvenlik sistemini insan hakları boyutunda görerek tüm ülke yurttaşları için sürdürülebilir bir boyutta ele almak yerine sosyal güvenlik sistemini yalnızca prime dayalı aritmetik dengeler olarak gören anlayış sonucu emeklilik yaş sınırları yükseltilirken, sosyal sigorta dallarının güçlendirilmesinden kaçınılmaktadır. Son olarak Anayasa Mahkemesinin birçok maddesini iptal ettiği veya yürütmeyi durdurduğu sosyal güvenlik yasası, gece yarısı operasyonlarıyla yasa çıkartmanın ne demek olduğunu bir kez daha göstermiştir. Çalışanların bireysel iş sözleşmesinden kaynaklanan hak- 33

larının yetersizliği yanında, sendikalaşma ve toplu sözleşme haklarına bağlı toplu haklar sınırlılığını korumaktadır. Örneğin yıllık ücretli izin hakkı her çalışana bireysel iş sözleşmesiyle tanınırken, sendikalaşamamış ve dolayısıyla toplu iş sözleşmesinden yararlanamayan çalışanlar, ücretli ya da ücretsiz sosyal izinlerden ve mazeret izinlerinden yararlanamamaktadırlar. İş Yasası'na göre iş güvencesinin geçerli olması için işyeri işçi sayısının 30 ve daha çok olması, taşeronlaştırma, baskı ve genel olarak esnek çalıştırma nedeniyle sendikal örgütlenmeler etkisiz kılınmaktadır. Sendikal örgütlenmeler yasaların işverenlere tanıdığı sayısız üstünlük nedeniyle çoğunlukla başarısız kalmaktadır. İşverenler örgütlenme sürecine girerek demokratik haklarını kullanan işçi ve sendikaların çabalarını etkisizleştirmeye çalışmaktadırlar. Bunun için kimi zaman yasaların boşluklarından yararlanılmakta, kimi zaman baskı uygulamaları gerçekleştirilmekte ve hatta hile ve sahtekârlık yollarına başvurulmaktadır. İş denetim sisteminin yenilenmesi, güçlendirilmesi gerçekleştirilmemektedir. Yıllardır hemen aynı sayıda iş müfettişi özveriyle denetim işlevlerini yerine getirmeye çalışmaktadır. Tüm ülke düzeyinde yaklaşık 1080 iş müfettişi görev yürütmektedir. Türkiye'nin gerek yüzölçümü ve nüfusu, gerekse işyerlerinin fazlalığı dikkate alınırsa iş denetimleri için çok önemli olan müfettiş sayılarının yeterli olduğunu söylemek olanaksızdır. Çalışma yaşamının en önemli sorunlarının birini ara işgücü istihdamı ve meslek eğitimi oluşturmaktadır. Bu konuda sorunları ortadan kaldırıcı, çözüm üretici etkin adımlar atılmamaktadır. Bu nedenle mesleki eğitim sistemi karmaşık ve sistematik olmayan bir özellik göstermektedir. Bu sürdürülemez durumun en önemli nedenlerinden birini ise mesleki eğitim sisteminin neredeyse yalnızca Milli Eğitim Bakanlığı'nın sorumluluk ve etkinlik alanında sınırlı tutulmasıdır. Farklı kategorilerle bulunan veya çalışan insanların özel sorunlarının çözümüne odaklı yaklaşım geliştirilmemektedir. Söz konusu çalışan kategorileri şunlardır: Çocuk ve genç çalışanlar, kadınlar, çıraklar, emekliler ve yaşlı çalışanlar, mevsimlik ya da kampanya işçileri, tarım, orman ve su ürünleri işçileri, işsizler, engelliler. 34