TOMRİS AKIN Söyleşi: Deniz Kılıç



Benzer belgeler
TÜSİAD YÖNETİM KURULU BAŞKANI HALUK DİNÇER İN KADIN-ERKEK EŞİTLİĞİ HAKKINDA HER ŞEY KISA FİLM YARIŞMASI ÖDÜL TÖRENİ KONUŞMASI

Türkçe Ulusal Derlemi Sözcük Sıklıkları (ilk 1000)

MİM IS 101 İŞ SAĞLIĞI VE GÜVENLİĞİ I NORMAL MİM 211 MİMARİ TASARIM II * MİM 111 ÖZEL ÖZEL

EK-2: İnşaat Mühendisliği Öğrenci Anketi

Necla Akgökçe den bilgi aldık. - İlk olarak ülkede kadınların iş gücüne katılım ve istihdam konusuyla başlayalım isterseniz

TOPLUMSAL CİNSİYET - 2 YRD.DOÇ.DR. ÖZGÜR GÜLDÜ

Murat Çokgezen. Prof. Dr. Marmara Üniversitesi

Günümüzdeki ilke ve kuralları belirlenmiş evlilik temeline dayanan aile kurumu yaklaşık 4000 yıllık bir geçmişe sahiptir. (Özgüven, 2009, s.25).

bilgilerle feminizm hakkında kesin yargılara varıp, yanlış fikirler üretmişlerdir. Feminizm ya da

CATI YALITIM CEPHE DOSYA MEHPARE EVRENOL SELÇUK AVCI BOĞAÇHAN DÜNDARALP. MART 2014 Say 371 Fiyat 10 TL

Cumhuriyet Halk Partisi

KAPSAYICI EĞİTİM. Kapsayıcı Eğitimin Tanımı Ayrımcılığa Neden Olan Faktörler

SADETTİN ÖKTEN İÇİMDE AVM VAR!

Proje Adı: Türkiye Akademisinde Toplumsal Cinsiyet Algısı ve Yansımaları. Araştırma Şirketi Araştırma Veren Veri Toplama Firması

Mimarlık Meslek Pratiği

DERS PROFİLİ. POLS 346 Bahar

Gaziosmanpaşa Koza Sokak Numara 66 / ANKARA KOZA SOKAK, MESA KALİTESİYLE TANIŞIYOR!

MARUF VAKFI İSLAM EKONOMİSİ ENSTİTÜSÜ AÇILDI

Taliban Esaretinden İslam a

DERS 7. Kadın İşi, Erkek İşi: Cinsiyetçi İşbölümü. DÜZEY: 6. Sınıf

Kadın Dostu Kentler Projesi. Proje Hedefleri. Genel Hedef: Amaçlar:

T.C. SAKARYA ÜNİVERSİTESİ FEN EDEBİYAT FAKÜLTESİ MATEMATİK BÖLÜMÜ DIŞ PAYDAŞ ANKET FORMU Google Formlar

AKADEMİK YILI MÜFREDATI. 1. Dönem (Güz) 25 saat 2.Dönem (Bahar) 25 saat. Kodu Ders KREDİ AKTS Kodu Ders KREDİ AKTS

T.C. DÜZCE ÜNİVERSİTESİ Sosyal Bilimler Enstitüsü. Eğitim Programları ve Öğretimi Tezsiz Yüksek Lisans Programı Öğretim Planı.

Kamu Yönetimi Bölümü Ders Tanımları

Türkiye de Toplumsal Cinsiyet ve Kadın Algısı Araştırması

Doğal Afetler ve Kent Planlama

Duygusal ve sosyal becerilere sahip Genç profesyoneller

11- Tasarlayacağımız yer hakkında bilgilere nasıl ulaşabiliriz? Yanıt-11 Lütfen şartnameyi bir kez daha inceleyiniz.

TÜSİAD YÖNETİM KURULU BAŞKANI HALUK DİNÇER İN İŞ DÜNYASI BAKIŞ AÇISIYLA TÜRKİYE DE YOLSUZLUK SEMİNERİ AÇILIŞ KONUŞMASI

Bilgisayarın Yararları ve Zararları

DERS PROFİLİ. POLS 433 Güz Mehmet Turan Çağlar

GÜMÜŞHANE ÜNİVERSİTESİ EDEBİYAT FAKÜLTESİ Felsefe Bölümü DERS İÇERİKLERİ

SAAT KONULAR KAZANIM BECERİLER AÇIKLAMA DEĞERLENDİRME

Giresun Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü İletişim Bilimleri Anabilim Dalı İletişim Bilimleri Doktora Programı Ders İçerikleri

EĞİTİM ÖĞRETİM YILI SORGULAMA PROGRAMI

Sosyoloji. Konular ve Sorunlar

ACR Group. NEDEN? neden?

KİMLİK, İDEOLOJİ VE ETİK Sevcan Yılmaz

KOPENHAG ZİRVESİ IŞIĞINDA TÜRKİYE AB İLİŞKİLERİ

DERS PROFİLİ. Asker-Sivil İlişkileri POLS 436 Bahar Yrd. Doç. Dr. Özlem Kayhan Pusane

Tarihi Mekanların Analizi (MMR 444) Ders Detayları

Kadir CANATAN, Beden Sosyolojisi, Açılım Yayınları, 2011, 720 s. İstanbul.

12. SINIF MANTIK DERSİ SÖKE ANADOLU LİSESİ 1. ORTAK SINAVI KAZANIM TABLOSU (Sınav Tarihi: 4 Nisan 2017)

Türkler Kendi işinin patronu olmak istiyor!

AKADEMİK YILI MÜFREDATI

DEVLET TEŞKİLATINA TEORİK YAKLAŞIMLAR PROF. DR. TURGUT GÖKSU VE PROF. DR. HASAN HÜSEYIN ÇEVIK

YEDİTEPE ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ MEDYA ÇALIŞMALARI DOKTORA PROGRAMI

DERS PROFİLİ. POLS 238 Bahar

İLK FIRSAT 2017 MEZUNLAR BULUŞMASI // 27 Mayıs 2017

4. SINIF PYP VELİ BÜLTENİ. (9 Mayıs- 17 Haziran 2016 )

DERS PROFİLİ. Ulusal Güvenlik POLS 435 Güz

Tom Lloyd. Luke Pearson

HAYATI ŞİMDİ İSTEDİĞİNİZ GİBİ YAŞAYIN. Remley Land, bir Remley Grup projesidir.

DERS PROFİLİ. Diplomasi Tarih I POLS 205 Güz

TOPLUMSAL CİNSİYET TOPLUMDA KADINA BİÇİLEN ROLLER VE ÇÖZÜMLERİ

DERS PROFİLİ. POLS 303 Güz

İnsan-Mekân İlişkisi Bağlamında Yaşlı Dostu Mekânlar

TÜRKİYE DE ETNİK, DİNİ VE SİYASİ KUTUPLAŞMA. Dr. Salih Akyürek Fatma Serap Koydemir

5Element Eğitim ve Danışmanlık EĞİTİM KATALOĞU

Hayatınıza değer katarak, ev sahibi olmaktan öte yeni bir deneyim sunan Seyir Konutları ile sizleri ayrıcalıklı bir yaşama davet ediyoruz.

KADIN CİNSELLİĞİNİN SÖYLEMSEL İNŞASI VE NAMUS CİNAYETLERİ: ŞANLIURFA ÖRNEĞİ

AŞKIN BULMACA BAROK KENT

JÜRİ GÖRÜŞÜ. Yaratıcı düşünmeyi teşvik eden nice yarışmalarda birlikte olmak dileği ile. Prof. Dr. Aysu AKALIN Gazi Üniversitesi

DERS BİLGİLERİ Ders Kodu Yarıyıl Z/S T+U Saat Kredi AKTS Kentleşmenin Ekonomi Politiği. Bu ders için ön koşul gerekmemektedir.

TÜSİAD, dizilerde toplumsal cinsiyet eşitliği için harekete geçti

TOPLUMSAL TEMSİLİYET

TED KDZ. EREĞLİ KOLEJİ VAKFI ÖZEL ORTAOKULU EĞİTİM-ÖĞRETİM YILI SOSYAL BİLGİLER DERSİ 5. SINIF YILLIK PLANI

Etkinlik Listesi BÖLÜM II İLİŞKİLENDİRME AŞAMASI 67

KAMU DİPLOMASİSİNDE KİTLE İLETİŞİM ARAÇLARININ VE MEDYANIN ROLÜ

GMO 1. KADIN ÇALIŞTAYI

Yaşam Boyu Sosyalleşme

DERS PROFİLİ. POLS 337 Güz

REKABET KURUMU, ÖZERKLİK VE İŞLEVSELLİK

ÜNİTE:1. Sosyolojiye Giriş ve Yöntemi ÜNİTE:2. Sosyolojinin Tarihsel Gelişimi ve Kuramsal Yaklaşımlar ÜNİTE:3. Kültür ve Kültürel Değişme ÜNİTE:4

DERS PROFİLİ. Siyaset Sosyolojisi POLS 312 Bahar Yrd. Doç. Dr. Seda Demiralp

Ders Planı - AKTS Kredileri: 2. Yarıyıl Ders Planı Kodu Ders Z/S T+U Saat Kredi AKTS KY/KÇS.601 Yeni Dünya Düzeni ve Kentsel Politikalar

Kazanım İfadeleri. Kendine değer veren insanların (aile-arkadaş vb.) yapıcı uyarılarına kayıtsız kalmaz.

5. SINIF SOSYAL BİLGİLER YILLIK PLANI

ZANAATLA TEKNOLOJİ ARASINDA TIP MESLEĞİ: TEKNO-FETİŞİZM VE İNSANSIZLAŞMIŞ SAĞALTIM

T.C. İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ AÇIK VE UZAKTAN EĞİTİM FAKÜLTESİ MÜFREDAT FORMU Ders İzlencesi

Doğayla Uyumlu Yaşamın Adresi:

Akıllı ve Çevreci Hastane Yatırımları

6. BÖLÜM: BULGULARIN DEĞERLENDİRİLMESİ

Ders Adı Kodu Yarıyılı T+U Saati Ulusal Kredisi AKTS. Siyaset Bilimine Giriş I SBG Yüz Yüze / Zorunlu / Seçmeli

DERS BİLGİLERİ. Ders Kodu Yarıyıl T+U Saat Kredi AKTS

MİSYON, VİZYON VE DEĞERLER

DERS PROFİLİ. Türk Dış Politikası POLS 402 Bahar Yrd. Doç. Dr. Özlem Kayhan Pusane. Mehmet Turan Çağlar

Mirbad Kent Toplum Bilim Ve Tarih Araştırmaları Enstitüsü. Kadına Şiddet Raporu

İHL'yi Ne Kadar Tanıyoruz?

Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi II

Anneye En Güzel Hediye Olarak Ne Alınması Gerekir?

Başkent Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü. Doç. Dr. S. EKER

Takdim. Bu, Türkiye nüfusu göz önüne alındığından her 90 kişiden birinin aday olması anlamına geliyor (TV, Haberleri, ).

Saniye Dedeoğlu Kadın Emeği Konferansı TEPAV-ODTÜ Kadın Çalışmaları 3 Mayıs 2011, Ankara

TARİH LİSANS PROGRAM BİLGİLERİ

Tarih Boyunca Kent, Ticaret, Mekan (MMR 446) Ders Detayları

Türk Sanat Tarihi (ICM 376) Ders Detayları

Kayıtdışı İstihdama Dair Yanıtlanmayı Bekleyen Bazı Sorular

MODERN ÇİZGİLERİN ÇEKİCİ YANSIMASI

Transkript:

TOMRİS AKIN Söyleşi: Deniz Kılıç Kentte erillik meselesi hangi somut görsel öğeleri kapsıyor? Yaşamda nerelerde erillik baskın geliyorsa kentte de bunun izdüşümleri oluyor. Kentte kadınların sokağa belli bir saatten sonra çıkması mümkün olmuyorsa, sokaklar eril oluyor; erkekler kendi kendilerine anlaşıyorlar ve kadın bu yaşam alanında öteki haline geliyor. Yönetici pozisyonları erkekler tarafından doldurulduğunda iş hayatının kuralları erkeksi dünyaya göre kuruluyor; dolayısıyla çalışma alanları buna göre düzenleniyor. Kadınlar yeni tasarlanmış konut projelerinde, ah bir depo alanı olsa diye düşünüyorlar; erkeklerden oluşan topluluk genelde bu alanlara değerlendirilmemiş metrekare gözüyle bakıyor. Bir odanın metrekaresini daha büyük göstermek için o depo alanları yok ediliyor evlerden. Sonra ne oluyor? O eşyalar kullanılmayan balkonlara, balkon yoksa evin kapı arkalarına yığılıyor. Hayat zorlaşıyor. Oysa bu son zamanlarda bozulmuş bir denge. Bakarsanız, yerel ve biraz da eski örneklere, bu sorunların kendiliğinden çözülmüş olduğunu görürsünüz. Demek ki yaşamın doğal dengesini ve dolayısıyla ona bağlı gereklilikleri yok saymanın ve cinsiyet kimliklerini bu kadar öne çıkarmanın kentleşme, modernleşme meselesiyle ilgisi var. Yani sorun sadece erillikte değil. Eğitim alanına bakıldığında, mimarlık bölümlerindeki kadın öğrenci sayısı, erkek öğrenci sayısından fazlayken; çalışma hayatında erkeklerin daha baskın olduğunu görüyoruz. Siz de piyasada yer alan bir kadın mimar olarak bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz? MİMARLIK alanında ofis çalışanı olarak kadınların sayısı erkeklerden az değil, fazla aslında; ancak iş dünyasının dengeleri içinde proje müellifi pozisyonunda çalışan kadın mimar sayısı erkek mimar sayısından az. Yoksa mimarlık ofislerinin sadık, az paraya çalışan çünkü düzen isteyen, düzen kuranları çoğu zaman kadınlardır. Hatta çoğu mimarlık ofisinin ikinci kişisi bir kadındır. Ancak iş proje müellifliği konusuna gelince, erkek egemen dünya benzerlerini yukarıya taşır. Bu durum hem iş dünyasının alışkanlık dinamikleriyle ilişkili, hem de kadının iş dünyasında tam atak yapacağı 30 larının aynı zamanda çocuk ve aileyle ilgili sorumluluklarının arttığı zaman dilimi olmasıyla ilişkili kanımca. Çoğu kadın, bir tercih olarak önüne konduğunda, anne olmayı yeğliyor. Toplumun ve iş dünyasının dinamikleri anne olan mimarın hayatını kolaylaştırmaya yatkın olmadığından, kadın süreçte bir yerlerde geri planda kalıyor. Ön plana çıkan kadınlar da bu dünyada var olabilmek için çoğu zaman ya erkeksi, hatta bazen çapkın kişilikler sergiliyorlar, ya da neredeyse aseksüel, yalnız (ama başarılı) kadın rolünü benimsiyorlar. Abartarak anlatmaya çalışıyorum tabii. Yani erkekleşmeden, sağlıklı bir kadın olarak, anne ve mimar olmak zor. Kadınların estetik değerleri, mekâna ve zamana dair algı biçimleri farklı mıdır? BU soruyu şöyle düşünmek de mümkün: Estetik algı, mekân algısı, zaman algısı nasıl oluşuyor? Kadın ve erkek zihinleri bu bağlamda farklı çalışıyorlar mı? Bu konuda yapılmış çalışmalar var, birtakım bilişsel teoriler, beynimizin çalışma ve depolama şemalarını gösteren. Bu teorilerin 1

çoğu kadın ve erkek zihninin farklı çalıştıklarını doğruluyor. Kadınlar yaygın, geniş zamanlı düşünmeye ve algılamaya yatkın. Erkekler ise şimdiki zaman ve direkt algıya daha yatkın. Dolayısıyla iyi ya da kötü bağlamında değil ama genel kapsamda, kadın ve erkeğin estetik, mekân ve zaman algıları farklıdır. Ancak bu farkın derecesinin sosyal ortam ile çok ilişkili olduğunu da biliyoruz. Kadın ve erkek, sosyal olarak ne kadar ortak paylaşım içinde olursa algılama, değerlendirme, değer verme meselelerinde ne kadar paylaşım içinde olursa, bu farklar gerginliklere dönüşmeden yaşamın tamamlayıcı unsurları oluyor. Ancak ne zaman bu farklar görmezden geliniyor; o zaman bu tansiyon farklı sorunlara, toplumsal yarılmalara neden oluyor maalesef. Eğer kadınların tasarıma yaklaşımları erkeklerden farklıysa, bunun sebebi kadınların erkeklerden farklı bir fiziksel yapıya sahip olması, yaratımsal süreçlere, mekâna, kelimelere ve nesnelere karşı farklı duyarlılıklara sahip olması olabilir mi? BURADA bir kabule göre soru soruyorsunuz. Bir önceki soruda, kadınların erkeklerden farklı düşündüklerini, ancak sosyal paylaşımları arttıkça ortaklıklarının arttığını söylemiştim. Tasarım sürecinde kadın ve erkek olmanın yarattığı farklı katkılar oluyor. Kendimden örnek vermem gerekirse: Ben erkeklerle nisbeten daha rahat çalışıyorum. Bu bir genelleme tabii. Erkeklerle daha rahat çalışmamın nedeni, bahsettiğimiz farklı duyarlılıklar meselesi. Kadın ve erkek bir proje üzerinde çalıştığımızda, projenin farklı tansiyon noktalarını keşfediyor ve kendimi müdahale edebilir görüyorum bu kadın ve erkeklerden oluşan ekibe. Mimarlık ofislerinde de kadın erkek dengesinin bu nedenle gözetilmesi gerektiğini düşünüyorum. Beatriz Colomina nın dış erildir açıklamasını nasıl değerlendiriyorsunuz? Neden tefrişin çok olduğu, iç mekânın önemsendiği projeler kız projesi olarak nitelendiriliyor? KADINLARIN detaylı düşünmeye, hayatın tamamlayıcı yanlarına ve bunların önemini düşünmeye daha yatkın olmalarından herhalde. Bu tanımın ne zaman ve nerede yapıldığı önemli. Aklıma İtalyan mimar Gio Ponti nin 1950 lerde yaptığı her detayın ustalıkla düşünüldüğü iç mekânlar geliyor. Onlar için böyle bir tanım kullanılmadığını biliyoruz. Ponti nin tasarladığı mobilyalar bugün bile çok miktarda alıcıya sahip. Bu bir duyarlılık dengesi. Ve işin ekonomik dengelerin, sosyal dengelerin değişimiyle alakası var. Aradaki mesafeler arttıkça cinsiyet bir ayırıcı olarak kullanılıyor kanımca. İşin toplumsal boyutunu unutmamak gerekiyor. Tomris Uyar ın yazıları, söyleşileri ve soruşturmalarının derlendiği Kitapla Direniş teki söyleşilere bakmanızı tavsiye ederim. Edebiyatta ve toplumda kadın pozisyonunu çok güzel değerlendirmiş biri kanımca. Kendi mesleğimizdeki tansiyonları anlamak için diğer alanların dengelerinden de haberdar olmak gerekiyor. Eşleriyle çalışan kadın mimarların piyasada kendilerini mesleki anlamda yeteri kadar ifade edebildiklerini düşünüyor musunuz? Bir kadının medeni hali onun iş hayatındaki başarısını etkiler mi? BU konu tamamen kadının ve erkeğin (bu soru bağlamında eşlerin) kendilerini nasıl tanımladıkları ve daha önce de belirttiğim gibi sosyal hayatı ne kadar eş düzeyde paylaştıklarıyla alakalı. Kadın kendini sadece eş lik eden olarak tanımlar; erkekle eş it olma 2

çabası taşımazsa sosyal hayatta bozulan denge, iş hayatında da bozulur. Burada basit bir denklem var: Özel hayatında kadın ve erkek ne kadar sağlıklı ve paylaşımcı hayatlar yaşarlarsa, iş hayatlarında da o düzeyde üretken ve mutlu olmaları mümkün görünüyor. Ha, soru bir genellemeden, evli ya da bekâr olmanın kadın mimarlar için fark yaratıp yaratmadığından bahsediyorsa, evet, toplumdaki denge bozuklukları nedeniyle, proje müellifliği bağlamında bekâr olmanın bir avantaj olduğunu söyleyebilirim. Şantiyelerde işçilerin kadın mimarlara karşı tutumu, erkek mimarlara olan tutumundan farklı mı? Yaşadığınız ya da bildiğiniz sorunları paylaşabilir misiniz? BU durum, kişinin kendini tanımladığı pozisyonla ilgili. Ben genel olarak böyle bir sorun yaşamıyorum. O nedenle bu bağlamda akılda kalıcı tek olay hatırlamıyorum. 2007 yılında ESOGÜ Mimarlık Bölümü ndeki Eril Kent konulu bitirme projesinde konuk jüri üyeliği yapmışsınız. Sizce bu konunun mimarlık eğitimine sağladığı katkı nedir? BAHSİ geçen jüride amaçlanan çalışmanın, okulun ve jürinin tavrı nedeniyle tamamlanabildiğini düşünmüyorum. Zaten bu nedenle jürilerin tamamına katılmam mümkün olmamıştı. Jürinin fazla kalabalık oluşu, öğrenci sunumlarının birkaç katı uzunluğunda jüri konuşmaları, projenin dengesini önemli oranda bozdu. Jürinin tavrını da aslında oldukça eril bulmuştum. Eril olmanın iktidar meselesiyle ilişkisi var, iktidarı gösterme meselesi de denge bozucu oluyor. Yoksa amaçlananın kentte erilliğin açığa çıktığı noktaları tespit etmek ve buna bazı mimari sözler söylemek olduğunu düşünüyorum. Ki bu amaç gerçekleşebilseydi uzun süre konuşulacak bir bitirme projesi olabilirdi. Bu bitirme projesiyle kentte ne gibi durumların farkına varıldığını gözlemlediniz? BELİRTTİĞİM aksamalar nedeniyle jürinin tamamına katılamadım. Dediğim gibi, farkına en çok vardığım şey ise üniversitelerdeki erillik sorununun büyüklüğüydü. 3

GÖKSUN AKYÜREK Söyleşi: Gonca Sözer ODTÜ de lisansınızı tamamlarken, toplumsal cinsiyete yönelik bir duyarlılık oluşmuş muydu? BENDE bu tür bir duyarlığın lisans döneminde oluşmadığını söyleyebilirim. Stüdyo gibi derslerde kadın erkek eşitsizliği gibi durumlar söz konusu muydu? BİRÇOK eğitim kurumunda olduğu gibi ODTÜ de de akademisyen kimliklerine baktığınızda, kadınların güçlü ve etkili olduğunu görüyorsunuz. Dolayısıyla, en azından öğrenci olarak bu tür bir eşitsizlik hissetmiyorsunuz. Hatta birinci sınıf yaz stajı kapsamında yaklaşık yetmiş kişilik birinci sınıflar olarak kampus alanı içinde inşaat yaparken bu ayrımın hiçbir biçimde yapılmamış olduğunu şimdi hatırladıkça fark ediyorum. Biz üç kadın öğrenci hasır çelikleri çelik makasıyla kesme işini almıştık ve görevler dağıtılırken inşaatta kadın erkek ayrımı yapılmamıştı. Yüksek lisansınızı yaptığınız dönemde, toplumsal cinsiyetle ilgili bir çalışma yapmayı düşündünüz mü? TARİHİN içinde başka konular zihnimi daha fazla meşgul ettiği için, pek düşünmemiştim. Günümüzde kamusal mekânlara baktığımızda, toplumsal cinsiyet eşitsizliği söz konusu mudur? BİREYSEL özgürlük ve demokratik katılım açısından baktığımda, kamusal mekânları çok problemli buluyorum. Sanırım bu alandaki temel eşitsizlik ya da kısıtlı özgürlük hali toplumsal cinsiyet eşitsizliğini de beraberinde getiriyor. Türkiye de devlet kurumlarının ve bürokratlarının bireye bakışına hakim olan, aileyi ve ailevi değerleri bireyin önünde tutma anlayışı, kamusal alanda da herkese aile içi rolleri yeniden biçiyor. Yani kadın, idealize edilmiş bir ev hanımı kimliğiyle varlık gösterebiliyor ya da bu şekilde var olması bekleniyor. (Burada ev hanımı ve ev kadını arasında önemli bir fark var: Kadına kadın bile diyemeyen güncel bir resmi dilin üretimi.) Ama bence bu genel tavır, erkekler de dahil herkesi hem fiziksel olarak hem de düşünsel olarak sınırlayan bir tavır. Yani kadın olarak hem bedensel varoluşunuzun, giyiminizin, hem de düşüncelerinizin, belli bir sınırsallık ima eden oturup kalkışınızın da denebilecek eylemlerinizin edepli olması gerekiyor. Öne çıkacaksanız da cinsel kimliğinizden uzaklaşarak erilleşmeniz bekleniyor. Bu konudaki en ikonik örnek, ilk ve tek kadın başbakanımız Tansu Çiller dir sanırım. Eşcinselseniz aile içinde marjinal ve asi çocuk olmaktan başka bir adla tanımlanamayacağınıza göre, kamusal alanda daha da marjinalleştirilen bu problem, eşcinsellere bütüncül bir görünmezlik atfedilerek çözülüyor. Yine bu konuda çok temel bir gözlemim ise gündüz bile fazlaca eril olduğu hissedilen kent mekânlarının gece kullanımına dair. İstanbul gibi sadece eğlence amaçlı olmayan, iş yaşamının da 24 saat kesintisiz sürdüğü, birçok sektörde gece vardiyalarının varlığı nedeniyle insanların mobil olduğu bir kentte, akşam 22.00 den sonra çok nadir birkaç hat dışında, kamu taşımacılığı sona eriyor. Bu da özellikle kadınların kamusal mekânlarda güvenli dolaşımını çok azaltan, 4

sınırlandıran bir durum. Diğer taraftan, bireysel özgürlük açısından da baktığınızda, ekonomik imkânlarınıza bağlı olarak, yani sınıfsal olarak yine sınırlandırılırıyorsunuz; arabanız ya da taksi tutma gücünüz yoksa yine çıkamıyorsunuz. Buna karşılık, gündüz saatleri kadar sık olmasa da, daha uzun aralıklı tarifelerle kamu taşımacılığının ekonomik olarak da kâr ederek sürdürülebileceğini düşünüyorum. Avrupa nın pek çok kentinde tarife aralıkları genişletilmiş ve belki rotası kısaltılmış bu tür gece hatları mevcut. Ya da metrolar daha uzun süre çalışıyor. Ama Türkiye de bu tür bir mobilizasyonun yine aynı ahlakçı anlayışla pek de makbul görülmediğini tahmin ediyorum. Bu belki de açıkça itiraf edilen bir neden değil ama toplum için çok yaşamsal olan bir ihtiyaç, görünür hale gelemiyor nedense. Geçmişten günümüze, geleneksel Türk toplumunda kadın evde oturur, erkek dışarıdadır. Ve kentle ilişkisi daha fazladır. Bu durum mimarlığı nasıl etkilemiştir? MİMARLIĞIN da parçası olduğu mekânsal çoğulluk ya da sosyo ekonomik sınıfların tümüne sunulan imkânlar açısından bakarsak, kadının daha çok dışarıda olabilmesi için toplumsal bakımdan bu konuda ortak bir talep ve irade olması gerektiğini düşünüyorum. Yani, kadının toplumsal hayata katılımı konusunda net bir siyasi irade ve destek gerekiyor. Kadın, kadim görevi olan ev işlerinden ve annelikten ya da anne adayı olarak görülmekten nasıl kurtulur? Tabii ki bu görevleri sosyal politikalarla ikame ederseniz. Yani çocuğuna devlet bakarsa ya da babanın da bakmasına izin verilirse. Ev işleri bu kadar sofistike ve talepkâr olmaktan kurtulursa ki bu da kırılamayan toplumsal alışkanlıklarla ilişkili sanırım. Çocuklu bir anne çocuğuyla ya da çocuksuz dışarı nasıl çıkabilir sorusunu sormaya başlarsanız, mimari olarak koşulları oluşturmaya başlarsınız. Örneğin çocuklar için de uygun kamusal mekânlar oluşturursunuz. Yani mimarlığı toplumsal taleplerle birlikte gerçekleştirilen bir üretim alanı olarak düşünürseniz; kadını dışarı çıkarma konusunda toplumsal talep olmadıkça, mimari olarak da çeşitliliğin ortaya çıkacağını düşünmüyorum. Hatta aile temelli bu muhafazakâr yapıyı sürdürme iradesinin en önemli ifadelerinden birini, idealize edilmiş, hayali Türk Evi giysisinin tüm kamu yapılarına giydirilmeye çalışılmasında görüyorum. İstanbul da belediyelere ait pek çok kamu yapısı, örneğin başka kentlerde de varolan Hanımlar Lokali binaları, ya da gayet kentsel işlevli iskele yapıları bile kırma çatıları, cumbaları ve sahte kafes pencereleriyle ev e benzetiliyor. Bu mimari örnekler tüm kenti geleneksel bir aile evi korunaklılığında tahayyül etme durumunun dışavurumu belki de. Aslında aile ve evi bu kadar türdeş ve sakin bir yer değil ama basitçe öyle olduğu düşünülmek isteniyor. Aileyi ve kadını bu şekilde ahlakçı ve geleneksel bir çerçevede hayal edince, düz bir analojiyle, kentin sorunları da evin içindeki sorunlar olarak düşünüldüğünde, babanın otoritesi de eklenerek daha kolay çözülebilirmiş gibi düşünülüyor belki de. Katı, cinsiyetçi işbölümünün simgeleştiği mutfak, kadında üzerine kapatan eril bir örtü gibidir. Mekânların böyle kadın erkek kullanımına göre cinsiyetlenmesi ne kadar doğrudur? MUTFAK ve bütün ev mekânı bir yandan kadının cenderesi, bir yandan da mutlak iktidar alanı. Latife Tekin bir söyleşide bu duruma bir de tersten bakmak gerektiğini söylemişti: Erkekler de evde özgür değil. Kadınlar dışarıya kolay çıkamıyor ama erkekler de evde duramıyor. Mesela 5

emekli olan babaları, dedeleri düşünün; çoğunlukla evde fazlalıktırlar. Bu kuşkusuz tercih değil, temel bazı toplumsal dinamiklerin ürettiği bir durum. Belki erkeklerin de çok farkında olmadıkları bu tür bir mağduriyetleri var bence. Bu durumun değişmesi, kadının evden çıkabilme imkânının oluşturulmasıyla ilişkili. O zaman belki evde kadının yokluğuyla oluşan boşluk erkekler tarafından doldurulabilir. Ya da ev mekânı cinsiyetler arasında daha eşitlikçi kullanılabilir. Birinin sahiplenmesine gerek yok, paylaşılsın yeter. Meslek hayatında kadınların çokça rastladığı bir soruna değinmek istiyorum. Günümüzde görünürlüğün ve meşruiyetin erkekler tarafında inşa edildiği düşüncesiyle, kadın hep arka planda tutuluyor. Mimarlık mesleğinde veya diğer mesleklerde kadının görünürlüğü konusunda neler düşünüyorsunuz? EĞİTİM ve iş hayatında erkeklerin daha avantajlı ve öncelikli tutulduğu belli koşullar ve gerekçeler nedeniyle ortaya çıkan tarihsel bir durum. Virginia Woolf un söylediği gibi, kadının kendine ait bir odası olması bile, yirminci yüzyıla gelene kadar çok kolay olmadı. Türkiye için konuşursak, bunun en azından profesyonel anlamda büyük kentlerde değişmeye başladığını düşünüyorum. Ama ünlü erkek mimarlar, ünlü kadın mimarlardan daha mı fazla? Bilmiyorum, aslında çok da önemsemiyorum. Çünkü ün mekanizmasının kuşkusuz yine erillikle ilişkili farklı dinamikleri var. Gündemi takip ettiğimizde, toplumsal cinsiyet ve kadın konusu üzerinde çok fazla durulmakta. Başta gelen meselelerden biri olan kürtaj, biyo politik mesele haline geldi. Kadının ve bedeninin bu kadar ön planda olmasını nasıl değerlendiriyorsunuz? BU bütün muhafazakâr toplumlarda gözlemlenebilecek bir durum; kadın bedeni erkeğin mutlak iktidar alanı. Bunun için kürtajı düşünmeye bile gerek yok; kadın nasıl giyinecek, bedeni nasıl ve ne kadar görünecek sorusu, sanırım kültürler ve çağlar üstü kadim bir problem. Bu konuda tarih boyunca konmuş o kadar çok yasa, söylenmiş o kadar çok söz var ki. Kadının bedeni, sadece kadına ait ol(a)mamış zaten. Özellikle yirminci yüzyılda, kadının bedensel ve toplumsal koşullar açısından yaşadığı özgürleşme sürecini çok önemsiyorum. Kadın bedeni üzerindeki iktidar söylemlerini kaçınılmaz, verili bir durum olarak göremiyorum. Hatta kürtaj tartışmasını kadın bedenine uygulanan bir tür şiddet olarak görüyorum. Bunun ahlaki olup olmadığı tartışılabilir ama bence nihayetinde bu kişisel bir karardır ve kimsenin bedeni ve hayatı hakkında bu kadar önemli bir kararı verme hakkı elinden alınamaz, alınmamalı. Diğer taraftan, özellikle kız çocuklarının erken yaşta evlendirilmeleri ve buna resmi olarak göz yumulması bence başka bir şiddet türü. Çok erken çocuk doğurmak bence farklı bir şiddet türü. Mimarlık konusunda, her meslekte olduğu gibi eril durumlar söz konusu. Mimarlığı kavramsallaştıran Neufert yapı tasarım kitabına baktığımızda, bütün mutfak ölçülerini anlatırken kadın figürü kullanılmıştır. Tüm diğer standart ölçüleri belirlerken erkek figürü kullanılmış. Erkeğin mimari ölçülerin belirlenmesinde bile baskın olması konusunda ne düşünüyorsunuz? MİMARLIKTA kural koyucunun kimliğini ele veriyor. Anonim olan erkek olduğuna göre, referans beden ölçüleri de ondan gelecek tabii. O nedenle, özellikle eğitimde Neufert ve benzeri standart lardan uzak durmakta fayda var. 6

Usul i Mimari i Osmani kitabından yolara çıkarak, Osmanlı da mimarlığı kavramsallaştıran Neufert benzeri bir durum söz konusu mu? USÛL U Neufert le karşılaştırırsanız, çok farklı gerekçelerle hazırlanmış ve mimarlık tarihi içerisindeki pozisyonu çok farklı bir kitap olduğunu görürsünüz. Osmanlı mimarlığına bir kimlik formüle etmek üzere girişilen bir standartlaştırma çabası. Önerdiği formülasyon açısından karşılığı olmayan, buna karşılık Türkiye de mimarlığın söylemsel tarihi açısından oldukça önemli bir siyasal proje. Mimarlık kültürünün Osmanlı siyasal söylemine dahil edilmiş olması açısından çok büyük önem taşıyor. Bugünkü kimlikçi mimarlık tarihi okumalarının kurucusu, öncüsü. 1873 Viyana Sergisi için hazırlanmış bir gösteri. Mekânsal oran ve ilişkiler yerine pencere çeşitleri, sütun başlıkları ya da yüzey bezemeleri gibi konularda bazı kurallar olduğunu ortaya koymaya çalışıyor. Derdi mimarlık içerisinden bir kültürel kimlik inşa etmek ya da olduğuna inandırmak. O nedenle sanırım en temelde karşılaştırılması imkânsız iki ayrı kategoriye dahil bu kitaplar. Gülru Necipoğlu nun Mimar Sinan kitabı üzerine yazdığınız, Osmanlı da mimarlık kültürüne dair kitap eleştirisinden yola çıkarak, mimarlık kültürü o dönemde toplumsal cinsiyet açısından nasıl yönlendirilmiştir? SÖZ konusu kitap Mimar Sinan ı merkezine alarak, Osmanlı Devleti nin siyasal ve ekonomik bakımdan oldukça güçlü olduğu on altıncı yüzyıl İstanbul unda saray ve çevresi diye nitelendirebileceğimiz, ayrıcalıklı bir yönetici topluluğunun mimari etkinliklerinden bahsediyor. Bu toplumsal sınıf, yönetici erkekler ve onların ailelerinden oluştuğu için, kadınlar kuşkusuz mimar olamasalar da aktif işverenler. Ancak Necipoğlu nun da temel iddiasına göre mimarlığın kuralları, kodları toplumsal olarak belirlenmiş. Sınıfsal farklılıkların kesin bir tanımı olmayan ancak üzerinde toplumsal bakımdan uzlaşılmış belirli sınırlar içerisinde mimari karşılıkları var. Camiler için konuşursak, minare sayısı, kubbe sayıları, çapları ve yükseklikleri, kullanılan malzeme çeşidi ya da dekoratif özellikleri, gibi. Diğer taraftan bu tür temel kamu yapıları özellikle yaptıranlar açısından bakıldığında nasıl bir öznellik alanı olarak işliyor, kadın ve erkek işveren açısından da siyasal pozisyonlarından farklılaşan göstergeler ve kurallar var mıydı? Bilmiyorum açıkçası. Ancak özellikle saray kadınlarının yaptırdıkları yapılar sayesinde görünür olabildikleri bir kamusal yaşamdan söz edilebilir. Saray kadınları, konumlarına bağlı olarak, kamusal alanda da oldukça güçlü aktörler olabiliyorlar. Türkiye de modernleşmenin örneklerinde Atatürk Orman Çiftliği, Ankara Gençlik Parkı gibi halka açık mekânları cinsiyet bakımından nasıl değerlendiriyorsunuz? BU mekânlar, dönemin resmi ya da yarı resmi yayınlarında bol görselle yer alan, bir anlamda o dönem için resmi makamlar tarafından Türkiye de modernliğin sahnesi olarak kurgulanan ve sıkça sergilenen yerler. Sibel Bozdoğan bu konuyu oldukça yoğun bir biçimde tartıştı. Hatta bu dönemin resmi yayınlarındaki kadın imgesinden hareket ederek Cumhuriyet in, cinselliğinden arınmış modern kadın imgesinin merkezde yer aldığı görsel bir projeyi kapsadığını da tartıştı. Ben bu düşünceye katılıyorum. Özellikle kendi yüksek lisans tezimde incelediğim Atatürk Orman Çiftliği ndeki Karadeniz ve Marmara isimleri verilen ve adı geçen denizlerin coğrafi biçimi kopyalanarak inşa edilen Ankara nın yapay denizlerinde, mayolarıyla karma bir ortamda yüzen, eğlenen kadınlı erkekli kalabalıkların fotoğraflarına dönemin resmi 7

yayınlarında rastladım. Toplumsal bir eğlence biçimi olarak yüzmenin Türkiye deki geçmişinin çok da eski olmadığını düşünürseniz, bunu toplumsal talebin doğurduğu bir eğlence biçimi olarak kabul etmek yerine, devletin arz ettiği, uygun gördüğü bir eğlence biçimi olarak karşılamak gerekiyor sanki. Ankara nın tüm yeni kent mekânları; Atatürk Bulvarı, Gençlik Parkı, Çubuk Barajı, bu anlamda farklı kentli görüntülerinin sergilendiği sahneler olarak da görülebilir. Sahne arkasında nasıl gerilimler vardı, o resimlerde bunu göremiyorsunuz. Mesela, o modern görüntülü kadın ve erkekler, kafelerde buluşup flört edebilir miydi? Sanmıyorum. O nedenle, o resimlere bakıp saf bir nostaljiye kapılmamak gerekiyor ya da farklı bir ifadeyle, o resimlere kanmamak lazım. Diğer taraftan, özellikle eğitimde atılan adımlar, kadının özgürleşmesi açısından çok önemli. Geç Osmanlıda karma ve yaygın eğitimde atılan önemli adımlar var. Genel eğitimin kapsamının ve kadının özellikle bu eğitimdeki rolünün genişlemesi açısından Cumhuriyet in çok önemli işler yaptığını düşünüyorum. Ama bu kuşkusuz uzun ve zorlu bir süreç. O fotoğraflar aceleci bir hayali gösteriyor. Kadınların toplumsal hayata daha özgür katılımını sağlayan toplumsal gelişmeleri görmek için biraz daha beklemek gerekmiştir. Günümüzde mekânların çoğu heteronormatif olarak oluşturulmuştur. Giyim mağazalarında erkek ve kadın giyinme kabinlerinin bulunması, kıraathanelere sadece erkeklerin girmesi gibi. Ttoplumda ötekiler diye adlandırılan lgbtt bireylerin bu mekânlarda konumu nedir? LGBTT bireyler ne zaman toplumsal alanda meşruiyet kazanacaklar ve kamusal mekânlarda kamuflajlarından çıkıp görünür hale gelebilecekler, gerçekten bilmiyorum. Bu konudaki muhafazakârlık ya da tepkisellik, diğer toplumsal alanlardaki muhafazakârlık örüntülerinin çok dışında ve karmaşık bence. Ama genel olarak, onlar yokmuş gibi yaşadığımız ortada. Bir mekânı kadın mekânı veya erkek mekânı yapan nedir? ANONİM mekânların tümü erkek mekânı. Eğer kadınlar da dahil olabiliyorsa, demokratikleşmeye başlıyor anonim olan. Bunu da en temelde, kadın erkek ilişkilerinin nitelikleri belirliyor. Toplumdaki cinsiyetlerarası ilişki ve gerilimler doğal olarak mekânların kimler tarafından nasıl kullanılacağını da belirliyor. Anonim olanın cinsiyetlerarası, karma mekânlar şeklinde karşılık bulmaya başlaması ideal olanı. Ortak bir tarihselliğin ürünü olan dilde de benzer bir durum var, örneğin anonim bir meslek erbabıifadesi olarak mimar, bir erkek mimar imgesine tekabül etmiyor mu? Bunun değişmesi için kadınların daha fazla görünür olmaları, bence Türkiye nin en temel sorunlarından biri. Kadınların evlerinden çıkıp toplumsal hayata katılmaları ve varolan kabulleri, sınırları zorlamaları gerekiyor. Ama bu daha önce de söylediğim gibi çok farklı dinamikle birlikte mümkün. Kadın özgürleşemedikçe aslında erkek de özgürleşemiyor. Kadının bıraktığı boşluğu erkek tamamlamaya giriştikçe, her ikisi de tercih hakkının sağladığı esnekliği kaybederek sabitlenmek zorunda kalıyor. Alanlar ve mevziler belirlenince, birinin diğerinin alanına dahil olması çok zor oluyor; ev sokak ikilisinde olduğu gibi. Kapatılma, sınırlama ve hapsedilmişlik hissi, erkek egemen toplumda en çok kadının üzerinde hissettiği eril bir etki. Bu hissi ortaya çıkaran durumlar üzerine neler söyleyebilirsiniz? KADIN ve erkek arasında toplumsal yaşamda kalın çizgiler çizildiği zaman, bu genelde kadının 8

eylem alanını daraltan, aleyhine işleyen müdahalelere dönüşüyor. Belki kadın ve erkek tuvaletlerinin ayrılmasıyla başlıyor. (Bu arada, dört yaşındaki kızımın gittiği kreşte tuvaletlerde cinsiyet ayrımı yok.) Toplumsal kabuller nereye kadar genişletirse oraya varıyor bu ayrışma. Geçenlerde Suudi Arabistan da sadece kadınlar için beş bin kişilik bir kent kurulacağını okudum mesela. Sadece kadınların gidebildiği mekânlar ve kurumlar oluşturulduğunda bunlar sahte özgürlük nişleri olarak bu ayrışmayı destekliyor. Hanımlar Lokali bu açıdan çok iyi bir örnek. Muhtemelen ev kadınlığı becerileri üzerine eğitimlerle de desteklenen, kadınlara özel bir sosyal yaşam sunuluyor bu ortamlarda. Bir erkek lokalinde olacağını düşünebildiğiniz kadar aylaklık yapılabilecek bir yer olduğunu bile sanmıyorum. Kadınlar için oluşturulan tüm bu güvenli alanlar ya da sahte özgürlükler bence bu bahsettiğiniz hapsedilmişlik halinin en net göstergeleri. Ve bugün daha muhafazakâr bir yönetim altında bu tavır daha da güçlenerek kadınları kuşatıyor. Kamusal yaşamı ve bireysel özgürlükleri hiçe sayan kentsel politikalarla geleneksel muhafazakâr sınırlar, cinsiyetçi ve sınıfsal ayrışmalar korunarak güçleniyor. Bu çok daha geniş bir tartışmanın parçası ama hepimizi kadın ve erkek olarak çok yakından ilgilendiriyor. Osmanlı da bilginin inşası konusunda ne gibi eril uygulamalar söz konusuydu? OSMANLI dediğiniz kavram, çok geniş bir döneme yayılan ve oldukça karmaşık bir tarihselliğe sahip. O nedenle bu soru nasıl yanıtlanır bilemiyorum. Ama kendi kitabımın ilgilendiği dönem açısından bakarsam, yani on dokuzuncu yüzyılın özellikle ikinci yarısına; bilim ya da doğru bilginin üretimi diyelim; bunun gerilimli ve dinamik bir iktidar mücadelesi olduğundan bahsedip bilgi mekanizmasının Batı Avrupa ile değişen ilişkilere bağlı biçimde nasıl bir değişim geçirdiğini tartışırken, ortamın tamamen erkeklere ait olduğunu hiç düşünmeden söyleyebilirim. Bilgi, toplumsal ve tarihsel üretim olarak anonim özne(ler) tarafından üretiliyor. Ama o anonim özneyi yerleşik bir önkabulle eril olarak karşılıyoruz. Söz konusu dönemde bilgi üretiminin Batı Avrupa dakine benzer kurumlarla örgütlenmesi gibi bir arayış var. Ondan önce saray ve çevresine eklemlenen, dini bilgiyle oldukça organik bağı olan bir bilim düşüncesi var; daha doğrusu dini ve dini olmayan bilgi arasında çok net bir ayrım yok ve bilim bu bölgenin tamamını kapsıyor. Ancak kurumsal yapısı daha gevşek ve saray çevresine ve kurumlarına eklemlenebilen kişiler üzerinden işleyen bir mekanizma. On sekizinci yüzyılda önce askeri alanda, daha sonra da sivil hayatta Batı Avrupa kökenli bilimsel bilgiye giderek artan bir talep oluşmasıyla birlikte, devlet bu alanda bazı kurumsal adımlar atıp bilimi yeni bir transfer mekanizması olarak kurmaya girişiyor. Ama tarihsel olarak baktığımızda, özneler ve kurumlar hep eril. Belki bilgiyi üretmese de, yayan kurumların sayısı arttıkça, yani bilgi mekanizması resmi olarak kurumsallaştıkça kadınlar bu mekanizmadan daha da soyutlanıyor. Yani toplumda bilgi daha gevşek bir biçimde üretilip yayıldığında, belki kadın erkek arasındaki farklılıktan çok, sınıfsal farklılıklar önemli. Toplumsal hiyerarşinin üst katmanlarında olmanız gerekiyor bilgiyi üretebilmek ve kontrol edebilmek için. Ama toplumda tüm sınıflar arasında yaygınlaşan genel eğitim kurumlarıyla birlikte, sınırlar kadın erkek arasındaki ayrışmaya dayanıyor. Kadınlar erken yirminci yüzyıla kadar büyük 9

oranda okula gitmiyor çünkü. 10

AYDAN BALAMİR Söyleşi: Önder Duyan Türkiye de özellikle Cumhuriyet sonrası yoğunlaşan ilk modernist yapılara olan merakım üzerine, Aydan Balamir in Çağın Dönümünde Bir Mimar kitabıyla ve Sibel Bozdoğan ın Bir Ulusun İnşası kitabıyla tanıştım. Bu bağlamda Türkiye de kadın mimarlar, toplumsal cinsiyet ve Cumhuriyet Türkiyesinin ilk modernist mimarlığı gibi konularda, ODTÜ Mimarlık Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr. Aydan Balamir le bir söyleşi gerçekleştirdim. 04.06.2012, ÖD. İlk olarak mimarlık ve sanat tarihine ilginizin nasıl başladığından biraz bahseder misiniz? ÇOCUKLUĞUMDA uzak bir mimar akrabanın, daha sonra çevremde mimarlık okuyanların etkisinde kaldım. O zamanlar güzel resim yapanlara da mimar olacak denirdi. Mimarlık tarihine ilgim başlarda çalışkan öğrenci düzeyinde idi; lisans eğitimi sırasında hocalarım Serim Denel ve İnci Aslanoğlu nun dersleri beni büyülemişti, fakat tarih yönünde ilerlemeyi düşünmüyordum. 1983 de UC Berkeley e mimarlık kuramı ve metotları alanında kabul edilmiştim. Fakat kısa sürede, Spiro Kostof un derslerini almakla, tarih alanına adım atmış oldum. İlk meslek deneyimlerinizde mimarlık pratiğinde yer aldınız. Sonradan akademiye geçmenizin nedeni nedir? ÖZEL bürolarda çalışmaktan memnundum. ADMMA da asistan olduğum sırada ise, eşimin bürosunda doğrudan işveren istekleriyle karşı karşıya kalınca, serbest meslek erbabı olamayacağımı anladım ve akademik dünyaya bütünüyle geçmeye karar verdim. Toplumsal cinsiyet bağlamında mimar hangi rolleri üstlenebilir? Cinsiyet ayrımı sorunlaştırılarak, proje üzerinden bu sorun aşılabilir mi? FARKLI kültürlerde kadına ve erkeğe yüklenen roller hakkında mimarın fikir sahibi olması ve yerleşik kalıpları sorgulaması gerekir. Sorunların sadece proje üzerinden aşılması kolay değilse de, program aşamasından başlayarak her ölçekte duyarlıklar geliştirilebilir. Tasarımın dişi veya eril olması, ya da bir kadın veya erkek eliyle tasarlanmış olmakla nelerin değiştiği, tartışmaya açık bir konu. Erkek egemen kültürün taşıyıcısı olan bir kadın tarafından eril bir tasarım yapılabileceği gibi, tersi de söz konusu olabiliyor. Farklılık, toplumsal cinsiyet (gender) yönünde bir bilinç geliştirmiş olmakla ilgili. Türkiye de mimarlık okullarında kadın erkek oranı kadınlar lehineyken aynı oranın mimarlık pratiğinde mevcut olduğunu göremiyoruz. Bunun nedeni ayrımcılık yapılması mı? Siz hiç cinsiyet ayrımcılığa uğradınız mı? BEN ayrımcılığa hiç uğramadım. Fakat etrafa bakınca, özellikle şantiyenin erkekler dünyası olmaya devam ettiği gözlenebilir. Bunu aşan kadın yöneticiler yok değil; sözgelimi Ankara Esenboğa havaalanının şantiye yöneticisi bir kadındı; projenin üç mimarından biri de süreçte 11

aktif rol almış bir kadındı. Kadınların mimarlık pratiğinde ön plana çıktığı örnekler yok değil; arka planda kalanların genellikle eşleriyle birlikte anılmaları ya da eşin öne çıkması daha sık rastlanan bir durum. Bu kalıplar metropollerde giderek erimekteyken, küçük şehirlerde daha belirgin. Mimarlık tarihi ve eleştirisi alanında, modern mimarlık akımları ile mesleki ve kültürel kimlik temalarına yoğunlaşan yayınlarınız var. Editörlüğünü yaptığınız ve bir sergiyle başlayıp sonrasında kitap haline getirilen Çağın Dönümünde Bir Mimar kitabınızla Holzmeister in bilinmeyen yönlerini zengin materyallerle sundunuz. On yıla yakın süren bu çalışmanın ne tür zorlukları oldu? ZORLUKLAR daha ziyade zaman ve parasal kaynak bulma yönündeydi. Zaman konusu, fazla iş yüklenmemle ilgili, kişisel bir sorun. Parasal kaynak yaratma konusunda da çok yetenekli olmayışım rol oynamıştır. Büyükelçiliğin sergi ve yayın hazırlığı sırasında katkıları oldu. Nitelikli bir şekilde basımı ise, Boyut yayın grubu sayesinde oldu. Türkiye deki ilk modern mimari hareket, bürokratlar, mimarlar ve planlamacılar tarafından halka dayatılan bir kültürel ve estetik baskı biçimi olarak görülebilir mi? HALKIN başka bir tercihi vardı da modern mimarlık zorla dayatıldı demek mümkün müdür? Sağladığı kolaylıklar nedeniyle, halka da asri olan cazip gelmiştir. Yeni mimariye imrenilmiş olması son derece doğal. Modernin yerleşmesi, savaş sonrası ekonomilerde zaten kaçınılmazdı. Geleneksel konutların ve tarihi yapıların bakım zorlukları ve değişen dünyada yeni modellerin ortaya çıkışı, tercihleri doğal olarak değiştirdi. Çocukluğu geleneksel bir konutta geçmiş biri olarak, ailemin eskiye hiç rağbet etmediğine, hep yeniyi aradığına şahit oldum. Bu konuda tek de değillerdi, nerdeyse tüm bir şehir (Denizli) eski evlerinden kurtulmak için yarışa girmiştir! Buna neden olan bir etken yeninin cazibesi ise, diğeri rantın dayanılmaz kışkırtıcılığıdır kuşkusuz. Konunun bu yönü kültürel ve estetik baskı yla değil, maddiyat temelinde yaklaşılmayı bekler. Cumhuriyet dönemi modernist bakış açısının bilimsel doğruluk iddialarına ve toplumu iyi yönde dönüştürüp kültür, bağlam ve tarihinden büyük ölçüde kopmuş, bütünüyle dönüşmüş bir gelecek inşa etme misyonu yüklendiğine katılıyor musunuz? EVET, misyon kabaca böyle tanımlanabilir. Bu kaçınılmazdı, dönem eğilimleri bu yönde idi. Yıkıcı savaşlar ardından yeni bir dünya kurma isteğini, dönemin koşulları içinde değerlendirmek gerekir. Endüstri Devrimi ile Aydınlanma ve Fransız Devrimi dünyayı bir daha geriye dönülmez şekilde değiştirdikten, ve yüzyıl başında başta Sovyetler Birliği olmak üzere, çeşitli coğrafyalarda büyük dönüşümler yaşandıktan sonra, hiçbir şeyden etkilenmeyip durağan kalmak ne kadar mümkündü? Dünya savaşları ve uzun bir sömürgelik çağı yaşanmasa, belki başka yönlere evrilme söz konusu olabilirdi. Yaşananlardan sonra ise, tarihten kopma isteğinin olmaması, asıl şaşılacak durum olurdu. Mimarlığın kendi dönemine ait olduğunun gözardı edilmesi ve yeniyi oluşturmaktansa eskiye dayanıksız atıflar üzerinden bir mimari yaklaşımın benimsenmesi, günümüzde bir devlet politikası mıdır? ÖYLE görünüyor. Sanat, felsefe, mimarlık gibi üst yapısal alanlardaki koyu cehalet ve 12

öğrenmeye karşı direnç bu kertede olunca, başka türlüsünü beklemek de mümkün olmuyor. Ardında siyasi bir program olduğu da muhakkak; ancak sarf edilen sözlerin ve üretilenlerin niteliğine bakarak, lumpenliğin biraz daha önde olduğunu söylemeden edemiyor insan. 80 li yıllarda Prens Charles da binaların tarihi üsluplarda yapılması yönünde bir girişim başlatmıştı. Haddini aştığını kendisine anlattılar; mimari zevkini ancak kendi özel alanında uygulayabileceğini anlayan Prens, daha sonra bu konuya bir daha girmedi. Bir mimari tarzın devlet politikası olarak dayatılması, otoriter rejimlerde olur. Mussolini döneminde benimsenen neoklasik çizgi ve anıtsallık, bunun en bilinen örneği. Stalin in geride kalmayarak Sovyet halkının da kolonlara ihtiyacı vardır buyurup avangardın kökünü kazıması ise, örneklerin şahikasıdır. Mimaride Osmanlı Selçuklu özlemi kimilerinin sandığı gibi, saf yürekli bir kimlik araştırmasının sonucu olabilir mi? (Adliye sarayları giriş kapıları, iktidardaki partinin genel merkez binası...) OSMANLI SELÇUKLU merakının bir siyasi karşılığı var kuşkusuz. Otuz yıldır resmi ideoloji olan Türk İslam sentezi ve günümüzde farklı kanatlarda meraklısı bulunan Yeni Osmanlıcılık, somut temsilini mimaride bulacak elbet. Öte yandan, kısmen saf yürekli arayışlar da söz konusu olabilmekte. Bunu mimaride bir yenilik olarak görüp, kötü örneklerini görmekten bıktığı modern mimariye tercih edenler de var. En azından çevremdeki cumhuriyetçi aydın görünümlü kişiler arasında bu çeşit yapıları ilginç bulan yok değil. Belki biraz haberdar olanı Osmanlı Selçuklu tipini gerici buluyor ama neoklasiğe bir itirazı yok... Tarihi tarzlarda onca dış cephe dekorasyonu yapılmakta; hepsinin de ideolojik bir karşılığı vardır denemez. Toplumda mimarlık kültürünün seviyesi düşünüldüğünde, buradaki saflığın da yine cehaletten kaynaklandığı söylenebilir. Ne var ki, cahil bırakılmış veya cahil kalmaya istidatlı bir toplum ve karşısında cahil olmayan mimarlar şeklinde iki küme de yok aslında. Mimarlar homojen bir grup değilller; mimarlar arasındaki uçurum, apayrı bir konu. Modern mimarlığın krizine ve mimarlardan kaynaklanan sorunlara hiç girmeyelim istersen... Türkiye nin modernleşme deneyimi içinde mimarların karşı karşıya kaldığı en önemli soru kültürel kimliktir. Türkiye de siyasal ve kültürel yaşamın her alanında doğru kimliğin bulunup bulunmadığı ve bu kimliğin Batı tarafından tanındığına katılıyor musunuz? MİMARLARIN karşı karşıya kaldığı önemli sorulardan bir tanesi diyelim... Kültürel kimlik sorusunun baskın olmadığı, sadece doğru dürüst inşaat yapabilme ve mesleğini gurur ve güvenle icra edebilme yönünde ciddi sorular da olagelmiştir. Bugün talep üzerine Osmanlı Selçuklu mimarisi yapmaya çalışan mimarların hepsi de derin bir kültürel kimlik sorusu ile mi hareket etmektedir? Mesleklerini layığıyla icra edebilecek koşulları olsa belki de bambaşka yönde ilerlemeyi isteyecek olan bir mimar, kendisini çakma tarih yaparken bulabilmektedir. Öte yandan, mesleğin seçkin kesimlerinde kültürel kimlik sorusu üzerine düşünmenin de milli bir spor olageldiği mukakkak. Mimarlık üzerine söylenmiş sözlerin büyük çoğunluğu uzunca bir dönem hep bu yönde birikmiş, mimarlığın başka mecraları fazla konu edilmemiştir. Kültürel olarak Doğu ile Batı arasında kalmış olmaktan başka bir konumlandırma akla gelmeyince, 13

teşhisin tedavisi de şu veya bu yöndeki kimlik egzersizlerinde arandı. Son yıllarda bu konunun mimarlar arasında sönümlendiğini, devlet katında ise yeniden keşfedildiğini görüyoruz. 1940 larda dünya üzerinde büyümekte olan ulusçuluk akımı ile mimaride de klasik formlara dönüşler körüklendi. Bunun en çarpıcı örneği 1934 te inşa edilip 1940 lı yıllarda Paul Bonatz tarafından Opera Binası na dönüştürülen Şevki Balmumcu nun Ankara Sergi Evi dir. Kimlik politikasının ne denli çarpıcı olduğu, tek bir yapı üzerinde egzersiz edildiği görülüyor. Türkiye de her akım ya da üslubun sürekli kesintiye uğratıldığı söylenebilir mi? KESİNTİYE uğramalardan söz edilebilir; bunda Türkiye nin kültürel bocalamaları kadar, dünyadaki akımlardan etkilenmenin de payı var kuşkusuz. Cumhuriyetin ilk yıllarında Birinci Milli denilen Osmanlı neoklasiği yeni rejimi temsil etmekte sorunlu olduğundan, modern mimari tercih edildi. 40 larda modern bırakılıp yeni neoklasik çeşitlerine, 50 lerde neoklasikler bırakılıp yeniden moderne rağbet edildi. 70 lerde ise modernin yerelleşip basmakalıp bir klasiğinin icadını görüyoruz ki, kesintisiz bir damarı TOKİ lerde sürüyor! Günümüz Anadolu kentlerinin birbirine benzerliği ve genel anlamda yapılı çevrenin niteliksizliği 1950 lerde demokrat partinin devletçi politikadan vazgeçip liberal ekonomiyi desteklenmesiyle ve bunun sonucunda oluşan müteahhit, yap satçılar tarafından mı oluşturuldu? LİBERAL politikanın mimariyi bu şekilde vuruşu, yine rant güdümlü ekonominin yerleşmesiyle açıklanabilir. Müteahhit ile yap satçı, zincirin önemli bir halkası ise de, yalnız değiller. Örneğin tarihi dokulara çok katlı imar getiren planlar, çıkar gruplarıyla uyumlu çalışan bürokrat ve teknisyenlerin de profilini ortaya çıkarır. Günümüzde devlet politikası olarak mimarlığın tek tip bir şekilde, kimseye danışılmadan, yarışmalar açılmadan belirleniyor olması, devletin mimarlığı bir araç olarak kullanmak istediğinin başlıca göstergesi değil mi? TAM olarak tek tip denebilir mi emin değilim, fakat özlemin o yönde olduğu görülüyor. Mimarlığın bir iktidar aracı olması yeni bir durum değil; iktidarın yönü ve kalibresi neyse mimarlık da o yöne meylediyor ve kalibresi de o kadar oluyor. Günümüzde Kemalist reformlara yöneltilen en güçlü eleştiri şöyledir: Bu reformların kadınlara kendi hayatlarının özneleri kendilerine özgü yetenekleri ve arzuları olan bireyler olmaktan çok, milliyetçi modernleşmenin nesneleri rolünü veren paternalist bir program olduğudur. Buna katılıyor musunuz? KADINLARIN kendi hayatlarının öznesi olmaktan çok, toplumun ileriye götürülmesi yönünde araçsallaşmış oldukları tespitine katılıyorum. Ancak bu da yine, dönemin genel profilinden çok farklı değildir. 1920 lerde kadınların kendilerine özgü yetenekleri ve arzuları olan bireyler olarak varolabilmesi ender bir durumdu. Batıda Viktoryen ahlakın egemenliği hâlâ sürmekte, emperyal etkileri dünyaya yayılmış halde ve geleneksel toplumların premodern yapıları da direnmekte iken, Kemalist reform keşke dünyada bir ilki başarabilse imiş! Sadece 20 ler değil; 60 lardaki çok yönlü özgürlük hareketlerine kadar, Batı dünyasının toplumsal cinsiyet konusundaki ikiyüzlülüğü, ancak 80 li yıllardan bu yana yaygın biçimde sorgulanıp ortaya 14

serilebildi. Soğuk savaş terimleriyle hür dünya nın pompaladığı ahlak anlayışını hatırlayalım. Hollwood filmleriyle, Reader s Digest vb. matbuatla hayatlarımıza giren popüler kültürde kadının konumu, tüketim toplumunu idame ettirebildiği kadar değerliydi. Geleneksel toplumun ve dinlerin boyunduruğundan çıkabildiğinde, modernleşmenin ideolojik tabanı ile üretim biçimleri her ne ise, bu sefer de onların nesnesi haline gelen kadın, bir milletin / rejimin / sistemin idamesi için nefer olarak işlev görmekte. Günümüzde dinlerin yeniden yükselmesi ile eksenler kaymış olabilir, işin neferlik yönü ise sabit kalmış görünüyor. (Söz konusu sistem olduğunda, ezilenin sadece kadın olduğunu da söyleyemiyoruz gerçi... Bir de, toplumsal cinsiyet konusunu burada kadın erkek temelinde tartışıyoruz; daha kapsamlı bir irdeleme, eşcinsel bireyleri de konu etmeli.) 1940 larda farklı şehirlerde açılan 35 Kız Enstitüsünün amacı, kadınları ev dışında çalıştırarak, kültürel ve toplumsal yaptırımların hala güçlü olduğu bir dönemde, Türk kızlarından aydın eşler, anneler ve ev idarecileri yetiştirmekti. Bu enstitülerin kadının toplumdaki yerini iyileştirmeye bir katkısı mıdır? ENSTİTÜLER kız öğrenciler için korunaklı bir ortam olduğundan, muhafazakâr aileler için de kabul edilebilir bir seçenekti. Dolayısıyla, geleneksel toplumdan moderne geçiş döneminde katkısı olmuştur. Ancak bu geçiş tam bir modernlik sayılabilir mi? Toplumsal cinsiyetin meslek temelinde keskinleştiği kız enstitüleri de, eril kültürün yeniden üretilmesi ve pekişmesinde rol almıştır kanımca. Kemalist inkılâbın en güçlü iki simgesi, mimari ve kadınlar, tek bir binanın estetik ve programatik özgüllüğü içinde birleştirilmiştir. Binalarının sade ve kübik olması kadınların başı açık ve modern giyimiyle beraber aynı fotoğraflarda sunuluyordu. Bu iki simgenin beraber ele alınması ne derecede sağlıklıdır? KADININ özgürleşmiş giyimi ile modern mimarinin özgürleşmiş dilinin birlikte iyi bir kare oluşturacağı açık. Tersi de ilginç olurdu: tarihi bir yapı içinde modern kadın... Fotoğraflar eğer bu şekilde çekilmiş olsaydı, başka bir anlatısı olurdu ya da bugün yine olumsuz bir okumaya tabi olabilirlerdi. İmgeler hep anlam yüklüdürler ve başta niyetlenenden farklı anlamlar da yüklenebilirler. Konuya sağlıklı ya da sağlıksız nitelemesiyle yaklaşmak sağlıklı değil kanımca. Yael Navaro, kız enstitülerine ilişkin çalışmasında, enstitüde okuyan bir kadının yazısını şöyle anlatıyor: Osmanlı evinin dağınık ve pis mutfakları bir köy bakkalına benzetilirken, bunun karşı kutbuna da, düzgün ve rasyonel biçimde düzenlenmiş mutfağında kalori tabloları, çizelgeler, bütçe tabloları bulunan yeni Türk evinin konulduğunu yazar. Bu örnekle beraber 1920 lerde Avrupa daki modernist avangarda ilham vermiş olan Taylorist fikirlerin bizzat kadınlar tarafından popülerleştirildiğini söyleyebilir miyiz? MODERN mimarinin rasyonellik ve işlevsellik düsturlarının özellikle hijyen temelinde savunuluşuna çok güzel bir örnek. Bu özelliğiyle modern mimari, modernleşme programlarında sağlam bir propoganda potansiyeline sahip. Türkiye de yeni rejimle birlikte kadınların yeni mimariyi de nasıl kolayca benimseyip popülerleştiğini anlamak kolaylaşıyor. Tarih boyunca ve günümüzde, kadınların kamusal alanda ve meslek gruplarında fazla yer almamasının nedeni, eril olanın sürekli bunu belirliyor olması mı? Kadınların hazır 15

ve rahat olanı tercih etmesi bunun nedenlerinden midir? BU konudaki sosyal araştırmaları bilmiyorum. Fakat genelgeçer eğilimlere ve dünya deneyimine bakarak, erkek egemen toplumda kadının kamusal alanda ve meslek platformlarında geri planda kaldığı görünen bir gerçek. Dünyada feminist akımlar bunu teşhis edeli çok oldu. Kat edilen yol her kültürde farklı. Feodal yapıların çözülmediği toplumlarda erkeğin belirleyiciliği sürüyor. Kadınların yerleşik düzeni bozma yönünde çabaları olduğu kadar, konformist davrandığı durumlar da yok değil. (Suudi kadınlar biraz öyle, İranlı kadınlar ise kamusal alanda Anadolu kadınından daha güçlü görünüyor.) Geçmişten bu yana kadının eve ait olduğu eril güç tarafından belirlendi. Kadınların kendi ekonomik özgürlüklerini kazanması toplumsal cinsiyet ayrımını zayıflatır mı? TEORİK olarak zayıflatması gerekir, çok örnek de var. Ancak ekonomik özgürlük kadına güç ve mobilite kazandırsa da, toplumda kadın ve erkek için belirlenmiş roller (toplumsal cinsiyet) kolay aşılmıyor. Geleneksel düzende erkeklere ait olan iş kollarında çalışabilen, üst yönetici konumlara da gelebilen kadının, gündelik ilişkilerinde ve özellikle kadın erkek ilişkisinde yerleşik ahlak kalıplarını zorlaması cesaret ister. Yerleşik yapıların metropol kültüründe çözülüşüne karşılık, namus veya nefret cinayetlerinin ve şiddetin devam edişi, ekonomik özgürlükten bağımsız olabiliyor. Osmanlı döneminde çıkarılan fermanlarla kadınların ne giyeceği, hangi tür kumaşlar giyeceği, hangi günlerde nerelere gidilebileceği önceden belirlenmiştir. Bu baskılar toplumsal cinsiyet kavramını ne ölçüde derinleştirmiştir? SADECE kadınlar için değil, farklı din ve etnisiteler, sınıflar ve iş kolları için de giysilerin belirlendiği eski dünyadan söz ediyoruz. Bu dünya farklı gruplar arası eşitliğin esas olduğu bir dünya değildi. Sanırım kahvehaneler erkek egemenliğinin kamusal alandaki en önemli örneklerinden. Sizce bu tip alanların çokluğu eril kentlerin oluşmasındaki önemli bir etken değil mi? KAHVEHANELER erkeğin tescilli alanıdır. Burada eril değerler sürdürülür ve yeniden üretilir. Ancak kadına ait alanlar da yok değil, buralarda da dişiye yüklenen roller yeniden ve yeniden üretilir. Geleneksel yerleşimlerde çıkmaz sokak, avlu gibi mahaller gündüz vakti kadınlara terkedilir; erkek mecbur olmadıkça ortalıkta görülmez, camiye kahveye çekilir. Günümüzde muhafazakâr iktidarların tesis ettiği hanımlar lokali türünden mahaller, toplumsal cinsiyetin yeniden üretilip kemikleşti(rildi)ği yerler olarak, son derece anlamlıdır. Cumhuriyetin kuruluş yıllarındaki, Halkevi ve Köy Enstitüsü gibi, kadın erkek ayrımına dayalı olmayan kurumların yerini cinsiyet temelinde ayrışanların alışı, toplum mühendisliğinin muhafazakâr versiyonu. Pazar kavramını ele alacak olursak; sizce pazarlar kadınların kamusal alanda yer aldığı önemli bir mekân mı, yoksa kendi içine dönük bir yapısı olup kadının mutfağa ait olduğunun altına çizen, alışverişi kadının yaptığını gösteren alanlar mı? PAZARYERİ hemen her toplumda, göreli olarak en özgür alan sayılır. Kadının tek başına sokağa çıkışının da denetlendiği durumları hariç tutarsak, pazarda kaçgöç olmaz.kadının çarşıya çıkarken giyimi denetli ise de alışverişi serbesttir, ortam güvenlidir. Ticaretin uygarlaştırıcı bir büyüsü olmalı; başka bir ortamda tacize eğilimli ya da koyu yobaz olabilen bir erkek, çarşı 16

pazarda gayet düzgün davranır. Alışveriş, kadınla erkeği bir ölçüde eşitler. Pazardaki göreli serbestliği, kadının mutfağa ait olduğu ya da ancak alışverişi üstlenebildiği şeklinde yorumlama eğiliminde değilim. Anadolu da özellikle erzak alımında erkeğin de başrolü paylaştığı gözlenir. Günümüzde toplumsal cinsiyet problemini farklı ölçülerde, farklı disiplinlerde görebiliyoruz. Kapitalizmin hızlı ürettiklerini satmak için kullandığı reklamlarda kadının vücudunun bir obje olarak kullanılması, mutfak reklamlarında sürekli kadının yer alması bu cinsiyet ayrımının hâlâ derin bir şekilde varolduğunu gösterir mi? KONUNUN sonunda kapitalizme bağlanışına sevindim... Gerçek bir cinsiyet eşitliği için sadece feodal yapıların değil, kapitalizmin de çözülmesi beklenmelidir. İnsanoğlunun/kızının sosyalist düzen denemelerinde başarıya ulaşamamış olması, yenilerini geliştirip tekrar denemenin önünü almamalı. Günümüzde yıpranmış/yıpratılmış olan izm ler altında değil, daha kapsayıcı olan antikapitalist şemsiye altında toplanan yeni tahayyülleri, ilgi ve ümitle izliyorum. Antikapitalist bir dünyada toplumsal cinsiyetin de yeniden tanımlanabileceğine dair umudum var. Toplumsal ayrımcılık, birkaç akademisyenin dikkat çekmesiyle ne ölçüde aşılabilir? Mimarlık medyası bu soruna ne ölçüde katkı sunabilir, bu sorunun çözümüne bir mimar olarak nasıl katkı sunabilirsiniz? BİRKAÇ akademisyen dışında, çok daha geniş bir muhalefetin varlığından söz edebiliriz. Birkaç kişiden ibaret olsaydı bile, düşüncenin delici gücü var; yıkılmaz sanılan ne kaleler, başta birkaç kişinin ortaya attığı düşüncelerle delindi, yıkıldı. 80 li yıllarda ünlü bir sigara reklamı vardı, erkekler arasında sigara içen bir kadın ve bir cümle: You ve come a long way baby... ( Uzun yol katettin bebeğim... ) Sigara tüttürebilmeyi, alınmış muazzam bir mesafe ve müthiş bir özgürlük olarak lanse eden bu reklam, özgürlükler ülkesi Amerika daki eril uygarlığın masum sayılabilecek bir göstergesiydi. Geçen otuz yılda, bebekler artık bu kadarla yetinmiyor, katedecek mesafeler katlandı. 17

GONCA PAŞOLAR Söyleşi: Yasemin Ak Öncelikle eğitim hayatınızla ilgili bir soru sormak istiyorum. ODTÜ de mimarlık okuduğunuz dönemde toplumsal cinsiyet ve mimarlık üzerine konuya dikkat çeken hocalarınız oldu mu? EĞİTİM hayatım içinde farklı zamanlarda yapılan okumalarda gündeme gelmiş olsa da, özellikle bu konuya dikkat çekildiğini hatırlamıyorum. Türkiye nin en önemli mimarlık bürolarından birinde çalışmaktasınız. Mimarlık ve toplumsal cinsiyet başlığından yola çıkarak Türkiye de kadın mimar olmayı kendi konumunuz üzerinden nasıl değerlendiriyorsunuz? Toplumsal cinsiyet, farklı kültürlerde, tarihin farklı anlarında ve farklı coğrafyalarda kadınlara ve erkeklere toplumsal olarak yüklenen roller ve sorumlulukları ifade eder. Çalışma yaşamından siyasete, sivil toplum örgütlenmesinden eğitime kadar her türlü alanda toplumsal cinsiyet meselesi tartışılır. Bu tartışmanın mimarlık dünyasında da kendine yer edinmiş olmasını nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu konuyla ilgili kendi deneyimlerinizi bizimle paylaşır mısınız? TOPLUMSAL cinsiyet meselesinin mimarlık dünyasında da tartışılıyor olması tabii ki çok doğal. Ancak kişisel olarak, mimarlık mesleğine ve pratiğine ilişkin tartışmaları cinsiyet ayrımı bağlamında değerlendirmeye pek eğilimli olmadığımı söyleyebilirim. Mimarlık, mimarlık etiği, mimarlık eğitiminin durumu gibi o kadar çok konu var ki kafa yorulması ve problemlerinin çözülmesi gereken, konuyu cinsiyet ayırımı bağlamında değerlendirmek, özellikle de içinde bulunduğumuz dönemde, önceliği sorgulanacak bir tartışma. Belki de bu yüzden uzak durduğum bir konu oldu. Yine de kişisel olarak deneyimlerim üzerinden bir değerlendirme yapmaya çalışacağım. Bu söyleşi benim için daha önce çokça karşılaşmış olduğum, ancak pek de üzerinde durmadığım Mimarlık ve Kadın Kimliği konusunda biraz daha fazla düşünmeme vesile oldu. Bu bağlamda kolayca ulaşabildiğim ve kısa bir özet sunan Boyut Yayın Grubu nun Çağdaş Mimarlık Sorunları/Mimarlık ve Kadın Kimliği kitabından faydalandım. Her şeyden önce, Yekta Özgüven in bu yayında yer alan Türkiye de Kadın Mimarlar (1934 1960) metnindeki tespitini çarpıcı buluyorum. Türkiye de kurumsal olarak mimarlık eğitiminin 1883 yılında açılan Mekteb i Sanayi i Nefise i Şahane ile başladığını, ilk Türk kadın mimarının mezuniyetinin ise bundan 51 yıl sonra, 1934 yılında olduğunu vurguluyor. Tarihi milattan önceki dönemlere kadar giden, MÖ 1. yüzyılda mesleğe dair ilk kitabı yazılmış olan mimarlık alanında Türkiye deki kadın varlığı henüz bir yüzyılı dahi doldurmuş durumda değil. Olsa olsa üç nesilden bahsedilebilir. Bu durum Batı dünyasında da çok farklı değil. Pek de uzun bir tarihi yok meselenin. Mimarlık ve toplumsal cinsiyet ve Türkiye de kadın mimar olmak ile ilgili sorularınızın ve konuya yaklaşımınızın Türkiye de kadın mimarların görünürlüğü üzerine olduğunu anlıyorum. Yani konunun kadın mimar kimlikleriyle, kendilerinin yaptıkları işler ve bu işler üzerinden 18

tanınırlıkları üzerinden değerlendirilmesi hedefleniyor. Bu noktada hemen şunu belirtmeliyim ki, üniversite eğitimimi tamamladığım dönemden itibaren pratik meslek üretimimi kişisel olarak değil, bir kurumun çatısı altında yürütmeyi hedefledim. Bu nedenle belki de görünürlük çabası veya talebi bağlamında doğru bir figür olmayabilirim. Kendi adıma bir ofis kurmak, kendi projelerimi tasarlamak gibi bir varoluş yerine, büyük bir ekibin içindeki önemli figürlerden birisi olmayı hedefledim. Bu hedefime ulaşma yolunda da başarılı olduğumu düşünüyorum ki şu anda EAA nın ikinci büyük ortağı konumundayım. Eğer varsa, Türkiye deki mimarlık ve ona bağlı dallardaki bilinirlik ve tanınırlığımın da spesifik yapılar ve projeler üzerinden değil, EAA kurumu içindeki rolümle ortaya çıktığını düşünüyorum. Mimarlık pratiğinde, her alanda, EAA ve hatta kişisel olarak Emre Arolat ın temsiliyetini üstlenmiş olmamın toplumsal cinsiyet bağlamında ayrımcı bir yaklaşımla karşılaşmamamda etkin bir unsur olduğunu düşünüyorum. Ancak tabii ki bunun ötesinde, bu temsiliyetin hakkını vermek için de yeterince donanımlı olmak şart. Bunu başarmak için yıllarca çok fazla çalışıp mesleki gereklilikleri her şeyin önünde tuttuğumu, bunun için zaman zaman ailemi ve arkadaşlarımı kızdırdığımı ve üzdüğümü söylemeliyim. Mimarlık kadın erkek dinlemeksizin çok fazla emek ve adanmışlık isteyen, buna karşın mükâfatını da o oranda alamayan bir meslek dalı. Aslında en büyük hata da bunu bir meslek olarak görmekte sanırım. Mimarlık ancak sizin yaşam biçiminizi, hayatınızı tarifleyen temel uğraşınız haline geldiğinde gerçekten başarıyı yakalayabileceğiniz bir alan. Belki de bu nokta asırlardır kabul gören, kitlelerce desteklenen ve alkışlanan kadın modeli ile çelişiyor. Yine yukarıda değindiğim yayında, Neslihan Türkün Dostoğlu ( Mimarlıkta Kadının Rolü: Dünyaya ve Türkiye ye Genel Bir Bakış, s. 11) Amerika daki kadın mimarlar ve mimarlık öğrencileri üzerinde yapılan sayısal bir araştırmanın sonuçlarından bahsediyor ve bu araştırmanın kadınların mesleklerini düşük oranda uygulayabildiklerini gösterdiğini vurguluyor. Bunun en büyük nedeninin ise kadının anne olma sürecinin, onun mesleki açıdan ilerleyebilmesinde önemli bir engel teşkil etmesi olduğunu söylüyor. Her ne kadar bu görüşe şüpheyle yaklaşsam da, toplumsal geçerliliğini kabul etmemek mümkün değil. Şüphemin nedeni de aslında engelin çocuk değil, konvansiyonel bir eş ve anne modelinin gerekleri olduğunu düşünmemdir. 06.04.2012 tarihinde Prof. Dr. Uğur Tanyeli nin Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Mimarlık Bölümü nde gerçekleştirdiği Metropolleşen Dünyada Mimarın Rolleri başlıklı söyleşisinden yola çıkarak aklıma gelen bir soruyu size yöneltmek istiyorum. Uğur Tanyeli, metropolde mimar tiplerinin çoğaldığından bahsetmiş, bunlara örnek olarak; tasarımcı, iş adamı, emekçi, akademisyen, star, aktivist, kuramcı, tekniker, ütopist olarak mimar alt başlıklarıyla bu rolleri kategorize etmişti. Acaba bu rollerin arasına kadın başlığını ekleyebilir miyiz? MİMARLIKTA kadın başlıklı bir rol tanımının mesleki bir durum olmaktan ziyade toplumsal bir tarife işaret edeceğini, Uğur Tanyeli nin ise bu tipleri tanımlarken mimarlığı ele alış biçimlerinden ve yönelimlerinden yola çıktığını düşünüyorum. Cinsiyet ayrımının ise bu kategorilerin dışında kaldığını söyleyebilirim. Bu rollerin herhangi birisi, bir mimar için biçilecekse, bir kadın mimar için de geçerlidir. Bahsedilen kategorilerin, eğer kategori olarak tanımlarsak, söz konusu mimarın mesleği icra etme ve dünyayı görme biçimi, birikim, deneyim, eğitim, sezgi ve eğilim gibi birçok kişisel veya kurumsal özelliğin sonucunda ortaya çıktığı 19

söylenebilir. Evet, benzer deneyim ve özelliklerdeki bir kadın ile erkeğin aynı duruma yaklaşımları farklı olabilir, ancak içinde birçok evrensel, bilimsel, teknik ve fonksiyonel veriler ve kısıtlar taşıyan bir hizmet sektörü olan mimarlık pratiği içinde, özellikle de metropol bağlamında değerlendirildiğinde bu farkın herhangi iki birey arasındakinden daha büyük ve özel bir ayırım yaratacağını düşünmüyorum. 2010 yılında, Europe 40 Under 40 ödülünü alarak Avrupa nın 40 yaş altındaki en iyi 40 mimarlarından biri oldunuz, bu başarınızın hikâyesi nedir? Europe 40 Under 40 ödülü, cinsiyetçi davranıyor mu, bu ödülü kazanan kadın erkek dağılımları nasıl? ASLINDA bunu EAA nın başarılarından birisi olarak görüyorum. O döneme kadarki 8 yıllık EAA deneyimimde dahil olduğum tüm işler arasında kişisel olarak daha fazla yer aldığım projelerden yapılmış bir derleme ile bu ödüle başvurdum, ancak EAA da ortaya çıkan tüm projeler bir ekip çalışmasının, özellikle de tasarım bağlamında Emre Arolat ın kendisiyle yapılan uzun konuşmaların ürünüdür. Zira aynı sene EAA nın bir diğer ortağı Kerem Piker de aynı ödüle layık bulundu. Bu bağlamda cinsiyetçi bir davranış sergilendiğini de düşünmüyorum. Evet, bu ödülü alan kadın ve erkek oranı arasında kayda değer bir fark var, %20 80 gibi, ancak zaten kadın mimar sayısının çokluğuna rağmen, dünya genelinde mimarlık pratiğinde görünür olan veya aktif tasarımcı olarak yer alan kadın ve erkek arasında da benzer bir oran var. Sonucun da böyle olması doğal. İstanbul Bilgi Üniversitesi Santral İstanbul Çağdaş Sanatlar Müzesi hangi bağlamda ele alınmıştı? Türkiye deki ve dünyadaki müzecilik anlayışına katkılarını ne noktada görüyorsunuz? Yapının aldığı uluslararası ödül sürecine değinir misiniz? PROJE çalışmasının ilk aşamasında, inandırıcı koruma ve yenileme kanallarını açabilmek için, yerleşmenin ulaşılabilen bütün katmanlarını içeren bir okuma zemininin oluşturulması amaçlandı. Bu anlamda yapılan araştırmalarda, 1910 larda hazırlanan ilk projenin izlerinin sürdüğü, ancak 40 yıl içinde şekillenmiş olan endüstri yapıları yığınında, en baştaki keskin proje kararlarının gevşetildiği, pragmatik hamlelerle formel ihlallerin yapıldığı, makine ve kazan daireleri ile lojmanlar olarak genellenebilecek bina gruplarının stilistik karakterlerinin ve yapım sistemlerinin kararlı bir biçimde birbirlerinden ayrıştırılmalarına karşın, her iki yapı kümesinin de yapıldıkları sırada endüstrileşmiş dünyanın tipik özelliklerini barındırdıkları gibi elle tutulur sonuçlara varıldı. Alanda bulunup vakit geçirdikçe, yapılan taramalarda derinlere daldıkça, paralel olarak kendiliğinden gelişen yer duygusu ile birleşen bu veriler, yenileme ve korumanın tasarım kararlarına ilişkin değerli ipuçları olarak devreye girdi. Durumu ve eldeki nesneyi gözeten, her spesifik karşılaşmada yeniden hesaba katarak hakkını veren dikkatli bir yenileme biçimi, bu oldukça yaygın projenin farklı parçalarının ortak paydası olarak kabul edildi. Bu bağlamda, Çağdaş Sanatlar Müzesi de yine 20. Yüzyıl başında oluşturulan projenin izini sürme çabasının bir ürünüdür. Birbirine bağlanan bu iki kütle ilk dönemde inşa edilmiş olan, ancak projenin gündeme geldiği dönemde birisi tamamen yok olmuş, diğerinin ise betonarme bazasının oldukça harap bir halde yerinde durduğu iki adet kazan dairesi yapısının konumunda, plan izinde ve tam olarak bu yapıların yüksekliğinde tasarlandı. Yapının kitlesel organizasyonu 20