Üniversite çağı sadece ders, not çağı değildir



Benzer belgeler
Türkçe Ulusal Derlemi Sözcük Sıklıkları (ilk 1000)

ACR Group. NEDEN? neden?

Cumhuriyet Halk Partisi

Cumhuriyet Halk Partisi

Kazandı ama bu sonuç Erdoğan ı mutlu etmez

NEDEN. Türk ye Cumhur yet Cumhurbaşkanlığı S stem

Hükümet ile Gülen cemaatinin tartışması neyi ifade ediyor?

frekans araştırma

Sosyal Araştırmalar Enstitüsü. 10 Ağustos için gerçekleştirilmiştir.

Biz yeni anayasa diyoruz

16 Nisan Anayasa Değişikliği Referandumu Sandık Sonrası Araştırması

SİYASET ÜSTÜ DÜŞÜNMEK Pazar, 30 Kasım :00

CUMHURBAŞKANLIĞI SEÇİMLERİ KAMUOYU ARAŞTIRMASI. Ağustos, 2014

Baki olan Rabbimiz ve davamızdır

TV LERDEKİ PROGRAMLARA ÇIKANLAR KURAN OKUMASINI BİLMİYOR

MARUF VAKFI İSLAM EKONOMİSİ ENSTİTÜSÜ AÇILDI

Beyaz Saray'daki Trump-Erdoğan Zirvesinden Ne Çıktı?

KKTC SİYASİ ARAŞTIRMA RAPORU

TÜRKİYE SOSYAL, EKONOMİK VE POLİTİK ANALİZ SEPA 5

10 Ağustos 2014 Cumhurbaşkanlığı Seçimlerinin Değerlendirilmesi

Başbakan Yıldırım, Ankara Sincan da halka hitap etti

ARAŞTIRMA GRUBU. Prof. Dr. Özer SENCAR Prof. Dr. İhsan DAĞI Prof. Dr. Doğu ERGİL Dr. Sıtkı YILDIZ Dr. Vahap COŞKUN MAYIS

Türkiye küçük Millet Meclisleri MAYIS 2018 Ortak Payda Raporu

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Atatürk Havalimanı Devlet Konukevi nde düzenlenen basın toplantısında konuştu

İSTANBUL AYDIN ÜNİVERSİTESİ SİYASET AKADEMİSİ ANKARA TÜRKİYE NİN DEMOKRATİKLEŞME SINAVINI DERİNLEMESİNE TARTIŞTI!

CHP İLÇE BAŞKANI RECAİ SEYMEN TEKRAR ADAY

R A P O R. Doç. Dr. Fatih YARDIMCIOĞLU Arş. Gör. Furkan BEŞEL. Mayıs 2015

Başbakan Yıldırım, 25. İstişare ve Değerlendirme Toplantısı sonrası basın çadırını ziyaret etti

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI SAYIN ÖMER DİNÇER İÇİN DEMOKRATİK VATANDAŞLIK VE İNSAN HAKLARI EĞİTİMİ PROJESİNİN AÇILIŞ KONFERANSI KONUŞMA METNİ TASLAĞI

15 Temmuz Sonrası Süreçte Yapılan Uygulamalara Seçmen Nasıl Bakıyor?

Oylar bölünmesin Türkiye bölünmesin!..

24 Haziran Seçimlerine İlişkin Kamuoyu Eğilimleri

Hükümet in TSK İçinde Oluşturduğu Paralel Yapılar; Cumhurbaşkanı ve AYİM nin Konumu..

Demokrasi ve Sivil Toplum (SBK256)

TÜRKİYE TİPİ BAŞLANLIK SİSTEMİ MODEL ÖNERİSİ. 1. Başkanlık Sistemi Tartışmasının Temel Gerekçeleri

Haziran 25. Medya ve Güven. Gündem. Tüm hakları gizlidir.

ekonomi olduğu görülüyor. Erken seçim olma ihtimalinin zor olduğu, AKP'nin ekonomide rahatlama yaşatmadan seçimi tekrarlatmasının mümkün olmadığı görü

ORTADOĞU DA BÖLGESEL GELIŞMELER VE TÜRKIYE-İRAN İLIŞKILERI ÇALIŞTAYI TOPLANTI DEĞERLENDİRMESİ. No.12, ARALIK 2016

EMRE KÖROĞLU BAŞKANLIK İÇİN ADAYLIĞINI AÇIKLADI

10 Ağustos. Cumhurbaşkanlığı Seçimleri Yazılı Medya Araştırması. 18 Ağustos Ağustos 2014 Cumhurbaşkanlığı Seçimi Yazılı Medya Araştırması

ESAM [Ekonomik ve Sosyal Araştırmalar Merkezi] I. Dünya Savaşı nın 100. Yıldönümü Uluslararası Sempozyumu

Budist Leyko dan Müslüman Leyla ya

İslam Dünyasından Darbe Girişimine Tepkiler

15 Mayıs 2009 al-dimashqiyye Salonu

T.C. ONDOKUZ MAYIS ÜNİVERSİTESİ SENATO KARARI KARAR TARİHİ TOPLANTI SAYISI KARAR SAYISI /

Cumhuriyet Halk Partisi

Fransa'da, Hz. Muhammed'e hakaret içeren karikatürleri yayınlayan Fransız Dergisi'ne baskın düzenlendi ve 12 kişi öldürüldü.

Kuzey Irak ta Siyasi Dengeler ve Bağımsızlık Referandumu Kararı. Ali SEMİN. BİLGESAM Orta Doğu ve Güvenlik Uzmanı

Türkiye Siyasi Gündem Araştırması

Devrim Öncesinde Yemen

TÜRKİYE SOSYAL, EKONOMİK VE POLİTİK ANALİZ -6-

KARARSIZ AK PARTĠ SEÇMENĠ PARTĠSĠNE DÖNÜYOR

CHP Yalıkavak Temsilciliğinin düzenlediği Kahvaltıda Birlik ve Beraberlik Mesajı

Y.Selçuk TÜRKOĞLU Bursa Milletvekili Aday Adayı. Biz Bir Ekibiz Ekibimiz Milletimiz

Gezi Parkı Araştırması. GEZİ PARKI ARAŞTIRMASI Kimler, neden oradalar ve ne istiyorlar?

MISIR IN SİYASAL HARİTASI

Sudan'da Türk-Sudan İlişkileri Sempozyumu düzenlendi

Bilinen hikayedir. Adamın biri, akıl hastanesinin parmaklıklarına yaklaşmış. İçeride gördüğü deliye:

TÜRKİYE NİN NABZI AĞUSTOS 2015 ERKEN SEÇİM ÖNCESİ SİYASAL DURUM DEĞERLENDİRMESİ

Türkiye'de 3 Ay OHAL İlan Edildi

Erdoğan Kahramanmaraş'ta

KOBİ ler Nefes alacak / Ankara. TOBB, Ziraat Bankası, Denizbank ve Kredi Garanti Fonu (KGF) ortaklığında hayata

SİYASET BİLİMİ VE ULUSLARARASI İLİŞKİLER DOKTORA PROGRAMI DERS İÇERİKLERİ ZORUNLU DERSLER. Modern Siyaset Teorisi

Samsun daki Pontusçu Faaliyetler

2015 Genel Seçim Sandık Sonrası Araştırması

Necla Akgökçe den bilgi aldık. - İlk olarak ülkede kadınların iş gücüne katılım ve istihdam konusuyla başlayalım isterseniz

Halk devriminin düşmanları: diktatör rejim ve karşıdevrimci gerici güçler

Başbakan Erdoğan'ın adaylığı dünya basınında

Cumhuriyet Halk Partisi

İÇİNDEKİLER ÖNSÖZ... V İÇİNDEKİLER... VII 24 HAZİRAN 2018 CUMHURBAŞKANLIĞI SEÇİMİ

TÜRKİYE SOSYAL, EKONOMİK VE POLİTİK ANALİZ - 4

Kuzey Irak'a harekat

SAVUNMA: Ben sizin sanığınız değilim AHMET ALTAN

Uluslararası Üniversiteler Konseyi Yönetim Kurulu Başkanı Darbeci Kurşununa Hedef Oldu

Burada öteki AKP yöneticelirenden değil, bizlerden söz ediyorum.

Prof. Dr. Özer SENCAR Prof. Dr. Doğu ERGİL Prof. Dr. İhsan DAĞI Prof. Dr. Cengiz YILMAZ Dr. Sıtkı YILDIZ Dr. Vahap COŞKUN NİSAN

BAŞBAKAN YARDIMCISI HAKAN ÇAVUŞOĞLU, BATI TRAKYALI GENÇLERLE YTB DE BULUŞTU Cuma, 13 Nisan :47

İkrime Sabri: Mescidi Aksa nın. Bir Karışından Bile Taviz Vermeyiz

KİTAP GÜNCESİ VIII. GELENEKSEL KİTAP GÜNLERİ SAYI:3

Halk Erdoğan'a Ey Tayyip, ananı da al ve git demiştir. Uğur Mumcu yine haklı çıkmıştır.

AK Parti, merkez sağ olmaya mı hazırlanıyor?

Patronun hizmetini yapıyor Çalışan kadından bahsediyorum. Ben kocama muhtaç değilim diye evvela ailesini dağıtıyor.

1999 dan 2007 ye Seçmen Tercihleri ve Değişim

CUMHURBAŞKANLIĞI SEÇİM YORUMLARI VE SONRASINDA BİZİ BEKLEYENLER

Cumhuriyet Halk Partisi

Sosyal Araştırmalar Enstitüsü 1 Kasım 2015 Genel Seçim Sandık Sonrası Araştırması

TÜRKİYE DE ETNİK, DİNİ VE SİYASİ KUTUPLAŞMA. Dr. Salih Akyürek Fatma Serap Koydemir

NEWSLETTER 12 TEMMUZ 2016 MİLLİ MEDYA KURULUŞLARINDA TEMİZLİK BAŞLIYOR!

SORU : CEVAP: SORU: CEVAP:

Bahçeli ne yapmak istiyor?

OKUL MÜDÜRÜMÜZLE RÖPORTAJ

MİT'ten yurt dışındaki FETÖ'cülere 3 aşamalı operasyon

İsrailli casus Eli Cohen'in saati, Suriye'de idam edilmesinden yarım asır sonra ülkesine nasıl geri döndü?

Saadet Partisi Yerel Basınla Buluştu Saadet Partisi Beykoz İlçe Teşkilatı Yerel Basınla biraraya geldi.

Şöyle ki ; Etnik köken olsaydı Bir şiir yüzünden yere düşen yiğidi %85 oy ve Üç Millet Vekili ile Parlamentoya gönderilmezdi,

PKK'nın silah bırakması siyasi bir mesele

Milli Devlete Yönelik Tehdit Değerlendirmesi

ANAYASA HUKUKU (İKTİSAT VE MALİYE BÖLÜMLERİ) GÜZ DÖNEMİ ARASINAV 17 KASIM 2014 SAAT 09:00

AKP YE BU SAFHADA OY VEREN HERKES VEBAL ALTINDADIR

TÜRKİYE NİN NABZI KASIM 2014 Cumhurbaşkanlığı Sarayı, İş Kazaları, Barış Süreci ve Sığınmacılar Sorunu

Transkript:

On5yirmi5.com Üniversite çağı sadece ders, not çağı değildir Yazarlar bugün hangi konuları yazdı? Yayın Tarihi : 17 Temmuz 2014 Perşembe (oluşturma : 10/10/2015) Ahmet Taşgetiren, Ardan Zentürk, Meryem Gayberi, Orhan Miroğlu, Taha Özhan, Engin Ardıç, Sevilay Yükselir, Mahmut Övür, Haşmet Babaoğlu, Etyen Mahçupyan, Vedat Bilgin, Okay Gönensin, Hüseyin Yayman, Ali Bayramoğlu, Abdülkadir Selvi, Akif Emre, Markar Esayan, Erol Göka, Cem Küçük, Rasim Özdenören bugün gündemle ilgili önemli konuları ele aldı... Ahmet Taşgetiren: İhsanoğlu olmadı, Demirtaş verelim Cumhurbaşkanlığı seçimi bir kesim nezdinde, Tayyip Erdoğan ın yolunu kesmek için sineğin kanadından yağ çıkarma işine döndü: İhsanoğlu ile muhafazakar oydan tırtıklama, Demirtaş ile Kürt oylarından tırtıklama. Bunu başarmak için de akla hayale sığmaz taklalar atma... Demirtaş ın adaylık lansmanının Beyaz Türk medyası na yansıyış biçimi, acayip bir heyecan dalgasını gözler önüne seriyor ki neresinden baksanız ortada garabetlere tanık oluyorsunuz. Bakın şimdi burada bazı cümleler kuracağım, Demirtaş da düşünsün, Beyaz Türk medyası da: - Erdoğan ın ikinci zaferidir Demirtaş. Birinci zaferi CHP gibi bir partinin Ekmeleddin İhsanoğlu nu Cumhurbaşkanı adayı gösterecek noktaya gelmesi idi, bunu daha önce ifade ettim. Neden ikinci zafer derseniz, izah edeyim: Erdoğan ın liderliğinde başlayan çözüm süreci, Kürt Siyasi Hareketi içinden Demirtaş gibi birisinin Çankaya ya aday olmasına, onun dilinin Türkiyelileşme önceliği kazanmasına ve en önemlisi Tayyip Erdoğan a gidecek Kürt oylarının önünü kesebilme umuduyla bir Beyaz Türk heyecanıyla buluşmasına yol açmış olması sebebiyle Erdoğan zaferinden söz ediyorum. - Beyaz Türklerin sevgilisi Demirtaş. Şu sıralar böyle bir güzelleme dolaşıyor Beyaz Türk medyasında. Bunu, Demirtaş ın çizdiği profile bağlayıp, Kürtler nezdinde bu güzellemelerin nasıl bir karşılık bulacağını mı değerlendirmeli, yoksa, çözüm sürecinde Tayyip Erdoğan ı ayrılıkçılara taviz suçlamasıyla boğmaya çalışan Beyaz Türk dünyasının, birdenbire Kürt siyasetine bel bağlamasındaki kemiksizliğe mi? Beyaz Türk medyasındaki bu heyecanı herhalde, çözüm süreci ile Kato dağında baharı yaşamaya yeniden başlamış ve çocuklarına kavuşma ümidini yeniden bulmuş Kürt anneler, babalar da görüp bir sandık değerlendirmesi yapacaktır. - Ekmeleddin İhsanoğlu nun pabucunu dama atan Demirtaş. Ekmeleddin İhsanoğlu, malum, muhafazakar oy tırtıklayacaktı Tayyip Erdoğan ın altından. Onun için CHP, kendi kütlesinde bir parçalanmaya razı olmuştu. Demirtaş, bir anlamda CHP ye nanik yapıyor, HDP adayı olarak sol söylemlerle CHP tabanına göz kırpıyor. Demirtaş ın Haydi dans edelim söyleminin Kürtler deki

karşılığı ne olur bilinmez, ama sol jargonun CHP tabanındaki Gezi camiası na sinyal ulaştıracağı farzedilebilir. - Kürt oylarına, Erdoğan a darbe vurma misyonu yüklenmesine zemin hazırlayan Demirtaş. Evet, asıl bu. Demirtaş a yakışmayan asıl bu. Sahici bir Kürt siyasetçi iken şimdi Kürt oylarını, Erdoğan ın önünü kesme misyonuna indirgeyen bir rol yüklenici. Bu rolün belirleyicisi, herhalde Kürt toplumu değil. Kaldı ki Kürt toplumu Erdoğan liderliğinde gerçekleşen çözüm sürecini değerlendirirken herhalde yiğidin hakkını yemeyecektir. Şunu soruyorum kendi kendime: Demirtaş adaylık lansmanını Diyarbakır da gerçekleştirmiş olsaydı, dili, üslubu, böyle mi olurdu? - Bütün bu yazdıklarımda, siz de açıkça görmektesiniz ki, Selahattin Demirtaş ın Cumhurbaşkanı olması ihtimali de yok, orada ne yapıp yapmayacağı meselesi de bir önem taşımıyor. Çünkü gerçekten Demirtaş la ilgili bir Çankaya hesabı mevcut değil. Ancak bu temsil, bir Kürt adayın Türkiye nin Cumhurbaşkanlığına soyunması, dolayısıyla Türkiye yi temsil iddiası, dolayısıyla Türkiye nin bütünüyle ilgili bir duruş adına anlamlı olabilirdi, başlangıçta da öyle değerlendirildi ve genelde olumlu karşılandı. Ama... - Beyaz Türk dünyasında Demirtaş la ilgili hesap ve ona yönelik güzellemeler yekunu sadece Erdoğan ın birinci turda seçilmesini ne oranda etkiler hesabı ile ilgilidir.. Ardan Zentürk: Diktatörü kim yarattı? Erdoğan, Ankara daki büyükelçilere verdiği iftar yemeğinde o sözü söylerken, meğer, Washington da başka bir filmin senaryosu yazılıyormuş. Dünyanın, özellikle Birleşmiş Milletler in Ortadoğu da sergilediği çapsız ve iki yüzlü politikaları eleştirirken birden durdu, Eh, tabii, Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı sevilmez, çünkü doğruları söylüyorum deyiverdi... O da biliyor haliyle, dünya mahfellerinde hakkında pişirilen yemeğin hayli yavan olduğunu... Nitekim, Amerikan Kongresi üyesi John McCain in Amerika nın yeni Türkiye Büyükelçisi John R.Bass a Senato Komitesi nde Erdoğan için otoriter dedirtme çabası bu konuşmanın devamında geldi. Anlaşılan, Erdoğan ın eli-kolu uzun güçlü düşmanları var, 2. Abdülhamit (1842-1918) gibi hedefe oturtulmuş... Siyonizmin sözcüsü Bakın, bundan üç yıl önce John McCain için ne yazmışım. Vietnam Savaşı gazisi ve hatta savaş esiri olan McCain, Amerikan Kongresi nin savaş yanlısı kanadının güçlü isimlerinden biridir. Amerikan savunma sanayinin Kongre deki bir numaralı sözcüsü olarak tanınır. Bu nedenle, Obama yönetiminin Libya ya, Afganistan da olduğu gibi insansız avcı uçaklarını sevk ettiğini açıkladığı gün Bingazi de ortaya çıkması anlamlıdır.

John McCain, bir Cumhuriyetçi olarak tam bir neo-con dur. Bu nedenle Irak ı mahveden eski başkan George W.Bush tan farklı bir karakter değildir. Bu yapısı nedeniyle Amerikan Kongresi ndeki Yahudi lobisinin de en yakın çalışma arkadaşıdır. (...) John McCain in siyasi yaşamının perde arkasını anlamamıza neden olan gelişme 2008 Başkanlık Seçimi kampanyası sırasında yaşanmıştı. Demokrat Obama nın favori girdiği yarışta baştan itibaren geride kalan McCain, kampanyasının ilk sekiz ayında gerekli parayı toplayamamış, devreye, bir İngiliz vatandaşı olan Lord Rothschild girmek zorunda kalmıştı. İsrail devletinin kurucu ailesi olarak tanımlanan ve dedeleri Edmond Rothschild in 1982-86 yılları arasında İsrail parasının üzerinde resmi bulunan bu zengin aile, McCain in sorununu kısa sürede çözmüştü. Amerika, vatandaşı olmayan bir ailenin Londra da verdiği gala yemeği ile Başkan adayına para toplamasını da haftalarca tartışmıştı. McCain in Rothschild bağlantısının Arizonalı zengin kayınpederi Jim Hensley in, bir başka güçlü Yahudi ailesi Bronfman lar ile olan yakın ilişkisine dayandığı anlaşılmıştı. Rothschild ailesi gibi Siyonist hareketin önde gelen finansörlerinden olan Bronfmanlar ın aile reisi Edgar Bronfman, yıllarca yürüttüğü Dünya Yahudi Kongresi başkanlığıyla tanınıyor. (İsrail Libya da devrede, STAR, 25 Nisan 2011) Konuya, 2.Abdülhamit in adını karıştırmamın nedenini anlamışsınızdır sanırım. Bu iyi oldu John McCain, Ortadoğu da nerede bir çatışma varsa orada beliren bir karakter. Ona verilen görev bu... Yukarıdaki yazıyı iç savaş sırasında Libya nın Bingazi kentinde ortaya çıkması üzerine yazmıştım, sonra, 2013 Mayıs ında Suriye de de gördük. Mesela, 2010 yılında da Bağdat ta çıkmıştı karşımıza... Pek yerinde oturan bir tip değil, Afganistan da hatta darbe sonrası Mısır da da ortalığa dökülmüştü. Söylediğim memleketlerin bugünkü hali ortada... Bu nedenle, siyasi kimliği olmayan, Amerikan Dışişleri nin yetiştirdiği tipik bir teknokrat karakterli Büyükelçi John R.Bass ı tam 3 dakika 25 saniye baskı altında tutup Erdoğan için Bu doğrultuda (otoriterlik) bir kaymadır, evet sözünü alması hayırlı olmuştur. Ülkede sürüp giden diktatör kampanyasının gerçek odağını bir kez daha net olarak öğrenmiş olduk. Hakan Fidan ın MİT Müsteşarlığı na atanmasının İsrailli politikacılar Ehud Barak ve Avigdor Lieberman ı neden rahatsız ettiğini, Fidan a dönük tutuklama ve siyasal meşruiyete dönük darbe girişimlerini, Erdoğan ın sevilmem, çünkü... sözünün arkasında yatan işareti de... Düşmanına göre konuş Bir şeye inanırım: Bir insanın yaşam karşısındaki kalibresini, yaşam yoldaşı eşinin kalitesi ve

düşmanlarının gücü belirler... Eğer, düşmanın, güçlü ve gücünün yarattığı zalimlikle üzerine geliyorsa, iyi yoldasın demektir. Bu seni, hem yaşam karşısında teyakkuz da tutar, hem de giderek güçlenmeni sağlar... Taha Özhan: HDP neyin diyeti? Demirtaş ın aday olması ya da BDP nin HDP kamuflajıyla da olsa cumhurbaşkanlığı seçimlerine katılabiliyor oluşu, başlı başına önemli bir gelişme. Bu adaylıktan başı sonu belli bir siyasetin çıkabilmesi ise ancak çatı aday tarzı bir projeye dönüşmemesiyle mümkün. Bunun yolu ise kendisine oy veren ana damarı sahici bir şekilde temsil edip etmemesinden geçiyor. Son bir kaç haftadır, laik kesimlerin ilgisini çeken, sol-liberal kesimleri ise bir kez daha heyecanlandıran Demirtaş görüntüsünün neyi, kimi ve ne kadar sahih temsil ettiği önemli bir sorun. Çünkü sahicilik krizi başka hiçbir gelişmeye ihtiyaç duymaksızın, her türlü siyasi projeyi nesh etmeye yetmektedir. Elitlerinin benzer, sosyolojilerinin ise neredeyse varoluşsal düzeyde farklı olduğu bir çatı projesi BDP-HDP. Kendi siyasi ve coğrafi hinterlandında dağ ile ova arasına sıkışan Kürt siyasi hareketi, Türkiye geneline açılma girişimlerinde ise sol-liberal diskurun marazlarının büyük bir kısmına eğilim gösteriyor. Tam da bu noktada, BDP nin HDP yi taşıma kararının maliyetleri ortaya çıkıyor. Erdoğan karşıtlığında en ufak bir esneme gösteremeyen Demirtaş ın, oldukça rahat bir şekilde, CHP nin kendilerini de temsil edecek bir aday göstermesi durumunda, açıktan destek verip çalışacaklarını söylemesi durumu özetliyor. Zira 2010 referandumunda, açılım sürecinde, çözüm sürecinde aynı pragmatizmin zerresini göster(e)meyen BDP; CHP nin ne olduğuna ve bugüne kadar neler yaptığına, Kürtlerin ne diyeceğine hiç takılmadan meseleyi basit bir ittifak stratejisine indirgemekten imtina etmiyor. BDP, tıpkı CHP ve MHP gibi oy aldıkları tabanlarına pasif ve akılsız bir özne muamelesi yapmaktan çekinmiyor. Son tahlilde parti sadakati yüzde doksanlara varan bir tabanın her şart altında başka yere gitmeyeceklerini düşünebilirler. Diğer unsur ise BDP elitlerinin sekülerizm üzerinden CHP ile ortak bir havuzda olduklarını düşünmeleri. Bu ilk kez yaşanan bir durum da değil. Zira geçmişte de Kürt siyasi hareketinden bazı damarlar, Kemalizm e yeşil ışık yakmakta meyyal olduklarını hiç gizlemediler. En son, 2013 Açılım sürecinde PKK laikliğin teminatıdır çıkışları, ancak Öcalan ın Ahmet Türk ün ağzından aktarılan Malazgirt`te inşa edilen Türk-Kürt kardeşliği laikçi egemenler eliyle tahrip edildi cümleleriyle tashih edilmişti. Öyle ki Kürtler her ne kadar Kemalizm in gadrine en sert şekilde uğramış olsalar da, Kürt siyasi hareketinin elitleri, kendilerine değil ama tabanlarına çok daha fazla benzeyen AK Partililere, seküler dünyadan aktörleri tercih etmekte tereddüt etmiyorlar. İş eninde sonunda Kemalizm le bir paket halinde tüketilen laik kimliğin neresinde durduğunuz meselesine geliyor. Bu noktada laik kimliğin sağladığı konforlu sosyalleşmeyi, Kürtlüğün sunabildiği sıkıntılı sosyalleşmeye tercih edeceklerine dair kuvvetli işaretler bulunuyor. Bu sosyalleşme elbette siyasallaşmayı da etkiliyor.

BDP -elitleri- kendi hinterlandında (ve tabanıyla birlikte olduğu anlarda) Kürt ve muhafazakar, HDP coğrafyasında (ve tabanla beraber olmadığı durumlarda) ise sol ve laik kimliğe yaslanıyor. Hal bu iken, toplamda ezici çoğunluğu oluşturan muhafazakar Kürt tabana, CHP nin içerisinde artık neredeyse mağdur hale dönüştürülen ana damar Kemalistler gibi yaşananları seyretmek düşüyor. Orhan Miroğlu: Rojava yı savunmak IŞİD in Irak taki yürüyüşü, peşmerge güçlerinin kontrolü altında bulunan bölgelerde daha fazla ilerleyemedi. Ama öyle görülüyor ki, Suriye de durum pek parlak değil. IŞİD in PYD kontrolündeki Kobanê yi ele geçirmek için başlattığı saldırılar devam ediyor ve civar köylerden bazılarının IŞİD in kontrolüne geçtiği haberleri geliyor. PYD Suriye de, Baas rejimine karşı başlayan halk ayaklanmasının yarattığı siyasi koşullardan yararlanarak demografik bakımdan Irak Kürdistanı na hiç benzemeyen, Arapların-Kürtlerin-Süryani ve Türkmenler in bir arada ve neredeyse eşit oranlarda olduğu bir coğrafyayı yönetmek için, şimdi ne kadar yanlış olduğu ortaya çıkan bir strateji geliştirdi. Bu stratejinin bir gereği olarak, diğer Kürt grupları Rojava dan tasfiye edildiler. Kürtler Suriye muhalefetini desteklemekten alıkonuldu. Sonrasında üç önemli şehirde kanton yönetimi ilan edildi. Yeryüzündeki tek Kürt statüsü, yani Hewlêr hükümeti, dünyanın ikinci Kürt siyasi statüsü gibi görünen bir statüyü tanımadı. Süreç içinde Rojava ve Hewlêr arasındaki anlaşmazlıklar hafifleyeceğine ve hep beklendiği gibi ulusal bir çıkış yolu bulunacağına, çatışmalar daha da sertleşti. Oysa Mesut Barzani, Suriye de olaylar baş gösterdiğinde PYD dahil bütün Kürt gruplarını Erbil e davet etti ve birlik içinde davranmaları tavsiyesinde bulundu. Salih Müslim ve PYD liderleri Hewlêr de serbestçe çalışmalar yürüttüler. Ama ne zaman ki Rojava Devrimi oldu, Kürt partileri arasındaki ulusal ittifak da sona erdi. Kürtler parti çıkarları veya bir zümrenin, bir sınıfın çıkarları doğrultusunda hareket ederlerse, kaybederler. Kürt partileri arasında Kürt ulusal çıkarlarına daha yakın durduğunu gösterebilen partiler ise kazanır. Unutmayalım ki, Arap milliyetçiliği, Baasçılığın eliyle yok edildi. Geriye, gerektiğinde IŞİD le masaya oturabilen aşiretler ve aynı milleti ikiye bölen mezhepler kaldı. Kürtler e gelince.. Türkiye de yaşanan hikayenin bir benzeri, şimdi Suriye Kürtleri arasında yaşanıyor ve Rojava da Kürdistan ın yoksulları adına sosyalist bir devrimin gerçekleştiğine inanılıyor.

Bir devrimin dostları ve düşmanları olur. Rojava devriminin en büyük düşmanı IŞİD tir. Umarım IŞİD daha fazla ilerlemeden durdurulur. Ama eğer bu bir devrim ise, Baasçıların da sular durulduğunda bu devrime evet demeyecekleri açıktır. Temel soru şu: Rojava devriminin dostları neden yok, varsa bu zor zamanlarda neredeler? Bu soruya cevap aramak, belki de boşuna. Bir kere Devrimin kime karşı gerçekleştiği belli değil. Baas rejiminin gözle görülür bir biçimde görmezlikten geldiği, devrimcilerin bir tek defa bile rejimin askeri güçleriyle karşı karşıya kalmadığı, Esad ın asker-sivil bürokrasisiyle, devrimci güçlerin yan yana ve çatışmadan durabildiği, ama buna karşılık, devrim ilan edilen bölgede, başka Kürt gruplarının barınamadığı bir durumdan söz ediyoruz. Cihangir ve Nişantaşı ndan arada bir Rojava ya el sallayan eski tüfek leri ve onların tuzu kuru yeni yoldaşlarını saymazsak bu devrimin dünyada dostu yok gibi.. Oysa eğer Mesut Barzani ye ve Suriye deki Kürt gruplara düşmanca davranılmasaydı, şimdi Kobanê yi savunmak için yapılan çağrıların bir karşılığı olurdu. PYD, yönettiği bir bölgede hakikaten ulusal çıkarlara uygun davranabileceğini gösterebilir, Hewlêr (Erbil) anlaşmasına bağlı kalabilirdi. Haberlere bakıyorsunuz ve anlıyorsunuz ki, Rojava ya savaşmak için götürülenler, daha lise çağında çocuklar. Ali Bayramoğlu na gönderilen ve Ali nin okuyucularıyla paylaştığı mektubu okuduğunuzda durumun vahametini daha iyi anlıyorsunuz: Tıp 6. sınıftan bir öğrenciyi, üstelik ölümcül bir hastalığı olan birini, Rojava da aramak zorunda kalan çaresiz bir anne ve baba. Liseli çocukların aniden kaybolmaları ve yine Rojava da aranmaları.. Engin Ardıç: Ölsüncüler Recep Tayyip Erdoğan'a muhalif olabilirsiniz. Anayasal hakkınızdır. Onu beğenmeyebilir, onu sevmeyebilirsiniz. "İnsani" hakkınızdır. Hatta ondan nefret de edebilirsiniz, eh bu da insani olmasa bile hayvani hakkınızdır. Politikalarını onaylamayabilir, "şunu şöyle değil böyle yapması gerekir" diyebilirsiniz, buna da muhalefet denir zaten. Cumhurbaşkanı olmasını istemiyorsanız, oyunuzu diğer adaylardan birine verir ya da hiç kullanmazsınız, bundan dolayı da sizi hiçkimse kınayamaz.

Lakin, "bu herif ölecek" diye, hem de bu kelimeyi kullanarak laf çıkaramazsınız, buna alçaklık denir. Buna namussuzluk denir. Buna şerefsizlik denir. Bu siyaset değil necasettir. Bunu, saçı sakalı ağarmış üniversite profesörlerinden de duydum. Tanrı'ya inanmadıkları halde Pennsylvania muhalefetinin dümen suyuna girmişlerdi. Nefret akıllarını başlarından almış, yüreklerini, gözlerini ve dillerini karartmıştı. Efendi hazretlerinin bazı müritleri, başbakanın bir ara hastaneye yatmış ve ameliyat olmuş olmasından esinlenmiş, "ölecek" diye tezvirat çıkarıyorlardı. Söylendiğine göre darbeyi de o hastanedeyken, yani en savunmasız, en zayıf anında yapacaklardı. Belki şeyhlerinin abuk beddualarının tutacağını düşünecek kadar da kafasızdılar, kimbilir? "Bilim adamı" geçinen saftırıklar da, "ilim adamı" geçinen hokkabazların bu palavralarına gözü kapalı inanıyorlardı. Bir de "ölsüncüler" var. Onlar, ölecek palavrasıyla yetinmeyip ölsün diye bir de dilekte bulunanlar. Birçok kişiden duydum, özellikle de masonlardan! Dil bilen, Avrupa görmüş, şarap içen, "medeni" geçinen adamlar. "Başbakanın hangi alanlarda hangi kusurlarını gözlediniz, bana da anlatın" sorusuna kem küm ediyorlar, "asık suratlı" deyip geçiyorlar. Sanki Çankaya'ya komedi sanatçısı aranıyor. (Örneğin İsmet İnönü çok güleryüzlü, şıkıdım şıkıdım bir adamdı Allah için.) Bir de "katılımcı olsun" diye ekliyorlar, başbakan canına susamış düşmanlarına da akıl danışacak... Başbakanı nefret söylemi yaratmakla suçluyorlar, nefreti kusan kendileridir. Başbakanın tanıtım toplantısına katılan sanatçılara edilen akıl almaz küfürler, bunun en basit kanıtıdır. Bölmekle suçluyorlar, bölünmeye en hevesli onlardır. "Ölsün" diye ilenmek, çok çaresiz olduklarının ifadesidir. Hiçbir politika öneremiyorlar, hiçbir hareket geliştiremiyorlar, hiçbir alternatif bulamıyorlar, görünür bir gelecekte hiçbir siyasi değişiklik umutları yok, o zaman ölsün diyebiliyorlar ancak... Ölsün de kurtulalım... Sevilay Yükselir: Yargı darbesine hazır olun!!! Memleket Cumhurbaşkanlığı seçimiyle yatıp kalkarken Paralel Çete sessiz sedasız Yargıtay'ı bir kez daha ele geçirdi. Hem de öyle böyle değil. Dün bu yapıyla ölümüne mücadele veren bir grup yargı

mensubu ile birlikteydim. Diyorlar ki, "Yargıtay'ın yapısı değiştirilmeden evvel çok daha iyi durumdaydı. Biz bu değişiklikle resmen kendi ayağımıza kurşun sıktık. Değişiklik sayesinde Birinci Başkanlar Kurulu'nun bütün üyeleri cemaatin istediği üyelerden oluştu!" Mesele hukuki olduğu için kafanızı karıştıracak şeyler anlatmak istemiyorum şimdi. Şu kadarını bilin ama: Yargıtay'da hangi dosyaya kimin bakacağına, hangi üyenin hangi dairede görev yapacağına karar veren 20 kişilik Başkanlar Kurulu 4 yıllığına yeniden paralelcilerin kontrolüne geçmiş durumda! İster dikkate alınsın, isterse alınmasın ama ben Yargıtay'daki bu son olayın çok tehlikeli bir sinyal olduğuna inanıyorum. Biliyorsunuz, her fırsatta gerek bu köşeden gerekse ekranda yaptığım yorumlarda memleketin bekası için asıl önemli olan seçimin Cumhurbaşkanlığı değil, ekimde yapılacak HSYK seçimi olduğunu haykırıp durdum. Hale bakınız ki biz bu çeteyi HSYK'dan tamamen temizlemeyi düşünürken birileri kaş yapayım derken, gözü çıkarıp yüksek yargıyı elleriyle götürüp bu çeteye teslim ediyor. Bence bu kabul edilemez fahiş bir hatadır ve derhal de bunun böyle olmasına sebep olanlardan hesap sorulmalıdır. Kimsenin böyle bir vurdumduymazlık içinde olmaya hakkı yoktur! Hiç kusura bakmasınlar ve bana maval okumasınlar. Öyle ya da böyle "Yargıtay'da bu çeteyi temizleyelim" diye kanun değişikliği yapanların bu sonucun olabileceğini de çok önceden hesaplaması gerekiyordu. Öngörüsüzlük ve dikkatsizlik bu çeteye karşı aylardan beri verdiğimiz mücadeleye çok ciddi darbe vurmuştur. Dün uzun uzun sohbet ettiğimiz yargı mensupları gelinen noktada en büyük sorumluluğun başta Adalet Bakanı Müsteşarı Kenan İpek olmak üzere onunla birlikte hareket eden kadrolara ait olduğunu iddia ediyor. İçlerinden birinin yorumunu aynen aktarıyorum sizlere: "Ben bile İstanbul'dan böyle bir sonucun kaçınılmaz olduğunu görüp uyarılarımı yapmıştım ama Sayın Müsteşar ve ekibi bunun böyle olabileceğini hesap edip maalesef doğru stratejiyle hareket edemediler!" İpek'in bu mücadelede çok kararlı ve samimi olduğundan hiç şüphem yok ancak kararlılık ya da samimiyet tek başına bir şey ifade etmiyor. Bunların yanı sıra olabildiğince dikkatli ve öngörülü olmak da olmazsa olmaz kuralları arasında bulunmalıdır. "Nasıl olsa biz güçlüyüz artık! Bunları püskürttük! Biz devletiz! Ne istersek onu yapabiliriz!" hayalperestliğinden bir an evvel vazgeçilmesi gerekiyor. Neyse... Derler ya hani, olanla, ölene çare yok! Yargıtay'ın evvelinden daha güçlü biçimde Sakalsız ve Çetesi'nin eline geçmesi hususunda da artık yapacak hiçbir şey yok! Ama tabii bakanlığı hiç değilse bundan sonrası yani HSYK seçimleri için dizginleri ele alıp dikkatli ve doğru bir strateji izlemesi yönünde bir kez daha uyarmak zorundayım! Eğer aynı zihniyetle, aynı mantalite ile devam edilirse ekimde yapılacak HSYK seçimlerinde bir yargı darbesiyle karşı karşıya kalınacağını artık herkesin idrak etmesi gerekiyor!

Haşmet Babaoğlu: Üniversite... Malum, her yıl bu dönemde "Hangi üniversite iyidir?" sorusu ortalığı kasıp kavurur. Ben de her seferinde gençlere "fazla kasmayın" der, anne babalarını kızdırırım. Şunu da özellikle eklerim: "Sosyal etkinlikleri güçlü, çayı kahvesi iyi, muhabbet ortamı hoş, değeri bilinecek bir iki hocası bulunan bir okulu seçin, yeter!" *** Neden? Birincisi... Tonla üniversite var ama gerçekten iyi üniversite sayısı hâlâ iki elin parmaklarını aşmıyor. (Bu noktada devlet veya vakıf üniversitesi diye ayırmıyorum. ) Oralara gidecekler de zaten baştan bellidir. Diğer üniversitelerde ise yükün ağır kısmı öğrencinin üzerindedir. Eğitim kalitesini okul değil, öğrencinin hedef ve enerjisi belirler. İkincisine gelince... Üniversite çağı sadece ders, sınav, seminer, not çağı değildir. Mezun olunca iş bulacak mıyız endişesiyle kavrulma çağı değildir. Üniversite, eşsiz bir sosyal kaynaşma demektir. O yüzden eğitim kadar üniversite ortamı da önemlidir. Çaydan, kahveden, muhabbetten dem vuruyorsam, bundan. *** Bugün üniversite tercihi için son gün Hayaller yine yüksekten uçuyor, gerçekler yine fena halde aşağılarda sürünüyor. Çocuklar şaşkın ve endişeli. Anne babalar ise çocukları üzerinden kendi hedeflerini yakalamak ve hatta ne yalan söylemeli, gayet bencil planlar kurmakla meşguller. Meryem Gayberi: Cemaat gerçekten mağdur mu? İsrail'in dünyanın gözleri önünde Gazze'de işlediği devlet terörü sadece İslam dünyasının değil tüm insanlığın vicdanını kanatıyor. Yüz binlerce insan dünyanın hemen her ülkesinde İsrail'e karşı

eylemler düzenliyor. Fakat Türkiye'de bir kesim var ki hiçbir zaman gündemleri değişmiyor. Gazze'deki soykırımdan daha çok Hükümet'e çakmanın, Başbakan Erdoğan'a vurmanın hırsını taşıyorlar. Kendi medyalarındaki tek gündemleri, Erdoğan düşmanlığı. *** 17-25 Aralık operasyonlarında ve daha sonrasında elindeki bütün güçlerle Hükümete saldıran Cemaat basını, son dönemlerde "mağduruz" içerikli yayınlara başladı. Hatta bazı Paralel internet siteleri öyle düşmanca yayınlar yapıyor ki "hem 'mağdur' olup hem bu düşmanca yayınları nasıl yapabiliyorsunuz?" gibi basit bir soruyu bile kendilerine sormuyorlar. Türkiye'de muhalefet etmeyi 'düşmanlık' olarak algılayan siyasilerden daha beter şekilde Başbakan Erdoğan'a düşmanlık, kin ve nefret saçıyorlar. Cemaatin yazarlarından ve yurtdışı temsilcilerinden kin ve nefret akıyor Erdoğan'a. Sonra da "Erdoğan bize şunu dedi bunu dedi" diye "mağdur" edebiyatı yapıyorlar. Herkes bir şeyi unutuyor. Bu kavgayı Erdoğan değil Cemaat başlattı. Bence çok da hayırlı bir şey yaptı. Kendi düşen ağlamaz. *** Geçenlerde Ekrem Dumanlı "Sizin mahalleye Ramazan hiç uğramıyor mu? Bazıları ne Ramazan dinliyor ne oruç. İftira ve hakaret dolu beyanlar " diye devam eden bir yazı yazdı. Dumanlı'dan, "Aylardır "Hırsız" ve "başçalan" gibi hakaretlerle Başbakan Erdoğan'a ve Hükümete saldıranlara Ramazan uğruyor mu peki" sorusunu sormasını da beklerdik. Nafile Hükümete ve Erdoğan'a saldırırken dini argümanlardan bihaber olan Paralel yapı, "mağduruz" yayınlarına gelince bol bol dini kavramlara sarılıyor. Tam bu noktada şu soruyu da kendilerine sormalarını beklerdik: "Madem din bu kadar hayatımızda önemli, öyleyse Erdoğan'a ve ailesine yönelik iftiraları sıralarken neredeydi bu din?" Tabii bu soruları kendilerine sormalarını beklemek de nafile bir çaba olur. *** Paralel yapılanmaya karşı alınan önlemlerle ilgili haberler okuyoruz. Cemaat'in "Cadı avı" diye yutturmaya çalıştığı şey bazı bürokratik atamalar, yer değiştirmeler. Ama dini bir cemaatin umurunda bile olmaması gereken bu tayinler Cemaat'in tek gündemi.

Mesela, bürokrasideki bir atamaya Cemaat neden itiraz eder? Veya, "Sivil" olduğunu iddia eden dini bir cemaatin devletteki atamalarla, tutuklamalarla ne işi olabilir? Mahmut Övür: Demirtaş'ın vizyonu Önceki gün üç cumhurbaşkanı adayının "vizyon" toplantılarının sonuncusuna katıldım. HDP Adayı Selahattin Demirtaş, İstanbul Şişli Kültür Merkezi'nde basının önüne çıktı. Salona girdiğimde ilk dikkatimi çeken son 30-40 yılda hiç değişmeyen "eski tüfek" sol aktörlerin ön planda olmasıydı. Kadınlar ve gençler çoğunlukta olmasına rağmen salona damgasını vuran ruh, onların ruhuydu. Demirtaş'ın konuşması da o ruhla örtüşen bir konuşmaydı. "Yeni yaşam çağrısı" başlığıyla yaptığı o konuşmanın içinde, "Türkiye'deki bütün halkların, inançların, birlikte birbirine benzemeden özgürce yaşaması" gibi anlamlı ve kulağa hoş gelen genel bir önerme vardı ama bu yaşanan gerçeği anlatmaya yetmiyordu. Sanki son 12 yılda, hatta çözüm süreciyle çatışmasızlığın yaşandığı son iki yılda hiçbir şey yapılmamış, içeride ve dışarıda Kürt meselesinde yeni gelişmeler olmamış, türban sorun olmaktan çıkmamış, azınlık haklarının iadesinde adım atılmamış, çözüm sürecinin yasal altyapısı meclisten geçmemiş, Ermeni taziyesi yayınlanmamış gibi davranıyordu. Bir anlamda karşımızda, önüne Türkiyelileşmek perspektifi koyup her çevreden oy almak isteyen, olup bitenlerin hakkını teslim eden bir Kürt siyasi aktöründen çok, CHP tabanına, Gezi çevresine, Erdoğan nefreti üzerinden siyaseti dizayn etmek isteyen sol aydınlara hoş görünen bir aday vardı. Dış politika yaklaşımı da ekonomiye yönelik eleştirileri de 17 Aralık darbesine imza atan paralel yapıya ilişkin söyledikleri de bu aklın bir ürünü. Demirtaş, güçlü hitabeti ve nüktedan yaklaşımıyla sempatikti ama siyaset dili ve yaklaşımı için aynı şey söylenemezdi. Bu yüzden işi zor... Önünde yerel seçimlerde denenmiş ve hüsranla bitmiş bir Sırrı Süreyya Önder deneyimi var; karşısında çözüm süreciyle Kürtlerin sempatisini toplamış bir Erdoğan gerçeği var. Dahası kulaklarında bir hafta önce Öcalan'ın 10 Ağustos'taki cumhurbaşkanlığı seçimine ilişkin söylediği şu sözler var: "Barışa giden yolda tarihsel bir referandum özelliği taşıyacaktır." Demirtaş, vizyon konuşmasında hiç bu alanlara dokunmadı. Konuşması bittikten sonra yöneltilen sorulardan da anlaşılıyor ki ondan beklenen de bu değildi. O toplantıda gördüğüm kadarıyla Demirtaş'ı solun ve medyanın ilgi odağına oturtan "Türkiyelileşmek isteyen Kürt kimlikli bir siyasetçi" olması değil, Başbakan Erdoğan karşısındaki tutumu... Ona dokundukça alkış ve övgü aldı. Bunu sorulan sorulardan da anlamak mümkün.

En çok merak edilen de ikinci turda kimi destekleyeceği. Çözüm süreci nedeniyle ikinci turda Kürtlerin Başbakan Erdoğan'a yöneleceğine kesin gözüyle bakıldığı için medya ısrarla Demirtaş'ın şimdiden bir tavır koymasını istedi. Demirtaş da bu soruları "Biz, birine destek olmak için oy istemiyoruz. Bu yüzden ikinci turda kimseden yana tavır koymayacağız" diyerek geçiştirdi. Etyen Mahçupyan: CHP nin beklenen hali Her zincirin ancak kendi en zayıf halkasının gücü kadar sağlam olduğu fikrini demokrasilere de uyarlamak mümkün. Muhalefetin söz konusu zayıf halka olduğunu öne sürmek de epeyce gerçekçi. Bir ülkede demokratik rejimi ayakta tutan unsur iktidarın yaptıklarından ziyade, muhalefetin iktidarı meşruiyet çizgisinde tutma gücü ve yeteneği. Ne yazık ki CHP bu işlevi yüklenebilecek durumda değil. Çünkü söz konusu işlev hükümetle diyalog kurabilen, toplumun genelinde sağduyuyu temsil edebilen ve olumlu yönde alternatifler üretebilen bir siyasi parti gerektiriyor ve CHP bunların hiçbirini yapamıyor. Yapısal nitelikteki otoriter zihniyeti ve kültürel kimliğe tıkanmış ideolojisi, CHP nin siyaset yapmasını neredeyse olanaksız kılmış durumda. Tabii ki bu bir kader değil. Ama partinin güçlü bir liderlik kadrosunun yönlendiriciliğinde özeleştirel bir süreçten geçmesini gerektiriyor. Siyasetin esnaflığını bilmek ya da bir miktar temsil yeteneği geliştirmiş olmak yeterli değil. Entelektüel bir sağlamlığa, doğru siyaset okumalarına ve cesarete ihtiyaç var. CHP ise maalesef bunların hepsinden mahrum Dolayısıyla ne CHP ne de Kılıçdaroğlu artık bizleri şaşırtıyor. Tutarsızlıklar, çizilen zigzaglar, ilkesiz davranışlar ama sanki çok ilkeliymişçesine ortaya konan söylemler hep bir bütünün parçası. Eğer ilkeli davranmayı mümkün kılmayan bir zemine oturuluyor olmasaydı, söz konusu sahte ilkeli duruşun da gereği olmazdı. Diğer taraftan bu partiyi anlamak bütün bu ilkesizliklerin ardındaki tutarlılığı da görmeyi gerektiriyor ve kamuoyundaki algıya baktığınızda bunun bir sır olmadığını kavrıyorsunuz. Diğer bir deyişle toplumun tümünü göz önüne alsak bile CHP kimseye hiçbir zaman sürpriz yapmıyor. Parti üyelerinden, destekçilerine, oradan bu partiyle hiç işim olmaz diyenlere kadar herkes CHP nin nasıl davranacağını tahmin edebiliyor ve yanılmıyor. Bu açıdan ele alındığında CHP halkı kandırma ihtimali olmayan tek parti! Nitekim çözüm sürecinde hükümetin adımlarının hukuki teminat altına alınması ve dolayısıyla Kürt meselesinin çözümüyle uğraşanların muhtemel suç isnatlarından korunması için çıkarılan çerçeve yasaya CHP tepkisi yine beklendiği gibi oldu. Kılıçdaroğlu yasa tam Meclis e gelmeden önce çözüm sürecinin yasal zemine muhtaç olduğunu ve tabii kendilerinin de çözümden yana olduklarını söyledi. Yasa geldiğinde ise yasal korumanın faili meçhullere neden olabileceğini öne sürdü. Ancak şu anki anayasanın çözüm sürecinde engel teşkil ettiğini ve bu yönde adım atanların suçlu konumuna düştüklerini es geçti. Eğer eleştirisinde samimi ise Kılıçdaroğlu ndan beklenen her halde hükümeti bir an önce anayasayı değiştirmeye davet etmek olurdu. Ancak CHP lideri bu konuya da doğal olarak girmedi, çünkü bu yönde bir değişikliği Anayasa Komisyonu nda engelleyenler arasında bizzat kendi partisinin üyeleri vardı. Ayrıca anayasanın dibacesinin ve kırmızıçizgilerinin aynen kalmasını da yine

kendisi savunmaktaydı. Kısacası işin özünde CHP nin Kürt meselesinin çözümü diye bir derdi yoktu. Ne var ki artık toplumun bu sürece destek verdiği, tüm primin de AKP ye gittiği açıktı. CHP yi hem çözümden yana gösterecek, hem demokratik kılacak hem de süreci engelleyecek bir öneri gerekmekteydi. Fazla yaratıcı olmak durumunda kalınmadı. Anayasa süreci nasıl engellendiyse çözüm süreci de öyle engellenebilirdi. Yani Meclis te her partiden eşit sayıda üyeli bir çözüm komisyonu oluşturulur ve bu komisyon tartışarak ve tabii uzlaşarak ülkenin ihtiyaç duyduğu en iyi yasal zemini ortaya koymak için uğraşırdı. Bu çabanın sonucunun ne olacağını herkes bilse ve CHP nin kendisi bile artık herkesin bunu anladığını görse de, partinin elinden ancak bu kadar geliyordu Vedat Bilgin: İsrail sorunu Gazze de yaşanan katliam, İsrail in dünyanın gözünün önünde, açıkça terörist devlet sıfatının hakkını vererek, bütün insanlık değerlerini ayaklar altına alarak, bir vahşeti sürdürmede kararlı olduğunu ortaya koymaktadır. Aslında insanlık bir İsrail sorunuyla karşı karşıyadır. İsrail saldırgan, işgalci, yayılmacı politikalarının aracı olarak öldürmeyi, şiddeti ve bir halkı yok etme yolunu benimsemiştir. İsrail in stratejisi, Siyonist ideolojiye dayanmaktadır. Bu anlayış, dini bir hüviyete bürünmüş bir ırkçılıktır. Bu yönüyle bakıldığında, Avrupa da Yahudileri yok etmeye çalışan, soykırım uygulayan Hitler le, İsrail Devleti nin aynı mantığı, aynı dünya görüşünü paylaştığını söyleyebiliriz. Buradaki temel fark, Hitler in soykırım uygulamasından sonra, Batı da otoriter rejimler, anti-demokratik ideolojiler, faşizm, ırkçılık gibi siyasi yaklaşımların insanlık nazarında mahkûm edilmiş olmasıdır. Bilhassa Nasyonel- Sosyalizm in uygulamaya soktuğu Yahudilerden arındırılmış bir Avrupa fikri itibarsızlaşmış, değersiz, aşağılık bir anlayış olarak görülmüştür. Bir anlamda Batı nın faşizm ve nasyonel sosyalizm kâbusundan sonra demokrasiye daha derin, daha güçlü bir şekilde bağlandığını söyleyebiliriz. Hitler ve Siyonizm İşte İsrail in, bütün bu insani ve tarihsel tecrübeye rağmen insanlığın mahkûm ettiği ırkçı anlayışı, devlet terörünü kullanarak, katliamlar yaparak sürdürmesi işlediği suçun ağırlığını daha da artırmaktadır. Bir yönüyle Gazze de yaşananlar, Hitler in ruhuna bürünmüş İsrail in insanlığa karşı açıkça meydan okuması olarak görülebilir. Bugün insanlık, ciddi bir İsrail sorunuyla karşı karşıyadır. Bu İsrail, Siyonist ideolojisiyle, terörist devlet politikalarıyla sadece öldürdüğü masum Filistin halkına karşı değil bütün insanlığa karşı suç işlemektedir. Bu politikaların en önemli destekçisi başta ABD ve AB olmak üzere Batı sistemi olduğu için, İsrail in yarattığı bu vahşet tablosundan, bu katliamlardan İsrail kadar onların da sorumlu olduğunu göz ardı

etmemek gerekir. Bugün ortaya çıkan tablonun, iki önemli neticeye işaret ettiği görülmektedir. Bunlardan birincisi, Batı sisteminin ciddi bir ahlaki kriz içinde ilerlemesidir. Batı, savunduğunu iddia ettiği, demokrasi, özgürlükler, kültürel var olma hakkı ve yaşama hakkı gibi bütün değerlere karşı, ciddi bir yabancılaşma sorunu yaşamaktadır. Katliamları, gayrı-insani politikalar uygulamayı sıradanlaştıran İsrail in karşısındaki suskunluk, bu sorunun derinleşmesi demektir. İsrail in geleceği var mı? Batı nın 20.yüzyılda yükselen değerlerine bigâne kalması, aslında Batı uygarlığının değer üretme kabiliyetini yitirmesi ve bu söylemin meşruiyetinin kaybolması gibi, daha büyük bir krize doğru ilerlediğini göstermektedir. İkinci mesele ise, eski dünya sisteminin çöküşünün bütün uluslararası kurumlara sirayet etmesi meselesidir. Sanayi çağında yapısallaşan kapitalist dünya sistemi kendi sürekliliğini, uluslararası hukuk ve uluslararası kurumsal yapılarla güvence altına almıştı. Bugün, hem bu hukuk sistemi hem de başta Birleşmiş Milletler olmak üzere, uluslararası kurumsal sistem fonksiyonsuz hale gelmiştir. Okay Gönensin: Siz de tıpış tıpış CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu nun seçmene son veciz talimatı tıpış tıpış sandığa gideceksiniz şeklinde oldu. CHP başkanı diyor ki, Bizim belirlediğimiz adayı beğenmemek gibi bir hakkınız yok, bizim istediğimiz şekilde oy vereceksiniz.. Demokrat CHP nin demokrat başkanı, kendi görevinin belirlediği adaya oy verilmesi için çalışmak olduğunu düşünmüyor. O bir aday belirlemiştir, işi bitmiştir, seçmenin görevi de tıpış tıpış oy vermektir. CHP nin siyasi fukaralığını, geriliğini genel başkan bir kez daha ifade etmiş oldu. Bu ifade CHP nin kendi seçmenini nasıl gördüğünü de anlatıyor. Kılıçdaroğlu Bahçeli ile anlaştı ve AKP seçmeninin oy verebileceğini düşündükleri bir cumhurbaşkanı adayı belirledi. CHP seçmeninin eğilimi CHP seçmeni bu adayı benimsemedi, Şu anda görünen o ki, bir kısım CHP seçmeni sandığa gitmeme eğiliminde, bir kısım CHP seçmeni de, solculuğu üzerinde düşündü ve Selahattin Demirtaş a yöneldi.

CHP nin ulusalcıları da önce bir isyan davulu çalmaya teşebbüs etti, sonra vazgeçip geriledi. Bu manzaradan CHP nin yarınıyla ilgili birkaç sonuç çıkarmak mümkün. Öncelikle CHP deki koalisyonunun bu seçimle birlikte son noktasına dayandığı görülebilir. Cumhurbaşkanı seçiminde, genel başkanın adayı için çalışmayan bir parti örgütünün, bir siyasi partinin varlık nedenini tartışmaya başlaması kaçınılmazdır. CHP başkanı sandığa tıpış tıpış gideceksiniz derken kendi partisinin bir siyasi kurum olarak yaşadığı sarsıntıyı, çatlamayı da ifade etmiş olmaktadır. Yüzde 40 ı aşmazsa... Genel başkanın tıpış tıpış ı üzerine CHP seçmeninin talimata uyma eğilimine girmesi kuvvetli bir ihtimal değil. Ama Kılıçdaroğlu nun tıpış tıpış ının devamı olan bir tıpış tıpış daha kendi ağzından hatırlatılmış oldu. Hüseyin Yayman: Demirtaş: Cizre-Cihangir, Artılar-Eksiler Şişli Kültür Merkezi hınca hınç doluydu. Kadınlar ve gençler çoğunluktaydı. Kürt meselesini takip eden gazeteciler ve kanat önderleri tam kadro oradaydı. Yerlerimize otururken Demirtaş ın vizyon belgesi dağıtıldı. Ana fikri değişim/yenilik olan sade ve nitelikli bir sunum hazırlanmıştı. Selahattin Demirtaş, HEP geleneğinin yeni temsilcisi. Sempati halkası her geçen gün genişliyor. İhsanoğlu tercihi, Alevi ve sol çevrelerde Demirtaş ın isminin öne çıkmasına neden oluyor. Daha önce de söyledim Demirtaş, CHP nin yanlışlarını kendi doğruları yapabilirse büyük bir süprize imza atabilir. Cihangir de Cizre yi duyuyor mu? Demirtaş ın hazır cevaplığı, özgüvenli tavrı avantaj olmakla birlikte ortada bazı sorunları var. Dindar taban başta olmak üzere bazı çevrelerde HDP nin sola açılması, karşılığı olmayan kimi Kemalist ve sosyalist aydınlarla yakın teması eleştiriliyor. Sola açılmanın ve HDP projesinin tutmadığı Demirtaş ın yeniden genel başkan olmasıyla belgelendi. Ancak partinin içinde bir kanat HDP yi Güneydoğu nun CHP si yapma projesinden vazgeçmiyor. Gelinen noktada Demirtaş ın üzerinde ciddi bir baskı oluştu. Bir yandan tabanın ona yüklediği anlam ve duyduğu güven diğer yandan ülkenin batısında esen rüzgar oy artışını zorunlu kılıyor. Demirtaş ın yüzde on barajına yaklaşan her oyu liderliğini pekiştirip, siyasette yeni bir sayfa açacaktır.

Demiştaş en fazla neden Erdoğan a yükleniyor? Demirtaş ın Erdoğan a yüklenmesini doğru okumak lazım. Soru cevap faslında da bu konu gündeme geldi. Demirtaş pozisyonunu Erdoğan karşıtlığı üzerinden kurmuyor. Ancak onu en büyük rakibi olarak görüyor. Erdoğan a oy veren Kürtleri uzun vadede de kazanma stratejisi güdüyor. Demirtaş ın liderliği sonuçları üzerinden bir okuma yapıldığında normalleşmeyi hızlandırıp, çözümü kolaylaştıran dışsal bir fayda sağlıyor. HDP li siyasetçilerin Cihangir/Nişantaşı cemaatiyle ilişkisi stratejik bir işbirliğinden çok taktik bir uzlaşmayı içeriyor. Demirtaş bir anlamda Kürtlerin oyunu garanti görüp, mesajlarını Batı ya vermek istiyor. HDP bölge partisi mi, Türkiye partisi mi? HDP li siyasetçiler kimlik siyasetine vurgu yaptıklarında etnikçi olmakla suçlanıyorlar. Kürt kelimesi anmadıklarında davayı satmak ve Türkiye partisi olmak, Beyaz Türklerle işbirliği yapmakla eleştiriliyorlar. Ancak bu çelişki toplumun harekete yüklediği anlamla ilgili. Beklenti yüksek olunca sitem de fazla oluyor. Demirtaş ın, Cizre deki tabanı tatmin edecek mesajlar verirken, Cihangir i de ikna etmesi gerekiyor. Bunun başarılması HDP nin sahici bir siyasete evrilmesini sağlayacaktır. Vizyon belgesinde olanlar, olmayanlar! 1. Sol mesajların ağırlıkta olduğu bir metin hazırlanmıştı. 1920 Ruhuna referans verilmemesi ve Öcalan ın rolüne atıf yapılmamasını muhtemelen Öcalan eleştirecektir. 2. Metinde Roboski den bir kelime dahi bahsedilmemesinin altını çizmek gerekiyor. 3. Kürt siyasetinin, Kürt sorunu ve Kürtlerden bahseden uzun metinlerinden sonra koca metinde sadece iki defa Kürt kelimesi geçmesi insanı hayrete düşürüyor. Kürtsüz, Kürt bir cumhurbaşkanı adayının sunum metnini izledik. 4. Vizyon metni, Demirtaş ın adını koymadan Gezi ye bir özeleştirisini içeriyor. Demirtaş Gezi de değillerdi eleştirilerine cumhurbaşkanlığı kampanyasını başlatırken yanıt verdi. 5. Kürtçe selamlama yapılmaması ve sunumun Kürtçe tercümesinin olmaması dikkat çekiciydi. Erol Göka: Sartre'ın yanılgısı 'Hayatı sahici bir biçimde, halisane yaşayalım' sözü kulağa hoş geliyor. Kimileri de 'hayatı dolu dolu

yaşamak'tan bahsediyor. Hayat hakkında hep böyle cümleler kuruyoruz muhtevalarını fazlaca düşünmeksizin. İnançlardan bağımsız bir hayat anlayışı imkânsız... İster halisane, sahici, ister dolu dolu yaşayalım, inançlarımız hayat tarzımızı belirleyecektir. İki insan düşünelim: Birisi, kendisini dünyaya düşmüş, fırlatılmış hisseden, dolayısıyla bu dünyada var olmayı katlanılması zor bir ağırlık veya tam tersine pek de ciddiye alınmayacak, dayanılmaz hafiflikte ince bir tül gibi gören inançsız biri. Hayata tıpkı J. P. Sartre gibi ateist bir varoluşçu olarak bakıyor... Diğeri ise inançları gereği hayatını kendisine yapılmış bir lütuf, bir armağan olarak gören bir insan. Kötülüklerden kaçınmaya, iyilikleri egemen kılmaya çalışan bir yaşama tarzı var... Bu iki kişinin hayat tarzları da sahicilik anlayışları da aynı olabilir mi? Sartre'a göre Tanrı yoktur; dolayısıyla, göğe kaydedilmiş özler, objektif değerler de yoktur. Bu durumda iş başa düşer. Değerleri insanın kendisi yaratır, seçimlerini kendisi yapar. İnsan, bir yosun, bir karnı bahar ya da çürümüş bir nesne değildir. Bir geleceğe doğru atılan ve bu atılışın bilincine varan bir varlıktır. 'Bulantı' romanının kahramanı Roquentin, Sartre'ın hayatı sahici olarak yaşayan ideal insanını temsil eder. Roquentin, deniz kıyısında eline aldığı çakıl taşına ya da parkta bir kestane ağacının köküne baktığında bulantı ve tiksinti hisseder. Bu hissiyat, Sartre'ın varoluşçu felsefesinin esasını oluşturur. Roquentin, bulantı ve tiksinti hisseder çünkü o bir insandır. Bilinç sahibidir, 'kendisi için varlık'tır. İnsanın çevresini ise eşya yani 'kendinde varlık'lar kuşatır. 'Kendinde varlık', hiçbir şeye dayanmaz, sebepsizdir, saçmadır. Bu saçma nesneler, bilincinin alanına girdiğinde insanın içi bulanır. Çevresindeki saçma nesneler dünyası, anlamsızlığa batmışlık insanı çileden çıkartır. Ne belirlenmiş bir amaç, ne bu amaç doğrultusunda yaratıcı bir Tanrı, ne bir inanca bağlı bir değerler bütünü... İnsan, fırlatıldığı bu saçma dünyada sürekli bulantı halinde, özgür ve yalnızdır. Hayattaki anlamları kendisi bulmak, kendi projesini oluşturmak durumundadır. Üstelik oluşturduğu projenin sorumluluğu da tamamen kendisine aittir. Kendisi için ve tüm insanlar için sorumludur. Bunlardır Sartre'ın ateist varoluşçuluğunun ilkeleri. Entelektüeller arasına pek revaçta olan Sartre'ın kavramlarının ne kendi hayatımda ne dinlediğim binlerce insanın hayatlarında karşılığı olduğunu gördüm. Böyle bir bakışın içine 'sorumluluğu' hele hele diğer insanlara karşı sorumluluğu nasıl yerleştirdiğine hep şaşırdım. Sanki Sartre, anlamsız ve amaçsız bir yaşamın beyhudeliğini anlamış da, teoriyi kurtarmak derdiyle sorumluluğu monte etmiş diye düşündüm. Ateist varoluşçu bakış, inançlı bir insanın, bir Müslüman'ın bakışına taban tabana zıt. Sartre, varlığı hiçliğe bağlayarak, onu akılla tanımlayarak ve Yaratıcı'dan kopararak maddi dünyayla sınırlıyor. Sartre'a göre, varoluş özden önce gelir. Oysa bir Müslüman'a göre varoluş değil, özdür önce gelen. Bu öz, Yaratıcı'dır. O'nun 'kün' (ol) emri ile varlığa ait bilgi, fiziki âlemde var olma aşamasına geçer. Mutasavvıflar, varoluşun tecelli ile olduğuna, yani varlığın, özellikle insanın Allah'ın isimlerine, sıfatlarına ait izlerin taşıyıcısı, dışavurumu, göstereni olduğuna inanırlar. Evrende bulunan her varlık, İbn Arabi'nin deyişiyle 'canlıdır. Çünkü varoluş âleminde her varlık, Allah'ı zikretmektedir. Fakat

onların tesbihi anlaşılmaz. Bu, sadece manevi keşif yoluyla anlaşılabilir. Allah'ı ancak diri olan varlık zikreder.' Zahiri yönüyle varlık, sadece insana hizmet etmekle kalmaz, asıl işlevi olan Yaratıcı'nın tecellisinin sonucu olarak insanı Yaratıcı'ya ulaştıran bir işlev yüklenir. Tasavvufi bakışa sahip olmayan Müslümanlar da, âlem, insan ve Allah arasında kopmaz bir bağ olduğu inancındadırlar. Göklerin ve yerin nuru olan (Nur/35) Allah, insana kendi ruhundan üflemiştir (Hicr/29). Sabah akşam Allah'ı tesbih eden tabiat ve evren de tıpkı nefsimiz gibi Allah'ın ayetlerindendir (Fussilet/53). Rasim Özdenören: Vizyon dediğin böyle olur 'Bana sordular TV'de, Adalet ve Kalkınma Partisi Ekmeleddin Bey'i aday gösterseydi oy verir miydiniz diye, evet verirdik. Biz partiye değil ki, cumhurbaşkanı adayına oy veriyoruz. Kadın erkek eşitliğine inansın, üniversitelerin bilgi üretmesi için çaba harcasın. Bizim istediğimiz bu zaten. Bunu gerçekleştirebilirsek hep beraber Türkiye'de demokrasiye katkıda bulunacağız.' Bu cümleler Kılıçdaroğlu'nun CHP Genel Merkez binasında partililere hitabından... (14.07.2014 tarihli Gazeteler). Cumhurbaşkanından beklentisini sıralıyor. Beklenti iki kalemlik: üniversitelerin bilgi üretmesi, bir; bir de muhteremin kadın erkek eşitliğine inanması... Üçüncüsü yok! Belki vardır da unutmuştur, öbür beklentisi dosyada kalmıştır. Vizyon diye ben buna derim!!! Cumhurbaşkanlığına gösterdiği aday, kadın erkek eşitliğine inansın, yeter. Daha ne? Üstelik profesör... Buradan da geldi mi, birkaç puan... Daha ne istersin? Bundan sonrası, üniversitelerin bilgi üretmesi için çaba harcamasıdır cumhurbaşkanına düşen... Verir başbakanına talimatını, der: 'Üniversitelerin bilgi üretmesi için gerekli çabayı harcayın, ben arkanızdayım!' Başbakanlık harekete geçer. O da verir talimatını YÖK'e, YÖK de rektörlere: 'Arkadaşlar, üniversitelerin bilgi üretmesi için çaba harcayın, ben arkanızdayım!' Eee, rektörler boş duracak değil, onlar da dekanlara verir talimatı: 'Sayın dekan arkadaşlarım,

rektörümüzden talimat geldi, üniversiteler bilgi üretecek, siz teşebbüse geçin, ben arkanızdayım!' Dekanlar da profesörleri toplamaya teşebbüs eder. Profesörler, doçentlere, onlar yardımcı doçentlere haber salar. Yardımcı doçentler de doktora ve mastır öğrencilerine haber uçurur: 'Arkadaşlar yukardan talimat geldi, bilgi üreteceğiz!' Böylece üniversiteler birer bilgi üretim merkezi haline gelir! Üç beş yıl kadar önce, bir emekli general bir siyasal parti kurmuştu. Sıra vizyonunu açıklamaya gelince mangalda kül bırakmadı. Gazeteciler sordu: 'Peki Paşam, bu yatırımların finansını nasıl sağlayacaksınız?' Sayın Paşa çokbilmiş edayla gülümsedi: 'Senin dolar dediğin bir yeşil kâğıt parçası değil mi? Banknot matbaası ne güne duruyor?' Bütün millet: - Vay be! Deyip şaşıp kaldı. Bu kadar kolay bir işi nasıl olup da gelmiş geçmiş hükümetler akıl edemedi, edemiyor diye... Cem Küçük: Fehmi Koru'nun yükseliş ve çöküş hikayesi Fehmi Koru özellikle 1990'larda dindar ve muhafazakar kesimin medyadaki en önemli yüzüydü. Dünyayı takip eden çalışkan ve orijinal bir kalemdi. 2000'li yıllarda da Koru önemli bir kalemdi. Öte yandan Tayyip Erdoğan'dan sonraki ikinci adam Abdullah Gül'le çok yakın ilişkilerini de prestijini artırmak için kullanırdı. Fakat 2000'lerin sonundan itibaren Fehmi Koru çok ciddi bir itibar erozyonuna uğramaya başladı. 2010'lu yıllarda ise Koru itibarını büyük ölçüde kaybetti. Yeni Şafak'tan gönderildikten sonraki Fehmi Koru büyük ölçüde uzatmaları oynayan bir futbolcu gibiydi. Bugün Koru'nun yazdıklarının ve söylemlerinin bir önemi kalmadı. Kendisi de bunun farkında olduğu için kimliğine itibar kazandıracak yeni kanallar aramaya başladı. Pensilvanya'ya gidip Gülen ile devlet arasında uzlaşma sağlamaya çalışmak gibi tuhaf görevler icat etti kendine. Hala da Türkiye bu kadar paralel rezaletleri yaşamamış gibi Fethullah Gülen iyidir, çevresi ve polis-yargı ekibi kötüdür tipinde bir söylemi sürdürüyor. Hala Pensilvanya'yı meşrulaştırmaya ve masumlaştırmaya çalışıyor. Oysa Pensilvanya ile ilgili gerçekleri çok iyi biliyor. Bu örgütün Pensilvanya'dan bağımsız adım atamayacağını biliyor ama artık hangi hesapla bu tür operasyonel yazıları yazıyorsa bu şekilde tavır almak zorunda hissediyor. Fehmi Koru Gülen için aldığı bu tuhaf tavrı yıllar önce Aydın Doğan'la ilgili de almıştı. Aslında

Koru'nun yaşadığı itibar erozyonunun başlangıcı da Aydın Doğan'la kurduğu ilişkiler olmuştu. En baştan özetlemek gerekirse Bab-ı Ali kurdu Aydın Doğan kendini kurt zanneden bizim Fehmi Abi'yi portakal gibi sıkıp atmıştı. Fehmi Koru yıllarca Aydın Doğan'ı ve medyasını en ağır şekilde eleştirmişti. Bu eleştiriler çok haklı bir zemine dayandığı için de yazıları çok tutuyordu. Koru'nun ön plana çıktığı dönemdi bu. Vaziyeti gören Aydın Doğan Fehmi Koru'ya çengeli attı. Onu Rodos'ta ve çeşitli yerlerde ağırladı, dev yatlarına bindirdi, Koru'ya yakın ilgi gösterdi. Bu ilgi üzerine Fehmi Koru 180 derece döndü ve 'Aydın Doğan iyidir, çevresi kötüdür' yazılarına başladı... Daha düne kadar ağır yüklendiği Aydın Doğan'a şimdi övgüler düzmeye başlamıştı Fehmi Koru. Ona göre günah keçisi İzmirli hemşehrisi Ertuğrul Özkök'tü. Koru'ya göre Aydın Doğan muhafazakar değerlere saygılı demokrat bir Anadolu insanıydı. Fakat Ertuğrul Özkök bu milletin değerlerine düşmandı ve Doğan Medya'yı askeri vesayetin kucağına Özkök oturtmuştu. Bir süre sonra Koru'nun Aydın Doğan iyidir çevresi kötüdür yazıları Doğan'a yönelik 'Ertuğrul'u at. Beni al' yazılarına döndü. Koru açık açık eğer Özkök kovulup da Hürriyet'in başına kendisi gelirse Aydın Doğan'ın servetine servet, gücüne güç katacağını ima ediyordu. Koru için mesele Eski Türkiye düzeni ile savaşmak değil Eski Türkiye trenine ön vagondan atlamak ve sadık bende olmaktı. Elbette bu yazılar Koru'nun dindar muhafazakar camiadaki itibarını yerle bir etti. Ertuğrul Özkök de Koru'nun bu hamlesine kontr-operasyonla yanıt verdi ve Koru'ya yönelik sistemli, itibar suikastı yazıları yazdırmaya başladı. Muhafazakar kesimin içinden çıkıp aşağılık kompleksiyle itirafçı olmuş Ahmet Hakan Coşkun, Özkök'ün talimatıyla Koru'ya saldıran isimlerin başında geliyordu. O dönem Özkök'ün kontrolünde olan Odatv ve Soner Yalçın ekibi de Fehmi Abi'ye çok çirkin saldırılarda bulundular. Şimdilerde yaşayıp yaşamadığı bilinmeyen tasfiye olmuş bir Özkök tetikçisi işi iğrençlik derecesine vardırmıştı. Koru'ya kırgın olmalarına rağmen tüm muhafazakar kesim yine o dönem kendisinin yanında durmuştu. Aydın Doğan ise bütün bu olan biteni muhtemelen kahkahalarla izliyordu. Bu yöntemle hem yaptıklarının sorumluluğundan sıyrılıyor ve Özkök'ü meydana atıyor hem de kendisine dair çok sert yazılar yazmış Fehmi Koru'yu pasifize ediyordu. Geçmişte Aydın Doğan'a her gün küfreden Ahmet Hakan'ı ve Nazlı Ilıcak'ı kul kölesi yapmıştı zaten. Koru'yu kul köle yapamadı ama kendini öven yazılar yazdırabildi. Üstelik bütün bunlara rağmen Koru'ya istediğini de vermedi. Koru bizim gazeteden gönderilince Doğan ancak uyduruk Radikal'de bir yazarlık önerdi. Hürriyet olmayınca Koru Sabah'a geçmek istedi ama Hürriyet için bu acınası hallere düşen Koru'yu Sabah da kabul etmedi. Daha kötüsü Fehmi Koru bütün bunlara rağmen hakkında kovulsun dediği Ertuğrul Özkök'le beraber Doğan Medya'da bir televizyon programı yapmak istedi. Doğan okey verdi ama Özkök bunu reddetti. İşte bu olay Koru'nun teknik nakavtıydı. Muhafazakar camiadan gelmiş bir adam, laik elit zannettiği kişilere yaranmak isteyince yaşanan hazin tablo bu oldu. Ali Bayramoğlu: Erdoğan takıntısı ve iki farklı yüzü... Toplumun, düşüncenin, kültürel varoluşun üzerine tahakküm kuran aşırı 'politizasyon', siyaseti