[1] Lehrbuch der Geologie. E. Kayser. IV. Band f2] La Prehistoire Orientale: J. Morgan [3] Die Technik. M. Feldhaus



Benzer belgeler
Türkiye: 1936 yılında maden istihsalâtımız umumiyet üzere artmıştır. Bu yılın istihsal adetlerini bir öncesi ile karşılaştıralım:

Dünya: ton da İspanyaya olmak üzre tonu bulmuştur.

Türkiye Madenciliğinin 1945 Bilançosu

KÖY İÇME SULARI HAKKINDA KANUN

Üçüncü Demir ve Çelik Fabrikalarının Kuruluş Yeri Seçiminde Uygulanan Usûl Ve Alınan Sonuç

1940 da % nisb. 62,94 0,96 0,37 0,35 0,36 0,95 3,21 1,20 3,15 0,10 0,08 0,


Son seneler zarfında memleketlere göre dünya bakır istihsalâtı (Şort ton hesabile)

B.M.M. Yüksek Reisliğine

TÜRKiYE: Taşkömür: F. l - M. T. A. 3/20 281

Memleketler. Almanya Amerika B.D. Fransa Hindistan İngiltere İspanya İtalya İsveç İsviçre Japonya Kanada Macaristan Norveç Sovyet Rusya Diğer meml.

İstihsalât

KRONİK 1957 YILI MEVZUATI [*]

Tablo 1 Ham Demirin, Cevherlerin, Kok ve Eriticinin Terkibi. MgO. AlıOj. CaO

SANAYİLEŞEN TÜRKİYE NİN ENERJİ İHTİYACI VE YENİ BİR ARAŞTIRMA KURULUŞU: ELEKTRİK İŞLERİ ETÜD İDARESİ

TÜRKİYE CUMHURİYETİ ÎLE FEDERAL ALMANYA CUMHURİYETİ ARASINDA 16 ŞU BAT 1952 TARİHÎNDE ANKARA'DA AKDEDİLMİŞ OLAN TİCARET ANLAŞMASINA EK PROTOKOL

EREĞLİ KÖMÜR HAVZASI VE CUMHURİYET DÖNEMİ ŞEKİLLENİŞİ

Avrupa memleketlerinde bakır istih - lâki umumiyet üzere artmıştır. Japonya - nin da bakır sarfiyatı tonu bulmuştur.

MEMLEKETIMIZ KOMUR ISTIHSALI ve RANDIMANLARINA BAKIŞ. MAHALLİ İDAREYE DEVLET TEŞEKKÜLLERİ: Ton olarak

Son senelerde dünya demir ve çelik ticareti

SELANİK KALE SURLARININ YIKILMASI

Grafik 14 - Yıllara Göre Madencilik ve Taş Ocakçılığı Faaliyetlerinin Gayri Safi Yurtiçi Hâsıla İçerisindeki Payı ( )

Tag Archives: chp döneminde yikilan camiler

TÜRKİYE HÜKÜMETİ İLE MİLLETLER ARASI ÇALIŞMA TEŞKİLATI

34 NOLU SÖZLEŞME ÜCRETLİ İŞ BULMA BÜROLARININ KAPATILMASI HAKKINDA SÖZLEŞME

Madde 1 - Köylerin içme ve kullanma suyu ihtiyacı, DSİ Umum Müdürlüğü tarafından temin ve tedarik olunur.

Zonguldak ve Kilimli kömürlerinin Devlet Demiryolları lokomotiflerinde yapılan mukayeseli tecrübeleri

Bakır ve İlgili Ürünlerin Fiat Durumu 0)

1936 yılında dünya madenciliği

BAKIŞ MEVZUAT. KONU: Limited Şirket Pay Devirlerinde Damga Vergisi Ve Harç Uygulaması Değişikliği

T.C. GELİR İDARESİ BAŞKANLIĞI İSTANBUL VERGİ DAİRESİ BAŞKANLIĞI. (Mükellef Hizmetleri Gelir Vergileri Grup Müdürlüğü)

Türkiye Linyit Yataklarının İstihlâk Esasına Göre incelenmesi

İktisat Tarihi I Ekim II. Hafta

1938 de Dünya Maden durumu

Ticaret Tabi Maddeler ve Bu Maddelerin

LOJİSTİK SEKTÖRÜ BÜYÜME ORANLARI

AVUKATLIK ÜCRET TARİFESİ 1941

- 354 İstatistik umum müdürlüğü teşkilâtı hakkında kanun

MADEN TETKĠK VE ARAMA GENEL MÜDÜRLÜĞÜ KANUNU

HER NEVİ MADEN OCAKLARINDA YERALTI İŞLERİNDE KADINLARIN ÇALIŞTIRILMAMASI HAKKINDA SÖZLEŞME

ELEKTRİKLE İLGİLİ HÜKÜMLERİ İHTİVA EDEN VE YÜRÜRLÜKTE OLAN KANUN, NİZAMNAME, TALİMATNAME, KARARLAR FİHRİSTİ. IVîer"î kanun ve

SATIŞI ÜNiTE ÎLE YAPILAN BAZI MADENLERİN HAKKINDA PRATİK METOD

Aziz Ogan: Kültürel ve Tarihsel Hazinelerin İzinde Bir Arkeolog ve Müzeci

Halk arasında haciz işlemleriyle ilgili merak edilen başlıca konulardan biridir.

TEŞKİLATLANMA VE KOLLEKTİF MÜZAKERE HAKKI PRENSİPLERİNİN UYGULANMASINA MÜTEALLİK SÖZLEŞME

Osmanlı, Titanic i böyle görmüştü

TASARRUF SANDIKLARI NİZAMNAMESİ

BULGARİSTAN ÜLKE RAPORU

SULTAN MEHMET REŞAT IN RUMELİ SEYAHATİ 5

Dünyada ve Türkiye'de Bakır Rezervi

Dahili kömür imraratımıza nazaran her vatandaşın hissesine düsen senelik miktar. Genel nufus vasatî (000 ilâvesile )

SİRKÜLER İstanbul, Sayı: 2012/182 Ref: 4/182

MADENTETKİKvEARAMA. Orta Anadolu'da bilhassa elektriki jeofizik usulleriyle yeraltı suyu araştırmaları 71

TÜRKİYE MADENCİLİK FAALİYETİ

Devre : X. îçtima: 3 S. SAYISI :

İktisat Tarihi I Ekim II. Hafta

TÜRKİYE'NİN İLK 500 BÜYÜK SANAYİ KURULUŞU 2012

AKÇANSA ÇİMENTO SANAYİ VE TİCARET A.Ş. ESAS SÖZLEŞME TADİL METİNLERİ

BUĞDAY RAPORU

HUBUBAT PİYASALARINA BAKIŞ

SULAR HAKKINDA KANUN (1)

TÜRKİYE MADENCİLİK FAALİYETİ

MODERNLEŞME DÖNEMİNDE OSMANLI DENİZ TEKNOLOJİSİ VE TERSANE-İ AMİRE

I.HAFTA. Maden Kanunu Uygulama Yönetmeliği Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığından Resmi Gazete Tarihi: 03/02/2005 Resmi Gazete Sayısı: 25716

GEÇMİŞTEKİ İZLERİYLE KAYSERİ

(Sayı: 1-4) MADENCİLİK DERGİSİ MAKALELER BİBLİOGRAFYASI. Ali Rıza Atay

626 Türkiye Cumhuriyeti ile Federal Almanya Cumhuriyeti arasında imzalanan Kültür Anlaşmasının tasdiki hakkında Kanun

' 783 Vakıflar Umum Müdürlüğünün 1952 Bütçe yılı Hesabı Katî Kanunu

Coğrafya Proje Ödevi. Konu: Hindistan ve Nijerya nın Ekonomik Özellikleri. Kaan Aydın 11/D

seviyesine çıkarak be her tonuna 16 4/5 sterlini bulmuştur. Ağustos ortalarına doğru /7 ye inen kurşun fiatı 30.8.

ALTIN MÜCEVHERAT. Hazırlayan Birsen YILMAZ T.C. Başbakanlık Dış Ticaret Müsteşarlığı İhracatı Geliştirme Etüd Merkezi

DÜNYA DEMİR ve ÇELİK İSTİHSALİ İÇİN DEMİR CEVHERİNİN ve KÖMÜR REZERVLERİNİN YETERLİĞİ (*)

İÇİNDEKİLER: Birinci bölüm DIŞ TİCARET SİYASETİ

TARİH BOYUNCA ANADOLU

T.C. GELİR İDARESİ BAŞKANLIĞI İSTANBUL VERGİ DAİRESİ BAŞKANLIĞI Mükellef Hizmetleri Usul Grup Müdürlüğü

ESKİ GÜMÜŞHANE (SÜLEYMANİYE MAHALLESİ) VE PANAYIR ALANI

İçindekiler GENEL PRENSİPLER. Birinci B ö l ü m : HUKUK NİZAMI :

1. Tacir hükmi şahıs ise yevmiye defteri, defteri kebir, envanter defteri ve karar defteri;

İktisat Tarihi I. 5/6 Ocak 2017

MADDE 4. Bu kanun hükümlerini Dışişleri ve Ulaştırana Bakanları yürütür.

ÖZEL DURUM AÇIKLAMA FORMU

10. SINIF TARİH DERSİ KURS KAZANIMLARI VE TESTLERİ

EREĞLĠ KÖMÜR HAVZASINDAKĠ OCAKLARIN DEVLETÇE ĠġLETTĠRĠLMESĠ HAKKINDA KANUN (1)

2006 yılında 79 milyarı ihracat olmak üzere toplam milyar dolar dış ticaret hacmi hedefleniyor.

20 Derste Eski Türkçe

SÜLEYMAN ŞAH TÜRBESİ

1116 numaralı mektep pansiyonları kanunu lâyihası ve Ma arif ve Bütçe Encümenleri mazbataları

1938'de Madencilik. mevcut değildir; bilâkis bir istikrar göze çarpmaktadır : İşte 1938 ikinci yansına ait bakır fiyatını gösteren cetvel :

Rahman ve Rahim Olan Allah ın Adıyla EKONOMİK DURUM

2016 YILI İPLİK İHRACAT İTHALAT RAPORU

19 HAZİRAN 1951 TAEİHLl TÜRK - İSPANYOL TİCARET VE ÖDEME ANLAŞMALARINA EK PROTOKOL

1155 Ecnebilerin Türkiyede ikamet ve seyahatleri hakkında kanun. (Resmî Gazete ile neşir ve ilâm : 16/VII/ Sayı : 3961)

İşletmesinde Toz Problemi TKİ. OAL. TKİ Maden Müh.

DURAKLAMA DEVRİ. KPSS YE HAZIRLIK ARİF ÖZBEYLİ Youtube Kanalı: tariheglencesi

1593 sayılı Umumi Hıfzıssıhha Kanunu ve Meskenlerin Haiz Olacakları Sağlık Şartlarına Ait Talimatta bu şartlarla ilgili hususlar belirtilmiştir.

Musul Sorunu'na Lozan'da bir çözüm bulunamadı. Bu nedenle Irak sınırının belirlenmesi ileri bir tarihe bırakıldı.

2016 YILI DAMGA VERGİSİ TUTARLARI

2006 YILI EGE BÖLGESİ NİN 100 BÜYÜK FİRMASI

İktisat Tarihi II. 13 Nisan 2018

Savaş DİLEK Jeoloji Yük.Müh

Transkript:

3

kafatasındaki beyin yerinin boşluğu 1480-1550, Neanderthal insanının 1230, Pithecanthrupos'un 850, şempanze maymununun ise 600 santimetre mikâbıdır [1]. Zekâ denen cevherin hayvanda tekâmülü insanı doğurdu. İlk insan da ilk medeniyeti yarattı. En eski taş devri medeniyetini de Ortaasyanın sırlı toprakları saklar. Tarihin yontma taş "Paleolitik,, devri insanla başlar. Hayatını kurtarmak mecburiyetinde olan o zamanın avcı insanları fazla selâbet ve metanete sahip sileks ve kuarzit taşlarını büyük bir zorlukla yontarak kendine silâh yaptı. Jeologlar Paleolitik devreyi yeni ve eski olmak üzere iki kısma ayırıyorlar, bu uzun mücadele yıllarında yontma taşlar mütemadiyen tekâmül etti, silâhlar tenevvü etti, yumruk taşları baltaya, bıçağa tahavvül etti. Hattâ bu devrenin sonlarını teşkil eden Ren epokunda Renin kemiklerinden iki milimetre kalınlığında dikiş iğnesi bile yaptı, insanlar karakışın uzun günlerinde mağaralarının duvarlarını kazarak nakışlarla süslediler. insanlar şüphesiz en müşkül günlerini bu devrenin sonu olan yeni Paleolitik'in magdeliyen kısmında yaşadılar. Beş metre yüksekliğindeki vücudunu uzun kıllarla örten mamutlar son Glasiye istilâsından cenuba doğru göç ederken yontma taş devrinin cesur insanı etrafını saran bin zorluğu bin bir kahramanlıkla yendi. Daha sonra da tabiatin manzarası değişti, Glasiyeler hudutlarına girdi, iklim ısındı, Renler kutba çekildi, insan kafaları daha büyüdü. Mücellâ taş devri başladı: Dördüncü zamanın Oleosen Devrini jeoloji kitapları şöyle taksim ediyor: 1. Neolitik, cilâlı taş epoku Paleolitik insan sırasile avcı, çoban, çiftçi olmuştu. Neolitik insan artan zekâsile taştan olan aletlerini baltasını itina ile parlattı; zenaat kadar da ziraate bağlandı. Daha çok hayvanlarını ehlileştirdi, topraklarından buğday, arpa, hattâ kenevir yetiştirdi, kumaş dokudu, mağaralarını bıraktı, vahşi hayvanlardan korunmak için geceleri kara ile rabıtası kesilen, göller üzerine, ahşap meskenler yaptı. Tarihte en mühim medeniyet merhalesi hiç şüphesiz madenin keşfidir, ilk bulunan maden de bakırdır. Bir noktai nazara göre de demirin daha evvel keşfedildiği ileri sürülmekte, sebep olarak ta insanların tabiatte buldukları cevheri ateşle madenleştirdiklerine göre demirin 700 derecede ayrıldığı, halbuki bakırın ise 1083 derecede zeveban, 2310 derecede galeyan ettiği gözönüne konulmakta ve binaenaleyh, bu harareti ilk insanların bulmasının müşkülâtı gözönünde tutularak demirin tarihi daha eski olması ihtimali düşünülmektedir. Fakat bugüne kadar elde edilen neticelere göre bakır ilk bulunan maden olarak kabul edilmektedir. Acaba bakırın ilk bulunduğu yer neresidir?. Garp en eski bakır ocaklarını İsadan beş bin yıl önce Sinayada Mısırın üçüncü Dinastisi tarafından işletildiğini kabul ediyor [2]. Diğer bir ilim kitabında bakırın Isanın doğumundan takriben 2500 yıl evvel Avrupaya geldiği ve asıl bakır devrinin de bundan takriben 400-800 sene sonra başladığı yazılmaktadır. Mısırda ise bakırın İsadan 3000-4000 yıl önce tanıldığı kaydedilmektedir [3]. Şimdi garp ilminin ortaya koyduğu bir vaziyet var: Avrupaya bakır ancak milâttan takriben 2000 yıl önce gelmiştir. Demek ki, bundan evvel Avrupa neolitik devreyi yaşıyordu. [1] Lehrbuch der Geologie. E. Kayser. IV. Band f2] La Prehistoire Orientale: J. Morgan [3] Die Technik. M. Feldhaus

Isadan 4000-5000 yıl önce de bakın Mısırda buluyoruz. Acaba bu meta Mısıra nereden geldi? (Larousse de la Metallurgie) bakır için fransızca "cuivre,, in iştikak ettiği Lâtince «cuprum» kelimesinin Kıbrıs Adasının ismi olan "cipris,, den geldiğini yazıyor. Bu Lâtince kelimenin ise Asurce bakır manasına gelen "kipar,, sözünden alındığını da diğer bir ilim kitabı söylemektedir [1]. Görülüyor ki bakırın Avrupaya geliş seyri şarka doğru uzamaktadır. Asurlar madencilikte - diğer sahalarda olduğu gibi - Sumerlilerin talebesidir. Buna ait vesikaları sıralamadan evvel Ortaasyanın cilâlı taş devrini gözden geçirelim: Bu devrin tarihi îsadan takriben on bin yıl evvel başlamaktadır. Madenin ise keşfi Asyada milâttan en az 7000 yıl önce başlar [2]. Esasen bunu müeyyit birçok vesaik vardır. Son asırlarda bu eski Türk ülkelerinde muhtelif maden ocaklarına rasgelinmektedir. Hattâ Altay Dağlarında bulunmuş olan maden izabesine ait fırınlarla Türklerin maden sanayiine bihakkin vâkıf oldukları anlaşılmaktadır. Boğazköyde keşfedilen vesikalar Etilerin burada milâttan dört bin yıl önce başlıyan bir medeniyet-kurdukları meydana çıkmıştır. Ilk zamanlan bu tarihî vesikaların Turanı bir ırka ait olmadığını ileri sürecek kadar hissî tesirler altında kalan garp ilminin itiraf ettiği bir hakikat vardır: Ortaasyadan dünyanın dört tarafına yayılan insanlar. Cilâlı taş devrinin çoban ve çiftçi insanları bu mıntakada vukubulan coğrafî ve iklimî tahavvüllerden kurtulmak, kendilerine daha güzel mer'alar aramak mecburiyetinde kaldılar. Muhaceret biri yekdiğerinin yerini alması demektir; bu da şiddetli kavgalara bağlıdır [3]. insan kavgalarında ise - bugün olduğu gibi - her vakit bir medeniyet tefevvuku esastır. Asya ırkının muhaceret ettiği illerde yerleşmesi, barınması ellerindeki vasıtaların ve kendilerinin daha mütefevvik olduğunu anlatan açık bir delildir. Bu tefevvukla Türk gittiği yere yüksek medeniyetini beraber götürmüştür. Nitekim cenuba doğru uzanan Türk kafileleri bakırcılığını da beraberinde götürdüğünü Hindistanda Küngaryada bulunan 424 adet saf bakırdan mamul baltalar da müeyyittir. Garbin ilim kitaplarında - bilhassa on dokuzuncu asra kadar - bir ehli salip taassubunun kâbusu saklı gibidir. Türklerin mazisinde göçebelik, akıncılık ileri sürülerek medeniyetleri olmadığı iddia edilip durulmuştur. Halbuki Ortaasyanın muhaceret hareketini sırf bir medenî ihtiyaç kamçılamıştı. Nitekim milâttan 5000-6000 yıl önce Asyanın kuraklığından uzaklaşan Sümer Türklerini iki ırmak arasında medenî inkişaflarına müsait bir ülkeye, Mezopotamyaya yerleşmiş buluyoruz. Garbe Büyük Türk Medeniyetini kat'iyetle tesbit ve takdir ettiren son ilmî hâdise 1897 tarihinde Rus âlimlerinden" Jadrintsef'in Orhon Irmağının üzerinde Karakurum şehri harebelerinin yakınında bulduğu büyük bir kitabedir. Danimarkalı âlim "Vilhelm Tomson,, on dört, on beş satır tutan bu abidenin yazısının: (Orhon yazısı başka bir numuneyi taklit etmeksizin resen icat edilmiş harfler) olduğunu kabul etmektedir [4]. Herhangi bir kopye olmıyarak yazıyı icadı gibi medeniyetin son merhalesine erişen bir ırkın madenciliğinin tarihi daha çok evvellere uzanacağı bedihidir. Nitekim Amerikalı Pumpellay Ortaasyada madenle beraber cilâlı taşın insanlar tarafından kullanıldığı (Eneolitik) devrin sonu Isadan 5200 yıl önce olduğunu tesbit ediyor [5]. Bu hesaba göre de madenin keşfi daha eski yıllara kadar gider. Bu suretle maden cevherinin Asyadan gelen insanlar tarafından evvelâ [1] Profesör Viktor Tafelin sözleri, Türk Tarihi Ana Hatları Seri l\ No. 24 [2] Tarih: Sahife 14 [3] Tarih'. Beşer Tarihine Giriş saf. 15 [4] Türk Hukuk Tarihi Notları [5] Türk Tarihinin Ana Hatları. Seri II. No. 24

Mezopotamyaya ve Mısır Kıbrıs yolu ile Avrupaya götürüldüğü muhakkaktır. Çünkü Anadoluya yerleşen Asyalıların bu zenaatte milâttan 4-5 bin yıl önce bakır işlediği işaret edilen Mısırlılardan daha çok ilerde olduğunu batı tarihlerinin sahifelerinde buluyoruz: (Institut Grand- Duche de Luxembourg) dan Dr. M. Lucius diyor ki [1] «Boğazköy civarında Etilerin kütüpanesine ait tuğla yığınlarında bir muhaberat vesikası bulunmuştur; buna göre milâttan 2000 yıl önce Mısır fır'avunlarından biri arkadaşı bulunan Eti Kiralına mektup yazarak kendisine demir gönderilmesini rica etmektedir.» Fakat daha esaslı ve umumî tetkikat ihtiva eden Dr. G. Contenau, eserlerinde Eti medeniyetine ait vesikaya istinat eden kıymetli malûmatı vermektedir: [2] İşte maden sanayiine ait satırları aynen alıyoruz: Madencilik: Küçükasyanın büyük serveti maden ve sanayii idi. Eti hükümdarlarının daimî surette fır'avunlurdan altın istemelerinin sebebi onları mamul eşya haline koymaktı. Bu altınlar Mısırdan geldiği miktarda Mısıra iade edilmezdi. Altına verdikleri şekil dolayısile «imal hakkı» elemeği olarak bir kısmı Eti Kırallarının ambarlarında alıkonurdu. Fakat altının büyük kısmı mücevherat ve ziynet eşyası halinde Mısıra gönderilirdi. Diğer bir sahifede: «Etiler harp ganimetlerile yaşıyan bir millet değildi, Anadoludaki madenler sayesinde vasi miktarda maden ve bilhassa demir müstahsili idiler. At yetiştirirler, ihtiyaçlarını temin etmek için para kullanırlardı. Şu iki yazı bize milâttan 4-5 bin yıl önce Mısırın bakır madenini işlemesine rağmen Etilerin madencilik ve maden sanayiinde daha büyük meleke sahibi yani daha eski olduklarını anlatır. Ayni kitabın sahifelerini çevirirsek şu satırlara rasgeliriz : «Etilerin ticaret emtaaları arasında madenler mühim yertutardı. Madenler ve diğer ticaret malları merkep sırtında götürülürdü, yolda satılarak geçtikleri memleketlerin metaları alınır, Avdette bu mallar satılırdı.» «Demir. Büyük Eti İmparatorluğunun mütemadiyen artan diğer bir gelir membaı da demir sanayiidir. Küçükasya demir hususunda çok zengin olup pek eski zamanlarda bunu kıymetli bir madde gibi piyasalara çıkarıyordu.» «Boğazköy kitabelerinde bir Eti Kiralının kendisinden demir istiyen ve ismi bilinmiyen diğer bir kirala Asur veya Babilon Hükümdarı olsa gerek-yazdığı cevabı dercediyoruz: «Kizuvanadaki ambarlarımda bulunan iyi demire aittir, İyi demir imali şeraiti fena idi. Emrim üzerine iyi demir yapılıyor. Daha bitmiş değildir. Bittiği zaman sana göndereceğim. Sabırsızlığını gidermek için de ona demirden bir hançer yolluyor. Şurada kısaca ilâve edelim ki, Avrupanın aşağı yukarı bakır devri yaşadığı bu tarihlerde Etiler tunç devrini aşmış, demirciliğin de ince zenaatlerine girmiş bulunuyor. Bu vek'ayi gösteriyor ki, maden ve onun sanayiinde şark garbin önündedir. Şimdi Küçükasyada maden ticaretinin inkişafını gösteren iki mektup suretini gene Civilisation des Hittites'den alıyoruz: Kanes-Kültepe'de Pusukin'e büyük bir ticaret firmasına; Asur-Samsi ve ortaklarının mektubundan: [1] Sahife: 34 [2] Civilisation des Hittites et des Mitanniens Payot, Paris 1934

"Puzur-Sami sana Su- Anum'un kasasından gelen ve mührümüzle damgalı f î J yirmi üç buçuk maden [2] gümüş getirmektedir. diyor. Asur-Imitti gene Pusukine yazıyor: "Emirlerini aldım. Tabletlerine muttali olduğum gün mümessillerine kurşun almaları için üç maden gümüş verdim. Benim için bir kardeş değil misin? Öyle ise paramı bir postacı ile yolla ilâh» Diğer bir tarih kitabi Eti Kırallarından Topel Kaym'ın ilk defa Suriyeye ticarî münasebetlere girerek eluzattığını yazmaktadır. Bunun için de memleketin demir avansını bir mübadele vasıtası olarak kullanmıştır. Eti Kiralının şark karakolu vazifesini gören Komukların [3] bakır ocaklarında Asurlar menfaatine çalıştığını Hommel zikretmektedir. Komuklar, Asur Kiralına vergi yerine bakır vermekte idiler. [4] Kıralları Kabiteşop ve Kiliteşop zamanlarında madencilik büyük bir inkişaf göstermişti. Hattâ Asur kitabelerinde Ergani "Damdamuza,, diye anılırdı. (Masperaya nazaran 1280 yıl fsadan evvel) Esasen iki ırmak «Dicle-Fırat» arası memleketinin medenî tarihini kuran-tsadan 5-6 bin yıl evvel-sumerler olmuştu. Bilhassa Fırat Irmağının Basra «Eski Sümer» Körfezine yüz kilometre kadar mesafedeki «Ursitesi» (milâttan 3500 yıl önce) medeniyette en parlak devirlerine yetiştiğini son keşiflerden anlıyoruz. Babelliler, Asurlar, Girit ve Hint medeniyeti tamamen Sumerlerin tesiri altında kaldıkları görülmektedir. Sumerlerin alelade san'at eserleri bile Mısırlıların ilerlemiş tarih devirlerindeki işçiliğinin üstündedir. Binaenaleyh: Şu hakikatlerle elde ettiğimiz netice: Bakır devrini garpte Mısır yolu ile Türkler açmıştır. Demir madenciliği ve sanayii de Eti Kırallarına ait tarih vesikalarile Türklerin san'at buluşları olduğunu izah ettik. Demirle bakır arasındaki tunç devrine ait Türklerin sailerinin mahsullerinde bir an duralım. Eski zaman insanlarını taştan sonra yapılan bakırdan mamul alât ve edevat kâfi derece sertliği olmadığından tatmin etmemişti. Bu ihtiyaç da tunç devrini açmıştı. Türklerin ilk zamanları eşya imalâtında kullandığı bu halita, bilâhare bu san'atte incelikler yaratmağa vesile oldu. Türkistan kurganlarında bulunan yüzük tunç devrinde de Türklerin nekadar ilerde bulunduklarını ispat eder. Amerikalı «Pumelly», "Türkistan Hafriyatı» adlı kitabında bu Türk yüzüğünü tahlili neticesinde aşağdak imaddeler elde edildiğini yazıyor. [5] [1] Eski Türklerin en büyük hususiyetlerinden biri de damgadır. Kabilenin, hattâ her ailenin, kendine mahsus bir alâmeti vardı, buna da damga derlerdi; bu damgalarla eşyalarını, mallarını damgalamak âdetti. [2] Bir maden İbranilerin parası olan "Şekil» in altmış misline muadildir ki, takriben bugünkü kilogramın yarısı kadardır. [3] Elyevm bu namda Kafkasyada bir kabile vardır. [4] Tarih: Rıza Nur. [5] Türk Tarihinin Ana Hatları, seri: II. No. 24

Madenciliğin en eski günlerini kısaca heceledikten, Türkün insanlığa bıraktığı büyük madeniyeti gördükten sonra son asırların Türk medeniyetini ve madenciliğini gözden geçirelim: Milâttan evvel Küçükasyada medeniyet kuran Türk Ulusu şark ile garp arasında çok canlı hareketlerile sınaî ve iktisadî bir bağ idi. Türkler Cinden aldıkları malları kervanlarla dağlar arasına sıkışmış olan tarım kumluklarının yollarını takip ederek Gobi çölünden, Tekeraban geçidinden Iran, Mezopotamya, Suriye, garp havzasına indirirlerdi. Sur pazarı manasına gelen Taçin ülkesine, Bizans imparatorluğunun içine kadar gelirlerdi. Büyük Selçuk hükümdarı Melikşahın akrabasından Süleymanın oğlu Kılınç Aslan tarafından kurulan "Konya,, da Selçuklar hükümetinin 250 senelik bir hakimiyetini müteakip Osmanlı Devletini karşımızda buluyoruz. Osmanlı Devletinin madenciliğini iki kısma ayırabiliyoruz: Birinci devrede Türk maden san'atinin inkişafını, ikinci devrede hurafelere ve rehavete bürünmüş saltanatın, yurdumuzun her cephesinde gösterdiği inhitat madenciliğimizde de vardır. Türk kabiliyeti ile büyüyen Osmanlı Devletinde madenciliğimizin büyük bir hissesi olduğunu görüyoruz. Bu yakın tarihin vesikaları da Divani Hümayun Mühimme Defterinden alınmıştır.fl] Bu defterin kayitlerine göre 1290-967 senesinde Anadolu ve Rumelide birçok madenlerimiz işlediği gibi maden sanayii ve madenciliğimizde mümtaz bir mevki muhafaza edilmekte, Anadolu madenlerinin işletilmesine millî müdafaa noktai nazarından ehemmiyet verilmekte imiş. Bu zamanlarda işliyen madenlerimizin cinsleri şunlardır: Demir, bakır, kurşun, gümüş, kükürt, bilhassa güherçile. işletilen başlıca mahaller de: Gümüşane, Keban, inegöl [2] Ergani, Kiğı, Malatya, Maraş, Kayseri, Bilecik... ilâh. dir. Madenciliğin - o vaktin tabirile küreciliğin - mümtaz mevkiini fermanlardan anlıyoruz. Bu meyanda madenlerde çalışanlar imdadı menzil, hazeriye ve seferiye, nal ve kaftan baha, öşrü dem gibi tekâliften affedilirlerdi. Bundan başka madende çalışanların zahire ve kömür ihtiyaçlarının temini de madene civar kariye ehalisine tahmil edildiği vakidir. Gümüş madeni çıkan yerlerde akça darbı müsaadesi bile bir âdetti. Fakat eksik ve kalp para darbı da gazabı mucip olurdu. Belgrat Kadısına 972 Zilkade tarihli mektup ile "darbhanei mezburenin sahibi ayarı, Kemayar ibrahim Ağa buldurulup mukayyet ve mahbus olarak süddei saadetine,, gönderilmesi bildirilmektedir, ki tecziyesi cihetine gidileceği aşikârdır. Padişah Süleymanın kanunnamesinin madenciliğe müteallik maddesinde: "... ve demür kürelerini de Karadeniz kenarında kum cem edip yuyub emekleri geçüb demir hâsıl edeler. Bir yük demürden altı akça alma amma maden mesalihi için gelen demürden nesne alınmaz [3]. Bu emirde de dikkati çeken demir sanayiini teşvik mahiyetinde hareket vardır. Bilecikte işletilen bir demir madeni için gönderilen emirde dikkate değer: "Bilecik Kaçlısına hüküm ki Bilecik madeninde şimdiye değin ne kadar Top yulağı [4] işlenmiştir malûm olmak mühim ve lâzım olmağın büyürdüm ki ne mikdar y ulak ve her yulak ne mikdardır defter idüb yazub bildüresin ve min baad işlenecek yulak onaltışar ve on dörder ve on birer ve yirmişer ve yirmi ikişer kiye olub onbirden aşağı olursa kabulüm olmiya bu hususda ziyade sayedüb eğer odun çeken davarların zahiresi tedarikidir eğer gayridir tedarik edüb ve mademki ocaklardan su çıkub alemden [5] kalmıya küreyi [6] işle- 1] Osmanlı Devrinde Türkiye Madenleri. Ahmet Refik. 1931 [2] Üçüncü Sultan Murat zamanında gümüş akça basılmıştır. [3] Kanunnamei Ali Osman, 23.27.41 den naklen -Osmanlı Devrinde Türkiye Madenleri-. [4] Yuvarlak, gülle. [5] Amelden, işden. [6] Maden, cevherin işlenmiş şekli yuvarlak halde olduğundan madene küre ve madenciye de küreci dendiği tahmin oluna bilir. 8

düb kış erişdi deyü ihmal ve müsaheleden hazer eyliyesin otuz bin mikdarı top başı tedarik etmek babında envai mesai cemilen vücude getüresin ve şimdiye değin ne mikdar ihzar olmuşdır yazub bildüresin Fi 25 rebiülevvel 973 Ahmet Çavuşla Bilecik Kadısına gönderilen şu vesika gösteriyor ki, kamerî 973 yılında Bilecik civarında bir demir madeni işletilmekte ve mahallinde izabe edilmekte, istihsal olunan demir de harp malzemesi olarak kullanılmakta imiş. Serhatlerde binbir kahramanlık yaratan Türk Ordusunun top gülleleri Türk elile Türk san'atile ihzar ve temin olunuyormuş. Tarihin kısa vesikası bir hakikati tekrarlıyor: Yurd refahı ve ordu muvaffakiyetinin özü iç sanayie dayanır. Bugün Cumuriyet Hükümetimiz tarafından kurulması ve ihyası takarrür eden demir sanayiinde evvelce nekadar ilerde bulunduğumuzu Evliya Çelebi [1] Seyahatnamelerinden de anlıyoruz: Evliya Çelebi Samakov'daki demir izabehanemizi şöyle tasvir ediyor: "Ateşi Nemrud yakan körüğünü on adem çekemez. Su değirmeni körüğü çekerek ateşi yakar. Fil gövdesi kadar demir örsler üzre akikî Yemeni gibi kırmızı demirleri sendan üzre koyub camus kellesi kadar çekiçleri ile ve yine san'atli su dolapları vasıtasile kırmızı demire urduklarında zemin ve asumanı türedirler. Serikârda ancak iki üstad ürsü üzre dolab ile birer ikişer kantar demirleri çekiç altına koyup çeküb urmaktadır. Her urdukça demir uzayub çubuk oldukça yine bir sanat ile çark dolabın suyunu keserek şeb ve ruz kâri rüzgâr ederler. Nice seyyahlar bu kârı görüb engüşt her diheni hayret olurlar. Bu kârı ancak görmek ile takdir mümkün olur, yoksa böyle yazmakla olmaz.,, Fen demir sanayii için bugünkü vasıtaları, bugünkü kudreti vermeden çok evvel mahallî vaziyetine göre akan su kuvvetinden istifade ederek körüklerini mihaniki kudretle çalıştıran o zamanın modern demirciliğini, rasyonal bir tarzla işleten Türk kabiliyeti yılların ihmal perdesile yavaş yavaş siliniyor. Dünün bu büyük fabrika kudretlerini, Cumuriyet devraldığı gün saltanatın bıraktığı harabeler arasında kırık, eski tamir ocakları üstünde bulamadı. Bugün demir sanayiinin şahikasına çıkan Avrupa o tarihlerde bizim bu zanaatlarımızı görmek için seyyahlar gönderir ve onlar da Evliya Çelebi'nin tabirince "Engüşt ber diheni hayret,, seyrederlermiş. O tarihlerde yurdumuzun birçok yerlerinde demir madenleri işletilir, eritilir, ona istenildiği şekil verilir, hattâ toplarımız, güllemiz memleket malı cevherlerden dökülürmüş. Budin Kalesini alan, Viyana surlarına kadar daynan Türk kılıcının çeliği zamanın meşhur metaları arasında idi. Hattâ saltanatın ikbal devrindeki tarihini tetkik edersek Türk vüzerasının ve mütefekkirlerinin bulduğu ve aldığı tedbirler iktisadî vaziyeti dolayısile bütün memleketlerde bugün de mutlak bir ekseriyetle tatbik edilmektedir. Meselâ: 1130 [2] tarihinde memleket dahilinden "külçe veya akça bir dirhem zer ve sim diyar ahere,, çıkarılması şiddetle menedilmişti. Çünkü bilhassa Mısır ve Iran fazla baş vererek altın ve gümüş meskukâtı topluyordu. Fakat memleket dahilinde de herhangi fiat temevvücüne mâni olmak üzere: "Simi halisin dirhemi yirmi, su altınının dahi yirmi dört kırat olan halisi dört yüz yetmiş sağ akçaya satılması,, karar altına alınmıştı. Bütün bunlar milletimizin gerek san'at ve gerek iktisadî sahada en ön safta bulunduğu halde son asırlarda bir duruş hattâ bir gerileyiş vardır. Ayni müddette garpta muntazaman bir terakki ve tekâmül göze çarpar. Bu muvazenesizliği ise millî varlığımızdan, millî servetimizden ödemek mecburiyetinde kaldık, İşliyen madenlerimizden çıkan külçe altın akçanın harice gitmemesi düşünülürken sonraları sarayın rehaveti, israfı yüzünden memleketin ziynet eşyalarını bile yabancı pazarlarda buluyoruz. Tıklım tıklım servet ve san'at membaı olan bedestanımız tamtakır oldu. Bu yüzden millî hazine ağır yükler altına girdi. [1J Evliya Çelebi C. 5, S. 425. Ahmet Rejik Tarihinden [2] "Tarih,, Ahmet Refik.

Osmanlı Devleti "Tanzimat Devri,, ile Avrupa "Halkai düveliyesi,, ne girdiği tarihten itibaren Avrupa bazirgânlarından ağır şartlarla borç para almağa başladı. Çünkü sarayın israfı, memleketin iktisadî muvazenesindeki ithalât ve ihracat açığını"herçe bad abad kapamak,, mecburiyetinde idi. O vakitki memleketimizin ekonomi vaziyetini tebellür ettiren, yazımız arasındaki grafikte görüleceği üzere, bu fark muntazam fakat elimdir. Yalnız 1878 senesinden 1918 nihayetine kadar Osmanlı Devletinin ithalâtı "685.501.000,, ihracatı ise 521.039.000, aradaki fark ise 344.462.000 altın Türk lirası tutmaktadır. Bu rakamları ancak 1878 senesinden itibaren onu da cumuriyeti maliyemizin himmet ve gayretile toplanmış buluyoruz. Esasen maliyede bir mirasyedi siyaseti takip eden saltanatın herhangi bir hesapla, muvazane ile alâkası yok idi. Fakat Osmanlı saltanatının bu açığı 1878 senesinde başlamadığı muhakkaktır. Buna en büyük delil de bu tarihten evvelki memleket iktisadî muvazenesizliğini kapatmak için aldığı borç paralardır, işte mirasyedi siyasetinin yadigâr bir puslası: Bu rakamlar bize 1878 tarihinden daha çok evvel memleket ekonomisindeki denksizliği açık olarak anlatır. Bittabi bu paralar alınırken, milletin girdiği ağır yüklerden başka iktisadî istiklâlimizi yıkan birçok imtiyazların da yabancılara lütfü ihsanından çekinilmemiştir ki bunları, ancak Lozan sulhunun çetin çarpışma günlerinde kökünden kaldırmağa Cumuriyetin büyük şefleri muvaffak oldu. Türk cesaret ve şehameti ve Türk san'at kabiliyeti üzerine kurulan muazzam Osmanlı Devleti sarayın sefahet ve israfı yüzünden hergün biraz daha küçülerek inkıraza doğru sürüklenirken bu devrenin madenciliğinin inhitatına şahit oluruz; zaten müreffeh, medenî 10

ülkeler kabarık maden istatistiklerine sahip olanlardır. Bu ölçünün sıhhatini zamanımızla da tevsik edebiliriz. Osmanlı imparatorluğu devri ikbalinde madenciliği istisgar etmemişti. Vakıa madenlerin idaresi "bir hükmü karakuşî,, ye istinat ediyordu amma verilen emirler de zamanına göre isabetleri vardı. İlk defa maden muamelâtının bir kanuna raptı 9 muharrem 1278 tarihli nizamname ile başladı. Bu nizamname maden aramasına, işletmesine, madenlerden alınacak vergiye, maden kalhanelerine mahsustur ve vilâyet maden mühendislerinin vazifesini tesbit eden beş fasıl ve elli maddesi vardır. Fakat bu nizamname 3 muharrem 1286 tarihli nizamname ile tadil edilmişti. Umumî olarak madenleri işletme noktai nazarından "maadini asliye, maadini sathiye,, diye ayırmakta olup 98 maddelik dört faslı ihtiva etmekte idi. 1810 tarihli Fransız Maden Nizamnamesinin lisanımıza tercümesinden ibaret olan taşocakları bu nizamname hükümleri haricinde bırakılmıştı. Nizamname maden arama müddetini bir sene olarak tesbit etmekte, bu müddetin nihayetinde 6 ay daha uzatılmasını caiz görmekte, arama müsaade verilen madende altı ay zarfında işe başlanmasını mecburî kılmakta, arama müsaadesi vali tarafından verilip yalnız arama ruhsatnamesinin bir sureti maden idaresine gönderilmesi ve ruhsatnamenin valinin müsaadesile satılması, maden aramasına izin verilen arazide başkasına ruhsatname verilmemesi gibi maddeleri ihtiva etmekte idi. imtiyaz faslında, 1278 tarihli nizamnameye nazaran, yapılan tadilat ise: imtiyazın Osmanlı Devleti veyahut Osmanlı Devletinin tasarruf ve emlâk hakkındaki 1283 tarihli kanunu kabul eden ecnebi devleti tebaasına verileceği tasrih edilmekte olup imtiyaz müddeti 99 seneye çıkarılmaktadır. imtiyaz sahiplerinin hukuk ve vazifeleri bakımından bu nizamname, hulâsatan, maden işletenler her sene - işletme masrafları tenzil olunmaksızın - yüzde birden beşe kadar, "nisbî resim,, namı altında, memleket dahilinde maden tasfiye edildiği takdirde "kal ve izabe,, masrafı tenzil edildikten sonra bir vergi vermeleri, maden resimlerinin aynen veyahut rayica göre bedelen olması, ayrıca da imtiyaz sahasının beher eski dönümü için beş para kadar bir resim verilmesi, imtiyaz fermanı harcının elli liradan iki yüz altına kadar olması, nisbî resmin ilk 4 senesi için maktu bir bedele raptedilmesi gibi maddeleri ihtiva etmektedir. Maadini sathiye faslında ise: Bu gibi madenlerin arazi sahipleri tarafından bilâ müddet işletilebilip ferman alınması lâzımgeleceği fakat sahibi tarafından işletilmeksizin bu gibi madenleri ihtiva eden yerler için kıymetinin iki misli, binaların ise aynen bedeli verilmek şartile talibi zuhurunda ihale edileceği tasrih edilmektedir. Bu 1286 yılı nizamnamesi 18 zilhicce 1304 tarihine kadar tatbik edilip bu tarihte çıkan yeni nizamname doksan iki maddelik on fasla taksim olunmuştur. 1304 tarihli nizamnamenin esaslı tadilâtı şunlardır: Yığın halinde bulunan "krom, zımpara gibi,, madenlerin imtiyazı kırk seneden az ve 99 seneden fazla olmamak üzere verilmesi, maden arama müddetinin bir sene hattâ ciddî aramalarda bulunulduğu sabit olduğu takdirde daha ziyade temdidi caiz olması, arama esnasında çıkan cevherden numune olarak en yüksek dereceden resim verilmek şartile 100 ton kadar Avrupaya ihracına müsade edilmesi, beher eski dönüm üzerine verilen mukarrer resmin cerid başına ve on kuruş olarak alınması, imtiyaz alanların iki sene sonra işe başlıyabilmesi. Bu nizamname de l rebiülevvel 1319, 21 zilkade 1323 tarihli sadrazamın mektuplarile tadil edilip cumuriyete devrolunan saltanatın madenler üzerinde idare ve murakabesini ihtiva eden nizamname ise 14 safer 1324 ve 26 mart 13'22 tarihinde tanzim ve tasvip olunmuştur ki, bu son nizamname halitası şu suretle teşkil edilmiştir: Madenin ihale ve imal hükümleri kısmen 1286 ve kısmen ise 1304 tarihli nizamnamelerden, maadini sathiye ve mültezimlerin hukuku ve vazifeleri 1304 tarihli nizamnameden, aramağa ait faslı ise 21 zilkade 1323 tarihli sedaretîn tadilât tezkerelerinden mülhem olarak halitalandırılmıştır. 11

Maamafih : Madenlerimizin zabt ve raptı hususunda bu nizamnamelerin tatbiki hiçbir zaman kat'î olmamıştır. Bilhassa saray entrikaları, menfaat hırsı nizamname hükümlerini bir anda param parça ettiği gibi madenlerimizi de muhtelif nüfuzların tesirinde spekülasyon vasıtası olmaktan kurtulamamıştır. Bunlara ait birkaç misali aşağki kısa satırlara sıkıştırmadan geçemiyeceğiz: Musul ve Bağdat civarında petrol bulunması sarayın tama gözünden kaçmadı. 1306 tarihli bir "iradeyi seniye,, ile emlâki şahanesi meyanına ithal edip bu iki büyük vilâyet petrol madenlerinin idaresini derhal "hazinei hassa,,ya verdi. Fakat bunda gaye petrolün harice çıkarılıp işletmek, bu mühim metaı memleket iktisadına ve müdafaasına maletmek değildi; sadece bir spekülasyon... Nitekim ilk iş olarak bir hükmü karakuşî ile sahip bulunduğu bu mühim serveti ecnebi tamama, sermayelerine arz ve devrederek bir kırıntı kabilinden hissement olmağı düşündü. Böylece yıllarca süren pazarlıktan sonra Bağdat Demiryolları Şirketi ile bir mukavele yapıldı. Fakat böyle bir mukavele diğer rakiplerin hırsını tahrik ettiğinden, o zaman vaki olan usul dairesinde, yabancı devletlerin siyasî müdahalelerini mucip oldu. Pazarlık, mukavele, hırs, rekabet çarpışmaları yüzünden de Türkün has malı olan bu servet kaynağı yıllarca atıl kaldı. Toprak dışına sızan petroller de Basra Körfezine aktı, gitti. Bu servetin nekadar mühim olduğunu yeni kurulan şirketlerin istihsalleri ile bilâmel anlıyoruz. Başka bir cepheden karakteristik olan ikinci misali de İstanbulda Sarıyerde bakır madeninde bulabiliriz. Bu madenin imtiyazı 1282 tarihinde Lazaridi Efendi ile Hacı Ali Efendi uhdelerine veriliyor. Fakat bu zatlar bu madeni işlemekten ziyade bir spekülasyon vasıtası olarak aldıklarından 30 birinciteşrin 1294 te İngiliz tebaasından Rid'e devrediyorlar. Mister Rid ise Avrupada kendi memleketinde sermaye bulamadığından gene ayni hisle yeraltı galerileri vasıtasile yıldız sarayının altına varılmak gibi mevhum bir tehlike şayiasını çıkartıyor. Bu suretle sarayın vehminden istifade ederek devlet hazinesinden 30.000 ingiliz altını tazminat alarak esasen istismar kıymeti olmıyan bu madenin imtiyazını feshettiriyor. Halbuki maden nizamnamesi işlemiyen madenlerin imtiyazının feshi lâzımgeldiğini tasrih ettiği halde bu, millet hazinesine, o vaktin rayiç kıymetine göre, pek mühim bir para olan 30.000 İngilize mal oluyor. Buna benzer misaller Osmanlı madencilik tarihinde pek çoktur, hattâ, Türkiye de mevhum bir altın madeni işletmek için Londra borsasında şirket kurularak emisyon yapıldığı ve mevhum madeni işlemek için borsadan toplanan paralar da bazı avantüryelerin hırsını tatmin ettiği muhakkaktır. Zonguldak kömür havzamızdaki saray hırsının tecellilerini taşkömürü faslımıza terkediyoruz. O tarihlerde madenlerimizin yurt nef'i için işletilmesi düşünülmiyerek bir spekülasyon vasıtası olarak kullanıldıklarını ispat edecek vaziyet şudur: Türkiye Curauriyetine devredilen arazideki maden idaresince mukayyet madenlerin miktarı 735 tir. [1] Halbuki işliyenleri parmakla sayılacak kadar azdı. Esasen saltanat devrinde madenlerimizde herhangi bir ihraç politikası takip edilmediği, zaman ve tesadüfün sevkile işlediği yazımızın arasında bazı maden istihsalâtımızı gösteren grafiklerden anlaşılmaktadır. İşte bu şerait dahilinde cumuriyetin devraldığı Türk iktisadiyatının ve Türk madenciliğinin on üç senelik vaziyetini tetkik edelim. Her şeyden evvel şunu da ilâve edelim ki cumuriyet saltanattan bu yurdun topraklarını tesellüm etmeden evvel haricî didişmelerden ve dahilî kargaşalıklardan hakikî bir harabe [1] Maden alımsatımı. A. Husrev 1930 12

haline inkılâp etmişti. Versay Muahedesile idam fermanını kabul etmiyen Türk, hakkı olan istiklâli için büyük yoksulluk içinde harikalar yaratarak çarpıştı, bu çarpışma esnasında da 762.736 kilometre murabbaı sahada yeni Türkiyeyi kurdu. Lozan Muahedesile medenî haklarımızı dünyaya tasdik ettirdi. Harap olan memlekette artık bir imar faaliyeti başlamıştı. Bu yüzden 1923 senesinden 1930 senesine kadar ithalâtımız ihracatımıza nazaran fazlalık göstermiştir. Fakat gümrük istatistiklerimiz tetkik edilirse, ithalâttaki bu rakam kabarıklığını insaat malzemesinin teşkil ettiği görülür. Çünkü memleketin her şeyden evvel imara ihtiyacı vardı. İktisatta açık kapı, mirasyedi siyaseti şiarı olmadığını ispat etmek için cumuriyetimizin son senelerdeki ithalât ve ihracat adetlerini gösteren listeyi yazıyoruz: Seneler 1930 1931 1932 1933 1934 1935 1936 İhracat Türk lirası 151.454.371 127.274.807 101.301.355 96.161.855 92.149.094 95.861.113 28.619.108 İthalât Türk lirası 147.553.703 126.659.613 85.983.723 74.675.881 86.798.908 88.823.480 27.386.757 İhracat farkı Türk lirası + 3.900.668 + 615.194 + 15.317.632 + 21.485.974 + 5.359.186 + 7.037.657 + 1.232.351 + 54.948.660 Şu cetvelin tetkiki gösteriyor ki, Osmanlı saltanatının hiçbir devrinde nasip olmıyan ihracat fazlalığını cumuriyet idaresi 1930 senesinden itibaren temine muvaffak olmuş ve altı sene dört ay zarfında da 55 milyon liralık bir ihraç artışı vücude getirmiştir. Vakıa burada dikkat] çeken bir vaziyet vardır: Haricî ticaret bilançomuzun yekûnu mühim miktarda azalmıştır. Bunun da sebebi 1929 un kara bir gününde başlıyan krizin bütün dünyayı sarmasından başka bir şey değildir. Saltanattan miras: Türkiyeye dünya ticaretinde verilen mevki ham maddeci olmaktan ileri götürülmediğinden Amerika, Avrupa büyük fabrikaları kriz dolayısile kapılarını kapıyarak, işçilerini sokaklara atarlarken iptidaî maddelerimizi satacak müşteri bulmakta zorluk çekilmesi kadar tabiî bir şey olamaz. Esasen gümrük istatistik cetvellerinde bugünkü rakamları tutmamız hükümetin vaktinde aldığı kat'î tedbirler ve öne attığı kuvvetli otoritesinden ilerigelmiştir. Şimdi bu korkunç buhranın dünya madenleri üzerinde tesirini kısaca tetkik edelim: işte esas madenlerden bazılarının fiati: 13

Burada göze çarpan en mühim nokta maden Hatlarının düşüşüdür. Ayni zamanda da maden satışında esas olan ingiliz lirası da sukut etmiştir. Binaenaleyh: Sterlin blokuna dahil olmıyan memleketlerde maden fiatlarının düşüşü iki cepheli olmaktadır. Maamafih: Yalnız maden fiatlarının umumî düşüşünün de nekadar önemli olduğunu göstermek için şu esas cevherlerin borsa kayitlerine nazaran uzun senelerdeki Hat vasatisini aşağya yazıyoruz: Vasatiye esas olan seneler En aşağı fiat vasatisi En yukarı fiat vasatisi Bakır Kurşun Çinko 1875-1933 59 sene 1881-1933 52 sene 1886-1933 48 sene 55.4/6 15.6/6 21.13/7 73.16/10 21.1/8 31.10/4 Bu cetvellerden sonra da krizin madenler üzerindeki tesirini görmek üzere 1930 senesinden itibaren 1935 senesi nihayetine kadar Hatlarını ve bunların memleketimiz madenleri üzerindeki tesirini anlamak üzere Türk lirası ile kıymetlerini görelim: Bu rakamlar bize sterlin ve onun grupuna dahil memleketlerde vasati % 35 kadar düştüğü halde Türk lirası ile bu düşüş nispeti 1934 te /o 71 den fazla olup 1935 senesinde bakır Hatmin artmasile % 67 kadardır. 14

İşte esas madenlerden olan çinko, kurşun ve bakır fiatı 1934 senesine kadar muntazaman düşmüştür. 1935 senesinde ise umumî bir salah gözükmektedir. Fakat bu salah hiçbir zaman uzun yıllara taksim ettiğimiz vasatı fiatı bulmadığı gibi ne umumî harpten evvelki ne de krize tekaddüm eden fiat seviyesine yaklaşamamıştır. Krizin maden cevherleri üzerindeki şiddetini anlamak için harpten evvelki borsa satış fiatlarını gözden geçirirsek kurşunun 1894 yılında dokuz, çinkonun 1886 da 13.107, bakırın da 1889 senesinde 35 altın sterline pek kısa bir müddet için düştüğünü görürüz. Halbuki bugünkü fiat seviyeleri - ki 1934 e nazaran 1935 te 1935 e nazaran da 1936 da muntazam bir yükseliş vardır - eski maden krizlerinin de altında bulunmaktadır. [1] Dünya maden fiatlarının düşüşü, tabiî olarak iki hâdise ile mütenazırdır: Stokun artması, istihlâkin azalması. Dünya maden stokunun vaziyetini göstermek üzere 1929 senesi 100 addedilerek bir grafik tanzim edilmiş ve yazımızın yanına konulmuştur. Bu grafikte dikkati çeken vaziyet kalaydan maada cevherlerdeki stok durumunun 1929 a nazaran daha fazla olduğudur. Kalayın da 1934 senesi başlarındaki stokun 1929 un seviyesinin altına düşmüştür. Şimdi bu madenlerin son vaziyetini gözden geçirelim: Kalayın 1926-1927 senelerinde beher tonu 300 İngiliz lirasını aşmışken 1930 da bu fiat 15 [1] Fiat tahavvülleri hakkında daha fazla malûmat için l, 2, 3, 4 sayılı M. T. A. Mecmualarının dünya umumî durumuna müracaat edilmesi.

100 İngiliz lirasına kadar düşmüştü. Fakat 1931 senesinde kalay müstahsilleri arasında yapılan bir anlaşma neticesinde 1932 senesi ilk üç ayından itibaren 1929 senesine nazaran umumî istihsal üçte bir raddesinde tedricen tenzil edildi. Bu yüzden stok miktarı 66.000 tondan 45.000 tona düştüğünden fiat ta 1933 senesi sonuna doğru 200 İngilize yaklaştı. 1935 senesi zarafında ise kalay fiatı 220-230 İngiliz arasında idi. 1936 senesi İkincikânununda Londra Borsasında kalay fiatı 203.11/3 e kadar düştü. Bu düşüşün sebepleri, 1934-1935 yılında kalay fiatlarını yüksek gören spekülatörler yeni kalay madenlerini çalıştırmak üzere Londra Borsasında şirketler kurmuşlardı; bunlay da son zamanlarda istihsal devresine girmeleri 1931 senesinde müstahsiller arasında yapılan anlaşmağa bazı hissedarların itiraz etmesi ve bir izabehanenin Bolivya fakir cevherlerini zengin cevher karıştırmadan işliyebilmesi için yeni bir prosede bulmasıdır. Aksi takdirde kriz başlangıcında 66.000 ton olan stokun son aylarda 25.000 tona kadar düştüğü halde kalay fiatının herhangi temevvücüne hiçbir mana verilemezdi. Bugünkü 25.000 tonluk stok, 1936 umumî istihlâki 160.000 ton tahmin edildiğinde., mühim sayılmaması lâzımdır. Bakıra gelince: 1916 senesinde anormal denecek derecede yükselen fiat 1927 senesine kadar hafif temevvüçlerle düşmüş ve krize takaddüm eden 1927, 1928, 1929 senelerinde ise gene biraz yükselmiştir. Bu suretle 1920 de 95 ingiliz olan fiat 1929 da 75 İngilizi tekrar bulmuşken, bu tarihten sonra bakır en felâketli günlerini yaşamıştır. Fiat bu temevvüçleri gösterirken dünya istihsal vaziyetinin rakamları şunlardır: 1936 senesi umumî istihlâki 1.600.000 i aşacağı tahmin edilmiştir. Şu rakamlar bize dünya stoku grafiğindeki bakır vaziyetinde tedricî bir salah göstermektedir. Kurşun ve çinko vaziyeti de hemen hemen, bakırı takip etmektedir. Kurşunun 1925 yılındaki fiatı vasatî olarak 35 altın İngiliz iken 1932 yılında bir müddet 9 kâğıt îngilize kadar düştüğünü görüyoruz. Çinkoda ise krize rağmen 1933 senesinde kısmen arttığını görüyoruz. Fakat bunu şöyle izah edebiliriz: Kurşun müstahsilleri arasındaki anlaşma bozulduktan sonra da çinko kartelinin yeniden teşekkülü bir aralık çinko fiatlarının yükselmesini ve tutunmasını temin etmiştir. Fakat son zamanlarda kartelin yeniden bozulması çinko fiatınm, kurşunun altına düşmesine sebebiyet vermiştir. Çinko ve kurşun madenlerinde buhranın tesirini göstermek üzere kriz senelerinde bu cevherlerin fiatını altın esası üzerinden aşağıya yazıyoruz. Sene Kurşunun altın sterlin fiatı 1931 11.841 1932 8.511 1933 7.920 1934 6.828 Çinkonun altın sterlin fiatı 11.162 9.677 10.631 8.517 Gerek bu adetler, gerekse yazımız arasında kurşunun, çinkonun dünya umumî istihsal ve stok grafikleri bize maden er üzerindeki krizin seyrini açık olarak göstermektedir. Dünya 16

maden istihsalâtı 1629 yılına kadar hemen hemen ayni intizamla artmakta, 1930 yılından itibaren 1932 ye kadar ise muntazaman sukut etmektedir. (Dünya krom, kömür, kurşun, çinko, bakır, ve kısmı mahsusumuzdaki demir ve çelik grafiklerine mürrcaat.) 1932 den sonra ise maden istihsalâtında bir yükselme başlıyor. Yaşadığımız 1936 senesine kadar yükseliş seyri ayni intizamla devam etmektedir. Burada nazarı dikkati celbedecek bir nokta var: İstihsalât artması ile fiat artması tam bir tevazün göstermemektedirler. Fakat stok miktarının azalması ile fiat artışında oldukça karşılıklı bir tevazün vardır. Bilhassa umumî olarak maden stoklarının azalması - kalay müstesna - 1935 yılı ortalarında başlamakta olup maden cevherlerinin fiat durumunun sağlamlığı en fazla bu tarihten sonra göze çarpmaktadır. Kalaya gelince: Dünya stok vaziyeti 1933 senesinin son üç ayından sonra 1929 stokunun aşağsına düşmektedir. 1935 senesinin son dört ayında diğer madenlerin aksine olarak stok miktarı çoğalmaktadır. Kalayın son senelerdeki diğer madenlere nazaran gayritabiî gözüken fiat seyri ise stok vaziyetile makûsen mütenasip olarak seyretmiş bulunmaktadır. Binaenaleyh bu vaziyetten, fiatlar üzerinde müessir olan amilin doğrudan doğruya maddelerin stok miktarı olduğu hakikati çıkarılabilir. Vakıa istihlâkten ziyade İstihsalât fazlalığı, stokun çoğalmasını doğurursa da stokun fazla birikinciye kadar geçmesi lâzım zamanda fiatlarda bir değişiklik hissedilmemektedir. Dünya madenlerinin umumî vaziyeti üzerinde durmamızdaki gayemiz, krizin bu kahhar şiddetini Türkiye Cumuriyeti hudutlarının tahfif ettiğini göstermektir. En büyük muvaffakiyetimiz biraz evvel yukarda izah ettiğimiz üzere maden fiatı cephesinden memleketimizdeki tesiri daha fazla olmasına rağmen istihsalâtımızı artırmamızdır. işte kriz senelerine tekabül eden yıllık maden istihsalâtımızı aşağya yazıyoruz: (Ton üzerine) Bundan başka taşkömürü ve krom istihsalimizin muntazam artışı da yazımız arasındaki grafiklerden görülmektedir. Cumuriyet Devrinde madenkömürü ve diğer madenlerdeki istihsal fazlalığının sebebi dünya umumî istihsalâtına nazaran bizim ihracatımızın lâşey kabilinden olduğu atfedilirse de, bu istihsal artışının Lâle Devrinde değil, dünya iktisadî inhitatta bulunduğunu hatırlatırız. Bunda da en büyük amil hükümetimizin buhranı karşılıyan kuvvetli tetbirleridir. Nitekim Türkiye Cumuriyetınin krom ihracatının artışı bu iddianın da haricinde kalır. 17 a C8 e î < 7 32 43 668 66 223

Çünkü dünya krom istihlâki takriben 500.000 ton kadar olduğu halde Türkiyenin istihsali 1935 yılında 150,000 tonu geçmiş ve müstahsiller arasında birincilik almıştır. Halbuki 48 derecelik krom fiatı"c. i. f. Avrupa limanları,, 1927 de 87,5-86, 1929 da 80-87, 1930 da 77,-81, 1934 te ise 70-72 şilin olarak muntazaman düşmüştür. Bu fiat düşkünlüğü diğer maddelere nisbeten az görünürse de 1929 da Türk parasile bir ton krom 44.80 lira ederken bugün bu fiat % 50 den ziyade bir noksanı ile takriben 21 Türk lirası kadardır. Demek oluyor ki, buhranın korkunç şiddetine ve dünya istihsalâtındaki mevkiimizin% 40 gibi azamî sayılacak bir miktara yaklaşmasına rağmen muvaffakiyetle her yıl muntazaman ihracatımızı artırmış ve cihan piyasalarında hâkim bir vaziyete geçmiş bulunuyoruz. Buna mukabil diğer memleketlerin istihsalâtı azalmıştır; yalnız gayet iyi cins kroma sahip bulunan Yeni Kaledonya mevkiini ancak muhafaza edebilmiştir. Bunun başlıca sebebi maden ihracatını başıboş bir halde bırakmayıp, muayyen bir hedefi takip eden iktisadî., politikamızın icap ettirdiği tedbirleri vaktinde almış olmamızdır. Dünya "madenciliğinde iktisadî buhranı ve buna karşı madenlerimizin mevkiini tetkik ettikten sonra, genç Türkiye Cumuriyetinin büyük istikbalinde kendine lâyık bir yeralmasını beklediğimiz mühim madenlerimizi gözden geçirelim: TAŞKÖMÜRÜ HAVZAMIZ: En mühim servet kaynaklarımızdan biri, hattâ başlıcası Karadeniz sahillerine kadar yaslanan taşkömürlerimizdir. Bu gömülü cevherimizin son yıllara kadar ihmali saltanatın kıskanç menfaat hırsından, her şeyde, her yerde beliren coşkun zevk uyuşukluğundan ilerigelmiştir. Halbuki kömür madenlerinden istifade eden, İngiltere, Belçika, Almanya, Fransa ticarette ve sanayide en ileri hamleler yapan ülkelerdir. Esasen son asırlarda hakimiyet ve medeniyet desteği kömürle demirdir. Kömürün ilk keşif hakkı şarkındır. Milâttan bin sene evvel (Moni) adile Cinde kömür kullanıldığını müverrihler tesbit ediyorlar. Yunanlıların da linyit kömürünü kullandıklarım Anokrast kaydetmektedir. Avrupada madenkömürünün keşif tarihini ve kullanma vaziyetini mutlak olarak tesbitte müşkülâta uğranmaktadır, ingiltere, Belçika ve Almanya kömürün Avrupada ilk defa kendi topraklarında keşfedildiğini ayrı ayrı ileri sürmektedirler. Bütün bu tarihler on birinci ve on ikinci asra sığdırılmaktadır. Maamafih, kömür ilk zamanlar teshin vasıtası ve kısmen de demir sanayiinde kullanılmakta idi. Kömür dünya iktisadiyatında mühim bir mevki almağa 18 inci asırda başlar. 18 inci asrın ortalarına doğru dünya kömür istihsali takriben 200.000 ton kadar olup bunun da yarısına yakın miktarını Fransa temin ediyordu. (Bugün ise takriben 1.250.000.000 ton kadar.) Zouguldakta kömürün keşfi 8 ikinciteşrin 1829 tarihinde olup 105 senelik bir yaşı vardır. 18

Bu tarihte buhar kuvveti sanayide yayılmağa, harp ve ticaret gemilerinde tatbik edilmeğe başlamıştı. Donanmayı hümayunun yelkenden buhara geçmesi ve bu yüzden hariçten kömür ithal etmek mecburiyeti tersane ümarasının dikkatini celbetmişti. Terhis edilen askerlere madenkömürü gösterilerek şayet memleketlerinde bu"nesneden,, bulurlarsa hemen ihbar etmeleri, mükâfat verileceği vadedilerek, tenbih ediliyordu. Şu vaziyet gösteriyor ki, yurdumuzda kömür tesadüfle değil, - zamanına göre - sistematik bir arama neticesi meydana çıkarılmıştır. Ereğlinin Kestaneci Köyünden Uzun Mehmet, terhis olunup köyüne döndükten sonra bu yanan siyah taşı aramağa başlamış ve bir gün, Zonguldakta Köseağzı mevkiine buğday üğütmek üzere gelip te değirmene kendinden evvel gelenler çok olduğu için sıra beklemek üzere zahire çuvallarını yıkmış, Niren Deresi kenarına inip herzamanki merakile etrafı gözden geçirirken bir gün evvel yağan şiddetli yağmurların tesirile toplanan molozlar arsında siyah taş parçalarını görmüş, tanımış ve onları toplıyarak değirmenin yanmakta olan ocağına götürüp yakmıştır. Uzun Mehmet bulduğu siyah taşın kömür olduğunu bu suretle tesbit ettikten sonra ertesi gün uzun ve zahmetli bir araştırma neticesinde yağmurların yardığı arklanlarda mostra olarak meydana çıkan kömür damarını bulmuştur. Beraberinde getirdiği kazma ile toprağı kazarak bir miktar kömür çıkarmış ve o yılın ilkbaharında İstanbula götürmüştür. Kendisine 5000 kuruş ihsan olunmuş ve kaydihayat şartile 600 kuruş maaş bağlanmıştır. O tarihlerde ikinci Mahmudun Ereğli mütesellimi Hacı İsmail Ağa kıskançlık yüzünden kendi adamları vasıtasile bu değerli Türk Kâşifi Uzun Mehmedi zehirleterek öldürtmüştür. Zonguldak Havzası, 1829 tarihinde keşfedilmekle beraber ondokuz sene yine yüzüstü bırakıldı. Memleketin muhtaç olduğu bu iptidaî madde 1848 tarihinde Birinci Mecidin onuncu yılında bir emrile "Emlâki Şahanesi meyanına,, ithal ile idaresi "Hazinei Hassaya,, havale edildi. Maamafih: Bu gasp keyfiyetinin de din perdesile örtülmesi unutulmadı. Havzadan istihsal olunacak kömür vakfedilerek "bedeli mukattaası,, da tekkelere, şeyhlere, türbelere, zaviyelere "teberru buyurularak,, hurafelerle cahil halkın dimağı uyuşturuldu. 19

1848 tarihinde işletmesine bilfiil vaziyet eden hazinei hassa havzayı yılda 300 altınlık bir "bedeli menafi,, ile Türk olmıyan Galatalı bir sarraf grupuna ilzam etmişti. Bu çalışma başlangıcı hakiki bir tezebzüp ve tamamile gayrifennî şerait içinde, Hazinei Hassa ve müteahhitler arasında, havza 17 sene bir tecrübe sahası olmuştur. Bu müddet zarfındaki senevi istihsal azamî 50.000 tonu aşmadığından bir taraftan bu millî servetimiz tahrip olunurken, diğer taraftan da memleketin ihtiyacı olan kömür, para verilerek hariçten tedarik ediliyordu. Bu hazin hâdisenin, efkârıumumiyede bıraktığı fena tesiri silmek üzere 1865 tarihinde havzanın idaresi Bahriyeye devredildi. Havzada Bahriye idaresi ciddî bir varlık göstermiştir. Bahriye ümerasından mirliva Dilaver Paşa Ereğli livası kaymakamı ve Madeni Hümayun Nazırı sıfatile işe başlamasını müteakip, kömür çalışma işlerinde bir zapturapt temin eden 8 fasıl ve 100 maddelik 8 nisan 1283 (1867) tarihli bir nizamname yaptı. Nizamnamede bilhassa ocak idaresi, amele, maden direği temini memurların salâhiyet ve vazifeleri tesbit edildiği gibi madenlerin devlet malı bulunduğu, verilen hakkın bir imtiyaz olmayıp âmillik olduğu tasrih edilmekte, hattâ icabında masrafın «tarafı miriden» verilerek ocaklardan istirdadı caiz olduğu da işaret edilmektedir. Bir harabe halinde Hazinei Hassadan Bahriyeye intikal eden havzada o zamana nazaran mühim sayılacak birçok tesisat ve teşkilât yapılmıştır; bilhassa Veli Bey ismindeki kıymetli bir bahriye zabitimizin teşebbüsü ve gayretile "kok,, fırınları ve toz kömürlerden istifade edilmek üzere briket fabrikası meydana getirilmiştir. Çünkü havza ilk çalışma devrelerinde "1882 tarihine kadar,, çıkan kömür mirî fiat olan kantarı 4 kuruştan bahriye idaresine satılırdı: Satılan kömürler de yalnız parça olup tozlar terkedilirdi; bu da millî servetin israfından başka bir şey değildi. Binaenaleyh: damarın cinsine göre toz nisbeti değişen ve mühim bir yekûn ve servet olan kömürlerimizi güneş ve sellerin tahribine bırakmak pek hatalı bir hareket idi. Buna mâni olmak içiu kok ve briket imalinin temini, hiç şüphesiz kayde ve takdire değer bir hâdisedir. 1882 tarihinde havza istihsalini yüzde kırkına ihraç edilme hakkı verilmesi ecnebi sermayesinin dikkat ve alâkasını çekmiş ve saraya bu varlığı da istismar edebilmek için hulule başlamıştır. Sarayın mutat gaflet ve hiyaneti yüzünden havzayı istismar edecek fena şartlarla muhtelif şirketler kurulmuştur. Bu meyanda en mühim sermaye olarak havzaya Ereğli Şirketi 1892 tarihinde Osmanlı Hükümeti Bahriye mimarı Yanko Beyin E'eğli havzasında bir liman inşası için aldığı imtiyazname ile dahil olmuştur. Bahriyenin idaresi Havzada 10 temmuz meşrutiyet devrine kadar devam etmiştir. Bu tarihten sonra Havza idaresinin Nafıaya raptı tekarrür etmişse de Nafıanın devri teslimi esnasında bu karardan vazgeçilerek Ticaret ve Ziraat Nezaretine devredilip yeni bir idare kurulmuş ve ilk müdür olarak Bay Hüseyin Fehmi tayin edilmiştir. Bu suretle idare merkezi Kozludan Zonguldağa nakledilerek bir " heyeti fenniye,, teşkilâtı yapılmıştır. Cihan harbinde havzada Almanların nüfuzu hâkim olduğunu görüyoruz. Havzada teşekkül eden "kömür harp merkezi,, namı altında bir askerî komisyonun riyasetine bir Alman miralay getirildiği gibi mühim vazifeler de Alman zabitlerinin «yedi emanetine» tevdi edilmişti. Bu tarihlerde, Rus Donanmasının birçok dafalar bombardıman etmesine rağman, havza memleketin muharrik kuvvet olarak ihtiyacı olan kömürü temin etmiştir. Zonguldak kömür havzamız en karanlık günlerini, en yaslı saatlerini mütareke yıllarında yaşadı. Saltanat sarayın kalın fakat süslü duvarlarına saklanmış bütün fecayia bigâne iken Türkün bu hakikî serveti yabancının büyük bir iştiha hırsını kamçılıyor, siyasî emeller alenen ibraz ediliyordu. O vakitler Zonguldakta hükümetin hakimiyeti bir sözden ibaretti. Atatürk, Erzurum, Sivas kongrelerini toplar, bir millî teşkilât yaparken, Zonguldak beyaz zabitler idaresindeki siyahı yalancı askerlerinin çivili pabuçlarile çiğneniyordu. Limanda yalancı harp gemilerinin duman- 20

lan tütüyordu. Havzadan istihsal olunan kömürler de İstanbulda müteşekkil "düveli itilâfiyenin,, kömür komisyonunun emrine verilmişti. Fakat bu hal çok sürmedi. Millî kuvvete dayanan Büyük Millet Meclisi Hükümeti bu mühim servet kaynağımızı kurtarmış, millî idareyi orada da kurmuştu. 1337 yılındanberi Zonguldağın millileşme hareketine başlanmıştır. Saltanatın el kesesinden bol ihsanları meyanında temamen Türk olmıyan anasır eline geçen Zonguldağın, millî servetinin teşkilâtlandırılması bu tarihlere kadar uzanır. Esas davamızın tahakkuku için çalışırlarken bu harekette Cumuriyetin sistematik çalışması olmasa bile esas nüvelerin kurulduğu Ankaradan gelen hatifî kuvvetlerin günlük emirlerinde ayanbeyan okunur. Zonguldak tarihi de millî mücadelede kendi hissesine düşen kahramanlık menkabelerile doludur. Kömür ihtiyacını Alemdar ve Şahin vapurları, Zonguldağın birkaç mil açıklarında dolaşan muhtelif bayraklı düşman zırhlıları arasından geçerek uzun Millî Mücadele yıllarında muntazam bir nakliyatla temin etmiştir. Havza kömürlerimizin memleket iktisadiyatında Saltanat Devrine ait istihsal vaziyetini gösteren grafiğin tetkikında iki nokta nazarı dikkati celbetmektedir. Birincisi, miktarın azlığı, ikincisi de bu miktarların gayrı muntazam tahavvülü. Bir kömür havzasına değil ancak bir ocak istismarına bile kâfi gelmiyecek kadar az olan miktar 1865 senesinde 61.145 ton iken 1875 de 142.321 tona çıktığını, 1880 de ise tekrar 55.801 tona düştüğünü görüyoruz, istihsal zikzakları bu işin nekadar fena idare olunduğunu, hiçbir ihraç politikası takip edilmediğini gösterir. Müteakip senelerde ayni keşmekeşe şahit oluyoruz : Meselâ 1895 tarihinde 151.000 ton olan kömür ihracatımız 1900 senesinde Kozluda Kömüriş

420.000, 1910 da ise 764.397 tonu buluyor ki saltanat devresinin en yüksek ihraç senesidir. Umumî Harpte yine, istihsalât, 157.000 tona kadar düştüğü gibi 1921de 342.000 tonu ancak buluyor. Halbuki Cumuriyet Devrinde ise kömür istihsalimiz muntazam bir seyir takip etmiştir. Dünyada hakikî krizin başlangıcı 1929 olmakla beraber kömür fiatının düşüş tarihi 1925 yılından başlar. İşte fiatlar. Zaten dünya umumî istihsalâtını gösteren grafiğin tetkikından kömürün geçirdiği buhran açık olarak gözükür. 1929 tarihinde 1.332.600.000 ton olan umumî istihsalât, 1932 de bir milyarın altına düşmüş 1933 te 1.006.300.000, 1934 te 1.100.000.000 tonu, ve geçen 1935 yılında 1.130.000.000 tonu bulmuştur ki, 1932 ye nisbeten /o 15 kadar bir tereffü olmakla beraber el'an azamî istihsal yılı olan 1929 istihsalâtından % 12 kadar noksandır. Dünyanın bu umumî vaziyetine rağmen bizim kömür istihsalimizin muntazaman arttığını söyledik, bu hususta tam bir fikir elde edilebilmesi için Cumuriyet Devrinin ihracat grafiğini