SANAT METINLERI. Hikaye (Öykü)

Benzer belgeler
Halk Hikayesi. Yazı Menu. - Halk Hikayesi Nedir. - Kapsamlarına Göre Halk Hikayeleri. - Konularına Göre Halk Hikayeleri.

TÜRK HALK HİKAYELERİ DOĞUKAN SERİN KUŞADASI ŞEHİT KAYA ALDOĞAN ANADOLU LİSESİ

OLAY ÇEVRESİNDE GELİŞEN METİNLER ANLATMAYA BAĞLI METİNLER

Ortak (Anonim) Halk Edebiyatı Türk Halk Düzyazısı - I

Türkçe Ulusal Derlemi Sözcük Sıklıkları (ilk 1000)

METİNLERİ SINIFLANDIRILMASI

İSLAM UYGARLIĞI ÇEVRESINDE GELIŞEN TÜRK EDEBIYATI. XIII - XIV yy. Olay Çevresinde Gelişen Metinler

YAZI TÜRLERİ ŞENDA SOLMAZ KONUSUNU YAŞAMDAN ALAN YAZI TÜRLERİ OLAY YAZILARI

TÜRK EDEBİYATI 9 SINIF II. DÖNEM II. YAZILI SINAVI SORULARI

HİKÂYE (ÖYKÜ) Tarihçe ve İlkler Dede Korkut (Korkut Ata) Kimdir? Dede Korkut Hikâyeleri ve Eğitim Araştırma Sonuçları Yararlanılan Kaynaklar

Anne Ben Yapabilirim Resimleyen: Reha Barış

Güzel Bir Bahar ve İstanbul

2. Olay kişi mekân, zaman olağanüstüdür. Yer ve zaman

Yüreğimize Dokunan Şarkılar

Aruzla şiire başlayan sanatçılar, Ziya Gökalp in etkisiyle sonradan hece ölçüsüyle yazmaya başlamışlardır.

YAZILI KOMPOZİSYON TÜRLERİ

BURDURLU HOCA DAN YURT SÖYLENCELERÝ

Zirve 9. Sınıf Dil ve Anlatım

Gülmüştü çocuk: Beni de yaz öyleyse. Yaz ki, kaybolmayayım! Ben babamı yazmamıştım, kayboldu!

Metin Edebi Metin nedir?

Paragraftaki açıklamaya uygun düşen atasözü aşağıdakilerden hangisidir?

TEK TEK TEKERLEME. Havada bulut Sen bunu unut

TÜRK EDEBİYATININ DÖNEMLERİ

MİLLİ EDEBİYAT DÖNEMİ Gönderen admin - 31/01/ :14

-Anadolu Türkleri arasında efsane; menkabe, esatir ve mitoloji terimleri yaygınlık kazanmıştır.

LYS EDEBİYAT ÖN SÖZ. LYS EDEBİYAT Liselere Yardımcı Ders Kitabı Sevgili Öğrenciler,

AKŞEHİR ANADOLU İMAM HATİP LİSESİ ÖĞRETİM YILI DİL VE ANLATIM DERSİ 11. SINIFLAR 1.DÖNEM 1.YAZILI YOKLAMASI

TLL Uygulama. Aşağıdaki seçeneklerin hangisinde Hüseyin Rahmi Gürpınar a ilişkin bilgi doğru değildir?

KEREM ASLAN Her Şey Dahil

tellidetay.wordpress.com

FECRİ-ATİ EDEBİYATI SANATÇILARI

Hafta Sonu Ev Çalışması HAYAL VE GERÇEK

BÖLÜM 1. İLETİŞİM, ANLAMA VE DEĞERLENDİRME (30 puan) Metni okuyunuz ve soruları cevaplayınız. MUTLULUK HİKAYESİ

Soðaným da kar gibi Elma gibi, nar gibi Kim demiþ acý diye, Cücüðü var bal gibi

İnci Hoca YEDİ MEŞALECİLER

Kategori: EDEBİYAT Öngörülen ders saati: 60 Alt Kategori Program İçeriği Özel Hedefler Kazanımlar. Edebiyatına

1) Eğer tartı eksik gelmişse, bu benim hatam değil, onun hatasıdır.

DÜZYAZI (NESİR) TÜRLERİ

4. HAFTA TÜR 102-Türk Dili II

TEŞEKKÜR. Kısa Film Senaryosu. Yazan. Bülent GÖZYUMAN

GARİP AKIMI (I. YENİ)

Bilgi güçtür. Sevdiğiniz kişiyi dinleyin ve kendinizi eğitin.

Bilinen hikayedir. Adamın biri, akıl hastanesinin parmaklıklarına yaklaşmış. İçeride gördüğü deliye:

10.SINIF TÜRK EDEBİYATI DERSİ KURS KAZANIMLARI VE TESTLERİ

6. Sınıf sıfatlar testi testi 1

"Satmam" demiş ihtiyar köylü, "bu, benim için bir at değil, bir dost."

SIFATLAR. 1.NİTELEME SIFATLARI:Varlıkların durumunu, biçimini, özelliklerini, renklerini belirten sözcüklerdir.

Rafet El Roman. Amerika. Rafet El Roman. A memo. Burasý New York Amerika. Evler karýþtý bulutlara. Nasýl bir zaman. Nasýl bir yaþam.

YAZILI SINAV CEVAP ANAHTARI TÜRKÇE

Berk Yaman. Demodur. Kırmızı yazılar sizin sipariş verirken yollamış olduğunuz yazılardır

gösteren gösterilen biçim anlam

SEVGİNİN GÜCÜ yılında Manisa da doğan İlhan Berk, Türk şiirinin en üretken, usta şairlerinden

Kategori: EDEBİYAT Öngörülen ders saati: 55 Alt Kategori Program İçeriği Özel Hedefler Kazanımlar

OKUMA ANLAMA ANLATMA. 1 Her yerden daha güzel olan yer neresiymiş? 2 Okulda neler varmış? 3 Siz okulda kendinizi nasıl hissediyorsunuz?

Ramazan Alkış. - şiirler - Yayın Tarihi: Yayınlayan: Antoloji.Com Kültür ve Sanat

Kübra YILMAZ, Yudum HACIOĞLU, Kadri ŞAHİN, Abdülkadir Arslan

iki sayfa bakayım neler var diye. Üstelik pembe kapaklı olanıydı. Basından izlemiştim, pembe kapaklı bayanlar için, gri kapaklı olan erkekler içindi.

Lesley Koyi Wiehan de Jager Leyla Tekül Turkish Level 5

Özel Gebze Eğitim Kurumları Öz-Ge Gündüz Bakımevi

Sevda Üzerine Mektup

KAHRAMANMARAŞ PİAZZA DA AYDİLGE RÜZGARI ESTİ

Cadı böyle diyerek süpürgesine bindi. Daha yüz metre uçmadan. paldır küldür yere düştü. Ağaçtaki kargalar Gak gak diye güldüler.

Pirinç. Erkan. Pirinç (Garson taklidi yaparak) Sütlükahve söyleyen siz değil miydiniz? Erkan

CÜMLE TÜRLERİ YÜKLEMİNİN TÜRÜNE GÖRE. Fiil Cümlesi. *Yüklemi çekimli fiil olan cümlelere denir.

Mutfak Etkinliği. Türkçe Dil Etkinlikleri Sanat Etkinlikleri Oyunlar Şarkı. Büskivili pasta yapıyoruz.


Savaş, kahramanlık ve vatan sevgisi gibi konuları destansı ve abartılı bir anlatımla işleyen şiirlerdir.

ÇiKOLATAYI KiM YiYECEK

EĞİTİM - ÖĞRETİM YILI... ANADOLU LİSESİ 12. SINIF TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI DERSİ DESTEKLEME VE YETİŞTİRME KURSU KAZANIMLARI VE TESTLERİ

Filmin Adı: Şaban Oğlu Şaban. Oyuncular: Kemal Sunal, Halit Akçatepe, Adile Naşit, Şener Şen. Filmin Yönetmeni: Ertem Eğilmez. Senaryo: Sadık Şendil

Bir başka ifadeyle sadece Allah ın(cc) rızasına uygun düşmek için savaşmış ve fedayı can yiğitlerin harman olduğu yerin ismidir Çanakkale!..

tellidetay.wordpress.com

SÖZCÜKTE ANLAM. Gerçek Anlam Yan Anlam Mecaz Anlam Terim Anlam Sözcükler Arasý Anlam Ýliþkileri Anlam Olaylarý Söz Öbeklerinde Anlam

Hazırlayan: Tuğba Can Resimleyen: Pınar Büyükgüral Grafik Tasarım: Ayşegül Doğan Bircan

Dersler, ödevler, sýnavlar, kurslar... Dinlence günlerinde bile boþ durmak yoktu. Hafta sonu gelmiþti; ama ona sormalýydý.

ΥΠΟΥΡΓΕΙΟ ΠΑΙΔΕΙΑΣ ΚΑΙ ΠΟΛΙΤΙΣΜΟΥ ΔΙΕΥΘΥΝΣΗ ΜΕΣΗΣ ΕΚΠΑΙΔΕΥΣΗΣ ΚΡΑΤΙΚΑ ΙΝΣΤΙΤΟΥΤΑ ΕΠΙΜΟΡΦΩΣΗΣ

ABLA KARDEŞ Gerçek bir hikayeden alınmıştır.

3. Yazma Becerileri Sempozyumu. Çağrışım: Senden Kim Çıkacak?

İSLÂMİYET ETKİSİNDE GELİŞEN TÜRK EDEBİYATI İSLÂMİ İLK ESERLER SORU PROĞRAMI AHMET ARSLAN

11.SINIF TÜRK EDEBİYATI DERSİ KURS KAZANIMLARI VE TESTLERİ

UFUK GÜRBÜZDAL TURK 102-3

Akıl Fikir yayınlarından yeni kitaplar

EĞİTİM-ÖĞRETİM YILI 12. SINIF TÜRK EDEBİYATI DERSİ DESTEKLEME VE YETİŞTİRME KURSU KAZANIMLARI VE TESTLERİ PLANI

II. başarıya III. çalışmıyorsanız IV. ulaşmanız

İLERİ DÜZEY SENARYO YAZARLIĞI SERTİFİKA PROGRAMI

İÇİNDEKİLER BÖLÜM I BÖLÜM II. vii GİRİŞ / 1 ÇOCUK VE KİTAPLARI / 17

KİTAP GÜNCESİ VIII. GELENEKSEL KİTAP GÜNLERİ SAYI:3

Türkçe Dil Etkinlikleri Sanat Etkinlikleri Oyunlar Müzik Bilim Etkinlikleri

11. Sınıf TÜRK EDEBİYATI. Mustafa CEYDİLEK Nuri CEYDİLEK. Redaksiyon. Burcu Yılmaz. Başak Kutucu. Esra Acar. Pınar Seyfittinoğlu

5. Et et içinde, et fit içinde Dünya dümeni, onun içinde.

İnanıyorum ki biraz daha gayret ederek planlı ve düzenli bir çalışmayla çok daha başarılı olacaksın

3. Yazma Becerileri Sempozyumu

YÜKSEL ÖZDEMİR. - şiirler - Yayın Tarihi: Yayınlayan: Antoloji.Com Kültür ve Sanat

İÇİNDEKİLER ÖNSÖZ...7 KISALTMALAR GİRİŞ İran ve Türk Edebiyatlarında Husrev ü Şirin Hikâyesi BİRİNCİ BÖLÜM Âzerî nin Biyografisi...

Özel Gebze Eğitim Kurumları Öz-Ge Gündüz Bakımevi ARILAR GRUBU

Her hakkı saklıdır. Ticarî amaç ile basılamaz ve çoğaltılamaz. Copyright

Dünyayı Değiştiren İnsanlar

TÜRK EDEBİYATI 10. SINIFLAR 17 Nisan 2015

1. Çağımızda, toplumların mutluluk ve. refahlarının hatta bağımsızlıklarının; bilimin. ışığında sürdürülen araştırma ve geliştirme

3. Bölüm: Çocuk Kitaplarında Bulunması Gereken Özellikler / 61

Transkript:

SANAT METINLERI Hikaye (Öykü)

HİKÂYE (ÖYKÜ) Yaşanmış veya yaşanması mümkün olan olayların okuyucuya haz verecek şekilde anlatıldığı kısa edebî yazılara hikâye (öykü) denir. Hikâye, insan yaşamının bir bölümünü, yer ve zaman kavramına bağlayarak ele alır. Hikâyede olay ya da durum söz konusudur. Olay ya da durum kişilere bağlanır; olay ya da durumun ortaya konduğu yer ve zaman belirtilir; bunlar sürükleyici ve etkileyici anlatımla ortaya konur.

Hikâyelerde düşündürmekten çok, duygulandırmak ve heyecanlandırmak esastır. Kısa oluşu, yalın bir olay örgüsüne sahip olması, genellikle önemli bir olay ya da sahne aracılığıyla yoğun bir etki uyandırması ve az sayıda karaktere yer vermesiyle roman ve diğer anlatı türlerinden ayrılır.

HIKÂYENIN ÖĞELERI a. Olay Öykü kahramanının başından geçen olay ya da durumdur. Hikâyede temel öge veya durumdur. Öyküdeki her olay, insanın eyleme dönüşmüş tutkuları, özlemleri, düşleri veya istekleridir. Öyküde her olay giderek bir soruna dönüşür; yazar okuyucunun ilgisini bu sorun üzerinde odaklaştırmaya çalışır.

b. Çevre (yer) Hikâyede sınırlı bir çevre vardır. Olayın geçtiği çevre çok ayrıntılı anlatılmaz, kısaca tasvir edilir. c. Zaman Hikâye kısa bir zaman diliminde geçer. Hikâyeler geçmiş zamana göre (-di) anlatılır. Konu, yazarın kendi ağzından veya kahramanın ağzından anlatılır. Öyküdeki olaylar belli bir yerde ve zamanda geçer. Olay ve durum, yer ve zaman öğesinden bağımsız düşünülemez. Olay değiştikçe yer ve zamanda da değişmeler olur.

d. Kişi Hikâyede az kişi vardır. Bu kişiler tip olarak karşımıza çıkar ve ayrıntılı bir şekilde tanıtılmaz. Hikâyede kişiler sadece olayla ilgili çalışkanlık, titizlik, korkaklık, tembellik gibi tek yönleriyle anlatılır. Kişiler veya tipler, belli bir olay içinde gösterilir. Bu tiplerin de çoğu zaman sadece belli özellikleri yansıtılır.

e) Öyküde (Hikâyede) Anlatıcı Öyküyü anlatan kişi (yazar), çeşitli anlatım yöntemleri kullanabilir. Anlatıcı, anlattıklarını kendi benine indirgeyerek anlatabilir. Bu durumda çevresindeki kişileri, bu kişilerin duygu ve düşüncelerini anlatıcının gözüyle görürüz. Bu yönteme birinci kişili anlatıcı denir. Kimi zaman yazar öyküden kendisini çıkarır; bir gözlemci gibi davranır. Öykü ile okuyucu arasına girmez. Buna da üçüncü kişili anlatıcı denir. Üçüncü kişi anlatıcı ilahi anlatıcı da olabilir.

HİKÂYEDE PLÂN 1. Serim: Hikâyenin giriş bölümüdür. Bu bölümde olayın geçtiği çevre, kişiler tanıtılarak ana olaya giriş yapılır. 2. Düğüm: Hikâyenin bütün yönleriyle anlatıldığı en geniş bölümdür. 3. Çözüm: Hikâyenin sonuç bölümü olup merakın bir sonuca bağlanarak giderildiği bölümdür. Ancak bütün hikayelerde bu plân uygulanmaz, bazı öykülerde başlangıç ve sonuç bölümü yoktur. Bu bölümler okuyucu tarafından tamamlanır.

HIKÂYE TÜRLERI a. Olay Öyküsü Bu tarz öykülere klasik olay öyküsü de denir. Bu tür öykülerde olaylar zinciri, kişi, zaman, yer öğesine bağlıdır. Olaylar serim, düğüm, çözüm sırasına uygun olarak anlatılır. Olay, zamana göre mantıklı bir sıralama ile verilir. Düğüm bölümünde oluşan merak, çözüm bölümünde giderilir. Bu teknik, Fransız sanatçı Guy de Maupassant tarafından geliştirildiği için bu tür öykülere Maupassant tarzı öykü de denir. Türk edebiyatında bu tarz öykücülüğün en büyük temsilcisi Ömer Seyfettin dir. Ayrıca Refik Halit Karay, Reşat Nuri Güntekin, Yakup Kadri Karaosmanoğlu da olay türü öykücülüğünün temsilcileri arasındadır.

b. Durum Öyküsü Bu tarz öykülere modern öykü de denir. Her hikâye olaya dayanmaz. Bu tür öykülerde merak öğesi ikinci plandadır. Yazar, bu öykülerde okuyucuyu sarsan, çarpan, heyecana getiren bir anlatım sergilemez. Günlük hayattan bir kesit sunar veya bir insanlık durumunu anlatır. Bu öykülerde kişisel ve sosyal düşünceler, duygu ve hayaller ön plana çıkar. Durum öyküsü ünlü Rus edebiyatçı Anton Çehov tarafından geliştirildiği için bu tür öykülere Çehov tarzı öykü de denir. Türk edebiyatında bu tarz öykücülüğün öncüsü Memduh Şevket Esendal dır. Sait Fait Abasıyanık da bu tarzın başarılı temsilcilerindendir.

c. Ben Merkezli Öykü Durum hikâyesine benzeyen ancak kahramanın daha çok kendi ruh hâli ve hayal dünyasını yansıttığı hikâyelere ben merkezli hikâye denir. Bu hikâyelerde olaylar kahraman anlatıcı bakış açısıyla verilir. Hikâyenin ana kahramanı yazarın kendisidir. Yazar, yaşadığı olayları kendini merkeze koyarak, kendisini birey olarak ele alarak anlatır. Bu hikâye türünde yazar, gözlemlerden ve olaylardan hareketle bireysel bunalım ve çıkmazlara yönelir. Bu nedenle bu hikâyelere bireyi birey olarak ele alan hikâyeler de denir.

Hikâye kahramanı dış dünyayı içinde bulunduğu ruh hâline göre algılar ve anlatır. Hikâye kahramanı genellikle düş dünyasına sığınır. İlk defa batıda görülen bu tarz hikâyenin önde gelen temsilcisi Franz Kafka dır. Ben merkezli öykünün Türk edebiyatındaki ilk temsilcisi Haldun Taner dir. Bilge Karasu, Oğuz Atay ve Nezihe Meriç de bireyi birey olarak ele alan (ben merkezli) hikâyeler yazmışlardır.

HIKÂYE ÖZELLIKLERI Olay kişi yer ve zaman unsurlarından oluşur. Olay ve kişiler gerçeğe uygundur. Yaşanılan yer ve zaman bellidir. Yer betimlemeleri ile kahramanların ruhsal ve kişisel özelliklerine yer verilir. Ele alınan bir olay ya da durum seri düğüm ve çözüm planına uygun işlenerek sonuçlandırılır. Açık yalın ve akıcı bir dil kullanılır. Gerçek ya da düş ürünü olabilir. Kısa düz yazı şeklindedir. Anlatım özlü ve yoğundur.

Karakterler belli bir olay içinde gösterilir, Karakterlerin de çoğu zaman sadece belli özellikleri yansıtılır. Genellikle ironik bir rastlantı yoluyla yaratılan özel bir an üzerindeki yoğunlaşma sürpriz sonlara olanak verir Kapladığı alan kısa (4-5 sayfa gibi) İnsan yaşamından kısa kesitler sunar. Yer, zaman, olay, kişiler az. Öyküde romandaki gibi uzun psikolojik çözümlemelere, çevre, ortam, kişi tasvirlerine yer yoktur. Öykü seçilmiş bir olaya, bir duruma, özel bir ana, bireyin iç dünyasında belli bir duyarlık noktasına, dikkatlerden kaçan bir ayrıntıya yoğunlaşarak hayatla, insanla, toplumsal olanla ilgili önemli farkındalıklar yaratır.

Hikâye Roman Farkı Hikâye anlatım olarak romana benzer; ama aslında onun romandan çok farklı yanları vardır: Hikâye türü, romandan daha kısadır. Hikâyede temel öğe olaydır. Romanda ise temel öğe karakter, yani kişidir. Hikâyeler olay üzerine kurulur, romanlar ise kişi üzerine kurulur. Hikâyede tek olay bulunmasına karşılık romanda birbirine bağlı olaylar zinciri vardır. Romandaki olaylardan her biri hikâyeye konu olabilir.

Hikâyede kahramanların tanıtımında ayrıntıya girilmez, kahramanlar her yönüyle tanıtılmaz. Romandan farklı olarak hikâyede kişiler sadece olayla ilgili yönleriyle anlatılır. Bu yüzden hikâyelerdeki kişiler bir karakter olarak karşımıza çıkmaz. Öyküde, olayın geçtiği yer (çevre) sınırlıdır ve ayrıntılı olarak anlatılmaz. Romanlarda olaylar çok olduğu için olayların geçtiği çevre de geniştir. Bu çevreler çok ayrıntılı olarak anlatılır. Hikâyeler kısa olduğu için anlatım yalın, anlaşılır ve özlüdür. Romanlarda ise anlatım daha ağır ve sanatlıdır.

HIKÂYE TARIHÇESI Dünya Edebiyatı Eski Yunan da fabllar, kısa romanlar, Binbir Gece Masalları ilk hikâyemsi örneklerdir. Batıda ilk hikâyeler İtalyan edebiyatında Boccaccio nun Dekameron adlı kitabıyla başladı. On sekizinci yüzyılda Voltaire bu türde yazmaya çalıştı. Gerçek hikâyeler ise 19. yüzyılda Fransız edebiyatında Mauppassant, Rus edebiyatında Çehov, Amerikan edebiyatında O Henry gibi realistler tarafından yazıldı ve bugüne ulaştı.

Türk Edebiyatı Türk edebiyatında roman kavramı ortaya çıkana dek, kısa veya uzun; nesir ya da nazım her yazıya hikâye denmiştir. Buna rağmen hikâye, Türk edebiyatına yabancı bir tür değildir. Özellikle Dede Korkut Hikâyeleri, aşk ve savaş hikâyeleri Türk toplumunda asırlarca anlatıla gelmiştir. Manzum yazılan destan lar, destansı halk hikâyeleri (Dede Korkut Kitabı), halk hikâyeleri (Tahir ile Zühre, Kerem ile Aslı, Arzu ile Kamber), Âşık Garip, Köroğlu hep birer hikâye dir. Ancak bu hikâyeler Batılı, modern mânâdaki hikâyelerden farklıdır. Uzun zaman romana hikâye, hikâyeye de küçük hikâye denmiştir.

Tanzimat Döneminde Fransız edebiyatının etkisiyle romanla tanışılınca, romanın kısa olanına hikâye denmiştir. Türk edebiyatında Batılı anlamdaki ilk öyküler Tanzimat Döneminde 1870 lerden sonra yazılmıştır. Batılı anlamda ilk öykü örneğini ise adlı eseriyle Ahmet Mithat Efendi vermiştir. Aynı yıllarda Emin Nihad, Müsâretnâme (1872-1875) kitabını yazar. Sâmipaşâzâde Sezâi nin yazdığı Küçük Şeyler (1892) başarılı bir eser sayılır. Dönemin diğer bir hikâye yazarı da Nâbizâde Nâzım dır.

Türk hikâyesini olgun bir seviyeye çıkaran yazar Halid Ziyâ Uşaklıgil dir. Fransız edebiyâtından Maupassant ve Daudet yi örnek alan Hâlid Ziyâ, yalın dili, titiz gözlemciliğiyle realist hikâyenin en güzel örneklerini verir. Edebiyât-i Cedîde nin diğer önemli hikâyecileri arasında Hüseyin Rahmi Gürpınar, Mehmed Rauf, Ahmed Hikmet Müftüoğlu sayılabilir. II. Meşrutiyet in ilanından sonra gelişen yeni edebiyat akımıyla birlikte Ömer Seyfettin, Türk öykücülüğünde yeni bir çığır açmıştır. Cumhuriyet Döneminde Sait Faik Abasıyanık alışılmışın dışında bir öykü dünyası kurmuştur.

Manzum Hikâye nin Özellikleri Manzum hikâyeler edebi metinlerdir. Konu ve özellik bakımından hikâye ile aynı özellikleri gösterirler. Manzum hikâyelerde şair ya bir olayı anlatır ya da bir öğüt verme çabası güder. Manzum hikâyeler genellikle bir çevre tasviriyle başlar, ardından o çevrede bulunan kişiler anlatılır. Daha sonra ise olay anlatılır. Amaç okuyucuya bu bölümde ders veya öğüt vermektir. Giriş, gelişme ve sonuç bölümleri hikâye ile benzer özellikler gösterir.

Manzum hikâyeler düşündürücü ve eğiticidir. Manzum hikâyeler birçok bölümden oluşur. İlk bölümde anlatılmak istenen olaydan ve kişilerden bahsedilir. İkinci bölümde ise olaylar anlatılır ve örneklerle tasdik edilir. Üçüncü bölümde ise olay son bulur ve okuyucuya ders vermeyi güden cümleler yer alır. Manzum hikayede her olay işlenebilir. Sıradan olaylar, sosyal olaylar vs. Manzum hikayeler dörtlük, beyit, bent şeklinde de yazılabilir.

Mensur hikayeden (düzyazı) hiçbir farkı yoktur. Kişiler, zaman, mekan, olay bu hikayelerde de vardır. Tek farkı şiirselliktir. Dizelerdir. Kafiye ve rediftir. Toplumu ilgilendiren olaylar işlenir. Daha çok ders veren, eğitici, öğretici, etkileyici konular seçilir. Ölçü ve uyağa dikkat edilir. Anlam, alttaki dizelerde devam eder. Karşılıklı konuşmalara yer verilir. Dizelerin uzunlukları aynı olmayabilir. Bu nazım şekli edebiyatımıza Tanzimat Dönemi nden sonra girmiştir.

Örnek Manzun Hikaye-1 NAZAR -Yahya Kemal Beyatlı Gece, Leylâ yı ayın on dördü, Koyda tenhâ yıkanırken gördü. Kız vücûdun ne güzel böyle açık! Kız yakından göreyim sâhile çık! Baktı etrâfına ürkek, ürkek Dedi: Tenhâda bu ses nolsa gerek, Kız vücûdun sarı güller gibi ter! Dedi: Tenhâda bu ses nolsa gerek? Aranırken ayın ölgün sesini, Soğuk ay öptü beyaz ensesini. Sardı her uzvunu bir ince sızı; Bu öpüş gül gibi soldurdu kızı. Soldu, günden güne sessiz, soldu! Dediler hep: Kıza bir hâl oldu! Tâ içindendi gelen hıçkırığı, Kalbinin vardı derin bir kırığı. Yattı, bir ses duyuyormuş gibi lâl. Yattı, aylarca devâm ett bu hâl. Sindi sîmâsına akşam hüznü. Böyle, yastıkda görenler yüzünü, Avuturlarken uzun sözlerle, O susup baktı derin gözlerle. Evi rüzgâr gibi bir sır gezdi,

Herkes endîşeli bir şey sezdi. Bir sabah söyledi son sözlerini, Yumdu dünyâya elâ gözlerini; Koptu evden acı bir vâveylâ, Odalar inledi: Leylâ! Leylâ! Geldi köy kızları, el bağladılar... Diz çöküp ağladılar, ağladılar! Nice günler bu şeâmetli ölüm, Oldu çok kimseye bir gizli düğüm; Nice günler bakarak dalgalara, Dediler: Uğradı Leylâ nazara!

Halk Hikâyesi Destanların, zaman içerisinde biçim ve öz değişikliğine uğramasıyla oluşan ürünlerdir. Halk hikâyelerinde olağanüstü unsurlar azalmış, kişiler ve olaylar doğal boyutlarına gelmiştir. Halk hikâyeleri ilahi bakış açısı ile oluşturulur. Yani hikâyelerin anlatıcısı her şeyi bilmektedir. Bu hikâyelerin metinleri kurmacadır ve bu metinlerde dil şiirsel işleviyle kullanılmıştır.

Halk Hikâyelerinin Genel Özellikleri Aşk, sevgi ve kahramanlık gibi konular işlenir. Ortaya çıktıkları dönemin sosyal, siyasal ve kültürel özelliklerini yansıtır. Olaylar halkın anlayacağı, sade bir dille anlatılır. Âşıklar, olayları saz çalarak taklitler yaparak anlatırlar. Kişiler ve olaylar gerçeğe yakındır; olağanüstülükler oldukça sınırlıdır. Anlatıcıları halk ozanları, şairler, âşıklar gibi kültürü olan kişilerdir. Anlatımda nazım ve nesir birlikte kullanılır. Hikâyelerde olayın anlatımını hızlandırmak için nesre başvurulurken, duyguları daha etkili yansıtmak için nazım kullanılmıştır.

Halk hikâyeleri sözlü gelenek ürünleridir, yani anonimdir. XVI. yüzyıldan itibaren destanın yerini almıştır. Nazım-nesir karışıktır. Anlatmaya ve olaya dayanan bir türdür. Masallarda olduğu gibi kalıplaşmış ifadeler vardır. Halk hikâyesinin içinde masal, efsane, fıkra, dua, beddua, deyim, atasözü, bilmece vb. örneklerine rastlanabilir. Özel anlatıcıları vardır. Meddahlar veya âşıklar tarafından anlatılır. Anlatıcıları okur-yazar, az çok kültürlü kişilerdir. Genellikle mutlu bir biçimde biter. Kahramanların yaptığı dua ve beddualar mutlaka kabul edilir. Kahramanın en büyük yardımcısı Hz. Hızır, ondan sonra attır.

Kahramanlar genellikle dört şekilde âşık olur: o o o o Bade içme, Resme bakarak âşık olma, İlk görüşte âşık olma, Aynı evde büyüyen kahramanlar kardeş olmadıklarını öğrenince.

Halk hikâyeleri konularına göre üçe ayrılır: 1. Aşk hikâyeleri: Toplum hafızasında uzun süre yaşayan aşkların hikâyeleştirildiği sevgi temalı halk hikâyeleridir. Bu hikâyelere Elif ile Mahmut, Derdiyok ile Zülfü-siyah, Âşık Garip, Kerem ile Aslı, Arzu ile Kanber, Tahir ile Zühre, Ercişli Emrah ile Selvihan vb. örnek verilebilir. 2. Dinî temalı kahramanlık hikâyeleri: Tarihe mal olmuş kahramanları veya dinsel açıdan önemli kabul edilen erdemli kişileri konu edinen halk hikâyeleridir. Bu hikâyelere Danişment Gazi ile ilgili hikâyeler, Hayber Kalesi, Van Kalesi gibi Hz. Ali ile ilgili hikâyeler vb. örnek verilebilir. 3. Destanî halk hikâyeleri: İçinde destana ait bazı özellikleri barındıran halk hikâyeleridir. Bu hikâyelere Dede Korkut Hikâyeleri ve Köroğlu Hikâyesi örnek gösterilebilir.

Türk halk hikâyeleri genel olarak beş bölüm halinde düzenlenir: 1. Fasıl: Âşık bu bölümde dinleyiciyi hazırlamak, ustalığını göstermek veya dinleyenlerin isteklerine cevap vermek için bir divani söyler. Ardından cinaslı bir türkü, bunun ardından da olağanüstü bir konunun yer aldığı bir tekerleme söylenir. 2. Döşeme: Manzum veya mensur cümlelerden oluşan kalıplaşmış bir giriştir. Hikâyenin geçtiği yer ve zaman, hikâyenin kahramanları ve bunların aileleri tanıtılır. 3. Hikâyenin Asıl Konusu: Aşk hikâyelerinde aşığın sevgilisine kavuşmak için çektiği sıkıntılar; dini-destanî hikâyelerde ise, din ve kahramanlık konuları ağır basar.

4. Sonuç ve Dua: Aşk hikâyelerinin büyük bir çoğunluğu sevgililer vuslata ermeden biter. Hikâyenin sonunda dua edilerek hikâye bitirilir. 5. Efsane: Hikâye ile ilgisi olmayan bu efsanede, vuslatın gerçekleşmediği hikâyelerde sevgililerin öbür dünyada vuslata ereceklerine işaret edilir. Halk hikâyeleri; Türk, Arap ve İran-Hint kaynaklı olmak üzere üç grupta toplanır:

1. Türk kaynaklı hikâyeler: Dede Korkut Hikâyeleri, Kerem ile Aslı, Âşık Garip, Emrah ile Selvihan 2. Arap kaynaklı hikâyeler: Yusuf ü Züleyha, Leyla ile Mecnun 3. Hint-İran kaynaklı hikâyeler: Ferhat ile Şirin, Kelile ve Dimne

HALK HIKAYESI ÖRNEĞI Aslı ile Kerem Asıl adı Ahmet Mirza olan Kerem, Islahan Şahının oğludur. Şahın hazinedarlığını yapan Ermeni Keşişinin kızı Aslı ile Kerem birbirlerini severler. Şah Keşişten kızı oğluna ister. Keşiş, bir müslümana kız vermek istemez. Fakat hükümdarın isteğini reddedemez; bir mühlet ister ve bu mühletin içinde gizlice memleketten kaçar. Kerem de Aslı nın peşinden yola düşer. İşte, Kerem in sevdiği kızın ardınca bütün Anadolu yu baştan başa gezmesi böylece başlar. Kerem artık yanında sadık arkadaşı Sofu (Kerem in dilinden: Sofu Kardeş), omuzunda sazı ile bir Âşık olmuştur. Her gittiği yerde, her rasladığına sazıyla ve yanık türküleriyle, Aslı nın izini sorar, ona haber verenler de olur, vermeyenler de...

Bazı defa nehirlere, dağlara, kayalara, dağlardaki hayvanlara derdini döker; yolunu bağlayan karlı, boranlı bellerden yol ister. Onun önüne çıkan engeller, bir defa inkisarına uğradılar mı iflah olmazlar. Kerem aşk ateşinde pişe pişe kemale erer, keramet sahibi olur. Allah onun her dileğini yerine getirir. Bazı şehirlerde Kerem, Aslı Han a bir zaman kavuşur. Keşişten habersizce bir müddet birbirlerine sevgilerini anlatırlar, dertlerini dökerler: Erzincan Bağlarında ve Kayseri de olduğu gibi...sonunda Kerem Aslı sının peşinden Halep e varır. Halep Paşasına kendini sevdirir: Paşa, Keşişi tehdit ederek kızını Kerem e vermeye razı eder. İki sevdalının nikâhları kıyılır. Fakat kötü ruhlu Keşiş onlara son fenalığı yapar: Kızına sihirli bir gerdeklik gömlek giydirir. Bu gömlek son düğmesine kadar açılır, tekrar kapanır imiş. Kerem sevdiğinin düğmelerini bir türlü çözemez. yüreğinden kopup gelen ateşle yanar, kül olur.

Kerem in külleri dağılmasın diye bekleyen Aslı Han ın saçları, küllerin içinde kalmış bir kıvılcımla tutuşur; iki âşığın ancak külleri birbirine kavuşur. Sevgililerin birbirine kavuşmasıyla sona ermeyen bir macera olduğu için Kerem hikâyesi toy, düğün ve kış geceleri muhabbetlerinde eğlence vasıtası olan halk hikâyeleri arasında, çok sevildiği halde, başından sonuna kadar anlatılmaz, hattâ birçok yerlerde bunun anlatılmasını günah sayarlarmış. Kerem Erzurum da hasta yatarken, Aslı Han ın üç gün sonra geleceğini haber verirler.

O zaman şu türküyü söyler: Bir han köşesinde kalmışam hasta Gözlerim kapıda kulağım seste Kendim gurbet elde gönül heveste Gelme ecel gelme üç gün ara ver Al benim sevdamı götür yâre ver. Erzurum dağları duman dildedir Başım yastıktadır gözüm yoldadır Aslı hayın yârdır adam aldadır Gelme ecel gelme üç gün ara ver Al benim sevdamı götür yâre ver.

Erzurum dağları kardır geçilmez Gizli sırdır her adama açılmaz Ayrılık şerbeti zehir içilmez Gelme ecel gelme üç gün ara ver Al benim sevdamı götür yâre ver. Felek sen mi kaldın bana gelecek Akıttın göz yaşım kimler silecek Kerem e dediler Aslı n gelecek Gelme ecel gelme üç gün ara ver Al benim sevdamı götür yâre ver.

DURUM (KESIT) ÖYKÜSÜNE ÖRNEK OTLAKÇI (Memduh Şevket ESENDAL) Efendim, tütün tabakasını ortada unutmaya gelmiyor, insafsız herif, tütünün ne kadar saçak yeri varsa içti, tozlan bana kaldı. Çok otlakçı gördüm ama böylesine hiç rasgelmedimdi. Bizim rahmetli llhâmi de otlakçı idi ama hiç olmazsa bir inceliği vardı, adamı eğlendirirdi.karşınıza oturdu mu, gözleri ile tütün paketini arar, sokulur, tabakayı, cebime koyanm, sözlerini şaşırır, cebimden çıkanp masanın üstüne bırakınm, sevinir. Saatlerce gözleriyle tabakanın arkasından koşar, sonra bir fırsatını düşürüp bir ağara yakınca keyiflenir, güler, söyler, dinleyenleri de eğlendirirdi. En çok hoşlandığı da fırsatını düşürüp cıgarayı kendi eliyle almasında idi. Siz ona paketinizi uzatırsanız alır ama, kendi eliyle aldığı cıgaradan duyduğu haram tadını duymazdı. Bu otlakçıya canım kurban, kardeşim! Bu herif öylesi değil ki..

Dün artık dayanamadım, söyledim: Ama Mahmud Efendi, dedim, bu kadar da olmaz. İçiyorsun, neyse, iç. Ama hiç olmazsa tozunuda katık et! O, alışmış, aldırmıyor. Yan gözle bana baktı: Bir cıgara sardım diye mi söylüyorsun? dedi. Hangi bir cıgara birader, dedim, bak gene bir tutam saçak tütün kalmadı. Bana yalnız tozlan kalıyor. Kayıtsızca: Senin tütün de içimli bir şey değil ya! dedi, bunu nasıl içiyorsun? Kaçak içsen bundan daha iyi! Kızdım: A birader, dedim, iyiye kötüye baktığımız yok,sen benden çok içiyorsun. Fena ise niçin içiyorsun? Ne yapayım, dedi, daha iyisi olsa onu içerim.. Neden yok, dedim, tütüncü dükkânlan dolu!

Yüzüme dik dik baktı: Ben, dedi, bu zıkkıma para vermem. Mundar şey Mekruh. Kalkıp üste de para vereceğim! İşim yoktu da Çok iyi buyuruyorsun, dedim, ama biz para ve riyoruz! Ben de onu söylüyorum ya, dedi, para verdin verecek, bari iyisine ver. Bunun böylesini içecek olduktan sonra hiç içmesen daha iyi! Sen, dedim, kırk yaşından sonra benim huyumu mu değiştireceksin? Kayıtsızca omuzlarını kaldırdı: Benim neme gerek, dedi, ben kimsenin keyfine kanşmam. Sen bana karışıyorsun da ben de söylüyorum. Canım, dedim, senin kuruyasıca huyunun bana ziyanı olmasa ben de kırk yıl söylemem. Ziyanın bana dokunuyor.

Benim sana ne ziyanım dokunuyor? diye sordu, bu sözleri hep bir cıgara için mi söylüyorsun? Ziyan olmuş da dünya batmış Ben içmeseydim de sen içseydin, daha mı kâr edecektin? Bari başkalarının yanında söyleme, seni ayıplariar. Tepem attı: Neden ayıplıyoriarmış? diye sordum. Neden olacak, dedi, bir cıgaralık tütün için bu kadar lâkırdı ediyorsun. Canım birader, dedim, hangi bir cıgara, hangi beş cıgara? Haydi on cıgara olsun, dedi, yirmi cıgara, otuz cıgara olsun daha diyeceğin yok ya! Yok tütünün saçak yerini içmişim, sana tozu kalmış bunları söylemek ayıp. Tozu kaldı ise bir paket al, saçak tütün iç. Bunun kemâli altmış para! Bunu ben alacağıma sen alsan ne olur, dedim, şu neden almak bize düşüyor da, içmek size?

Ben âdet etmemişim, dedik ya! Böyle zehire para vermem, dedi. Sen âdet etmişsin, ben içsem de alıyorsun, içmesem de. Benim için tütün almıyorsun ya. Benim için alıyorsan bir daha alma. Hem bir cıgara için adama böyle kahve ortasında bu kadar söz söylemek ayıp değil mi? Bu sana yakışır mı? Çıldıracağım, dedim, sen altmış para verip bir paket tütün almaz, herkesin tabakasından geçinirsin, bu ayıp değil; ben tütünü katık et, saçağından bana da kalsın, dedim, bu ayıp öyle mi? Bana neden ayıp oluyormuş? dedi, hırsızlık etmiyorum ya, zorla da almıyorum, tütünün saçağı dururken tozunu içecek kadar ahmak değilim Biz tütünün tozunu içip ahmak mı oluyoruz? dedim. Doğrusu çok da kızdım. Onun da cıgaradan sararmış parmakları titremeye başladı, ama sözünü kesmedi:

Sen, dedi, denlinden beri bana o kadar söz söyledin, ben sesimi çıkardım mı? Tütünün saçağı dururken tozunu içmek ahmaklıktır dedimse niçin kızıyorsun? Kahvede olanlara bakarak: Yalan mı söylüyorum, efendiler, dedi. Bana bir cıgara verdi diye bu kadar söz söylenir mi, bu neredegörülmüş şey? Karşı peykede oturan Miralay Esat Bey bana işaret etti. Kendimi topladım: Sen, dedim, birader bir daha benim yanıma gelme, benimle de konuşma. Bir gün öfke ile kafana bir şey vururum, başıma belâ olursun, anladın mı? İşte bu kadar! İş buraya vannca Esat Bey cebinden tabakasını çıkardı : Mahmut Efendi, dedi, gel sen buraya, bak ben sana bir tütün vereyim, nasıl beğenirsin Tabakayı görünce kalktı, karşıya gitti. Bana da:

Benim kabadayılığım yok, dedi, kimseye de bir fenalık etmedim, gene de etmem. Bütün suçum nedir: Bir cıgara sarmışım! Sanki tufan olmuş Bir yandan söylendi, bir yandan da Esat Bey in tabakasında ne var ne yok içti. Ben artık cevap vermedim. Ancak Mahmut Efendi bana darıldı, ben de ondan kurtuldum sanmayınız. Ertesi sabah erken çocuk haber verdi ki, bir efendi gelmiş, beni görmek istiyormuş. Aşağı odaya indim. Baktım, Mahmut Efendi. Beni görünce dedi ki:

Birader, dün sizin hatınnızı kırdım. Sonradan ben de pişman oldum. Sizden özür dilemeye geldim. Kusura bakmayın, insanlık hâli İnsan bazen boş bulunuyor Siz olsanız ne yaparsınız? Özür dileyen bir adam. Kalkıp evinize kadar da gelirse Benim yüzüm tutmaz. Buyurun dedik. Kahve de pişirttik, önüne bir dolu kâse de tütün koyduk. Kardeşim, emin olun, kalem vaktine kadar kâsenin dibinde yalnız tozlar kaldı, cıgara tablası da ağzına kadar doldu!

OLAY HİKAYESİ ÖRNEK 087956 nın SIFIRI (Tarık BUĞRA) Fatih taraflarında -amca derim- bir uzak akrabam oturur. Hali vakti yerindedir. Üstelik bir radyosu, küçücük, bebek yastığı gibi bir kedisi ve on altı, on yedi yaşlarında da bir kızı vardır: Kumral saçlı, taptaze, kadife tenli, iri, yeşil gözlü, canlı, cana yakın bir şey. Adı da Ic-lâl. Bana gelince, ben işte böyle, yirmi üç yaşımda, bütün varlığı ve avuntusu sık saçlar, sağlam dişler ve kırmızı bol, kocaman düğümlü kravatı olan, pansiyoner bir tıp talebesiyim. Akraba canlısıyım; bu yüzden de sık sık amcamlara taşınınm. Bu ziyaretlerimden birisinde ve yılbaşından bir hafta kadar önceydi; söz döndü, dolaştı, şans meselesine geldi. Ben;

Hiç şansım yoktur benim dedim. Iclâl; Benim de dedi. Şanssızlığımız bize dünyanın en tatlı şeyini, sitemle kanşık övünmeyi veriyordu. Ve bu, tabiatiyle, yengeye vız geliyordu. O; Ne biliyorsunuz denediniz mi? diye sordu ve; Ortaklaşa bir bilet alın yılbaşı için dedi. Ben, lâf olsun diye, hakkınız var der demez, Iclâl in öbür odaya fıriayıp yepyeni bir on liralıkla dönmesi bir oldu. Ve biz, daha sonra, amca yatmaya çekilince, büyük ikramiye ile neler yapılabileceğini uzun uzun konuştuk: Ben, iç hastalıkları ihtisasından ve bir röntgen makinesinden söz ediyordum; Iclâl ise, küçük bir bahçe, üç oda, bir mutfak, havagazı ve banyodan dem vuruyordu. Ne tatlı şey!

Amma bunun için bir on lira da benim katmam gerekti. Oysa ayın bilmem şu kadarıydı, kırmızı renkli havale kağıdının gelmesine daha uzun, upuzun günler vardı. Ve zavallı pansiyoner talebe için aşçı borca işliyordu. On lirayı nereden bulmalı? Borç arkadaştan alınır; ama, gel gör ki, arkadaşların en kabadayısı, kahvemizin garsonuna takmaya başlamamış olanl Adam sende, diyorum. Bu derde daha çok katlanmakta., ve yoktan yere artırmakta ne mâna var? Alırım bir yarım bilet ve; İşte senin payın diye, veririm iki yüz elli bin lirayı, olur biter. Hem bu işi hemen, yarın yapmalı; Iclâlciğin yepyeni ve cana yakın on lirasına, sevgiliden gelen ilk resme bakar gibi bakıp bakıp da içimin eridiği yetmezmiş gibi, bir de bu sıkıntıyı artırmakta ne mâna var sanki?

Ertesi günü, hemen, bir yarım bilet alınacaktı, ama Ayın yirmi dokuzu demeden, o yepyeni, o sevgiliden gelen ilk resme benzeyen on liralık da, birtakım hesaplar ve umutlarla gitti. Bunlarla beraber ben hâlâ avutabiliyordum kendimi: Şimdi artık, kırmızı renkli havale kâğıdı gelene kadar amcalara gidilmeyecek, sonra da Iclâlciğe; Biletimize amorti çıktı, al on lira diye sırıtılacak! Tut ki, borç almışım! Ama benim kalleş, benim gaddar şansım bu kadarcık dürüstlüğe olsun imkân bırakır mı?

Yılın son günü pis ve uğursuz bir havada Bayezit Meydanı nda, havuzun etrafında, bir arkadaşla, bomboş ceplerle ve ezik ve yenik ve toplum tarafından horianmış.. dolaşırken., bilime, politikaya, sanata, hele hele paraya, yâni ekonomik kaderlere dair felsefeler yürütürken., bu şans bende iken başka ne olsun? hlâl le ve annesiyle burun buruna geliverdik. Çarşıdan dönüyoharmış. Şey almışlar.. Sonra şey de almışlar Niçin onlara uğram/yormuşum ve; Biletimizin numarası kaç? Hey ya Rabbi! beride bilime dair, politikaya dair, sanata dair, alınyazısına dair bunca muamma durup dururken başka bir şey kalmadı da, biletimizin numarası mı dert oldu? Salladım bir rakam: 87956.

Ve Iclâl, söylediğim numarayı, önemle saygıyla, ciddiyetle yazdı, sonra da bu işin bana verdiği azap yetmezmiş gibi; Hadi bize gidelim; çekilişi radyodan dinleriz., değil mi anne? dedi. Artık annesi de ısrar ediyordu. Ben son bir umutla, arkadaşıma baktım. Ama nerede? O budala, tabii Iclâl gibi bir kızın karşısında olduğu için, dişlerimi gıcırdatan bir centilmenlikle çekip gitti. Arkasından Hey budala, beni işkenceye götürüyorlar; arkadaşlık bu mudur, kur-tarsana diye bağırmak istiyordum. Bağıramadım elbette. Yolda 87956 nın her rakamı bir çekiç olmuş, ta beynimin içine vurup duruyordu: Alınyazım bu benim işte, şansım bu. Yüzbinlerce sayının içinde, sanki başkası yokmuş gibi 87956 dedirtecek bana tabii! 87956L

Ne ahenk., ne kompozisyon., ne mimari! Beş yüz bin lira buna çıkmayacak da gidip elin budala, şapşal rakamlarına mı çıkacak? Birdenbire ve can havliyle, Iclâl e; Kaç yazdın numarayı? diye soruyorum. O çoktan ezberlemiş bile: 87956. Yanlış diyorum. Neden? Sen öyle demedin mi? Hayır. Aaa.. vallahi 87956 dedin., hâlâ kulağımda. Haklı kızcağız; unutulur mu hiç? Bir mısra gibi ahenkli lanet! Ama ne olursa olsun diretmek, bu korkunç surette çekici rakamı değiştirmek, sonuna bir on üç, evet, on üç takmak lâzım. Boş ama dirensem çıkar da bak bakalım bilete diyebilir.

Alınyazısı değiştirilemez ki! Evde Iclâl; Sahi, biletin numarası 87956 değil mi? diye sordu. Artık her şey vız geliyordu bana: Yok canım; mahsus söyledim onu seni kızdı rayım diye. Elbette 87956. Bundan daha güzel olur mu ki, 87956 olmasın dedim. Ve radyo kazanan numaraları okumaya başladı: Bin lira, beş bin lira, on bin lira kazananlar! Arada sırada kalbim hoplamakla beraber, bu küçük şanslardan korkmuyorum ve eceli bekler gibi, beş yüz bin lirayı bekliyorum ben : Bana o çarpacak, buna, Iclâl kadar ben de eminim. Sonunda sıra bizim beş yüz bin liraya geldi. Spiker bir yığın mavaldan sonra: Evet muhterem dinleyiciler., evet, evet. işte tarihi an. Şimdi sizlere yılın rakamından birler hanesini söylüyorum: Altı!.. Ve kimsenin akıl edemeyeceği gevezeliklere devam ediyor:

Şimdi onlar hânesindeki sayıyı, yâni sondan bir önceki sayıyı söylüyorum: Beş! Demek ki, beş yüz bin lirayı alacak biletin sonu 56 oluyor. Elli altı dedim de aklı ma geldi: Galatasaray da bir arkadaşımız vardı; 56 Ali. Muzip, zeki, cin gibi bir çocuktu 56 Ali. 56 Ali bir gün Şu spiker de aman ne hoşsohbet şey öyle! Yüzler dokuz! Şimdi biletin sonu 956 etti. Aziz dinleyiciler, inşallah 956 yılını da böyle sağlıkla, mutlulukla! İdil le göz göze geliyoruz: Yeşil ve tertemiz, taptaze gözlerde üç oda, bir mutfak, banyo dairesi, havagazı, bahçe, bahçede çamlar, çamlann ardında masmavi deniz off Allahım ne spiker! 7956!..

Amca da, yenge de hattâ kedi bile şöyle bir doğruldular. Ve, Iclâl rüyalaşmış, Iclâl ballaşmış, bana gülümsüyor: Ev sonra Abant a, hattâ Finlandiya ya gidilebilir her sene Ve spiker esprili, hoşsohbet, radyofonik spiker, kahrolası spiker Söyle artık şu sekiz i de bitsin bu işkence! Ama neden onu bekleyecekmişim sanki? Amca, yenge, kedi hepsi, her şey vız gelir bana; ama İdil i bir an önce, yarım saniye olsun, önce, kaderi çizilmiş bir hayat için bir başka hayat kadar sürükleyici ümitten çekip kurtarmalıyım. Bu ümid şu spikerin gevezelikleri boyunca sürüp büsbütün yıkıcı olmamalı: Erenköy deki köşk çamlar mavi ufuk Abant bunların hepsi lâf hepsi lâf diye bağırmalıyım.

Ama geciktim ve spiker sekiz i de söyledi. Bitkin, yıkılmış ve namütenahi melûl bir sesle; Çıktı, değil mi? diye inledim. Kime sorduğumu bilmiyordum. Dünya bomboştu. Bu buz renkli ve sınırsız boşluğun kilometrelerce, kilometrelerce ötesinde, çam ağaçlarına, hattâ çamların altındaki bir çift şezlonga varıncaya kadar belli olan bir köşk görünüyor, başka hiç bir şey görünmüyordu. Amcam, bir asır sonra; İnşallah dedi. Ona boş gözlerie, aptal aptal baktım. Açıkladı: Yüz binler rakamı sıfır çıkarsa Birden bire kendime geldim ve; Çıkmayacak diye bağırdım. Fazla bağırmış olmalıydım; yenge; Ne oluyorsun öyle? dedi. Amca ve kapıya doğru gitti.

Gülümsemeye bile vakit bulamadılar ve spikerlerin en sevimlisi son rakamı da söyledi: Bilmem kaçmış! Buzlar dağılmıştı artık. Ama Iclâl bir parça üzgündü. Ve ben, içimdeki ferahlıktan hiç değilse yarısını ona vermeden yapamazdım. Bir hamlede yanına gittim; iradeye dair, çalışmaya ve hak etmeye dair bir uzun nutuk çektim ve nutkun bal gibi aşk ilânı olduğunu -sonralara doğru- değil yenge, değil amca, hattâ Iclâl bile, hattâ hattâ ben bile anladım.