ÇAĞDAŞ TÜRK EDEBİYATI. Kemal Bilbaşar. Roman YONCA KIZ. 28. basım. Kapak Resmi: Yaprak Moralı



Benzer belgeler
ÇAĞDAŞ TÜRK EDEBİYATI. Çetin Öner. Roman GÜLİBİK. Çeviren: Aslı Özer. 26. basım. Resimleyen: Orhan Peker

ÇAĞDAŞ TÜRK EDEBİYATI. Refik Durbaş. Öykü KURABİYE EV. Resimleyen: Burcu Yılmaz

DESTANLAR VE MASALLAR. Samed Behrengi KÜÇÜK KARA BALIK. Masal. Çeviren: Haşim Hüsrevşahi resimleyen: Mehmet Sönmez

ÇAĞDAŞ TÜRK EDEBİYATI. Refik Durbaş. Şiir BEZ BEBEKLE KUKLASI. 2. basım. Resimleyen: Burcu Yılmaz

ŞİMDİKİ ÇOCUKLAR HÂLÂ HARİKA

ÇAĞDAŞ TÜRK EDEBİYATI. Süleyman Bulut GÜNAYDIN! GÜNAYDIN! Resimleyen: Burcu Yılmaz

ÇAĞDAŞ TÜRK EDEBİYATI. Betül Tarıman. Öykü GÖKYÜZÜ PRENSİ PO İLE KÜÇÜK KIZ. 2. basım. Resimleyen: Uğur Altun

MATBAACILIK OYUNCAĞI

KÜÇÜK UYKULAR BAHÇESİ

Cem Akaş BUMBA İLE BİBU. Resimleyen: Reha Barış

KIRMIZI KANATLI KARTAL

ÇAĞDAŞ TÜRK EDEBİYATI. Koray Avcı Çakman. Öykü FLAMİNGO GÜNLÜĞÜ. 1. basım. Resimleyen: Reha Barış

ÇAĞDAŞ TÜRK EDEBİYATI. Süleyman Bulut. Bilmece ŞİPŞAK BİLMECELER DEYİM VE ATASÖZLERİ. 2. basım. Resimleyen: Ferit Avcı

ÇAĞDAŞ TÜRK EDEBİYATI. Süleyman Bulut. Öykü ASLAN KRAL KORK. Resimleyen: Sedat Girgin

BARIŞ BIÇAKÇI Aramızdaki En Kısa Mesafe

Türkçe Ulusal Derlemi Sözcük Sıklıkları (ilk 1000)

ÇAĞDAŞ TÜRK EDEBİYATI. Süleyman Bulut. Öykü ORMANDAKİ DEV. 4. basım. Resimleyen: Reha Barış

BÖCEK ORKESTRASININ MUHTEŞEM SINIFI

Bilgin Adalı HEYECANLI KİTAPLAR. Serüven. Resimleyen: Mustafa Delioğlu SÜMBÜLLÜ KÖŞK

ÇAĞDAŞ TÜRK EDEBİYATI. Tanşıl Kılıç. Roman ŞEKERLİ SİNEK. 12. basım. Resimleyen: Vaqar Aqaei

UĞURBÖCEĞİ NİN MUTLULUK HAPLARI

ÇAĞDAŞ TÜRK EDEBİYATI. Cihan Demirci. Şiir ŞİİR KÜÇÜĞÜN. 2. basım. Resimleyen: Cihan Demirci

UFACIK TEFECİK KURBAĞACIK

mer can or ma nı için de do laş mak tay dı. Ka ya la rın ara sın da ki ya rık lar da on la rın yu va la rıy dı. Ha nos de lik ler den bi ri ne bil gi

Gülmüştü çocuk: Beni de yaz öyleyse. Yaz ki, kaybolmayayım! Ben babamı yazmamıştım, kayboldu!

Tanşıl Kılıç ŞEKERLİ SİNEK. Resimleyen: Vaghar Aghaei

-gi de ra yak- se ve bi lir sin... Öl mek öz gür lü ğü de ya şa mak öz gür lü ğü de önem li dir. Be yoğ lu nda ge zer sin... Şöy le di yor du ken di

Gök ler. Uçak lar la gi di lir an cak ora la ra. İn san gök ler de do la şa bil se. Bir ak şa müs tü, ar ka daş la rıyla. Bel ki ora la ra uçak lar

ya kın ol ma yı is ter dim. Gü neş le ısı nan top rak üze rinde ki çat lak la rı da ha net gö rür düm o za man. Bel ki de ka rın ca la rı hat ta yağ

OKUMA ANLAMA ANLATMA. 1 Her yerden daha güzel olan yer neresiymiş? 2 Okulda neler varmış? 3 Siz okulda kendinizi nasıl hissediyorsunuz?

Bir akşam vakti, kasabanın birine bir atlı geldi. Kimdir bu yabancı diye merak eden kasabalılar, çoluk çocuk, alana koştular. Adam, yanında atı,

Delal Arya HEYECANLI KİTAPLAR. Serüven. Resimleyen: Mert Tugen YEDİ DENİZLERDE 2. 2 Basım İSKELET SAHİLİ NDEKİ SIR

KEREM ASLAN Her Şey Dahil

Soðaným da kar gibi Elma gibi, nar gibi Kim demiþ acý diye, Cücüðü var bal gibi

MAVİ KUŞU GÖREN VAR MI?

BİZİM SOKAKTA ŞENLİK VAR

Özel Gebze Eğitim Kurumları Öz-Ge Gündüz Bakımevi YILDIZLAR GRUBU ARALIK

ÇAĞDAŞ DÜNYA EDEBİYATI. Goscinny / Sempé. Öykü PITIRCIK KÜÇÜK PITIRCIK. Çeviren: Vivet Kanetti. 29. basım

Dersler, ödevler, sýnavlar, kurslar... Dinlence günlerinde bile boþ durmak yoktu. Hafta sonu gelmiþti; ama ona sormalýydý.

edersin sen! diye ciyaklamış cadı. Bunun hesabını vereceksin! Kadının kocası kendisini affetmesi için yarvarmış cadıya. Karısının bahçedeki marulları

DESTANLAR VE MASALLAR. Muhsine Helimoğlu Yavuz HILE İLE DILE. Masal. KÜRT MASALLARI Resimleyen: Claude Leon

5 YAŞ VE HAZIRLIK SINIFI EKİM BÜLTENİ

I. Metni okuyunuz ve soruları cevaplayınız. ÖNEMLİ BİR DERS

Özel Gebze Eğitim Kurumları Öz-Ge Gündüz Bakımevi

Günler süren yağmurdan sonra bulutlar kayboldu. Güneş, ışıl ışıl yüzünü gösterdi. Yıkanan doğanın renklerine canlılık gelmişti. Ağaçlardan birinin

GÖRÜNMEZ OLAN TONİNO NUN MACERALARI

O sabah minik kuşların sesleriyle uyandı Melek. Yatağından kalktı ve pencereden dışarıya baktı. Hava çok güzeldi. Güneşin ışıkları Melek e sevinç

KÜRESEL AYNALAR BÖLÜM 26

sınıflar için. Öğrenci El Kitabı

ÇAĞDAŞ DÜNYA EDEBİYATI. Goscinny / Sempé. Öykü PITIRCIK PITIRCIK SATRANÇ OYNUYOR. Çeviren: Vivet Kanetti. 23. basım.

Cadı böyle diyerek süpürgesine bindi. Daha yüz metre uçmadan. paldır küldür yere düştü. Ağaçtaki kargalar Gak gak diye güldüler.

Anne Ben Yapabilirim Resimleyen: Reha Barış

Eşeğe Dönüşen Kabadayı Makedonya Masalı (Herşeyin bir bedeli var)

&[1 CİN ALİ'NİN HİKAYE KİTAPLAR! SERIS.INDEN BAZILARI. l O - Cin Ali Kır Gezisinde. Öğ. Rasim KAYGUSUZ

İhmal Amca DESTANLAR VE MASALLAR BOYALI KIRLANGIÇ. Masal. Resimleyen: Turgut Keskin

ÇAĞDAŞ TÜRK EDEBİYATI. Can Göknil. Öykü ORMANDAKİ ARKADAŞ

İletişim Yayınları 2472 Çağdaş Türkçe Edebiyat 426 ISBN-13: İletişim Yayıncılık A. Ş. 1. BASKI 2017, İstanbul

NURULLAH- Evet bu günlük bu kadar çocuklar, az sonra zil çalacak, yavaş yavaş toparlana bilirsiniz.

İsim İsim İsimlerin Tamamlanmış Hali

MERHABA ARKADAŞLAR BEN YEŞİLCAN!

T.C. M.E.B ÖZEL MANİSA İNCİ TANEM ANAOKULU DENİZ İNCİLERİ SINIFI

OKUL ÖNCESİ KİTAPLARI - 7. PARMAKKIZ Andersen ISBN

EKİM AYINDA NELER ÖĞRENECEĞİZ?

TEŞEKKÜR. Kısa Film Senaryosu. Yazan. Bülent GÖZYUMAN

ÇAĞDAŞ TÜRK EDEBİYATI. Kemal Özer. Öykü ÇOCUKLUK ANAYURDUM. Çeviren: Aslı Özer. 2. basım. Resimleyen: Mustafa Delioğlu

ÇAĞDAŞ TÜRK EDEBİYATI. Ülkü Tamer. Öykü PULLAR SAVAŞI. Kapak Resmi: Gözde Bitir

timasokul.com / bilgi@timasokul.com

YIL DEDE'NİN DÖRT KIZI

Bir sözcüğün zihinde uyandırdığı ilk anlama gerçek anlam denir. Kelimelerin sözlükteki ilk anlamıdır. Bu yüzden sözlük anlamı da denir.

Güngör Dilmen DESTANLAR VE MASALLAR MAVİ ORMAN. Masal. Resimleyen: İsmail Gülgeç

Birinci kadın; Oğlunun çok hareketli olduğunu, ellerinin üzerinde dakikalarca yürüyebileceğini söyledi.

Özel Gebze Eğitim Kurumları Öz-Ge Gündüz Bakımevi 2018 ARALIK AYI EĞİTİM BÜLTENİ

Ramazan Manileri // Ramazan Manileri. Editors tarafından yazıldı. Cuma, 25 Eylül :55

BİR BAYRAK RÜZGÂR BEKLİYOR

EĞİTİM ÖĞRETİM YILI UÇAN BALONLAR VE SİHİRLİ ELLER SINIFLARI NİSAN AYI EĞİTİM PROGRAMIMIZ

Samed Behrengi. Sevgi Masalı. Çeviren: Songül Bakar

MODEL SORU - 1 DEKİ SORULARIN ÇÖZÜMLERİ

ÇAĞDAŞ TÜRK EDEBİYATI. Süleyman Bulut. Öykü SU KARDEŞLER. 3. basım. Resimleyen: Gözde Bitir

1. SINIF TÜRKÇE. Copyright YAZAR Ahmet KÜÇÜKAYDIN Hacer KÜÇÜKAYDIN. KAPAK TASARIMI Resul KÖSE. DİZGİ - SAYFA TASARIMI Resul KÖSE

ÇAĞDAŞ TÜRK EDEBİYATI. Süreyya Berfe. Şiir ÇOCUKÇA. 2. basım. Resimleyen: Burcu Yılmaz

AYLA ÇINAROĞLU. Mavi Boya

DÜZLEM AYNALAR BÖLÜM 25

EKİM AYINDA NELER ÖĞRENECEĞİZ?

ALTIN BALIK. 1. Genç balıkçı neden altın balığı tekrar suya bırakmayı düşünmüş olabilir?

Özel Gebze Eğitim Kurumları Öz-Ge Gündüz Bakımevi ARILAR GRUBU

Özel Gebze Eğitim Kurumları Öz-Ge Gündüz Bakımevi UĞUR BÖCEKLERİ OCAK

ÇALIŞKAN ARILAR EKİM AYI EĞİTİM PROGRAMI 1.HAFTA NELER ÖĞRENECEĞİZ HAFTANIN KONUSU:OKULUMUZ

3 YAŞ AYIN TEMASI. Cinsiyetim, adım, özelliklerim, görünümümdeki değişiklikler nelerdir?

Parlar saçların güneşin rengini bana taşıyarak diye yazıvermişim birden.

5.SINIF TÜRKÇE (GENEL DEĞERLENDİRME TESTİ) almıştır?

Haydi Deniz Kıyısına! Şimdi okuyacağınız hikâye Limonlu Bayır

Günaydın, Bana şiir yazdırtan o parmaklar. ( ) M. Mehtap Türk

Özel Gebze Eğitim Kurumları Öz-Ge Gündüz Bakımevi

Gü ven ce He sa b Mü dü rü

C A NAVA R I N Ç AGR ISI

İslam da İhya ve Reform, çev: Fehrullah Terkan, Ankara Okulu Yayınları, Ankara 2006.

Transkript:

Kemal Bilbaşar YONCA KIZ ÇAĞDAŞ TÜRK EDEBİYATI Roman Kapak Resmi: Yaprak Moralı 28. basım

Kemal Bilbaşar YONCA KIZ

www.cancocuk.com cancocuk@cancocuk.com Yayın Koordinatörü: İpek Şoran Düzelti: Nurten Sönmezcan Kapak Resmi: Yaprak Moralı Kapak ve İç Tasarım: Gözde Bitir Tasarım Uygulama: Gelengül Erkara 1. Basım: 2006 28. Basım: 3000 adet, Ocak 2015 ISBN 978-975-07-0624-0 Can Sanat Yayınları Ltd. Şti., 2006 Tüm hakları saklıdır. Tanıtım için yapılacak kısa alıntılar dışında yayıncının yazılı izni olmaksızın hiçbir yolla çoğaltılamaz. Can Sanat Yayınları Yapım, Dağıtım, Ticaret ve Sanayi Ltd. Şti. Yayıncı Sertifika No: 10758 Hayriye Caddesi No. 2, 34430 Galatasaray, İstanbul Telefon: (0212) 252 56 75-252 59 89 Faks: 252 72 33 Kapak Baskı: Azra Matbaası; Sertifika No: 27857 Adres: Litros Yolu 2. Matbaacılar Sitesi D Blok Kat: 3 No: 3/2 Topkapı, Zeytinburnu, İstanbul İç Baskı ve Cilt: Özal Matbaası; Sertifika No: 26699 Adres: Davutpaşa Cad. Emintaş Kazım Dinçol San. Sitesi No: 81/39 Topkapı, İstanbul

Bu kitabın sahibi:...

Kemal Bilbaşar YONCA KIZ Kemal Bilbaşar Yazarın yayınevimizden çıkan diğer kitabı: KURBAĞA ÇİFTLİĞİ 1910 yılında Çanakkale de doğan Bilbaşar, Gazi Eğitim Enstitüsü Tarih- Coğrafya Bölümü nden 1935 yılında mezun oldu. 1961 yılında emekliye ayrıldı, bir süre siyasetle uğraştı. Yazar, 1945-1952 yılları hariç, sürekli öykü yayımladı, radyo oyunları yazdı; pek çok gazete ve dergide öykü, roman ve makaleleri çıktı. Tiyatro, senaryo ve ders kitapları da yazan Bilbaşar, 1961 den sonra daha çok roman türüne ağırlık verdi. Bilbaşar, 1939 yılında Budakoğlu öyküsüyle Ankara Halkevi Öykü Yarışması nı, Cemo adlı romanıyla 1967 yılı Türk Dil Kurumu Roman Ödülü nü, 1970 yılında da Yeşil Gölge adlı romanıyla May Roman Ödülü nü kazanmıştır. Yazar, 1983 yılında aramızdan ayrıldı. 4

YONCA KIZ Kemal Bilbaşar YONCA KIZ İçindekiler Gurbetçiler, 7 Gurbet Yolunda, 18 Gurbetçiler, Kılığı Kıyafeti Değiştiriyorlar, 30 Bey in, Hanım ın Huzurunda, 50 Mehmet Torlak Beklenmedik Bir Yolculuğa Çıkıyor, 65 Yonca Kız ın Kocaninesi, 77 Yonca Kız ın Yeni Dostları, 85 Yonca Kız, 101 Uludağ da Geçen Mutlu Günler, 112 Dağdaki Çocuk Hırsızı, 129 Yonca Kız Asiye Oluyor, 137 Dört Yapraklı Yonca, 146 Asiye nin Gizlediği Sır, 159 Yonca Kız Parkı ndaki Tören, 169 İki Melek Kız, 180 5

Gurbetçiler Kale kasabası, killi yamaçlar arasında yükse len bir peribacası azmanının üzerine kurulmuş, taş yığınından oluşan bir ortaçağ kalesidir. Kasabayı, ahlattan başka ağaç yetişmeyen ovaya, sarp dönemeçli taştan yapılmış bir köprü bağlar. Yeni ve yakınçağlar bu sarp yolu aşıp kasabaya ulaşamamıştır. Evlerin yapı biçimi, dar sokakları, in san ların giyimleri, yaşayışları, gelenekleri hep geç miş çağların düzenindedir. Buraya gelen bir ya bancı, taştan köprüyü tırmanıp kale kapısından içeri girince kendisini başka bir çağda yaşıyor sa nır. Sanki bin yıl önce birkaç yüz insan ve ba ya da başka bir salgın yüzünden buraya tıkılmış, kal mıştır. Kale nin demir kapısı sürmelenmiş za manın akrebi yelkovanı durdurulmuş, ka sa ba yüz yıl lar boyunca uyutulmuştur. Kale nin sokaklarında insana rastlanmaz, çirkef- 7

Kemal Bilbaşar YONCA KIZ lerde tüyleri kirli tavuklar eşelenir, duvar dip lerinde derisi kemiğine yapışmış köpekler gü neş lenir. Kasabanın erkekleri para kazanmak için uzak şehirlere çalışmaya giderler, fakat kadınlarla ço cuklar kaleden dışarı çıkmazlar, güneşle birlikte dokuma tezgâhlarının başına oturup gün kavuşasıya dek me kik atar, tarak vurur, masur sararlar. Bu yüzden evlerin açık kapılarından, pencerelerinden, ardı kesilmeyen çıkrık, tezgâh sesleri kal dırımlara dökülür. Kasabanın nabız vuruşudur bu tezgâh sesleri; kansız düş müş, heyecanlı, sinirli bir nabız vuruşu... Kadınlar, her an sırtlarına görünmez bir kırbaç inecekmiş gibi telaş ve korkuyla tezgâhı ça lıştırırlar. Korkuları sebepsiz değildir, bilirler ki tezgâh takırdamazsa ocak tütmez, tencere kaynamaz olur. Buranın çocukları başka yerin çocukları gibi oyunlar oynamasını bilmezler ama masur sarma sını, me kik atmasını, tarak kullanmasını çok iyi becerirler. Bu işleri bilerek dünyaya gelirler sanki. Küçük yaştan analarına dokuma işlerinde yardım ederler, masur sa rarlar, tezgâhı boş bulduklarında oturup mekik atarlar. Ayda üç kez üç ayrı korna sesi bir an kasaba daki çıkrıkları ve tezgâhları susturur. Aksekili nin yeşil cipi cırlak cırlak, Madranlının kamyo ne ti bo razan gibi korna çalarlar, Buldanlının YOL KE SEN iyse, Entarisi ala benziyor türküsünce kor na öttürerek kasabanın 8

yokuşuna tırmanır. Korna sesi dar sokaklarda yankılanınca çıkrıklar, tez gâh lar bir an soluklarını tutarlar, kadınlar, kızlar ba şörtülerini arkaya atarak, boyunlarını uzatıp kor na sesine kulak verirler. Velini met lerinin gel di ğini korna sesinden tanıyanlar, telaşla yer lerinden fırlarlar. Kadın, kızan, bir ay durup dinlen me den dokudukları bezleri dürmeye başlarlar. Ken di velinimet lerinin gelmediğini fark eden komşular, sıkıntıyla, öfkeyle tarağa asılıp daha bir hırsla tezgâhını çalıştırırken, ötekiler kucaklarını dokuma toplarıyla doldururlar, çarşının yolunu tutarlar. Çavuşun kahvesinde kerevette bağdaş kurarak bekleyen ya Aksekilinin altın dişlikâtibidir ya Madranlının Efe Süleyman ıdır ya da Buldan lının Kambur Hacı sıdır. Topları getirenler, armağan sunar gibi dokularını ağanın adamına verirler. Yerine iplik çilelerini alırlar. Altın dişli, ağalarının selamını iletir, hak kınız bu kadarken bu ka darmış, der. Kızların kansız yanaklarını iki par mağıyla kızartasıya sıkmadan parayı avuçla rına saymaz. Parayı alanlar, ağaya da, kâtibe de hayırdua ederler, onları kirli bir çıkına sarıp ko yunlarına sokarlar. Efe Süleyman, bağırıp çağırmadan, efeliğini göstermeden paralarını vermez fukaraların. Kambur Hacı da hesabı gördükten sonra çocuklara birer avuç leblebi şekeri dağıtır mutlaka. Kemal Bilbaşar YONCA KIZ 9

Kemal Bilbaşar YONCA KIZ Hikâyesini anlatacağımız Yonca Kız, bu kasabada, kış sonu, her yer karla örtülü olduğu bir sıra dünyaya geldi. Kale nin uçurumu üzerinde penceresinden ova görünen şu nohut oda, bakla sofa, taş yığını evde... Anasının adı Gonca olduğundan, babası Mehmet Torlak: N ola kızımın adı da Yonca ola, dedi. Dört yapraklı yonca gibi bize uğur getirir inşallah! Ezan okuyarak kızının kulağına üç kez, Yon ca! Yonca! Yonca! diye seslendi. Gonca Ana, kasabanın bütün kadınları gibi lo ğusa yatağında üç gün yattı. Dördüncü günü ya tağını dürdü, kaldırdı. Loğusalık günlerinde ko casının çalıştığı tezgâh başına geçti, çocukluğundan beri alışkın ol duğu mekiğe, tarağa yapıştı: Trak tak trak tak! di ye ezeli çilesini doldurmaya başladı. Yonca Kız ın kırkı içinde kasabaya hükümet adamları geldiler. Kale nin her yanını ölçtüler biçtiler. Killi toprak üzerine kurulmuş olan kasabanın uçuruma doğru kaydığını söylediler. Sarp yolun öbür yakasına, Ahlatlı Ova nın başladığı ye re yeni bir kasaba kuracaklarını, hükümetin Ka le deki ev sayısınca ev yaptıracağını, oraya göçüleceğini, bağ, bahçe kurmaları için para dağıtılacağını bildirdiler. Önce buna kimse inanmadı. Fakat karlar kalkıp 10

or talık yeşerince, hükümet adamlarının dediği çıktı. Sarp yolun öbür yakasına adını bilmedikleri dev gibi makineler geldi. Şantiyeler kuruldu, inşaatı üzerine alan müteahhidin adamları, ça vu şun kahvesinde şimdiye dek görmedikleri yük sek gündelikle kasabadan işçi, usta tuttular. İlk kez o bahar, Kale nin erkekleri uzak şehirlere gitmediler, müteahhidin inşaatında çalıştılar. Torlak Mehmet, başlarına konan bu devlet ku şunu, Yonca Kız ın uğurundan biliyordu. Ak şamları iş ten dönüp pencere önüne oturduğunda, kundağa sarılı kızını kucağına alıyor, Yonca kızım, Yonca kızım, uğuru, kısmeti bolca kızım! diye okşuyordu Yonca Kız ı. Yonca Kız ın kara kara saçları, güvem gibi göz leri, ufacık ağzı vardı. Mehmet Torlak, elinden gelse kızını yüreğinin içine sokacaktı. Ne var ki Yonca Kız ın uğuru üç yıl sürdü. Yonca Kız ayaklanıp dilleninceye ve Kale nin karşısına yeni bir kasaba kuruluncaya dek kursakları üç yıl sıcak aş yüzü gördü. Her bayram sırtlarına birer yeni entari, ayaklarına birer yeni lastik kundura alabildiler. Kızların, oğlanların yanakları el ma gibi kızardı, kadınların kara gözlerine fer geldi. Şimdi çıkrık seslerine neşeli türküler, sevdalı şarkılar katılıyordu: Kemal Bilbaşar YONCA KIZ 11

Kemal Bilbaşar YONCA KIZ Kalenin bedenleri Çevirin gidenleri... Evlerin kapıları, pencereleri takılıp, sıvaları, boyaları tamamlanınca müteahhit şantiyeleri sök tü, dev makineler homurdanarak çekilip gittiler. Önce hükümet adamlarının gelip evleri dağıtacağı söylendi. Herkes düğün bayram etti. Hele gayri, fukara Kaleliler de yeni yeni evlere göçecek, hayvan besleyecek, insan gibi yaşayacaklardı. Ama sevinçleri, bayramları uzun sürmedi. Kö tü haber ortalığa yayılıverdi: Ancak yirmi yılda yir mi bin lira ödeyebilenler, yeni evlere göçebileceklerdi. Bir anda kasabanın çıkrık seslerine ka rışan neşeli türküler, sevdalı şarkılar kesiliverdi. Her eve bir hüzün, bir suskunluk çöktü. Derenin öbür yakasında, evleri renk renk ışıldayan kasaba, bir anda onlar için ulaşılmaz bir diyar oluvermişti. Kale duvarlarından çıkıp derenin sarp yo lundan aşmak, o güzel evlerde insan gibi yaşamak, gayri hiçbirine nasip olamayacaktı. Değil yir mi yılda, yüz yirmi yılda ödeyemezlerdi onca parayı. Müteahhit gideli, geçimlerinin de suyu kesilmişti. Şimdi kızanlar eski yıllarda olduğu gibi, Ana, ana gı, ekmek! diye vızıldıyorlardı. Mehmet Torlak, dördüne basan Yonca Kız ın öpüp kokladığı kırmızı yanacıklarının solduğunu görmek istemiyordu. Bir akşam kızını dizine al dığında: 12

Onca kızım, Yonca kızım, uğuru, kısmeti bol ca kızım, hele İzmir e varıp sağlam bir iş tutayım, gelip Gonca Ananla seni oraya götüreceğim, dedi. Yonca Kız, babasından hiç ayrılmamıştı. İlk kez dünyada Kale den başka bir ülke olduğunu du yuyordu. Babasının yabana gitmesini önlemek ister gibi sımsıkı sarıldı boynuna. İzmir nere buba? Çok ırak mı? diye sordu. Mehmet Torlak, kızın yanağından öptü, pencereden akşam güneşinin camlarını tutuşturduğu insansız yeni kasabayı gösterdi. Yook, dedi. Şu gözüken kasabadan daha kolay varılır oraya. Mehmet Torlak, torbaları çıkınları sırtlarında kasabanın bir alay erkeğiyle birlikte gitti gurbete. Yonca Kız, gidenler gözden kaybolasıya babasına mendil salladı. Anası, yeniyle gözünü kurulayarak kocasının gidişine burnunu çekti, ağladı. Sonra ana kız, Mehmet in yokluğu sırasında ken dilerini doyuracak tezgâhın, çıkrığın başına oturdular. O gün bugün evde mekik, masur sesi hiç ek silmedi. Mehmet Torlak tan da hiçbir haber çıkmadı. Ne mektup geldi ne de bir selam. Aydan aya Aksekilinin cırlak yeşil cipi geldiğinde, Gonca Ana yla Yonca Kız bir haber vardır diye umuda kapılıyorlardı. Ama dokularını götürdüklerinde altın dişli kâtip, Bubandan bir haber yok daha, Yonca Kemal Bilbaşar YONCA KIZ 13

Kemal Bilbaşar YONCA KIZ Kız, diye umutlarını boşa çıkarıyordu. Sonra Altın Diş l i, sözü değiştirmek istermiş gibi, iki parmağıyla yanağını sı karak: Büyüdüğün zaman emme de yaman olecen; biliyon mu Yonca Kız? diyordu. Oysa hiç ummadıkları bir gün çıkageldi Mehmet Torlak. Hem de Aksekilinin cırlak yeşil ci piyle. Yeşil cip geldiğinde Altın Dişli, dokuları alıp gideli henüz on gün olmamıştı. Daha çilelerin yarısını bez etmemişlerdi. O sıra Yonca Kız, Kale kapısının dibindeki çeşmeden küçük bakraçla su almaya gitmişti. Sarp yo lun alt yanından yeşil cipin motor gürültüsünü duyunca, Yonca Kız şa şırdı. Parmağı ağzında kalakaldı. Mehmet Torlak, evdekilerini ansızın bastırmak is tediğinden şo före korna çaldırmamıştı. Yeşil cip yo kuşu ağır ağır tırmandı, çeşmenin başına varınca dur du. Altın dişli kâtip, üstü alüminyum kaplı yeşil cipin penceresinden başını çıkardı: Yonca Kız, gel de bi yanak ver hele! Bak ki mi gettim sana! diye ünledi. Yonca Kız ın yüreği çarpıyordu. Bir şey diyemiyor, iki yanına sallanarak parmağını emiyordu. Her zaman kendilerine iplik getiren, para getiren bu tılsımlı arabanın içinden bu kez ne çıkacaktı acep? Derken cipin art kapısı itildi. Üzerinde tavus re simleri bulunan teneke kaplı, küçük bir sandığı koltuğuna kıstırmış olarak, babası çıkıverdi ortaya. Yonca 14

Kız babasını görünce, Bubacııı! diye bağırdı, bir sıçrayışta kendisini babasının kucağına attı. En sonu yabandan geldin bizi almaya, he mi? de di. Kollarını dolamış, yanağını babasının sa kallı ya naklarına sürüyordu. Babasının sert sa kalları içini gıcıklıyordu. Mehmet Torlak da onun kırmızılığını yitirmiş ya naklarını koklayıp öpüyordu: Onca kızım, Yonca kızım; uğuru, kademi bol ca kı zım, he vallaha da sizi yabana götürmeye geldim, diyordu Altın dişli kâtip sabırsızlandı: Koklaşmayı bırak da git işini gör herif. Akşama ancak döneriz, dedi. Şimdi Kale nin tüm çıkrıkları, tezgâhları sus pus olmuştu. Mehmet Torlak, tavuslu sandığı kol tuğunda, Yonca Kız ı kucağında, sokaklardan ge çerken her ev den başı örtülü kadınlar karşı çıkıyor, Hoş geldin, Mehmet im, bizimkinden bi ha ber gettin mi? diye soruyorlardı. Mehmet in geldiği müjdesini Gonca Ana ya çok tan ulaştırmışlardı. Baba-kız onu, gözlerinin yaşını yeniyle siler, burnunu çeker buldular. Ama bu kez fa kirin yüreği sevincinden hop kalkıyor, hop iniyordu. Kansız yüzüne can gelmişti Gonca Ana nın. Mehmet Torlak, getirdiği tavuslu sandıktan Gonca Ana ya güllü fistan, Yonca Kız a kırmızı gül lü pa- Kemal Bilbaşar YONCA KIZ 15

Kemal Bilbaşar YONCA KIZ buç çı kardı, verdi. Yonca Kız ın ayağına gül lü pabuçları kendi eliyle giydirdi. Onca kızım, Yonca kızım, kaderi, kısmeti bol ca kı zım, uğurunu kademini gösterdin gine. Dünyada Ka run dan zengin bir teyze oğlumuz var mış da habarımız yokmuş. Şükür buluştuk. Ve de bundan böyle sırtımız yere gelmez bizim, dedi. Karısına döndü: Hadi davran Gonca Ana! dedi. Pılını pırtını topla, hemen şinci göçüyoruz İzmir e. Emmioğlu muz vakit kaybetmeden çoluğu çocuğu alıp dönesin, diye buyurmuştur. Altın dişli kâtip de sabırsızlanır. Gonca Ana ne yapacağını ne diyeceğini bilemedi. Onca dilediği, düşlerinde gördüğü yabana essahtan göçecekler miydi? Ömrünü harcadığı Ka le yi, şu zebil evi bırakıp gidecekler miydi? İçi ne bir eziklik yayıldı. Kökünden sökülen dal gibi sallandı bir kez. Gözlerinin yaşı sicim oldu, aktı. Yuvası yıkılmış gibi, kolu ka nadı tüm kırıldı. Teyze oğlu, Bi inne bile getirmenize hacet yoktur, dediğinden, Mehmet Torlak evde neleri var, ne leri yoksa komşulara dağıttı. Komşular ha yırdua ederek eşyaları alırlarken ahret sorusu so ruyorlar, yabanın neresine gideceklerini, orada ne edeceklerini, ki min yanında kalacaklarını öğ renmeye çalışıyorlardı. Gonca Ana, yeni güllü entarisini sırtına geçirip bohçasını dürdükten sonra komşularıyla sarmaşıp 16

helalleşti. Hepsi ağlaşıp helallik getirdiler. Bizi hatırdan çıkarman! Bayramda seyranda olsun bir selam gönderin! dediler. Burada kalacakmış gibi babasının kucağından inmeyen Yonca Kız ı her biri ayrı ayrı öptüler, tavuslu sandığı, bohçayı taşıyarak gurbetçileri Aksekilinin yeşil cipine dek uğurladılar. Gurbetçilerin peşinde gelen gök gözlü Zelha Ana, Al tın Dişli nin katına varıp: İznin olursa, Torlakların evine ben göçeyim ağa! dedi. Bundan böyle Aksekili Ağamın çulhası ben olayım ki tezgâhın sesi kesilmesin! Altın Dişli, Torlak tan aldığı anahtarı gök gözlü Zelha ya vermeden iyice bir süzdü kadını. Gücünü ha maratlığını ölçtü: Al anahtarı, emme, iki ay sınarım seni. Ve de Gonca Ana dan geri kaldın mı, gözünün yaşına bakmam, evden çıkartırım! dedi. Gurbetçiler bir kez daha komşularla helallaştılar, cipe yerleştiler. Motor homurdandı, araba cırlak cırlak korna öttürerek, sarp yoldan aşağıya yöneldi. Babasının kucağında oturan Yonca Kız, geride kalanlara, arabanın penceresinden el salladı. Gonca Ana durmadan yeniyle gözlerini kuruladı, burnunu çekti. Kale üzerindeki nohut oda, bakla sofa, taş yığını ev kaybolasıya baktı geriye. Kale nin üç gurbetçisi, Aksekilinin yeşil cipiyle, gün kavuştuğu sıra il merkezine ulaştılar. Şeh re girer- Kemal Bilbaşar YONCA KIZ 17

Gurbet Yolunda ken Yonca Kız, babasının kucağında uyuyordu. Gonca Ana, dünyada bunca büyük ka saba, bunca yüksek evler bulunacağını sanmadığından korkuya benzer bir hayretle çevresine bakınıyordu. Yeşil cip yanlarından geçerken, büyük yapıların üzerlerine yıkılacağından, altında ezileceklerinden korkuyordu. Araba camekânlı bir mağazanın önünde dur du. Camekânın içi güllü basmalar, türlü giyeceklerle do luydu. Mehmet Torlak: Kalk kızım, geldik, diye uyardı Yonca Kız ı. Bohçalarını, sandıklarını alıp indiler. Altın Diş li, içeri varıp ağasına, Torlakgili getirdiğini du yur du. Aksekili Ağa: İçeri getir, gelsinler! dedi. Gonca Ana, ömrü boyunca hizmet ettiği Aksekili 18

Ağa yı ilk kez o gün gördü. Ağa, dükkânın böl mesi içinde, demirden yeşil bir kasanın yanında, halı üzerine oturmuştu. Gonca Ana, Aksekiliyi ağalığa yaraşır heybette buldu; göbekli, gerdanlıydı ağa. Tombalak kıllı elinin parmaklarında ko caman yüzükler vardı. Aksekili Ağa, Gonca Ana nın hatırını sordu. Babasının kucağında mahmurluğunu alamamış, esneyen Yonca Kız ın yanağını okşadı, yeleğinin cebinden bir gümüş lira çıkarıp küçük avucuna sıkıştırdı: Bununla şeker alırsın gendine gözel kızım, de di. Sonra Altın Dişli ye döndü, geceyi geçirmek üzere konukları ardiyeye götürmesini söyledi. Ar diyede pamuk çuvalları bulunduğunu hatırlayınca: Cuvara içmen, değil mi bizim oğlan? diye sordu. İçmen! dedi Mehmet Torlak. Aman içme o kötü şeyi! dedi, Aksekili Ağa. Tutuşdu mu, kav gibi yanar pamuk kısmı. Ardiyede yatak, yorgan vardı, geceyi rahat ge çirirlerdi orada. Yarın sabaha kâtip, kendilerini garaja götürüp yolcu ederdi. Mehmet Torlak, Sağ ol ağa! diyecek oldu, ağa eliyle sözünü kes ti Mehmet in. Teklif mi vardı, Mehmet Efendi bunca yıllık adamıydı. Bundan böyle akraba da sa yılırlardı. İbram Bey in hatırı büyüktü. İbram Bey in yeğeni, ağanın da yeğeniydi. Babası rahmetli Şakir Ağa bü yütmüş adam etmişti kendisini. Kemal Bilbaşar YONCA KIZ 19

Kemal Bilbaşar YONCA KIZ Aksekili Ağa elinin tersiyle ağzını sildi: Yarın er gidersiniz, belki görüşemeyiz, dedi. İzmir e varanda deyze oğluna çok çok selam ider sin! Gözlerinden öptü ağa dersin. Siparişlerini her zaman emir bellediğimi söylersin! Seni çok göresi gelmiş ya, şu sıra işten hiç vakti yoğmuş, dersin! Lakin fuar zamanı, kısmet olursa, ziyaretine geliceemiş, dersin! Hiz metkârın getireceği se peti de bi zahmet, deyze oğluna iletiverirsin gay ri! Kusura bakmasın çoban armağanı. Aksekili Ağa, kâtibin kolundan tuttu: Hadi götür misafirleri! Kebap-ekmek almayı unutma. Mehmet Efendigile! Kızıma da leblebi şe keri al Hafız dan! dedi. Yonca Kız ın yanağını bir kez da ha okşadı. Ardiye, mağazanın karşısındaki hanın içindeydi. Gündüzün dağ köylüler; hayvanlarını buraya bağladıklarından, hanın avlusu fışkı kokuyordu. Altın Dişli, ardiyenin kocaman kilidini açtı. Zinciri çözdü, kapıyı itti. Gıcırdayarak açıldı kapı. Ardiye büyük bir yerdi. Bir yana içi pamuk dolu haralar yığılmıştı, bir yana top top kaput bezleri. Ardiyenin bir ucunda yüksek bir kerevet vardı. Üzerinde yataklar, yorganlar dürülü duruyordu. Yonca Kız la Gonca Ana, Altın Dişli, duvarda bir düğmeyi çıtlatınca, tavandan sarkan toparlak camların hemen yandığını, hayretle gördüler. Al tın Dişli, yiyecek öteberi almaya gidince 20

Mehmet Torlak: Alantrik lambası derler bunlara, diye açıkladı. Gazyağı, fitil heç ilazım değil. Kulağını büktün mü yanar. Bi daha büktün mü, aha böyle sö ner. Mehmet Torlak, elektriği söndürdü, bir daha yaktı. Kolunu boynuna dolamış, bir duvardaki düğmeye, bir tavandaki lambaya bakan kucağındaki kızına: Hadi, sen de bük kulağını hele! dedi. Yonca Kız, parmakları yanar korkusuyla düğmeye el do kun duramıyordu. Ama ilk kez bir oyun heyecanına da kaptırmıştı kendini. Düğmeyi habire çeviresi geliyordu içinden. Babası: Hadi de, korkma kızım! diye cesaret verince düğmeye yapıştı. Gözünü lambaya dikti, Çıt! diye çevirdi düğmeyi, lamba söndü; içerisi zifiri karanlık oldu. Bir daha çevirdi, lambalar hemen yandı. Gene söndürdü, gene yaktı. Pek keyfine gitmişti. Kıkır kıkır gülüyordu. Bir kez daha sınadı. Çıt! söndü, Çıt! yandı lambalar. Yonca Kız kendini daldırmış, habire düğmeyi çeviriyordu. Yetti gayri güzel kızım! dedi Mehmet. Kâ tip Ağa görür de, bir şey der bize. Gonca Ana, ne yapacağını ne edeceğini bilemez bir halde ardiyenin ortasında dikiliyordu. Be reket kocası: Durma, Gonca Ana, çık şu kerevete, yatakları Kemal Bilbaşar YONCA KIZ 21

Kemal Bilbaşar YONCA KIZ yapıver! dedi de, kadın şaşkınlıktan kurtuldu. Altın Dişli, Aksekilinin sipariş ettiği yiyecekleri getirdi. Soğutmadan yeyin şunları! dedi. Gitmeden ayak yolunun yerini tarif etti. Yatarken kapıyı ar dından sürmelemelerini tembihledi. Altın Dişli gidince Gonca Ana nın serdiği ya ta ğın üzerine bağdaş kurup oturdular. Mehmet, yi yeceklerin sarılı kâğıdı açtı. İçinden ortası yarılmış, arasına şişköfte, soğan, maydanoz doldurul muş pamuk gibi beyaz ekmekler çıktı. Yonca Kız la Gonca Ana hiç böyle ekmek görmemişlerdi. Ke baplar da emme güzel kokuyordu. Mehmet Torlak: Büyük şehirlerin ekmeği hep böyle olur. Bundan böyle gara ekmek yüzü heç görmeyeceksiniz, dedi. Yonca Kız ekmeği ısırdı. Ne yumuşaktı ne de ko lay çiğneniyordu. Köfte dedikleri yiyecek de çok lezzetli bir şeydi. Mehmet Torlak, ağzı ekmek dolu: İzmir in ekmeği de, kebabı da burdan üstündür. Helbet üstün olacak. Ora, burdan böyük şe hir, diye boğuk boğuk İzmir i anlatmaya başladı. Durup dinlenmeden ballandıra ballandıra an la tıyordu. Yemeklerini bitirdikleri zaman bile an latmasını tüketmemişti. Yonca Kız, anasının dizine yatmış, iri gözlerle ba basını dinliyordu. Gök gözlü Zehra Ana dan da tatlı 22

anlatıyordu babası: İzmir in öyle böyük bir çarşısı vardı ki içinde adam kaybolurdu. Apartoman derler öyle bö yük evler yapmışlardı ki başını kaldırıp yukarısına bakanda kasketi düşerdi başından adamın. Öy le tü tün mağazaları vardı ki paydoslarda karınca dü ğünü var sanırdın. Üzerlerinden bir hoş ko ku lar saçılarak dağılırlardı şehrin sokaklarına. İz mir in önünde deniz derler böyük, durgun bir su vardı ki gündüzleri mavi mavi ışıldardı. İçinde geceleri kıyıların beyaz ışıklı lambaları yıkanırdı. Bu suyun alt yanından böyük böyük tekneler, ba calarından duman tüte tüte gelirlerdi durmadan İz mir e. Papur denen bu tekneler denizin taştan duvarı içine girer, kıyıya yanaşırlar, zincirlerini şın gırdatarak yük boşaltır, yük alırlardı. Her ya nı çi çek, çimen bezeli Cumhuriyet Alanı nda, bir kayanın üzerine, demirden atına binmiş Atatürk dururdu. Ko luyla günbatısını gösterirdi hep, Va racağınız yer aha ora! der gibi. Mehmet Torlak, neden sonra kızının da, Gon ca Ana nın da uyuyakaldıklarını gördü, gülümsedi. Başını salladı, üzerlerini örttü, kendi de yanlarına uzandı. Ertesi günü altın dişli kâtiple mağazanın hiz metkârı erkenden geldiler, hizmetkâr elinde Ak se ki linin deyze oğlu İbram Bey e yolladığı sepeti tutuyordu. Gonca Ana yatakları dürdü, yerleştirdi. Tez el den hazırlanıp çıktılar. Altın Dişli, ardiyenin ka pısına koca kilidi astı, iyice kapanıp kapanmadığını yokladı. Kemal Bilbaşar YONCA KIZ 23

Kemal Bilbaşar YONCA KIZ O gün şehrin pazarı olduğundan hanın avlusu hayvan doluydu. Sokaklarda, caddelerde pazarcılar bağ rışıyorlardı. Yonca Kız bunca insanı hiç bir arada görmemişti. Kaynaşan insan kalabalığı na, yolun ke narında yükselen büyük binalara ür kek gözlerle bakıyordu. Bunlar Zelha Ana nın anlattığı peri padişahının sarayları mıydı ki? Bu ca me kânlar dolusu giyecekler, bu türlü türlü ava dan lıklar, bu rengârenk şe kerler, bu raflara sıralanmış uzun uzun ekmekler, bu seler dolusu sarı-kır mızı meyveler, bu vızır vızır dolaşan arabalar ki mindi? Kale içinde doğmuş, tezgâh başında yetişmiş küçücük aklı bu sorulara karşılık bulamıyordu. Garajda böyük böyük otobüsleri gö rünce, Zel ha Ana nın, her masalda adı geçen devin ülkesine gelmiş olduklarına eyiden eyiye aklı yattı. Bu büyük arabalar da devin arabaları olmalıydı. Oysa Altın Dişli, kendilerini bu arabaların en bü yüğüne bindirdi. Kırmızı otobüsün içerisi yolcu do luydu. Aksekilinin hizmetkârı sepeti, eşyala rı otobüsün filelerine yerleştirdi. Kebapçıdan kebap ekmek, gevrekçiden ipe dizilmiş gevrek aldı gel di. Gevrekleri de filelerin demirine bağladı. Altın Dişli, Mehmet Torlak a zarfın içinde on günlük doku hesabını verdi. Helallaştı, tokalaştı, selamet di ledi. İki parmağıyla al nını cama yapıştırmış dı şarısını seyreden Yonca Kız ın yanağını sıktıktan sonra otobüsten atladı. Hizmetkârla birlik gittiler. 24

YAŞ 10 11 12 + Kemal Bilbaşar YONCA KIZ Yaşamın zorlukları karşısında Yonca Kız gibi dirençli olmak gerekir. Yonca Kız, Kale kasabasında, penceresi ovaya bakan, minicik taş bir evde dünyaya gelmiş, kara saçları, pırıl pırıl gözleri, minicik ağzı olan bir güzel kızdır. Annesinin adı Gonca, babasının adı Mehmet Torlak. Bir gün babası, iş aramak için İzmir e gider, iş bulunca gelip Yonca Kız la annesi Gonca yı alıp İzmir e götürür. İzmir de Yonca Kız ın teyzesinin konağına yerleşirler. Babası kapıcılık yapacak, annesi de konakta mutfak işlerine bakacaktır. Baba için de, anne için de, Yonca Kız için de çok zorlu bir yaşam başlamıştır. ISBN 978-975-07-0624-0 9 7 8 9 7 5 0 7 0 6 2 4 0