KÜBA. www.dergibursa.com.tr



Benzer belgeler
Türkçe Ulusal Derlemi Sözcük Sıklıkları (ilk 1000)

Anneye En Güzel Hediye Olarak Ne Alınması Gerekir?

OKUL MÜDÜRÜMÜZLE RÖPORTAJ

Bir$kere$güneşi$görmüş$ olan$düşmez$dara$

Kızla İlk Buluşmada Nasıl Sohbet Edilir? Hızlı Bağ Kurma Teknikleri

SAGALASSOS TA BİR GÜN

BÖLÜM 1. İLETİŞİM, ANLAMA VE DEĞERLENDİRME (30 puan) Metni okuyunuz ve soruları cevaplayınız. MUTLULUK HİKAYESİ

Cesaretin Var Mı Adalete? Çocuklar günümüz haberleriyle, gündemle ne kadar iç içe?

.com. Haftanın Diğer Çalışmaları En Kısa Zamanda Yayınlanacaktır.

Özel gereksinimli çocuklar

YOL AYRIMI SENARYO ALĐ CEYLAN

"Satmam" demiş ihtiyar köylü, "bu, benim için bir at değil, bir dost."

ΥΠΟΥΡΓΕΙΟ ΠΑΙΔΕΙΑΣ ΚΑΙ ΠΟΛΙΤΙΣΜΟΥ ΔΙΕΥΘΥΝΣΗ ΜΕΣΗΣ ΕΚΠΑΙΔΕΥΣΗΣ ΚΡΑΤΙΚΑ ΙΝΣΤΙΤΟΥΤΑ ΕΠΙΜΟΡΦΩΣΗΣ

TATÍLDE. Biz, Ísveç`in Stockholm kentinde oturuyoruz. Yılın bir ayını Türkiye`de izin yaparak geçiririz.

Melih Güler. - şiirler - Yayın Tarihi: Yayınlayan: Antoloji.Com Kültür ve Sanat

ΥΠΟΥΡΓΕΙΟ ΠΑΙΔΕΙΑΣ ΚΑΙ ΠΟΛΙΤΙΣΜΟΥ ΔΙΕΥΘΥΝΣΗ ΜΕΣΗΣ ΕΚΠΑΙΔΕΥΣΗΣ ΚΡΑΤΙΚΑ ΙΝΣΤΙΤΟΥΤΑ ΕΠΙΜΟΡΦΩΣΗΣ

66 Fotoğrafçı Etkinlik Listesi. 52 Haftalık Fotoğrafçılık Yetenek Sergisi

KÜÇÜK KALBİMİN İLK REHBERİNİN BU GÜNÜME UZATTIĞI HAYAT YOLU

Beyni geliştirmek ve zekâmızı parlatmak mümkün. Beyin, yeni bilgiler ve beyin faaliyetleri ile gelişir ve büyür.


ESERLERLE BAŞ BAŞA KALMAK. Hayalinizde yarattığınız bir yerin sadece hayal olmadığının farkına vardığınız bir an

I. Metni okuyunuz ve soruları cevaplayınız. ÖNEMLİ BİR DERS

İsim İsim İsimlerin Tamamlanmış Hali

Serbest Yazma Konuları. Yrd. Doç. Dr. Aysegul Bayraktar

3 YAŞ AYIN TEMASI. Cinsiyetim, adım, özelliklerim, görünümümdeki değişiklikler nelerdir?

Berk Yaman. Demodur. Kırmızı yazılar sizin sipariş verirken yollamış olduğunuz yazılardır

Yenilenen Geçici Hayvan Bakım Merkezi açıldı

Üniversite Üzerine. Eğitim adı verilen şeyin aslında sadece ders kitaplarından, ezberlenmesi gereken

Evren Nağmesinde Bir Gelincik Tarlası

MATBAACILIK OYUNCAĞI

TÜRKÇE DERSİ GÖRSEL OKUMA TESTİ Kubilay ORAL

YÜKSEL ÖZDEMİR. - şiirler - Yayın Tarihi: Yayınlayan: Antoloji.Com Kültür ve Sanat

Cümle içinde isimlerin yerini tutan, onları hatırlatan sözcüklere zamir (adıl) denir.

> > ADAM - Yalnız... Şeyi anlamadım : ADAMIN ismi Ahmet değil ama biz şimdilik

Hazırlayan: Saide Nur Dikmen

Yüreğimize Dokunan Şarkılar

FARELER VE İNSANLAR ADLI ROMAN ÜZERİNE DÜŞÜNCELER Fareler ve İnsanlar İnsan ilişkilerine ve alt tabaka insanların umut dolu

Budist Leyko dan Müslüman Leyla ya

Dört öğrenci sabahleyin uyanamamışlar ve matematik finalini kaçırmışlar, ertesi gün hocalarına gitmişler, zar zor ikna etmişler. Arabaya bindik yolda

HAYAT BENİM BİLDİĞİM KADAR MI?

TARSUS DA BİR GÜN...BELKİ DE İKİ... Adanalılar...Mersinliler...Gaziantep, Hatay ve Osmaniyeliler...Türkiye nin gezmeyi sever insanları...

İnsanı Diğer Canlılardan Ayıran Özellikler

.com. Faydalı Olması Dileklerimizle... Emrah&Elvan PEKŞEN

İSMEK İN USTALARI SANATA ADANMIŞ BİR ÖMÜR ETEM ÇALIŞKAN ETEM ÇALIŞKAN KALİGRAFİ SERGİSİ

Şef Makbul Ev Yemekleri'nin sahibi Pelin Tüzün Quality of magazine'e konuk oldu

Dünyayı Değiştiren İnsanlar

Kelaynakların Hazin Öyküsü

Benimle Evlenir misin?

YALNIZ BİR İNSAN. Her insanın hayatında mutlaka bir kitap vardır; ki zaten olması da gerekir. Kitap dediysem

Proje Adı. Projenin Türü. Projenin Amacı. Projenin Mekanı. Medeniyetimizin İsimsiz Taşları. Mimari yapı- anıt

.com. Faydalı Olması Dileğiyle... Emrah& Elvan PEKŞEN

BİR ÇOCUĞUN KALBİNE DOKUNMAK

''Hepimiz Atatürk'üz''

ÖMER GÜNEY CHP MENEMEN BELEDİYE BAŞKAN A.ADAYI

2. Sınıf Kazanım Değerlendirme Testi -1

ÖYKÜLERİ Yayın no: 170 ADALET VE CESARET ÖYKÜLERİ

Giovanni dışında bütün örenciler çok çalışıyor. O hiç çalışmıyor ama sınıfın en başarılı öğrencisi. Çok iyi Türkçe konuşuyor.

Herkese Bangkok tan merhabalar,

Orhan benim için şarkı yazardı

DENİZ YILDIZLARI ANAOKULU MAYIS AYI 1. HAFTASINDA NELER YAPTIK?

Türkçe. Cümlede Anlam Cümlenin Yorumu. Metinde Kazandıkları Anlamlara Göre Cümleler

Demodur Kırmızı yazılar sizin sipariş verirken yollamış olduğunuz yazılardır.

Biz beyaz yakalılarız. Günümüzün çoğu plazalarda geçer. 9-6, 9-9, bazen de ne kadar giderse o kadar çalışırız. Adımız aynı zamanda kimliğimiz.

tellidetay.wordpress.com

Ürünü tüketmesini/satın almasını/kullanmasını ne tetikledi?

ÇİÇEK GRUBU HAZİRAN AYI BÜLTENİ

Alfa Erkek Ve Kadınları Baştan Çıkarmanın Tüm Sırları


Haydi Deniz Kıyısına! Şimdi okuyacağınız hikâye Limonlu Bayır

ATATÜRK'Ü ANIŞ. Adım-Soyadım:...

Günaydın, Bana şiir yazdırtan o parmaklar. ( ) M. Mehtap Türk

DÖRT BİR YANINIZDA ŞEHRİN AYRICALIKLARI...

KAHRAMANMARAŞ PİAZZA DA AYDİLGE RÜZGARI ESTİ

Alt Üst Modern Sanat Enstalasyonu

Defne Öztürk: Atatürk ün herkes mutlu ve özgür olsun diye hediye ettiği bayramdır.

Bir başka ifadeyle sadece Allah ın(cc) rızasına uygun düşmek için savaşmış ve fedayı can yiğitlerin harman olduğu yerin ismidir Çanakkale!..

TEMA: OKULUMUZU TANIYALIM KONU: OKULUMUZ TARİH: 01 EYLÜL / 30 EYLÜL YAŞAYAN DEĞERLER: SEVGİ

Yukarıda numaralanmış cümlelerden hangisi kanıtlanabilirlik açısından farklıdır?

Bodrum a gönül veren ünlüler Trafo da buluştu

Maksut Genç. - şiirler - Yayın Tarihi: Yayınlayan: Antoloji.Com Kültür ve Sanat

ÜRÜN KATEGORİSİYLE İLGİLİ:

ARAŞTIRMANIN KAPSAMI. Saha Tarihi: 9 10 Nisan il ilçe mahalle/ köy

BARIŞ BIÇAKÇI Aramızdaki En Kısa Mesafe

Okuyarak kelime öğrenmenin Yol Haritası

ÇAĞDAŞ TÜRK EDEBİYATI. Betül Tarıman. Öykü GÖKYÜZÜ PRENSİ PO İLE KÜÇÜK KIZ. 2. basım. Resimleyen: Uğur Altun

Ön yargılar, eski yanlış bilgiler yıkılıyor. Yeni bir anlayış geliyor. Kendinizi ifade edebileceğiniz yeni yaratıcı alanlar geliyor.

Yeşaya Geleceği Görüyor

Bir gün Pepe yi görmeye gittim ve ona : Anlayamıyorum her zaman bu kadar pozitif olmak mümkün değil, Bunu nasıl yapıyorsun? diye sordum.

HAYAT BİLGİSİ A TEMASI: OKUL HEYECANIM. Gözümüzün rengi Saçımızın rengi Okula gitmemiz Yukarıdakilerden hangisi fiziksel özelliğimiz değildir?

WILHELM SCHMID Arkadaşlıktaki Saadete Dair

İnsan Okur. Resimleyen: Reha Barış MERAKLI KİTAPLAR

Page 1 of 6. Öncelikle, Edirne de yaşanan sel felaketi için çok üzgünüz. Tüm Edirne halkına, şahsım ve üniversitem adına geçmiş olsun demek istiyorum.

AŞKI, YALNIZLIĞI VE ÖLÜMÜYLE CEMAL SÜREYA. Kalsın. Mutsuz etmeye çalışmayacak sizi aslında, sadece gerçekleri göreceksiniz Cemal Süreya nın

MUTLU HAFTALAR. Emrah&Elvan PEKŞEN

MUTLU HAFTALAR. Emrah&Elvan PEKŞEN

Doğuştan Gelen Haklarımız Sadece insan olduğumuz için doğuştan kazandığımız ve tüm dünyada kabul gören yani evrensel olan haklarımız vardır.

A1 DÜZEYİ A KİTAPÇIĞI NOT ADI SOYADI: OKUL NO:

"medya benim ayağımın altına muz kabuğunu biraz zor koyar" vari açıklamalarda bulunuyordu ki Olanlar oldu

Transkript:

Aralık 11 - Ocak 12 Fiyat : 7 TL 06 www.dergibursa.com.tr K E N T R E H B E R İ V E Y A Ş A M D E R G İ S İ KÜBA BURSA NIN CUMHURİYET TEN UMUDU - UMUT ÇOCUKLARI - SÜHA DERBENT - KARS JEHAN BARBUR - GÜLAY ÇALLI - MİLLİ PİYANGO - PLAKLAR - STEVE JOBS - UMUT

1

2

3

editör notu Bir ümit işte Kısa ve net bir şekilde, derginin bu ayki teması umut diyorum ve ekliyorum. Bilen var mı acaba, neden umut denince aklımıza hemen umutsuz yaşanmaz demek geliyor? Çok oyalamadan açıklayayım ve editor notumu düşerek sözlerime son vereyim. Önce kısa bir tanımlama yapmak faydalı olabilir. Umut ki birçok kişi ona böyle seslenir, ya da ümit, insanların yaşamındaki olay ya da durumlarla ilgili olumlu sonuçlar çıkabileceği ihtimaline dair duygusal bir inancı temsil eder. Başımız sıkışınca başvurduğumuz Türk Dil Kurumu ise ummaktan doğan güven duygusu olarak tanımlar ümidi. Bu duyguyu veren şeyler bizim için ümittir kısaca. Ummak ise bir şeyin olmasını istemek, beklemek, belki de sanmak ya da tahmin etmektir. Bu kadar tanımlama yeter dediğinizi duyar gibiyim. Buna göre umut genellikle iyi bir sanma eyleminin ardından gelen bir güven dir aslında. İyi bir sanıya olan inancımız bize güvenme hissiyle birlikte bir huzur da verir bir taraftan. Hemen hızlıca düşünelim. Oğlunuz evlensin istiyorsanız, siz onun için iyi bir şeyler umut ettiğiniz kadar ona güveniyorsunuz da demektir. Platonik aşkınızın sizi fark etmesini ümit ediyorsanız, ona (aslında burada durum biraz karışık, hayalinize diyerek devam etmeli söze) güveniyorsunuz demektir. Örnekler daha çoğaltılabilir ama bu noktada değinilmesi gereken başka bir husus daha var. Umut aslında biraz da sebat etmeyi gerektiriyor. Demek istediğim şu ki belli kanıtlarınız dahi olsa bir durumun muhtemel olduğuna inanabilirsiniz. Ümit etmenin başkalaşmış şekilleri de var. Bu sayıyı hazırlarken tüm dergi bursa dostları ile sıkça umut üzerine konuştuğum, üzerine okuma yaptığım ve umut etmeyi gerçekten çok sevdiğim için hayalperest bile sayılabilirimumudun ne demek olduğuna epeyce yaklaştım. Bazı dinlerde umut bir erdem sayılıyor. Tersten düşünecek olursak yani umutsuzluk, tanrıya veya tanrılara karşı bir isyan olarak ifade edilebilir. Aslında bu durum semavi dinlerde de böyle. Bu dinlerde inanç ile umut birlikte anılır. Her zaman ahirete dair umut edilmesi istenir. Kişi hiçbir zaman tanrıdan umudunu kesmemelidir. Alın size büyük bir umut. Mitolojilerde bulabildiğim kadarıyla bir yazarımızın bu konuya girdiğim için bana kızacağını biliyorum ama- umut kavramı farklı hikayelerle açıklanıyor. Çoğu mitolojide umut belirli bir tanrı veya tanrıça ile özdeşleştirilmiş durumda. Örneğin, Yunan mitolojisinde umut kavramı Elpis olarak vücuda gelmiş. Mitolojideki diğer umut tanımlaması ise Pandora nın Kutusu ile ilgili. Fakat bu konuya dergi içeriğindeki bir yazıdan ötürü girmiyorum. Roma mitolojisinde ise umut son tanrıça olan Spestir. Umudun diğer bir anlamı ise bence günlük ilişkilerimizde saklı. Umut, hayatın sillesini yemiş, dayanacak fazla dalı kalmamış insanların tek dayanağı, tek sığınağı olarak bilinir. En basit ifadesi ile umut fakirin ekmeği dir Umut ettiğin sürece yaşarsın gibi cümlelere aslında benim bir isyanım var. Zaten bu konuyu yazma sebebim de tam olarak bu. Umutsuz yaşanmaz demek bence büyük bir çaresizliği gösterir. Ağzımıza sakız ettiğimiz bu söz derbeder bir ifadeden öteye gidemeyen, hatta bence neredeyse anlamsız ve umut kelimesinin gerçek anlamıyla yan yana bile gelmemesi gereken bir söz. Sanki denizde boğulan birisi bir dal parçasına uzanıyor gibi. Bunun yerine çıkmadık candan umut kesilmez çok daha onurlu bir söz dizesi olabilir benim için. Umutsuz yaşanmaz öyle mi? Geleceğe ki bu da bir yazı konusu- karşı umudunuz yoksa yaşam ne kadar anlamlı? Hayır. Umut kelimesinin yakınında olumsuz bir ifade olmamalı Bence başaracak demeli mesela. Hayatı akışına bırakırken bir yandan onunla barış çubuğu tüttürüp diğer yandan yakındığımız onca acımızı biraz olsun hafifletebiliriz. Bu arada, sizce umut nedir? Yazarsanız biraz sohbet edebiliriz. Editör Notu: Unutmadan bu sayıda ne mi var? Bu kez beni affedin. İpucu vermeden size kalan sayfaları okumanız için umut aşılamalıyım. Siz iyisi mi umudu diğer sayfalara taşıyın. Engin Çakır 4

5

arka plan Yıl: 1 Sayı: 6 / Aralık 11 - Ocak 2012 ISSN: 2146-1457 Yerel Süreli Yayın (2 Aylık) www.dergibursa.com.tr İmtiyaz Sahibi ve Yayın Yönetmeni Engin Çakır (Sorumlu) engincakir@photographica.com.tr Yazarlar A.Kadir Kılınç, Celil Sezer, Dilek Şen, Emine Civanoğlu, Erdinç Tuğcu, Gözde Aral, Hakan Akdoğan, Melih Karaer, M.Ömür Akkor, Nazan Aşkalli, Nazlıhan Ergin Şevik, Özlem Şenkoyuncu, Özgür Çakır Uzman Yazıları Psk.Ayşegül Alkış, Doç. Dr. Erdoğan Aslan, Op.Dr. İ.Hakkı Tekkeşin, Ecz. Tunca Toker, Özgür Akkaya Erdemol, Op.Dr. Ruhi Sayar www.dergibursa.com.tr Yayın ve Reklam Koordinatörü Emine Korku eminekorku@photographica.com.tr Grafik Tasarım Photo Graphica Creative grafik@dergibursa.com.tr Fotoğraf Celil Sezer, Demet Argun Güngör, Engin Çakır, Özgür Çakır Çorbada Tuzu Olanlar Aise Amet, Bedri Yalman, Emre Sıcakkan, Esra Minez, Esin Şuekinci, Saffet Yılmaz, Sercan Berberoğlu, Sezai Evans, Özgür Ceyhan, Zeynep Terzioğlu Baskı www.ozgun-ofset.com Yayıncı / Yapımcı / Yönetim Çekirge Mah. Selvili Cad. No:12 Çelebi 2 Apt. D.1 Osmangazi / BURSA T. (0224) 233 87 11 www.photographica.com.tr info@photographica.com.tr Dergi Bursa, Photo Graphica tarafından T.C. yasalarına uygun olarak yayınlanmaktadır. Dergi Bursa nın isim ve yayın hakkı Photo Graphica ya aittir. Yayımlanan yazı, fotoğraf ve konuların her hakkı saklıdır ve tüm sorumluluğu eser sahiplerine aittir. İzin alınarak ya da kaynak gösterilerek alıntı yapılabilir. Reklamların sorumluluğu reklam verenlere aittir. Dergi Bursa, Basın Meslek İlkeleri ne uymaya söz vermiştir. Dağıtım www.seckurye.com Reklam İletişim / Abonelik reklam@dergibursa.com.tr abone@dergibursa.com.tr T. (0224) 233 87 11 6

7

plan K E N T R E H B E R İ V E Y A Ş A M D E R G İ S İ plan tek karede Bursa bursa dokusu tema hayatın hikayesi dosya semboller yakın plan Türkçe sözlüğü kavram defteri kitabi armoni g.zaman kipinde film şeridi evrensel sanat bakış açısı uzaktaki yakın gezi - yorum odak noktası tekno günce hemzemin deli kızın defteri köşe havadan sudan serbest yazı eğitimin psikolojisi ruhun gıdası sağlık bursa mutfağı keyfi yerinde dekorasyon rehber bursa mekan proje Yola düşen umutlar - Sezai Evans Bursa nın Cumhuriyet ten umudu Umudumuz çocuklarımızdır bizim Umut a notlar - Özgür Ceyhan Milli umudumuz Pandora, kötülük, kutu ve... - A.Kadir Kılınç Gökyüzündeki umudu Dilbilgisi Umut mu? Nerede? - Hakan Akdoğan Erken kaybedenler / Emrah Serbest-Emine Civanoğlu Şarkılarım hep umut için Jehan Barbur - Aise Amet Geçmişin cızırtılı sesi - Plaklar Hollywood ta bir Fransız - Lea Seydoux - Esra Minez Tarihin dört ruhlu adamı - Michelangelo Dilek ağaçlarına bağlı umutlar - Gülay Çallı Cuba Libre - Özgür Çakır Kars - Celil Sezer Süha Derbent / Bir kedi hayranı - Aise Amet Steve Jobs ve hayatı - Erdinç Tuğcu İçimizdeki isyankarlar - Nazlıhan Ergin Şevik ikinoktaüstüsteaçparantez - Gözde Aral Şu dokuz ay geçsin hele... - Dilek Şen Umut her yerde - Nazan Aşkalli Umut ettiğimiz gelecek - Özlem Şenkoyuncu Küçüklerin büyük umutları Hatha Yoga - Özgür Akkaya Erdemol Uzman yazıları ile sağlık konuları Benim için yılın en iyileri - Ömür Akkor Şeytan patlatan - Melih Karaer Deco Center dan hediye önerileri Bursa nın yaşam rehberi Samimiyetin ayak alışkanlığı - Şey Pub 15300 Misia harikalar diyarı 10 12 22 26 30 34 36 38 40 42 46 50 54 56 58 62 80 84 90 94 96 98 100 102 104 106 108 116 120 124 126 128 134 www.dergibursa.com.tr 8

9

tek karede bursa Yola düşen umutlar Her yol umuttur bize. Gidişimize bir tek rüzgar şahittir, Yola düşen gölgemiz sadece bir iz... Umudun rengi mavi üzerimizde, Rotamız kahverengiden yeşile ve sarıyadır. Gittikçe çoğalır içimizde birikenler ve yeşerenler. Gittiğimiz her yol umuttur bizim için. Sarıldığımız hayalin adıdır umut. Geride bırakamadığımız, önümüze kattığımızdır. En engebeli, en sarmal yolda bile, Biteceğini umarız zorlukların. Uzadıkça yollar arzumuz artar içten içe. Yürüdükçe, yol aldıkça aşılır engeller. Kesik çizgiler birleşirken zihnimizde, Özlediğimiz her şey yanı başımızdadır. Umuttur içimizdeki, 100 m. ileride kalan. Uludağ Yolu, 29.10.2011 Hazırlayan: Sezai Evans 10

11

12 bursa dokusu

Bursa nın Cumhuriyet ten umudu Yüzyıllardır Bursalıları alçak gönüllüğü ile ağırlayan tarihi çarşılar, hanlar ve hamamların arasından geçen Cumhuriyet Caddesi, nostaljik tramvayın ve cadde düzenlemelerinin ardından bambaşka bir kimliğe büründü. Şehrin kalbinde yeşeren bu umutla biçimlenen Cumhuriyet, Bursa nın yeni vitrini olmaya aday. Yazı: Engin Çakır Fotoğraflar: Demet Argun Güngör 13

14 bursa dokusu

ŞEHİRLERİN hafızaları vardır. Fakat içerisinde yaşayanlar çok daha hızlı unutur olup bitenleri. Bugün yürüdüğü sokaklarda daha önce ne olduğunu umursamaz insanoğlu Hamidiye den Meşrutiyet e, Meşrutiyet ten Cumhuriyet e uzanan bir yolun hikayesini durup düşünmez mesela. Ama o yol geçmişten bağlar taşır ayaklarının altına. Üzerinde olup bitenlere şahittir. İşte bugünün Cumhuriyeti nde olup bitenler, geçmişi geri getiriyor adeta ve esas şaşırtıcı olan geçmişten gelen bu bağlar gelecek için umut vadediyor insanlara. Herkes şehir merkezinin eski, yaşlı ve hantal yapısını unutmak istiyor artık. Görünen o ki yavaş yavaş unutuyoruz zaten. Gökdere Meydancık Köprüsü nden Cumhuriyet Caddesi ni takiben Tarihi Hanlar Bölgesi nin ortasından geçerek Zafer Plaza ya kadar uzanan 1,5 kilometrelik nostaljik tramvay zaten işin rengini değiştirmiş durumda. Tramvayların geçtiği güzergahlar araç trafiğine kapatılarak, caddenin boydan boya yaya aksına dönüştürülmesinin yanında uygulanan cephe sağlıklaştırma projeleri caddeyi cazibe merkezi yaptı bile. Tüm bu çalışmaları yürüten Bursa Büyükşehir Belediyesi hummalı çalışmalarını sürdürüyor ve bu caddeyi Bursa nın İstiklal i yapmaya kararlı görünüyor. Aslında şehrin merkezindeki dönüşüm bu cadde ile de sınırlı değil. Stadyum dan Heykel e kadar uzanan hattaki cephe sağlıklaştırmaları sürüyor. Özellikle Atatürk Caddesi ndeki dönüşüm en az Cumhuriyet Caddesi ndeki kadar dikkat çekici. Fakat nostaljik tramvayın etkisi ile köklü değişimi yaşayan cadde tabi ki Cumhuriyet. Bu değişimin Altıparmak ın sonuna kadar uzatılması planlar arasında. Böylece şehir trafik istikametleri de tamamıyla değişecek, toplu taşımaya daha çok inanan ve bu araçları kullanan kentliler olacağız. Şehir merkezinde toplu taşıma araçları ve nostaljik tramvay dışında bir araç bulunmayacak. Altıparmak Caddesi ile Gökdere Bulvarı nı birleştiren Cumhuriyet Caddesi tramvayın varlığı ile yoğun araç trafiğine maruz kalmaktan kurtuldu. Güzergah üzerinde 9 adet durak bulunuyor. Tramvayın enerji beslemesi için inşa edilen kataner direkleri aynı zamanda aydınlatma için de kullanılarak cadde aydınlatılması için gerekli direk sayısı minimumda tutulmuş. Buna ilaveten özel olarak cadde mimarisine uygun aydınlatma armatürleri temin edilmiş. Şu an için 3 tane tramvay bulunuyor. 15

bursa dokusu Dönüşümlü olarak sefer yapıyorlar. Yeni yılın ilk günlerde 2 tane daha eklenecek. Cadde üzerindeki 120 binaya müdahale edilmiş durumda. Her binaya farklı uygulamalar yapılmış. Daha doğru bir ifade ile binanın şekline göre müdahale edilmiş. Genel olarak dış cephelerdeki klimalar ve reklam tabelaları kaldırılıp, ısı yalıtımlı pencere ve doğrama değişimleri yapılmış. Kaldırılan klimalar 1. Kat seviyesinde yapılan ve çelik kontrüksiyon üzeri ireko ahşap malzemeden yapılan klima saklama haznelerinde gizlenmiş. Dükkanların giriş kat camekanları ve doğramaları yenilenmiş, mal sahiplerinin talebi doğrultusunda tam otomatik uzaktan kumandalı kepenk sistemi takılmış. Doğrama kenarları herhangi bir müdahale ve kablo vs. kirliliğin önlenmesi amacıyla birinci sınıf emprenyeli ahşap lambri ile kaplanmış. Böylece, klima saklama haznesi, tam otomatik uzaktan kumandalı kepenk sistemi ve ahşap lambri kaplama elemanları bir bütünlük içinde yerleştirilmiş. Binaların mevcut çatıları da düzenleme kapsamında elden geçirilmiş. Dış cephe traverten cephelerde, traverten kaplamaların kırık olanları yenilenerek travertenler özel yöntemlerle silinerek yeni hale getirilmiş. Dış cephesi mozaik binalarda, binanın dış cephesinde 5 cm kalınlığında mantolama ile koruma yapılarak, binanın ısı yalıtım sorunu çözülmüş. Ayrıca, sıva grenli boya ile uygulama tamamlanmış. Doğrama değişimleri ve mantolama(xps kaplama) sonrası pencere denizlikleri de yenilenerek binalar son halini almış... Yenileme çalışmalarının gerçekleşme oranı şu an yüzde 60 civarında. Cumhuriyet e uzanan tarihsel süreç Cumhuriyet Caddesi günümüze dek birçok değişim sürecinden geçti. Ancak bunların tamamı tarihi eserler ve taşınamaz mallar üzerinde gerçekleşti. Caddenin geçmişi ve yaşadığı değişimleri sağlıklı ve cadde özelinde geniş bir şekilde veren bir kaynak malesef ki bulunmuyor. Ancak farklı kaynaklardan teyit edilerek çıkartılabilecek bazı notlar da yok değil. Yüzyıllardır farklı seyyahların ya da yazarların yazdıklarında veya tarih kitaplarında Doğu nun en güzel şehirlerinden bir tanesi şeklinde tarif edilen Bursa, özellikle Osmanlı döneminden sonra çok daha hızlı süreçler yaşadı. 20. yüzyıla gelindiğinde yoğun olarak hissedilen batılılaşma arzuları şehirde kökten değişikliklere de sebep oluyordu. Ekonomiden sosyal yaşama bu değişimler şehircilik alanında da kendisini gösterdi. Şehirde, yüzyıllardır 16

17

18 bursa dokusu

ticaret ve konaklama hizmeti veren hanlar yerini otellere, iş merkezlerine bıraktı. Batılılaşma hareketine paralel olarak yeni kamu binaları ve geniş yollar birer birer yerini aldı. Okullar, hastaneler, oteller, lokantalar, bankalar, mağazalar, iş hanları, ipek fabrikaları, belediye, posta ve telgraf idaresi, tiyatro binası, karakollar ve saat kulesi gibi kente damga vuran onlarca anıtsal yapı kentin simgeleri arasına girdi. Cumhuriyet Caddesi de bu değişimden nasibini aldı. Valinin yolu kesilir mi, açın burayı Bu dönemde Bursa da yaşanan büyük değişimin öncüsü kuşkusuz Vali Ahmet Vefik Paşa ydı. Daha sonra gelen valiler de bu değişimi sürdürdü ancak şehirde iki ayrı dönemde görev yapan ve ikincisinde halkın şikayetiyle görevden alınan Vali Ahmet Vefik Paşa; Bursa nın çıkmaz sokaklarına arabasıyla girip Valinin yolu kesilir mi, açın burayı diyerek, evleri ve anıtsal yapıları yıkarak yol açıyordu. Paşa nın bu uygulamaları kimine göre taşkın kişiliğinden kimine göre ise içinde bulunulan dönemin taşıdığı Batıcı unsurundan kaynaklanmaktaydı. Tanzimat fermanı ile birlikte kentte, sosyal, politik, ekonomik ve kültürel dönüşümler yaşanıyordu. 19. yüzyıl sonunda hem ticaret, hem de konaklama işlevlerini barındıran hanların yerini oteller ve işhanları almaya başlamıştı. Bu dönemde bölgeye yönetim ve kültür yapıları yapılmış, Osmanlı daki modernleşme hareketinin bir yansıması olarak modern kamusal mekanları birleştiren geniş yeni yollar açılmıştı. Vali Ahmet Vefik Paşa döneminde Saray Caddesi genişletilerek ismi Hükümet Caddesi olmuştu. Gemlik Caddesi yapılmıştı. Vali Münir Paşa döneminde ise Maksem Caddesi açılmıştı. Vali Mahmut Mümtaz Reşit Paşa (1903-1906) döneminde de Mecidiye ve Hamidiye Caddesi... Sultan II. Abdülhamit in (1876-1909) tahta çıkışının 25. şeref yılı anısına Bursa da birçok etkinlik de gerçekleşti. Müze-i Hümayun un açılması; Temenyeri nde Hamidiye Çeşmesi nin yapılması, Murat Hüdavendigar ve Orhan Cami nin onarılması bunlar arasındaydı. Hamidiye Caddesi nin açılmasının da aynı tarihlerde gerçekleştirilmesi ve caddenin batı girişine tuğla işçiliği ile karakol ve 19

bursa dokusu çeşme yaptırılması, Acem ve Arap tarzı pencereler kullanılması, caddenin kuzeydoğu köşesindeki Saman Pazarı denilen bölgede benzer bir karakol ve çeşme yapılması Vali Reşid Mümtaz Paşa nın eseriydi. Benzer bir çeşmeden Mecidiye Caddesi nin (Fevzi Çakmak) caddesi köşesine de yapılmıştı. Bu çeşmelerin Ulu Cami nin güneybatı köşesinde Sultan Abdülhamit II. döneminde 1903 te yapılan Çinili çeşme esas alınarak uygulandığı görülür. Hamidiye Caddesi nin çeşme ve karakollarının da Sultan II.Abdülhamid in tahta çıkışının 25. şeref yılını taçlandırmak için yapılan etkinlikler arasında gerçekleştirildiği belirgin bir şekilde ortada... Bugünkü adı Cumhuriyet Caddesi olan Hamidiye Caddesi, Hükümet Caddesi nin kuzeyinde ve bu caddeye paralel olarak Hanlar bölgesi sınırında Doğu-Batı doğrultusunda açılırken caddenin batı ülkelerindeki gibi düz ve geniş olması sebebiyle birçok değerli taşınmaz kültür varlığı (han, hamam, mimari eserler, çeşmeler vb.) kısmen veya tamamen yol için feda edildi. Örnek vermek gerekirse caddenin batısındaki Marsilya kiremiti, delikli tuğla, kanalizasyon ve kuyu künkleri gibi ürünler üreten bir fabrika ile sağ yamaçta bulunan karakol, çeşme ve Pirinç Han ın kuzey batı köşesi yola gitmişti. Gökçenlerin fabrikası da yol yapımı nedeniyle ikiye ayrıldı ve yolgeçen fabrikası olarak anıldı. Pirinç Han ın doğusundaki Tavuk Pazarı Hamamı nın soğukluk bölümleri de yol için yıktırılmıştı. Perşembe Hamamı(Kadı Hamamı) nın da soğukluk kısmı ve kubbesinin bir bölümü yıktırılarak kesilmişti. Tahıl Hanı da bu yıkımdan nasibini alanlar arasındaydı. 19. yüzyıl başında Bursa çarşısında görülen fiziki değişimler, Osmanlı İmparatorluğu ndaki modernleşme süreci ile paralel ilerliyordu. Sonraki süreç caddenin kaderini ve ismini değiştirmeye devam etti. Yola Sultan Abdülhamit adına izafeten Hamidiye adı verildi. Ancak caddenin ismi Meşrutiyet in ilanıyla Meşrutiyet Caddesi oldu. 1926'da ise Meşrutiyet adı Cumhuriyet Caddesi olarak değiştirildi. Çarşı ve Hanlar Bölgesi nin Unesco Dünya Mirası Listesi ne girmesi yönündeki çalışmalar devam ederken, bölgedeki ticari alışkanlıklar da değişiyor. Toptancıların başka bölgelere taşınmasıyla yapılacak kafe, restoran, eğlence ve konaklama mekanlarıyla Cumhuriyet Caddesi, gece gündüz yaşayan bir cadde hüvviyeti kazanacak. Zaten yatırımcıların dikkatleri çoktan bu caddeye çevrilmiş durumda. Cumhuriyet Caddesi nin cephe düzenleme çalışmaları caddeyi daha bugünden Bursa ya yakışır bir hale getirmiş durumda. Öyle gözüküyor ki buradaki çalışmaların çevresine yansımaları da aynı şekilde devam edecek ve şehir merkezi geleceğe daha umutlu bakacak. Yararlanılan Kaynaklar / Kişiler Bursa Defteri Dergisi Haziran 1999 / Mayıs 2008 / Mart 2009 Tarih içinde Bursa Bursa Büyükşehir Belediyesi Yayını 1989 Tarihi Bursa Hanları ve Kapalıçarşı Ted Bursa Koleji Kültür Yayınları 2004 Meşrutiyet ten Cumhuriyet e Bursa Raif Kaplanoğlu - 2006 Yer Adları Ansiklopedisi Raif Kaplanoğlu Bursa da eski eserler, eski şöhretler - Şeref Erler 1966 Çarşının öyküsü - Bursa Büyükşehir Belediyesi 2011 Bursa Kaynakçası Nezaket Özdemir Bursa Büyükşehir Belediyesi 2011 Nilüfer Akkılıç ve Bursa Şehir Kütüphaneleri Saffet Yılmaz Bursa Büyükşehir Belediyesi Basın ve Halkla İlişkiler Yard. Doç. Dr. Bedri Yalman 20

21

22 tema

Umudumuz çocuklarımızdır bizim Bu ayın teması umut. Umudun tüm sözlüklerdeki karşılığı ise çocuklar bizim için. Fazla söze ne hacet demişler. Geleceğin ışıklarını görebilmek için tek ihtiyacımız onlara güvenmek. Onlar en yakın, en içten, en bizden, en umut dolu geleceğimiz. Biz onlara inanıyoruz. 23

24 tema

25

hayatın hikayesi Umut a notlar Yazmak, zaman ve anlamak üzerine... Özgür Ceyhan 26

OĞLUMUZ soğuğun kemiklere işlediği, güneşli bir kış günü Montreal de doğdu. Umut ismini doğmadan önce düşünmüştük. Her ana baba gibi beklentilerimiz vardı. Küçücük haliyle ihtiyacımız olan güveni verdi bize. Onu kucağımıza alır almaz anladık onun Umut olduğunu. Daha uygun bir isim olamazdı onun için. Umut doğmadan eşimle bir deftere yaşadıklarımızı not etmeye karar verdik. Bir tür seyir defteri olacaktı. Umut için, bizim için. Zamanı gelince Umut la paylaşmayı planladığımız için tüm yazdıklarımızda ona hitap ettik. Defterin tek okuyucusunu Umut olarak düşünmüştük. Bir süre sonra okuyucu olarak kardeşi de eklendi. Aşağıda okuyacaklarınız bu defterden alındı. Umut un varlığıyla kafamı çok karıştırdığı, kendimi yoğun bir şekilde sorgulamama neden olduğu bir dönem olmuştu. Aldığım kısımları seçerken bu dönemi ve umut kelimesinin kendi içinde barındırdığı çelişkiyi düşündüm. Beklentisiz umut olmuyor, umut kelimesinin anlamının gereği bu. Ama ya beklenen bilinmiyorsa? Umutlarınızdan korktuğunuz oldu mu hiç? Benim oldu. Paris, 25 Kasım 2011 Buradan şu zamana nasıl gidebilirim acaba? Her gecikmenin açıklaması yapılabilir sanırım. Ama sana yazamamamı anlaşılır kılacak herhangi bir gerekçe bulamaz oldum oğlum. Aylar oluyor, tek kelime yazmadım. Makul bir özürün kabul edilebileceği sınırı çoktan geçtik. O yüzden gevelemeden sana olanları özetlemeye çalışayım. Yapabileceğimden şüpheliyim, bilesin. Önceleri herşey normal görünüyordu. Senin de bugün hayal meyal hatırladığın o hiç bitmeyen koşuşturmaca. Benim sonu gelmeyen iş başvurularım, annenin her dönemeçte tekrar başladığı doktorası, önce Kanada dan Fransa ya, oradan da Almanya ya taşınmamız... Curcunanın içinde nefes alamıyorduk ki yazalım sana. Ya da öyle göründü bize. Yaşanan anın içinden o anın öncesine bakınca anlaşılır görünüyor herşey. Gelecekten bugüne bakmaya kalkınca anlamlar kıpır kıpır yerlerinde duramaz oluyor. Kelimelerin anlamları yerinde durmazken, okuman için yirmi yıl bekleyen bu notların hayatımızdaki yeri ne yana düşüyor bilmiyorum.... Sözünü ettiğim bilememe hali, bizi sorunun en önemli unsurlarından birine getirdi. Zamanı anlatmanın yolu nedir? Zamanı betimleyen sözcükler akla düştükleri an ile birlikte anlamlarını kazanıyorlar. Dün, bugün, yarın, birazdan, şimdi... Hiçbir zaman ı ve her zaman ı bu genellemenin dışında tutmalıyız tabi... (Ne de olsa bir tek onların relatif pozisyonları yok zamanın içinde.) Seslendirildikleri anda, o ana göre anlam veriyor zamanı tasvir eden kelimeler. Yazıya dökülenlerinse kaderi biraz daha farklı. Eğer metnin kendi içinde zamanı yoksa, bir 19 yy. romanı değil de bir matematik makalesiyse örneğin, şimdi hangi günün hangi saatine denk düşer? Böylesi yerlerde kelimeler zamansız var olup, her anın içinde başka başka zamanları tarif ediyorlar. Sana yazarken bu zamansızlık hissi köklendi yavaşça. Bu yazdıklarımı okurken oğlum, dün artık sadece dün değil, dün senin doğduğun gün, büyüyüp ilk adımlarını attığın gün, kardeşinin ameliyatından önceki ve sonraki gün, üniversiteye başladığın, aşk acısıyla kıvrandığın, ilk çocuğunu kucağına aldığın gün. Ve bugün benim bunları yazdığım, senin yazdıklarımı okuduğun, okuduklarına güldüğün, ağladığın, bana kızdığın, anneni nasıl da olmayacak şeyler için (mesela o çirkin kızlar için) üzdüğünü hatırlayıp içinin cız ettiği gün. Yarın ise sana bunları yazmayı kafamda kuracağım gün olacak. Sana bu bahsettiklerimin tümü, bugün, dün ve muhtemelen yarın, yani belirsiz bir gün, yaşanıyor, yazılıyor, okunuyor... Sana yazma sıkıntımın arka planında, basit bir fiil çekimi meselesinin çok ötesinde, bilincimi zamansal parçalara bölen, bu şizofrenik halin olduğunu nereden bilebilirdim. Bunu fark ettiğimde çoktan yazamaz olmuştum. İnsanın en büyük düşmanı kendisiyse eğer ve düşmanının düşmanı dostuysa, kişi kendisinin nesi oluyor? Bu iç sıkıntısı artık dayanılmaz olup bir dosta yakınma vakti geldiğinde problemimin etrafını eşelemeye başladım. Dile getirebilmeliydim en azından. Yuri Ivanoviç i hatırlıyorsun, değil mi? Olağanüstü zekası, dehşet uyandıracak duyarlılığı olan, tüm bunlarla birlikte dünya tatlısı olmayı becerebilen bir adamdı. Zaman içinde parçalanmış şuurumu örnekleyen bir cümle oldu yine. Yuri Ivanoviç i daha dün gördüm. Beni görür görmez gülümsedi, seni, anneni sordu, kardeşinin sağlığını uzun uzun konuştuk. Son makalem üzerine tartıştık... Sen bunları okurken Yuri Ivanoviç muhtemelen aramızda olmayacak. Sakin konuşmasının tonu hafızamızdan yavaşca silinmiş olacak, yüzünün hatlarını hatırlamak için senin kucağında olduğun fotoğraflara bakma ihtiyacı duyacağız. Ama samimiyetini akıl sağlığımız yerinde olduğu sürece hep ferahlatıcı bir anı olarak saklayacağız sanırım. Ama tüm bunları kim bilebilir? Sadece sen oğlum. Şu an okurken bunları, olacakları yani olmuş olanları sen biliyorsun. Yuri Ivanoviç ile buluşmaya gittiğimde bunları ben bilmiyordum. Tren istasyonu yakınlarında bir restoranda buluştuk. Yine yağmurlu bir gündü. Kaybolan, unutulan şemsiyeler ve onların insanlardan bağımsız elden ele dolaşarak geçirdikleri ömürlerinden bahsettik. (Benim adım Kırmızı daki Para yı hatırlıyor musun?) 27

hayatın hikayesi Nereden başlayacağımı bilemiyordum. Gündelik sıkıntılarımdan başladık. Sürekli yer değiştirmekten, göçebe hayatına neden olan işimizden. Ve işim yüzünden annenin işine engel olma halinden... Sen biliyorsun tabi ama zamanla yanımızda başkaları da olacak belki. Yollarımızın daha önce hiç kesişmediği başkaları. Onlar için biraz bahsedeyim. Ben akademisyenim. Annen biz evlenmeden önce yasadışı göçmenlerin yasal temsilciliğini yapıyordu. Berbat bir işti onunkisi. O göçmenlerin yaşadıklarını değil görmeye, dinlemeye, bir an akıldan geçirmeye bile yürek dayanmaz. Biraz da benim zorumla oldu sanırım, annen gerçek insanların dertlerine deva olmayı bırakıp insan hakları doktorasına başladı. Eski iş arkadaşlarıyla bağını hiç kaybetmedi. Dünyanın muhtelif problemli bölgelerinde, Afrika da, Güneydoğu Asya da, Birleşmiş Milletler, Kızıl Haç, sınır tanımayan muhtelif örgütler için çalışan arkadaşlarından mesajlar geldiğinde gözlerinin önüne hep karanlık bir bulut inerdi. Ama hiç geri dönmekten bahsetmedi. Kaşınan ben(d)im hep.... Bense, gayet iyi biliyorsun oğlum, bugün olduğum gibi o günlerde de arızalıydım. Yuri Ivanoviç e artık akademik kariyerime son vermeyi düşündüğümü söyledim. Neden eşim bunca zaman benim kariyerime mahkum olmuştu ki? Vasatın biraz üzerindeki akademik başarım bize ortalama bir yaşam sağlıyordu ama bunun için miydi sürdürdüğümüz hayat? Ben eşimin kariyerini takip etmeliydim aslında. Kabul etmeliyim; genel anlamda daha rahat, huzurlu bir hayat vadetmiyordu bu seçenek. Daha iyi bir insan olunabilir belki ihtiyacı olan insanlara yardım ederek ama daha iyi birer anne baba olunamayacağı da kesin gibi. İşte bunları Yuri Ivanoviç e anlatırken yavaş yavaş berraklaştı resim gözümün önünde. Senden korkuyordum!... Hangi tercihi kullanırsam kullanayım mutlak, genelgeçer bir çözüme ulaştırmayacak beni. Öte yandan sen, zamandan bağımsız, olacakları biliyorsun bugün. Hatalarımızı, seçeneklerimizi, kaçırdığımız fırsatları görüyorsun. Yirmi yıl önceki halime bakıyorum, insanları yargılarkenki pervasızlığıma, acımasızlığıma. Eğer bana benzeyen bir yanın varsa, vay halimize. Elinde bu kayıtlar da olacak çünkü.... Yuri Ivanoviç sabırla ve dikkatle dinledi beni. Kibarca aradığım öngörünün onda olmadığını söyledi. Ama insan seksenine yaklaşırken bile hayat tecrübesi onu yanıltabiliyor. Çünkü hemen ardından, hayatta seçimlerin düşünüp bulunamadığını, zamanı gelince kararların kendilerini verecek kişileri bulduğunu söyledi bana. Kalktık. Şemsiyemizi bıraktığımız yerde bulamadık. Bizi terk edip bir başka hayata başlamış bile. Çiseleyen yağmurun altında enstitüye yürürken iş konuştuk yol boyunca. Paris Bonn Utrecht - Bursa 2008-2011 Bir küçük burjuvanın sıkıntıları biter mi hiç? Paris e yeni vardım. Sizi geride bıraktığım için içim buruk. Ama geldiğime değecek: Maxim le konuştum gelir gelmez. Onun referans mektubu çok önemliydi, biliyorsun. Bana (her zamanki gibi) çok meşgul olduğunu, mektubu onun ağzından kendim yazarsam hemen düzeltip imzalayıp göndereceğini söyledi. Sana hiç bir başkasının gözünden kendini tasvir etmenin zorluğundan bahsetmiş miydim oğlum? 28

29

dosya Milli umudumuz Herkes şanslı doğmuyor ama herkes umut edebiliyor bu hayatta. Her şeyin iyi olmasını gönülden ümit edenlerin ülkesi Türkiye de, milli umudumuz denebilir Milli Piyango için. Bu sene şans kime güler bilinmez ama milletçe heyecanlandığımız belki de tek oyun Milli Piyango... MESUDİYELİ MESUT u herhalde hepiniz hatırlarsınız. Hafızlarınızı tazelemeniz bakımından yardımcı olalım. Kartal Tibet in yönettiği ve Şener Şen in başrolünü oynadığı meşhur Milyarder filminin başkahramanı Mesudiye İlçesi nde tren istasyon amirliği yapan Mesut, bir anda Milli Piyango yılbaşı büyük ikramiyesinin çıkmasıyla artık zengin olmuşsa da, bu paranın mutluluk getirmeyeceği çok kısa bir zaman içerisinde anlaşılır. Lakin birbirlerine sıcak bir sevgi ve güven bağıyla bağlı gibi görünen ailedeki herkes, bu büyük paranın yalnızca kendisinin olması hayaliyle yanıp tutuşur ve giderek kimsenin birbirine güveni kalmaz. Bunun yanı sıra Mesut, yaşadığı ilçede de birdenbire herkes tarafından ilgi odağı haline gelir, trajikomik biçimde bugüne kadar hiç tanımadığı akrabaları bir bir ortaya çıkar Giderek kendini sahte bir itibar ve sevgi çemberinde bulan Mesut u en çok onca yıllık karısının ve çocuklarının bu denli değişmesi üzer. Bir tren vagonunda biten filmin hafızalardan silinmeyen son sahnesinde ise ikramiyesini teslim almaya gittiği esnada, kazandığı bu para karşılığında kaybettiği ailesini, dostlarını düşünürken Mesut, bileti bir hamlede yırtıp atar ve paranın her zaman mutluluk getirmediğini bizlere vurucu bir şekilde ifade eder... Münir Özkul, Adile Naşit gibi ustaların da eşlik ettiği ve güldürürken hüzünlendiren, sorgulatan, farkındalıklarımıza dokunan Milyarder filmi, Türk Sineması nın başarılı başyapıtlarından biri olarak yerini hafızalarımızda en güzel şekliyle koruyor. Tıpkı filmdeki gibi bizler de yeni bir yıla giriyoruz. Her yeni yıl, yeni umutlar demek Yılın son günü, saatler gece yarısını bulunca istisnasız hepimiz, umduklarımızı dile getirir ve gerçekleşmelerini dileriz. Kimimiz yılbaşı ağacının altına dilek torbaları koyar, kimimiz tüm yıl hayatında olmasını istediği insanlarla yeni yılı karşılar. Kimimiz ise uğur getireceğini umduğundan en sevdiğine sarılır ya da dua eder Ancak hepimizin umutlarını dillendirdiği andır yeni yıla girilen o an... Yılbaşı geceleri, umut geceleridir Hazır umut demişken, yazının bundan sonraki bölümünde bu ülkede yediden yetmişe herkesin içinde taşıdığı ortak bir umuttan bahsedelim. Deyim yerinde ise, milli umudumuz olan Milli Piyango dan Her ayın 9 u 19 u ve 29 unda düzenli olarak çekiliş yapılır. 31 Aralık günlerinde yapılan özel çekilişi ise, adeta yılbaşı gecelerinin bir sembolüdür. TDK ya göre, bastırılmış numaralı biletlerin satılarak, adet ve tutarları önceden belirlenmiş ikramiyeleri kazanacak numaraların belirli günde çekilecek kura ile saptanması esasına dayanan şans oyunu dur Milli Piyango. Tüm unsurları, hükümleri, usul ve esasları kanunlarla ve ilgili yönetmeliklerle düzenlenmiş olduğundan, umutlarımızı resmi kılan bir tarafı da vardır. Bir devlet kurumu olan Milli Piyango İdaresi, piyango biletlerinin basılması, planlarının hazırlanması, oyunlarının uygulanması ve ikramiyelerinin dağıtılması konularında her türlü görev ve yetkiye sahiptir. 30

Oynayanlar açısından; hiçbir emek ve çaba sarf etmeksizin, yalnızca şans sonucu bir kazanç sağladığından, bu gibi oyunlar dini inançlara göre kumar sayılarak haram kılınmıştır. Keza kumar oynamak ülkemizde kanunlarca da yasaklanmıştır. Buna rağmen oyunun devlet izninde ve gözetiminde oynanması sonucu en inançlı insanlar bile çekinmeksizin bilet satın alıyor, bu durum bir umut kapısı haline gelen Milli Piyango yu tüm günahlarından arındırıyor. Elbette Milli Piyango bu saygın yerini, çoğunluğunu Müslümanların oluşturduğu toplumumuzda kolay kazanmadı. Bu durum tarihsel süreçten açıkça anlaşılıyor. Zira ilk piyango Osmanlı Devleti'nin son yıllarında "Donanma Cemiyeti" tarafından ilk önce resmi olmayan bir şekilde düzenleniyor. Savaş gemisi tedariki amacıyla düzenlenen bu piyangonun ikramiyelerini para değil halkın verdiği hediyeler oluşturuyor. Bu düzenlemeye halkın tepkisinin zamanla olumlu olması ile Şark Şimendiferleri ve Ergani Bakır İşletmeleri, tahvillerinin satışını özendirmek amacıyla, kazananları kura ile belirlenen ilk resmi piyango uygulamasını başlatıyor. Cumhuriyet'in ilanından sonra ise, ilk yasal düzenleme olan 710 sayılı Kanunla, 9 Ocak 1926 tarihinden itibaren karşılığı nakit olarak ödenmek üzere piyango tertip ve keşide etme hakkı "Türk Tayyare Cemiyeti"ne veriliyor. 14 yıl süreyle "Tayyare Piyangosu" adı altında, Türk Hava Gücü ne katkı sağlamak amacıyla, anılan cemiyet tarafından düzenlenen çekilişler 5 Temmuz 1939 tarih ve 3670 sayılı Kanunla Milli Piyango İdaresi kurulana kadar devam ediyor. Bundan sonra Milli Piyango İdaresi'nin kuruluş ve görevleri hakkında bir Kanun Hükmünde Kararname çıkarılıyor ve bu İdare ye piyango dışında, hemen kazan ve sayısal loto oyunları ile eşya piyangoları tertip edebilme gibi yetkiler de tanınıyor. Bugün ise karşılığı nakit olmayan çekilişlere izin vermek ve izlemek talih oyunları işletmelerini denetlemek de Milli Piyango İdaresi'nin görev ve hizmet alanına giriyor. Her ne kadar emeksiz kazanç sağladığı için halen çoğu kişi tarafından sempatik bulunmasa da, insanların umudu ve duasıyla dolu paralarla satın alınan Milli Piyango ya masumiyet kazandıran bir diğer husus da, satışlardan toplanan gelirin kullanıldığı mecralardır. Neredeyse her şehirde bir okul yaptıran Milli Piyango İdaresi nin gelirleri çeşitli yasalarla yapılan düzenlemelere göre; Gayrisafi hasılatın % 10'u Tanıtma Fonu'na, Aylık hasılatın % 1'i Sosyal hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu na, Karın % 5'i Olimpiyat Oyunları Hazırlık ve Düzenleme Kurulu'na, Karın % 95'i Savunma Sanayi Destekleme Fonu'na aktarılıyor. Zengin olma yönündeki umutlarımıza yarenlik yapan Milli Piyango, bir yandan ülkemizin savunma sanayisine katkıda bulunup, kimsesiz çocuklara aş oluyor, gelecek oluyor, umut oluyor. Diğer yandan ise elde edilen gelirin yüzde 13'ünü Türkiye genelindeki 8000 küsur 31

dosya piyango ve hemen kazan bayi, 4000 küsur de sayısal loto bayisine dağıtarak aynı zamanda ekmek kapısı oluyor. Milli Piyango denince unutulmaması gereken bir de isim var elbette. Kim olduğunu tahmin edenleriniz olabilir. Elbette ki Eminönü ndeki gişesiyle Nimet Abla... Önünde her sene oluşan uzun kuyruklar, yılın sonuna yaklaştığımızı hatırlatır bize. Adeta bir yılbaşı ritüelidir bu manzara. Nimet Abla nın asıl adı Melek Nimet Özden 1928 yılında henüz Tayyare Cemiyeti döneminde iken eşi piyango bileti satmaya başlamışsa da tanıtım amaçlı satılan bu dönem biletlerinin paralarından dönüş alınamadığından ailesi iflasın eşiğine gelmiş. Sonrasında Nimet Abla, Tayyare Cemiyeti nden bayilik satın alarak aileyi iflastan kurtarmış. Ancak asıl ünü, 1931 yılında sattığı bir bilete büyük yılbaşı ikramiyesi olan Yüz Bin Lira nın çıkması ve basının bu durumu fotoğraf ve röportajlarla kamuoyuna sunması ile olmuş. Nimet Abla, bundan sonra ikramiye çıkan biletlerini devamlı surette gazetelerde ilan vererek duyurmaya başlamış. Milli Piyango İdaresi üzerinde etkin bir öneme sahip olmuş ve Türk halkının "bilinirlikleri" sıralamasında üst sıralarda yer almayı başarmış... Halen de öyle 1970 yılında yaşadığı felç ile rahatsızlanmış ve 1978 yılında vefat etmiş. Hala Türkiye nin dört bir yanına şans dağıtan Nimet Abla bayilerinin yakınından geçen herhangi birisi, bilet almadan geçemez. Milli Piyango İdaresi nin 2012 Yılbaşı Özel Çekilişi için açıkladığı bilet fiyatları; 10, 20 ve 40 Lira olarak değişiyor. Büyük ikramiye bedeli ise akıllara zarar cinsten... Tam 40 Milyon Türk Lirası ikramiye taahhüt eden İdare, son iki yıldır 35 Milyon olarak tayin ettiği ikramiye bedelini bu yıl 5 milyon arttırmış bulunuyor. Büyük ikramiyenin 1 kişiye çıkma olasılığı elbette çok düşük. Hatta yapılan araştırmalara dayanarak sayısal verilerle belirtmek gerekirse; çeyrek bilete çıkma olasılığı yüzde 85, yarım bilette çıkma olasılığı yüzde 9, tam bilette çıkma şansı ise yalnızca yüzde 6... Ancak şanslı adamı, Nil Nehri ne atsan, ağzında balıkla çıkar misali neden olmasın dedirtmiyor da değil Sonuç olarak öyle veya böyle adı üstünde bir oyundur Milli Piyango ve şanstır nihayetini belirleyen Oyun oynarken eğlenir, şansı umut ederiz yalnızca. İkisi birleşince de umut dolu bir eğlenceye dönüşür bizimkisi. Gerçi çekim yasasına göre, evrene doğru mesajlar göndererek büyük ikramiyenin bize çıkmasını sağlamak mümkün ve hatta dünyada birçok örnekleri de var deniyor. Ama yine kapılar aynı yere çıkıyor, çekim yasası da bu işin sırrının çok istemekten, kalpten istemekten yani dediğimiz gibi aslında umut etmekten geçtiğini söylüyor. Kısacası siz yine çıkmaz demeyin, şansınızı deneyin. Bol şans. 32

33

semboller Abdulkadir Kılınç Pandora, kötülük, kutu ve... YUNAN MİTOLOJİSİNİN coğrafyası, Grek yarımadası (şimdiki Yunanistan) ve İonia(Yunan) yani Batı Anadolu dur. Bu yüzden Uludağ ın Yunan mitolojisindeki ünlü Olimpos dağı olduğu söylenir. Tanrıların ateşini Olimpos tan çalan Prometeus, tanrıların tanrısı Zeus u çok öfkelendirir. Bunun cezasız kalmamasını isteyen Zeus bir plan yapar. İntikam alınmalıdır. Zeus un planı, yeryüzündeki bütün kötülükleri, Prometeus ve arkadaşlarının reddedemeyeceği güzellikte bir varlıkla onlara ulaştırmaktır. Bu varlığın adı Kadın dır. Tanrı Zeus, kadını yaratmaya karar vermiştir. İlk iş olarak oğlu, demirci tanrı Hephaistos a toprak ve suyu karıştırarak bir beden yaptırır. Hephaistos ustalığı ile kadına güzel bir şekil verir. Bilgeliğin ve becerinin tanrıçası Athena, kadına el işlerini, dokumayı, sanatı öğretir. Altın simden kuşağını da beline dolar. Kadını kadın yapan özellikleri vermeye gelince; bu iş Afrodit indir. Afrodit kadının yüreğini isteklerle doldurur, yüzüne zerafet, bedenine endam verir. Tutku, aşk, şehvet, güzellik hepsini kadına yükler. Tanrıların habercisi olan Hermes in görevi kadına şeytani duyguları, yalanı, düzenbazlığı vermektir. Bunu büyük bir kolaylıkla yapacaktır. Son olarak Zeus kadına can vermek için dört rüzgar üfler. Kadın artık canlanmıştır. Şimdi sıra onu süslemeye gelir. Bu iş de perilere aittir. Periler onu altın gerdanlıklarla, kemerlerle ve çiçeklerle donatırlar. Onu akılları baştan alan bir güzelliğe kavuştururlar. İsim koyma vazifesi Hermes indir. Haberci tanrı Hermes ona bütün tanrıların armağanı anlamına gelen PANDORA adını verir. Zeus Pandora ya can verdikten ve onu bütün kötülüklerle, çirkefliklerle ve aynı anda güzellik ve çekicilikle donattıktan sonra Prometeus tan ve insanlıktan intikam almaya hazırdır. Zeus Pandora nın eline bir kapalı bir kutu verir. Bazı kaynaklar bunun bir testi olduğunu da söylerler. O nu Prometeus un kardeşi Epimeteus a gönderir. Epimeteus aklı başına sonradan gelen, geç uyanan anlamına gelir. Olacakları önceden bilen kahin Prometeus, kardeşi Epimeteus u Zeus tan gelecek hiçbir hediyeyi almaması konusunda uyarır. Ancak güzelliğiyle herkesi büyüleyen Pandora yı gören Epimeteus, kardeşinin nasihatlerini unutur ve Pandora ile evlenmeye karar verir. Onun çekiciliğine karşı koyamayıp ona sahip olur. İçinde bütün kötülüklerin olduğu kutu ile beraber. Zeus un eline verdiği kutuda ne olduğunu bilmek isteyen Pandora, merakını yenemez ve kutuyu açmaya karar verir. Kutu sıkıca kapanmış olsa da, isteyen bir kadının elinden kurtulamaz. Sonunda açılır. Açılır açılmaz büyük bir fırtına ile beraber içinde ne kadar kötülük, dert, kıskançlık, hastalık, açlık, yaşlılık, delilik, ahlaksızlık varsa yeryüzüne saçılır. Pandora kutunun kapağını kapatmak ister ama artık çok geçtir. Bütün yeryüzü bu kötülüklerle dolmuştur. Cehennem artık bu dünyadadır. Buna rağmen Pandora, kutunun kapağını son bir hamle ile zar zor kapatmayı başarır. Dışarı çıkamayan, kutunun içinde tek kalan ise, insanları bütün bu zorluklarla, kötülüklerle, savaşlarla, cehaletle, karanlıkla, gericilikle ve düşüncesizlikle mücadele gücü veren şeydir: UMUT... 34

35

yakın plan Gökyüzündeki umut Venüs, Zühre, Çoban, Tan, Sabah ya da en bilindik ismiyle Kutup Yıldızı Yıldızların en parlağı, karanlıkta ilerleyenlerin kılavuzu, kadın, sevgili ve çoğu zaman umutların birleşim noktası BULUTSUZ BİR GECEDE başınızı gökyüzüne kaldırıp en parlak yıldızı aradınız mı hiç? En parlağı, o dur mutlaka. Diğerleri birer kum tanesi ise o bir çakıl tanesidir. Elif Şafak ın Mahrem isimli kitabına göre, göğün üçüncü katında yaşayan bir güzeldir o. Elinde bir aşk aynası tutan, gizemli Halen âşık olup olmadıklarını ve eğer âşıklarsa kime âşık olduklarını hatırlamayanlar, o nun aşk aynasına bakarmış. Gördükleri yüz âşık oldukları kişinin yüzü olurmuş. Hayatımıza farklı alanlardan farklı isimleriyle dâhil olan, gece boyunca yansıttığı ışığıyla her daim üzerimize aşk iksirleri döken, türkülerimizde sevgiliyi anlatan Venüs, Türklerle yakın ilişkisi olan bir yıldız. Bozkır yaşamında sıkça gördükleri Kutup Yıldızı na destanlarında yer vermiş Türkler. Çok güzel bir kız olarak nitelemişler. Yıldızları onların sevgilisi olmuş çoğu zaman Hayatlarındaki en önemli şeyi, atları sevgili yıldızlarıyla korumuşlar ve "Atları koruyan, Çoban Tanrısı" demişler. Kimi kutup yıldızı olmuş, kimi Zühre Yıldızı Zaten türkülere de yansımış bu sevgi: Soramadım bir çift sözü. Ay mıydı gün müydü yüzü? Sandım ki Zühre Yıldızı. Şavkı beni yaktı geçti Batı Venüs, Arap dünyası ise Ez Zühre diye bahsetmiş o ndan. Kadının güzelliğinin sembolü olmuş. Hatta Araplar Zühre yıldızının bir zamanlar kadın olduğuna inanmış. Mitolojide ise; şehvet, müzik, kadın(dişilik) ve aşkı temsil eden Sabah Yıldızı, eski astronomi bilgilerine göre üçüncü gökte, kutlu bir yıldız... Güneş sistemi içinde yer alan Venüs, güneşe uzaklığı bakımından ikinci sırada olmasına rağmen, üzerine yüklenen anlamlarla en yakın olanı Afrodit in Roma mitolojisindeki ismi olan Venüs, tanrıça olmasının yanı sıra tabiatın da doğurucu gücünü ve güzelliğini temsil ediyor. Venüs e "Akyıldız" diyenler olduğu gibi, Doğu Anadolu da Sarı Yıldız, Kanlı Yıldız, Mavi Yıldız da deniyor. Rivayete göre bir kervan, bu yıldızın erken doğması yüzünden gece yarısı yola çıkmış ve bu yüzden haydutlar tarafından talan edilmiş. Bu olay Şarkışlalı Âşık Veysel tarafından şöyle aksedilmiş türkünün içine: "Kanlı yıldız, sarı yıldız. Sunam ağlar, sarı yıldız. Selâm götür, sen al yıldız. Yaldız ey, yıldız, yıldız, yıldız!" Sabahını arayan gecelerde en göze çarpan şey yine kutup yıldızıdır. Kaybolanlar yolunu ona bakarak bulabilirler. Gece ile şafak arasındaki zaman diliminde en parlak şey yine Kutup Yıldızı dır. Kimi zaman dünyaya en yakın gök cismi olan ayı bile gölgede bırakır. 36

37

dilbilgisi Türkçe sözlüğü Her gün Türkçe olmayan onlarca kelime çıkıyor ağzımızdan. Bu duruma sebep olanları uzun uzadıya anlatmak yerine, güzel Türkçemizden bazı kelimeleri hatırlatıyoruz sizlere. kullanışlı, elverişli Fr. ergonomique ergonomik aşama, adım Fr. étape etap çalgı, mali belge Fr. instrument enstrüman yalı yar Fr. falaise falez bağnazlık Fr. fanatisme fanatizm indirim saatleri İng. happy hour happy hour ülkü Fr. idéal ideal eğik yazı Fr. italique italik ön hekim İng. intern intern suölçer Fr. hydromètre hidrometre lağım çukuru Fr. fosse septique foseptik bitki örtüsü Lat. flora bitme, varış İng. finish finiş para, mal, mali işler Fr. finance finans biçim, boyut İng. format format Katkılarından dolayı Türk Dil Kurumu na teşekkürler. 38

39

kavram defteri Aldoux Huxley Cesur Yeni Dünya Hakan Akdoğan Umut mu? Nerede? ALDOUS HUXLEY in romanı Cesur Yeni Dünya, 26. yüzyıl Londra sında programlı olarak değiştirilmiş toplumu konu edinen bir eserdir. Toplum Kuluçka Ve Şartlandırma Merkezi nin tüm hastalıklara ve yaşlanmaya karşı bağışıklığı olan seri insan üretimiyle fiziksel olarak mükemmel biçimde yapılandırılmıştır. Sağlıksız ceninlerin elendiği bu öjenik yapıda uykuda öğretim olarak bilinen hipnopedi ile insanlara içinde bulundukları hiyerarşik yapıda nerede olduklarından yapmaları gereken işlere kadar herşey öğretilmektedir. Irklar eşittir, savaşlar ve yoksulluk yok edilmiştir, sağlık sorunları çözülmüştür. Tüketime şartlandırılan insanlar sadece toplum odaklı yaşamaktadır. Toplum haz almanın esas olduğu hedonistik bir hale bürünmüştür. Herkes mutlak mutludur. Bu açıdan bakıldığında eser bir ütopya olarak görülebilir. Ancak mutlu ve istikrarlı insanlar haline gelmeleri için önemli olan birçok değerin yok edilmesi, aile, kültürel çeşitlilik, sanat, felsefenin neredeyse ortadan kaldırılmış olması eseri bir distopya haline dönüştürür. George Orwell in Bin Dokuz Yüz Seksen Dört adlı distopik romanı da İngiltere de totaliter bir tek parti yönetiminde sürekli propaganda ve beyin yıkamaya maruz kalan bir toplumu anlatır. Dünya, sürekli olarak birbirleriyle savaşan Okyanusya, Avrasya ve Doğu Asya adlı üç büyük devlete ayrılmıştır. Okyanusya toplumunun büyük çoğunluğu, baskıcı 40

düzene karşı ilgisizdir. Büyük Birader'in acımasız diktatörlüğü altında hiç tepki göstermeden yaşarlar. İnsanlar doğdukları andan itibaren kontrol altına alınır. Her yerde Büyük Birader in gözleri vardır. İnsanlar yaşamaya devlet adına devam ederler. Romanın baş kahramanı Winston Smith akıl dışı bulduğu baskı düzenine muhalefet etmeye, Büyük Birader'e meydan okumaya çalışır. Direnişine Julia da destek olur. Ne var ki, bir süre sonra yakalanırlar. Akıl almaz işkenceler görürler. İşkencelere dayanamazlar ve birbirlerine ihanet ederler. Manevi bir yıkım yaşayarak yeniden düzenle bütünleşmek, eski yaşamın kurallarına boyun eğmek zorunda kalırlar. Diktatörlük kazanır. Baskı düzeninin saçmalığını düşünecek, başka türlü bir yaşamı düşleyecek ve bu doğrultuda harekete geçecek tek bir kişi bile kalmaz. Orwell eserinde tepeden inme bir baskıdan, dayatmadan, boyun eğdirmeden söz ediyordu. Büyük Birader, Düşünce Polisi gibi kavramları ortaya koyuyordu. Huxley insanları tektipleştirmek için Büyük Birader ve türevlerine gerek olmadığını, baskıyı gönüllü isteyecek, düşündürmeyen bir sisteme razı olacak bir yapıdan bahsediyordu. Orwell sanatın yasaklanarak yok edileceğini, Huxley sanata uzaklaştırılmış insanlar nedeniyle sanatın ilgisizlikten yok olacağını anlatıyordu. Orwell bizi olup bitenden habersiz bırakacak, enformasyona el koyacak baskıcılardan, Huxley ise gerekli gereksiz, doğru yanlış her türden aşırı enformasyon yüklemesiyle şaşkınlaştırarak pasif hale sokacak olanlardan çekiniyordu. Böyle olunca da şu yorum mümkün: Orwell in asıl korkusu gerçeklerin insanlardan gizleniyor olması, Huxley inki ise gizlenmeyen, ortada olan gerçeklerin umursamazlık nedeniyle önemsenmemesi haline geliyordu. Orwell tutsak, dayatılmış, planlanmış, hesaplanmış bir kültürden bahsederken Huxley önemsiz ve değersiz her şeyin göğe çıkarıldığı, kokuşmuş, yozlaşmış bir kültürden söz ediyordu. Özetle, Orwell, Bin Dokuz Yüz Seksen Dört romanında acımasızca denetlenen, bastırılan insanları anlatırken, Huxley, Cesur Yeni Dünya da hazza boğulan, duyarsızlaştırılan, pasifleştirilen insanları anlatır. Bizi nefret ettiğimiz şeylerin mahvetmesidir Orwell in inandığı. Huxley in inandığı ise sevdiğimiz şeylerin bizi mahvetmesidir. Medyamızın büyük kısmının durumuna bakınca haklı olan Huxley gibi görünmektedir. Şu an Cesur Yeni Dünya nın atmosferinde yaşıyor gibiyiz. Uzun zamandır Huxley in gönüllü tektipliliğini dayatmak için gerekli olan yoğun medya bombardımanının altındayız. Göğe yükseltilen önemsiz ve değersiz şeylerin arasına sıkışmış gerçek gerçek ler görülemiyor ne yazık ki. Gerçeğin yerini almış yeni bir yapay gerçeklik söz konusu. Jean Baudrillard ın simülasyon kavramı tam da Aldoux Huxley in anlattıklarıyla örtüşüyor. Baudrillard, simülasyonu Gerçeğe ait tüm göstergeleri ele geçirmiş ve gerçeğin yerine geçmiş sahte olarak niteler. Bahsedilen, sinsi bir hipergerçekliktir. Gerçek yok edilmiş ve yerine başka bir şey konmuştur. Buradaki sahtelik, bir gerçek ve onun kopyası olarak bahsedemeyeceğimiz bir durumdur. Gerçeğin yerine başka bir gerçek oturtulmuştur. Karşımızdaki şey tektir. O da yeni sahte gerçeklik olan simülasyondur. Gerçek kendini aşmış, hipergerçek olarak değişmiştir. Gerçek artık gerçekten daha gerçek olandır. Yazarlar, bilim adamları, fikir adamları haklarındaki suçlamalar bile henüz netleşmemişken hapishanelerde yıllarını geçirirken sessiz kalıp, ekranlardaki bazı yarışmalarda yaptığı saçmalıklarla gündeme gelen şöhretimsilere ulaşmak için çırpınıyorsak, toplumun milli duygularını istismar ederek kamplaşma yaratanlara dirsek çevirmeyip bilmem kaç defa evlenmiş bir şarkıcının yeni evliliği için programlarda ahkam kesiyorsak, düşünsel yapıyı kontrol altında tutmak için kültür yapısını kasıtlı olarak değiştirenleri görmezden gelip vurulan bir türkücünün yattığı hastanenin önünde günlerce nöbet tutuyorsak, insanları tüketime motive ederek dayatılan dengesiz ekonomik yapıları meşrulaştıranları unutup desteklediğimiz takım yenilince hırsımızdan hüngür hüngür ağlıyorsak, yanlış bilgi ve haberlerle toplumun belli konulardaki düşüncelerini etkileyenleri hazmedip her ânımızı kayıt altına alanlara hak veriyorsak, cinsellikten, insanların umutlarından, yoksulluktan rant elde edenlere kanıp çöpçatanlara, dedikoduculara, sahtekarlara alkış tutuyorsak; hipergerçeklikteki konforlu yerimizi bulmuşuz demektir. Soru şu: Aldoux Huxley, 1931 yılında yazdığı Cesur Yeni Dünya da Jean Baudrillard ın simülasyon kuramını öngörerek 2010 ların Türkiyesi ni mi anlatmıştır? Cevap: Sanki öyle ama... Cevabın devamı yine Aldoux Huxley in bir cümlesinde gizli: Siz görmezden gelseniz de gerçekler varolmayı sürdürürler. Yararlanılan Eserler: Neil Postman, Televizyon: Öldüren Eğlence, Ayrıntı Yayınları, 1994, çev: Osman Akınhay Aldoux Huxley, Cesur Yeni Dünya, İthaki Yayınları, 2006, çev: Ümit Tosun George Orwell, Bin Dokuz Yüz Seksen Dört, Can Yayınları, 2011, çev: Nuran Akgören Jean Baudrillard, Simülakrlar ve Simülasyon, Doğu Batı Yayınları, 2006, çev: Oğuz Adanır 41

kitabi Emine Civanoğlu 42

Hiç umudu olmayan erkeklere, umuda lüzum olmayan tavsiyeler Erken kaybedenler / Emrah Serbes BABAM ANNEME, Sen bir şey istiyor musun hayatım? diye sordu. Ona açık büfe sorular, bana tercihli. Nefret ediyorum bundan. Babamla yolun karşısındaki büfeye gittik. Kendine bira aldı, anneme soda, bana da çilekli Max. Çubukta kalan son parçaları sıyırdıktan sonra Sedef lere baktım, şemsiyelerini kapatmış gidiyorlardı, ufaklık yine ağlıyordu. Babama, Bir fırt versene şu biradan. dedim. Annem dehşetle baktı. Babam gülümsedi, birayı uzattı. Tam kafama dikecekken annem aldı şişeyi elimden, babamla beni sanki ikimiz de sekiz yaşındaymışız gibi bir tavırla süzdü. Çoğu zaman babamla beraber anneme karşı aynı cephede savaşıyormuşuz hissine kapılıyorum. Kalbi aşık oldukları adamların ya da kadınların ihanetleriyle kanayan büyüklerinin ıstırabından habersiz kanı sadece dizdeki yara zanneden, aşkın büyük depremlerinde henüz enkaz altında kalmamış ve aşkı kızarmış ekmek üstünde balla kaymak zanneden, hayatın en zor sınavlarını dördüncü sınıftaki coğrafya sınavlarından ibaret zanneden ve henüz hayatla girecekleri sınavda kopya çekilemeyeceğinden habersiz oğlan çocuklarının hikayeleri Mahalledeki cami avlusunda akşam ezanına kadar can hıraş top oynayan, çubuk krakeri sigara niyetine tüttüren, sevdiğini söylemeyi bilemedikleri için okul yolundaki tek katlı evlerin çatılarına çıkıp sevdikleri kızın kafasına kartopu atan oğlan çocuklarının hikayeleri En kederli anda bile bir balonu gürültüyle patlatıp neşeyi hüzne ilaç yapan, annelerini meraktan çatlatıp bir akşamüstü incir ağacının en üst dalında kaybolan, küstüklerinde bir şişe gazoza tav olan, aldıkları zayıfa gelen azarla değil verdikleri güle gelmeyen bir buse nazarla azar azar kavrulan oğlan çocuklarının hikayeleri Hayatta aynı kızı sevmekten daha büyük ne dert olabilir ki? Tatile giderken annenle babanın seni kamyonla kova arasında bir seçim yapmaya zorlamalarından, ikisini de yanına alamayacak olmaktan daha büyük dert ne olabilir? Kantinde harçlığın yetmeyince Merve ye tost ısmarlayamamaktan, sırf senden 15 yaş büyük diye bir kıza aşık olmanın yanlışlığından, boyun kazık kadar uzamışken hala sakallarının çıkmamasından, tek başına bara girememekten, itişirken camını kırdın diye herkesin içinde mahalle bakkalından bir ton azar yemekten daha büyük dert ne olabilir? Emrah Serbes in Erken Kaybedenler kitabı, onca yıl durup durup tam taşınacaklarken açılan, sensorlu lambalar kendisini yok sayıp yanmayınca gururu kırılan ergenlerin hikayeleriyle dolu. İnsana o umutsuz ergenlik yıllarını hatırlatmakla yetinmeyip zalimce o yıllara ışınlayan bir kitap bu. Belli belirsiz bir bakışla, nedeni belirsiz bir gülüşle ayakları yerden kesilen ve bu nedenle hayatı aklı beş karış havada yaşayan ergenlerin aslında biz olduğumuzu her satırında yüzümüze vuran, bitiremeden uykuya dalarsak rüyada bizi ele geçirmek için başucumuzda pusuya yatan bir kitap....ayrıca imkan olsa terör örgütlerine veririm oyumu çünkü bu devletin yıkılmasını istiyorum, çünkü annem babam öldüğü zaman hiçbir şey yapmadı bu devlet, ayrıca yasemin düşünmek için süre istediği zaman hiçbir devlet büyüğünün araya girip işleri yoluna koymak için çaba sarf ettiğini de görmedim. hep boş vaatler; yaralar sarılmadı. Behzat Ç. adlı kahramanının peşinden çoğumuzu Ankara nın her köşesinde katillerin, cinayetlerin, sokak kavgalarının, esrarengiz sırların ortasına sürükleyip polisiye delisi yapan Emrah Serbes, Erken Kaybedenler de hepimizin ergenliğini öyle bir anlatıyor ki, kitabı annemizden terlik yediğimiz yaşların efsane gıdası olan koca bir salçalı ekmeği yer gibi bir tatla okuyacaksınız. Afili Filintalar tayfasından Emrah Serbes in Erken Kaybedenler ini bir umut okumaya yeltenenlere peşin peşin söylemeliyim ki bu kitabın bazı yan etkileri de var. Mesela başınız sıkıştığında vakit hangi vakit olursa olsun hiç düşünmeden arayabileceğiniz ve umut dolu sesini duymakla bile huzurla dolabileceğiniz kişi kim acaba diye düşünmeye başlarsınız; birisini bulamazsanız yandınız. kış geldiğinde sedef'i bütünüyle unutmuştum. daha doğrusu şöyle; hatırlayıp hatırlayıp unutmuştum. sanki aramızda hiçbir şey yaşanmamış gibi. alelade bir yaz aşkı gibi. sanki sedef ancak ismi geçtiği zaman hatırlanan hayalet arkadaşlardan biriymiş gibi. sanki deniz kenarında bütün gün kumdan kale yapmamışız gibi, sanki pansiyonun sahanlığında yan yana oturup konuşmamışız, yıldızlara bakıp nedir bu kainatın esbabı mucibesi diye düşünmemişiz gibi. unutmanın acısı, ayrılığın acısından farklı. ayrılık hüzne yakın, unutmak kasvete. yani birini er geç unutmaya mahkum olduğunu bilmenin kasvetinden bahsediyorum. o kişinin parça parça silinip alakasız hatıraların arasına karışmasından bahsediyorum.(...) Bu yazıyı Alper Canıgüz ün Murat Menteş in kitabının arkasına yazdığı ve çok kıskandığım bir sözle bitirmek isterim; Ben sevdim, eller alsın. 43