CONSEIL DE L'EUROPE AVRUPA KONSEYİ AVRUPA İNSAN HAKLARI MAHKEMESİ İKİNCİ DAİRE ABDURRAHİM DEMİR - TÜRKİYE DAVASI (Başvuru no: 41213/02) KARARIN ÖZET ÇEVİRİSİ STRAZBURG 19 Ocak 2010 İşbu karar Sözleşme nin 44 / 2 maddesinde belirtilen koşullar çerçevesinde kesinleşecek olup şekli bazı düzeltmelere tabi tutulabilir. 1
USUL Türkiye Cumhuriyeti Devleti aleyhine açılan (41213/02) no lu davanın nedeni T.C. vatandaşı Abdurrahim Demir (başvuran) Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ne 6 Eylül 2002 tarihinde İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunmasına ilişkin Sözleşme nin (Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi - AİHS) 34. maddesi uyarınca yapmış olduğu başvurudur. Başvuran Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) önünde İstanbul Barosu avukatlarından S. Turgut tarafından temsil edilmektedir. OLAYLAR Başvuran 1963 doğumlu olup İstanbul da ikamet etmektedir. 9 Ekim 1995 tarihinde İstanbul Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şubesi ekipleri tarafından yasadışı örgüt PKK ya ait bir evde yapılan aramada kaçma teşebbüsünde bulunan başvuran zor kullanılarak yakalanmış ve gözaltına alınmıştır. 25 Ekim 1995 tarihinde gözaltı süresinin bitiminde başvuran adli tıp hekimi tarafından muayene edilmiş, düzenlenen raporda başvuranın özellikle koltukaltı hizasında çok sayıda ekimoz ve kollarında hareket güçlüğü tespit edilmiştir. Başvuran 14 Aralık 1995 tarihinde İstanbul Cumhuriyet Savcılığına giderek gözaltından sorumlu polisler hakkında suç duyurusunda bulunmuştur. Başvuran özellikle dövüldüğünü, kollarından asıldığını ve vücudunun çeşitli yerlerine elektroşok verildiğini ileri sürmüştür. Cumhuriyet Savcısı 19 Ocak 1996 tarihinde başvuranı ve olaya karışan polisleri dinlemiştir. Savcı 4 Aralık 1996 tarihinde delil yetersizliğinden davanın kapanmasına karar vermiştir. 3 Şubat 1997 tarihinde başvuranın yapmış olduğu itiraz üzerine İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi dosyayı yeniden incelemiş ve kötü muamele iddialarına ilişkin ceza davasının yeniden açılmasına karar vermiştir. Cumhuriyet savcısı 14 Şubat 1997 tarihli bir iddianame ile Ağır ceza mahkemesi önünde TCK nın 243. maddesi hükümlerine dayalı olarak sözkonusu polisler hakkında kötü muamele uygulamak suçundan ceza davası açmıştır. Başvuran bu davaya müdahil olarak katılmıştır. 10 Aralık 1997 tarihinde Ağır ceza mahkemesinin talebi üzerine adli tıp kurumu dosya üzerindeki bilirkişi incelemesini tamamlamış ve 25 Ekim 1995 tarihli sağlık raporunda yer alan ibarelerinin beş günlük sağlık raporunun verilmesini gerektirdiğini ifade etmiştir. Sanık polislerin yapmış oldukları itiraz üzerine, Adli tıp kurumu üst kurulu dosyayı incelemiş ve oybirliğiyle sözkonusu yaralanmaların gözaltı süresi boyunca oluştuğuna karar vermiştir. Duruşmalar sırasında, başvuran sorumlu polisleri teşhis etmiştir. 5 Aralık 2001 tarihinde Ağır ceza mahkemesi, suç unsurunu oluşturan olayları TCK nın 245. maddesi gereğince yeniden değerlendirmiş ve şartla salıverilmeye, dava ve cezaların ertelenmesine dair 4616 sayılı Kanun un uygulanmasına istinaden ceza davasının ertelenmesini kararlaştırmıştır. TCK nın 245. maddesi bu kanunun uygulanma alanına 2
girmektedir oysa bahse konu 243. madde sözkonusu suç unsurunu önlenmesini öngörmemekteydi. Yargıtay 25 Mart 2002 tarihinde başvuran tarafından yapılan temyiz başvurusunu reddetmiş ve karar nihai hale gelmiştir. HUKUK AİHS nin 3. ve 13. maddelerine atıfta bulunan başvuran polis nezaretinde bulunduğu sırada kötü muamele ve işkence gördüğünü ileri sürmekte, etkili bir başvuru yolunun bulunmadığını iddia etmektedir. AİHM bu başvuruyu yalnızca AİHS nin 3. maddesi çerçevesinde inceleyecektir (Bkz. Fazıl Ahmet Tamer ve diğerleri-türkiye kararı no: 19028/02, 24 Temmuz 2007). Hükümet, başvuranın hukuk ve idare mahkemeleri önünde maddi ve manevi tazminat talebiyle dava açmaması doğrultusunda iç hukuk yollarının tüketilmediği itirazında bulunmaktadır. AİHM geçmişte de müteaddit defa benzer itirazın yapıldığını ve bunların reddedildiğini hatırlatır (Bkz. diğerleri arasında, Karayiğit-Türkiye kararı, no: 63181/00, 5 Ekim 2004). AİHM mevcut başvuruda daha önce benimsemiş olduğu bu sonuçların dışına çıkılmasını gerektirecek herhangi bir istisnai durumun yer almadığını hatırlatır. AİHS nin 35. maddesinin 3. paragrafı çerçevesinde başvurunun dayanaktan yoksun olmadığını kaydeden AİHM, ayrıca başka açılardan bakıldığında da kabuledilemezlik unsuru bulunmadığını tespit eder. Bu nedenle başvuru kabuledilebilir niteliktedir. AİHM, bir kimsenin tamamıyla polis memurlarının denetimi altında gözaltında tutulduğu sırada meydana gelen her türlü yaralanmanın ciddi kuşkulara yol açtığını hatırlatır (Salman Türkiye, no: 21986/93, prg. 100). Dolayısıyla bu yaraların nedeni hakkında makul bir izahatta bulunarak başvuranın iddialarına, hele ki bu iddialar tıbbi belgelerle desteklenmiş ise, şüphe düşüren delilleri sunma görevi Hükümete ait olmaktadır (bkz., diğerleri arasında, Selmouni Fransa, no: 25803/94, prg. 87, Berktay-Türkiye kararı no: 22493/93, 1 Mart 2001 ve Ayşe Tepe-Türkiye no: 29422/95, 22 Temmuz 2003). AİHM mevcut başvuruda, adli tıp yetkilileri tarafından düzenlenen sağlık raporlarında başvuranın gözaltı süresinin bitiminde darp ve yara izlerini taşıdığının ortaya konulduğunu hatırlatır. Hükümet sözü edilen bu durumun başvuranın yakalanması sırasında polislere karşı direnmesi sonucu oluştuğunu savunmaktadır. Bununla birlikte, tarafların ceza davası kapsamında ulusal mahkemeler önünde ve AİHM nezdinde sunmuş oldukları delil unsurları başvuranın uğradığı kötü muamelenin ciddiyet düzeyi açısından birbiri ile uyuşmaktadır. Bu durumda, dosyada yer alan deliller ve bilhassa da adli tıp hekimleri ve adli tıp kurumu tarafından yapılan saptamalar ışığında AİHM, Savunmacı Devletin başvuranın vücudunda tespit edilen izlerin sorumluluğunu taşıdığına itibar etmektedir. Sonuç itibarıyla, AİHS nin 3. maddesi esas bakımından ihlal edilmiştir. AİHS nin 3. maddesinin usul bakımından incelenmesine ilişkin, AİHM tümüyle güvenlik güçlerinin elinde bulunan bir kişinin 3. maddeye aykırı olarak ciddi muamelelere maruz kalmasının etkili resmi bir soruşturmayı gerekli kıldığını hatırlatır 3
Bu amaçla yürütülen soruşturma sorumluların kimliklerinin tespit edilmesini ve cezalandırılmasını sağlayacak yapıda olmalıdır (Bkz. Batı ve diğerleri-türkiye kararı, no: 33097/96 ve 57834/00). AİHM ayrıca, kötü muamele iddiaları ile itham edilen Devletin bir görevlisine karşı başlatılacak ceza davasının «etkili» bir yapıda olmasının sorumluların zamanaşımından veyahut neredeyse suçsuzluk olanağından yararlanmamaları bakımından büyük önem taşıdığının altını çizer (Bkz. Labita-İtalya no: 26772/95). AİHM bu başvuruda, başvuran tarafından yapılan suç duyurusunu müteakip adli soruşturmanın hemen başlatıldığını ve sorumlu polisler hakkındaki ceza davasının etkili bir biçimde yürütüldüğünü kaydetmektedir. Buna karşılık, mezkur ceza davası süreci başvuranın öne sürmüş olduğu iddiaların doğruluğunu teyit etmeye mahal vermeksizin davanın ceza hükmünün nihai surette ertelenmesi ile sona etmiştir. Böylelikle, kötü muamelede bulunan faillerin mutlak bir cezasızlıktan yararlandıkları 4616 sayılı Kanun un uygulanmasına istinaden sözü edilen yargı süreci sonuçsuz kalmıştır (Bkz. Kelekçiler-Türkiye no: 5387/02, 28 Nisan 2009 ve mutatis mutandis, Orhan Kur-Türkiye no: 32577/02, 3 Haziran 2008). Yukarıda dile getirilenler ışığında AİHM, bu başvuruda yürütülen soruşturmanın AİHS nin 3. maddesi bakımından etkili bir soruşturma olarak nitelendirilemeyeceği kanısına varmaktadır. Bu nedenle, AİHS nin 3. maddesi usul bakımından da ihlal edilmiştir. AİHS nin 3. maddesinin ihlal edildiği sonucuna varması ışığında, AİHM aynı olaylara dayalı olarak 13. maddenin ayrıca incelenmesini gerekli görmemektedir. Geriye AİHS nin 41. maddesinin uygulanması kalmaktadır. Başvuran herhangi bir kanıtlayıcı belge olmaksızın 15.000 Euro maddi ve 30.000 Euro manevi tazminat talep etmektedir. Başvuran ayrıca temsil giderleri de dahil yargılama giderleri için 2.638 Euro talep etmekte, bu bağlamda, bir tercüme bürosu tarafından çevirisi yapılan 180 TL (yaklaşık 90 Euro) tutarındaki faturayı sunmaktadır. AİHM maddi tazminat talebinin yeterince gerekçelendirilmediğini hatırlatmakta, bu yönde bir ödeme yapılmasını gerekli görmemektedir. AİHM buna karşın, uğradığı manevi zararın karşılanması bakımından başvurana 10.000 Euro manevi tazminat ödenmesini kararlaştırmaktadır. Yargılama masraf ve giderlerime ilişkin AİHM nin yerleşik içtihadına göre bir başvuran gerçekliğini, gerekliliğini kanıtladığı makul miktarlardaki yargı giderlerini elde edebilir (Bkz. örneğin, Bottazzi-İtalya kararı no: 34884/97 ve Sawicka-Polonya kararı no: 37645/97, 1 Ekim 2002). AİHM sunulan belgeler ve bu yöndeki yerleşik içtihadı ışığında Avrupa Konseyi tarafından adli yardım başlığı altında verilen 850 Euro tutarındaki meblağ düşülmek suretiyle yargılama gider ve masrafları için başvurana 1.500 Euro ödenmesini kararlaştırmıştır. BU GEREKÇELERE DAYALI OLARAK, AİHM, OYBİRLİĞİYLE, 1. Başvurunun kabuledilebilir olduğuna; 2. AİHS nin 3. maddesinin esas ve usul bakımlarından ihlal edildiğine; 3. AİHS nin 13. maddesine yönelik şikayetin ayrıca incelenmesine gerek olmadığına; 4
4. a) AİHS nin 44 / 2 maddesi gereğince kararın kesinleştiği tarihten itibaren üç ay içinde, miktara yansıtılabilecek her türlü vergi ve masraflarla birlikte, ödeme tarihindeki döviz kuru üzerinden TL ye çevrilmek üzere Savunmacı Hükümet tarafından: i. başvurana 10.000 (on bin) Euro manevi tazminat ödenmesine; ii. Avrupa Konseyi tarafından adli yardım başlığı altında verilen 850 Euro tutarındaki meblağ düşülmek suretiyle yargılama masraf ve giderleri için başvurana 1.500 (bin beş yüz) Euro ödenmesine; b) sözkonusu sürenin bittiği tarihten itibaren ödemenin yapıldığı tarihe kadar Hükümet tarafından, Avrupa Merkez Bankası nın o dönem için geçerli olan faiz oranının üç puan fazlasına eşit oranda faiz uygulanmasına; 5. Adil tatmine ilişkin diğer taleplerin reddine; KARAR VERMİŞTİR. İşbu karar Fransızca olarak hazırlanmış ve AİHM nin iç tüzüğünün 77. maddesinin 2. ve 3. paragraflarına uygun olarak 19 Ocak 2010 tarihinde yazılı olarak bildirilmiştir. 5