George William Frederick Howard TÜRK SULARINDA SEYAHAT



Benzer belgeler
Türkçe Ulusal Derlemi Sözcük Sıklıkları (ilk 1000)

TUR 1 - ĠSTANBUL KLASĠKLERĠ

2. İstanbul Boğazı 31 kilometre uzunluğundadır. 3. İstanbul Boğazı Asya ve Avrupa yı birbirinden ayırır. 4. İstanbul Boğazını turistler çok severler.

Kars Fethiye Camii önünde

İZMİR BALÇOVA ANADOLU LİSESİ İSTANBUL ÜNİVERSİTE TANITIM VE KÜLTÜR GEZİSİ

İtalya nın Üç Büyüğü: Roma, Floransa, Venedik.

EĞİTİM TATİLİ TANIŞMA. Eğitim yolculuğu. Haus Kreisau. v a r d ı ğ ı m ğ z d a h e r k e s

AHIRIN İÇİNDEKİ SARAY 300 Ispartalı filmini hatırladınız mı?

İstanbul Boğaz Turları

Güzel Bir Bahar ve İstanbul

4* M/S Royal Gemisi İle. Tuna Nehir Turu. Tuna Nehri ve 4 Ülke

şehir tanıtımı İLKBAHAR 2015 SAYI: 304

Kamp Malzemeleri: Çadır, uyku tulumu, mat, ocak, yemek takımı vs.

O sabah minik kuşların sesleriyle uyandı Melek. Yatağından kalktı ve pencereden dışarıya baktı. Hava çok güzeldi. Güneşin ışıkları Melek e sevinç

ÇANKIRI-ILGAZ (19-20 Şubat 2011)

ΥΠΟΥΡΓΕΙΟ ΠΑΙΔΕΙΑΣ ΚΑΙ ΠΟΛΙΤΙΣΜΟΥ ΔΙΕΥΘΥΝΣΗ ΜΕΣΗΣ ΕΚΠΑΙΔΕΥΣΗΣ ΚΡΑΤΙΚΑ ΙΝΣΤΙΤΟΥΤΑ ΕΠΙΜΟΡΦΩΣΗΣ

MARSEILLES GEZİ MASSALIA MARSİLYA HAZİRAN 2011

Deniz Esemenli ile Üsküdar Turu 27 Ekim 2013, Pazar

A1 DÜZEYİ B KİTAPÇIĞI NOT ADI SOYADI: OKUL NO:

yeni kelimeler otuzsekizinci ders oluyor gezi genellikle hoş geldin mevsim hoş bulduk ilkbahar gecikti ilkbahar mevsiminde geciktiniz kış mevsiminde

Çocuklar için Kutsal Kitap sunar. Cennet, Tanrı nın Harika Evi

İSFAHAN I GÖRÜNCE ŞAŞIRDIM. Nüfusun En Az Yüzde Kırkı Türkçe Konuşuyor... Ülkeyi 1925 e Kadar Türkler Yönetmiş...

TARSUS DA BİR GÜN...BELKİ DE İKİ... Adanalılar...Mersinliler...Gaziantep, Hatay ve Osmaniyeliler...Türkiye nin gezmeyi sever insanları...

DÜZEY B1 Avrupa Konseyi Ortak Dil Ölçütleri Çerçevesinde BÖLÜM 4 SINAV GÖREVLİSİNİN KİTAPÇIĞI. Dönem Kasım 2009 DİKKAT

Boğaziçi Kampüsünde Bir Ömür: Eveline Thomson Scott

Cennet, Tanrı nın Harika Evi

Başlangıç Meridyeni ve Greenwıch - İstanbul

ANTAKYA SAMANDAĞ GEZİSİ I 25 HAZİRAN 2012 MUSA DAĞI SİMON DAĞI

PULLMANTUR ZENITH İLE GLORİA

Siirt'te Örf ve Adetler

Adı-Soyadı: Deniz kampa kimlerle birlikte gitmiş? 2- Kamp malzemelerini nerede taşımışlar? 3- Çadırı kim kurmuş?

Doğukan Türkekul Akgün TURK Seda Uyanık. Tarih: Başlık: Budapeşte Gezi Notlarım. Budapeşte Gezi Notlarım

Tarihi Siyesepol Köprüsü nün altı 38 YEDİKITA EYLÜL 2014

T.C. M.E.B ÖZEL MANİSA İNCİ TANEM ANAOKULU DENİZ İNCİLERİ SINIFI

Altın Üçgen Hindistan

ST. PETERSBURG&MOSKOVA

TV LERDEKİ PROGRAMLARA ÇIKANLAR KURAN OKUMASINI BİLMİYOR

PULLMANTUR MONARCH İLE BALTIK BAŞKENTLERİ BERLİN

Altın Üçgen Hindistan Holi Festivali

PULLMANTUR HORIZON İLE PORTOFINO DA AŞK

ESAM [Ekonomik ve Sosyal Araştırmalar Merkezi] I. Dünya Savaşı nın 100. Yıldönümü Uluslararası Sempozyumu

Korkut un Hindistan Güncesi - 2 Delhi. 2 Delhi Cuma Delhi`de 2.gün

ΣΔΛΙΚΔ ΔΝΙΑΙΔ ΓΡΑΠΣΔ ΔΞΔΣΑΔΙ. ΔΙΑΡΚΕΙΑ: 2 ώρες ΗΜΕΡΟΜΗΝΙΑ: 24 Μαΐοσ 2011 ΣΟ ΔΞΔΣΑΣΙΚΟ ΓΟΚΙΜΙΟ ΑΠΟΣΔΛΔΙΣΑΙ ΑΠΟ 6 (ΔΞΙ) ΔΛΙΓΔ. Τπογραφή καθηγητή:

OSMANLI YAPILARINDA. Kaynak: Sitare Turan Bakır, İznik

SULTAN MEHMET REŞAT IN RUMELİ SEYAHATİ 5

KRAL JAMES İNCİLİ 1611 APOCRYPHA DUA AZARYA & üç Yahudi şarkı. Azarya ve şarkının üç Yahudi duası

Osmanlı denize küskün müydü? Nice denizlerde hüküm sürmüştü de neden denize girmek yerine sahildeki kahvehanelerden onu seyretmekle yetinmişti?

Tur Danışmanımız: Ali Canip Olgunlu

ΥΠΟΥΡΓΕΙΟ ΠΑΙΔΕΙΑΣ ΚΑΙ ΠΟΛΙΤΙΣΜΟΥ ΔΙΕΥΘΥΝΣΗ ΜΕΣΗΣ ΕΚΠΑΙΔΕΥΣΗΣ ΚΡΑΤΙΚΑ ΙΝΣΤΙΤΟΥΤΑ ΕΠΙΜΟΡΦΩΣΗΣ ΤΟ ΕΞΕΤΑΣΤΙΚΟ ΔΟΚΙΜΙΟ ΑΠΟΤΕΛΕΙΤΑΙ ΑΠΟ ΕΞΙ ( 6 ) ΣΕΛΙΔΕΣ

4* M/S Royal Gemisi İle. Tuna Nehir Turu. Tuna Nehri ve 6 Ülke

BuranoVenedik denince akla ilk

Kültür - Sanat Kültür - Sanat Kültür - Sanat Kültür - Sanat Kültür - Sanat

SIRADIŞI FRANSIZ ŞATOLARI

AKDENİZ İN KUCAĞINDAKİ TARİH ;MAMURE Kapıdaki gişeye yaklaşıp kaleye girmek için ücret ödemek istedim. O sırada gişede oturan hanım görevlinin

Antik dönemin en önemli kültür şehirlerinden biri Atina ve küçücük evden çıkarak koca bir tarih yazılmasına vesile olan Selanik...

SORU CEVAP METODUYLA TEKRAR (YÜKSELİŞ-DURAKLAMA VE AVRUPA)

20 Mart Vızıltı. Mercanlar Sınıfından Merhaba;

Einstufungstest / Seviye tespit sınavı

MASAL YOLU BREMEN TRENDELBURG HAMELIN - SABABURG

Anneye En Güzel Hediye Olarak Ne Alınması Gerekir?

O günlerde, bir kıyı kenti olan Hull'a gitmiştim. Orada bir. arkadaşıma rastladım. Babasının gemisi vardı. Gemi o gün

Aziz Ogan: Kültürel ve Tarihsel Hazinelerin İzinde Bir Arkeolog ve Müzeci

Surre Alayı. Surre-i Hümâyun. Altınoluk. Surre Alayının Güzergâhları. Surre Alayının Güvenliği. Surre Alayının Yola Çıkması

edersin sen! diye ciyaklamış cadı. Bunun hesabını vereceksin! Kadının kocası kendisini affetmesi için yarvarmış cadıya. Karısının bahçedeki marulları

Eber Gölü (Bolvadin-Afyonkarahisar) (10-11 Mayıs 2008) Yazan ve fotoğraflayan: Hüseyin Sarı,

Kazakistan Renkli Almati Turu 3 Gün / 2 Gece

AYA THEKLA YERALTI KİLİSESİ

İstanbul u Fethinin Dahi Stratejisi - Genç Gelişim Kişisel Gelişim

Kastamonu (24-25 Ekim 2009) Yazı ve fotoğraflar: Hüseyin Sarı (huseyinsari.net.tr)

BREMEN TRENDELBURG HAMELIN - SABABURG

SURLARI ve KAPILARIYLA İSTANBUL

***Paskalya Bayramında Balkanlara***

DENİZ YILDIZLARI ANAOKULU MAYIS AYI 1. HAFTASINDA NELER YAPTIK?

İngiltere ve İskoçya

yaşam boyu bağlanırsanız.

İSTANBUL KÜLTÜR VE DİL İ S T A N B U L ' U C E T C İ L E K E Ş F E D İ N

YENİ ŞEHİR ARNAVUTKÖY / 2. İSTANBUL. Daha İyi Bir Gelecek İçin Bugün`den Harekete Geçin

ÇEVREMİZ VE BİZ 1.park 2.büfe 3.okul 4.banka 5.otel 6.market 7.alışveriş merkezi 8.kafe 9.hastane 10.köprü 11.nehir 12.kafe 13.spor salonu 14.

"Nereden başlasam, nasıl anlatsam..."

Doğuştan Gelen Haklarımız Sadece insan olduğumuz için doğuştan kazandığımız ve tüm dünyada kabul gören yani evrensel olan haklarımız vardır.

Kalem İşleri 60. Ağaç İşleri 61. Hünkar Kasrı 65. Medrese (Darülhadis Medresesi) 66. Sıbyan Mektebi 67. Sultan I. Ahmet Türbesi 69.

S C.F.

"medya benim ayağımın altına muz kabuğunu biraz zor koyar" vari açıklamalarda bulunuyordu ki Olanlar oldu

S C.F.

M/S Dnieper Princess ile. Dinyeper Nehir Turu

YANI BAŞIMIZDAKİ KOMŞU BATUM Türk Hava Yolları ile - 3 Gece 4 Gün

SELANİK AYASOFYA CAMİSİ

100. Yılında Çanakkale ye Develi den güzel bir ziyaret gerçekleştirildi. Fethinin 562. Yılı olması münasebetiyle gezinin ilk yarısı İstanbul a

DON GİOVANNİ. uygun ve çok uzun uçuş saatleri gerektirmeyen bazı Avrupa şehirlerine göz gezdirirken

ORTA HAZIRLIK TÜRKÇE ORTAK SINAVI Açıklamalar GRADE. (20 Aralık 2015, Pazar)

ALTIN BALIK. 1. Genç balıkçı neden altın balığı tekrar suya bırakmayı düşünmüş olabilir?

Gezi, 4 gece konaklama 5 gündüz şeklinde olacak. Gidiş: Havayolu ile İstanbul - Bosna, Dönüş; Üsküp - İstanbul olacak. 5 Ülke 12 vilayet gezilecek.

.com. Faydalı Olması Dileklerimizle... Emrah&Elvan PEKŞEN

EDEBİYATIN İZİ 86. İZMİR ENTERNESYONAL FUARI NA DÜŞTÜ

Defne Öztürk: Atatürk ün herkes mutlu ve özgür olsun diye hediye ettiği bayramdır.

KRONOLOJİK İSLAM MİMARİSİ 2 SASANİLER-İSPANYA EMEVİLERİ-TULUNOĞULLARI

Dinyeper ve Tuna Deltası Nehir Turu

ĐSTANBUL KÜLLĐYELERĐ (FATĐH / SULTAN SELĐM / ŞEHZADE MEHMET) TEKNĐK GEZĐSĐ RAPORU

Transkript:

George William Frederick Howard TÜRK SULARINDA SEYAHAT

TERCÜMAN GAZETESİ'nin bir kültür hizmeti olarak yayınladığı 1001 TEMEL ESER Serisinin 117. kitabı, G.W. Frederick Howard'ın "TÜRK SULARINDA SEYAHAT", KERVAN KİTAPÇILIK BASIN SANA Yİ ve TİCARET A.Ş. Ofset Tesisleri'nde dizilmiş ve basılmıştır.

Tercüman 1001 TEMEL ESER George William Frederick Howard (Earl of Carlisle) TURK SULARINDA SEYAHAT Çeviren: Şevket Serdar TÜRET İSTANBUL 1978

1001 Temel Eser i iftiharla su n u yo ru z Tarihimize mânâ, millî benliğimize güç katan kütüphaneler dolusu birbirinden seçme eserlere sahip bulunuyoruz. Edebiyat, tarih, sosyoloji, felsefe, folklor gibi millî ruhu geliştiren,ona yön veren konularda "Gerçek eserler" elimizin altındadır. Ne var ki, elimizin altındaki bu eserlerden çoğunlukla istifade edemeyiz. Çünkü devirler değişmelere yol açmış, dil değişmiş, yazı değişmiştir. Gözden ve gönülden uzak kalmış unutulmaya yüz tutmuş -Ama değerinden hiçbir şey kaybetmemiş, çoğunluğu daha da önem kazanmış- binlerce cilt eser, bir süre daha el atılmazsa, tarihin derinliklerinde kaybolup gideceklerdir. Çünkü onları derleyip - toparlayacak ve günümüzün türkçesi ile baskıya hazırlayacak değerdeki kalemler, gün geçtikçe azalmaktadır. Bin yıllık tarihimizin içinden süzülüp gelen ve bizi biz yapan, kültürümüzde "Köşetaşı" vazifesi gören bu eserleri tozlu raflardan kurtarıp, nesillere ulaştırmayı plânladık.

Sevinçle karşılayıp, ümitle alkışladığımız "1000 Temel Eser" serisi, Millî Eğitim Bakanlığınca durdurulunca, bugüne kadar yayınlanan 66 esere yüzlerce ek yapmayı düşündük ve "Tercüman 1001 Temel Eser" dizisini yayınlamaya karar verdik. "1000 Temel Eser" serisini hazırlayan çok değerli bilginler heyetini, yeni üyelerle genişlettik. Ayrıca 200 ilim adamımızdan yardım vaadi aldık. Tercüman'ın yayın hayatındaki geniş imkânlarını 1001 Temel Eser için daha da güçlendirdik. Artık karşınıza gururla, cesaretle çıkmamız, eserlerimizi gözlere ve gönüllere sergilememiz zamanı gelmiş bulunuyor. Millî değer ve mânâda her kitap ve her yazar bu serimizde yerini bulacak, hiç bir art düşünce ile değerli değersiz, değersiz de değerli gibi ortaya konmayacaktır. Çünkü esas gaye bin yıllık tarihimizin temelini, mayasını gözler önüne sermek, onları lâyık oldukları yere oturtmaktır. Bu bakımdan 1001 Temel Eser'den maddî hiç bir kâr beklemiyoruz. Kârımız sadece gurur, iftihar, hizmet zevki olacaktır. KEMAL ILICAK Tercüman Gazetesi Sahibi

YAZARA DAİR Bu eserinde kendisini "Earl o f Carlisle" (İngiltere'nin Kuzey- Batısında Cumberland eyâletinin merkezi Carlisle'in 7. Kontu) olarak takdim eden George William Frederick Howard (1802 1864), 6. Carlisle Kontu George Howard'ın büyük oğlu olup, Oxford'da okum uş, klâsik diller üzerinde doktora yapmış, siyasi hayatı kadar edebi faaliyetleriyle de tanınmış bir şahsiyettir. 23 yaşında iken, amcası Devonshire Dükü ile birlikte Rus Çarı Nikola'nin tac giyme merasiminde bulunmak üzere Saint-Petersburg'a gitmiş; İngiltere'ye dönüşünde siyâsi hayata atılarak çeşitli hizmetlerde bulunmuş ve ez-cümle İrlanda Genel Sekre terliği gibi güç bir vazifeyi altı yıl (1835 1841) başarıyla ifa etmiştir. Daha sonra Kuzey Amerika'ya yaptığı seyahat müşâhedelerini bir hâtıra defterinde toplayıp neşrederek ("Own Travels in America") bir hayli ilgi toplamıştır. Lord John Russell'ın ilk kabinesinde (1846 1851) Orman Bakanı olarak vazife alan G.W.F.Howard, 1848'de babasının ölümü üzerine 7. Carlisle Kontu unvanını almış, 1849'da Lordlar Kamarasına girmiş Lancaster Dukalığı Başmüfettişliğinde bulunmuş, 1853'de Aberdeen Üniversitesi Rektörlüğü'ne getirilmiştir. 1855'de İrlanda Lordluğu Vekâletine tayin olunmuş ve ölümüne kadar bu vazifede kalmıştır. Müteaddid makaleleri, yüzlerce konferansı, mükâfat kazanmış şiirleriyle XIX, asır İngiltere'sinin m âruf bir siması olan G.W.F.Howard'ın, sonradan toplanan şiirleri, konferans ve nutukları yanında, İstanbul'un Türkler tarafından fethine dair manzum bir trajedi (!) 'si de vardır.

31 Mart 1853'den itibaren 12 ay süren Doğu Seyahatinde gördükleri, Türkler hakkmdaki düşüncelerini, tercümesi sunulan "Diary in Greek and Turkish waters (Londra, 1854) da toplamıştır. Kırım Harbi ne tekaddüm eden devrede Türkler lehine Batı Avrupa da hasıl olan sempatinin müellife de tesiri düşünülebilir. Eserin Yunanistan ve adalara ait kısımları ihmal edilerek yalnız Türkiye sahillerine ait tasvirin tercümesi verilmiştir. Klasik kültürle yetişm iş bir İngiliz devlet adamının, geçen asır ortalarına ait Türkiye ve Türkler hakkındaki intibalarının, okuyucuyu ilgilendireceği ümidindeyiz. NOT: Müellif hakkmdaki biyografik notlar, "Dictionary o f National Biografy (X, 19) den alınmıştır.

GİRİŞ Amerika'da yaptığım seyahatler bir kitapta toplandıktan sonra şimdi de Şark'a yöneliyorum. Yine günlük tutacağım. Bence bu, en eğlendirici yazı şekli. Başkalarının günlükler hakkında yazdıklarını okuyunca bu fikrim daha da sabitleşiyor. Yazılan herşey ilk günkü tazeliğiyle saklanıyor günlüklerde. Gerçi günlüklerin önemsiz ve akılda tutulması bile lüzumsuz birçok detaya indikleri mâlum. Ancak okuyucu ile yazar arasındaki o samimi havayı daha kolay kurmaları gibi tartışılmaz üstünlükleri de mevcut. Şu anda önümde boş duran sayfalara neler yazacağım, şüphesiz şimdi bilemiyorum. Ancak bu satırlar ister arkadaşlarıma gösterilsin, isterse bir kitap halinde yayınlanıp çeşitli konferanslarda ele alınsın, her iki durumda da satırların yazıldığı andaki ruh durumumu belli edecek, tekrar düzeltilmeyecektir. Bu noktayı önceden belirtmem gerektiğine inamyorum. Belirteceğim diğer bir husus da, hudutsuz bir açıklama gerektiren, ancak açıklamasını yapamayacağım "şu an" meselesi. Evet, yalnızca içinde bulunduğum - 9 -

anı yazacağım bu hatıra defterinde. Gelecek hakkında tahminler yapmaktan mümkün olduğu kadar kaçınmaya çalışacağım. Önümde MUHTEŞEM ŞARK, SİHİR Lİ ŞARK var. Şüphesiz, şarkta gördüklerimin yorumunu yapacağım ancak bu yorumlar şahsi yorum olacaktır. Ben sadece bir seyyahım, gözlem yapmak görevim. Olayları, gelecek hakkında tahminlerle bozmak istemem. Ümit ederim ki, bu hatıra defterinde bu prensibi bozmayayım. Türk sularında Günlük'e başlamadan önce kısa bir özet yapacağım. Karadeniz'e 22 Haziran 1853 günü vardım. Ancak seyahatim bir hayli önce başladı. Londra'dan 3 Haziran 1853'de ayrıldım. Akşam üstü Dover ve Calais'e geçtim. Saat beşten altıya kadar Lille'de mola verdim. Geniş ve güzel bir meydanı var bu şehrin. Belçika Demiryollarına ait bir trene bindim. Liege ve Aix-la-Chapelle arasında yemyeşil uzanan ormanlar ve pırıl pırıl ırmaklar, harikulade manzaralar meydana getiriyordu. Cologne'ye ertesi gün saat 6.30'- da vardım. Katedrale uğradım. İnsanı hemen etkileyen çok asil boyutlara sahip bir yapı. İç mimarisi ise bende nedense aynı etkiyi bırakmadı. Hotel Bellevue'de kaldım. Güzel bir oteldi. İç dekorasyonu İngiliz tarzı idi. Bana kral dairesini verdiler. Ertesi gün tekrar katedrale uğradım. Mozart'ın 4. Mass'ı çalınıyordu. Müzik hakkında pek fazla bilgim yoktur ancak bence harikulade çaldılar bu parçayı. Hele bu katedralde böyle bir müzik insanı çok daha fazla etkiliyor. Şüphesiz bütün gün boyunca katedralde kalamazdım. Hayatımda ilk kez Alman tabldottan yemek yedim. Amerika'da en iyi otellerde bile ancak bu kadar lezzetli yemek yaparlar. Pazartesi günleri bu otelin önünde askeri bir bando çalıyormuş. 6 Haziran günü Ren nehri boyunca yürüdüm. Turist kitaplarında, şiir ve edebiyat kitaplarında Ren hakkın - 10-

da yazılanları burada tekrarlamak yersiz olacak. Ancak Ren nehrini Hudson ile kıyaslamalıyım. ( 1) Ren'i tarihinden, efsanelerinden, şarkılarindan ayırsanız bile kaleden, yanıbaşındaki küçük gecekondusuna kadar her türlü binası bir tablo gibidir. Birleşik Amerika'da ise, diğer önemli özellikleri ne olursa olsun, nehirler, bilhassa Hudson çok çirkin manzaralara sahiptir. Ren boyundaki bağlıklar tek başlarına pek güzel görünmemelerine karşılık, nehre doğru dikine inen kayalıklarla birleşince ortaya nefis manzaralar çıkıyor. Ren nehrinin muhteşemliği bence, akışından ileri geliyor. Kıvrımlarından beyaz köpükler görünüyor çoğu zaman. Ren üzerindeki nehir trafiğinin az olmasına bayağı şaşırdım. Bugün ancak bir kaç tane buharlı gemi göründü. Halbuki Hudson, Thames (2) veya Clyde (3) gemilerle doludur. Bu, belki Ren'in hızlı akışından ileri geliyor. Daha sonra Biberich'e gittim. Nassau Grandükünün evinin bahçesinde biraz dolaştım. Rus Grandükü Michael'in kızının bahçede çok güzel bir heykeli vardı. Bu kız, ev sahibimin ilk hanımı imiş. Geceyi Frankfurt'taki Hotel de Russie'de geçirdim. Frankfurt'u gezdim ertesi gün. Almanlar baca gibi sigara içiyorlar. Almanların sigara içmeden de pekâlâ zeki olabileceklerini tecrübelerimizden biliyoruz. Ancak bu şehirde herkes, yaşlısı genci, zengini fakiri eline bir sigara almış, ha babam tüttürüyorlar. Bunu bir hayli yadırgadım (4). Bugün yanımda iki tane tipik Amerikalı vardı. Hani, sapına kadar Amerikalı tabiri vardır ya, işte o tabir tam bu Amerikalılar için söylenmiş olmalı. Avrupa'nın günden güne zayıfladığını söylüyorlardı bana. Hâttâ bir tanesi Ren'den "ufacık bir dere" diye bahsediyordu. Almanların buldukları ağacın altına çöküp içki şişelerini midelerine boşalttıklarını anlattılar. Ama bence bu yanlış, zira şimdiye kadar hiç sarhoş Alman'a rastlamadım.

8 Haziran günü Saale Vadisini geçtik, Halle'de iki saatliğine durduk. Leipsic'de tren değiştirdim, saat yedide Dresden'e vardım. Bu şehirde unutamadığım yerlerden bir tanesi de sanat galerisi oldu. Bu galeride harikulâde tablolar var. Bilhassa Madonna di San Sisto, Correggio Gecesi, Titian'ın Christo della Moneta'sı enfes. Ayrıca Rubens ve Rembrandt'ın çok enfes bir koleksiyonu bulunuyor. Dresden'de sanat dünyasının ileri gelen mütehassıslarından biri olan Kont Nicholas Pahlen ile tanışmak güzel bir tesadüf oldu. Bakanımız Mr.Forbes ile akşam yemeği yedim. 9 Haziran'da İsviçre ve Avusturya'ya vardım. Sonra Prag'a geçtim. Prag beni çok şaşırtan bir şehir oldu. Roma sarayları, Moskova kubbeleri, Edinburg evleri sanki burada toplanmış. 30 yıl savaşları, 7 yıl savaşları ve 1848 olaylarında topların bu şehirde yaptıkları tahribatı görmek insanı üzüyor. 1848'de zavallı Prenses Windischgratz'ın öldürüldüğü pencereyi gördüm. Açılan ateş aslında prense yönelikmiş ama prenses ölmüş olayda. Viyana'ya 10 Haziran'da vardım. Tuna nehrini görmek bana çok büyük bir heyecan verdi. Arşidük Charles Oteli'nde kaldım. Rus İmparatorunun Bab-ı Ali'ye Prens Mençikofun son notasını kabul etmesi için sekiz gün verdiği söyleniyor. Bu kabul edilmediği taktirde Ruslar, Türk İmparatorluğunun Kuzey eyaletlerini işgal edeceklermiş. Avusturya, Türkiye'ye bunun bir savaş ölçüsü olarak ele alınmamasını öğütleyecekmiş. Viyana'daki İngiliz elçisini ziyaret ettim. Lady William Russell ve Kraliçenin Manchester'de "Sir" ünvanını verirken gördüğüm John Potter'i gördüm. Sir Potter bana Türkiye ve Mısır'ın çok güzel ülkeler olduğunu söyledi. Lady Westmorland ve Lord Westmorland'larda yemek yedim. Lady daha sonra beni Schönbrunn bahçelerine götürdü. Yeşil çimenler, beyaz heykeller ve - 1 2 -

çeşmelerle bu bahçeler nefis yerler. Viyana'da moda herşeye hâkim. Yol kenarlarındaki ufak çay evleri tıklım tıklım dolu. Akşam Westmorland ailesi beni Avusturya Dışişleri Sekreteri Kont Buol'un verdiği resepsiyona götürdüler. Sabahleyin Schönbrunn bahçelerinde gezerken gördüğüm Rus Bakan M.Mayendorff'la tanıştım. Fransız Bakan M.de Bourgueney bana savaş beklediklerini söyledi. Prens Metternich'le görüşmüş. Prensin kendisine "Bu mesele Petersburg'da değil, Moskova'da (yâni yüksek Rus-Yunan Kilise Toplantısında) çözülecek" dediğini anlatıyor. 13 Haziran günü Prens Eugene'nin son malikânesi Belvedere Sarayını gezdim. Dresden'deki sanat galerisi kadar olmasa da yine çok değerli koleksiyonları ihtiva ediyor. Burada üç tane Rafael, birçok Correggios ve Rubens var. Bugün halka açık gün olmadığından ziyaretçi olarak sadece ben ve M.Mayendorff vardık. Mayendorff bana ileride herhangi bir güçlükle karşılaştırdığım taktirde gösterebileceğim bir mektup verdi. Akşam yemeğini Westmorland ailesiyle yedim. Bana Avusturya mâliyesinin çok kötü bir durumda olduğunu anlattılar. Ruhban sınıfın hem ahlâki değerlerden gitgide uzaklaştığından, hem de çok cahil olduğundan yakındılar. Sınıf ayrımına Avusturya kadar önem veren bir başka ülke olmadığını, hiçbir sanatçının sosyeteye kabul edilmediğini söylediler. Prens Schwartzenburg bu yıl İmparatorun da katıldığı bir baloya büyük bankerlerden birkaç tanesinin hanımını davet etmiş. Bu olay büyük sansasyon yaratmış. Birisinin bu konu hakkında şöyle dediği anlatılıyor. "Ne yazık ki Viyana salonları çok küçük." Tuna üzerinden İstanbul'a gitmek için ertesi gün bir buharlı gemide yer ayırttım. Lady Westmorland ve Kont Edmund Zich'i ziyaret ettim. Kont'un her devire ve her ülkeye ait çok zengin bir eski kılıç koleksiyonu - 13 -

var. Kendi kılıcı da nadide taşlarla kaplı. Birlikte İmparatorluk Hazinesini gezdik. Burada Alman ve Avusturya İmparatorluklarına ait birçok enteresan antika eşya, çok değerli mücevherler bulunuyor. İmparatorluk arabalarını da gördüm bu arada. Bir tanesi 5.Charles'e ait ve çok değişik. Akşam Odo Russell'le birlikte Volksgarten'a gittim. Birçok sivil ve subay ağaçların altına oturmuş, bir orkestranın çaldığı Strauss ve Bohem şarkılarını dinliyorlardı. Bu, Viyana hayatının en çekici yönü. Açık hava ve müzik burada halkın en sevdiği şeyler. 15 Haziran günü Viyana Garnizonunu ziyaret ettim. Bavyera Kralı Viyana'yı ziyaret edecekti. 18.000 asker toplanmıştı. Askerlerin hepsi beyaz üniformalı idi. Subaylar değişik renkli üniformalar giymişlerdi. Avusturya İmparatorunun askerlerinin önünde Kralı selâmlaması çok ender görülen güzelliklerden biri idi. İmparator çok güzel ata biniyor. Lord ve Lady Westmorland, Lady Rose Fane, Lady William ve Odo Russell trenle Baden'e gittiler. Biz şehirde dolaştık, hamamlara gittik. Çok hoş bir gündü. Hayatımın ilk Rus hamamına 16 Haziran günü gittim. Bu hamamların özelliği önce çok sıcak, sonra da çok soğuk su ile yıkanmanız. Prenses Sarah Esterhazy'i ziyaret ettim. Prenses bir melek kadar güzel ve cana yakın. Augustineler Kilisesi içinde Canova'nın Arşidüşesi Christine için yaptığı şahane anıtı gördük. Bu bence Canova'nın en iyi eseri. Kilise içinde özel bir bölümde bir sürü kavanoz vardı. Bunlarda İmparatorluk ailesinin kalpleri muhafaza ediliyordu, Prens Paul Esterhazy ile yemek yedik. Yemekte Maraşal Nugent, General Walmoden, Lucca Dükünün eski damadı Baron Wand ve İngiliz Elçiliğinden görevliler vardı. Viyana'- da daha fazla kalabilmeyi isterdim ancak şu andaki Türkiye-Rusya ilişkileri sebebiyle Tuna üzerindeki yol - 14 -

culuğumu fazla geciktirmemeliyim. Yolculuğum 17 Haziran'da başladı. Tuna Buharlı Gemiler Şirketine ait Szechenye gemisiyle hareket ettik. Bu gemi şirketin bu yıl işletmeye koyduğu en iyi üç gemisinden biri ve her yönüyle mükemmel. Çok konforlu ve havadar bir kamaram var. Kahvaltı sabah saat 6 ile 8 arası. Kahve, çay ya da çikolata veriliyor. Saat 11'de öğle yemeği, 4.30'da akşam yemeği, saat 8'de de çay var. 18 yolcu ile hareket ettik. Lord Westmorland'm evinde tanıştığım Sir Charles O'Donnell'e rastladım. Sir O'Donnell çeşitli ülkelerde görev yapmış, 1828'de Türklere karşı Rusların safında yer almış, şimdi Ruslara karşı Türkleri destekleyeceğini söylüyor. İran'a gidiyormuş. Gemide ayrıca Boğdan'daki arazilerini görmeye giden Kontes Sturza, Odessa'daki İtalyan operasından bir Rus sanatçısı bulunuyordu. Kaptanımız Lucovitz Dalmaçyalı. Ağırbaşlı ve işinin ehli. Tuna Buharlı Gemiler Şirketi Aşağı Tuna da yapılan yatırımların en iyilerinden biri. Bu şirketin açılmasında Macar İhtilâlinden sonra maalesef aklını kaçırmış olan Kont Szechenye büyük faaliyet göstermiş. Şirketin büyük teşebbüslerini, Karadeniz, Ege, Akdeniz ve Adriyatik'te çalışan Lloyd Şirketini de düşününce insanın aklına Avusturya'nın bu işten bir hayli kazançlı çıktığı geliyor. Yolculuğumuz Tuna nehri boyunca iki gün devam etti. Türk ordularının meşhur Mohaç zaferini kazandıkları Mohaç Ovasının yanından geçtik. Türk şehirleri birbiri ardısıra görünüyordu. Vidin şehri bende ağaçları ve ince minareli manzarası ile çok büyük bir etki bıraktı. Sağ tarafımızda Bulgaristan, solumuzda Eflâk kıyıları bulunuyordu. Vidin'den ayrılırken şiddetli bir yağmur başladı. Suların kabarması üzerine kaptanımız iki saat demir attı. Gemide bulunan İtalyan Carlotti ailesi İtalyan operalarından şarkılar söylediler bize. Tu - 15 -

na nehri üzerinde bu şarkılar insanda unutulmaz hatıralar bırakıyor. 20 Haziran'da Bükreş'in limanı vazifesini gören Giurgin (Yerköy) da durduk. Bu şehirde 200 Eflâklı asker için kurulmuş bir garnizon bulunuyordu. Rusya'nın yeni hareketlerinden daha hiçbir haber yok. Eflâk dilinin, Lâtince bilen bir kişi için kolay olduğunu farkettim. Yolculuğumuz şiddetli bir fırtına altında devam etti. Uzaklarda Silistre şehri yağmur altında parlıyordu. 21 Haziran'da İbrail'e vardık. Bizi İstanbul'a götürecek olan Persia gemisi gelmişti. Ertesi gün sabah saat sekizde İstanbul'a hareket edecektik, bu yüzden şehre inip biraz dolaştık. Gece tiyatroya gittik. Tiyatrodan çıkışta dolunay gökyüzünde bütün haşmeti ile parlıyordu. Böylesine muhteşem bir gökyüzü görmek için bile bunca uzun yolculuğa değerdi. - 16 -

GÜNLÜK

22 Haziran- Saat sekizde Szechenye vapurundan, mert ve nazik kaptandan ayrıldık. Kaptan ilerde tekrar görüşmeyi dilemeden ayrılamayacağınız kişilerden biriydi. Persia'ya bindik. İyi bir vapur ancak ücreti bir hayli yüksek. Bir başka Dalmaçyalı olan kaptan hakkında söylenebilecek tek şey, işinden iyi anlıyor görünümünde olduğu idi. Yukarı kamarada altı yolcuyla hareket ettik. Güvertenin değişik yerlerinde de Türk ve Yahudi grupları bulunuyordu. Vapurda ayrıca kahve pişirilen küçük bir çay ocağı da vardı. Türkler ve Yahudiler belli saatlerde Mekke ve Kudüs'e dönüyorlar, derin bir huşu içinde ibadet ediyorlardı. Hâlen Rus idaresinin sınırında bulunan Prut'un ağzından geçtik. Sonra son savaşta Rusların Tuna'yı geçtikleri yere geldik; (5) arkasından İsmail şehri uzaktan göründü. Tuna nehrinin orta ağzı olan Sünne'den geçmek çok ilginçti. Bu kanal Edirne Antlaşmasına göre (6) bütün milletlerin ticaretine açık tutulması ve gidiş gelişe elverişli bulundurulması kaydıyla Ruslara verilmişti. Ruslar buraya bir tarama âleti - 19 -

getirmişler, ancak bu âletin çok ender olarak çalıştığı görülüyordu. Gördüğümüzden çıkarılan sonuç şu; gerek nehrin ağız bölümündeki, gerekse kıyıda bulunan yüzlerce taşıt kıyıdaki kum yığınlarını geçemiyorlardı. Gemimizin su altındaki bölümü ikibuçuk metre kadardı. Kaptanımız herhalde bu sebebten gemiye yük almamış olsa gerek. Uzun ve çift sıra tekneler arasından muzafferane bir şekilde geçtik. Ancak nehrin tam ağzında biraz da olsa dibi sıyırdık. Kaptanımız "Haydi arslanlarım" diye bağırıyordu tayfalarına. Salimen Karadeniz'e çıktık. 23 Haziran- Saat onda Varna'da kömür almak için durduk. Türkler işlerini ağırdan alıyorlardı. Yolcular karaya çıktılar. Rıhtıma cephane sandıkları indiriliyordu. Bütünüyle Şark özelliği taşıyan şehirde dolaştıktan ve çeşme başında biraz vakit geçirdikten sonra, Alderley Kontu Stanley'in oğlu Mr.Stanley'i görünce bayağı şaşırdım. Mr.Stanley İstanbul'da elçilikte çalışıyormuş. Burada görevli oluşunun sebebi içişlerine gönderilen Varna elçisinin yerini doldurmak içinmiş. Bizi çok hoş bir Paşa ile tanıştırdı. Şehrin 1829'da Ruslar tarafından alınışı sırasında yıkılmış olan ve şimdi onarılan surlardan bir kısmını gezmeye götürdü. Türklerin hararetli bir taraftarı idi Mr.Stanley. Adil bir savaşta Türklerin Rusları yeneceklerine inanıyordu. Ben maalesef bu kanaati paylaşamayacağım. Burada herşey büyük bir düzensizlik içinde. Sanırım Türkler Bulgaristan'daki yüzyirmibin ve İstanbul Garnizonundaki diğer seksenbin askerlerine güveniyorlar. Gemiye döndüğümüzde bir Türk haremine ait beş hanımla karşılaştık. İki adamın haremiydi bu kadınlar. Yaşlı bir hemşire ve bir sürü çocukla güvertede ayrı bir kamaraya yerleşmişlerdi. Ama kendilerini kamaraya kapamıyor, rahatça aramıza ka - 2 0 -

tılıyorlardı. Güzel kadınlardı doğrusu; salına salına yürüyorlardı. Solgun yüzleri vardı nedense. Elbiseleri rahibelerin bol tuvaletlerine benziyor, çarşafları ağızlarının hemen üstünde duruyordu. Şeffaf sayılabilecek bir kumaştan yapılmıştı bu çarşaflar. En az hoşlandığım şey de tırnaklarına sürdükleri açık kırmızı bir boya olan "kına" oldu., 24 Haziran- Sakin bir yolculuktan sonra Boğaziçi girişindeki fenerlere vardık. Karşılıklı hisarların topları, dizi dizi Türk cengâverleri, elçilerin yalıları, Padişahların sarayları, taraçalı evler ve selvi ağaçları arasında Avrupa ve Asya'nın bu meşhur boğazından hızla ilerlemeğe başladık. Girişte umduğumdan daha az güzellik vardı. İstanbul'a Karadeniz'den girmek bir hayal kırıklığıdır. Ancak muhteşem şehir tam aksi bir kanaat bırakır insanda. Şehrin mevkii mükemmel, tek kelimeyle şahaserdir. Kubbeler ve minareler ufukları kaplamış, tüm şehir ve kule köpüklü mavi sularla işlenmiştir. Altın Boynuz'da (Haliç) demir attıktan kısa bir süre sonra limandaki bütün gemilerden kıyıdaki bütün tersanelerden gök gürültüsünü andıran selâm sesleri yükseldi. Bu, padişahın saltanat kayığı ile camilerden birine gittiği gün olan Cuma gününe işaretti. Karaya çıktık. Beyoğlu'nda Messiri'nin oteline yürürken caddelerin düzensizliği, darlığı, dikliği ve sefilliği beni çok şaşırttı; bütün bunlar Galata (eski Ceneviz mahallesi) ve eski İstanbul'da yaptığım yürüyüşlerde gördüğümden çok farklıydı. İçinde Türk hanımların bulunduğu boyalı arabalar gördük. Tozlu arabalar erkekleri uzakta tutmak için bir grup asker tarafından korunuyordu. Ancak bu işin tam olarak yapıldığı söylenemez. Daha sonra yakınlardaki bir camiye gittik. Kutsal sayılan Ramazan ayında bu caminin avlusunda bir pazar ku - 21 -

rulurmuş. Bugün de pazar vardı. Müslümanlığın etkisi olacak, rehberimiz bize ihtiyatlı olmamızı öğütledi. "Kendinizi koruyun, etrafta dolaşan bir sürü hırsız var" dedi. Caminin avlusunda bir sürü güvercin vardı. Bu caminin güvercinleriymiş bunlar. Otelimiz güzel, fiatlar da iyi. Akşam yemeğini tabldottan yedim. Akşam yemeği saat yedide. Büyük bir grup (otuz kişi kadar) var. Amerikalılar, Belçikalılar, ancak çoğunluk İngilizlerden. Sonra bir çeşit pasajdan geçtim. İnsanlar kahve içiyor, pek de iyi olmayan bir orkestra çalıyordu. Herşey Dresden ve Viyana'da gördüklerimden öylesine farklı ki. Oteldeki adamlardan bazıları bir çeşit Türk kuklası olan Karagöz'ü seyretmeğe gittiler. Ben gidemedim. 25 Haziran- Kahvaltı saat altıdan onikiye kadar devam ediyor. Galata'da bir Türk hamamına gittim. Bazı yönlerden yadırgamama rağmen, Türk hamamında yıkanmak güzel birşey. Mr.Thackeray'in "Cornhill-Kahire Yolculuğu" adlı çok eğlendirici kitabında bu hamamlar hakkında mükemmel bölümler vardır. Türk hamamında bir çeşit kızgın mermer (göbektaşı) üzerinde yatılıyor. Hamam sık sık kullanılırsa çok etkili bir tedavi aracı. Bizler derimizi okşamakla kendimizi temizlediğimizi sanıyoruz, Türkler ise gerçek temizlik örneği kişiler. Sıcak odalar ve çok nefis bir keselenmeden sonra insan mayhoş bir şekilde yatarken kahve, limonata ve çubuk getirmeleri çok hoş birşey. Saat dörtte Tarabya'ya gitmek üzere bir vapura bindim. Bir kişilik ücret iki peni. Ancak bu şirketin karşısına şimdi rakip olarak bir Türk şirketi çıkmış. Şirketin bu işten çekilmesi düşünülüyormuş. Le Palais d'angle-terre (İngiliz Sarayı) yanında karaya çıktım. Elçilerin villaları ve diğer evler ahşap olmasına rağmen bilhassa bahçe- - 22 -

ler ve teraslar çok güzel. Manzara ise harikulâde. Bir müddet Lord Stratford ile ufak bir arazide yürüdüm. Lord Stratford çok hoşlanıyor böyle yürüyüşlerden. Bu yer İran ile yapılan müzakereler sırasında Lord Stratford'un gösterdiği hizmetlerden ötürü Padişah tarafından İngiliz Hükümetine hediye edilmiş. Fransız Sarayı'nın bulunduğu arazi ise İngilizlerinkine kıyasla daha büyük ve geçmişi General Sebastiani ve Amiral Duckworth devrine kadar uzanıyor. Daha önce de İpsilanti ailesinin malı olmuş. Akşam yemeğini saat sekizde yedik, işlerin ve gün ışığının sona erdiği bu akşam saatini her zaman gerçek uygarlık saati olarak düşünmüşümdür. Yemekte Mr.Robert Hay ve Tarabya açıklarında demirlemiş olan Retribution savaş gemisinin kaptanı Drummond vardı. Kaptan benimle saat bire kadar sohbet etti; fakat böyle büyük bir siyasi kriz içinde bu konuşmanın mahiyetini buraya yazamam şüphesiz. Kaptanın söylediği her söz asil bir İngiliz'de bulunması arzulanan zekâ ve inceliği gösteriyordu. Sonra günün ağırlıklarından kurtulmak için günlük konulardan söz açıldı, sohbet uzadıkça uzadı. Lord Stratford'un şu anda yaptığı görev çok ağır sorumluluklardan biri olsa gerek; zira duyduğuma göre ülkenin yöneticileri lorda çok hürmet ediyorlar. 26 Haziran- Mr.Hay'la birlikte Retribution harp gemisine ibadete gittik. Her yönüyle çok iyi bir ayin oldu. Hattâ ilâhiler bile okundu. Burada, Boğaziçi'nin yukarı kısmında, bir parça Asya, bir parça Avrupa'ya yaslanmış koyların içinde dizlerimiz güçlü topların yanında ilâhi dinlemek çarpıcı ve duygulandırıcı birşey. Daha sonra gemiyi dolaştık. Yirmisekiz topluk güzel bir gemi Başkent'e üç gemicinin çektiği çok lüks bir kayıkla döndüm. Suyun üzerinde tasavvur edebileceğiniz en hoş - 23 -

ulaşım aracı, bana sorarsanız bir kayıktır. Caradoc gemisinin kaptanı Derriman'a bazı talimatlar bırakmak için uğradım. Yüzbaşıyı ilk gördüğünüzde sevmemeniz mümkün değil. Onunla birlikte Beşiktaş koyunda dolaşmak için hazırlandık. Yemeği otelde yedim. Gruptan ayrılanlar, gruba yeni katılanlar canlılık ve çeşni getiriyorlar. 27 Haziran- Saat beşbuçukta yardımcım Dimitri'yle birlikte karşı yakaya, Üsküdar'a gittik. Atlara binerek Bulgurlu tepesine vardık. Bu tepenin manzarası bu seçkin yakanın en mükemmel manzaralarından biridir. Boğaziçi' nin mavi kıvrımları, Avrupa yakasındaki Rumelihisarı, bu yakadaki Anadoluhisarı'nın beyaz silüetleri, pırıl pırıl uzanan muhteşem şehir, eski Chalcedon noktası, adaların benekler meydana getirdiği yumuşak uzanan Marmara ve gerideki Asya sırtları... Günün geç saatlerinde Cenevizlilerin yaptığı Galata Kulesine çıktım. Bu panoramanın en iyi manzarası burada olmalı. İstanbul'un nüfusunu öğreniyorum. Boğaziçindeki köyler de dahil edildiği zaman 750.000 civarında. 240.000 Türk, 300.000 Yunanlı, 200.000 Ermeni, 10.000 Yahudi ve Fransız. Burada doktorluk yapan aynı zamanda Times Gazetesinin muhabirliğini yapan Dr.Sandwith'e bir mektup getirmiştim. Doktor bana bir Türk paşasının veya nazırının evine yemeğe gitsem bile Avrupa âdetlerinin taklit edildiğini, çatal, kaşık bulacağımı söylemişti. Beni seçkin bir Türk ailesine akşam yemeğine götüreceğini söylemişti. Bugün oraya gittik. Ev sahibimiz Padişah'ın başhekimlerindendi. Doktorun Üsküdar'daki evine güneş batmadan yarım saat kadar önce vardık. Ramazan ayında güneş batmadan yemek yenilmeyeceği için (Ramazan ayında güneşin doğuşundan batışına kadar yemek yenilmez, çubuk içilmez) - 24-

evsahibi ile bahçede oturarak vakit geçirdik. Küçük olduğundan dolayı Frenklerin önüne çıkmasında bir mahsur olmayan oniki yaşlarında bir Çerkez kız geldi. Saraydan sıkı muayene için gönderilmişti. Sonunda top patladı: "Dinleyin! Akşam topunun gürültüsü geliyor, Gün battı diyor bize, güneş takdis ediliyor." CORSAIR Hemen yemeğe oturuldu. Grup dokuz kişiydi. Mor bir cüppe giymiş imam vardı; ancak en iyi giyinen ve en iyi görünüşlü olan kişi saraydan davet edilmiş zenci bir beyefendiydi. Evsahibimiz biraz Fransızca konuşuyordu; diğerleri Türkçeden başka bir dil bilmiyorlardı. Türkçeyi çok rahat bir şekilde konuşuyordu Dr.Sandwith. Herkes alçak minderler üzerine bağdaş kurarak oturdu. Ben bağdaş kurmayı beceremediğimden ayaklarımı ortaya getirilen alçak, yuvarlak bir masanın (sini) altına sıkıştırdım. Sininin üzerine bakır ya da pirinç bir tepsi koydular. Bunun üzerine de yemek dolu tabaklar en iştah açıcı bir biçimde yerleştirildi. Hepimiz yemeğe sağ ellerimizle başladık, yalnız çorba tahta kaşıklarla içildi. Elle yemek yemek adeti sanıldığı kadar kötü birşey değil; herkes kendi önünden yemek yediği için eller birbirine geçmiyor. Yemeğin çok lezzetli olduğunu belirtmeliyim. Sebzeler, tatlılar, baharatlı birçok yemek birbiri ardından sunuldu bizlere. Ancak bu yiyecekler bizim maceracı olmayan İngiliz mutfağı için çok değişik ve çok çeşitli. Şerbet ve su içtik. Gruptan bazıları gün boyunca içemedikleri pipolarını öylesine özlemişlerdi ki, yemeğin sonunu beklemediler. Bir başka odaya geçtik. Hepimiz bir divan üzerine bağdaş kurduk. Ancak benim bacağıma kramp - 25 -

girdi. Ayaklarımı çekinmeden uzatabileceğimi söylediler. Misafirliğin bu kısmı çok uzun sürdü. Kahveler ve pipoların biri geldi, diğeri gitti. Arada sırada bir tamburun hoş nağmeleri geliyor, zenci bey de müziğe eşlik ediyordu sesiyle. Bu beyin Padişah'm en gözde musikişinaslarından olduğunu öğrendim. Ev sahibimiz, Padişah'tan saygı ile bahsetti. Kendisini tedavi ederken hiç çekinmemesini, mesuliyetten korkmamasını söylediğinden bahsetti. Bana karşı herkes çok nazik davranıyordu. Ruslara karşı duyulan harp hırsını bana açtıklarında, bu fikri doğru bulmadığımdan savaş olmayacağını söyledim. Ev sahibimiz hemen atıldı. "O halde Ruslar masraflarımızı ödeyecekler mi?" Eve kayıkla döndüm. Bacağıma kramp giren divandan ve pipo dumanlarından sonra halı misali uzanan Boğaziçi, berrak gökyüzü, muhteşem şehrin hemen hepsi ışıl ışıl yanan minareleri, Padişah'ın köşklerinden birinden gelen askeri bir müzik altındaki kayık sefamız çok hoş bir değişiklikti. 28 Haziran- Saat sekizde Sir Charles O'Donnell, Mr.Walsh ve Kaptan Evans'la (son ikisi ile burada tanıştım, çok iyi insanlar) bir Türk gemisine bindik. Beşbuçuk saat süren bir yolculuktan sonra Marmara Denizi'nin öte yakasındaki Mudanya'ya vardık. Burada hayli yoğun bir münakaşadan sonra aramıza aldığımız bir Fransız mimarı ile birlikte hepimiz atların sırtına bindik. Ufak bir midilli benimkisi. İngiltere'den eyer getirmem isabet olmuş. Hedefimiz Bursa. Beşbuçuk saat süren Bursa yolculuğu şimdiye kadar yaptığım en iyi seyahatlerden birisi oldu. Bursa yolu çok verimli bir kara parçası ile başlar. Marmara Denizi'nin çekici manzaraları, denizi çevreleyen tepeler, derken tatlı bir eğimle Bursa şehri sizi kucaklar. Bursa'ya giden her adım bir - 26 -