Avro Bölgesi için en önemli risk rehavet Eylül 18, 2013-8:24:19 Başbakan Yardımcısı Ali Babacan, "Piyasa baskısının azaldığı dönemde hükümetlerin reform konusunda istekleri gevşeyebiliyor. Şu anda Avro Bölgesi için en önemli riski rehavet olarak tespit etmekte fayda var" dedi. Anadolu Ajansı'nın (AA) resmi iletişim sponsoru olduğu ve "Kalıcı Büyümenin Finansmanı" temasının işlendiği 4. İstanbul Finans Zirvesi'nde konuşan Babacan, zirvenin artık her yıl gerçekleşen güzel bir gelenek haline geldiğini belirterek, her yıl daha fazla katılımcı ve gündemle yapılmış olmasından memnun olduklarını söyledi. Babacan, 5 yıldır küresel krizin fazlar değiştirerek devam ettiğini ifade ederek, şunları kaydetti: "Dünyanın iktisat tarihine baktığımızda finans sektöründen kaynaklanan krizlerin daha uzun sürdüğünü ve etkilerinin daha derin olduğunu görüyoruz. Bu yıl başlarından itibaren ABD'de kısmi bir toparlanmayı yeni yeni görmeye başladık. Yaklaşık iki hafta önce G20 Zirvesi'nde ve hemen onun arkasında Çin'deki Dünya Ekonomik Forumu toplantılarında küresel ekonominin pekçok yönünü ele aldık. ABD'de bir toparlanma var, ancak bu toparlanmanın maliyetini piyasaya sürülmüş trilyonlarca dolarlık fazla likidite ve çok büyük bir kamu borç stoğu olarak görüyoruz. 5 yıldır arka arkaya yüksek bütçe açığı vererek, borç stoğu biriktirerek, öbür yandan olağan üstü para politikası uygulamasıyla yeni yeni bir toparlanmaya gidildiğini görüyoruz. Bu toparlanmanın istihdam boyutu önemli. İstihdamdaki kalite arzu edilen boyutta değil. Yönetim ve kongre arasındaki uyumsuzluk, borç tavanı ile ilgili tartışmalar ABD ekonomisi ile ilgili belirsizliği sürekli gündemde tutuyor." ABD Merkez Bankası'nın gelecek dönemde izleyeceği politikanın henüz netleşmiş olmaması, gelişmelere göre sürekli açıklamaların yön değiştirmesi ve iletişim ile ilgili problemlerin küresel ekonomide ve piyasalarda dalgalanmalara sebep olduğunu anlatan Babacan, "Avrupa Birliği'ne döndüğümüzde son aylarda kısmi bir toparlanmayı görüyoruz. Bu toparlanmanın kalıcı olup olmadığıyla ilgili henüz elimizde somut bir veri yok ama 6 çeyreklik daralmadan sonra 2013'ün ilk
çeyreğinde ilk defa Avro Bölgesi'nde 0,3'lük, Avrupa Birliği'nin tümünde ise 0,4'lük büyümeyi görebildik. Çevre ülkelerde de büyüme ile ilgili problemler var" diye konuştu. "Avro Bölgesi için en önemli risk rehavet" Babacan, Avrupa Merkez Bankası'nın son dönemde uyguladığı "gereken ne varsa yaparım, ve sınırsız bir şekilde müdahale ederim" taahhüdünden sonra pekçok ülkede faizlerin düştüğünü aktararak, "Düşük faiz ortamı bazı ülkelerde rehaveti beraberinde getirdi ve piyasa baskısı azaldı. Piyasa baskısının azaldığı dönemde hükümetlerin reform konusunda istekleri gevşeyebiliyor. Şu anda Avro Bölgesi için en önemli riski rehavet olarak tespit etmekte fayda var" dedi. Japonya'ya bakıldığında yeni hükümetle beraber "abenomics" denilen bir politika setinin uygulanmaya başlandığını belirten Babacan, bu politikanın da enflasyon hedefinin yüzde 1'den yüzde 2'ye yükseltildiğini, Merkez Bankası bilançosunun iki katına çıkarılmasının politika aracı olarak görüldüğünü ve kamu borcunun ileriye doğru nereye gideceği ile ilgili de herhangi bir öngörülebilirliğin olmadığını kaydetti. Babacan, Japon ekonomisinin büyümesiyle ilgili iyi sinyallerin olduğunu, ancak bu büyümenin hangi maliyetlerle gelebileceği konusunun gelecek dönemde görüleceğini ifade ederek, şunları söyledi: "Özellikle 22 Mayıs'tan bu yana tüm gelişmekte olan ekonomileri etkileyen yeni bir döneme girmiş olduk. Gelişmekte olan ekonomilerin büyüme potansiyeline baktığımızda son 10 yılda görülen büyüme oranlarını gelecek 10 yılda pek göremeyeceğiz, ancak gelişmekte olan ülkelerin büyüme oranları gelişmiş ülkelerin büyüme oranlarının üzerinde olacak. Hangi senaryoda olursa olsun gelişmekte olan ülkelerin dünya ekonomisindeki payı artmaya devam edecek. 22 Mayıs'tan bugüne kadar gelişmekte olan ülkelerde sınırlı miktarda bir sermaye çıkışı var. Rakamlara bakıldığında gelişmekte olan ülkelerden gelişmiş ülkelere sermaye çıkışının hem milli gelire hem de toplam finansman stokuna oranla çok düşük olduğunu görüyoruz. Biz bu gelişmeyi varlıkların yeniden fiyatlanması olarak görüyoruz." "Dünya ekonomisi toparlanmaya başladı" Babacan, artık farklı bir faiz oranlarının olduğu bir döneme girildiğini ve eskisine göre daha yüksek faiz oranlarının uygulanacağını söyledi. ABD'nin kendi hazinesinin borçlanma faizinin yüzde 1,8'den yüzde 3'e çıktığını belirten Babacan, buna bağlı olarak pekçok ülkenin borçlanma, kredi mevduat faizlerinin etkilendiğini, faizlerin daha yüksek olduğunu bir dönemde varlık fiyatlarının bir miktar aşağı çekilmesinin doğal bir sonuç olduğunu anlattı. Babacan, bütün bu göstergelerin yeni şartlara göre yeni denge aradığına işaret ederek, sözlerini şöyle sürdürdü: "Bu tamamen beklenmeyen sürpriz bir gelişme değil. Bu olağanüstü uygulanan gevşek para politikalarının gün gelip de normale döneceği beklenmekteydi. Bu içine girdiğimiz dönem dünya ekonomisinin toparlanmaya başladığı ve bu toparlanma sonucunda merkez bankalarının politika değişikliğine gittiği bir dönemdir. Dünyada tekrar kötü bir gidişat başladı olarak düşünmemek lazım." Babacan, gelişmekte olan ülkelerin ekonomilerine ilişkin değerlendirmelerde bulundu. Babacan, Fed Başkanı Ben Bernanke'nin 22 Mayıs'ta Fed'in varlık alımlarını azaltacağını açıklamasından daha önce kendisinin 7 Mayıs'ta yaptığı açıklamayı hatırlatarak, şunları anlattı:
"Oradaki ifadelerimi size aynen okuyorum, demişim ki, 'Bugünün likidite bolluğuna asla aldanmayın. Gün gelip de bu likidite çekilmeye mecburen başlandığı zaman da gelişmekte olan ülkelerin çok dikkatli olması gerekiyor ve o güne de bugünden hazır olmak gerekiyor. Biz de Türkiye olarak kendi politikalarımızı uygularken bunlara çok dikkat etmek zorundayız.' Daha bu dalgalanma başlamadan, Fed Başkanı açıklama yapmadan önce biz bunu söylemişiz ve bugünlerin geleceğini, her kurumun, her gelişmekte olan ülkenin buna hazırlıklı olması gerektiğini kayda düşmüşüz." Konuşmasında gelişmekte olan ülkelerdeki genel tablo hakkında bilgiler aktaran Ali Babacan, Çin'de ciddi bir reform ihtiyacı olduğunu en üst yönetimin de artık ortaya konulduğunu söyledi. Çin'in yeni yönetiminin Cumhurbaşkanı ve Başbakanı ile görüşmeler yaptığını hatırlatan Babacan, Başbakan Li ile yaptıkları toplantıda Türk ve Çin ekonomilerine ilişkin değerlendirmede bulunduklarını, Çin'de özellikle finans sistemi, sosyal güvenlik sistemi ile alakalı reformların önemli olduğunu dile getirdi. Babacan, cari açık ile bütçe açığının aynı anda oluşunun, gelişmekte olan ülkelerden biri olan Hindistan ekonomisini olumsuz etkilediğini belirterek, Brezilya ve Endonezya'nın da bundan önceki büyüme rakamlarına nazaran önümüzdeki dönemde daha düşük bir büyüme trendine gireceği görüşünü paylaştı. Senaryo ne olursa olsun, gelişmekte olan ülkelerin dinamizminin, nüfus yapısının ve rakabet gücünün çok büyük üstünlük olduğuna işaret eden Babacan, "Yeter ki gelişmekte olan ülkeler akılcı, makroekonomik politikalar uygulasınlar, gerekli reformları zamanında gecikmeden yapabilsinler ve eğitim, yoksullukla mücadele, gelir dağılımı gibi sosyal politikalarında da dikkatli olsunlar" diye konuştu. "Büyümenin kalitesi önemli" Büyümenin kalitesinin de çok önemli olduğuna işaret eden Babacan, konuşmasına şöyle devam etti: "Sadece nicelik olarak hangi ülkenin yüzde kaç büyüdüğü değil ama büyümenin niteliği de bundan sonraki dönemde herkesin dikkat etmesi gereken önemli bir unsur... Büyümenin kalitesi derken, büyümeye sadece ekonomik bir gösterge ve sadece rakamsal boyutuna baktığımızda o ekonominin yapısıyla ilgili fazla bilgi vermediğini kastediyorum. Bir ülke yüzde 3, bir ülke yüzde 7 büyümüşse yüzde 7 büyüyen ülke çok iyi iş çıkarmış diyebiliyor muyuz acaba?" Babacan, büyümenin 3 önemli unsuru bulunduğuna vurgu yaparak, bunların finansal, sosyal ve çevresel sürdürülebilirlik olduğunu, çoğu ülkede siyasetin kısa vadeye odaklanabildiğini dile getirdi. Sürdürülebilirlik unsurlarının zaman zaman gözardı edilebildiğine işaret eden Babacan, finansal sürdürülebilirliği şu şekilde açıkladı: "Büyümenin niteliğine baktığımızda, büyüme kamu sektöründen mi geliyor yoksa, özel sektörden mi geliyor? Büyüme tüketerek mi yoksa yatırım harcamalarıyla mı oluyor? Büyüme iç tasarrurlara dayanan bir büyüme mi yoksa dış kaynağa bağlı bir büyüme mi? Büyümenin sonucunda kamunun borç stoğu, şirketlerin borcu nereye gidiyor? Finans sisteminin kaldıracı bankaların bilanço büyüklükleriyle sermayesini mukayese ettiğimizde bilanço yapıları, hane halkının borçluluk oranı nereye gidiyor? Tüm bunları beraberce değerlendirilmesi önemli, bunlara dikkat edilmezse, büyümenin finansal sürdürülebilirliği ile ilgili riskler her an karşınıza çıkabilir." Ali Babacan, finansal sürdürülebilirlikte Türkiye'nin tercih ettiği tabloyu ise şöyle özetledi: "Mevcut tablodan değil, olması gereken tablodan bahsediyorum. Öncelikle tüketime değil, özel
sektörün kamunun yatırımlarına bağlı bir büyüme... Kamunun değil, özel sektörün yatırımda, harcamada ağırlıklı olduğu bir büyüme yapısı...tüm devlet gelirlerimizin milli gelire oranı yüzde 27, OECD ortalaması yüzde 34 ama OECD ülkeleri arasında yüzde 50'nin üzerinde olan ülkeler var. Biz bu yüzde 27'nin büyümemesini istiyoruz. Çünkü bizim petrol, doğalgaz gelirimiz yok, tek gelirimiz vergi... Daha çok vergi alıp daha çok harcama yapan bir devlet olmak istemiyoruz." İç talebe değil, dış talebe, ihracata dayalı büyümenin de çok önemli bir unsur olduğunun altını çizen Babacan, "Türkiye ancak ürettikçe, yüksek katma değerli ürettikçe, ürünlerini, hizmetlerini dünya pazarına daha çok sattıkça gerçek anlamda sıhhatli büyümeye sahip olacak" dedi. Babacan, büyümenin kamu bilançosu, bankaların bilançosu, reel sektör bilançosu, hane halkı bilançosu üzerindeki etkilerinin dikkate alınmasının gerekliliğini, kısa vadeli büyüme planının ileride riskler oluşturabileceğini belirterek, "Bir bakıma büyümenin faturasını gelecek nesillere borç stoku olarak bırakmamalıyız" ifadelerini kullandı. "Büyümenin uzun vadede, doğal kaynaklar üzerindeki etkileri dikkate alınmalı" Büyümenin sosyal sürdürebilirliğini de "Büyümenin, toplumun tüm kesimlerine adil bir refah olarak yansıması" olarak açıklayan Babacan, şunları kaydetti: "Bazı ülkelerde çok hızlı büyüme oluyor ama görüyoruz zengin daha zengin, fakir daha fakir olup gelir dağılımı açılıyor. İşte bu büyümenin sosyal sürdürülebilirliği üzerinde riskler oluşturuyor. Yine yoksullukla mücadele, her ekonomik programın çok önemli sosyal ayağı olmak zorunda. Eğitimde, sağlıkta ve adalet sistemlerinde mutlaka büyümeyle paralel olarak iyileştirmelerin topluma yansıması önemli... Sosyal güvenlik sistemlerinin, sosyal adalet ilkesine uygun şekilde reforme edilmesi ve çalışanların haklarının korunması... Bütün bunlar bir ülkedeki büyümenin sosyal yapıla beraber sürdürülebilir olmasının önemli koşulları." Çevresel sürdürülebilirlik konusunda da katılımcıları bilgilendiren Babacan, bu üçüncü boyutun, kriz döneminde tamamen ihmal edildiği yorumunda bulundu. Babacan, çevreyle ilgili yapılan pek çok toplantıdan artık fazla sonuç alınamadığını belirterek, "Ülkeler kendi uyguladıkları çizgiye kilitlenmiş durumda ve gelecekte kolektif olarak dünyanın daha riskli bir ortama girdiği gerçeği olduğu gibi ortada olmasına rağmen bu konuda küresel boyutta yeterince işbirliği göremiyoruz. Büyümenin uzun vadede, doğal kaynaklar üzerindeki etkilerinin mutlaka dikkate alınması gerekiyor, nesiller arasındaki adalet sağlanmalı" değerlendirmesinde bulundu. Babacan, 2008 de çok ciddi reformlar yaptıklarını belirterek, finans sistemi ve kamu mali yapısıyla ilgili konularda zamanında alınan önlemler sayesinde Türkiye nin ekonomisini ve bünyesini sağlamlaştırdığını söyledi. Bütçe disiplinin tavizsiz bir şekilde devam ettirdiklerini anlatan Babacan, bu sayede Türkiye nin borcunun milli gelire oranının yüzde 46,1 den yüzde 36 ya düştüğünü söyledi. Babacan, gelecek dönemde de bu bütçe disiplininin devam edeceğini vurgulayarak, şöyle konuştu: "Bu aralar yorumlar yapılamaya başladı. Seçimler geldi. Hükümet yine kesenin ağzını açacak deniyor. Bu bizim girdiğimiz ilk seçim değil. Türkiye 2007, 2011'de genel seçimlerden geçti. 2004 ve 2009 da yerel seçimlerden geçti. Çok sayıda referandum yaptık. Biz mali disiplinden asla taviz vermedik. Önümüzdeki dönemde de aynı devam edecek. Bundan kimsenin şüphesi olmasın. Bir yandan cari açığınız bir yandan da yüksek bütçe açığınız varsa bu çifte açık ülke ekonomileri açısından en önemli tehlike. Bizim cari açığımız yüksek, buna bir de bütçe açığını eklersek, Türkiye nin ekonomik ve finansal istikrarı zarar görebilir.
"Yeni Orta Vadeli Program Kurban Bayramı'ndan önce açıklanacak" Babacan, yeni Orta Vadeli Program üzerinde çalıştıklarını dile getirerek, Kurban bayramından önce bu programı açıklayacağız. Böylece önümüzdeki döneme yönelik politikamız daha net bir şekilde ortaya konmuş olacak dedi Büyüme rakamlarına da değinen Babacan, Sadece büyüme tablolarına baktığımız zaman tablo fena değil. Ama büyümenin kalitesiyle ilgili bazı endişelerimiz var. Kaliteli iyileştirme için daha fazla çaba harcamamız gerekecek. Türkiye olarak kazanıp sonra harcamamız gerekiyor. Sadece borçlanarak yaşanan bir refahın sürdürülebilir olmayacağını unutmamak lazım diye konuştu. Türkiye nin büyümesinin bir diğer sonucunun istihdam olduğunu ifade eden Babacan, şunları kaydetti: 2009' dan bu yana Türkiye de oluşan istihdam 5 milyonu geçti. Bu sadece büyümenin bir sonucu değil, iyi hedeflenmiş istihdam politikalarının da bir sonucudur. Aynı zamanda gelir dağılımı düzeliyor ve yoksulluk göstergeleri daha iyiye gidiyor. Önümüzdeki dönemde de bağlı kalacağımız çok önemli temel ilkeler var. Bunlar, kurallı bir piyasa ekonomisi, özel sektörün öncülüğünde bir büyüme, fırsat eşitliği ile israf ekonomisinden verim ekonomisine geçmektir. Cari açık dikkat etmemiz gereken bir alan olarak karşımızda. Bunun en önemli sebebi petrol ve doğal gazda dışarıya bağımlı olmamız. Ama suçu sadece petrol ve gaza atamayız. İran ile olan altın ticaretimiz hem dış ticaret istatistiklerinde hem de ödemeler dengesi ile ilgili verileri biraz farklılaştırıyor. Bu külçe altın ticaretini dışarı alıp, tabloya baktığımızda 2011 de cari açığın basamak basamak düştüğünü ve düşmeye devam ettiğini görüyoruz. "Son dalgalanma bir çok ülkeyi olduğu gibi Türkiye yi de etkiledi" Babacan, cari açıkla ilgili yapısal alanda önemli adımlar atılması gerektiğine dikkati çekerek, dışa bağımlılığı azaltmak için özellikle enerji alanında yerli kaynaklara yönelinmesi gerektiğini kaydetti. Bakan Babacan, 22 Mayıs tan itibaren başlayan dalgalanmanın bir çok ülkeyi olduğu gibi Türkiye yi de etkilediğini ifade ederek, Gelişmekte olan ülkelerde sermaye çıkışının sınırlı, varlıkların yeninden yapılandığı bir dönemdeyiz. Türkiye gibi cari açığı olan ülkelerin bu son dalgalanmadan daha çok etkilendiğini görüyoruz. Ancak, finans sistemimizle ilgili sağlam konumumuz ve kamu maliyemizle ilgili dikkatli tutumumuz ve Merkez Bankası'nın zamanında atmış olduğu adımlar ülkemizin bu olanlardan etkilenmesini sınırlı tutacaktır diye konuştu. Babacan, bir süre daha bu dalgalanmanın devam edeceğine vurgu yaparak, sözlerini sürdürdü: Şimdi herkes heyecanla yarın Amerikan Merkez Bankası'nın ne açıklayacağını merak ediyor. Aslında Amerikan Merkez Bankası nın gelecek 2-3 yıllık sürede ne yapacağı az çok belli. Yapacağı hiçbir şey sürpriz değil ama ne zaman ve hangi dozajda bunların yapılacağı tartışılıyor. Bütün bunlar artık ekonomi toparlanıyor ve normale dönüyoruz un bir sonucu. Yeniden bir kriz havası var diye düşünememek lazım. Sıradışı bir dönemden normal bir dönem giderken bunlar yeni yön ve denge arayışıdır. Bunu böyle değerlendirmekte fayda var. "Demokrasi ile ekonomi paralel yükselmek zorunda" Babacan, ekonominin gereği neyse gözlerini kırpmadan yaptıklarını dile getirerek, Herkesi dinliyoruz, her görüşü alıyoruz ama karar verme noktasına geldiğimiz zaman Türkiye için doğrusu ne ise yapılıyor. Sadece bugün için en iyisi değil, Türkiye nin orta ve uzun vadede sıhhatli bir ekonomiye sahip olması için ne gerekiyorsa bugünden yapılıyor. Geleceğe sonra bakalım demedik. Bundan sonra da demeyeceğiz diye konuştu.
Gelecek dönemde Türkiye nin en önemli sorunun eğitim olduğunu anlatan Babacan, eğitimde çok köklü adımların atılması gerektiğini kaydetti. Babacan, inovasyon, markalaşma konusunda da Türkiye nin önemli adımlar atmasının büyük önem taşıdığını, rekabet gücünün artması için reformların devam etmesi gerektiğini belirterek, bir başka adım atılması gereken konun ise yargı olduğunu söyledi. Demokrasi ile ekonominin paralel yükselmek zorunda olduğunu anlatan Babacan, birinden biri geri kaldığında diğerini aşağı doğru çektiğini dile getirdi. Babacan, İstanbul un uluslararası bir finans merkezine dönüşmesini amaçladıklarını vurgulayarak, bu konuda önemli adımların atıldığını, bankacılık sektörünün aktif büyüklüğünün milli geliri geçtiğini vurguladı.