Talat Turhan (26 Mart 1973 tarihli mektuptan)



Benzer belgeler
Türkçe Ulusal Derlemi Sözcük Sıklıkları (ilk 1000)

İSTANBUL ANADOLU CUMHURİYET BAŞSAVCILIĞI NA. : Şüpheli hakkında suç duyurusu dilekçemizin sunumudur.

Hüseyin Yıldırım Danıştay şemasına Aslı gibidir' imzası atmıştı.

Şikâyetinizle ilgili polis soruşturması hakkında itirazda bulunma

Hükümet in TSK İçinde Oluşturduğu Paralel Yapılar; Cumhurbaşkanı ve AYİM nin Konumu..

Devletin Şefleri Cumhurbaşkanları

Baki olan Rabbimiz ve davamızdır

TÜRKİYE DE CEZA VE ADALET SİSTEMİ

ÖNSÖZ 3 EMNİYET GENEL MÜDÜRLÜĞÜ YAZISI 5 İÇİNDEKİLER 7-12 KANUNLAR VE KAYNAKLAR BİRİNCİ BÖLÜM Genel Bilgiler Dersin adı ve konusu 17

Türkiye'de 3 Ay OHAL İlan Edildi

Cumhuriyet Halk Partisi

T.C. İSTANBUL 13. AĞIR CEZA MAHKEMESİ BAŞKANLIĞI (T.M.K. 10. MADDE İLE YETKİLİ) TUTANAK

Cumhuriyet Halk Partisi

SAMSUN BAHRİYE MEKTEBİ

Başkentteki Yardımcı Kuruluşlar. Türkiye nin Yönetim Yapısı Doç. Dr. Aslı Yağmurlu

LOGO. Özel Dedektiflik Eğitimi Kocaeli Üniversitesi Hereke Ö.İ.U. MYO İsmail Yetimoğlu w w w. d e d e k t i f. o r g. t r

OHAL KAPSAMINDAKİ SORUŞTURMA VE KOVUŞTURMALARDA AVUKATLARIN SAVUNMA HAKLARININ KISITLANMASI KONULU ARAMA KONFERANSI SONUÇ RAPORU

VALİDEBAĞ KORUSU ve VALİDEBAĞ GÖNÜLLÜLERİ

682 SAYILI GENEL KOLLUK DİSİPLİN HÜKÜMLERİ HAKKINDA KANUN HÜKMÜNDE KARARNAMENİN DEĞERLENDİRMESİ

Ben gözaltına alındım - şimdi ne olacak?

OHAL Bilançosu, Hak İhlalleri Raporu

HÜKÜM GİYMEMİŞ BİR TUTUKLUNUN HASTANEYE SEVKİ (KISITLAMALI YA DA KISITLAMASIZ)

Tümgeneral Dişli: Görüşmeleri Emirle Yaptım

Şerafettin TUĞ Kaymakamı

3201 sayılı Emniyet Teşkilat Kanununun bu hükmünden yola çıkarak, İçişleri Bakanlığının emniyet ve asayişi sağlamada, yürütme organları olarak

Biz yeni anayasa diyoruz

Süleyman Demirel Hayatını Kaybetti

CEZA MUHAKEMESİ KANUNUNUN YÜRÜRLÜK VE UYGULAMA ŞEKLİ HAKKINDA KANUN

Mete Yarar'dan 15 Temmuz kitabı : Darbenin Kayıp Saatleri

CAN ATAKLI SAAT SAAT AÇIKLADI...

2017 İNSAN HAKLARI İHLAL RAPORU

Değerli Yöneticiler, son yıllarda vergi incelemeleri büyük ölçüde bu konu etrafında dönmeye başladı.

13. ASKERLİK GÖREVİ Ordu Hayatı Savaş Yönetimi ve Siyaset Ordu Okuldur SEÇİM

DALKARA'DAN PAZARCIK TA GÖVDE GÖSTERİSİ

Kazova: Patronsuz üretim devam ediyor; herkes mutlu, herkes çalışmak istiyor.

Ben bir yazarım demek, kullanacağım kelimeleri ben seçerim demektir.

2:Ceza muhakemesinin amacı nedir? =SUÇUN İŞLENİP İŞLENMEDİĞİ KONUSUNDAKİ MADDİ GERÇEĞE ULAŞMAK

Necdet Özel: Milletten Özür Dilememiz Gerekiyor

Trans Olmak Suç Değildir!

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Atatürk Havalimanı Devlet Konukevi nde düzenlenen basın toplantısında konuştu

10 Ocak 2013 BASIN AÇIKLAMASI

Başbakan Yıldırım, 25. İstişare ve Değerlendirme Toplantısı sonrası basın çadırını ziyaret etti

Sanık olarak tutuklandınız ve (polis) büro(sun)(y)a veya başka bir sorgulama yerine götürüldünüz. Haklarınız nelerdir?

FETÖ cü polisler onlar hakkında da istihbarat toplamış

BİR AVUKAT YANINDA AYLIKLI OLARAK ÇALIŞAN AVUKATIN DURUMUNUN AVUKATLIK YASASI AÇISINDAN DEĞERLENDİRİLMESİ

KKTC YÜKSEK YÖNETİM DENETÇİSİ OMBUDSMAN. 5. Ombudsman ın görev ve yetkileri ile yetki devri. 6. Ombudsman ın yetkisi dışında olan konular

TÜRKİYE CUMHURİYETİ ANAYASA MAHKEMESİ BİRİNCİ BÖLÜM KARAR BİLAL MÜŞTAK BAŞVURUSU. (Başvuru Numarası: 2014/233)

KILIÇDAROĞLU K.MARAŞ'TA

1-Hâkim ve Savcılar idari görevleri dolayısıyla aşağıdaki kurumlardan hangisine bağlıdır?

COUNCIL OF EUROPE AVRUPA KONSEYİ AVRUPA İNSAN HAKLARI MAHKEMESİ ÜÇÜNCÜ DAİRE. Nezir KÜNKÜL/TÜRKİYE (Başvuru no /00) KARAR STRAZBURG

:48 FİLİZ ESEN-BİROL BAŞARAN

Fatih Cumhuriyet Başsavcılığı na

Cumhuriyet Halk Partisi

20 Soruda Kira Gelirlerinin Vergilendirilmesi

KKTC YÜKSEK YÖNETİM DENETÇİSİ OMBUDSMAN

O sabah minik kuşların sesleriyle uyandı Melek. Yatağından kalktı ve pencereden dışarıya baktı. Hava çok güzeldi. Güneşin ışıkları Melek e sevinç

Macit Gündoğdu:2019 Yerel Seçimleri ne hep beraber emin adımlarla yürüyeceğiz

AYŞEGÜL ARSLAN IN KATİL ZANLISI MÜEBBET YEDİ

Fatih Cumhuriyet Başsavcılığı na

Asker hemen komutanı süzerek cevap vermiş; 1,78! Komutan şaşırmış;

TMMOB TEMSİLCİLERİNE AÇILAN DAVALAR

MHP TURGUTREİS SEÇİM İLETİŞİM MERKEZİ AÇILDI

Deniz Gezmiş Yaşasın Marksizm Leninizm

İnsanların birbirleriyle ve devletle olan ilişkilerini düzenleyen kurallara hukuk denir. Hukuk kurallarını koyan, uygulanıp uygulanmadığını

A N A L İ Z. 7 Haziran dan 1 Kasım a Seçim Beyannameleri: Metin Analizi. Furkan BEŞEL

MİLAS TA, BELEDİYE İŞÇİLERİNE YÜZDE ZAM

SİYASET ÜSTÜ DÜŞÜNMEK Pazar, 30 Kasım :00

RAPORU HAZIRLAYANLAR: Azime Acar & Ender Bölükbaşı

Vatandaşlar koalisyonun kurulmamasından MHP yi sorumlu tutuyor. Marpoll Kamuoyu Araştırma Şirketi, Ağustos ayı gündem araştırma sonuçlarını açıkladı.

Emekli Tümgeneral Yavuz : Orduda istihbarat teşkilatına ihtiyaç var

istekli olanlara öncelik verilerek okul müdürünün teklifi ve milli eğitim müdürünün onayı

Eskiden Amcam Başkötü ye ait olan Bizim Eski Yer,

İşte ihanet yıllığı HIZLA YÜKSELDİLER

İP/Karargah Evleri tertibi böyle başladı

TİCARİ EŞYA İŞARETLERİ YASASI

KOCAELİ BAROSU ADLİ YARDIM BAŞVURU FORMU

İSTANBUL CUMHURİYET BAŞSAVCILIĞI'NA

Aile içi şiddeti ihbar edin ve mahkemede yardımcı olun

TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ BAŞKANLIĞINA

Taşeron işçinin hakları mutlaka düzenlenecek

Sağlık Personeline Karşı İşlenen Suçlar. Dt. Evin Toker

CHP Yalıkavak Temsilciliğinin düzenlediği Kahvaltıda Birlik ve Beraberlik Mesajı

Günlük Kent Gazetesi

DİNÇEROĞLU AVUKATLIK BÜROSU A V U K A T HÜSEYİN ENİS DİNÇEROĞLU & ESRA AKKOÇ YAREN AHMET ŞEREF UYANIK & ELİFCAN TEKELİ STJ. AV.

MACARİSTAN SUNUMU Dr. Csaba UJKERY

Kemal Akyer: 18 Ocak 2011 Çarşamba

Darüşşafaka Cemiyeti Yönetim Kurulu adına hepinize saygı ve sevgilerimi sunuyorum.

CEZA USUL HUKUKU DERSİ (VİZE SINAVI)

İNSAN HAKLARI GENEL BAŞKAN YARDIMCILIĞI ARALIK AYI İNSAN HAKLARI İHLAL RAPORU ARALIK 2012

KANLI PAZAR'DAN MECLİS BAŞKANLIĞI'NA

T.C ÇAYIROVA BELEDİYESİ HUKUK İŞLERİ MÜDÜRLÜĞÜ GÖREV VE ÇALIŞMA YÖNETMELİĞİ

5. A. TELEFON DİNLEMELERİNE İLİŞKİN DEĞERLENDİRMELER

8 Nisan 2016 CUMA Resmî Gazete Sayı : YÖNETMELİK

İşten Atılan Asil Çelik İşçilerinin okuduğu basın açıklaması: 15/03/2012

Alipour ve Hosseinzadgan / Türkiye. (6909/08, 12792/08 ve 28960/08) AVRUPA İNSAN HAKLARI MAHKEMESİ KARARI

Giovanni dışında bütün örenciler çok çalışıyor. O hiç çalışmıyor ama sınıfın en başarılı öğrencisi. Çok iyi Türkçe konuşuyor.

SAVUNMA: Ben sizin sanığınız değilim AHMET ALTAN

İÇİNDEKİLER. A. Bülent Gürel (Üsküdar Hakimi) Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Kararları Yargıtay Hukuk Daireleri Kararları

AVRUPA İNSAN HAKLARI MAHKEMESİ KARAR İNCELEMESİ MEHMET HÜSEYİN ÇİÇEK - TÜRKİYE DAVASI AHİM 3. DAİRE

DERSİMİZİN TEMEL KONUSU

Transkript:

Dikkat! Değerli okuyucular, Kitapların tüm telif hakları Talat Turhan'a ait olup izinsiz çoğaltılamaz, alıntı yapılamaz, başka sitelerde kullanılamaz. Copyright 2008 Talat Turhan Okumanın da en rahat yapıldığı yer burası, bir ay içinde sindire sindire 2.000 sayfa kitap okudum. Eğer kıymetlendirmeğe moral güçleri yeterse, HAPİSHANELER AYDINLAR İÇİN BİRER OKULDUR. *** Ölünceye kadar hiçbir güç ve koşul; şeref, haysiyet, karakter ve prensiplerime taalluk eden konularda benden taviz almağa muvaffak olamayacaktır. Bu yeteneğime inanmamın güvencesi içinde gayet rahat ve huzurluyum. Talat Turhan (26 Mart 1973 tarihli mektuptan)

Önsöz Memleket İçin Bir Şeyler Yapmanın Gerektiğini Düşünüyordum 12 Mart 1971 Darbesi öncesinde o zamanın iktidarına karşı sivil-asker zinde güçler işbirlikçi iktidarı alaşağı etmek için Türkiye nin her yerinde başlangıçta birbirinden bağımsız örgütlenerek vatanı kurtarmak için çareler arıyorlardı. Gençlik çeşitli fraksiyonlar halinde o dönemdeki dünyayı etkileyen sol dalgadan esinlenerek eylemsel yöntemlerle arzu ettikleri sonuca varacağını düşlüyor ve özellikle canları pahasına antiemperyalist bir mücadele sürdürüyorlardı. Bu mücadele Dolmabahçe de ABD donanmasında görevli denizcileri denize dökmeye kadar varıyor, karşı devrimci cephe de sol gençlik fraksiyonlarını provoke etmek için Beyazıt Kulesi ne kırmızı bayrak çekilmesinden tutun da çeşitli provokasyonlarla solu eyleme iterek bir hesaplaşma içine girmiş bulunuyordu. Bu bağlamda eski tüfek diye tanımlanan kişiler, çevrelerine topladığı yandaşlarıyla olası bir askeri harekâttan pay kapmayı düşünüyorlardı. Bunlar içinde özellikle Doğan Avcıoğlu, o dönemde yazmış olduğu Türkiye nin Düzeni kitabı başta Kuvvet Komutanları olmak üzere birçok yapıtı hemen hemen Silahlı Kuvvetler in büyük bir çoğunluğu tarafından okunup onaylandığı için elde ettiği potansiyel gücünü geleceğinin iktidarında söz sahibi olmak için kullanmayı düşlüyordu. Bu amaçla daha sonraki dönemde Madanoğlu grubu diye adlandırılan sivil-asker karması bir örgüt oluşturulmuş ve Devrim Gazetesi bu örgütün sözcülüğünü üstlenmiş bulunuyordu. Yine o dönemde Devrimci Ordu Gücü isminde bir örgütün kurulmuş olduğunu görüyoruz. Bu örgütün asker kanadı ilke itibariyle aralarına sivil şahısları almamayı kabul etmelerine karşın, Doğan Avcıoğlu grubuyla birlikte çalışmada hiçbir sakınca görmüyorlardı. Doğan Avcıoğlu grubunun içine MİT ajan sızdırmış, bu ajan onların bütün toplantılarına katılıp, toplantıları yönlendirip, bütün konuşmalarını kayda alıp 12 Mart 1971 sonrasında Madanoğlu Davası diye bir davanın başlıca delili olarak kullanılmış; fakat o dönemde bantlar delil sayılmadığı için dava beraatla sonuçlanmıştı. Bu bağlamda İstanbul da da binbaşı dâhil daha üst rütbeli subaylar aralarında toplantılar yaparak ülkeyi kurtarmak için çareler arıyorlardı. Bu grubun önde gelen bir kişisi benimle irtibata geçerek çalışmalarından söz etti. Ve toplantılarına katılmamı benden talep etti. Bu öneriyi geri çeviremezdim. Çünkü ben de memleket için bir şeyler yapılması gerektiğini ve her durumda ülkenin işbirlikçi iktidardan uzaklaştırılması gerektiğini inanıyordum. Toplantılarımız devam etti. Bir noktaya geldikten sonra başlarında bir general görmek istediklerini söylediler. Ben büyük uğraşılardan sonra o tarihte Adapazarı nda 12. Tümen Kumandanı olan Tümgeneral Celil Gürkan ı ikna ederek birlikte olduğum bu subay grubunu Adapazarı civarında beş karayolunun kesiştiği bir yerde bulunan bir benzin istasyonunda gece yarısı saat 02:00 sıralarında tanıştırdım. Bu suretle 12 Mart a giden süreçte İstanbul Grubunun lideri bulunmuş oldu. Kendimi yedeğe almak suretiyle toplantılar süregeldi. Daha sonra, mahkemeye çıktığımda savcı beni subaylarla birkaç toplantı yapmakla suçladı. Sorguma başlar başlamaz (mealen): İçinde hırsız, esrar kaçakçısı, eroin kaçakçısı gibi suçlular bulunan parlamentoyu istemiyorum. Savcının dediği gibi bu uğurda 2 toplantı değil birçok toplantı yaptım. Eğer buradan çıkabilirsem 100 toplantı daha yaparım diye söze başladım. Zaman içinde parlamentoda bu nitelikte insanların çıkması haklılığımı kanıtladı. Bir MHP li senatör Marsilya da eroin satarken yakalandı ve mahkum oldu. Tümgeneral Celil Gürkan ın Silahlı Kuvvetler içerisinde öne çıkmış, iki dil bilen, çok kültürlü, saygın bir kişilik olmasına karşın Adapazarı dan (Sakarya) Ankara ya gittiğinde (1970) olağanüstü güce sahipti. Ancak etrafını 12 Mart 1971 muhtırasal darbesine kadar olan sureçte bir darbeden pay koparmaktan başka düşüncesi olmayan sivil-asker muhteris kişiler, yerli ve yabancı istihbarat örgütü ajanları ve masonlar1 sarmış Gürkan ı kontrol ediyorlardı.

Nitekim 12 Mart 1971 den sonra Celil Gürkan: İyi ki başaramadık diyerek duygularını açıklamıştı. Onun için 9 Mart 1971 ılımlı sol darbe girişimi 12 Mart 1971 de karşıtların bir araya gelmesiyle faşist bir darbeye dönüştü. Devrimci Ordu Gücü nün Çifte Standardı Tümgeneral Celil Gürkan Ankara ya atanmadan evvel, biraz önce de belirttiğim gibi, 1969-1970 yılları arasında asker kesimin örgütlenmesinde benimle birlikte yer almıştır. Daha sonra bu oluşuma bazı sivil kişiler de katılmışlardır. Bu dönemde Gürkan bu örgütlenmenin Hava Kuvvetleri ve Deniz Kuvvetleri ayaklarında bulunan Generallerle de tanıştırılmış, ve daha sonra Ankara ya atanmıştır. Orada benzer bir yapı olduğu için, onlarla da birliktelik içinde gücü daha da arttı. Birlikte yola çıkmış olmamıza karşın Devrimci Ordu Gücü nün çifte standartlı sivil almama ilkesine uyarak beni bu oluşumdan açıkça ifade etmeksizin dışladılar. Buna karşın yurt sevgim süregeldiği için iktidarı devirmeyi düşleyen bu grubu izlemeye devam ettim. Aşağı yukarı 12 Mart 1971 den 6 ay önce aralarına korgeneral rütbesinde ABD yanlısı bir ajanın sızmış olduğunu öğrenince Faruk Ateşdağlı isimli, her çevrede büyük saygınlığı olan emekli bir kurmay albaydan Ankara ya gitmesini istirham ettim. Çünkü, sözü geçen ajanın da öğretmeni olduğu için Faruk Ateşdağlı ya büyük saygısı vardı. Kendisiyle konuşarak niyetini öğrenmesini ve temasının sonuçlarını Tümgeneral Celil Gürkan a aktarmasını istedim. Ajan, 1970 yılını geçmemek üzere kanlı bir faşist darbe düşünüyordu. Oysaki ötekiler Marksist olmasa bile CHP nin başlangıçta ortanın solu diye nitelediği demokratik sosyalist anlayışta bir darbe yapmak istiyorlardı. Daha sonraki süreçte 1971 yılının Şubat ayında Tümgeneral Celil Gürkan ın isteği üzerine İstanbul daki örgüt içinde bulunan ve benden sonra örgüt içine sızan bir piyade albay aracılığıyla o dönemde İstanbul da görevli bulunan ve direkt Orgeneral Faruk Gürler liderliği içinde yer alan sınıf arkadaşım bir tuğgeneral ile temas ederek izlenimlerimi Tümgeneral Celil Gürkan a aktardım. Durum hiç de düşlediğim yönde gelişmiyordu. Daha sonra 3 Mart 1971 gecesi biraz evvel sözünü ettiğim ajan provokatör korgeneralin de bulunduğu Ankara da bir toplantıya katıldım. O toplantıda 5 muvazzaf general 5 eski ihtilalci subay vardı. Ben ajanı görür görmez sadece dinleme konumuna geçtim. Aslında o toplantının 9 Mart ın 12 Mart a evrilmesi için düzenlenmiş ve ajan açısından çok başarılı olmuş bir tarihsel dönüm noktası olduğunu düşünüyorum. Bir televizyon kanalında ve bir kitabımda bu olayın ayrıntısını açıklıyorum. Toplantı esnasında ev sahibi olan avukat Danton2 edasıyla: Paşalar paşalar! Gördüğüm kadarıyla siz iradenizi Orgeneral Faruk Gürler e bağlamışsınız Türkiye nin özgün koşulları eğer bir devrimi gerektiriyorsa, bu devrim önündeki tüm engeller aşılır. Eğer sizin gücünüz yetmiyorsa bırakın biz Faruk Gürler i temizleyelim, yeter ki devrim olsun. dedi. Ajan korgeneralin de duymak istediği cümle tam da buydu. Çünkü bu sözleri sarfeden kişi aynı zamanda Orgeneral Faruk Gürler in de avukatıydı. Ajan teybini götürüp Gürler e dinletti. Hem Amerikancı olan hem de tüm istihbarat örgütlerinin desteği içinde çıkarlarını kollayan Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay-Gn. Kur. Bşk. Org. Memduh Tağmaç kliğine sözde solda gözüken Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Faruk Gürler ve Hava Kuvvetleri Komutanı Org. Muhsin Batur mecburen katıldı. Dolayısıyla daha başlangıçta birbirine karşıt olan bu dörtlü, muhtırasal bir darbeyle ülkedeki devrimci potansiyeli bir anda deşarj ettiler. 9 Martlı ların aymazlığından kaynaklanan bu olguyu kuşkusuz tarihçiler değerlendirecektir. Bomba Davası Neden Başladı?3 Bu karşıtlık süregeldi. 30 Ağustos 1972 den önce ABD yanlıları Orgeneral Faruk Gürler i saf dışı bırakmak istiyorlardı. Bu amaçla 10 Mayıs 1972 tarihinden itibaren Bomba

Davası nı bu iktidar kavgasının manevrası olarak kullanmak üzere Amerikancı kanat, kendi yandaşı olan İstanbul Sıkıyönetim Komutanı Orgeneral Faik Türün ü devreye soktu. Bomba Davası bu amaçla başlatıldı. Aslında tüm darbe öncesi dönemlerde olduğu gibi, CIA ile birlikte çalışan yerli istihbarat örgütleri kendi işine yarayacak bir darbeyi tetiklemek için bir istikrarsızlaştırma dönemi başlattılar. Bu amaçla birbirinden kopuk gençler, ajanlar tarafından eyleme itilip suçlu konumuna düşürüldüler. Örneğin Bomba Davası nda bir genç iki-üç yere bomba atmaktan yargılanıyordu. Oysaki aynı genç bir yıl boyunca farkında olmadan bir polis ajanıyla aynı evi paylaşmış, polis ajanı bazı yerlerin bombalanmasına o genci ikna etmiş, hatta elverişli vasıta (bomba) temin ederek eylem yerini belirleyerek suça itilmesine ön ayak olmuştu. Bir taşla iki kuş vurulmasına güzel bir örnek... Oysa ki genç, o kişinin ismini açıklayamıyordu. Çünkü ikiden fazla eylemi vardı. Eğer açıklarsa diğer eylemleri ortaya çıkacak, daha suçlu duruma düşecekti. Ajan provokatörler suç işleyerek gençliğimize tuzak kurmuşlardır. Bomba Davası nda da bu tip eylemler ile cuntasal faaliyetler birbirine karıştırılmış ve cuntacılığın bu yolla suçlanmasına çalışılmıştır. Öylesine ki, Bomba Davası sanıkları arasına sokulan bir adi suçtanlardan sabıkalı bir kişi; Gasptan, hırsızlıktan, adam öldürmekten, yaralamaktan sabıkalı devrimciyim demek suretiyle devrim kavramını suçlamak için kullanılmıştır. Orgeneral Faruk Gürler Genel Kurmay Başkanı Oluyor 6 Ağustos 1972 günü Bomba Davası sanıklarından bir kişinin iki askeri savcı tarafından muhbir sıfatıyla ifadesi alındı; Orgeneral Faruk Gürler, Orgeneral Muhsin Batur ve Oramiral Kemal Kayacan bu örgüt içinde gösterilerek suçlanılmıştır. Amaç Gürler in Genelkurmay Başkanlığı na gelmesini engellemektir. Çünkü zamanın Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay yukarıda sözü edilen generalleri temizlemek görevini İstanbul Sıkıyönetim Komutanı Orgeneral Faik Türün e2 vermiştir. Eğer Türün bu görevini başarırsa Genelkurmay makamı ona verilecektir. Tüm bu oluşuma karşın, 16 Ağustos 1972 günü Orgeneral Faruk Gürler zorla Genelkurmay Başkanlığı makamına oturmuş, öbürleri sessiz kalmak durumuna düşürülmüşlerdir. Ama bu kavga bitmemiştir. Bomba Davası adlı kitabımın sonuna eklediğim şemada belgesel olarak bu kavganın tüm sürecini en ince ayrıntısına kadar açıklıyorum. Genelkurmay Başkanını soruşturmaya güçleri yetmediği için, karşı devrimci kanat başta Ziverbey işkence köşkü müdavimleri Orgeneral Turgut Sunalp olmak üzere Faruk Gürler i kandırarak Cumhurbaşkanlığı vaadiyle Genelkurmay Başkanlığı ndan ayırmış; kuşkusuz AP (Adalet Partisi) ve Başbakan Süleyman Demirel de bu tuzakta bizzat yer almış Gürler bu tuzağa girmiş ve Cumhurbaşkanı seçilememiştir. Bu tarihten sonra meydan karşı devrimci kanadın eline geçmiştir. Böylelikle Mayıs 1972 de tutuklanan Bomba Davası sanıkları Şubat 1973 e kadar sorgusuz sualsiz içerde kalmış, bu süreç daha da uzatılmıştır. Nihayet Haziran 1973 tarihinde Emekli Tümgeneral Celil Gürkan, Emekli Kurmay Albay İlyas Albayrak, Avukat Fakih Özfakih, Emekli Hava Tuğgeneral Ömer Çokgor, Emekli Kurmay Albay Nedim Arat, Emekli Kurmay Albay Bahattin Taner, Emekli Deniz Binbaşı Erol Bilbilik Ziverbey Köşkü nde bir hafta süreyle işkenceye alınmışlardır. Bomba Davası sanığı sıfatıyla da sorgulanmışlardır. Ancak bir güç bu kişileri Orgeneral Faik Türün ün elinden almayı başarmış, Bomba Davası 11 ay sonra başlayabilmiştir. Ziverbey (Zihni Paşa) köşkün de işkence gördüğüm sırada bir albay (!) işlemediğim suçları itiraf etmemi istiyordu: Faruk Gürler, Muhsin Batur, Kemal Kayacan ile senin ve arkadaşlarının tüm ilişkilerini, 12 Mart ın 1971 nasıl yapıldığını, bütün örgütlerle olan ilişkilerini, bunların içinde bulunan bütün tanıdıklarını, evinde yapmış olduğun toplantılarda vermiş olduğun soygun ve patlatma direktiflerini, Milli Birlikçilerle cunta irtibatını, Boğaz Köprüsünü nasıl havaya uçurmayı düşündüğümü,4 bir günde 300 generali nasıl öldüreceğimi... Şimdi sana kalem kâğıt vereceğiz, aşağı inip odanda yazacaksın.

İşkence Altında Geçen Günler Yukarda ismini saydığım 7 kişi Devrimci Ordu Gücü (DOG) üyesidir. Ve Doğan Avcıoğlu yla yakın ilişki içindedirler. Oysaki ben Devrimci Ordu Gücü örgütünden dışlanmış bir kişiyim. Yani Bomba Davası nda bu kişiler adına yargılandım. DOG anayasa yapmış, ben anayasa yapmaktan yargılandım! Bunların bir kısmı tanık olarak geldi. Bakanlar Kurulu listesini hazırlamışlar. Ben orada yokum, ancak İddianame ve Esas Hakkında Mutalaa da içinde gösterildim Kabibay Grubu içinde gösterilen kişiler Bakanlar Kurulu listesinde yer alıyorlar. Çünkü onlar da bana rağmen Devrimci Ordu Gücü örgütü ile ilişkiye geçmişlerdir. Bu listeyi yapmaktan da yargılandım! Böylece yüzlerce örnek verebilirim. Suçlarımı(!) itiraf etmem için da çok kez önüme kalem kağıt getirdiler. Ve sonunda uğradığım muamele hep aynı oldu. Bazen bu işkence dayanılmaz bir hal alıyordu. Bomba Davası-Savunma adlı kitabımda yaşadığım bu uygulamayı şöyle anlatmıştım: Sorgular, sorgular. Hep aynı tehditler Nihayet anlaşılmıştı. Komandolara görev düşüyordu. Esasen Komandolar vatani görevlerini yapmak için bekliyorlardı(!) Yatırın şu adamı emri verildi. Ellerimin kilidi açılıp kollarım serbest bırakıldı. Sonra meşhur falaka sahnesi Bütün dünyam yıkılmıştı sanki o anda. Mahvolmuştum. Komandolar görev yapmaya devam ediyorlardı. Bu işkence ne kadar devam etti, bilemezdim tabii. O esnada neler söylediğimin farkında değilim. Ayaklarıma indirilen sopa darbelerinin acısını artık duymaz olmuştum. Birden Cibali Karakolu nu pek çok seven ses haykırdı. Burası cami değil ulan! diye. İşkence durdu. Biz adamı konuşturmasını biliriz. Daha dur, bu gördüğün hiç bir şey değil. Komandolarımız adamın hamurunu çıkarırlar gibi sözler söylendi. Konuşup konuşmayacağım yeniden soruldu. O sırada Bay Albay ın5 sesi duyuldu: Sana işkence yapılmasına dayanamadığım için dışarı çıkmıştım, yazık ediyorsun kendine. Bay Albay a; yaptıklarından utanmaları gerektiğini söyledim ve öldürülmemi istedim. Bunu eğer kendileri yapmayacaklarsa intihara hazır olduğumu bildirdim. Arzu edildiği şekilde mektup bırakmaya da razıyım dedim...yanıtı: Biz adamı ne zaman öldüreceğimizi biliriz. oldu. 6 Ağustos 1972 günü Bomba Davası nda bir sanığın iki savcıya muhbir sıfatıyla ifade verdiğini ve isminden çok sıkça söz ettiğimiz generalleri suçladığını açıklamıştım. Temmuz- Ağustos 1973 tarihinde sıra onlara geldi. Savcı ek bir iddianame hazırlamak suretiyle Emekli Orgeneral Faruk Gürler i cunta başı (25 Mayıs 1973 teki ifadeyle), Emekli Orgeneral Muhsin

Batur u cunta üyesi, Orgeneral Kemal Kayacan ı cunta üyesi olarak suçlayarak mahkemeye getirilmesini talep etti. Savcının bu isteği de yerine getirilmedi. Bomba Davası denilen ucubenin hesabını vermek bana düştü. 4.500 sayfalık bir savunmayla bu hesabı verdim. Savunmanın bir yerinde; Sol literatürde küçük burjuvanın kaypak olduğu söylenir, gerçekten de benim bütün yaşamım küçük burjuvanın kaypaklığını gözlemlemekle geçmiştir. Evet, küçük burjuva kaypağın kaypağı, kalleşin kalleşidir. Aslında sanık ilan edilip de Bomba Davası na getirilemeyen bu küçük burjuvalardan hiçbirisi, birkaç istisna dışında, evimin kapısını çalarak eşimin herhangi bir ihtiyacı olup olmadığını sormamıştır. O nedenle bu tür küçük burjuvaların örgütlenme hevesleri eğer devrimci bir ilkeye ve yönteme dayanmıyorsa önlenmelidir diye düşünüyorum. diye görüş belirtmiştim. Gözaltına Alınışım... Bu genel girişten sonra hapishane mektuplarından söz edebilmek için konuyu biraz özele almak istiyorum. 3/4 Temmuz 1972 gecesi gece saat 01:00 sıralarında 35 kişi Kuzguncuk ta bulunan Deniz Restoran da kafa çektikten sonra sarhoş bir halde evimi bastılar. Kapı çalmaksızın içeri girerek merdivenlere dizildiler. Ve ne yazık ki utanmadan Ayrı bir kat ve odada kalan 14 yaşındaki kızımı uyandırarak işe başladılar. Daha sonra benim kapımı çalarak arama yapmak istediler. Gayet doğal olarak arama emri istedim. Her isteğimde karşımdaki adam sıkıyönetim diye yanıtladı. Bu tartışma devam etti. Avukatlarım Birsen Balcıkardeşler ve Alp Kuran tarafından 1 Eylül 1972 günü İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı na ve İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı Askeri Savcılığı na verilen ve birer sureti Türkiye Barolar Birliği Başkanlığı ve İstanbul Barosu Başkanlığına sunulan dilekçe karşılaştığım uygulamayı gözler önüne seriyor: T. Slh. K.lerinde yıllarca Türk Ulusuna şerefle hizmet etmiş bulunan müvekkilimiz Emekli Kurmay Yarbay Talat Turhan, 3/4 Temmuz 1972 gecesi saat 24:00-01:00 arasında evinden alınmıştır. Eve gelen ekip bir anda, evin bütün odalarına dağılmış, müvekkilimiz Em. Kur. Yb. Talat Turhan ın eşinin giyinmesine dahi izin ve imkân verilmemiştir. Kendi başına geldiğinde her insan gibi, her subayı da derinden üzecek nitelikte olan bu olay, müvekkilimizin hayatı boyunca hatırlayacağı devamlı bir işkence kaynağı etkisi yapmıştır. Müvekkilimiz evine gelenlere, arama ve yakalama kararı bulunup bulunmadığını sormuş, her seferinde Sıkıyönetim cevabını almıştır. En nihayet karşımdaki kişinin muhatabımın hüviyetini almayı başardım Mete Bozbora. Eşime dedim ki: Bu ismi yaz, lazım olur. Daha sonra yapmış olduğum araştırmada MİT le ilişkili bir emniyet müdürü olduğunu saptadım. Zaman içinde de mafya avukatlığına soyundu; bunu da tespit ettim. Aslında 60 metrekare olan bir evi 35 sarhoş insanın gecenin o saatinde basması başlı başına bir terördür. Doğrudan doğruya kütüphanedeki kitaplara saldırdılar. Azgın bir iştahayla kitaplarımı toplamaya başladılar. Baktım ki herhangi bir ilkeleri yok. Örneğin Harp Akademisi nde ders kitabı olarak okutulan Rus Harp Doktrini isimli kitabımı alıyorlardı. O

zamanlar Türk Odalar Birliği tarafından basılan antikomünist tandanslı propaganda kitaplarımı aldılar. Karl Marks ın Kapital ini alıyorlar, Hitler in Kavgam adlı kitabını alıyorlar. İçlerinde rütbeli bir binbaşı gördüm Bak binbaşım dedim. Bu kitap Genelkurmay tarafından basılmış ve Harp Akademisi nde ders kitabı olarak okutulan bir kitaptır. Alırsanız sizinle alay ederler, bu kitabı bırak dedim. Binbaşı nın gücü o kitabın bıraktırılmasına bile yetmedi. Mahkemede bu yaşadığım travmayı tanımlamak için istemeyerek de olsa Evimi bir işgal gücü bassa daha saygılı davranırdı demek zorunda kalarak sözlerimi duruşma tutanağına geçirttim. Haliç Manzarası Bile Cennet Gibi Görünmeye Başlamıştı Bir sivil polis arabası beni evden alarak o zamanki Kadıköy Belediye sinin alt katında bulunan Kadıköy Emniyet Amirliği bahçesine getirdi. Gözlerimi bağlayıp ellerimi kelepçeledikten sonra bir askeri kamyonete koymak suretiyle meçhul bir yere götürdüler. Kaç dakikalık bir yere gittiğimi hesap etmek için sayı saymaya başladım. Kadıköy den yarım saat uzaklıkta bir yere gittiğimi saptadım. Beni bir binanın bodrum katına attılar. Temmuz ayı olmasına karşın müthiş rutubetli ve soğuk bir odaya aldılar. İlk önce soydular soyduktan sonra aradılar bana ait tüm eşyalarımı elimden aldılar. Odada 24 saat lamba yanıyor. Perde var. Gece gündüz olduğunu fark etmiyorsunuz. Eller ve ayaklar zincirli ve somyaya bağlı. Sadece tuvalet için dışarı çıkarıyorlar o da gözler bağlı. Tuvalet yaparken de tuvaletin kapısı açık, nöbetçiler başınızda tuvalet kapı açıkken bekliyordu. Bu köşkte (!) bir ay boyunca işkence gördüm. Daha sonra 1 Ağustos 1972 günü Selimiye de Asayiş Birliği ne getirildim. Orada üç gün 54 metrekare bir koğuşta tek başına tutuldum. Aslında koğuştan Haliç ağzı gözüküyordu. Bir aylık işkenceden sonra o manzara bana cennet gibi gelmişti. Tek sıkıntı tuvalete çıkmaktı; çünkü kapıda bekleyen nöbetçi er istediği vakit tuvalete çıkarıyordu. O üç günlük süre içinde Askeri Savcıya götürdüler ve ifademi aldılar. Oradan, tutuklama mahkemesine çıkarıldım, tutuklamayı gıyabiden vicahiye çevirdiler. Ve beni Selimi Kışlasında özel olarak yapılmış, bir buçuk metre genişliğinde, beş metre uzunluğunda, beş metre yüksekliğinde, içinde açık tuvalet bulunan, tabanı ıslak, akrep-çıyan her türlü haşeratın cirit attığı, yerden 10 cm yüksekte bir tahtanın üstünde yatmak zorunda bırakıldığım bir hücreye kapattılar. Hücrede bir ay tutuldum. Kuşkusuz bu uygulamanın da hiç yasal dayanağı yoktu. Bu arada tam 37 gün ailem ve avukatlarım dahil hiç kimse benim nerede olduğumu bilemedi. Hatta biraz evvel sözünü ettiğim Kurmay Albay (E) Faruk Ateşdağlı, o zamanın garnizon komutanının Korgeneral Fikret Köknar ın öğretmeni olduğu için yerimi öğrenmek ve evden çıkarken eşya almadığım için bir kısım eşya göndermek üzere o kişiyle temas etti Köknar, öğretmenini kandırdı ve nerede olduğumu bilmediğini ve işkence yapılmadığı konusunda dair teminat verdi!..6 Mahkeme sürerken bu konuya ilişkin bildiklerini Noter kanalıyla tespit ettirip mahkeme dosyasına koydurttum. Tam 37 gün sonra hücredeyken Avukatım Birsen Balcıkardeşler in geldiğini söylediler. Bir üsteğmenin gözetiminde 10 dakika görüşme fırsatı verdiler. Bu arada oranın koşulları içerisinde başımdan geçenleri yazarak hukuksal bir mücadeleye girmemiz gerektiğini not halinde avukatıma verdim. Üsteğmen de buna göz yumdu ama hapishane yönetimi fark ettiği vakit üsteğmeni oradan uzaklaştırdılar. Biraz evvel söylediğim gibi hücre zeminden 5 metre aşağıda yer altında bir mekandı. 1 ay orada kaldıktan sonra üst katta G koğuşuna alındım. Bu arada ilk kez kitapta göreceğiniz gibi 3 Ağustos-1972 günü eşimden mektup aldım. Kağıt kalem olmadığı için aynı mektubun arkasında yanıt verdim. G koğuşu karma bir koğuştu. koğuşlarda yaklaşık 35 kişi bulunuyordu. Her koğuşa genelde bir sol fraksiyon yerleştirilmişti. Ama G koğuşu karma idi. O arada eşimle mektuplaşmalar başladı. Kitapta göreceksiniz. Daha çok isteklerle dolu mektuplar. Mektuplar okunduğu için özelinizi

paylaşmak istemiyorsunuz okuyanlarla, mekanik mektuplar bunlar. Ama en azından bir döneme ışık tutuyor, o dönemin psikolojisini yansıtıyor. Bu mektuplar çok ağır koşullarda yazıldı. Ceza evi yönetimi içeri atınan kişinin yıkılmasını bekler. O yüzden çok özenle yazmağa çalıştım. Normalde bu kadar düzenli bir yazıyla yazmakla bir anlamda faşizme karşı direndiğimi göstermek istiyordum. Bu süreç zarfında haftada bir kere 10 dakika sanıklara yakınlarıyla görüşme fırsatı veriyorlardı. Buna görüşme denilebilirse. Hapishane kapısı açılıyor 5 kişi alınıyor bir demir parmaklığın arkasına. O beş kişinin arkasında 5 er konumlanıyor. Demir parmaklıkların karşısında 1,5 metre aralıkla bir demir parmaklık daha var. Bu aralıkta da beş görevli yerleştiriliyor. Onunda arkasından ziyaretçinle görüşebiliyorsun ama ziyaretçinin arkasında da 5 subay ya da Astsubay bekliyor... Bu koşulları ziyaretçilerime (zaten eşim kızım bir de annem gelebilir) yaşatmamak için, cezaevinde yatan bir kişi için en beklenen an ziyaret günü olmasına karşın, 9 ay ziyaretçi kabul etmedim. Selimiye deki Yöntemler Guantanamo Üssü ndeki Yöntemlere Taş Çıkartır Dokuz ay sonunda bir kalp spazmı geçirip Haydarpaşa Askeri Hastanesi ne kaldırıldım. Eşim ve annemle ilk kez orada yüz yüze görüşmek olanağı buldum. Daha sonraki dönemde, belki haksızlık yapıyorum düşüncesiyle ziyaretçi kabul etmeye başladım. Annem benden daha onurlu çıktı. Ben o koşullar içinde oğlumu ziyaret etmem dedi. İki yıl yattığım süre içinde ziyaretime gelmedi. Tabii hapishaneyle ilgili anılar ayrı bir kitap olabilir. Burada bir olayı anlatarak sözlerime son vermek istiyorum. Selimiye Ceza ve Tutukevi nden önce 1963 yılında Genç Kemalistler Davası nedeniyle beş ay Mamak Askeri Ceza ve Tutukevi nde kalmıştım. Yani hapishane deneyimim vardı. Oysa ki Selimiye deki yöntemler bir bakıma Guantanomo Üssü ndeki yöntemlere bile taş çıkartacak şekildeydi. Aslında her ceza ve tutukevinin bir genel yönetmeliği vardır. Hapishane yönetimi o çerçeve içinde kalmak koşuluyla bir özel yönerge yapabilir. Ama hiçbir hapishanede görevliler bu sınır içinde kalmazlar. Sürekli yetki aşımı yapmak suretiyle tutuklu ve mahkûmlar hakkında keyfi baskı yöntemleri uygularlar ve genellikle de hapishane isyanları bu haksızlığa tepkiden doğar diye düşünüyorum. Selimiye Askeri Ceza ve Tutukevi nde kaldığım iki yıl süresinde ayağım toprağa değmedi. Ve havalandırmaya çıkarılmadım. Oysaki esir kamplarında bile havalandırma hakkı vardır. Mahkemeye çıkarılırken bile Selimiye Kışlası avlusunda kapalı arabalara bindirilerek götürüldük. Ayağımız toprağa değmesin diye. Selimiye Askeri Ceza ve Tutukevi müdürü bir yarbay idi, ayrıca görevli bir binbaşı, 4-5 üsteğmen, 4-5 astsubay ve sivil gardiyanlar bulunuyordu. Bunlar içinde iki üsteğmenin haberi olmadan Cezaevi Müdürü dahi hiçbir şey yapamazdı. Bir nevi onlar Ziverbey İşkence Köşkü nün kontrgerilla örgütünün komiserleri gibi görev yapıyorlardı. Bir gün görevli bir grup koğuşta yoklama alırken gene haksız bir uygulamaya tanık olunca tartışmaya başladım. Beni dışarıya aldılar. İlk başta dövmeyi amaçladıklarını hissettim. Orada tartışma biraz daha üst perdeden devam etti. Üsteğmenlerden biri tartışmayı sürdürdü: Daha yeni geldin. Geldiğin yeri biliyorsun. Seni gene oraya gönderirim. Kıçın mı kalktı?... Kendisine uygun bir uslupla gereken yanıtı verdim. Kuşkusuz bu olayı ömrüm boyunca unutmayacağım. Bunun ayıbını taşıması gerekenlerin de unutmamasını bugün bile temenni ediyorum. Çünkü bir dilekçeyle, adına yargılandığım Genelkurmay Başkanı Orgeneral Faruk Gürler e Türk Silahlı Kuvvetleri örf ve ananesiyle asla bağdaşmayan bu olayı yazılı olarak

bildirdim. Hâlâ yanıt almış değilim. Oysaki o üsteğmen rütbesini ben 24 yıl önce taşımıştım. Zavallı! Aslında bana değil kendi geleceğine küfrediyordu. Şimdi bu konuda Avukatım Alp Kuran ın Genelkurmay Başkanı Orgeneral Faruk Gürler e yazdığı mektubu aşağıya çıkartıyorum: Talat Turhan ın Avukatı Alp Kuran ın Orgeneral Faruk Gürler e Yazdığı Mektup7 19 Eylül 1972 Müvekkilim Emekli Kurmay Yarbay Talat Turhan, 3 Temmuz 1972 günü gözaltına alınmıştır. 4 Ağustos 1972 gününden beri tutuklu bulunmaktadır. Müvekkilim Emekli Kurmay Yarbay Talat Turhan, gözaltına alındığı günden bugüne kadar yasa dışı işlemlere tâbi tutulmuştur ve tutulmaya devam etmektedir. Bu yasadışı işlemlerden bir kısmı İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığına arzedilmiştir. Müvekkilim Talat Turhan hakkında yapılan soruşturma hukuksal amaçlar gütmekten çok, siyasal iktidarı ele geçirerek Atatürk ilkelerine dayalı Türkiye Cumhuriyeti nin felsefî temellerini değiştirme politikası ile ilgili görünmektedir. Müvekkilim Talat Turhan ın beyanına göre, yarın yüksek askerî makamlarda bulunan komutanlar aleyhinde kullanılmak üzere, sorgusu sırasında baskı ve işkence ile gerçekte olmayan olaylara ait bazı belgeler ve beyanlar kendisine zorla imzalatılmıştır. Bu belgelerin tamamı soruşturma dosyasında bulunmak gerekirken, bunlardan bir kısmı muhtemelen dosyasına konmamış, zamanı gelince değerlendirilmek üzere bir takım gizli kuvvetlerin hizmetine verilmiştir. Soruşturma dosyasındaki sorgu tutanakları ise, 353 sayılı yasanın 90. maddesinin sanığın sorgusuna ait tutanakların müdafii tarafından incelenmesine hiçbir vakit karşı konulamaz emredici hükümlerine rağmen, müdafilere gösterilmemektedir. Böylece yapılan soruşturmanın hukuksal nedenlerle değil fakat siyasal amaçlarla yürütüldüğünü saptamamız, müvekkilimizle birlikte devletin kaderine ilişkin yasa dışı tertiplerle itiraz etmemiz olanağı ortadan kaldırılmaktadır. Türkiye Cumhuriyeti nin Atatürkçü temellerini tehdit eden tehlike şuradadır: Sıkıyönetim soruşturma makamlarında görev alan bazı kişiler, yalnızca yasaların emrinde olacak ve bütün işlemlerinde yasalara uygun davranacak yerde, yasalara üstün tuttukları bir hedefe ulaşma çabasında gözükmekte ve bu hedefe varmak için yasaları hiçe saymaktadırlar. Bunlar kendilerine milliyetçi-toplumcu (Nasyonal-sosyalist) adını verenlerin ve bu doktrini benimseyen bir siyasal partinin yerin altındaki siyasetinin bir aracı izlenimini uyandırmaktadırlar. Bunlar milliyetçi-toplumcu partinin liderinin emrinde olmasalar bile, onun paralelinde hareket etmektedirler kanısını, bizde ciddî olarak yaratmış bulunmaktadırlar.

Eski Türk törenlerini ihya etmek iddiasında bulunanların sempatizanları olup olmadıklarını kesin olarak bilmediğimiz bu kişilerin, yapısını ve tutumlarını ortaya koymak açısından son bir olayı yüksek bilgilerinize ve takdirlerinize arz etmeyi bir görev sayıyorum. 3-4 Temmuz gecesi evinden alınan ve bir ay süreyle kanun dışı koridorlardan geçirilerek sorgusu yapılan ve gerçeklere dayanmayan bir takım ikrarlar imzalatılan müvekkilim, tutuklama kararı çıkarıldıktan sonra Selimiye kışlasında her türlü sağlık koşullarına aykırı ve zehirli hayvanların ve akreplerin yaşadığı bir hücreye kapatılmıştır. Durum tarafımızdan sayın Sıkıyönetim Komutanlığına arz edilmiş, komutanın emriyle müvekkilim derhal hücreden çıkarılmıştır. Fakat bundan üç, beş gün sonra, koğuşu gezmeye gelen Cezaevi Müdürü Sayın Binbaşının emrindeki bir heyette yer alan bir görevli, Türk törelerine ve ordu geleneklerine bağlılık derecesini ortaya koyacak bir biçimde, Binbaşının bulunduğu yerde kendisine söz düşmezken, Emekli Kurmay Yarbay Talat Turhan ı da hedef alarak, üç gün oldu hücreden çıkıp buraya geldiniz, kıçınız kalktı. demek secaatini göstermiştir. Askerî tutukevi görevlisinin, Kurmay Yarbay rütbesini taşımış eski bir askere bu şekilde hitabının Türk töreleriyle ve ordu gelenekleriyle ne derece bağdaşacağını ve gereğini yüksek takdirlerinize arz ederim. Bizim bütün bu olanlardan çıkardığımız kişisel sonuçlar şunlardır: Bu tür zihniyet ve uygulama sahiplerinin, kolladıkları fırsat iktidar olmaları şansını verirse, bugün emekli kurmay yarbaylara, albaylara reva gördükleri işlemleri ve hitapları, yarın çok daha yüksek rütbedeki komutanlara da reva görmekten çekinmeyecekleri muhakkaktır. Bir kişinin yasaları, töreleri ve ordu geleneklerini böylesine çiğneyebilmesi için, bunların üstünde bir takım ilkeleri ve hedefleri kendisine hedef alması gereklidir. Atatürkçü eski yarbaylara, albaylara reva görülen yasa dışı işlemler, işkenceler, hakaretler, rütbe atlayarak konuşma cüretleri ve bugün orduda görevli bulunanlara yönelik tertip hazırlıkları endişesini uyandıran durumlar, ancak bu şekilde izah edilebilir. Durumu bilgilerinize, gereğini emirlerinize saygılarımla arz ederim. Av. Alp Kuran Kaynakça ve Açıklamalar 1. Y.n.: Örneğin Hv. Kuv. karargahında ihtilal planlaması yapanların içinde etkin bir konumda olan Hv. Kur. Alb. Kemal Torosluoğlu (merhum). - Orhan Kabibay, hem Üstad-ı Azam Numune Hastanesi Başhekemi Şekür Öktem, hem de Tümgeneral Celil Gürkan la temas halinde idi. Celil Gürkan 12 Mart a 5 Kala adlı yapıtında Orhan Kabibay ı değerlendirmektedir. Bana gelince yukardaki gerçekleri ancak Selimiye Ceza ve Tutukevi nden çıktıktan sonra öğrendim. 2. Y.n.: 1789 Fransız Devrimi nin öne çıkan ihtilalcilerinden biri.. 3. Talat Turhan, Bomba Davası, İleri Yayınları, Ekim 2006 4. Y.n.: O tarihte 1 nci Boğaz Köprüsü nün sadece ayakları yapılmıştı. Bomba Davası nın eylemsel ve cuntasal iki yönü bulunmaktadır. Yargılama sonucu eylem yönüyle

ilişkimin bulunmadığı hükme bağlanmıştır. Buna karşın AFFI REDDETTİĞİM halde, mahkeme yasadışı bir tutumla davayı örtbas ederek cuntasal bölümü yargılamamıştır. 5. Y.n.: Aslında kendisini albaylığa yükselten bu zavallı işkenceci 1943 Harp Okulu çıkışlı Topçu binbaşılığından ayrılma bir MİT görevlisiydi. isminin açığa çıkacağını hayal bile edemiyordu. ancak uzun uğraşlar sonucu saptadığım bu kişinin ismini Türkiye de ilk kez KEL EYÜP diye duruşma tutanağına güçlükle yazdırabildim. 6. Y.n.: Fikret Köknar Kur. Alb. iken 1960 yılında kurulan Silahlı Kuvvetler Birliği (SKB) örgütünün üyesi idi. Benim gibi... 7. Talat Turhan, Bomba Davası, İleri Yayınları, Ekim 2006

Talat Turhan ın Savunmasında 12 Mart 1971 in Değerlendirilmesi1 Yapılmak istenen neydi? Cumhurbaşkanı Cevdet SUNAY-Genelkurmay Başkanı Orgeneral Memduh TAĞMAÇ ve 1nci Ordu ve Sıkıyönetim Komutanı Orgeneral Faik TÜRÜN üçlüsünde simgelenen Emperyalistlerle bütünleşmiş, işbirlikçi iç güçler; Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Kemal KAYACAN, Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Muhsin BATUR, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Faruk GÜRLER üçlüsünü buna engel görüyorlar ve onları bertaraf etmek istiyorlardı. Bu senaryo içinde, iktidar kavgası yapan iki klik birbiriyle açık mücadeleye girişecek kadar kuvvetli olmadığı için başka yollar denemekteydiler. SUNAY-TAĞMAÇ ikilisi kendi yeteneklerini veya yeteneksizliklerini çok iyi bilen kişilerdir. Buna rağmen, TÜRKİYE nin çok önemli bir döneminde yıllarca gizli ve açık iktidar olmayı başarmışlardır. İktidar olmalarını da 10 yıldan beri bütünleştikleri örgütlere borçludurlar. Olayların zorlaması sonucu doğan bu ilişkiden, her iki taraf da memnundur. Çünkü örgütler ve onların bağımlı olduğu dış güçlerde bu iki kişiyi, kendi amaçları doğrultusunda kullanmaktadırlar. Bir taraf omuzlarının gücüne, diğer taraf, Makyavelist bir politika içinde, entrikanın her türlüsünden yararlanarak mücadele edip birbirini temizlemek istemişlerdir. Bomba Davası SUNAY-TAĞMAÇ-TÜRÜN üçlüsü nün GÜRLER-BATUR- KAYACAN üçlüsünü bertaraf etmek amacıyla, yargının araç olarak kullanılması düşüncesiyle açılmıştır. Dava sanıklarının büyük şansı bu kavgada her iki iktidar kliğinin de bugün yenik düşmesi ve 14 EKİM 1975 seçimlerinin, tertip güç ve örgütlerini geri çekmiş olmasıdır. Bu gelişmeyi, aynı zamanda Yargının da şansı olarak niteleyebiliriz. Çünkü Adalet Tarihinde, en büyük zulümlerin yargının, kaba kuvvet elinde alet edildiği dönemlerde uygulandığını görüyoruz. Eğer 12 MART 1971 muhtırası nın verilmesi bir suç ve cuntasal faaliyet ise bu suçlama içinde Memduh TAĞMAÇ neden yoktur? Türkiye yi 12 MART a getiren olaylar ve bu olaylar içinde kişiler vardır. Bu dava iddianamesi 12 MART muhtırası nın bir kanadının, diğer kanadını suçlayarak bertaraf etmek için açılmıştır. Ve fakat suçlanılan kişilerdin hiçbiri davaya getirilmemiştir. İddianamede bu konuda açık ve kesin bir çelişki vardır. O da 9 MART 1971 ile 12 MART 1971 in aynı potaya konulmak istenmesidir. Bu iki eğilimden biri diğerini bertaraf ettikten sonra 12 MART a gelinmiştir. O halde bu gruplar bugün aynı pota içine nasıl konulabilmiştir? 9 MART bir dönüm noktası olup, Türk Silahlı Kuvvetleri içindeki radikal görüş ve eğilimler ile bağımsızlaşmayı hedef alan bir tarzı önermekte idi. 12 MART ise, tutucu görüş ve eğilimlerle, dışa bağımlılığı simgeler. Bu nedenle yaşayabilmesi için ilk işi, 9 MART çı görüşü bertaraf etmek olmuştur. Bu iki grubun çatışması ise 12 MART 1971 olayı ile sonuçlanmıştır. Bu durum da, 12 MART muhtırası nı verenlerin tümü suçlanılmadığına göre, 9 MART a kadar onlarla beraber

olan 9 MART çılar suçlanılamazlar. 9 MART tan sonra ise bu grubun herhangi bir eylem ve etkinliği olmamıştır. Bu iddianameye göre ise, Cuntabaşı olarak hem Orgeneral (E) Faruk GÜRLER suçludur, hem de onun emekliye ayırdığı Tümgeneral Celil GÜRKAN. Ama GÜRLER gözaltına alınamamıştır.2 Fakat Talât TURHAN dan T.Slh.K. Adına 12 MART ın, başarısız kişilerinin hesapları sorulmaktadır. Beraber suçlandığım kişilerin Kumandanlık koltuklarında oturdukları bir dönemde, her türlü baskı, zulüm, tehdit ve işkenceye maruz kalarak tek başıma verdiğim kavgayı, bugün de sürdürüyorum. Manen yanımda ne GÜRLER, ne BATUR, ne KAYACAN ve ne de 9 MART çılar var. Sol literatürde Küçük Burjuva nın kaypak olduğu yazılıyor. Benim bütün hayatım, bu gözlemin doğruluğunu yansıtmaktadır. Evet Küçük Burjuva kaypağın kaypağı, kalleşin kalleşidir. Aslında benim kavgam hiçbir zaman, küçük burjuvanın, her iki kanadının, yukardan aşağı oluşturmayı yeğledikleri, Jöntürk gelenekli, iktidar girişimlerinden yana olmamıştır. Belki ülkemin bulunduğu ekonomik ve sosyal koşullar içinde bu yolu, ehveni şer olarak kabul etmişimdir. 27 MAYIS 1960 a gönül verişim bundandır. Ama, 12 MART, 1971 hem HİYERARŞİK İHTİLAL hem JÖNTÜRK gelenekli iktidar mücadele yöntemlerinin, hem de ehveni şerci görüşlerin iflâsını belgelemiştir. Bütün bu özlemlerin FAŞİZM le noktalandığını, benim gibi Faşist özentisi uygulamalarının hedefi olmuş, herkes bugün anlamış bulunuyor. Emperyalizmle bütünleşmiş, uydu bir politikanın çirkefine batmış ve bu amaçla, kurdukları gizli örgütlerle, dışarıdan aldıkları strateji ve taktiklerle, devrimciler üzerinde provokasyon düzenleyenlerin, bu kokuşmuş düzeni yaşatma girişimleri boşunadır. Bunu onlar da biliyorlar ve bugün için sadece zaman kazanmağa çalışıyorlar, çırpınmaları boşunadır çırpındıkça batacaklardır. Evet sahte milliyetçilerin, dümenlerine baktıkları bu düzen mutlaka değişecektir. Düzen iki yolla değişir. Oyla, zorla Türkiye deki Sosyo-Ekonomik koşulların gelişmesi ve özellikle, olayların ABD Uydusu Politika dan yana olan işbirlikçileri doğrulamaması ve ABD dostluğu efsanesinin deneylerle aydınlığa kavuşması, oyla düzen değişme girişmelerinin şansını, bugünkü iç ve dış koşullar karşısında artırmış bulunuyor. Oyla düzen değişiminin halka dayalı ve alttan yukarı demokratik bir girişim olduğu, bu nedenle halkın özlemlerini yansıtacağı ve devrimci halk sınıflarının özlemlerine cevap verebilmek için, iç ve dış sömürüye karşı çıkacağını ve Tam Bağımsız bir politika izleyeceğini bu gün çok kişi anlamış bulunuyor. 14 EKİM 1975 seçimleri, halk özlemlerinin böyle bir politikayı desteklediğini gösterdi. Bu gelişim bugün için Türkiye nin şansıdır. Fakat aynı dönemde ALLENDE-BÜLEND DE formülleri ortaya sürüldü ve Dünya Düzen Değiştirme Örgütü(!), ECEVİT in iktidar olmasını önledi Bir ülkedeki Sosyo-ekonomik koşullar, düzen değişikliğini zorluyorsa ve o ülkede, oyla düzen değiştirilemiyorsa, düzen zorla değişir. Bu değişim:

Yukardan aşağı müdahale yöntemleriyle (asker, sivil, karma) olabileceği gibi, devrimci sınıfların mücadelesi sonucu, aşağıdan yukarıya da olabilir. İhtilâller tarihi bu girişimlerin sayısız örneklerini vermektedir. Bu noktada bir gözlemimi açıklamak durumundayım. O da 12 MART 1971 ile ilgilidir. 12 MART 1971 içinde, yukardan aşağı oluşan, üç yönlü iktidar özlemlerinin yaşanmış olduğunun tanığı olmaktayız: Bunlardan ilkini, emperyalizmle bütünleşmiş, uydu ve bağımlı bir politika içinde, FAŞİST İKTİDAR özlemleri diye niteleyebiliriz. Bu özlemleri Slh.K.ler içinde SUNAY- TAĞMAÇ-TÜRÜN temsil etmiş ve amaçları doğrultusunda CIA direktifleriyle, provokasyonlar düzenleyip, bir yandan komünizmle mücadele ediyoruz diye ağababalarına hoş görünüp, bir yandan da, devrimcileri ve kendi siyasal rakiplerini temizlemeğe koyulmuşlardır. Fakat bu üçlü şebeke, hiçbir zaman Slh.K. in kontrolünü tam olarak ele geçirememiştir. Çünkü karşılarında güçlü gördükleri bir engel vardır. GÜRLER-BATUR-KAYACAN üçlüsü. Bomba davası onlar gaflet içinde uyurken bu engeli aşmak için tezgâhlanmıştır. Bu grup, devrimci sınıflardan dış ve iç destekler bulmasına karşın, hiçbir zaman güvenebileceği bir politik desteğe de sahip olamamıştır. Politik ilişkilerde, her iki taraf birbirini idare ederek zaman kazanma hesabı içinde bulunduğundan, kesin çözüme ulaşamamışlardır. Bunun yanında, TÜRKİYE de Faşist özentisi bir partinin, politik gücünü de hiçbir zaman yeterli bulmamışlardır. Fakat, kendi himayeleri ve destekleriyle yıllardan beri oluşturulan, militan grupları sahneye iterek, amaçları doğrultusunda terör ortamının hazırlanmasında kullanmışlardır. Cumhurbaşkanı Cevdet SUNAY ın sağcı komandoları MİLLİYETÇİ GENÇLER diye nitelemesinin nedeni de bu hizmetlerinin, tinsel karşılığı anlamı taşıyordu. 12 MART 1971 kadroları içinde ikinci eğilimi, Genelkurmay Başkanı Orgeneral (E) Faruk GÜRLER-Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral (E) Muhsin BATUR-Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral (E) Kemal KAYACAN üçlüsü temsil etmişti. Gerçekte, bu dönemde bu grubun eğilimlerinin sözcülüğünü 12 MART tan önce, muhtıracı BATUR, aynı yöntemlerle yapıyordu. Bu çıkışları yaparken de, güvencesi, kuvveti içinde aynı görüşü paylaşan genç subaylardı. Oysa, Muhsin BATUR, 12 MART tan sonra, GÜRLER den de umduğunu bulamamasının etkisi ile karşı grubun kendi desteğini sağlayan, Hava Kuvvetlerindeki genç subayların kıyımına seyirci kalmıştır. Ne yazık ki, bu kadarla da yetinmeyip, onların ağzı ile dün desteğinden yararlandığı bu kişileri suçlamıştır. Kendilerince oluşturulan bu ortamda, Cumhurbaşkan Cevdet SUNAY-Genelkurmay Başkanı Orgeneral Memduh TAĞMAÇ- 1nci Ordu ve İSTANBUL Sıkıyönetim Komutanı Orgeneral Faik TÜRÜN üçlüsü, General Tevfik TÜRÜNĞ ten (Ankara Merkez Komutanı Faik TÜRÜN ÜN kardeşi) de yararlanıp, Hava Kuvvetleri nin bu Genç Subay kesimini budayınca TÜRÜN ün deyimi ile BATUR avize gibi tavanda asılı kalmıştır. GÜRLER in ise, hesabının başka olduğunu olaylar göstermiştir. Bu nedenle, bu grubun 12 MART (1971) den sonra bir eğilimi ve görüşü olduğunu söylemek hatalı olur. Gerçekte bu grup 12 MART tan önce 9 MART ta tavsiye edilen görüşü, kendi şahıslarında yansıtmışlardı. Bu görüşü:

Jön Türk geleneğine uygun, küçük Burjuvanın asker kesimine dayalı, ATATÜRKÇÜ anlayışla, 27 MAYIS ANAYASASI na daha da sosyal içerik vererek, zamanla halkla bütünleşme amacına yönelmiş ve bir ölçüde, tam bağımsızlığa kendine şiar edinmiş burjuva radikalizmi olarak niteleyebiliriz. GÜRLER-BATUR-KAYACAN üçlüsü, bu özlemleri bir ölçüde pasifize etmek için, REFORMİST GİRİŞİMLERİ önerdiler ve etkilerinin olduğu dönemde, I. Nihat ERİM hükümeti ile bazı çevrelerde umut yarattılar. Fakat 11 bakanın tasfiyesine seyirci kalmakla halktan kopuk bu girişimin de iflasına tanık oldular. SUNAY-TAĞMAÇ ilişkisi, dışa bağımlı gizli örgütlerin, entrika, şantaj, provokasyon, terör gücünden yararlanıp, bir yandan GÜRLER-BATUR-KAYACAN ın altlarını boşaltırken, 11 lerle simgelenen politik güçlerini de dağıtmayı başardılar. TAĞMAÇ ın özlemleriyle tutucu politik güçlerin özlemleri arasındaki paralellik 1961 Anayasa sının suçlu sandalyesine oturtulması ile sonuçlandı. Suçlanılan Parlamento, bir yandan da reformist özlemcilerin silahını elinden almak için reformlar yapıyor göründü. Bu dönemde, iktidara göz dikmiş her iki iktidar kliğinde de bir başka eğilimin filizlendiği görüldü, seçimleri ertelemek, şekli demokratik ve parlamenter görünüm içinde, perde gerisinden iktidarı gütmek, bunun içinde kendi temsilcilerini Cumhurbaşkanı yapmak: Faruk GÜRLER in cumhurbaşkan lığı ve Cevdet SUNAY Formülü3 bu özlemlerin dışa vurulmuş yansımalarıdır. 12 MART sonrası uygulamaların sosyal uyanışma, ekonomik gelişmeyi aştı 4 gerekçesiyle, emekçi halka yöneltilmiş, birer hıyanet girişimi olduğunu anlamak için birkaç istatistiğe bakmak yeter. Buna karşın, halkın demokratik uyanıklığı sonucu, 14 EKİM 1975 seçimleriyle Türk kamu oyu, hem 12 MART ı hem de onun ardındaki, saray entrikalarının taş çıkartan, makyavelist, oportünist Küçük Burjuva devrimi özlemlerini mahkum etmiştir. Büyük ızdıraplar ve kayıplar pahasına da olsa 12 MART ın bu dolaylı yararını görmemezlikten gelemeyiz. Oyla halkın özlemlerine cevap verilmeyen ülkelerde ise, emekçi halk kitleleri, aşağıdan yukarı bir oluşumla, zor kullanıp iktidar olmaktadırlar. Bugün dünyada 1 Milyar insan böyle bir düzen içinde yaşıyor. 1 Milyar lık bir realiteyi görmemezlikten gelip, bir ideolojiye savaş açmak,5 Don Kişot luktur. ABD bir yandan yumuşama politikası gereği sosyalist ülkelerle pazarlığa giriştiği dönemde ULUSAL KURTULUŞ ÖZLEMLERİNİ nötralize etme amacıyla az gelişmiş ülkeleri bir ideolojik kavgaya itmesi olgusunu da görmemezlikten gelemeyiz. Kaynakça ve Açıklamalar 1. TALAT TURHAN ın SAVUNMA sı, 3. klasör, 5. sav, 1. kısım, s. 1400-1405. Tarafımdan ilk kez yayınlanıyor. 2. Y. n.: Tümgeneral (E) Celil Gürkan Bomba Davası sanığı olarak HAZİRAN 1973 de bir hafta Zihni Paşa (ZİVERBEY) işkence köşkünde sorgulanıp serbeste bırakılmıştır... Bu suretle ne 9 MART çılar, ne de 12 Mart çılar yargılanamamışlardır. Ancak onların eylemlerinin hesabı BOMBA Davası yla Ben den sorulabilmiştir. 3. O dönemde Cumhurbaşkanı Cevdet SUNAY ın görev süresini iki yıl uzatmak için yapılmak istenilen Anayasa değişikliği Girişimi bir oy eksek kaldığı için reddedildi.

Eğer bu girişim başarıyla sonuçlansaydı Faşist uygulamaların yoğunlaşarak devam edeceği şeklindeki kanımı hala koruyorum. 4. Y. n.: Bu cümle, o dönemde Cunta Lideri Orgeneral Memduh TAĞMAÇ a aittir. 5. Y. n.: Çin Halk Cumhuriyeti nden söz edilmektedir. 1940 yılında kurulan bu devlet ABD baskısı sonucu tanınmadı. 9 Mart çıların programında olan tanınmayı 12 Mart çılar gerçekleştirdi.

Mektuplar 4 TEMMUZ 1972-1 AĞUSTOS 1972 tarihleri arasında Zihnipaşa (Ziverbey) Köşkü nde işkence gördükten sonra 3 AĞUSTOS 1972 de çok özel bir hücreye(!) alındım. Eşim bir ay nerede olduğumu öğrenemedi. Bir ay sonra ilk iletişim bu pusula ile kuruldu ama onu da zamanında bana vermediler.

3 Ağustos 1972 Sevgili Talatcığım,1 İki gün evvel geldim. Seninle haberleşmek mümkün olmadı. Sana bazı eşyalar getirdim. Bunun dışında ihtiyacın olan şeyleri bildir ESAT ağabeyler burada, hepimiz gözlerinden öpüyoruz. FEZA ellerinden öper. Sabiha Turhan2 1 adet pike 1 adet çarşaf 1 büyük havlu 1 küçük havlu 2 takım çamaşır 1 pijama 1 gömlek 1 kravat ve mendil Sabihacığım, Gönderdiklerini aldım. Teşekkür ederim. Bendeki çamaşırları gönderiyorum. Elbisemi birkaç gün güneşte tutup, söküklerini dikip, temizlemeğe veriver (Kol düğmesinin biri kopuk). Ben Allah ın izniyle iyiyim. Merak etmeyin, gözlerinizden öperim. Kaynakça ve Açıklamalar 1. Ziverbey Köşkü nde bir aylık işkenceden sonra alınan ilk mektup (TALAT TURHAN 3/8/1972). 2. TALAT TURHAN ın eşi.

SELİMİYE 5 Ağustos 1972 Sevgili Karıcığım, Avukat meselesi için sizler bir şey düşünüp düşünmediğinizi bilmiyorum. Eğer akrabalarımızla uygun bir avukata karar vermişseniz o zatı acele bekliyorum. Böyle bir hazırlığınız yoksa Avukat VURAL DAĞDELER in1 öğleden sonraları bulunduğu yazıhaneye telefon ediver (447500 den istenecek). Bir randevu talep ediver. VURAL evi de biliyor, zannedersem arabası da var. Kadıköy tarafında oturuyor. Geçerken bizim eve de uğrayabilir. Kendisine noterden tevkil hakkı da bulunan bir umumi vekaletname çıkartın. Noter ve diğer masrafları karşılamak üzere bir miktar da para verirsiniz. Ücreti vekâlet meselesini ben konuşurum. 4 AĞUSTOS 1972 günü 2 Nolu Sıkıyönetim Mahkemesi nce gıyabi tutuklama kararı vicahiye çevrildi. Eğer Avukat VURAL DAĞDELER uygun görürse 7 gün içinde hem tutuklamaya itiraz ve hem de tahliye talebinde bulunabilir. Bu bakımdan biraz acele gerekiyor. Eğer VURAL DAĞDELER, yaz tatili nedeni ile İSTANBUL da yoksa o zaman ANKARA da Avukat TEOMAN EVREN de vekâletnamem var. Çağır bir günlüğüne gelsin (İş telefonu: 106465, Ev telefonu 136161. Bu numarayı yanlış hatırlamış olabilirim). Hem bu itirazları yapsın, hem de avukat meselesini de onun da fikrini alınız. Bütün bu işlemi en geç 10 Ağustos 1972 ye kadar tamamlanması lâzım. Evde iki cilt HUKUK REHBERİ kitabım var. Eğer kabul ederlerse onu lütfen bana getiriver. Annemin hasretle ellerini öperim. Çok sevgili kızımın en büyük özlemlerimle gözlerini öperim. Senin de hasretle gözlerini öperim. Bütün akraba ve tanıdıklara selam, sevgi ve saygılar. 1. Elbise istemez. Mahkemeye çıkacağım zaman tamirdeki elbisemi getirirsiniz. 2. FEZA imtihanı kazandı mı? 3. Maaşımı alıp, borçlarımı verdiniz mi? 4. Bu ayın sonuna kadar evin vergisini ödemeniz lâzım. Bu hususta bundan sonra yazacağım mektupta tafsilat vereceğim. 5. Avukat gelirken mümkünse sen de gel. Sana umumi vekâletname vereyim. Vergi, maaş vesaire işleri takip için sana lazım olacak. 6. Diğer isteklerimi Pazartesi postayla göndereceğim mektupta bildireceğim. Sen sık sık gelerek rahatsız olma. Talat Turhan Kaynakça ve Açıklamalar 1. Avukat VURAL DAĞDELER (merhum).

SELİMİYE 7 Ağustos 1972 Sevgili Sabihacığım, 1. Cumartesi günü getirdiklerini aldım. İlgine pek çok teşekkür ederim. Yalnız elbise askısı ile YAKIN TARİHİMİZ (1. cilt) kitabı elime geçmedi. Kitap için henüz kontrol edilmedi dendi. Eğer tel askı getirdi isen esasen vermezlermiş. Onun için senden istirhamım, bundan sonra getireceğin her şeye ayrı ayrı etiket koyuver ve şeffaf bantla yapıştır. Hemen sıcağı sıcağına yazayım. İki tane plastik askı rica ediyorum. (I. 2 adet plastik askı) 2. Bu ayın sonuna kadar evin emlak vergisini vermemiz lazım. Vergi parası olarak 1.900 TL ayırmıştım. Yerini biliyorsun. Fakat zannederim bunun yarısı kadar tutar. Bakiyesi sana lâzım olur. Bu sıra paraya ihtiyacın fazla olur. HASAN amca kendi evinin beyannamesini kime doldurtuyorsa, bizimkini de aynı adama doldurmak için bana söz vermişti. Beyanname dolduracak zata lâzım olacak bilgiler, evde hazırladığım vergi dosyası ile tapu dosyasında var. Vergi dosyası içinde bulunan beyaz plâstik küçük dosya içinde de doldurulması gereken iki adet emlâk vergisi beyannamesi var. Lütfen iki adet doldurun. Biri bizim evdeki vergi dosyası içinde kalsın. Çünkü ilerde yeniden beyanname verirken bundan yararlanabiliriz. Aksi halde sıkıntı çekeriz. Biliyorum ev iki hisseli, iki hisse ayrı ayrı doldurulabildiği gibi aynı beyannamede de gönderiliyor. Aynı beyannamede gösterirseniz birisini Emlâk Vergi Dairesi ne verirseniz, biri bizde kalır. Emlâk Vergi Dairesi, ÜSKÜDAR Kaymakamlığı nın karşısında. Eve kıymet korken hakiki değerini koyun. HASAN amca biliyorsun sıkıdır. İlerde canımız sıkılmasın. Beyannameyi dolduran arkadaşımız bu işi bilir. Bana kalırsa bizim kat ve teras için 75.000 TL, annemin katı için 60.000 TL, alt kat ve dükkan için 50.000 TL asgari göstermelisiniz. Alt kattaki dükkan olarak kullanılmıyor. Ardiye, bodrum diye de gösterebilirsiniz. Bizim kat ve annemin katı aynı miktarda vergiye tabi; çünkü kendimiz oturuyoruz. Alt kat kirada olduğu için vergisi daha değişik olacak; beyanname doldururken bunların dikkat nazarına alınması gerek. Bu işi bu ayın 20 sine kadar bitirebilirsen çok iyi olur. Çünkü daha sonraki günlerde vergi dairesinde çok izdiham olur. Tabii sonucu da bana bildirirsin. 3. REŞAT1 enişte evine yapılacak gardrop için bana 2.000 TL vermişti. Bunun 1000 TL sini marangoz ŞABAN ustaya vermiştim. 1.000 TL bizde kaldı. Onu iade etmek gerek. Eğer marangozla anlaştılarsa mesele yok. Anlaşmadılarsa ondaki 1.000 TL kaporayı alıp kendilerine vermek lâzım. 4. Kömür kağıdı, karyolanın başucundaki çekmecede ya nüfus kâğıdının içinde ya da oradaki evrakların içinde. Muhtardan gününü öğren, yakmayalım. Geçen seneki gibi yaparsın. Sen bu sene gene gaz yakarsın. EKİM ayında bidonlarını doldurtursun. Zamanı gelince gazı nereden nasıl alacağını sana bildiririm. 5. Şimdi isteklerimi sıralayayım. Henüz yeni yeni yerleşmeğe başladığım için ufak tefek ihtiyaçlar oluyor. Bunlar tamamlandığı vakit artık bir isteğim olmaz. I. İki adet plâstik elbise askısı (Yukarda yazmıştım). II. İki adet naylon elbise kılıfı (En kalını ve en ucuzundan, Abdullah ta var).