HÂLETÎ (Azmîzâde Mustafa) (977/1582-1040/1631) Divan edebiyatında daha çok rubaileriyle tanınan Hâletî, İstanbul da doğmuştur. Medrese eğitimini müteakip müderrislik görevinde bulunan şair, kısa sürede zekası ve yeteneği ile müderrislik makamının en yükseği olan Sahn ve Süleymaniye Medreseleri müderrisliğine kadar yükselmiştir. Daha sonra kadılığa geçmiş ve Şam, Bursa ve Kahire kadılıklarında bulunmuştur. Bur müddet de Anadolu ve Rumeli kazaskerliği görevlerinde bulunan Hâletî, 1629 da emekli olmuş ve iki yıl sonra da İstanbul da vefat etmiştir (1040/1631). Azmîzâde, kaynaklarda dürüst, âdil, çok okuyan ve çok araştıran bir kimse olarak tanıtılır. Talebesi olan Atâ î, öldüğünde notlar düşülmüş 4000 kadar kitabı çıktığını söyler. Fakat Hâletî, şiirlerinde değerinin bilinmediğinden ve haksızlıklara uğradığından sık sık şikâyet etmiştir. Hâletî nin manzum ve mensur birçok eseri vardır. Edebî muhtevalı eserleri ise oldukça hacimli sayılabilecek Dîvân ı ile Sâkīnâmes mesnevisi ile ve yarım kalan manzum Mihr ü Müşterî tercümesi vardır. Hâletî, yazdığı 1000 civarındaki rubai ile edebiyatımızda bu sahanın üstadı olarak kabul edilmiştir. Bunun dışında Atayî nin kaleme aldığı birçok haşiye ve şerhi vardır. RUBÂÎLER 1 Kıldı dili imtidâd-ı derd-i firkat Üftâde-i pister-i belâ vü mihnet İtdürdi zamâna safha-i sînemde Pergâr-ı ümîde resm-i dâğ-ı hasret imtidâd: uzama, uzanma, medet umma; pister: yatak, döşek ; pergâr: pergel 2 Meydân-ı kazâda gûy u çevgânuz biz Her redd ü kabûle bende-fermânuz biz Şemşîr-i gama gülû-yı teslîm tutup Kurbân-ı ser-i rızâ-yı Yezdânuz biz gülû: boğaz Yezdân: Allah 4 Esrârını dil zamân zamân söyler imiş Hengâme-i gamda dâstân söyler imiş Aşk ehli olup da mihnet-i hicrâna Ben sabr ederin diyen yalan söyler imiş 1
5 Aşk ile cihâna salmışuz âvâze Virdük gama revnak-ı zebân-ı tâze Hasret-keş-i şîve-i melâlüz dâ im Düşmez bize her bade içün hamyâze hamyâze: esneme 6 Tecrîd ile ol ki terk-i dünyâ kıldı İsâ gibi pâyesin mu allâ kıldı Meyhâne-i gamda paslanan âşıklar Mir ât-ı vücûdını mücellâ kıldı 2
NEV ÎZÂDE ATÂ Î (991/1583-1045/1635) İstanbul da doğan Atâî, kazasker ve tanınmış şair ve âlimlerden Nev î nin oğludur. Önce babasından daha sonra Kafzâde Feyzullah Efendi ve Ahîzâde Abdülhalim Efendi den dersler almıştır. Canbaziye Medresesi müderrisliği yapan şair, hayatının büyük bir kısmını İstanbul dan uzakta Lofça, Babaeski, Varna, Rusçuk ve Silistre, Tekirdağ, Manastır, Üsküp gibi yerlerde kadılık yapmakla geçirmiştir. 1632 de tekrar İstanbul a dönen Atâ î, yeni bir tayin beklerken 1045/1635 yılında vefat etmiştir. Atâî, kaynaklarda güzel konuşan, nükteli ve mizaha düşkün bir kişi olarak tanıtılır. Dedesi ve babası gibi Celvetiyye tarikatinin kurucusu Aziz Mahmud Hüdâyî ye intisap etmiştir. Atâî nin manzum ve mensur pek çok eseri vardır. Bunların içinde en önemlisi Hamse sidir. Devrinin güçlü şairleri arasında yer almaması sebebiyle Dîvân ı pek tanınmamış, devrinde mesnevileriyle meşhur olmuştur. Şiirlerinde, ağır, külfetli bir üslup kullanmıştır. Şiirlerinde, önceki asrın önemli isimleri Fuzûlî, Nev î ve Bâkî nin etkileri görülür. Hamse, Nizâmî yi örnek alarak meydana getirilmekle birlikte yerli, yeni konuları ele alan mesnevilerden oluşmaktadır. Mesnevilerde mahallî hayat ve İstanbul gerçekçi bir şekilde aksettirilmiştir. Fakat kullandığı dil, ağır, yabancı kelime ve terkiplerle dolu bir dildir. Hamse nüshalarına, Dîvân ı ile bir arada külliyat hâlinde kütüphanelerde çokça rastlanmaktadır. Bu, mesnevilerinin devrinde oldukça rağbet gördüğünü göstermektedir. Hamse si şu mesnevilerden oluşmaktadır: Âlem-nümâ (Sâkî-nâme), şairin kendi ifadesine göre Osmanlı şairlerinin mesnevi vadisinde de İran şairlerinden üstün olduğunu göstermek amacıyla yazılmıştır. 24 bölümden (bahisten) oluşan 1561 beyitlik mesnevide, Boğaziçi ve hisarların güzellikleri ile eğlence meclisiyle ilgili konular ele alınır. Hamse nin en tanınmış mesnevisidir. Nefhatü l-ezhâr, Nizâmî nin Mahzenü l-esrâr ına nazire olarak kaleme alınan 3200 beyitlik bir eserdir. Eserde, 20 fasılda padişahlar, aşk, âşıklar, cömertlerden söz edilmiştir. Mesnevi dinî-ahlâkî ve öğretici bir eserdir. Bu konular arasına küçük hikâyeler serpiştirilmiştir. Sohbetü l-ebkâr, Molla Câmî nin Sübhatü l-ebrâr ından etkilenerek yazılan 3450 beyitlik bir mesnevidir. Mesnevide sohbet başlıklı kırk bölümde, aşk, ibadet, tevazu, fazilet, çalışma, iyilik, bağlılık ve yalan gibi konular işlenmiş ve her sohbette konuyla ilgili bir hikâye enlatılmıştır. Heft-Hân, Nizâmî nin Heft Peyker i örnek alınarak yazılan 2784 beyitlik bir mesnevidir (Karacan 1974). Mesnevi, İstanbul da bir güzele gönlünü kaptıran bir âşıka, kendisi gibi âşık olan yedi arkadaşın anlattığı yedi hikâyeden oluşmaktadır. Güzellerin her biri farklı bir ülkeye aittir. 3
Hilyetü l-efkâr ise, eldeki nüshaları eksik olan, bazı küçük hikâye ve menkıbelerden meydana gelen bir mesnevidir. Atâî, bu manzum eserlerinin yanında Hadâiku l-hakâ ik Fî-Tekmileti ş-şekâik adlı Taşköprizâde nin meşhur eş-şekā iku n-nu mâniyye adlı eserine yazdığı zeyli vardır. Zeyl-i Şekāik veya Zeyl-i Atâî diye de tanınan eserde, 1558-1634 yılları arasında yetişen şeyhler, âlimler ve şairlerın hayatları hakkında bilgi verilmektedir. Eser, kendisine yapılan Şeyhî nin Vekāyiu l-fuzalâ sıyla birlikte bilim tarihinin en önemli kaynakları arasında sayılmaktadır( Tıpkıbasımı 1989 da Abdülkadir Özcan tarafından yayımlanmıştır). Atâî nin bunlardan başka, 100 beyitlik Hezliyyât ı, yarım kalmış Siyer-i Veysî adı zeyli, sekiz mektuptan oluşan Münşeât ı ile bir fıkıh kitabı daha bulunmaktadır. NEV ÎZÂDE ATÂ Î (991/1583-1045/1635) SOHBETÜ L-EBKÂR (Aşağıdaki bölümde, ahlaksızlık ve cehaletin geldiği durum ve bilgisiz insanların yaptıkları kötülükler anlatılmaktadır.) Bir dem itmişdi sipihr-i gaddâr Câhiliyyet fıtratın izhâr Râyet-i cehl olup âlem-gîr Buldı eyyâmını felek-i tezvir râyet: Bayrak; âlem-gîr: alemi tutan; tezvir: yalan dolan Âlim ü ilm nigûn u makhûr Oldı tûmâr evrâk-ı menşûr nigûn: baş aşağı; makhûr: hor görülen; menşûr: yayılmış, ferman Mahv olup safha-i ebced-hânî Sikke-i râyic idi nâdânî ebced-hânî: ebcet okuyan, ebcet bilen; sikke: madeni para, akçe; nâdânî: cahillik Mekteb ü medrese vîrân oldı Kahveler mekteb-i irfân oldı Levh-i ta lîm amel-mânde idi Akçenin tahtası meydânde idi amel-mânde: işe yaramaz 4
Mansıba ilm iken evvel mi yâr Şart-ı vâkıf gibi cehl oldı medâr mi yâr: ölçü İtdi bu hâli görince zurefâ Akçesi olmayan izhâr-ı zekâ Ya ni bir mürteşî-i nâdânı İtdi sadru l-ulemâ harc-ı denî mürteşî: rüşvet alan Aklı fi âl-i cünûn-ı şirret Rûhı hayvânî-i cehl ü rüşvet şirret: kötülük Oldılar birbirine püşt ü penâh Arada hâl-i cihân oldı tebâh püşt: arka, sırt; penâh: sığınacak yer; tebâh: yıkılmış, yıkıntı, tükenmiş Kangı mazluma ki akın saldı Biri malın biri cânın aldı Fitnede benzer idi şeytana Tamâ itmezdi velî îmâna Mansıbın akçe idi mi yârı Elde mîzânı ile kantarı mansıb: makam, mevki; mi yâr: ölçü Akçeli Türk koyun gütmez idi Tok olan karnını aç tutmaz idi Ehl-i dil itmişdi ye si penâh Ser-be-ser muntazır-ı lutfu llâh penâh: sığınacak yer; muntazır: bekleyen Cümleten dâ î-i efgende fakîr Ye s ile olmış idi uzlet-gîr uzlet-gîr: köşeyi tutan, köşeye çekilen 5
Hırs itdikçe dil-i zâre güzâr Dir idim tesliyyet idüp her-bâr tesliyyet: teselli verme; her-bâr: her defa Heft mansıb mı virür hîç o denî Kim yavı kıldı ki ben bulam anı yavı kılmak: kaybetmek Sabr iden maksadın elbetde bulur Bu kara gün de geçer bir gün olur Fahir İz, Eski Türk Edebiyatında Nazım II, s.844-846; Büyük Türk Klasikleri, C.5, s.132-133. 6