Türkiye İnşaat Malzemesi Sanayicileri Derneği EKONOMİ DEĞERLENDİRME RAPORU

Benzer belgeler
DÜNYA EKONOMİSİNDEKİ GELİŞMELER

DÜNYA EKONOMİSİNDEKİ GELİŞMELER

MAKROEKONOMİ BÜLTENİ OCAK 2018

TÜRKon/HED/13-39 DEĞERLENDİRME NOTU. Faks: +90 (212) TÜRKİYE EKONOMİSİ. Sanayi üretiminde kritik gerileme.

Ekonomik Görünüm ve Tahminler: Mayıs 2013

TÜRKİYE EKONOMİSİ MAKRO EKONOMİK GÖSTERGELER (NİSAN 2015)

5.21% -11.0% 25.2% 10.8% % Eylül 18 Ağustos 18 Eylül 18 Ekim 18 AYLIK EKONOMİ BÜLTENİ ÖZET GÖSTERGELER. Piyasalar

Ekonomik Görünüm ve Tahminler: Ağustos 2013

Ekonomik Görünüm ve Tahminler: Nisan 2015

EKONOMİ POLİTİKALARI GENEL BAŞKAN YARDIMCILIĞI Kasım 2013, No: 76

AÇIKLANAN SON EKONOMİK GÖSTERGELERDE AYLIK DEĞERLENDİRME RAPORU

2012 Nisan ayında işsizlik oranı kuvvetli bir düşüş ile 2012 Mart ayına göre 0,9 puan azalarak % 9 seviyesinde

Ekonomi Bülteni. 22 Mayıs 2017, Sayı: 21. Yurt Dışı Gelişmeler Yurt İçi Gelişmeler Finansal Göstergeler Haftalık Veri Akışı

2010 OCAK MART DÖNEMİ HALI SEKTÖRÜ İHRACATININ DEĞERLENDİRMESİ

Bankacılık sektörü değerlendirmesi ve 2012 yılı beklentileri

%7.26 Aralık

Ekonomi Bülteni. 10 Ağustos 2015, Sayı: 22. Yurt Dışı Gelişmeler Yurt İçi Gelişmeler Finansal Göstergeler Haftalık Veri Akışı

Makro Veri. TÜİK tarafından açıklanan verilere göre -5,6 puan olan dış ticaretin büyümeye katkısını daha yüksek olarak hesaplamamızdan kaynaklandı.

NUROL YATIRIM BANKASI A.Ş YILI İKİNCİ ÇEYREK ARA DÖNEM FAALİYET RAPORU

Büyüme Değerlendirmesi: Çeyrek

NUROL YATIRIM BANKASI A.Ş YILI BİRİNCİ ÇEYREK ARA DÖNEM FAALİYET RAPORU

Ekonomik Görünüm ve Tahminler: Eylül 2014

GÜNLÜK BÜLTEN 04 Nisan 2014

Ekonomi Bülteni. 14 Kasım 2016, Sayı: 44. Yurt Dışı Gelişmeler Yurt İçi Gelişmeler Finansal Göstergeler Haftalık Veri Akışı

MAKROEKONOMİ BÜLTENİ TEMMUZ 2018

Ekonomik Görünüm ve Tahminler: Ekim 2014

Ekonomik Görünüm ve Tahminler: Temmuz 2014

Ekonomi Bülteni. 22 Haziran 2015, Sayı: 16. Yurt Dışı Gelişmeler Yurt İçi Gelişmeler Finansal Göstergeler Haftalık Veri Akışı

2017 AĞUSTOS FİNANSAL TREND RAPORU

7,36% 5,1% 15,4% 10,1% 87,1 57,1 2,7 17,75% Mayıs 18 Nisan 18 Mayıs 18 Haziran 18

Ekonomik Görünüm ve Tahminler: Aralık 2013

IŞIKFX Uluslararası Piyasalar Departmanı Günlük Yorum

2010 OCAK NİSAN DÖNEMİ HALI SEKTÖRÜ İHRACATININ DEĞERLENDİRMESİ

Ekonomi Bülteni. 15 Ağustos 2016, Sayı: 32. Yurt Dışı Gelişmeler Yurt İçi Gelişmeler Finansal Göstergeler Haftalık Veri Akışı

HAZIRGİYİM VE KONFEKSİYON SEKTÖRÜ 2017 KASIM AYLIK İHRACAT BİLGİ NOTU. İTKİB Genel Sekreterliği. Hazırgiyim ve Konfeksiyon Ar-Ge Şubesi.

Sayı: 2009/18 Tarih: Aileler krize borçlu yakalandı; sorunu işsizlik katladı

TÜRKİYE İŞVEREN SENDİKALARI KONFEDERASYONU AYLIK EKONOMİ BÜLTENİ

ANADOLU HAYAT EMEKLİLİK A.Ş GELİR AMAÇLI ESNEK EMEKLİLİK YATIRIM FONU YILLIK RAPOR

EKONOMİK GÖSTERGELER

Ekonomi Bülteni. 5 Aralık 2016, Sayı: 47. Yurt Dışı Gelişmeler Yurt İçi Gelişmeler Finansal Göstergeler Haftalık Veri Akışı

Ekonomi Bülteni. 20 Şubat 2017, Sayı: 8. Yurt Dışı Gelişmeler Yurt İçi Gelişmeler Finansal Göstergeler Haftalık Veri Akışı

SEKTÖREL GELİŞMELER İÇİNDEKİLER Otomotiv. Beyaz Eşya. İnşaat. Turizm. Enerji. Diğer Göstergeler. Sektörel Gelişmeler /Ağustos

EKONOMİ POLİTİKALARI GENEL BAŞKAN YARDIMCILIĞI Eylül 2013, No: 74

Dünya Ekonomisindeki Son Gelişmeler

Ekonomi Bülteni. 14 Aralık 2015, Sayı: 39. Yurt Dışı Gelişmeler Yurt İçi Gelişmeler Finansal Göstergeler Haftalık Veri Akışı

Ekonomi Bülteni. 21 Kasım 2016, Sayı: 45. Yurt Dışı Gelişmeler Yurt İçi Gelişmeler Finansal Göstergeler Haftalık Veri Akışı

EKONOMİK ARAŞTIRMALAR

Ekonomi Bülteni. 29 Ağustos 2016, Sayı: 34. Yurt Dışı Gelişmeler Yurt İçi Gelişmeler Finansal Göstergeler Haftalık Veri Akışı

Küresel gelişmeler, Türkiye ekonomisi ve bankacılık sektörü. 21 Ocak 2015

PROJEKSİYON. DOLAR ARTIŞI ve DIŞ BORÇ:

Ekonomi Bülteni. 22 Ağustos 2016, Sayı: 33. Yurt Dışı Gelişmeler Yurt İçi Gelişmeler Finansal Göstergeler Haftalık Veri Akışı

Günlük Bülten 10 Nisan 2012

ANADOLU HAYAT EMEKLİLİK A.Ş GRUPLARA YÖNELİK GELİR AMAÇLI ESNEK EMEKLİLİK YATIRIM FONU YILLIK RAPOR

HAZIRGİYİM VE KONFEKSİYON SEKTÖRÜ 2017 EKİM AYLIK İHRACAT BİLGİ NOTU. İTKİB Genel Sekreterliği. Hazırgiyim ve Konfeksiyon Ar-Ge Şubesi.

İTKİB Genel Sekreterliği AR&GE ve Mevzuat Şubesi

Ekonomi Bülteni. 3 Ekim 2016, Sayı: 38. Yurt Dışı Gelişmeler Yurt İçi Gelişmeler Finansal Göstergeler Haftalık Veri Akışı

IŞIKFX Uluslararası Piyasalar Departmanı Günlük Yorum

CİGNA FİNANS EMEKLİLİK VE HAYAT A.Ş. PARA PİYASASI LİKİT KAMU EMEKLİLİK YATIRIM FONU DÖNEMİ ALTI AYLIK RAPORU

HAFTALIK BÜLTEN 7 EYLÜL EYLÜL 2015

Ekonomi Bülteni. 7 Ağustos 2017, Sayı: 32. Yurt Dışı Gelişmeler Yurt İçi Gelişmeler Finansal Göstergeler Haftalık Veri Akışı

Ekonomi Bülteni. 01 Aralık 2014, Sayı: 48. Yurt Dışı Gelişmeler Yurt İçi Gelişmeler Finansal Göstergeler Haftalık Veri Akışı

MAKROEKONOMİ BÜLTENİ MART 2018

İhracat azaldı, Merkez Bankası faiz indirdi

EKONOMİ POLİTİKALARI GENEL BAŞKAN YARDIMCILIĞI Eylül 2013, No: 72

-2.98% -10.0% 19.7% 13.5% % Ocak 19 Ocak 19 Şubat 19 Şubat 19 AYLIK EKONOMİ BÜLTENİ ÖZET GÖSTERGELER.

TÜRKİYE İŞVEREN SENDİKALARI KONFEDERASYONU AYLIK EKONOMİ BÜLTENİ

2010 OCAK AYI HALI SEKTÖRÜ İHRACATININ DEĞERLENDİRMESİ

2010 YILI OCAK-MART DÖNEMİ TÜRKİYE DERİ VE DERİ ÜRÜNLERİ İHRACATI DEĞERLENDİRMESİ

Dünya Ekonomisindeki Son Gelişmeler

7.36% 2.9% 17.9% 9.7% % Temmuz 18 Nisan 18 Temmuz 18 Ağustos 18

Cari işlemler açığında neler oluyor? Bu defa farklı mı, yoksa aynı mı? Sarp Kalkan Ekonomi Politikaları Analisti

Büyüme Değerlendirmesi: Çeyrek


HAFTALIK BÜLTEN 26 EKİM EKİM 2015

EKONOMİ POLİTİKALARI GENEL BAŞKAN YARDIMCILIĞI Temmuz 2013, No: 65

Dünya Ekonomisindeki Son Gelişmeler

IŞIKFX Uluslararası Piyasalar Departmanı Günlük Yorum. Piyasalarda Bugün Ne Oldu? EURUSD USDTRY BRENT PETROL ALTIN GBPUSD

TÜRKİYE EKONOMİSİNDE YAŞANAN GELİŞMELER VE 2011 YILI EKONOMİK BEKLENTİLERİ. Dr.Süleyman Yaşar. 17 Nisan 2011

Ekonomik Görünüm ve Tahminler: Ocak 2014

CARİ İŞLEMLER DENGESİ

İTKİB Tekstil, Deri ve Halı Şubesi

Ekonomi Bülteni. 13 Şubat 2017, Sayı: 7. Yurt Dışı Gelişmeler Yurt İçi Gelişmeler Finansal Göstergeler Haftalık Veri Akışı

HAFTALIK BÜLTEN 03 AĞUSTOS AĞUSTOS 2015

Ekonomi Bülteni. 24 Ağustos 2015, Sayı: 24. Yurt Dışı Gelişmeler Yurt İçi Gelişmeler Finansal Göstergeler Haftalık Veri Akışı

TÜRKİYE EKONOMİSİNDEKİ SON GELİŞMELER

HAFTALIK BÜLTEN 07 ARALIK ARALIK 2015

-2.98% -7.3% 19.7% 13.5% % Şubat 19 Ocak 19 Şubat 19 Mart 19

ARAP TÜRK BANKASI A.Ş. VE KONSOLİDASYONA TABİ BAĞLI ORTAKLIĞI 1 OCAK 30 HAZİRAN 2016 KONSOLİDE ARA DÖNEM FAALİYET RAPORU

Esentepe Mah. Ali Kaya Sok. Polat Plaza A Blok No: 1A/52 Kat 4 Şişli / İstanbul Tel: (0212)

HAFTALIK BÜLTEN 19 EKİM EKİM 2015

Küresel Kriz Sonrası Türkiye de Finansal Sistem Bankacılık Sektörü

AB Krizi ve TCMB Para Politikası

MAKROEKONOMİ BÜLTENİ MAYIS 2018

Büyüme Değerlendirmesi : Çeyrek

Ocak 2015 HALI SEKTÖRÜ Ocak Aralık Dönemi İhracat Bilgi Notu. Tekstil, Deri ve Halı Şubesi İTKİB Genel Sekreterliği 01/2015 Page 1

TÜRKİYE EKONOMİSİ MAKRO EKONOMİK GÖSTERGELER. (Haziran 2015)

Haftalık Ekonomi ve Dış Ticaret Görünümü

HAZIRGİYİM VE KONFEKSİYON SEKTÖRÜ 2017 TEMMUZ AYLIK İHRACAT BİLGİ NOTU. İTKİB Genel Sekreterliği Hazırgiyim ve Konfeksiyon Ar-Ge Şubesi.

CARİ İŞLEMLER DENGESİ

Ekonomi Bülteni. 10 Ekim 2016, Sayı: 39. Yurt Dışı Gelişmeler Yurt İçi Gelişmeler Finansal Göstergeler Haftalık Veri Akışı

Transkript:

Türkiye İnşaat Malzemesi Sanayicileri Derneği EKONOMİ DEĞERLENDİRME RAPORU No.110 / Mayıs 2013 'Faiz-Kur' it dalaşında, ateşle oynuyoruz. Kur 1,90 TL'yi görebilir İktisat Bilimi'nin temel öğretisi açısından, Neoklasik Okulu demode kılan, gözden düşüren en temel unsur, mal piyasası ile para piyasası arasındaki ilişkiyi öngörmemesi, reel piyasa ile para piyasasını birbirinden bağımsız betimlemesidir. Bu nedenle, Keynesyen Okul'un temel yaklaşımları ve LS-IM Eğrileri'ne yönelik analizler, ekonomi öğretisi alanında çığır açmıştır ve piyasa dinamiklerinin anlaşılmasına yardımcı olmuştur. Bugün itibariyle, Hükümet'in, Sayın Başbakan'ın, ekonomi alanındaki bakanlarımızın faiz konusundaki duruşlarını, mesaj ve beklentilerini de, aynı çerçevede, makro ekonomik dengelerin sadece bir boyutunun.ele alındığı analizler olarak gözlemliyorum. Oysa, faiz bir yönüyle reel sektörü, bir yönüyle finans piyasalarını etkileyen bir gösterge olmasının yanı sıra, sadece şirketleri ve bankaları ilgilendiren bir konu başlığı da değildir. Bir ülkenin hane halkı, daha geniş bir ifade ile yurtiçi tasarruflarının gelişimi açısından da, faiz hadlerinin önemli bir işlevi söz konusudur. Bu nedenle, faiz hadlerini Keynesyen Okul hem tasarrufların, hem de yatırımların fonksiyonu olarak tanımlanmıştır. Bu nedenle, Türk Ekonomi Yönetimi'nin faiz hadlerine yönelik olarak izlediği stratejide, konunun tasarruf ayağının ciddi ölçüde ihmal edildiğini düşünüyorum. 2013 yılı başından bu yana paylaştığım değerlendirmelerde, Türkiye'nin henüz yüzde 1 ile 1,5 arası bir reel faiz düzeyinin altına inmeye hazır olmadığını, emeklisinden, çalışanına, farklı amaçlarla tasarrufları bankacılık sisteminde değerlendirilmekte olan hane halkının keyifsizliğine, tedirginliğine değinmekteyim. Bugün, bankalar tarafından kanuni olarak yapılmak durumunda olan kesintiler sonrasında, hane halkının bankadaki tasarrufuna negatif faiz aldığı bir konjonktürün içindeyiz. Bu metot, herkesi bireysel emeklilik sektörüne yönlendirmek amacıyla bilhassa yapılıyor ise, Türk halkının muhafazakarlığı buna izin vermez. Böyle bir niyet yok ise, bütünüyle Türk halkını tasarruf yapmaya özendirmeden uzak bir strateji izliyoruz demektir. Bu enflasyon ortamında, 'ne ka faiz, o ka döviz kuru' Bi ulusal ekonomide, manşet enflasyon eğer yüzde 6'nın üzerindeyse, beklenen enflasyon ise, 24 ay sonrası için bile yüzde 5,8 ise, bu durumda yüzde 1-1,5 reel faiz için, Türk hane halkının eline geçmesi gereken net faiz gelirinin yüzde 6,8 ile 7,8 arası olması gerekir. Oysa, şimdi bankalar, vadeli mevduat için yüzde 6'yı geçin, yüzde 5'in dahi altında faiz vermeyi konuşuyor. Yani, siz Türk halkına, bankadaki mevduatı için yüzde 1 negatif faiz öneriyorsunuz ve parasının enflasyon karşısında erimesini kabul etmesini 1

teklif ediyorsunuz. Bu durumda, hangi gerekçeyle dolar kurunun 1,85 TL'nin üzerinde olmasına şaşırıyoruz ki? Finans sektörünün geniş bir kesimi, Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası (TCMB) Para Politikası Kurulu'nun faiz ile ilgili kararını alırken nasıl bir ekonomi-politik eko-çevre içerisinde bu kararlarını almakta olduğunu algılamaya çalışıyor. İfade edilen şu: 'Hükümetimizin faiz hadleri konusunda bir duruşu, bir stratejisi ve adımları söz konusu ise, buna hürmet göstermek boynumuzun borcudur. Bununla birlikte, ekonomide her faiz haddine karşılık gelen bir döviz kuru değeri vardır. Bu nedenle, TCMB PPK haziran ayında da bir kademe daha faiz indirecek ise, lütfen kimse 1,87-1,90 TL dolar kuru seviyesine şaşırmasın. Ekonominin temel kuralları işliyor. Bu arada, izlenmekte olan faiz politikasının dolaylı etkisi olarak, döviz kurlarındaki seyrin ilginç sonuçlarından birisi de ihale bedelleri. 22,6 milyar euroya tamamlanan 3. Havalimanı ihalesini kazanan konsorsiyumun TL cinsinden hesaplamakta olduğu büyüklük, 2 hafta içerisinde 1 milyar TL daha arttı. Yani, TL cinsinden projenin maliyetine 1 milyar TL daha eklendi. Bu durumda, Hükümetimizin önümüzdeki günlerde yapmayı sürdüreceği her bu tür ihalede, döviz kurları arttıkça, ihaleye katılan firmaların sürekli TL cinsinden maliyete ek yükü tekrar tekrar gözden geçirmesi gerekecek. Özel sektörün döviz pozisyon açığı ne olacak? İzlenen faiz politikası yönelik olarak atlanan bir husus daha var. Söz konusu faiz politikası, eğer dolar kurunu, bant olarak, 1,78-1,82 TL düzeyinden, 1,82-1,86 TL bandına ve haziran ayında TCMB PPK'nın bir faiz indirimi daha yapması halinde, 1,86-1,90 TL bandına götürecek ise, son 8 yıldır yatırım hamlesini büyük ölçüde yurt dışından borçlanarak yapmakta olan Türk özel sektürü, döviz açık pozisyonunu nasıl yönetecek? Türk özel sektörünün net döviz açık pozisyonu TCMB'nin kasım 2012 tarihli Finansal İstikrar Raporu'nda 131 milyar dolar düzeyindedir. Yabancı para varlıkların, yükümlülükleri karşılama oranı yüzde 38,5'e düşmüştür. O tarihten bu günü de, söz konusu gösterge ve oranlar değişmemiştir. Hatta, açık pozisyon daha da artmış ve karşılama oranı daha da düşmüş olabilir. Bu noktada, Koç ve Sabancı Holding dahil, Türkiye'deki özel sektörün, reel sektörün döviz yükümlülüklerinin tümünü sadece döviz cinsinden varlıklarla yönettikleri, karşıladıkları, Türkiye'de elde edilen cironun vadesi gelen dış borçların hiç ödenmesinde kullanılmadığı iddia edilebilir mi? O halde, son 15 gün içerisinde Türkiye'deki özel sektör şirketlerin döviz açık pozisyonlarının TL cinsinden yükü 6,5 milyar TL artmıştır. Yani, 15 gün öncesine göre, Türk şirketleri aynı döviz yükümlülüğünü şimdi çok daha yüksek miktarda TL cinsinden kaynakla karşılamak zorundadır. Bu vesile ile, faiz hadleri sadece banka kredilerinin bir fonksiyonu değildir. Aynı zamanda, tasarruf ve yükümlülüklerin de bir fonksiyonudur ve faiz hadleri ile döviz kurları arasında olağan üstü hassas bir etkileşim vardı. Döviz kurlarındaki hareketlerin enflasyona ayrıca geçişkenliği (pass-throught) etkisi de vardır. Korkarım, "faiz-döviz kuru" it dalaşı, Türk ekonomisini tutuşturmasın. 2

Not artışı sonrası, büyüme dinamizmimizi 'yabancılar'dan korumalıyız Türkiye gibi, yıldızı parlayan sınırlı sayıda ülkenin, son 10 yılda en fazla ilgiye mahzar olan az sayıda ülkenin, gecikmeli de olsa, notu arttığında, iki tatsız gelişme oluyor. Bunlardan ilki, ülkenin önde gelen şehirlerinde gayrimenkuller yabancıların yatırım saldırısına maruz kalıyor. Ve, ülkenin sade vatandaşları, şehirlerin esas sahipleri, bir anda, bir kaç nesildir oturdukları şehirlerde gayrimenkul alamayacak noktaya geliyor. İkinci olumsuz gelişme ise, küresel anlamda giderek sıkışan, giderek kar marjları daralan uluslararası şirketler, yıldızı parlayan ülkenin büyüme performansı ve karlılığından yararlanmak üzere, saldırıya geçiyorlar. Ülkenin giderek daha fazla parlayan imajına sermaye yeterliliği açısından ve yatırımlar için gerekli kaynağı bulmak noktasında hazırlıksız yakalanan yerli sanayi ise, bu ölçüde yoğun ve adeta saldırı niteliğindeki ilgiyi karşı kendi kotemem.ruyacak mekanizmaları oluşturamıyor ve bir anda ülkenin kritik önemdeki sektörlerindeki, kritik önemdeki yatırımların, sanayi kuruluşlarının tek tek yabancı sermayenin eline geçtiğine şahit oluyoruz. Yazdığım bu cümlelerden yabancı sermaye düşmanıymışım gibi bir izlenim çıkmasın. Bununla birlikte, iktisadi verilerle rahatça kanıtlayacak şekilde, bir ülkede hiç bir sektörün yüzde 40'ın üzerinde bir yabancı sermaye payı ile çalışmasını istemem. Türk sanayisi için destekler acilen güçlendirilmeli Çünkü, başta bankacılık sektörü olmak üzere, bu tarif ettiğim gerekçelere dayalı olarak, sektörlerini bu tür bir 'yabancı sermaye istilası'na karşı korumayı bilememiş olan ülkelerde, son küresel krizde, uluslararası sermaye o ülkelerdeki yatırımlarını tasfiye etme kararı aldığında, bankacılık sektöründen başlayarak, söz konusu ülke ekonomileri pek çok sektörde ciddi bir tıkanma ve ağır bir işsizlik sorunu yaşadı. Bu nedenle, Türk Ekonomi Yönetimi'nin, son 15 yıl içerisinde, Doğu Avrupa ülkelerinde, Baltık ülkelerinde ve Latin Amerika ülkelerinde yaşanmış olan bu tür gelişmelerden ve 'yabancı sermaye' istilasının küresel ölçekte kriz dönemlerinde ülke ekonomisine verdiği zarardan gereken dersi çıkararak, Türk sanayisini koruyacak tedbirleri güçlendirmesi gerekiyor. BBC Ekonomi Muhabiri Mark Broad'ın 17 Mayıs tarihli ilginç yazısı, Türkiye'nin, notu artan ve küresel krizin tüm olumsuz etkilerine rağmen, ekonomisi büyümeyi sürdüren bir ülke olarak, Avrupa'nın önde gelen ekonomilerinin daha fazla mal satmak için olağanüstü ilgisini çektiğini belirtmekte. Geçtiğimiz hafta, Sakarya ve Kahramanmaraş iş dünyası ile gerçekleştirdiğimiz toplantılarda tarafıma anlatılanlardan, yabancı sermayeden ortaklık ve şirketin bütününü satın alma noktasında ardı ardına gelen tekliflerden iş dünyasının şaşkına döndüğünü ve adeta sarhoş olduğunu algıladım. Bu nedenle, Türk bankacılık sektörünün Türk sanayicisine kullandırdığı kredinin maliyetlerinden duyulan memnuniyetsizlikten, Türk sanayisinin tümüyle kayıt altında olan oyuncularının, kayıt dışılığı adet edinmiş merdiven altı üretimle, işletmelerle mücadele etmekten canına tak etmiş olmasından, konuştuğum işadamlarında, çalışan işçisine, yaptığı işe saygısı olmasa, arkasına bile bakmadan işletmesini satma noktasına 3

dahi gelmiş olduklarına şahit oldum. Bu nedenle, Türk Ekonomi Yönetimi'nin, bir an önce, bu konuya neşter atarak, Türk sanayicisini, arkasına bile bakmadan işletmesini satma noktasından uzaklaştıracak tedbirlere ağırlık vermesini tavsiye ederim. Yabancı bankalar ve şirketler için 'istila' pazarı olmayalım Başbakan Yardımcısı Ali Babacan ve Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan'ın Eximbank yetkilileri ile birlikte, dün katıldıkları toplantıda Eximbank sigorta ve kredi desteğinin arttırıldığına dair açıklamaları bu anlamda son derece önemli. Ancak, esnaf ve çiftçinin kredi maliyetleri indirilirken, Türk sanayicisinin kredi maliyetleri de azaltılmaz ise, not artışımızın sonuçlarından birisi, sanayinin yabancılaşması olacak. Türkiye'nin uluslararası derecelendirme notunun artması nedeniyle, eğer, Türk bankacılık sektörü yeterince proje ve sanayi kredisi üretemiyor diye, Türk sanayisi maliyet ve rekabet dezavantajı ile iç piyasayı yeterince doyuramıyor diye, uluslararası bankalar ve şirketler, Türkiye'deki ciddi büyüme ve iç talep potansiyelini değerlendirmeye karar verir ve dünyanın önde gelen merkez bankalarının kendilerine sağladığı aşırı ucuz likiditeyi Türk bankaları ve Türk sanayisi aleyhine, etkin bir silah olarak kullanmaya kalkarlar ise, bu durumda, sektörlerimize yönelik bu tür bir istila, Türkiye'nin 2023 yılı hedeflerinden doğacak katma değeri, Türk şirketlerinin değil, yabancı şirketlerin değerlendirmesi anlamına gelecektir. 249 sanayi kuruluşu, 49 banka kadar bile kar edemiyor Türk ekonomi çevrelerinde son bir kaç aydır gözlenen önemli bir tartışma konusu, Türk bankalarının kredi işlemleri başta olmak üzere, bankacılık işlemleri esnasında elde ettikleri çeşitli komisyon, harç veya masraf adı altında elde ettikleri işlem bedelleri ve genel anlamda kaynak maliyeti ile kaynak gelirleri arasındaki farktan fahiş bir kar elde ettikleriydi. Bu konu, son bir kaç senedir artan bir tempoyla, ısınıp, gündemin tepesine oturuyor. Bu konu bir yönüyle bir küresel tartışma da aslında. Dünya ekonomisinde de, son 15 yıldır bankacılık sektörünün karlılığı ile reel sektör karlılığı arasındaki makasın açılmasının muhtemel riskleri ve genel anlamda dünya ekonomisinde karlılığın daralmakta olduğuna dair yorum ve değerlendirmeler dikkatle takip ediliyor. Uzmanlar, yakın gelecek açısından küresel ekonomide hem reel sektör, hem de bankacılık sektörü açısından yüksek kar beklentisinin pek çok açıdan risk oluşturduğunu vurgulamaktalar. Aşırı kar hırsının getireceği ve 2008 Krizi'nde olduğu gibi, hali hazırda getirdiği riskler, telafisi çok zor makro ekonomik dengesizliklere yol açıyor. Aynı uzmanlar, bankacılık sektörü ile reel sektör arasında arttığı gözlenen ve reel sektör aleyhine şekillenen karlılık makasındaki açılmanın, bir süre sonra bankacılık sektörü açısından da risk doğurduğunu, çünkü, reel sektörün bankacılık sektörüne olan kredi borçlarını da ödeyemeyecek noktaya geldiğini vurgulamaktalar. 4

İSO verileri reel sektör karlılığı için 'sarı alarm' veriyor Türk ekonomisi, 2009 yılındaki daralma sonrasında, 2010 yılında GSYH performansı olarak yüzde 9,5, ardından da 2011 yılında yüzde 8,8 büyümeyi başardı. Bu durumda, 2011 yılında reel sektör karlılığının artmasını beklersiniz. Tersine, İstanbul Sanayi Odası'nın 24 Temmuz 2012 tarihinde açıkladığı ve 2011 yılı verilerine göre yapılan analize göre, 2010 yılında 500 büyük sanayi kuruluşu içinde kar eden şirket sayısı 434 iken, 54 kuruluş azalarak, 380 şirkete gerilemiş. 380 rakamı, 2007 yılına göre, kar eden şirket sayısının 70 şirket daha azaldığını gösteriyor. 2011 yılında, zarar eden şirket sayısı ise, neredeyse ikiye katlanarak 120'ye yükselmiş. Yani, hemen hemen şirketlerin 4'te 1'i zarar etmiş. Yine, 2010 yılında yüzde 7,6 olan söz konusu 500 şirketin satış karlılık oranı, 2011'de yüzde 5,6'ya gerilemiş. Türkiye'nin 500 büyük sanayi kuruluşu içerisinde yer alan özel sektör şirketlerin 2010 yılında yüzde 54,4 olan toplam borç oranı ise, 2011'de son 7 yılın en yüksek düzeyi olan yüzde 58,5'e yükselmiş. Sanayi kuruluşlarında karlılık 2011 yılında reel olarak daralmış 500 büyük sanayi kuruluşunun vergi öncesi dönem kâr ve zarar toplamı, 2010 yılına göre cari fiyatlarla, yani içinde enflasyonu barındırarak ancak yüzde 5,5 artarken, enflasyondan arındırılmış olan sabit fiyatlarla ise yüzde 15,9 oranında daralmış. 500 büyük sanayi kuruluşunun önemli bir bölümünü temsil eden özel sektör kuruluşlarda aynı oranlar, cari fiyatlarla yüzde 7,9 artış, sabit fiyatlarla ise yüzde 3,9 oranında daralma olarak gerçekleşmiş. 2011 yılında dönem kar ve zarar toplamı, 2007'ye kıyasla sabit fiyatlarla yüzde 26.9 oranında düşüş kaydetmiş. Yine, İstanbul Sanayi Odası'nın 2. 500 büyük sanayi kuruluşu çalışmasına göre ise, 375 kuruluş kar, 125 kuruluş zarar etmiş. Bu verilerin, geçen yıl, yani 2012 yılına ait olanlarını ancak bu yılın temmuz ayında öğrenebileceğiz. Bununla birlikte, 2011 yılında Türk Ekonomisi'nin yüzde 8,8 büyüdüğü ve bu büyümeye en önemli katkının da neredeyse aynı ölçüde büyüyen sanayi üretimindeki artıştan geldiği dikkate alındığında, üretimdeki bu performansa ve verimlilik ile ilgili mücadeleye rağmen, 500 sanayi kuruluşunun 2011 yılı karlılığının reel olarak daralmış olması düşündürücü. Bu durumda, 2012 yılında, üretim artışı, 2011'de yüzde 8,91 iken, yüzde 2,28'de kalmış olan Türkiye'nin 500 büyük sanayi kuruluşu için acaba nasıl bir performans açıklanacak? 2010 yılında 249 sanayi kuruluşu, 49 bankanın karlılığını yakalayamamış İSO'nun "Büyük Sanayi Kuruluşu'nda 10 yıllık Gelişme Trendi' raporunda incelenen 249 şirketin toplam karlılığı, 2007 yılında 13,5 milyar TL'ye yaklaşmış iken, sonraki iki yıl toplam karlılık 2007'nin altında kalmış, 2010 yılında iyi bir çıkış yakalanmış. 5

Ancak, 2009 yılında 249 şirket toplam karlılığını 10,7 milyar TL'ye toparlamışken, hatta 2007'deki 13,5 milyar TL'ye yakın bir karlılık da dikkate alınsa, Türk Bankacılık Sektörü'ndeki 49 bankanın toplam karı 2009 yılında 20 milyar TL ile, 249 şirketin çok üstünde gerçekleşmiş. 2010 yılında ise, 249 şirket önemli bir karlılık sıçraması gerçekleştirirken, bankaların toplam karı ise 22,1 milyar TL'ye ulaşmış. Bankacılık Sektörü'nün toplam karlılığı 2011 yılında 19,8 milyar TL'ye gerilese de, 2012 yılında 23,6 milyar TL'yi bulmuş. 2010 yılında, İSO 500'deki önde gelen 249 şirketin toplam öz sermayesi 110,1 milyar TL iken, toplam karlılık 19,1 milyar TL olarak gerçekleşmiş. Bankacılık Sektörü'nün öz sermayesi ise 134,3 milyar TL iken, sektör 2010 yılında 22,1 milyar TL kar etmiş. Yani, nereden bakılırsa bakılsın, 249 önde gelen sanayi kuruluşuna göre karlılığını daha iddialı noktalara taşıyan bir bankacılık var. Bankacılık Sektörü imajını iyi yönetmek zorunda Tüm bu veriler ve bankaların bireysel ve kurumsal müşteri ile diyalogda zaman zaman içine düştükleri hatalar, kimi zaman müşterilerden elde edilen fahiş hizmet gelirleri, ücret ve komisyonlar, sektörün verilerinin kamuoyuna mal edilmesi ve haklılığının izahı noktasında sektörü zor durumda bırakıyor. Bu nedenle, bankacılık sektörünün geleceğinin güçlü bir reel sektör ve borçlarını ödeme kabiliyetini sürdürülebilir kılınan bireysel müşteriler sayesinde olacağını hep hatırlayarak, sektörün kendi karlılığını sağlayan gelir alanları ve bu alanların kurumsal ve bireysel müşteriye yansıyan boyutunu gözden geçirmesi gerekiyor. 6

Aksi durumda, Ekonomi Yönetimi'ndeki pek çok Bakan, bankaların gelir ve karlılığından şikayetçiyken, eli kulağında kimi yasal düzenleme bankalarımızı üzebilecek bir içerikle kamuoyunun ilgisine sunulabilir. Bankaların ortaya yolu bulmak noktasında çalışmalarını hızlandırmaları yararlı olabilir. 1. Çeyrek büyüme yüzde 2'nin altında kalabilir 8 Mayısta açıklanan mart ayı sanayi üretim verileri sonrasında, alıştığımız format ile bir ilk çeyrek büyüme tahmini yaparsak, yüzde 1,9 civarı bir büyüme tahmini ile karşı karşıya kalıyoruz. Bu noktada, Türkiye'nin GSYH büyümesinin nasıl hesap edildiği konusunda bir detay verelim. Çeyrek dönem ve yıllık GSYH büyüme hızı oranı, bir önceki yılın aynı çeyreği veya bir önceki yılla karşılaştırılarak hesap ediliyor. Bu hesaplama metodu, mevsim ve takvim etkisinden arındırmadan yapılan reel büyüme oranı hesaplaması. Bununla birlikte, Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), son dönemde GSYH verilerini açıklarken, 15 no'lu tablo ile mevsim ve takvim etkisinden arındırılmış veriyi de bizimle paylaşmaya başladı. Bununla birlikte, mevsim ve takvim etkisinden arındırılmış veri, bir önceki çeyreğe göre büyüme performansındaki değişimi gösteriyor. Dolayısı ile, bizim anladığımız büyüme oranı bir önceki yılla karşılaştırma olarak açıklanmaktaydı. Sanayi üretim verileri sonrası, büyüme hesaplaması da değişecek mi? Burada zihnime takılan soru, TÜİK'in 2013 yılı itibariyle GSYH büyüme hızı oranı hesaplamasında da bir yöntem değişikliğine gidip gitmeyeceği. Çünkü, 2013 yılı itibariyle, aylık sanayi üretim verisinin bir önceki yılın aynı ayına göre ve bir önceki aya göre hesaplama yöntemi değişti. Artık, bir önceki yıla göre yüzde değişim takvim etkisinden arındırılarak, bir önceki aya göre değişim oranı ise hem takvim, hem de mevsim etkisinden arındırılarak hesap edilip, bize öyle açıklanıyor. Ben, eski yöntemle, yani mevsim ve takvim etkisinden arındırmadan sanayi üretim endeks değerleri üzerinden giderek bir hesaplama yaptığımda, yılın ilk çeyreğinde sanayi üretiminin, 2012 yılının ilk çeyreğine göre yüzde 1,34 oranında arttığını buldum. Yani, yine zayıf bir üretim artışı söz konusu. Söz konusu yüzde 1,34'lük sanayi üretim verisi üzerinden gidersek, bu durumda 2013 yılının ilk çeyreğinin reel büyüme hızı oranı olarak, yüzde 1,27 ile 2,54 arasında çıkacak bir büyüme oranı tahmini hesapladım. Bu tahmin aralığının orta noktası ise yüzde 1,9. Sözün özü, 2013 yılının ilk çeyrek büyüme oranı yüzde 2'nin altında kalabilir. Yeni yönteme göre ilk çeyrek büyüme yüzde 2,7'i bulabilir Eğer, TÜİK 2013 yılından itibaren GSYH büyüme hızı oranını, aynen sanayi üretiminin bir önceki yıla göre değişim oranında uyguladığı takvim etkisinden arındırılmış yönteme göre hesaplamaya başlar ise, bu durumda yüzde 2,4 ile 3 arası bir büyüme tahmini öne çıkıyor. Çünkü, takvim etkisinden arındırılmış ilk çeyrek sanayi üretim artış oranı bir anda yüzde 1,34'den, 2,57'ye yükseliyor. Bu durumda da, takvim etkisinden arındırılmış sanayi üretim verisi üzerinden, ilk çeyrek büyüme tahmininin orta noktası 7

yüzde 2,7'ye ulaşıyor. O halde, eski yönteme göre yüzde 1,9, yeni yönteme göre ise yüzde 2,7 çıkabilecek bir 2013 ilk çeyrek GSYH büyüme oranı tahminimiz var. ÇEYREK SANAYİ ÜRETİMİ ÜZERİNDEN BÜYÜME TAHMİNİ Çeyrek Sanayi Üretiminde GSYH Dönem Değişim (%) Büyümesi (%) 2009 Yıllık -9,88-4,83 2010 1. Çeyrek 17,17 12,22 2. Çeyrek 14,56 10,22 3. Çeyrek 10,00 5,28 4. Çeyrek 12,06 9,25 2010 Yıllık 13,11 9,20 2011 1. Çeyrek 14,60 12,04 2. Çeyrek 8,03 8,81 3. Çeyrek 7,63 8,22 4. Çeyrek 6,57 5,20 2011 Yıllık 8,91 8,49 2012 1. Çeyrek 2,83 3,31 2. Çeyrek 3,50 2,89 3. Çeyrek 2,60 1,57 4. Çeyrek 0,60 1,36 2012 Yıllık 2,28 2,24 2013 1. Çyrk Thm 1,34 1,27-2,54 2013 yılının önemli bir başka özelliği ise, ilk defa ilk çeyrek büyüme oranının 90 gün beklenmeden açıklanması. 2012 yılı dahil, bugüne kadar TÜİK'in 1. ve 4. çeyrek büyüme verilerini 90 gün gecikmeyle açıklaması. TÜİK'in yeni takvimlendirmesine göre, eskiden 30 Haziran veya 1 Temmuz'da açıklanan 1. çeyrek büyüme verisi, bu defa 11 Haziran'da açıklanacak. Yani, 20 gün erkene çekiliyor. O halde, 11 Haziran'da açıklanacak 2013 yılının ilk GSYH verisi gelene kadar, TÜİK, GSYH büyüme oranının hesaplanmasında yeni bir yönteme geçildiğine dair açıklama yapabilir. TCMB faiz indirmeye devam edebilir Eski yönteme göre hesap ettiğimiz ilk çeyrek ortalama sanayi üretim artışı oranının yüzde 1,34 ile, piyasa profesyonellerinin beklentilerinin altında gerçekleşmesi, ilk çeyrekle ilgili piyasanın büyüme oranı beklentisini de yüzde 2'ye çekti. Ancak, takvim etkisinden arındırılmış ilk çeyrek sanayi üretim artış oranı olan yüzde 2,57'yi dikkate alırsak, ilk çeyrekte büyümenin yüzde 2,7 açıklanması,piyasayı şaşırtabilir. 8

ABD ekonomisi yokuşu tırmanmaya başladı; ama, ufukta yeni küresel tartışma konuları var ABD ekonomisine yönelik olarak açıklanan son makro veriler, son 4,5 yıldır alınan kriz giderici önlemlerin belirli ölçüde sonuç verdiğine işaret etmekte. ABD'nin işsizlik verisi yüzde 7,5 düzeyine gerilerken, 2008 yılı sonundan bu yana ki en iyi işsizlik verisinin de habercisi oldu. 2009 yılının ocak ayından itibaren, eylül 2008 sonundan itibaren, iki çeyrek dönem sonunda yüzde 6,5'den yüzde 8,5'in dahi üstüne çıkan işsizlik oranı, ekim 2009'da yüzde 10'u gördü ve bu oranı bir kaç kez daha test etti. ABD Merkez Bankası'nın (FED), ciddi eleştiri ve tartışmalara hedef olan üç parasal genişleme kararı (QE), en azından Avrupa Birliği veya Euro Bölgesi cephesine göre, ekonomiyi daha da derin bir bunalıma sokmamış gözüküyor. Başkan Obama nın baş ekonomi danışmanı Alan Krueger, Kongre nin otomatik kesintileri kaldırıp, Beyaz Saray ın sunduğu bütçe planını onaylaması durumunda, toparlanmanın hızlanacağını savunmakta. Krueger, Obama nın bütçe planının bir yandan kesinti öngörürken, diğer yandan da altyapı yatırımlarıyla üretim ve istihdamı arttırmayı amaçladığını hatırlatıyor. Uzmanlar, Şubat ve Mart aylarında beklenenden daha fazla istihdam yaratıldığını savunmakla birlikte, istihdamda elde edilen tüm bu kazanımların, ABD'deki 11 milyon 700 bin işsiz insan için hala bir şey ifade etmediğinin de farkındalar. Söz konusu 11 milyon 700 bin işsizin 4 milyonuysa en az altı aydır işsiz. Nitekim, son istihdam rakamlarını yumuşak toparlanma olarak değerlendiren uzmanlardan birisi olan Ekonomi Politikaları Enstitüsü nden Heidi Shierholz, mevcut artış rakamlarıyla ekonomik krizi öncesi duruma dönmenin beş yıl alacağını belirtmekte. Yani, FED için parasal genişleme ve genişletilmiş para politikası tedbirlerini sıkılaştırmaya başlamak için, tarih erken gözüküyor. ABD konut endüstrisinde de umutlar arttı Bir diğer toparlanan veri olan S&P Case Schiller Konut Fiyatları Endeksi ne göre ABD'nin en büyük 20 kentinde konut fiyatları son 12 ay içinde yüzde 9 oranında artmış durumda. Son yedi yıldır elde edilen en büyük kazanım olan bu oran, aynı zamanda ABD tüketicisinin ekonomiye güveninin arttığının da bir göstergesi olarak ifade ediliyor. Mortgage Krizi'nin patlamasıyla çöküşe geçen emlak piyasasında, beş yıl sonra ilk kez ABD halkı yeniden konut satın almaya başladı. Konut satışları, geçen yıla oranla yüzde 7 arttı. Haciz oranı son yedi yılın en düşük seviyesine indi. Satışa çıkan ev sayısının az olması, fiyatları yükseltiyor. Bu durum, müteahhitlerin ihtiyacı olan itici güç ve apartman inşaatlarında patlama görülüyor. Müstakil konut ve konut olmayan bazı kategorilerdeki inşaatlar da büyük oranda artış var. Nisan ayında tüketici güvenindeki artışın yanı sıra, ABD'li piyasa oyuncuları, kredi talebinde ve şirketlerin bilançolarındaki toparlanmanın bir kaç yıl öncesine göre daha iyi olduğunu ve ekonominin düzeldiğini hissettiklerini vurguluyorlar. Mart ayı tüketim harcamalarındaki sınırlı toparlanma da gözden kaçmadı. Bu arada, küresel kriz öncesi aylık bazda 57 milyar dolarlara ulaşmış olan ABD'nin dış ticaret açığı, 2009 yılı yaz ortasında 30 milyar doların dahi altına geriledikten sonra, 2012 ilk çeyrek sonunda tekrar 50 milyar doları geçmişti. 9

2013 yılı ilk çeyrek sonunda, ihracatın sınırlı artması ve ithalatın gerilemesi ile, yeniden 40 milyar dolar düzeyine gelmesinden ABD yönetimi memnun. Ama, Almanya'nın aynı ölçüde memnun olduğunu söylemek zor. Kur savaşlarını bırak, vergi savaşlarına bak Gelişmiş ülkelerin açık bir dille olmasa da reddettiği, tenezzül etmeyeceklerini iddia ettikleri 'kur savaşları'nın varlığını teyit edecek en çarpıcı göstergelerden birisi, dünya mal ticareti verileri. Aşağıdaki tabloda da göreceğiniz üzere, 2008 sonunda patlak veren küresel krize kadar, Almanya dünya mal ticaretinde bir numara olan ülke. 2009'da Çin tarafından geçiliyor. Almanya diyor ki: 'Eh, kaçınılmaz son. Bir gün nasılsa olacaktı'. Nitekim, Çin arayı açıyor. Ancak, Almanya için ikinci şok 2010 yılında geliyor ve ABD Almanya'yı geçiyor. Hiç bir zaman ihracatta iddialı olma hedefi olmayan ABD. Almanya'nın tüm çabalarına rağmen, ABD burun farkıyla 2011'de Almanya'yı bir kez daha geçiyor. Ondan sonra, Almanya'nın 2012 yılı başından itibaren euro operasyonu başladı ve bir ara euro-dolar paritesi 1,22 dolar ve altını dahi test etti. Ancak, FED'in 3. parasal genişleme (QEIII) kararı sonrasında, parite yeniden 1,30 dolar düzeyine oturdu. Bu arada, çaktırmadan 'Kur Savaşları'na katılan Japonya, 2008 yılı sonunda ulaştığı 781 milyar dolarlık ihracat hacmini, ancak 2011'de geçebildi. Bu arada, dış ticaret açığı da vermeye başladı ve Japonya'nın yeni Abe Hükümeti ve Japon Merkez Bankası da (BoJ), aldığı tedbirle 'Kur Savaşları' tartışmasının içine girdi. Ancak, hepimiz 'Kur Savaşları'na kitlenmişken, İstanbul Ticaret Odası'nın Ekonomi Değerlendirme Kurulu toplantısında, 30 Nisan salı günü, kurul üyelerinden Dr. Turan Erol, beni bir önceki gün, yani 29 Nisan pazartesi günü Financial Times'da çıkan bir makale için uyardı. Lüksemburg'un kurumlar vergisi başta olmak üzere, vergi 10

uygulamalarında sağladığı pek çok avantaj nedeniyle, 3 trilyon dolarlık off-shore banka hacmi içinde bir çekim merkezine dönüştüğü bir konjonktürde, Almanya'nın baskıları ile olduğu sanılan bir 'şeffaflaşma' süreci başlatılmış gözüküyor. Küresel piyasa aktörleri 'Kur Savaşları'na kitlenmişken, G-20 ülkelerinin bakanlar düzeyindeki toplantı gündeminde, uluslararası alanda vergi düzenlemelerinin ülkeler arasında uyumlu hale getirilmesi ve ülkeler arasında vergi avantajlarının törpülenmesi eğilimi öne çıkmış gözüküyor. Yani, G-20, önde gelen ekonomiler arasında kurlara dayalı bir savaşa karşı olduğu gibi, vergi uygulamalarına, vergi avantajlarına dayalı bir savaşa da karşı gözüküyor. Lüksemburg için zor günler Bu da, Lüksemburg için 43 milyar dolara ulaşan hizmetler sektörü ağırlıklı ekonomik yapısı açısından yeni sorular anlamına gelmekte. Lüksemburg, sağladığı avantajlarla, uzun süredir uluslar üstü şirketlerin Avrupa Birliği merkezi konumundaydı. 10 yıl öncesine kadar, Lüksemburg'daki bankalarda tasarruf bulunduranların yüzde 90'ı Alman, Fransız ve Belçikalılar ise, bugün bu oran Körfez, Latin Amerika ve Uzak Doğu yatırımcıları lehine yüzde 50'ye düşmüş durumda. Lüksemburg'un bankacılık sektörünün 3 trilyon euro ile, ülkenin GSYH'sının neredeyse 22 katı büyüklüğünde varlığı bulunmakta. Avrupa'nın küçük ülkesine yönelik sermaye girişi, 2012'de Amazon ve Microsoft'un Skype'ı gibi çokuluslu şirketler ve küresel fonların faaliyetlerinin de etkisiyle 2.28 trilyon dolara ulaştı. Ancak Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü'nün (OECD) verilerine göre, bu rakamın yalnızca 11 milyar doları reel ekonomiye girmiş durumda. Lüksemburg Başbakanı Jean-Claude Juncker, AB ve ABD ile yapılan anlaşmaların ardından, Lüksemburg Hükümeti'nin, bireylerin banka gizliliği kurallarını 2015'te kaldıracağını, ancak bunun çokuluslu şirketleri etkilemeyeceğini söylemişti. Şimdi ise, Financial Times'a konuşan Frieden, Lüksemburg'un artık bu uygulamayı çokuluslu şirketleri de kapsayacak şekilde genişletmeye hazır olduğunu ifade etmekte. Yani, 'Kur Savaşları' sonrası, artık gündemimizde 'Vergi Savaşları'da var. 11