Güneş Sisteminin En Tırt Gezegeni: Uranüs Uranüs özelliksiz bir gezegen değil. Aslında Güneş Sistemi içindeki konumunda, kendine özgü birçok özelliği var. Fakat bu gezegen hiçbir zaman umursanamakta. Belgesellerde dahi üzerinde saatlerce isminin İngilizce telaffuzunun Your anus ifadesini andırması üzerine saatlerce geyik yapılır, özelliklerinden kısaca bahsedilir ve geçilir. Kendisine çok benzeyen Neptün dahi çok fazla şımartılan bir gezegen. Gerek rengi, gerek Plüton un atılmasından sonra sistemdeki son gezegen sayılması, gerek üzerindeki büyük lekesi dolayısıyla Neptün den her zaman uzun uzun bahsedilirken Uranüs e karşı tık yoktur. İnsanların kendi verdikleri isme, üstelik alakasız bir şekilde verdikleri isme kendileri gülmesi yine insanoğlunun Yeter ulan dedirten enteresan bir özelliği. Tıpkı Turkey kelimesinin hem Türkiye, hem de hindi anlamı taşımasına gülmek gibi. Halbuki ülkenin ismi önce, kümes hayvanının ismi daha sonra konmuştur. Aynı şekilde Uranüs ün ismi de Yunan Mitolojisi ndeki gökyüzü tanrısı olan Uranos tan gelir. Tüm bunlar, gökbilimci de olsan bir kahvehaneye gidip içini döküp sonra işine devam etmen gerektiğinin bir kanıtı.
Şimdi bu elemanın çevresinde 3 tane halkası vardır. Ekseni 98 derece gibi aşırı bir eğikliğe sahiptir. Bu yüzden diğer gezegenlerden çok farklı bir şekilde sistemde yatık olacak bir şekilde dönmesiyle en dengesiz gezegen olma ünvanına sahip olabilir. Tabii Venüs ün de kendi ekseni etrafında diğer gezegenlerin aksi yönünde dönmesi nedeniyle bu ikisi bu alanda yarışabilir. İkisinin de bu derdinin nedeni olarak büyükçe bir cisim çarpması düşünülüyor. Uranüs çıplak gözle görülmeyen, modern yöntemlerle keşfedilen ilk gezegendir. İlk 5 gezegen insanlar tarafından tarihin başından bu yana biliniyordu. Yıldızlardan farklı olarak sabit gözlemlenmek yerine hareketli olarak gözlemlendiklerinden dolayı gezegen ismi verildi. İngilizcedeki planet kelimesi de etimolojik olarak Yunanca başı boş gezen anlamına gelen planetai (πλανήται) ifadesinden gelir. İlk 3 gezegen olan Merkür, Venüs, Mars Dünya ya yakın olduğundan, diğer 2 gezegen olan Jüpiter, Satürn ise hem görece yakın hem de oldukça büyük olduğundan çıplak gözle çok rahat gözlemlenebilen gezegenler. Bunların ilk 5 gezegen sayılmasının nedeni tabii ki Dünya nın da bir gezegen olduğunun, evrenin merkezi olmadığının sürekli tanrı yaratmaktan başka derdi olmayan insanoğlu tarafından geç anlaşılmış olması. Neptün ün keşfi ise Uranüs aracılığıyla gerçekleşti. Uranüs ün yörüngesindeki enteresan etkileri inceleyen bilim insanları Uranüs ün ardında başka bir gezegen
daha olması gerektiğine karar verdi. Dolayısıyla başlangıçta Neptün fiziksel hesaplamalarla keşfedilmiş, bu hesaplamaların sonucu olarak gözlemlenmiştir. Dolayısıyla Uranüs e dil uzatma nedensiz, baban kim bilemezdin şerefsiz falan filan işte. Şimdi bu gezegenin diğer sıkıcı özelliklerine girelim. Bir Uranüs yılı, 84 dünya yılına denk. Bu gezegenin 27 adet uydusu var. Neptün ile birlikte buz devi sınıfına giriyor. Bunun nedeni de iç yapısında donmuş metan, amonyak ve su barındırması. Bu iki elemanın Jüpiter ve Satürn ün aksine kütlesinin çoğunu değil, %20 sini hidrojen oluşturuyor. Her gezegen kendine özgü bir çok özellik taşımakta. Tüm bu gezegenlerin önemli bir özelliği kendilerini diğer gezegenlerden ayrı kılıyor. Güneş sistemde özelliksiz olarak anılabilecek bir gezegen arandığında insanın karşısına direkt Uranüs çıkıyor. Merkür ün bir yanının aşırı sıcakken diğer yanının aşırı soğuk olması ve küçük hacmi, yüksek yoğunluğu, Venüs ün yüksek sera etkisinden dolayı Güneş Sistemi nin en sıcak ve yüzeyi en yaşanmaz halde olan gezegeni olması, Mars ın kızıl olması ve yaşam için ilk göz atılan yerlerin başında gelmesi, Jüpiter in büyüklüğü, Satürn ün halkaları, Neptün ün son gezegen statüsüne geçirilmesi ve rengi derken, Uranüs en göz önünde olmayan, oraya figüran olarak konmuş bir gezegen şeklinde görülüyor. Uranüs normal, insanlar onu tırt hale getirdi.
Ay Hakkında Ay tüm Güneş Sistemi ne bakıldığında gezegeni ile arasındaki ilişki en enteresan durumda olan uydudur. Her şeyden önce Ay Dünya nın uydusu olabilmek için çok büyüktür. Bu da doğal olarak uydu şeklinde oluştuğu düşüncesini çürüten bir durum. Ay Dünya nın yaklaşık dörtte biridir ve Güneş Sistemi üzerinde bu şekilde orana sahip başka bir gezegen uydu ikilisi bulunmuyor. Ay ve Dünya dan sonra sistemde en büyük orana sahip bir sonraki ikili, sekizde bir oranıyla Jüpiter ve Ganymede ikilisidir. Ganymede Güneş Sistemi nde en büyük uydudur ve Merkür gezegeninden daha büyük bir boyuta sahiptir. Ganymede için bu açıdan enteresan bir durum yok. Ay muhtemelen gezegen olarak oluşarak Dünya nın çekim etkisine kapılmış bir gök cismi. Diğer açıdan Ay ın oluşumuyla ilgili en çok ilgi gören teorilerden biri Güneş Sistemi nin en erken zamanlarında Theia isimli Mars büyüklüğünde bir gezegenin dünyaya çarparak uzaya saçtığı parçalardan Ay ın oluştuğu yönünde. Bu çarpışma sonucunda Theia yok oluyor ve Dünya da büyük bir yarayla kurtuluyor. Bu teori Dünya nın eksen eğikliğine de bir yanıt niteliğinde. Teorinin ismi orjinalinde Giant Impact Theory, Türkçesi ise Dev Darbe Teorisi şeklinde. Dünya üzerinden Ay ın çok ufak farklar dışında daima aynı yüzü görünür. Ay ın Dünya etrafında dönüş süresi ile kendi ekseni etrafındaki dönüş süresi eşittir. Bu yüzden Dünya ya daima aynı yüzü dönük kalır. Fakat librasyon adı verilen ufak yalpalamaları nedeniyle Dünya dan Ay yüzeyinin 50% si değil 59% u görünür.
Ay ın Dünya ya bakan yüzeyi aşırı girinti ve çıkıntıya sahipken diğer yüzeyi bunun tam tersi şekilde düzlüğe yakındır. Ay aşırı bir şekilde asimetrik yapıdadır. Ay ın yüzeyindeki karanlık çukurlara Ay denizi deniyor. Örneğin ilk insanlı Ay yolculuğu olarak kabul edilen Apollo 11 de Sessizlik Denizi ne (İngilizcesi Sea Of Tranquillity) inilmiştir. Bu ismin takılma nedeni antik gökbilimcilerin bu bölgeleri su ile dolu, Dünya daki denizlerden farksız bölgeler sanmasıydı. Ay ile Dünya Arası 1.255 ışık saniyesine eşittir. Bu demek oluyor ki Dünya üzerinden Ay a gönderilen herhangi bir ışık veya radyo dalgası Ay a yaklaşık 1.2 saniyede ulaşır. Dünyanın İlk Uzay Teleskobu Hubble 25 Yaşında
Nisan 1990 yılında uzaya gönderilen Hubble Uzay Teleskobu 25. yılına girdi. İlk uzay teleskobu olan Hubble eski olmasına rağmen bir çok özelliğe sahiptir. Amerikalı astronom Edwin Hubble anısına ismi bu teleskoba verilmişti. Hubble Uzay Teleskopu(HUT), STS-31 görevi sırasında Uzay Mekiği Discovery tarafından Dünya yörüngesine tam olarak 24 Nisan 1990 yılında yerleştirildi. Başarılı performansıyla Hubble Uzay Teleskobu uzayın incelenmesinde en başarılı fotoğrafları çekti. Yeryüzünden 569 kilometre yukarıda olan Hubble 800.000 gök cisminde 1 milyondan fazla gözlemde bulunmuştur. Hubble uzayda astronotlar tarafından bakımı yapılabilen tek teleskoptur. Hubble teleskobuna ilk servis uçuşu 1993 yılında görüntüleme hatasının düzeltilmesi için yapılmıştır. 2024 yılında uzaya gönderilmesi beklenen James Webb teleskobunun Hubble ın yerini alması bekleniyor. Hubble Uzay Teleskobundan Eşsiz Kareler
Evrenin Her Köşesini Kaplayan Enerji: Kozmik Mikrodalga Arkaplan Işıması Evrenin yaklaşık 13.7 milyar yıl önce Big Bang denen olay ile birlikte oluştuğu yapılan hesaplamalar sonucu biliniyor. Big Bang teorisinden bu kadar emin olunabilmesinin nedeni kolayca gözlemlenebilir sonuçlarında yatıyor. Her şeyden önce evrendeki gök cisimlerinin bir arada bulunduğu en büyük yapılar olan galaksiler birbirlerinden hızla uzaklaşıyor. Ayrıca evrenin her noktasına yayılmış olan bir radyasyon da Big Bang in kuvvetli bir kanıtı. Televizyonda frekansı ayarlanmamış boş bir kanal açtığınızda görülen karıncalanmanın, radyoda aynı şekilde görülen cızırtıların nedeni bu arkaplan ışımasıdır. Bu yazının konusu da bu ışımaya yönelik. Bugün evrenin dört bir yanına dağılmış ve dağılmakta olan tüm madde ve enerji çok küçük tek bir noktada, aşırı yüksek bir sıcaklıkta sıkışmış halde bulunuyordu. Elbette burada bahsettiğim bulunmak ifadesi bir sürece işaret etmiyor. Çünkü zaman evreni oluşturan 4 boyuttan biridir, ve o da Big Bang ile ortaya çıkmıştır. Tüm madde ve enerjinin bulunduğu bu noktanın orada Big Bang in başlaması ile çok ufak bir zaman için var olması muhtemel. Zaman algısı ile bilincini kullanan, var oluşu ve yok oluşu zaman denen bu faktöre bağlı varlıklar için zamanın olmaması durumunu algılayabilmek doğal yollardan mümkün olmayacaktır. Fakat kuantum da insanın algısına bir boy büyük gelse de, bugünlerde
bir nebze pratik olarak kullanılabiliyor. Sonuç olarak Big Bang den önce ne vardı sorusu mantıklı bir soru değildir. Big Bang den öncesi bu evren için yoktur. Bu evrenin birkaç boyut üzerinde M-kuramına göre iki zarın çarpışmasıyla Big Bang olayı tetiklenmiş olabilir. Bir şekilde bir simetri kırınımı oluştu ve bu olay gerçekleşti. Bu fenomenin adı Big Bang (Büyük Patlama) olsa da, patlamayla bir alakası yoktur. Patlama kimyasal veya nükleer bir reaksiyonun sonucudur ve maddenin enerji veya bir başka madde ile ilişkiye girmesi sonucu bir anlığına hacminin artıp ısısının yükselmesidir. Big Bang de etkileşime girebilecek madde yoktur. Bu olay tekillikteki kütlelerin dışarı doğru hızla yayılmasından ibarettir. Evren ilk oluştuğunda çok sıcaktı. Bu hali madde oluşmasına izin vermiyordu. İlk 300.000 yıl boyunca da madde oluşamayacaktı. Yalnızca ortada rastgele saçılan temel yapıtaşlarından oluşan bir evren vardı. Evren gittikçe soğudu ve artık protonların elektronları yakalamasıyla ilk atomlar oluşabildi. Yüksek enerjisini dağıtan madde yapıtaşları bir araya gelip daha büyük yapılar oluşturabilir hale geldi. Evrenin sıcaklığı 13.7 milyar yıl içerisinde gittikçe düştü ve bugünkü haline erişti. Bugün tıpkı birbirinden gittikçe uzaklaşan yapıların Big Bang teorisine bir kanıt olması gibi, evrenin gittikçe enerji kaybeden bir ışımaya sahip olması da aynı şekilde bir kanıttır. Buna Kozmik Mikrodalga Arkaplan Işıması deniyor. Kozmik Mikrodalga Arkaplan Işıması evrenin her noktasında görülür ve Big Bang den arta kalan bu radyasyon radyo dalgaları ile çalışan cihazlarda boş frekansları bozar. Bu yüzden kendini bastıracak herhangi bir sinyal yokken radyo ve analog TV üzerinde boş frekanslarda parazit, karıncalanma veya bazı
kekoların karlanma diye tabir ettiği olay görülür. Elbette bu frekans bozulmalarının bir kısmı bu fon ışımasından gelir, evrendeki diğer radyo dalgaları yayan gök cisimlerinin de bunda etkisi vardır. Yakınlardaki süpernova patlamaları, kuasarlar ve pulsar gibi yıldızlar da bu etkide rol oynar. Bu sinyallerin insan için herhangi bir anlam ve düzeni olmadığı için bu şekilde bir frekans gürültüsü halindedirler. Eğer Arkaplan Işıması olmasaydı, radyo kaynağı gök cisimlerinin oluşturduğu daha zayıf etkiler bu şekilde gözlemlenecekti. Onlar da olmasaydı boş bir frekansta düz, beyaz bir ekrana bakıyor olurdunuz. Tabii burada dünyada ufak tefek elektromanyetik gürültü yapan diğer elektronik cihazları saymıyorum. Bu ışımanın sıcaklığı yaklaşık 2.7 kelvin, frekansı 160.2 GHz ve dalga boyu 1.9 milimetre dir. Bu değerleri bu iş için gönderilmiş olan COBE (Cosmic Background Explorer) uydusu ölçmüştür. Öncesinde bu ışıma yeryüzünden gözlemlenerek değerleri de yeryüzünden ölçülüyordu. 18 Kasım 1989 da ise bu görevi COBE yörüngeye oturarak devraldı. Arkaplan Işıması evrenin en uzak köşelerinden, en genç halinden geldiği düşünülen ışımadır. Bu yüzden bu ışımayı gözlemleyerek oluşturulan haritalara bakıldığında evrenin en erken zaman hallerine bakılıyor olur. Kuasar Nedir, Ne Değildir II Uçsuz bucaksız evrende keşfedilmeyi bekleyen sayısız gök cismi bulunur. Sırlarla dolu bir evrende yaşamaktayız. Evrenin en
uzak ve karanlık köşelerinde ulaşamayacağımız galaksiler, gezegenler, yıldızlar, kara delikler, kuasarlar ve henüz keşfedemediğimiz birçok göz cismi bulunur. Bunlardan biri olan kuasar muazzam parlaklığıyla dikkatini çekmektedir. Kuasarların evrenin genç zamanlarında oluştuğu tahmin edilmektedir. İlk olarak merkezlerindeki devasa kara deliklerin çekim gücüne kapılan çok fazla maddenin ısınıp ışık yaymasıyla muazzam bir parlama kazandıkları düşünülmekteydi. Bu nedenle Kuasarların dev gökadalarda ya da başkasıyla çarpışıp hareketlenen gökadaların merkezinde olduğu düşünülmekteydi. Dünyadan 8 10 milyar ışık yılı uzakta olan Kuasarların kızılötesi teleskoplarla yapılan incelemeler sonucunda bunların küçük gökadalar olduğu tespit edildi. Kuasarlar çok uzakta olup bir radyo kaynağı ve içinde bir çok yıldızı barındıran bir gökadadır. Kuasarlar çok parlak ve enerjiktir. Bilimsel olarak açıklamak gerekirse, Kuasarlar galaksinin merkezinde sıkıştırılmış alanlardır. Merkez büyük kütleli kara delikler ile çevrelenmektedir. Kuasarlarda kırmızıya kayma çok hızlıdır. Kırmızıya kayma bir cisimden yayılan ışığın dalga boyunun artmasıdır. Bunun nedeni evrenin genişleme hızıdır. Evrenin genişleme hızı ışığın hısından daha fazladır ve gittikçe artmaktadır. Buna bağlı olarak Kuasar ile Dünya arasındaki mesafe artmaktadır. Kırmızıya kayma miktarı arttıkça mesafede artıyor demektir. Yani Kuasarlarda kırmızıya kayma çok fazlaysa Dünyadan o kadar uzaktırlar. Kuasarların yaydıkları enerji Samanyolu galaksisinin yaydığı enerjinin yaklaşık 200 ila 400 katıdır. Yayılan radyasyon spektrum X ışınların ve kızılötesine yakın ultraviyole ışınları yayarken, bazı kuasarlar güçlü radyo dalgaları ve gama dalgaları da yayabilmektedir. Kuasara özgü spektrumlar incelenmediği için ve fotoğraflarda nokta olarak görüldüğünden yıldız oldukları düşünülmüştür. En parlak Kuasar olarak bilinen Virgo takımyıldızında bulunan C 273 tür. Yaklaşık 30 milyar ışık yılı uzakta olan bu kadar neredeyse güneş kadar
parlaktır. Mutlak kadir derecesi -26.7 görünür kadir derecesi 12.8 dir. Aslında bu kuasar güneşin trilyon katı, galaksimizin onlarca katı büyük bir parlaklığa sahiptir. Evrende bilinen kuasar sayısı yaklaşık 200000 kadardır. Kuasarların dünyadan en az 3 milyar ışık yılı uzakta olduğu sanılıyordu. Ancak bir kaç yüz milyon uzaklıkta da kuasarlar keşfedildi. Kırmızıya kayma metodu ile yapılan hesapların yanlış yapıldığı düşünülüyor. Ancak yine de uzaklığı 30 milyar ışık yılına varan bu gök cisimlerinin şimdiki halini görmemiz mümkün değildir. Evrenin ilk zamanlarındaki halini görebilmekteyiz. Kuasarların hala pek çok sırları olabilir.