Alan engelini aşmaya ne dersin? Hazırlayan ÖzHaN UsTaBaŞı

Ebat: px
Şu sayfadan göstermeyi başlat:

Download "Alan engelini aşmaya ne dersin? Hazırlayan ÖzHaN UsTaBaŞı"

Transkript

1 İÇİNDEKİLER Halk Edebiyatına Giriş Sayfa: 2 Halk Edebiyatının Kaynakları ve İslamiyet Öncesi Türk Edebiyatı Sayfa: 7 İlk Türk Destanları ve İlk İslami Ürünler Sayfa: 12 Anonim Halk Edebiyatı Sayfa: 30 Dini Tasavvufi Halk Edebiyatı Sayfa: 59 Aşık Tarzı Halk Edebiyatı Sayfa: 82 Halk Edebiyatında İlkler ve Enler Sayfa: Alan engelini aşmaya ne dersin? Hazırlayan ÖzHaN UsTaBaŞı 1

2 : : Hazırlayan ÖzHaN UsTaBaŞı 2

3 HALK EDEBİYATI KAVRAMI Türkçede, Tanzimat tan (1839) sonra kullanılmaya başlayan edebiyat terimi, daha önceki zamanlarda edeb ilmi adıyla tanınıyordu Dilimizde edebiyat şeklindeki kullanım 1860 sonrası yaygınlaşır. Bu dönemde Şinasi nin atasözü derlemeleri, Ziya Paşa nın Şiir ve İnşa makalesinde, değerlerinden sözünü ettiği sözlü edebiyat türlerinin aydınlarımızın dikkatini çekmeye başlaması aslında bizde halk a doğru yapılan ilk yönelişler; halkı ve edebiyatını arayışların başlangıcı olarak kabul edilebilir Halkın asırlardan beri kuşaktan kuşağa sözlü olarak taşıdıkları sözlü kültürü Halkbilimi ve bu kültürel kesitin destan, masal, atasözü, tekerleme, efsane, türkü, ağıt ve ninni gibi manzum ve mensur anlatı ve şiir gibi verimlerini içeren kısmını da Halk Edebiyatı olarak adlandıran bu yeni anlayış Türkiye de XX. yüzyılın başlarında ortaya çıkmıştır. Ziya Gökalp, Rıza Tevfik Bölükbaşı ve Mehmed Fuad Köprülü gibi Türkçülük akımının önde gelen isimleri, Fransızca Literature populaire veya İngilizce Folk Literature terimini Türkçeleştirerek Halk Edebiyatı olarak adlandırdılar. Halk kültürünün XVIII. yüzyıldan itibaren sözlü kaynaklardan denenmeye başlanılan mit, masal, destan, atasözü, tekerleme, fıkra, türkü, ninni gibi sözlü edebiyat tür ve şekillerine de Halk Edebiyatı adı verilmiştir. Saray, konak, medrese ve bunlara yakın çevrelerde tahsilli Kişilerin yarattığı Arap-Fars geleneğine dayanan klâsik Türk edebiyatı veya divan edebiyatı. Olarak da tanımlanabilir. Halk Edebiyatı, İslâmiyet in kabulünden ve tarihin siyasî gelişmelerden dolayı Anadolu beylikleri, Selçuklu ve Osmanlı İmparatorluğu dönemlerinde iki dönemde gelişme göstermiştir Halk edebiyatı terimi, yazılı ve sözlü edebî gelenekierin sınırlarını belirlemek amacıyla XIX. yüzyılın sonlarıyla XIX yüzyılın başlarında tercüme yoluyla Türkçeye kazandırılmış ve bu alanda Türkiye de yapılan çalışmalarda kullanılmaya başlanmıştır. Bir başka ifadeyle Türk halk edebiyatının, ülkemizde aydınlarımızı çalıştığı profesyonel bir araştırma ve inceleme alanı olarak ortaya çıkması, büyük ölçüde XX. yüzyılda ve özellikle de Cumhuriyet Devrinde gerçekleşmiştir, Osmanlı Devleti nin son on yılında Rıza Tevfik Bölükbaşı Ve Mehmed Fuad Köprülü gibi Cumhuriyetin ilanından sonra da, halk edebiyatına ilgi duyan bazı araştırmacıların günlük gazetelerde bir halk şairinin ya bir tek şiirini veya şiirlerini toplayarak bu şiirlerin çeşitli açılardan değerlendirilmesi tarzında hazırladıkları çalışmalar, halk edebiyatı ile ilgili o yıllarda yapılan ilk çalışmalardır. BURASI ÖNEMLİ İncelemede yöntem üzerinde duran ilk bilgin, Mehmed Fuad Köprülü olmuştur. 3

4 Mehmed Fuad Köprülü 1913 yılında 23 yaşında, İstanbul Üniversitesi (Dârü l-fünûn Edebiyat Medresesi) Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü profesörlüğüne atanır. Yaptığı İlmî çalışmalar, yetiştirdiği öğrenciler ve kurduğu kurumlar göz önünde bulundurularak Türkiye de Türkolojinin (Türklük Bilimi) kurucusu olarak kabul edilir. Mehmed Fuad Köprülü üniversitede çalışmaya başlayınca önce, Bilgi Mecmuası nda Türk Edebiyatı Tarihinde Usûl adlı makalesini yayınlar. Köprülü, bu makalesinde Batı dünyasının edebiyat ve edebiyat tarihçiliği alanındaki bilimsel bakış açılarını ve yöntemlerini analiz eder ve tanıtır. Daha da önemlisi Köprülü bu yazıda, Türk edebiyatı bakımından bize uygun olan bilimsel yaklaşımları da belirler. Bu makale ile birlikte Türkiye de yüzyıllardır Türk edebiyatı tarihi çalışmalarında kullanılan yöntem olan tezkirecilik yaklaşımı sona erer ve çağdaş Türk edebiyatı tarihçiliği başlar. Mehmed Fuad Köprülü, bu eseri ve halk edebiyatı tür ve şekillerine dair birçok makalesinin yanı sıra 1915 yılında Millî Tetebbular Mecmuası nın ilk sayısında yayınlanan Âşık Tarzının Menşei ve Tekâmülü adlı çalışmasıyla, Türkiye de âşık edebiyatı üzerine ilk çalışmayı yapmış ve bu yazıda âşık edebiyatı incelemelerinde izlenecek yol ve yöntemler hakkında bilgiler vermiştir. Bu çalışmasında âşık edebiyatı ile ilgili kaynakların kısırlığının sebepleri üzerinde duran Köprülü, bunu divan edebiyatı mensuplarının küçümseyici ve buna bağlı olarak halk edebiyatını tezkirelerden dışlayıcı tavırlarına bağlar. Ayrıca, Tanzimat edebiyatı (Yeni Türk edebiyatı) mensuplarının teorik olarak bu edebiyata değer vermelerine rağmen pratikte davranışlarının divan edebiyatı (eski Türk edebiyatı) mensuplarından hiç de farklı olmadığını örneklerle ortaya koyar ve âşık edebiyatının diğer edebiyatlarla ilişkileri ve önemi üzerinde durur. Bu genel değerlendirmelere dayanan araştırmalarından sonra Köprülü çalışmalarını bir Saz şiiri antolojisi meydana getirecek şekilde yoğunlaştırır. Köprülü sırasıyla, 1929 yılında XVII. Asır Saz Şâirlerinden Gevheri" ve XIX. Asır Saz Şâirlerinden Erzurumlu Emrah, 1930 yılında XVI. Asrın Sonuna Kadar Türk Saz Şâirleri ve XVII. Asır Saz Şâirlerinden Kayıkçı Kul Mustafa ve Genç Osman Hikâyesi, 1939 yılında XVII. Asır Saz Şâirleri ve yılları arasında beş cilt hâlinde yukarıdaki çalışmalarını da değerlendirdiği Saz Şâirleri Antolojisi adlı eserini yayınlar BURASI ÖNEMLİ Onun, Türk Edebiyatı Tarihi adıyla 1920 yılında yayınlanan çalışması, Türkiye de çağdaş bakış açısıyla hazırlanan ilk Türk edebiyatı tarihidir. Âşık tarzı halk edebiyatı çalışmaları yaklaşık 2000 yılına kadar ağırlıklı olarak Köprülü nün yayınladığı metinlere yeni metinler ve isimler eklemek ve çok büyük ölçüde onun yorumlarını aynen tekrar etmek çizgisinde gelişmiştir, denilebilir. Köprülü nün genel Türk edebiyatı tarihî ve âşık tarzı edebiyat geleneğine dair bu çalışmalarının yanı sıra kurup şekillendirdiği bir başka Türk edebiyatı alanı da, tekke ve tasavvufî halk edebiyatıdır. Onun, tekke ve tasavvufî halk edebiyatı çalışmalarının temelini atıp bu yöndeki araştırma eğilimini belirleyip şekillendirdiği eseri, 1919 yılında Türk Edebiyatında ilk Mutasavvıflar adıyla yayınlanan çalışmasıdır. 4

5 Bu araştırmada, Köprülü önce başlangıcından Hoca Ahmet Yesevîye kadar Türk edebiyatının başlangıç ve gelişimi; sonra Ahmet Yesevî nin hayatı, eserleri ve Türk edebiyatına tesirleri, daha sonra da bu tasavvufî akıma ve tekke kurumsallaşmasına bağlı olarak Anadolu da Yunus Emre nin ortaya çıkışı; eserleri ve kendinden sonraki dönemlere tesiri konularında bilgiler vermiştir. Türkiye Türklerinin tarihsel olarak Türkistan dan Anadolu ya göç edişi olgusuna bağlı olarak Türk edebiyatının başlangıcından günümüze kadar gelişi ve şekillenişi ilk olarak bu kadar net delillerle ve büyük bir derinlikle bu eserde açıklanmıştır. Bu eserin yayınlanmasından sonra Türkiye Türkolojisi alanında yapılan hemen bütün çalışmalar, doğrudan ve dolaylı olarak Türkistan dan Türkiye ye şeklinde formüle edilebilecek bu bakış açısını takip etmiştir. Tekke ve tasavvufî halk edebiyatı çalışmaları da isim ve eser bakımından pek çok yeni ilaveye rağmen bu yaklaşımı ve Köprülü nün ileri sürdüğü görüşleri derinleştirmekle yetinen bir çizgiyi sürdürmüştür. BURASI ÖNEMLİ Türkiye de masal derlemelerinde takip edilecek yol ve yöntemler konusunda ilk çalışmayı Ziya Gökalp yapmıştır. Ziya Gökalp in Küçük Mecmua da 1922 de yayınladığı Usullere Dair: Halkiyat Masallar ve Usullere Dair: Tandırnâme adlı yazıları masal derlemelerinde takip edilecek yol ve yöntem konusunda bilgiler veren ilk çalışmalardır. Aynı şekilde, Ziya Gökalp, yayınladığı Altın Işık adlı eseriyle masallardan faydalanılarak nasıl yeni eserler ortaya konulabileceğini de göstermiştir. Bir anlamda Ziya Gökalp in Altın Işık adlı eseri, folklordan faydalanarak ortaya daha modern ve çağdaş eserler koymanın ülkemizdeki ilk denemesi ve örneğidir denilebilir Ziya Gökalp, 1923 yılında yayınladığı Türkçülüğün Esasları adlı çalışmasında millî edebiyatın kuruluşunda büyük bir rolü olan Türk Ocakları nın görevlerinden bir diğerinin de halk edebiyatına ait olan kitaplarla, sözlü gelenek ürünlerini toplayıp halk kütüphaneleri oluşturmak olduğuna işaret etmektedir Böylece, sözlü kaynaklardan halk edebiyatı ürünlerini derlemeye ulusal bir görev anlayışı içinde önem vermiş ve bu derleme çalışmaları teşvik edilmiştir. Az da olsa daha önce başlamış olan sözlü edebiyat ürünlerini derleme ve yayınlama işi bu süreçte daha da hızlanıp yaygınlık kazanmıştır 5

6 6 Özellikle bu amaca yönelik olarak kurulan Anadolu Halkbilgisi Derneği ve Türkiyat Enstitüsü gibi kurumlar, sözlü edebiyat ürünlerini derleme ve yayınlama işini dönemin evrensel kurumlan ölçüsünde akademik ve sistematik bir hâle dönüştürmeyi kısa bir sürede başarmışlardır. Bu başlangıç döneminde Türk aydınlarının dikkati halk edebiyatına çekmek ve yüzyıllardan beri onların öncelik verdikleri alanlar yanında bu alanın ihmal edilmişliğine son vermek için bazı aydınlar doğrudan bu konuyla ilgili çalışmalar yapmışlardır. Halk edebiyata çalışmalarının gerekliliğini ve hatta diğer edebî geleneklere üstünlüğünü ortaya koymaya yönelik çalışmalar kaleme alanların önde gelen isimlerinden birisi. Ziyaeddin Fahri Fmdıkoğlu dur. O, halk şiirimizin edebiyat tarihindeki yerini incelerken halk şiirini eski ve yeni yazılı Türk edebiyatlarıyla karşılaştırır. Özellikte de divan edebiyatına şiddetle hücum ederek onu yerer ve halk şiirini şu ifadelerle yüceltmeye çalışır: Bu uzun tarih faslının zulmetine ve sönüklüğüne mukabil, bir de halkın içine inerek onun yazılmamış, tespit edilmemiş, fazla olarak dudak bükülmüş şiirini okuyunuz. Bu tür bir tavır alış ve Cumhuriyet ile birlikte kurulan ulusal devletin eski rejimden ve onun zihniyetinden ayrılışını ortaya koyan bir gösterge olarak halk edebiyatını yücelten anlayış ulusal bir aydın hareketine ve genç devletin kültür politikasına dönüşür. Hiç şüphesiz bu oluşumda ulusal devleti kuran ilkelerden birisi olan Halkçılık da son derece önemli bir yere ve Milliyetçilik ilkesiyle birlikte önemli bir role sahipti: Cumhuriyetin kuruluş yılları, halk edebiyatı alanında birbiri ardınca yeni ve kendilerinden sonra gelen araştırmaları yönlendiren eserlerin verildiği bir dönemdir. Bu dönemin en çok iz bırakan ve çeşitli çalışmalarda kullanılan modeller oluşturan iki eserine kısaca temas etmek, halk edebiyatı araştırmalarının şekillenişini daha iyi anlamak bakımından yararlı olacaktır. Birincisi Saadettin Nüzhet (Ergun) ve M. Ferit in 1926 yılında yayınladıkları Konya Halkiyat ve Harsiyatı adlı eserdir. Bu eser, bütün eksikliklerine rağmen alan araştırmasına dayalı bir yöre monografisinin ne olduğuna dair ilk derli toplu çalışma olarak ortaya çıkmış ve bu yönde çalışma yapmak isteyenlere hem örnek olmuş hem de onları teşvik etmiştir. Günümüzde bu araştırma eğilimi, gelişip evrilerek köy ve kasaba monografilerini de içine alarak sürmektedir. İkincisi Çankırılı Ahmet Talat Onay ın 1928 yılında yayınladığı Halk Şiirlerinin Şekil ve Nev i adlı pek çok yönden günümüzde de aşılmamış çalışmasıdır. Bu eserde, halk edebiyatı ürünleri üzerine özellikle de tür ve şekil özelliklerine dair ilk değerli incelemeler yer almıştır, Halk edebiyatında tür ve şekil konulan üzerine yapılan pek çok çalışmada bu araştırmanın açtığı yol takip edilmiştir. Bu dönemde, halk edebiyatı alanında yapılan çalışmaların çoğunu, M. Fuad Köprülü nün başlattığı, âşıkların şiirlerini cönk ve mecmualardan toplayarak ve bu şiirlerde yer alan olay ve yer adlarından hareketle şairlerin hayatları hakkında bilgi edinmeyi temel araştırma ölçütü olarak kabul eden çalışmalar oluşturmaktadır. Anonim halk edebiyatında da tür ağırlıklı tanımlama ve derleme çalışmalarını çoğunlukla materyalin derlendiği yöre adıyla yayınlaması anlayışı hâkimdir. Bu iki türe veya bakış açısına dayalı çalışmalar birkaç istisnayla XX. yüzyıl boyunca Türk halk edebiyatı çalışmalarına damgasını vuracaktır.

7 : : Hazırlayan ÖzHaN UsTaBaŞı 7

8 HALK EDEBİYATININ VE HALK BİLİMİNİN KAYNAKLARI Sözlü Kaynaklar Yazılı Kaynaklar Görsel Kaynaklar Maddi Kaynaklar Sözlü Kaynaklar Halk edebiyatı ürünleri sözlü kültür ortamında oluşturulur ve aktarımı da sözlü iletişim ortamına yapılır. Bu ürünlerin en temel kaynağı sözlü kaynaklardır. Sözlü metinleri ortaya koyanlar, icra edenler sözlü kaynaklar ya da kaynak kişiler olarak nitelendirilir. Sözlü kültür ortamına alan, saha denir. Yazılı Kaynaklar Orhun Yazıtları, Çin kaynakları, eski Uygur metinleri, Divanü Lügati t-türk, Kutadgu Bilig, Atabetü l-hakayık, Codex Cumanicus, tarih kitapları, atasözü kitapları, cönkler, destan ve efsane metinleri, seyahatnameler, Baytar-name, Falname, Fetvalar, Fütüvvetnameler, Kıyafetnameler, Mesneviler, Surnameler, Nevsaller, Narh Defterleri, Vefeyatnameler, Divanlar, Zenannameler yazılı kaynaklar arasında sayılır. Görsel Kaynaklar Sinema, tiyatro ve televizyon görsel kaynaklardır. Maddi Kaynaklar Taşınabilir kaynaklar ve taşınamaz kaynaklar olmak üzere ikiye ayrılır. S a Y G ı M şeklinde kodlayabiliriz. 8

9 Halkbilimi çalışmalarının başlangıç tarihi, Jacob ve Wilhelm Grimm kardeşlerin Ev ve Çocuk Masalları adlı masal kitaplarının yayın tarihi olan 1812 yılıdır. OKUMADAN GEÇME İstanbul Üniversitesine bağlı olarak Mehmed Fuad Köprülü tarafından kurulan Türkiyat Enstitüsü, Türkiyede akademik olarak Halkbilimi konusunda eğitim veren ve yayın yapan ilk kuruluştur. Günümüzde Hacettepe, Ankara, Gazi, Van 100.Yıl ve Erciyes üniversitelerinde Türk Dili ve Edebiyatı bölümleri olmak üzere çeşitli bölümlerde ders düzeyinde işlenmektedir. EKSTRA BİLGİ Folklor kelimesinin kökenini folk =halk ve lore =bilim sözcükleri oluşturmakta ve birleşik bir terim olarak halkbilimi anlamına gelmektedir. İSLÂMİYET ÖNCESİ TÜRK EDEBİYAT! (9-11. VY.) İslâmiyet ten önceki Türk edebiyatı, Türklerin Orta Asya da yaşadıkları devirlerde bütün Türk boyları arasında müşterek ve büyük bölümü sözlü olan edebiyattır, Islâm öncesi Türk edebiyatı ulusal bir edebiyattır; nazım şekil ve türleriyle kullanılan ölçü tamamen millîdir Bu dönem edebiyatı, İslâmiyet in kabul edilmesinden sonra oluşmaya başlayan yeni edebiyat anlayışına kadar devam etmiş, hatta etkisi daha sonraki dönemde de görülmüştür. İslâm öncesi Türk edebiyatı sözlü dönem ve yazılı dönem olmak üzere ikiye ayrılır. Sözlü Dönem (?-8. yy.) Türklerin henüz yazıyı kullanmadıkları dönemdir. Yani başlangıçtan 8. yüzyıla kadar olan dönemdir. Bu dönem ürünleri tamamen sözlüdür ve genellikle şiir şeklindedir. Ürünlerin bazıları günümüze kadar gelmiştir Bu dönemde Türkler, göçebeliğe dayanan günlük hayatlarında ve özellikle düzenledikleri törenlerde (sığır: av töreni; şölen: ziyafetler; yuğ: ölüm töreni) bir araya geldiklerinde ozan, kam / baksf şaman vb. denilen şairler kopuz denilen saz eşliğinde koşuk lar ve sagu lar söylerlerdi. Bu şiirler 9

10 (sagu, koşuk, destan) hece ölçüsüyle söylenen ve yarım kafiye kullanılan şiirlerdir. Anlatım söze dayanır. Düşünce ve hayaller şiirle anlatılmıştır. Nazım birimi dörtlük, ölçü milli ölçümüz hece ölçüsüdür. Yarım kafiye kullanılmıştır. Dii sadedir. Bu ürünler düzenlenen törenlerde ortaya çıkmıştır. Şiirler kopuz denilen saz eşliğinde söylenir. Daha çok somut konular işlenmiştir. Kahramanlık, savaşlar, tabiat ve aşk konulan işlenir. BURASI ÖNEMLİ İslamiyet in kabulünden önce adı bilinen ilk ozan Çuçu dur. Aprınçur Tigin Kül Tarkan Sungkllu Seli Tutung Kiki Pratyaya Aşık Tutung Kalım Keyşi Diğer ozanlardır. İLGİNÇ Ozan sözcüğü, tarih boyunca türlü anlam değişikliği ne uğramıştır. Ozanlar, ilk zamanlarda büyücü, oyuncu, hekim, şarkıcı ve çalgıcı görevlerini yüklenmişlerdi. Sonraları şiirin hem ezgisini, hem sözünü, hem de çalgıyı anlatır oldu. Koşuk Hece vezni ve yarım kafiye ile söylenen şiirlerdir. Kopuz eşliğinde söylenir. Yiğitlik, aşk, tabiat konularını işler. Nazım birimi dörtlüktür. Bu şiirlerde düz kafiye kullanılır: aaaa, bbba, ccca... (aaab cccb dddb) 10

11 Bu şiirlerin İslâm sonrası halk edebiyatındaki adı koşmadır. Sığır denilen sürek avlarında söylenen lirik şiirlerdir. Sagu Ölen bir kişinin arkasından söylenen ağıt şiirleridir. Ölen kişinin kahramanlıklarını, başarılarını, erdemlerini anlatır; ölümlerinden duyulan üzüntüyü dile getirir. Koşuk nazım şekliyle söylenir. Yuğ denilen ölüm törenlerinde söylenir. Divanü Lügati t-türk teki Alp Er Tunga sagusu bu türün önemli bir örneğidir. Bu şiirlere İslâm sonrası halk edebiyatında ağıt, divan edebiyatında mersiye Sav denir. Türk toplumunun dünyaya bakışını, geleneklerini, varlık anlayışlarını ortaya koyan özlü sözlerdir. Bugünkü Atasözü nün karşılığıdır. Divanü Lûgatit-Türk te pek çok sav vardır. Destan Bütün dünya edebiyatlarının başlangıç eserleri olan destanlar, çeşitli konularda yaradılış hikâyeleri yanında, milletlerin hayatında büyük yankılar uyandırmış bir kahramanın veya tarihî olayın millet muhayyilesinde ortak sembol ve ifadelerle zenginleştirilmiş uzun manzum hikâyeleridir. Türk destanları, kâinatın, insanın, kadının ve erkeğin yaradılışı; Türk milletinin doğuşu, çeşitli Türk devletlerinin kuruluş gelişme, çöküşleri, zafer ve yenilgileri gibi konularla beraber pek çok sebep açıklayıcı efsaneyi de içinde barındırır. Bütün dünya edebiyatlarında olduğu gibi Türk Edebi-1 yatının da ilk örnekleri destanlardır. Milletlerin toplumu derinden etkileyen, tarihî önem arz eden önemli olaylarını (doğal afetler, savaşlar, göç, yangın vb.) konu edinirler. Manzum hikâyelerdir. Destanlarda olağanüstü olaylar ve olağanüstü özellikte kahramanlar vardır. Destanlar anonim ve sözlü edebiyat ürünleridir. Ağızdan ağıza dolaşmak suretiyle oluşmuşlardır. Destanlarda anlatılan olayların geçtiği yer ve zaman bilinmez. Kahramanlar lider ve kurtarıcı rolündedir. Koşuk, Sagu, Sav, Destan. 11

12 : : Hazırlayan ÖzHaN UsTaBaŞı 12

13 İLK TÜRK DESTANLARI Türk destanları, ana hatiarıyla şöyle sınıflandırılmaktadırlar; Âltay - Yakut Sakalar Dönemi Hun Dönemi Köktürk Dönemi Uygur Dönemi Yaradılış Destanı Alp Er Tunga DestanıŞu Destanı Oğuz Kağan Destanı Bozkurt Destanı Ergenekon Destanı Türeyiş Destanı Göç Destanı Türk Kozmogonisi - Yaradılış Destanı Altaylardan Verbitskiy in derlediği yaradılış destanı özetle şöyledin Yer gök hiçbir şey yokken dünya uçsuz bucaksız sulardan ibaretti. Tann Ülgen bu uçsuz bucaksız dünyada durmadan uçuyordu. Göklerden gelen bir ses Tanrı Ülgen e denizden çıkan taşı tutmasını söyledi. Göğün emri ile oturacak yer bulan Tann Ülgen artık yaratma zamanı geldi diye düşünerek şöyle dedi: Bir dünya istiyorum, bir soyla yaratayım Bu dünya nasıl olsun, ne boyla yaratayım Bunun çaresi nedir, ne yolla yaratayım Su içinde yaşayan Ak Ana, su yüzünde göründü ve Tanrı Ülgen e şöyle dedi: Yaratmak istiyorsan Ülgen, Yaratıcı olarak şu kutsal sözü öğren: De ki hep, yaptım oldu başka bir şey söyleme. Hele yaratır iken, yaptım olmadı deme. Ak Ana bunları söyledi ve kayboldu. Tanrı Ülgen in kulağından bu buyruk hiç gitmedi. İnsana da bu Öğüdü iletmekten bıkmadı: Dinleyin ey insanlar, varı yok demeyin. Varlığa yok deyip de, yok olup da gitmeyiniz. Tanrı Ülgen yere bakarak : Yaratılsın yer! Göğe bakarak Yaratılsın Gök! Bu buyruklar verilince yer ve gök yaratılmış. BURASI ÖNEMLİ Sakalar dönemine ait Alp Er Tunga ve Şu olmak üzere iki destan tespit edilmiştir. Alp Er Tunga M.Ö. VII. yüzyılda yaşamış kahraman ve çok sevilen bîr Saka hükümdarıdır. Alp Er Tunga Orta Asya daki bütün Türk boylarını birleştirerek hâkimiyeti altına almış daha sonra Kafkasları aşarak Anadolu Suriye ve Mısır ı fethetmiş ve Saka devletini kurmuştur. Alp Er Tunga nın hayatı savaşlarla geçmiştir. Uzun süre mücadele ettiği İraniı Medlerin hükümdarı Keyhusrev sin davetinde hile ile öldürülmüştür. Alp Er Tunga ile îranlı Med hükümdarları arasındaki bu mücadelelerin hatıraları uzun asırlar hem Türkler hem İranlılar arasında yaşatılmıştır. Alp Er Tunga, Asur kaynaklarında Maduva, Heredot ta Madyes, İran ve İslam kaynaklarında Efrasyab adlarıyla anılmaktadır. Orhun Yazıtlarında Dokuz Oğuzlar arasında Er Tunga adına yapılan yuğ merasiminden söz edilmektedir. Turfan şehrinin batısında bulunan Bezegelik mabedinin duvarında da Alp 13

14 ErTunga nın kanlı resmi bulunmaktadır. Divanü Lügati t Türk ün yazarı Kaşgarlı Mahmud a ve. Alp Er Tunga destanının metni bugüne ulaşamamıştır. Çeşitli kaynaklarda bu değerli Saka hükümdarı ve kahramanı hakkında bilgiler ve bir de sagu (ağıt) tespit edilmiştir: Kısaca eserle ilgili ilk bilgilere Firdevsi¹nin şehname isimli eserinde rastlarız. Kutadgu Bilig yazarı Yusuf Has Hacip e göre Alp Er Tunga İran destanı şehname deki büyük ve efsanevî Turan hükümdarı Efrasiyab dır. Divanü Lûgati t Türk te Turan hükümdarlığının merkezi olarak Kaşgar şehri gösterilmektedir. İslamiyeti kabul etmiş olan Karahanlı devleti hükümdarları da kendilerinin Efrasyap sülalesinden geldiklerine inanmışlar ve bunu ifade etmişlerdir İLGİNÇ Kutadgu Bilig de Alp Er Tunga hakkında şu bilgi verilmektedir: Eğer dikkat edersen görürsün ki dünya beyleri arasında en iyileri Türk beyleridir. Bu Türk beyleri arasında adı meşhur ikbal açık olanı Tonga. EKSTRA BİLGİ Bijeni tutsak olduğu Efresiyab ın elinden Rüstem kurtarmıştır. Alp Er Tunga öldü mi Issız acun kaldı mı Felek öcün aldı mı Şimdi yürek yırtılur Erler kurt gibi ulur Yırtılıp yaka haykırır Ağlar çığlık koparır Gözü yaşla örtülür Alp Er Tunga öldü mü Dünya sahipsiz kaldı mı Korkak öcünü aldı mı Şimdi yürek yırtılır Erler kurt gibi ulur Hıçkırıp yaka yırtılırlar Acı seslerle bağırırlar Ağlamaktan gözleri kapandı Alp erdi o yüksek bilgiye ve çok faziletlere sahipti ne seçkin ne yiğit adam idi. Zaten alemde ferasetli insan bu dünyaya hakim olur. İranlılar ona Efrasiyap derler bu Efrasiyab akınlar hazırlayıp ülkeler zapt etmiştir. Dünyaya hakim olmak ve onu idare etmek için pek çok fazilet akıl ve bilgi lazımdır İranlılar bunu kitaba geçirmişlerdir. 14

15 Şu Destanı Kitapta olmasa onu kim tanırdı. Bugünkü bilgilerimize göre Alp Er Tunga ile ilgili en geniş bilgi İran destanı Şehname de tespit edilmiştir. Şehname nin başlıca konularından biri İran-Turan savaşlarıdır. Bu destana göre en büyük Turan kahramanı önce şehzade sonra hükümdar olan Efrasyap tır... Şu destanı M.Ö yıllarındaki olaylarla bağlantılıdır. Bu tarihlerde MakedonyalI İskender, İran ı ve Türkistan ı istilâ etmişti. Bu dönemde Saka hükümdarının adı Şu idi. Bu destan Türklerin İskender le mücadelelerini ve geriye çekilmeleri anlatılmaktadır. Doğuya çekilmeyen 22 ailenin Türkmen adıyla anılmaları ile ilgili sebep açıklayıcı bir efsane de bu destan içinde yer almaktadır. Kaşgarlı Mahmud Divanü Lügati t Türk te İskender den Zülkarneyn olarak bahsetmektedir. Destanın tespit edilebilen kısa metni şöyle özetlenebilir: İskender, Türk memleketlerini almak üzere harekete geçtiğinde Türkistan da hükümdar Şu isminde bir gençti. İskender in gelip geçici bîr akın düzenlediğine inanıyordu. Bu sebeple de İskender le savaşmak yerine doğuya çekilmeyi uygun bulmuştu. İskender in yaklaştığı haberi gelince kendisi önde halkı da onu izleyerek doğuya doğru yol aldılar. Yirmi iki aile yurtlarını bırakmak istemedikleri için doğuya gidenlere katılmadılar. Giden gurubun izlerini takip ederek onlara katılmaya çalışan iki kişi bu 22 kişiye rastladı. Bunlar birbirleriyle görüşüp tartıştılar. 22 kişi bu iki kişiye: Erler İskender gelip geçici bir kişidir. Nasıl olsa gelip geçer, o sürekli bir yerde kalamaz. Kal aç dediler. Bekle, eğlen, dur anlamına gelen Kalaç bu iki kişinin soyundan gelen Türk boyunun adı oldu. İskender Türk yurtlarına geldiğinde bu 22 kişiyi gördü ve Türk e benziyor anlamında Türk maned dedi. Türkmenlerin ataları bu 22 kişidir ve isimleri de İskender in yukarıdaki sözünden kaynaklanmıştır. Aslında Türkmenler, Kalaçlarla birlikte 24 boydur ama Kalaçlar kendilerini ayrı kabul ederler. Hükümdar Şu, Uygurların yanma gitti. Uygarlar gece baskını yaparak İskender in öncülerini bozguna uğrattılar. Sonra İskender ile Şu barıştılar. İskender Uygur şehirlerini yaptırdı ve geri döndü. Hükümdar Şu da Balasagun a dönerek bugün Şu adıyla anılan şehri yaptırdı ve buraya bir tılsım koydurttu. Bugün de leylekler bu şehrin karşısına kadar gelir, fakat şehri geçip gidemezler. Bu tılsımın etkisi hâlâ sürmektedir. Bu destana göre İskender Türkistan a geldiğinde Türkmenlerin dışındaki Türkler doğuya çekilmişlerdi. İskender Türkistan da mukavemetle karşılaşmamış bu sebeple de ilerlememiştir. Büyük ölçüde çadırlarda yaşayan Türkler İskender in seferinden sonra şehirler kurmuş ve yerleşik hayatı geliştirmişlerdir. 15

16 Çıkmış Soru 2013 Kpss Alan Sınavı Zülkarneyn (İskender) Semerkant ı geçerek Türk ülkelerine yönelince, Türk hakanı..hucend Irmağı kıyısına kırk gözcü yerleştirerek ona karşı tedbir almıştı. Bu parçada boş bırakılan yere aşağıdakilerden hangisi getirilmelidir? A) Oğuz Kağan C) Şu B) Alp Er Tunga D) Siyenpi E) Deli Dumrul Hun - Oğuz Destanı Oğuz Kağan destanı M.Ö tarihleri arasında hükümdarlık yapmış olan Hun hükümdarı Mete nin hayatı etrafında şekillenmiştir. Oğuz Kağan Destanının İslâmiyet öncesi rivayeti: Ay Kağan ın yüzü gök, ağzı ateş, gözleri elâ, saçları ve kaşları kara perilerden daha güzel bir oğlu oldu. Bu çocuk annesinden ilk sütü emdikten sonra konuştu ve çiğ et, çorba ve şarap istedi. Kırk gün sonra büyüdü ve yürüdü. Ayakları öküz ayağı, beli kurt beli, omuzlan samur omzu, göğsü ayı göğsü gibiydi. Vücudu baştan aşağı tüylüydü. At sürüleri güder ve avlanırdı. Oğuz un yaşadığı yerde çok büyük bir orman vardı. Bu ormanda çok büyük ve güçlü bir gergedan yaşıyordu. Bir canavar gibi olan bu gergedan at sürülerini ve insanları yiyordu. Oğuz cesur bir adamdı. Günlerden bir gün bu gergedan avlamağa karar verdi. Kargı, yay, ok, kılıç ve kalkanını aldı ve ormana gitti. Bir geyik avladı ve onu söğüt dalı ile ağaca bağladı ve gitti. Tan ağarırken geldiğinde gergedanın geyiği almış olduğunu gördü. Daha sonra Oğuz, avladığı bir ayıyı altın kuşağı ile ağaca bağladı ve gitti. Tan ağarırken geldiğinde gergedanın ayıyı da aldığını gördü. Bu sefer kendisi ağacın altında bekledi. Gergedan geldi ve başı ile Oğuz un kalkanına vurdu. Oğuz kargı ile gergedanı öldürdü. Kılıcı ile başını kesti. Gergedanın bağırsaklarını yiyen ala doğanı da oku ile öldürdü ve başını kesti... 16

17 Köktürk Destanı Köktürklere ait Bozkurt ve Ergenekon isimli iki destan parçası tespit edilmiştir. Bozkurt Destanı Göktürklerin dişi bir kurttan türeyişini anlatır. Ergenekon Destanı Bir savaşta yenilen ve Ergenekon a açılan Türklerin orada bir demir dağı eritip intikamlarını almalarını anlatır. Uygur Destanları Türeyiş Destanı Eski Hun beylerinden birinin çok güzel iki kızı vardı. Bu bey kızları ile ancak Tanrıların evlenebileceğini düşünüyordu. Bu sebeple ülkesinin kuzey tarafında yüksek bir kule yaptırarak iki güzel kızını Tanrılarla evlenmek üzere buraya yerleştirdi. Bir süre sonra kuleye gelen bir kurdun Tanrı olduğu düşüncesiyle kızlar bu kurtla evlendiler. Bu evlenmeden doğan Dokuz Oğuzların sesi kurt sesine benzerdi... Göç Destanı Uygurların yurdunda Hulin isimli bir dağ vardı. Bu dağdan Tuğla ve Selenge isimli iki ırmak çıkardı. Bir gece oradaki bir ağacın üzerine gökten İlâhi bir ışık indi. İki ırmak arasında yaşayan halk bunu dikkatle izlediler. Ağacın gövdesinde şişkinlik oluştu, İlâhi ışık dokuz ay on gün şişkinlik üzerinde durdu. Ağacın gövdesi yarıldı ve içinden beş çocuk göründü. Bu ülkenin I halkı bu çocukları büyüttü. En küçükleri olan Bögü Han büyüyünce hükümdar oldu. Ülke zengin halk mutlu oldu. İSLAMİYET İN KABULÜNDEN SONRAKİ TÜRK DESTANLARI Karahanlı Dönemi Satuk Buğra Han Destanı. Kazak - Kırgız Kültür Dâiresi Manas. Türk - Moğol Kültür Dâiresi Cengiz-name, Tatar Kırım Umur ve Ediğe Destanları. Selçuklu - Beylikler ve Osmaniı Dönemleri Seyid, Battal Gazi Destanı, Danişmend Gazi Destanı, Köroğlu Destanı. 17

18 Türk Destanlarında Tipler Tip, benzer özellikleriyle birçok eserde karşımıza çıkan ve bazı sabit özelliklere sahip k karakterdir. Tip, toplumun inandığı temel kıymetleri temsil eder. K adın Tipi, A lp Tipi, B ilge Tipi. Zati kısacık. Amma yine de KAB şeklinde kodlayabiliriz. Alp Tipi Bilge Tipi Kadın Tipi Türk destanlarında görülen örnek tip alp tipidir. Alp; kahraman, yiğit, cesur anlamlarında bir sözcüktür. Kadın Alp Bilge Eski Türklerin yiğitlerine bu adı vermelerinin ilk koşulu yiğitlik, cesurluk, kişisel üstünlük, kahramanlık ve asalettir. Eski Türklerde topluma manevi liderlik yapan, toplu-mu yönlendiren, çağını aydınlatan, verdiği Öğütleri ve Öğütlü sözleriyle yaşamlarından sonra dahi dilden dile dolaşan kişiler vardır. Aksakallı ifadesi ile de belirlenen bu kişiler bilge tiplerdir. Türk destanlarında bilge tipi çok önemlidir. Türk destanlarında kadın bazen evin reisliğini üstlenir ve erkeğinin en büyük destekçisidir. O da gerektiğinde erkeği ile ata binip ava gider ve her türlü tehlike karşısında uyanık olur. Erkek kahraman kadar yiğitlik özelliklerine sahiptir. 18

19 Halk Edebiyatı ürünleri şunlardan oluşmaktadır: 1 Anonim Halk Edebiyatı: a. Nazım: Koşuk, sagu, mâni, ağıt, türkü, destan, ninni. b. Nesir: Mitler, efsane, memorat, masal, fıkra, sayışmaca, hikâye, tekerleme, atasözü, deyim, bilmece, alkış (dua), kargış (beddua). c. Halk tiyatrosu: Köy seyirlik oyunları, meddah, karagöz, orta oyunu, kukla. 2. Tekke ve Tasavvttfî Halk Edebiyatı: Buraları not al evlat a. Nazım: Hikmet, nutuk, devriye, nefes, şathiye, İlâhî, ramazaniye. b. Nesir-nazım karışık: Gülbanklar, dinî-millî destanlar, menkıbeler, c. Nesir: Dinî-tasavvufî halk hikâyeleri, menâkıp-nâmeler, halk kitapları, dualar. 3 Âşık Tarzı Halk Edebiyatı: a. Nazım: Koşma, mâni, varsağı, destan, semaî, taşlama, koçaklama, güzelleme, sicilleme, kalenderi, divanî, ağıt, türkü. b. Nesir-nazım karışık: Destan kolları, halk hikâyeleri. Türk Destanlarında Motifler Destan motifleri, destan kahramanları ile iç içe bir durumdadır. En önemli rol kahramanın olduğu için motifler kahramanın eylemlerine uygun olarak gelişir. Ayrıca toplumun inancı ve yaşantısı da motifleri şekillendirir. At Rüya Kurt Kırklar Mağara Geyik Ok ve Yay Hızır Sihir Aslan 19

20 Ât Motifi Türk destanlarında ve diğer sözlü anlatı ürünlerinin hemen hepsinde at, önemli bir konuma sahiptir. Bunun temelinde Türk halkının göçebe kültürünün büyük etkisi bulunmaktadır. Devenin Arap için önemi ne ise atın da Türk için önemi odur. Destan Kahramanlarının Atları Oğuz Kağan - Alaca At, Köroğlu - Kırat Alpamış - Bayçipar, Er Töştük Çal Kuyruk Ediğe - Timçavar Battal Gazi - Aşkar biçiminde sahipleri ile birlikte anılırlar. Rüya Motifi Rüyalar destan kahramanlarının hareket tarzlarının tayinine ve gelecekteki olaylardan haberdar olmalarına yaraması bakımından destanlarda önemli bir yer tutar. Türk destanlarında ilk rüya motifine Alp Er Tunga ya bağlanan Oğuz destanında Uluğ Türk tarafından görülen rüyada rastlanmaktadır. Göktürk Destanlarında da kurt motifi özenle işlenmiş, Türklerin yeniden çoğalışları bu motife bağlanmıştır. Kırklar Motifi Türklerin önem verdiği, ona kutsal bir nitelik kazandırdıkları sayıların başında kırk gelmektedir. Oğuz Kağan Destam nda Oğuz kırk günde yürür, kırk günde konuşur, Kaf Dağı nın etrafını kırk günde dolaşır, verdiği şölende kırk kulaç yüksekliğinde direk diktirir ve kırk masa hazırlatır. Mağara Motifi Hızır Motifi Destan geleneğinde mağara motifi bir inanca bağlı olarak belirgin şekilde görülmektedir. Bazı Türk boylarında mağara evlerinin bulunduğu bilinmekte olup Türk Şamânizm inde yer altının karanlıklarına uzanan mağaralar dünyasının önemi hep ön planda tutulmuştur. Bütün Türk destanlarında görülen mağara motifine daha çok Göktürk destanlarında rastlanır. Türk halk kültürünün önemli bir öğesi olan Hızır motifi, destanlarımızda destan kahramanına yol gösterip yardım eder. Geyik Motifi Kurt Motifi Destanlarda kurt Türk ün hayat ve savaş gücünün bir simgesi olarak belirtilmiştir. Türk kültüründe kutsal olarak bilinen hayvanlardan biri de geyiktir. Kimi Türk destanlarında rastlanan geyik motifi kutsal özelliğini korumaktadır. Bu nedenle Anadolu nun çeşitli yerlerinde geyik avlamanın uğursuzluk, hatta felaket getireceğine inanılır. 20

21 Ok ve Yay Motifi Sihir Motifi Destanlarda ok ve yay unsuru daha çok destan kahramanının hüner ve maharetini sergilemek için bir vasıta olarak değer kazanır. Bu nedenle ok ve yay destan kahramanlarının kişiliğini değerlendiren milli bir motiftir. Türk destanlarında sihir motifi de önemli yer tutmaktadır. Örneğin; Battal Gazi destanında Battal Gazi ile kâfirler savaşırken meydana bir cadı girer ve karşısına çıkan Müslüman a karşı efsun okuyunca Müslümanların elleri bağlanır, etrafı sularla kaplanır. Aslan Motifi Türk kültüründe aslan güç ve kuvvetin sembolü olarak önemli bir yer tutar. Bu nedenle aslan başı bayrak ve sancaklarda sembol olarak kullanılmış, Orhun kitabelerinin bulunduğu alanda heykelleri yapılmıştır. Destanların büyük kahramanları ve onların evlenecekleri kadınlar çok defa kutsal bir ışıktan doğarlar Oğuz Kağan destanında Oğuz un evlendiği kadın gökten inen mavi bir ışıktan doğar. Türk destanlarınca sihir motifi de önemli yer tutmaktadır, Örneğin; Battal Gazi destanında Battal Gazi ile kâfirler savaşırken meydana bir cadı girer ve kar şısına çıkan Müslüman a karşı efsun okuyunca Müslüman ların elleri bağlanır, etrafı sularla kaplanır. Destanlarda kurt Türk ün hayat ve savaş gücünün bir simgesi olarak belirtilmiştir. Göktürk Destanlarında da kurt motifi özenle işlenmiş, Türklerin yeniden çoğalışları bu motife bağlanmıştır. Destanlarda ok ve yay unsuru daha çok destan kahramanının hüner ve maharetini sergilemek için bir vasıta olarak değer kazanır. Bu nedenle ok ve yay destan kahramanlarının kişiliğini değerlendiren milli bir motiftir. Türk destanlarında ceylan motifi yoktur. Bu motif e genellikle Araplarda rastlanır. Kırklar motifi, mağara motifi, hızır motifi gibi motifler vardır. 21

22 Yazılı Dönem (8-11. Yüzyıl) Bu dönemde Göktürkler ve Uygurlar tarafından kendi alfabeleriyle eserler verilmiştir. Türk dilinin tespit edilebilen en eski yazılı metinleri VII. asrın sonlarına ve VIII. asrın ilk yarısına ait olan dikili taşlar (Yenisey ve Orhun anıtları) ve Uygur dönemine ait olan dini metinlerdir. Anıtlar arasında yer alan, Kültigin, Bilge Kağan ve Tonyukuk adına dikilen Orhun Anıtları, gerek muhtevaları, gerekse mükemmel dil ve üslûplarıyla Türk dilinin, edebiyatının ve tarihinin şaheserleri arasında yer pknaktadır. Abidelerin yazarı Yollug Tigin dir. Yenisey Kitabeleri M.S yüzyıllar arasında Türkler (Kırgızlar), Yenıtsey ırmağı çevresinde daha çok mezar taşlarından oluşan kitabeler bırakmıştır Mezar taşları üzerinde bulunan ve ölüm temasını işleyen yazılardaki. Türk tarihi ve edebiyatı hakkında bilgi veren Türklere ait ilk yazılı belgedir. Göktürk (Orhun) Yazıtları Göktürkler dönemi edebiyatı taşlara yazılan bir edebiyattır. Bu dönemden kalan bengü taşlar Türklerin en eski yazılı belgeleridir. Kül Tigin, Bilge Kağan ve Tonyukuk bengü taşları en çok ünlenen bengü taşlar olmuşlardır. Söylev türündedir. Bu taşlarda Göktürklerin savaşları, komşularıyla ilişkileri, Çin milleti ile münasebetleri ve toplum hayatına dair önemli bilgiler bulmak mümkündür. Yüksek bir milli his ile vücuda getirilen bu bengü taşlar, Türk adının geçtiği en eski Türkçe metinler olması sebebiyle de önemlidirler. Kültür tarihimiz açısından Göktürkler döneminin önemi, onların Türkçenin bilinen en eski yazılı metinlerine sahip olmalarıdır. Göktürklerden kalan Türkçe anıtlar, hanedanın 682 de kurulan ikinci dönemine aittir. Türk tarihi, Türk toplumunun yaşam biçimi, dünya görüşü ile ilgili bilgiler içerir. Kitabelerin 3 yüzü Göktürk alfabesiyle, bir yüzü Çince yazılmıştır. BURASI ÖNEMLİ Abidelerin yazarı Yollug Tıgin dir. Kitabeleri 1893 Wilhelm Thomsen çözmüştür. Orhun Abidelerinin yazıldığı Göktürk alfabesi 38 harflidir. Bu alfabede 4 sesli. 9 birleşik. 25 de sessiz harf bulunmaktadır. Göktürk alfabesi, Türklerin ulusal alfabesidir. Göktürk yazısı sağdan sola, yukarıdan aşağıya doğru bitiştirilmeden yazılır. Sözcükleri ayırmak için ğ genellikle iki nokta konur. Kül Tigin ve Bilge Kağan anıtlarında metinler, yukarıdan aşağıya doğru yazılmış ve satırlar sağdan sola doğru dizilmiştir. Göktürk alfabesi, büyük ünlü (sesli) uyumu dikkate alınarak düzenlenmiş bir alfabedir Siyasetname niteliğinde öğüt içerikli yazılardır. Bu yönüyle Atatürk ün Gençliğe Hitabesiyle benzerlik gösterir. 22

23 Türklerin Kullandığı Alfabeler Orhun Uygur Çin Arap Kiril İbrani Tibet Mani(hai) Latin üze kök teyri asra yagız yer kılındukta ekin ara kişi oglı kılınmış kişi oglınta üze eçüm apam bumın kagan iştemi kagan olurmış olurupan türük bodunıy ilin törüsin tuta birmiş iti birmiş tört bulur/ kop yagı ermiş sü sülepen tört buluydakı bodunug kop almış kop baz kılmış başlıgıgyüküntürmiş tizligig sökürmiş... Üstte mavi gök altta kara toprak yaratıldığında, ikisinin arasında insanoğlu yaratılmış. İnsanoğullarının üzerinde atalarım dedelerim Bumın Kağan (ve) İştemi Kağan tahta oturmuş. Tahta oturarak, Türk halkının devletini, yasalarını yönetmiş düzenlemiş. Dört taraf hep düşman imiş, ordular sevk ederek dört taraftaki halkı hep almış, hep bağımlı kılmış. Başlılara baş eğdirmiş, dizlilere diz çöktürmüş. (Örnek parça) Ek Bilgi BURASI ÖNEMLİ Yazıtların varlığından ilk olarak söz eden Çin yıllıklarıdır. Ayrıca 13. yüzyıl İlhanlı tarihçisi Alâüddin Atâ Melik Cüveynî, dünya tarihi ile ilgili Târîh-i Cihângüşâ adlı eserinde Türklere ait yazılı taşların varlığından haber verir. Orhun, Yenisey ve Talas vadisinde bulunan yazıtlarda kullanılan alfabenin kökeni, yazıtların bulunduğu günden beri araştırılmış ve çeşitli çalışmalara konu olmuştur. Orhun alfabesi, 1891 de Heikel tarafından Run alfabesine benzetilerek runik yazı diye adlandırılmıştır. Daha alfabe çözümlenmeden Otto Donner Orhun alfabesini, Küçük Asya alfabelerinden Likya ve Kayra alfabelerine benzetmiş ve bu alfabelerden çıkmış olabileceğini dile getirmiştir. Alfabeyi çözüme kavuşturan Thomsen Donner in söylediklerini kabul etmemiş, Köktürk yazısının kökeninin ya İran alfabesi aracılığı ile ya da doğrudan Arami alfabesi olduğunu belirtmiştir. Köktürklerin kullandığı alfabenin kökeni konusunda en son açıklamaları 1993 te Viktor G. Guzev ile G. Klyaştornıy ortaya koymuştur. V. G. Guzev, 2000 yılında sunduğu bildiride de mevcut alfabe teorilerini bilimsel bakımdan değerlendirerek Köktürk alfabesinin Türkler tarafından icat edilmiş olduğunu kanıtlamaya çalışmaktadır. Bu çalışmada V. Guzev, her yazının temelinde resim olduğunu vurgulamış ve Köktürk yazısında en az beş tartışmasız resim işareti olduğunu söylemiştir. Tonyukuk Anıtı 720 yılında Göktürk devleti veziri Tonyukuk adına dikilmiştir. Kitabede Tonyukuk, anılarını ve dönemin tarihini anlatmıştır. Anlatımda, atasözlerine bolca yer verilmiştir. KüllisinAnıtı 732 yılında dikilen anıt Yolluğ Tigin tarafından yazılmıştır. Anıtta Kültigin in ölümü ve yas töreni anlatılmıştır. Bilge Kağan Anıtı 735 yılında yazılmıştır. Bilge Kağan ın yiğitlikleri ve Türk milletine iletmek istediği mesajlar anıtın içeriğini oluşturur. Bu anıt da Yolluğ Tigin tarafından yazılmıştır. 23

24 Uygur Edebiyatı Göktürk devletinin yıkılmasından sonra kurulan Uygur hanlıklarından kalma eserlerdir. Daha çok Buda m ve Mâni dininin esaslarını anlatan metinlerdir. Bunlar Turfan yöresinde yapılan kazılarda ortaya çıkarılmıştır. Uygurların kâğıda kitap basma tekniğini bildikleri anlaşılmaktadır. Dönemden kalma birçok hikâyenin yanında kökünç denilen bir tür ilkel tiyatro eserleri de vardır. Uygurlar bu eserleri 14 harfli Uygur alfabesiyle yazmışlardır. Uygurlara ait yazıtlardan ilki, Uygurların ikinci hükümdarı Moyunçur adına dikilmiştir. Moğolistan ın Sine Usu Gölü civarında bulunan yazıt, Kutlug Bilge Kül ve Moyunçur devirlerinden bahsetmektedir. Uygurların ikinci devresinde ortaya konan eserlerde, önemli değişiklikler görülür. Her şeyden önce Göktürk yazısı bırakılmış, Sogd alfabesiyle eserler verilmiştir. Bu devirde daha çok Budizm ve Manihaizm dinlerine ait eserler ağır basmaktadır. Bunlardan başka Altun Yaruk ile iki Kardeş Hikâyesi özel bir değere sahiptir. Altun Yaruk ta Budizm inancının temel kurallarından söz edilmektedir. Birkaç nüshası bulunan ve oldukça hacimli olan Altun Yaruk, Budizm in esaslarını, felsefesini ve Buda nın menkıbelerini anlatan bir eserdir. Budizm e ait esaslar eserde geniş anlatımlarla ve oldukça akıcı bir üslupla anlatılır. Prens Kalyanamkara ve Papamkara Hikâyesi adıyla meşhur olan Edgü Ögli Tigin ile Ayıg Ögli Tîgin ( İyi Düşünceli Prens ile Kötü düşünceli Prens) Uygurlar döneminin en tanınmış hikâyelerinden biridir. İyi yürekli bir şehzadenin bütün canlılara yardım etmek ve canlıların birbirlerini öldürmelerine engel olmak üzere çok değerli bir mücevheri ele geçirmek için çıktığı maceralı yolculuk anlatılır. Gemilerle yapılan yolculukta bin bir türlü tehlike vardır. Şehzadenin sahip olduğu mücevher kötü yürekli kardeş tarafından gözleri oyularak çalınır. Fakat sonunda adalet yerini bulur ve iyi yürekli şehzade Buda ya dönüşür. Aslı Sanskritçedir. Sekiz Yükmek te dinî-ahlâkî inanışlar ve bazı pratik bilgiler vardır. Uygurlar arasında çok yayılan bu eser, kısa cümleleriyle, içten anlatımı ve zengin söz varlığıyla dikkati çeker. Eserde beş duyu organı ve bazı manevi bilgiler anlatılmıştır. Tahminen 930 yılında Göktürk harfleriyle kaleme alınmış olan Irk Bitig, Mani muhitinde yazılmış önemli bir eserdir, içinde dine ait unsurlar bulunmakla beraber dini bir eser değildir; bir fal kitabıdır Kutadgu Bilig İLK İSLÂMİ ÜRÜNLER Eserin adı mutluluk veren bilgi anlamına geiir yılında Balasagunlu Yusuf tarafından yazılmış ve Karahanlı hükümdarı Tabgaç Buğra Han'a sunulmuştur. Dönemin ilk edebî eseridir. İlk siyasetname olarak kabul edilir. Eserin dilinde henüz Arapça ve Farsça etkisi azdır Beyit nazım birimiyle yazılmıştır. Ancak dörtlük nazım birimi de kullanılmıştır beyittir Ayrıca 173 tane de dörtlük vardır. Ölçüsü aruz, kalıbı fe u lün/fe u lün/1 fe ul dür. Bilinen üç nüshası, bugün Fergana, Viyana ve Mısır da bulunmaktadır. Edebiyatımızda aruz ölçüsünün ilk kullanıldığı eser olarak kabul edilmektedir. Didaktik (Öğretici) bir nitelik taşır. Bir ahlâk ve Öğüt kitabıdır. 24

25 Dili oldukça sadedir. Hükümdara siyası Öğütlerde bulunur. Eser Hakaniye (Çağatay) Türkçesiyle kaleme alınmıştır. Dili oldukça sadedir. BURASI ÖNEMLİ Eserde allegorik (sembolik) bir anlatım vardır. Hükümdar Kün Toğdı adaleti, vezir Ay Toldı iyi yönetimi, vezirin oğlu Ögdilmiş aklı, vezirin kardeşi Odgurmış öbür dünyayı temsil eder. eder. Kün Toğdı Hükümdar. Adaleti temsil eder. Ay Toldı Vezir. Yönetimi temsil eder. Ögdilmiş Vezirin oğlu. Aklı temsil eder. Odgurmış Vezirin kardeşi. Öbür dünyayı temsil Türk edebiyatının İslamın kabülünden sonra yazılmış olan ilk ve en önemli iki eseri Kutadgu Bilig ile Divanü Lugati t-türk onun zamanında yazılmıştır. Kutadgu Bilig in üç yazma nüshası vardır. Bunlardan ilk bulunan nüsha Viyana (Herat) nüshasıdır. İkinci nüsha mısır üçüncü nüsha ise Fergana dır Robert Dankoff Semih Tezcan Kemal Eraslan, Osman F. Sertkaya, Nuri Yüce Abdülkadir İnan Zeki Velidi Togan Radloff Reşit Rahmeti Arat Hermann Vámbéry Kutadgu Bilig üzerine çalışmalar yapmışlardır. Jaubert de 1825 te yazdığı bir makaleyle Kutadgu Bilig i bilim dünyasına tanıtmıştır beyitlik didaktik bir manzume olan eser, aruzun fe ûlün fe ûlün fe ûlün fe ûl vezniyle yazılmıştır. Yusuf Has Hacib eserini meydana getirirken gerek nazım örgüsü, gerekse epik üslup açısından Firdevsî nin Şehnâme sinden etkilenmiş, O nun Farsçada yaptığını Türkçede yapmıştır. Yusuf, bu eseriyle Türk hükümdarlık, devlet idaresi ve hikmet geleneklerinin Arap ve Fars gelenekleri ile karşılaştırılabilecek derecede başarılı olduğunu göstermek ve ispatlamak amacını gütmektedir. Eflatun ve Aristo nun görüşleri ve fe Yusuf a kaynak olmuştur. Eserde bu dört ana karakterin dışında anlamlı adlar taşıyan üç kişi daha vardır: Küsemiş (Ay Toldı başkente geldiğinde ona yardım eden kişi), Ersig (hükümdarın mabeyncisi) ve Kumaru (Odgurmış un müridi) dir. 25

26 Kün Togdı (hükümdar) gün doğdu, doğan güneş, adaleti temsil eder. Ay Toldı (vezir) ay doldu, dolunay, baht, talih ve ikbali temsil eder. Tekrar etmeden geçme Ögdülmiş (vezirin oğlu) övülmüş, akıl ve anlayışı temsil eder. Odgurmış (vezirin kardeşi) uyanık, dünya işlerinin sonunu temsil eder. Kutadgu Bilig didaktik bir eser olmasına rağmen yer yer şiirselliğin ve lirizmin görülmesi (özellikle eserin başındaki Tanrı ve Peygamber övgüleri, bahar kasidesi ve hükümdar övgüsü bölümleri) Yusuf Has Hacib in duyarlı bir şair olduğunu göstermektedir. Dört kişi arasında geçen münazarayı andıran eser, Eski dönemlerden kalma atasözleri ve bilgelik ifadesi taşıyan deyimlerle süslenmiştir. Eserde yer alan konularla ilgili özdeyişlerden bir kısmı şöyledir: 1. Bilgiyi ve anlayışı anlatan dildir 2. Bilgisizin sözü kendi başını yer. 3. Akıl karanlık gecede bir meşale gibidir. 4. Beylik iyi bir şeydir, ama doğru uygulanan yasa ondan da iyidir. 5. İyi (olmak) yokuş tırmanmak gibi zordur, kötü (olmak) ise yokuş inişi gibi kolaydır. 6. Çok dinle az konuş, sözü akıl ile söyle bilgi ile süsle vd BURASI ÖNEMLİ Başlıktan da anlaşılmak üzere İslami dönemin ilk eseri Kutadgu Bilig tir. Divanî! Lügâti t-türk Türk Dilleri Sözlüğü anlamına gelir. Kaşgarlı Mahmut tarafından tarihleri arasında yazılmıştır Eser bir sözlük olarak hazırlanmasına rağmen, Türk sosyolojisi, psikolojisi, edebiyatı, gelenek ve görenekleriyle ilgili bilgi veren önemli bir eserdir. Türkçe nin önemini anlatmak ve Araplara Türkçeyi Öğretmek amacıyla yazılmıştır. Türkçenin ilk sözlüğü kabul edilir. Kelimeleri göçebe boylar arasında gezerek bizzat kendisi derlemiştir. 26

27 İslamiyet öncesi edebiyatın sagu, koşuk ve sav örneklerini içerir. Eserde 7500 kelime ve Arapça karşılıklarıyla bunlar/n kullanıldığı dilbilgisi kuralları ve bir harita (o devirdeki Türk i boylarının yerleşim alanını gösteren) bulunmaktadır, Zamanında konuşulan ve yazılan Türk lehçelerindeki 7500 Türkçe kelimeye Arapça karşılıklar veren ve harf sırasına göre düzenlenmiş bir sözlük durumundadır. Ayrıca manzum-mensur parçalar (sav, sagu, koşuk), örnekler ve bazı olaylarla donatılmış bir ansiklopedidir. Zamanın Türk tarih ve efsanelerine, coğrafya, halk edebiyatı ve folkloruna dair geniş bilgiler vererek Türkoloji nin temellerini atmıştır. Divanü Lugati t-türk ün tek yazma nüshası vardır. Bu nüsha Diyarbakırlı Ali Emirî Efendi tarafından 1917 yılında bir sahaftan satın alınmıştır Araplara Türkçe öğretmek amacıyla yazılmış olan eser, sadece sözlük değildir; sözcüklerin anlamının yanı sıra verilen örnek cümleler, dörtlükler ve dilbilgisi bilgileri ile dönemin kültürü, dil ve ağız özellikleri hakkında da bilgi edinmemizi sağlamaktadır. Eserin içindeki dörtlükler hece vezniyle yazılmıştır. Çoğu 4+3 duraklı 7 heceli, kimileri ise 4+4 duraklı 8 hecelidir. Beyitlerin çoğu ise aruz vezniyledir Kaşgarlı Mahmud eserinde ifade ettiği şu sözle böyle bir sözlüğü yazmaktaki amacını dile getirmiştir: Türk dili ile Arap dilinin atbaşı beraber yürüdükleri bilinsin diye Halil in Kitabü l- Ayn ında yaptığı gibi, kullanılmakta olan kelimelerle bırakılmış bulunan kelimeleri bu kitapta birlikte yazmak, ara sıra gönlüme doğar dururdu.... Divanü Lugati t-türk hakkında ilk çalışma Kilisli Rifat Bilge tarafından yapılmıştır. Divan daki sözvarlığı ise ilk defa Carl Brockelmann tarafından incelenmiştir. Eserin Besim Atalay tarafından Türkçeye çevrilmesinden sonra Divan üzerinde kitap, makale ve tez çalışmaları olmak üzere birçok yayın yapılmıştır. James Kelly ve Robert Dankoff tarafından yapılan çalışma Atalay dan sonra eseri bir bütün olarak ele alan ikinci çalışmadır: DLT nin edebî değeri hem bize ulaştırdığı bu sözcüklerden, hem de sözcükleri açıklarken örnek olarak verdiği manzum parçalar (dize sayısı 764 tür) ve atasözlerinden (289 tane) kaynaklanmaktadır. Atabetü l-hakayık 12. yüzyılda Edip Ahmet Yükneki tarafından aruz ölçüsü ve dörtlüklerle yazılmıştır. Eserin adı Hakikatler Eşiği anlamındadır. Hakaniye Türkçesiyle yazılmış olan eserde, bilginin faydası, cehaletin zararları, cömertlik, cimrilik, iyi ve kötü huylar anlatılarak halka yararlı olmak amacı güdülmüştür. Dinî-ahlaki bir eserdir. Edip Ahmet in bu eseri yazarken Kutadgu Bilig den etkilendiği bilinmektedir. On dört bölümden oluşan eserde kırk beyit ile yüz bir tane dörtlük bulunmaktadır, eserin tamamı 484 mısradır. Nerede, ne zaman yazıldığı tam olarak bilinmeyen eser yine kim olduğunu, nerede hüküm sürdüğünü bilmediğimiz Türk ve Acem meliki Muhammed Dâd İspehsalar Bey e sunulmuştur. Yazılış yeri ve tarihi henüz aydınlatılamamış olan Atebetü l- Hakâyık da Kutadgu Bilig gibi aruzun fe ûlün fe ûlün fe ûlün fe ûl vezniyle yazılmıştır Atebetü l-hakâyık ın yazılışından çok sonra XV. yüzyılda düzenlenmiş biri eksik dört nüshası bilinmektedir. Bu nüshalar arasında en iyi ve en eski tarihli olanı Semerkand nüshasıdır 27

28 Divan-ı Hikmet Mutasavvıf Hoca Ahmet Yesevi tarafından 12. yy.da yazılmıştır. İlâhi aşkın, ibadetin, cennetin vb. konu edildiği didaktik bir eserdir. 7 li ve 12 li hece ölçüsüyle yazılmıştır. Dörtlükler halinde yazılmıştır. Dörtlüklerin adı eserde hikmeftir. Tasavvufi bir eserdir. Dili oldukça sadedir. Kutadgu Bilig, Divanî! Lügâti t-türk, Atabetü l-hakayık, Divan-ı Hikmet. Dede Korkut Hikâyeleri 19. yüzyılın başlarında Dresden de bulunmuş olan Dede Korkut yazması, Kitâb-ı Dedem Korkud Âlâ Lisân-ı Tâife-i Oğuzân adını taşır; Oğuz boyunun diliyle Dedem Korkud Kitabı demektir. 20. yüzyılın ortalarında Vatikan da bulunmuş olan yazmanın adıysa Hikâyet-i Oğuznâme, Kazan Beğ ve Gayrındır; Oğuzname öyküsü, Kazan Bey ile Öbürleri demektir. Dresden nüshası bir giriş ve 12 destansı öyküden oluşur. Vatikan nüshasındaysa girişle birlikte yalnızca 6 destansı öykü vardır. Bu nüshadaki giriş ve destansı öyküler, Dresden nüshasında bulunanlardan farklı değildir. Dolayısıyla Dede Korkut mirasından yazma olarak elimizde bir giriş ve 12 destansı öykü bulunmaktadır. Kuzeydoğu Asya daki Göktürk Devleti ni oluşturan halklardan olan Oğuzlar, sonradan güneybatıya doğru göç ederek, 10. yüzyılda Maveraünnehir ve civarındaki bozkırları yurt edinmişlerdir. Müslümanlığı kabul eden Oğuzlar, 10. ve 11. yüzyıllarda, o zaman Müslüman olmayan Kıpçaklarla sürekli olarak çarpışmışlardır. İşte Dede Korkut Kitabı, Oğuz boylarının Doğu Anadolu da kendi aralarındaki veya Trabzon Rumları ve Kafkas Gürcüleri ile olan savaşlarını anlatır. Halk arasında söylene söylene 14.yüzyılda son şeklini almış ve 15. ve 16. yüzyıllarda yazıya geçirilmiştir Dede Korkut un Hikâyelerindeki 12 destansı öykü Dirse Han Oğlu Boğaç Han Salur Kazan m Evinin Yağmalanması Kam Büre Beg Oğlu Bamsı Beyrek Kazan Beg Oğlu Uraz Beg in Tutsak Olması Kanlı Koca Oğlu Kan Turalı Kadılık Koca Oğlu Yegenek Basat ın Tepegöz ü Öldürmesi Begel Oğlu Emren Uşun Koca Oğlu Seğrek Salur Kazan ın Tutsak Olması Dış Oğuz un İç Oğuz a Asi Olması Duha Koca Oğlu Deli Dumrul 28

29 T Türkçesi; z BURASI ÖNEMLİ Dede Korkut hikâyeleri destan geleneğinden halk öykücülüğüne geçiş dönemi ürünleridir. Hikâyelerin yazan belli değildir. Hikâyelerde olaylar nesir, kahramanların duygu ve düşünceleri nazımla dile getirilmiştir. Arı bir dil kullanılmış, olağanüstü olaylara yer verilmiştir. Türkçenin canlı ve doğal anlatım güzelliğini gösteren hikâyelerde ses tekrarları da sıkça yer almaktadır. Çıkmış Soru 2013 Kpss Alan Sınavı I.Kara eşekbaşına uyan ursan katır olmaz. II.Kız anadan görmeyince öğüt almaz. III.Yapagulu gökçe çimen güze kalmaz. IV.Güyegü oğul olmaz. V.Kül depecük olmaz. Bu cümleler aşağıdakilerin hangisinden alınmış olabilir? A) Garib-name B) Kutadgu Bilig C)Dede Korkut D) Divanü Lügâti t-türk E)Atebetü l-hakayık Seçenekler incelendiğinde Kutadgu Bilig, Divanü Lügâti t-türk, Atebetü l-hakayık ın Karahanlı Garib-name ve Dede Korkut un Eski Anadolu Türkçesi eserleri olduğu görülecektir yüzyıllar arasındaki Karahanlı Türkçesi ile yüzyıllar arasındaki Eski Anadolu Türkçesi farklı gramer özelliklerine sahiptir. Karahanlı Türkçesinde şart çekimi zamir kökenli kişi ekleriyle, Eski Anadolu Türkçesinde iyelik kökenli kişi ekleriyle çekimlenir. Karahanlı Türkçesinde çıkma durumu eki çoğunlukla +Dln iken, Eski Anadolu Türkçesinde +dan biçimindedir. Bu farklılıklar göz önünde bulundurulduğunda verilen cümlelerin Eski Anadolu Türkçesi dönemindeki bir esere ait olduğu anlaşılacaktır. Garib-name mesnevi tarzında yazılan ve her beyit birbiriyle kafiyelenen manzum bir eserdir. Örnek cümleler mensur bir eser olan Dede Korkut un başında yer alan bölüme aittir. 29

30 : : Hazırlayan ÖzHaN UsTaBaŞı 30

31 TÜRK HALK EDEBİYATI Anonim Halk Edebiyatı Nazma dayalı ürünler: Türkü, Mani, Ninni, Ağıt, Tekerleme Manzum-Mensur ürünler: Bilmece, Atasözü, Deyimler, Alkış-Kargış Nesre dayalı ürünler: Masal, Fıkra, Efsane, Halk hikâyesi Seyirlik oyunlar: Köy seyirlik oyunları, Kukla, Karagöz, Orta oyunu. Meddah, Tuluat Dini - Tasavvuf! Halk Edebiyatı Nazma dayalı ürünler: İlah,. Nutuk., Devriye, Şathiye, Tevhid, Münacaat, Naat, Miraciye, Mevlid, Hilye, Hikmet, Maktel-Mersiye, Menkıbe, Dolapname, Destur, Nasihatname(Pendname), İbretname, Fütüvvetname, Gazavatname Nesre dayalı ürünler: Dini Metinler: Tefsir, Hadis, Akaid, Fıkıh, Tasavvufi konulu metinler. Dini Destani Hikayeler: Hamzaname, Müslümname, Battalname, Saltukname Danişmentname, Kesikbaş hikayesi, Hz. Ali Cenknameleri, Muhammed Hanefi Cengi, İbrahim Ethem Hikayesi, Müsseyyeb Gazi. Menkıbevi İslam Tarihi: Siyer, Kıssas-ı Enbiya, Tezkiretü l Evliya, Maktel-i Hüseyin. Destani Tarihler: Selçukname, Gazavatname, Tevarih-i Ali Osman. Âşık Tarzı Halk Edebiyatı Nazım Şekilleri: Koşma, Semai, Varsağı, Destan. Nazım Türleri: Güzelleme, Koçaklama, Ağıt, Üaşlama, Öğütleme, Yalanlama, Sicilleme, Kargışlama, Alkışlama, Salavatlama. Aruzlu Şekiller: Divan, Semai, Kalenderi, Selis, Satranç, Vezn-i Ahar. ANONİM HALK EDEBİYAT! Söyleyeni belli olmayan, ağızdan ağza, kulaktan kulağa yayılan, halkın ortak malı olan ürünlerin oluşturduğu edebiyattır. Her eseri bir sanatkâr, şair vb. ortaya koyduğu gibi anonim edebiyata ait olan nazım biçimlerini de bir ilk söyleyen vardır, Ama zamanla ilk söyleyen unutulmuş ve halkın beğenisinde yaşamaya başlamış olan bu eserler anonimleşmiştir. Anonim halk edebiyatı milli bir karaktere sahiptir Anonim ürünlerde halkın konuştuğu yalın bir dil kullanılmıştır. Türkü, mâni, masal, destan, halk hikâyeleri, atasözü ve bilmeceler; karagöz, orta oyunu ve meddah ürünleridir. 31

32 Anonim Halk Edebiyatında Nazma Dayalı Ürünler Türkü Ezgilerine Göre Türküler Usulsüz Türküler Uzun havalardır. Ezgilerine göre divan koşma, hoyrat gibi adlar alırlar. Usullü Türküler Oyun havalarıdır. Bu türe Konya da Oturak, Urfa da kırık hava denir Usulsüz Türkülere Örnek kayabaşı divan kesik kerem maya bozlak koşma garip hoyrot kerem müstezad tükmani çukurova Aydos ve Eğin Usullü ezgiler: Genellikle oyun havaları olup bu tür ezgiler bölgelere göre değişik adlar alır: Ege de Karadeniz de Zeybek Horon ya da Yalı havası Ordu, Giresun, Marmara ve Trakya da Karşılama Erzurum yöresinde Sümmani 32

33 Harput yöresinde Şıkıltım Isparta ve yöresinde Dattiri Konya da Oturak Şanlıurfa da Kırık Türlü ezgilerle söylenen anonim halk şiiri nazım biçimidir. Söyleyeni belli türküler de vardır. Halk edebiyatının en zengin alanıdır. Anadolu halkı bütün acılarını ve sevinçlerini türkülerle dile getirmiştir. Ezgisi yönüyle diğer halk şiiri türlerinden ayrılır. Türküler genellikle anonimdir. İsimleri bilinen saz şairlerinin söyledikleri de giderek halka mal olmuştur. İlk türkü söyleme Türkü yakmak diye anılır. Türkü adı Türk e özge anlamına gelir. Türkü, Türk halk şiirinin en eski türlerindendir. Bu kelime ilk defa XV. Yüzyılda Doğu Türkleri tarafından kullanılmıştır. Hikmet Dizdaroğlu, Anadolu da türkünün ilk örneğini Öksüz Dede nin verdiğini belirtir. Türküler genellikle hece vezninin 7, 8 ve 115li kalıplarıyla kıtalar halinde söylenir. Her kıta türkünün asıl sözlerinin bulunduğu bend ile nakarattan meydana gelir. Nakarat her bendin sonunda tekrarlanır. Bu kısım bağlama veya kavuştak diye de bilinir. Türküleri kesin ayrıma sokmak güçtür. Bir yörede yakılan türkü diğer bir yöreye şekli ve söyleniş biçimi değişerek geçebilir. Türküler ezgilerine, konularına ve yapılarına göre ayrılır. oturak, Urfa da kırık hava denilir. Konularına Göre Türküler Lirik Türküler: Aşk - sevda türküleri, Gurbet Türküleri, Ağıtlar, Ninniler Taşlamalı -Takılmalı Türküler: güldürücü türküler, Taşlamalar. Olay Türküleri eşkıya türküleri, tarihi türküler. Tören ve Mevsim Türküleri. İş ve Meslek Türküleri Esnaf Türküleri. Doğayı Konu Alan Türküler: Tabiat türküleri, Çoban türküleri. Öğütlemeli Türküler: Oyun Havaları Halk Oyunları türküleri, Seyirlik oyun türküleri olmak üzere ayrılır. Yapılarına Göre Türküler: Bentleri Mâni: Dörtlüklerinden Kurulu Türküler: Birbirleriyle ilgili konularda söylenmiş mânilerin sıralanarak ezgiyle okunmasından meydana gelir. Bentleri Dörtlüklerle Kurulu Türküler. 33

34 Bentleri Üçlüklerle Kurulu Türküler. Bentleri Beyitlerle Kurulu Türküler. Karşılıklı Türküler Atma Türküler: İki ya daha çok kişinin karşılıklı söylediği türkülerdir. Mani Başta aşk olmak üzere hemen her konuda yazılabilen bir halk edebiyatı nazım şeklidir çoğunlukla 7 heceli dört dizelik bir bendden meydana gelir. Ama dizeleri heceli kalıplarla söylenmiş maniler de vardır. Birinci ikinci dördüncü dizeler birbiriyle kafiyeli, üçüncü dize serbesttir. Yani kafiye dizilişi aaxa dır. İlk iki dize hazırlık dizesidir. Son iki dize ile anlam bağlantısı yoktur asıl anlatılmak istenilen son iki dizede verilir. Birçok mani çeşidi vardır en çok kullanılanlar düz ya da tam mani kesik mani cinaslı mani yedekli mani ve artık manidir. Sık kullanılan maniler Tam(düz) kesik mani cinaslı mani yedekli mani artık mani Düz Mani Türkiye Türkleri tarafından Anadolu ve Rumeli ağızlarında maniye mana, me ani, hoyrat, karşı beri gibi isimler verilir. Diğer Türk topluluklarında ise bayatı, mahnı, hoyrat, aytipa, aytıspa, kayım ölen, ülenek, çinik, çink, şın, mane, koşuk, aşule, tört sap, tahpak gibi adlar verilir. BURASI ÖNEMLİ Mâni, Anonim Halk Edebiyatının en küçük nazım biçimidir. aaxa şeklinde kafiyelenen mânilere tam mâni veya düz mâni adı verilmektedir. Yedişer heceli dört dizeden oluşur. Kafiyeleri genellikle cinassızdır. Maniler yaygın olarak yedili hece ölçüsü ile kullanılır. Kendimi kendim yitirdim Kendim ararım kendimi Kendim kendime lazımsa Kendim bulsun kendini Kesik Mani Birinci dizesi 7 heceden az anlamlı ya da anlamsız bir sözcük grubu olan manilerdir. Bu kesik dize sadece kafiyeyi hazırlar. 34

35 Eğer meydan ve kahvehanelerde söylenen ve ilk dizeleri aman aman ünlemi ile doldurulan manilerse bunlara İstanbul manileri denir. Dağ bana Bahçe sana bağ bana Değme zincir kar etmez Zülfin teli bağ bana Cinaslı Mani Kesik maniler eğer kafiye cinaslı ise bunlara cinaslı mani denir. Yâr dayandı Sineme yâr dayandı Bu nasıl sevda idi Tutuştu yâr da yandı Yedekli Mâni / Artık Mâni Dört veya beşten fazla mısrayla kurulan mânilere yedekli mâni veya artık mâni denilmektedir. Kesik mânilerde cinas kullanılmasına karşılık yedekli mânilerde cinas kullanılmaz. Şu dağlar garip dağlar İçinde garip ağlar Kimse garip ölmesin Garip için kim ağlar Ağlarsa anam ağlar Gerisi yalan ağar Deyişli Mâni İki kişinin söylediği manilerdir. Soru yanıt şeklinde düzenlenir. Bir başka kişinin ağzındanmış gibi aktarıldığı şekilleri de vardır. Adilem sen naçarsın İnci mercan saçarsın Dünya deniz olanda Gönlüm nere kaçarsın Ağam derim naçarım İnci mercan saçarım Dünya deniz olunca Ben kuş olup kaçarım Ninni Türk halk kültüründe "ninni''anonim halk şiiri ürünü olup çocuklar emzirilir veya uyutulurken söylenen yahut söylendiği varsayılan manzumelere verilen addır. Bir başka ifadeyle, ninniler başta çocukların anneleri olmak üzere çocukları büyüten nine, anneanne, babaanne, teyze, abla, yenge vb. gibi yakınların çocukları uyutmak için belli bir ezgiyle söyledikleri manzum veya mensur sözlerdir. 35

36 Genellikle bir dörtlük veya bir mâniden ya da değiştirilip adapte edilerek yahut aynen bir türküden alman bir kupleden oluşan ninniler kendilerine özgü ezgilerle söylenirler. BURASI ÖNEMLİ Tarihsel olarak da, Dîvân ulugâti't-türk'te ninni karşılığı olarak "baht balu" ifadesi kulla- nılmaktadır. Ninni" sözcüğünün XI. yüzyıldan itibaren Türkçede kullanıldığı düşünülmektedir. Ninnilerin sonunda nakarat olarak söylenilen Uyusun da büyüsün ninni; E,e,e,eh ve Ninni yavrum ninni gibi sözlerin uyku getirici müzikal tesirlere de sahip olduğuna inanılır, Ninnilerin Muhtelif Tasnifleri Çocuğun cinsiyetine göre Söyleyiş sebeplerine göre Konularına göre ninniler Erkek çocuk için söylenen ninniler Kız çocuklar için söylenen ninniler Çocuğu uyutmak için söylenen ninniler. Ağlayan çocuğu avutmak için söylenen ninniler. Çocuğu oynatırken söylenen ninniler Temenni ve ulu şahıslardan yardım isteyen ninniler Şikâyet ninnileri Öğüt verici ninniler Vaad ve tehdit ninnileri Sevgi ve övgüyü dile getiren ninniler Ninniler de çoğunlukla dilek, temenni, sevgi, ilgi, şikâyet, üzüntü, ayrılık, gurbet, vaat, tehdit ve korkutma gibi konuların işlendiği görülür Ninniler içerdikleri konular ve ninniyi söyleyenin anlatım tutumuna göre on başlık altında toplanabilir 1. Dinî-kutsal Nitelikli Ninniler, 2. Efsane, Ağıt Türünden Ninniler 3. Dilek ve Temenni Ninnileri 4. Sevgi ve İlgi Anlatan Ninniler 5. Övgü ve Yergi Nitelikli Ninniler 6. Şikâyet ve Üzüntü Anlatan Ninniler 7. Ayrılık ve Gurbet Anlatan Ninniler 8. Vaat Ninnileri 9. Tehdit ve Korkutma Ninnileri 10. Ninni Olarak Söylenen Tekerlemeler Dandini dandini dasdana Danalar girmiş bostana Kov bostancı danayı Yemesin lahanayı Benim oğlum lokum yer Uy u s u n da y ü r ü s ü n n i n n i 36

37 Vatan Ağıt Türk halk şiirinde başta insanlar olmak üzere ölen canlılar (hayvanlar) ve kaybedilip uzağına düşülen özlenen mekânlar (sıla, yurt, memleket, vatan) için ağlatmak ve yas tutturmak anlatım tutumuyla söylenilen veya yazılan şiirlere "ağıt" denilir. Bir başka ifadeyle, ölüm başta olmak üzere savaş, sel, salgın hastalıklar, deprem, yangın gibi doğal afetler üzerine, gurbete veya askere gidenlere yahut kına gecelerinde düğünlerde gelinlere kına ağıtları denilen şiir şeklinde ağıtlar yakılmaktadır. Divan edebiyatındaki karşılığı mersiyedir. Nesir şeklindeki ağıtlarda da başta seci (kafiye) olmak üzere manzum özelliklerin yer aldığı görülür. Ağıtların anonim olanları anonim halk şiiri, aşıklarca koşma veya destan nazım şekilleriyle meydana getirilmiş ağıt-koşma ve ağıt-destanlarsa âşık şiiri içinde yer alır. Türk toplumunda ağıt yakmanın çok eski bir geçmişi vardır. Eski Türklerin takvime bağlı üç önemli töreni vardı. Bu takvime bağlı törenler sığır, şölen ve yuğ adını taşırlardı. Dahası, İslâmiyet ten önceki dönemde ünlü bir kişinin ölümünden sonra yapılan ve yuğ adı verilen dinsel yas törenlerinde sagu denen şiirler söylenirdi. Dîvânu Lügâti t-türk te ünlü yiğit Alp Er Tunga için söylenmiş bir sagu dan parçalar vardır. Başlıca Ağıt Türleri Kişiler İçin Yakılan Ağıtlar, Sosyal Olaylar Üzerine Yakılan Ağıtlar, Gelin Ağıtları, Asker Uğurlama ve Karşılama Ağıtları, Hayvanlar İçin Yakılan Ağıtlar, Kaybedilen Vatan Toprağına Yakılan Ağıtlar, Doğal Afetlere Yakılan Ağıtlar. Geleneksel olarak ağıtlarda 7, 8, ve 11 li hece ölçüsü tercih edilmekle birlikte 7 heceden az ve 11 heceden de fazla söylenmiş ağıtlar da görülebilir. Çok nadir olmakla birlikte hece ile yazılmış mersiye lere veya aruzla yazılmış ağıt lara rastlamak mümkündür. Çoğunlukla ağıtlarda şekil veya yapı birimi dörtlüktür. Bazen dörtlükten az veya çok şekillere de rastlanabilir. Bu dörtlüklere eklenen beşinci mısra veya beyitleri ağıtın ezgisini hafızalarda daha kalıcı kılmaya yönelik olarak eklenen nakarat mısralarıdır. Öte yandan âşıkların söylediklerinin dışında kalan ağıtları sadece kadınlar söylerler. Bu bağlamda ölen erkekse ağıt yakmak öncelikle anasına, karısına, kız kardeşine, kızına akraba ve komşularına düşer. Bununla birlikte bazı yörelerde bu işi meslek edinmiş profesyonel ağıtçılar para karşılığı ağıt yakmaktadır. Özellikle, Toroslar da ve Çukurova da ölenin ardından çamaşırlarının yer aldığı bir bohçayı ortaya koyarak ve ele alınan bir parça eşyadan hareketle ölen kişinin övülmesi, iyi niteliklerinden söz edilmesi ve feryat edilmesi şeklinde düzenlenen yas törenlerinde mensur ağıtların yanı sıra, daha önceki ağıtlardan alınan hazır mısraların kullanılmasıyla oluşturulan manzum ağıtların da söylendiği görülebilir..yas ve yuğ törenlerinin ayrılmaz parçası olan ölenin ardından yemek verilmesi de aynı şekilde hangi dini takip ederlerse etsinler bütün Türk boyları arasında devam eden bir gelenektir. 37

38 38 Tekerleme Sözcüklerin ses benzerliğinden yararlanarak oluşturulan yarı anlamlı yarı anlamsız sözlerdir Tekerlemelerin en önemli özelliği herhangi bir ana konudan yoksun olmalarıdır. Şiir biçiminde de oluşturulan tekerlemelerde ölçü, uyak, seci ve aliterasyondan yararlanılmıştır. Az gitmiş uz gitmiş. Dere tepe düz gitmiş. Altı ay bir güz gitmiş Tekerlemeler şekil yönünden; Manzum tekerlemeler, Yarı Manzum Tekerlemeler ve Mensur Tekerlemeler olmak üzere üç bölümde incelenir. Tekerlemeler geçtikleri yerlere göre: Masal Tekerlemeleri, Oyun Tekerlemeleri, Tören Tekerlemeleri ve Bağımsız Tekerlemeler olmak üzere dört bölümde incelenir. Evvel zaman içinde kalbur zaman içinde Develer tellal iken Pireler berber iken Ben annemin beşiğini Tıngır mıngır sallar iken

39 Anonim Halk Edebiyatında Manzum-Mensur Ürünler Bilmece Bütün uluslarda görülen çoğunlukla cevabı içinde saklı bulunan ve düşünceyi geliştirmek amacıyla üretilen kalıplaşmış soru biçimlerine bilmece denir. Biçim bakımından bilmeceler, manzum ve mensur bilmeceler olmak üzere ikiye ayrılır. Ancak bilmeceler daha çok manzumdur. Bilmecelerin manzum olmasının nedeni ezberlenme kolaylığından kaynaklanır. Çarşıdan aldım bir tane eve geldim bin tane. Atasözü Atasözü, yüzyıllar süren tecrübeler sonunda ortaya çıkan anonim nitelikli kısa ve özlü sözlerdir Çoğunlukla mecaz anlamlıdır. Kelimelin yerleri değişmez veya başka bir kelimenin yerine başkası kullanılamaz eğer kullanılırsa anlatım bozukluğu meydana gelmiş olur. Atasözlerinde insanları bir olumsuzluğa karşı uyarma ve bir ders verme söz konusudur. Ayağını yorganına göre uzat. Deyim Asıl anlamlarından uzaklaşarak yeni kavramlar meydana getiren kalıplaşmış sözlerdir. İki veya daha çok kelimeden kurulu bir çeşit dil ifadesi olan deyimler, duygu ve düşünceleri dikkati çekecek biçimde anlatım isim sıfat belirteç yalın ve birleşik eylem görünüşlü dilsel yapılardır. Deyimler bir yargıyı değil bir kavramı belirtir. Deyimlerde tıpkı atasözleri gibi kalıplaşmıştır cümle içindeki yerleri değişmez veya deyimde kullanılan sözcüğün yerine başka bir sözcük kullanılamaz. İçine ateş düşmek. Deyim ve atasözü arasındaki en önemli fark; atasözünde nasihat verme söz konusu iken deyimde böyle bir şey yoktur. Atasözü bir olumsuzluk karşısında uyarı verir. Bu şekilde ayırt edebiliriz. Alkış-Kargış Alkış karşıdaki kişinin iyiliğini istendiğin; kargış (kara alkış) tam aksine söylenen kişinin kötülüğünü istendiği kalıplaşmış sözlerdir. Kısa ve anlatım yoğunluğu taşımaları nedeniyle kullanılırlar. 39

40 Anonim Halk Edebiyatında Nesre Dayalı Ürünler Masal Genellikle halkın yarattığı, hayale dayanan, sözlü genellikle yaşayan, çoğunlukla insanlar, hayvanlar ile cadı cin dev peri vb. varlıkların başından geçen olağanüstü olayları anlatan edebi türdür. Genellikle nesir şeklindedir. İstisnai olarak bazı masallarda manzum parçalara da rastlanır. Masallar fıkra ve efsanelere göre uzun, destan ve halk hikayelerine göre kısadır. Masalların belirli yerlerinde klişe sözler sade bir dil kullanılır. Masallarda yer ve zaman belli değildir. Masallar Üç Bölüme Ayrılır DÖŞEME OLAY DİLEK Bütünüyle kelime oyunların Masal olaylarının anlatıldığı Tekerleme ile son bulur. dan, birbiriyle pek ilgisi olmayan ama bölümdür. Kendi içinde giriş, dinleyicinin ilgisini masala çekmek gelişme, sonuç bölümleri vardır. için bir araya getirilmiş sözlerden meydana getirilir dinleyiciyi masal alemine hazırlar. Bir varmış bir yokmuş Halk masalları 4 temel gurupta toplanır: Hayvan masalları, Olağanüstü ve gerçekçi masallar, Güldürücü öyküler, Zincirlemeli masallar. Hayvan masalları genellikle kısa masallardır. La Fontaine masalları bu türün en güzel örnekleridir. BURASI ÖNEMLİ Şeyhi; Harname isimli eseri ile divan edebiyatında hayvan masalları türüne örnek gösterilir. Olağanüstü masallarda, olağan varlıkların yanı sıra cin, peri, dev, ejderha gibi olağanüstü varlıklara da yer verilir. Gerçekçi masalların başlıca kahramanları ise padişahlar, vezirler, prens ve prensesler, zenginler, hırsızlar ya da haydutlar gibi gerçek hayattaki kişilerdir. Güldürü masallarda okuyan ve dinleyeni eğlendirmeyi amaçlayan masallardır. Zincirleme masallar sıkı bir mantık bağıyla birbirine bağlanan küçük ve önemsiz bir dizi olay art arda sıralanır. 40

41 MASALLARIN ÖZELLİKLERİ Olağanüstü konular vardır. Kahramanlar gerçeküstü özelliklere sahip olabilir. Yer ve zaman belirsizdir. Her masaldan bir öğüt, bir ders çıkarılabilir. Masallar kalıplaşmış bir tekerleme ile başlar. Masallarda cin, peri vs. gibi olağanüstü kahramanlar yer alır. Masallar hep mutlu son ile biter. Niteliği ne olursa olsun her şeyiyle hayal ürünüdürler Olaya dayalı sanatsal kurmaca metinlerdir. Yazılı ve sözlü edebiyat ürünüdür. Masalların sonunda mutlaka iyiler kazanır. Masallar bir millet için zengin hâzinelerdir. Milletlerin seciyeleri, ülküleri masallarda gizlidir. Halk medeniyetinin izlerini masallardan çıkarmamız mümkündür. Masallar öyle bir gür kaynaktır ki bu kaynaktan birçok bilim yararlanır. Masal, her şeyden önce dilcilerin yararlandıkları bir kaynaktır. Bundan başka masal, bir toplumbilimci için toplumun ana unsurlarını nitelendirmede, halk kültürünün temellerini araştırmada zengin bir kaynaktır. Tarihçi için masal bazı önemli tarihî olayların aydınlanmasında değerli bir belge olabilir. Çocuk eğitiminde de masalların çok önemli rolü vardır. Hikâyeci, romancı, şair, oyun yazarı, hatta senaryo yazarı masallardan çok ilgi çekici konular meydana getirebilir. Masal sözü Habeşçedeki mesl sözünden gelmektedir. İbraniceye maşa!, Aramiceye mesel, masal oradan Türkçeye masal olarak geçmiştir. Masal kelimesinin bir asırlık geçmişi vardır. Bu kelimeden önce kıssa, dâstân, hikâye gibi bazı kelimeler kullanılmıştır. BURASI ÖNEMLİ Masallar üzerine ilk sistemli araştırmalar, Batı da 19. yüzyılda başlamıştır. Masalların kaynağını ilk araştıran Wilhelm Grimm dir. Fıkra Bir konuda ders vermek, bir görüşü, düşünceyi mizah yoluyla insanları gülümseterek anlatmak amacıyla söylenmiş kısa, özgün halk anlatılarıdır. Fıkralar kahramanlarına göre ikiye ayrılırlar. 1-Kahramanları belirli halk tipleri olan fıkralar: Nasrettin Hoca, İncili Çavuş, Bekri Mustafa fıkraları gibi. Nasrettin Hoca, İncili Çavuş, Bekri Mustafa fıkraları gibi. 2-Kahramanları belirsiz fıkralar. Bunlar çoğunlukla Adamın biri, Kadının biri, Laz ın biri, Yahudi nin biri gibi sözlerle başlar. son doğrudan söylendiği gibi, kimi zaman da dinleyicinin anlayışına bırakılır. Her ulusun toplumsal yapısını genel özellikleriyle yansıtan ulusal fıkra kahramanları vardır. Örneğin bizde Nasrettin Hoca, Araplarda Ebu nevas gibi. Kimi zaman da ulusların en belirgin özellikleri fıkra kahramanlarına sıfat olarak yüklenir. Örneğin Cimri İskoçyah, Mübalağacı İranlı gibi. 41

42 Fıkraların toplum yaşamında çok önemli bir başka işlevi de örtük transaksiyon (imalı iletişim) aracı olarak kullanılmalarıdır. Demokrasi ve insan haklarının, istendik düzeyde gelişmediği, yönetimsel-toplumsal baskıların yoğun olduğu ortamlarda yaşayan ve bireyselleşmelerine izin verilmeyen insanlar; Yunus Emre nin Söyler isem olur savaş/söylemez isem bağrım baş (baş: yara) dizelerinde çok yalın ve etkili bir söyleyişle dile getirdiği bu dayanılmaz ikilemin açmazını, yüzyıllardır hep yaşamlarında ruhlarında duyumsamışlar ve onu aşmaya çalışmışlardır. Düşündüklerini ve doğru bildiklerini açıkça söyleyerek, savaş çıkarıp yaşamlarını yitirmeden ve susup bastırarak da yüreklerini, ruhlarını yaralamadan, dolaylı olarak örtük ; söylemenin yollarını aramışlardır. Bu imalı iletişim J arayışları sırasında da çoğu kez, oldukça etkili bir yol olan masal, türkü, ninni, fıkra gibi sözlü halk anlatılarını aracı olarak kullanmışlardır. Bu halk anlatıları içinde, sosyal ve siyasal baskıyı j düzenlemede en elverişli olanı da gülmecedir. Hani, i Aşk gelince cümle eksikler biter miş ya, gülümseme gelince de cümle hoşgörüsüzlükler biter. Anlatılan gülmecenin (fıkra) sonunda yaratılacak gülüş eylemi, anlatının içerdiği eleştiriyi iyiden iyiye kabul edilir kılıp yenilir, yutulur hale getirecek ve aynı zamanda bir korunak da oluşturacaktır. Bu nedenledir ki, imalı iletişimde halkımızın Nasrettin Hocayı aracı, fıkrayı l da araç olarak kullanması, öz savunma ve korunma açısından, çok bilinçle yapılmış bir seçimdir. Sonuç olarak fıkralar yalnızca insanları güldürmek, eğlendirmek için değil, toplumsal yaşamı düzenle mek, ders vermek, belirli bir düşünceyi, görüşü karşı tarafa mizah eşliğinde iletmek için halk tarafından yaratılmış, çok kapsamlı işlevleri olan halk edebiyatı ürünleridir. Çıkmış Soru 2013 Kpss Alan Sınavı Aşağıdakllerden hangisi, Nasrettin Hoca nın fıkralarından bazılarını nazma dönüştürmüştür? A) Faruk Nafiz Çamlıbel B) Orhan Seyit Orhon C) Orhan Veli Kanık D) Yahya Kemal Beyatlı E) Rıza Tevfik Bölükbaşı 42

43 Efsane Kişi, yer ve olayları konu alan, inandırıcılık özelliğine sahip, çoğu zaman olağanüstülüklere yer veren, belirli bir üsluba ve şekle bağlı olmayan, kaynaklarını genellikle geçmişin derinliklerinden alan kısa, yalın, ağızdan ağza aktarılan ortak (anonim) halk anlatılarıdır. Genelde ortak (anonim) halk edebiyatının, özelde ise Türk halk edebiyatının en önemli ürünlerinden olan efsaneler, dünya halk kültürlerindeki çeşitli ortak motifler üstüne kurulmuşlardır, Taşıdıkları sosyolojik, psikolojik, etik, ekonomik iletilerle aynı zamanda bir halk eğitim aracı oldukları da görülür, Efsanelerin konularını belirli bir olay, yer veya kişi oluşturur. Bu nedenle de efsanelerin inandırıcılık özellikleri vardır. Konularına göre sınıflandırılırlar ve evrensel bir halk kültürü oluştururlar. Halk kültürünün değerli kalıtlarından olan efsanelerin ayrıca, gelenek ve görenekleri korumak, insanlara ders vermek, konu aldıkları olaylara, kişilere ve yerlere saygınlık kazandırmak, insanların iyiye, güzele yönelmelerini Efsanenin Diğer Halk Anlatılarıyla Olan İlişkileri Efsaneler, diğer halk anlatılarından en çok mit, masal ve destanla yakınlık gösterirler. Bu açıklamalardan hareketle efsane konusunda, şu saptamaları yapabiliriz: Efsaneler dilden dile anlatılagelmiş, çok eski anlatılar olup ortak (anonim) halk edebiyatı ürünleridir. Efsanelerin konuları bir kişiye, bir olaya veya bir yere dayandırılır, Efsanelerde anlatılanların, bir ölçüde de olsa, inandırıcılık özelliği vardır. Efsanelerde çoğu zaman, olağanüstülük ağır basar. Bu nedenle de dinleyeni, bilinmeyen giz dolu bir dünyaya götürerek saygı ve ilgi uyandırır. Efsaneler, bir bakıma, mitlerin modernleşmiş şekilleri olarak ifade edildikleri için, kutsal öğeler de taşırlar. Efsaneler, belirli bir şekilleri olmayan ve konuşma diliyle anlatılan, kısa halk anlatılarıdır. Pertev Naili Boratav, Türk efsanelerinin sınıflandırmasını şöyle yapmıştır: I. Dünyanın yaratılışı ve sonu ile ilgili efsaneler II, Tarihi efsaneler Sınırlandırılmış tabii yerlerin menşeleri (dağlar, göller... vs.) Meskûn yerlerin menşeleri (şehirler, köyler... vs.) Büyük binaların menşeleri (kiliseler, camiler, köprüler.,. vs.) Hazineler Milletlerin, hükümdar sülalelerinin ve sosyal sınıfların menşeleri Felaketler Tarihi olarak bilinen kahramanlıkların yendikleri, tabiatüstü güce sahip canavarlar Savaşlar, fetihler, istilalar Kurulu düzene başkaldırmalar Diğer hadiseler ve üstün kişiler, medeniyet getiren kahramanlar, bilginler, şairler Aşk ve aile hayatı Küçük bir topluluğun, tarihinin bir parçasını meydana getirdikleri ölçüde bilinen, ortak veya kişisel karakterde, çeşitli diğer kişilerle ilgili anlatmalar. Tabiatüstü şahıslar ve varlıklar üzerine efsaneler Alın yazısı Ölüm ve ötesi 43

44 III. Tekin olmayan yerler Tabiatın bir parçası olan yerler (orman, göl... vs.) ile hayvanların sahipleri koruyucuları Cinler, periler, ejderhalar vb. tabiatüstü güçte yaratıklar Şeytan Hastalık ve sakatlık getiren varlıklar (albastı gibi) Tabiatüstü güçleri olan kişiler (büyücü, üfürükçü, efsuncu gibi) Mit niteliğinde hayvan ve bitkiler (adamotu gibi) üzerine anlatmalar Dini efsaneler Halk Hikâyesi Aşk, kahramanlık gibi konuları, şiir ve düz anlatım olarak, âşıkların saz eşliğinde anlatıp söylemeleridir, (düz anlatım içinde yer alan şiirler, saz eşliğinde türkü gibi söylenir). Halk hikâyeleri, hikâye türünün en eski ve ortak (anonim) olanlarıdır. Halk hikâyelerinin bizdeki gelişimi 16. yüzyıldan sonra olmuştur. Halk hikâyesi anlatmak bir uzmanlık, bir ustalık işidir. Hikâyeleri anlatan âşıklara kıssa-han da denir. En tanınmış halk hikâyelerimiz arasında, şunları sayabiliriz: Kerem ile Aslı, Ferhat ile Şirin, Arzu ile Kamber, Köroğlu, Battal Gazi. Halk hikâyelerinin oluşumu hakkında çalışma yapanlar, hikâyeyi genellikle söyleyeni bilinmeyen halk edebiyatı ürünlerinden saymışlardır. Buradan hareketle halk hikâyelerinin halk içinde doğup geliştiklerini söylemek mümkündür. Kerem ile Aslı, Köroğlu gibi halk hikâyeleri halk tarafından gerçekten yaşanmış olaylar olarak görülmekte ve büyük bir içtenlikle sevilmektedir. Halk hikâyeleri kapsamlarına, boyutlarına ve konularına göre şöyle sınıflandırılabilir: Tek bir olay çevresinde örülmüş, basit yapılı, anlatımı yaklaşık bir-iki saat süren hikayeler. Bunlar çoğunlukla, konularını bir efsaneden, 1 masaldan veya gerçek yaşamdan alırlar. Kahramanları kalabalık ve konuları artarda sıralanmış olaylardan 2 oluşan, uzun hikayeler. Bunların anlatımları bir gece sürdüğü gibi beş veya yedi gece sürenleri de vardır. Halk hikâyeleri konularına göre Aşk Hikayeleri Bu sınıfta yer alan aşk hikâyeleri, âşık geleneğinin tüm özelliklerini en iyi yansıtan hikâyelerdir. Bunların kahramanları kimi zaman gerçekten yaşamış olan âşıklardır ve hikâyenin konusu da onların yaşam öykülerinden alınmıştır. Örneğin; Âşık Garip, Ercişli Emrah gibi. Kimi zaman da bu kahramanlar masal, destan, tarih gibi kaynaklardan esinlenerek yaratılırlar. Bu türlerde hayal ürünü öğeler, gerçekçi ayrıntılarla birleştirilerek anlatılır. Örneğin; Yaralı Mahmut, Arslan Bey, Elif ile Mahmut gibi. 44

45 Kahramanlık Hikayeleri Konusu kahramanlık olan bu hikâyelerin en tanınmışı Köroğlu hikâyesidir. Doğu Anadolu nun kimi hikâyecilerine göre, Köroğlu hikâyeleri 24 kol tutarındadır, Ayrıca, Doğu da, Türkiye dışındaki Türk asıllı uluslarla, öteki kimi uluslararasında da Köroğlu hikâyeleri yaygındır. Günümüzde giderek işlevini yitiren halk hikâyeleri, eskiden uzun kış gecelerinde köy odalarında, düğünlerde, Ramazan gecelerinde kahvelerde anlatılırdı. Hikâyenin saz eşliğinde söylenen türküler bölümüne, zaman zaman, dinleyicilerin katıldığı da olurdu. Belirli bir ustalığa sahip olmaları gereken halk hikâyecileri, bir çıraklık döneminden geçtikten sonra bu işe soyunurlar ve geçimlerini de bu yolla sağlarlardı. Bu halk hikâyelerinden bazıları önce taşbasması olarak daha sonraları da matbaa harfleriyle yayımlandı. Halk hikâyelerinin düz anlatım bölümlerini oluşturan olay örgüsü, genelde, derleme olmakla birlikte, saz eşliğinde türkü şeklinde söylenen şiir bölümlerinin yaratıcıları çoğunlukla bellidir. Bu âşıklar, düz anlatımla şiirleri birleştirerek hikâyeyi düzenlerler. Sevgili arkadaşlar bazen o kadar detaya iniyoruz ki bu sefer yüzeysel ve önemli olabilecek bilgileri gözden kaçırabiliyoruz o yüzden aşağıda koyu yazılı yere dikkat edelim. Destandan halk hikâyeciliğine geçiş dönemi eseri sayılan Dede Korkut hikâyeleri Türk edebiyatında halk hikâyesinin ilk örneği kabul edilmektedir. Türk halk hikâyelerine devirlere ve yörelere göre değişik adlar verilmiştir. Dede Korkut ta boy, yüzyıllarda hikâye, Azeri sahasında hekât, gönümüzde Doğu Anadolu ve Azerbaycan da nağıl gibi. Ayrıca kısa hikâyelere kıssa, serküşte, Türküşüz hikâyelere de kara hikâye denilmektedir. Halk hikâyecileri, anlattıkları hikâyelere zenginlik katmak amacıyla aralarda asıl hikâyeden farklı olarak kısa, mensur, ibret verici veya komik hikâyeler anlatmaktadır. Bu hikâyelere karavelli denir 45

46 Çıkmış Soru 2013 Kpss Alan Sınavı Halk hikâyecileri, anlattıkları hikâyelere zenginlik katmak amacıyla aralarda asıl hikâyeden farklı olarak kısa, mensur, ibret verici veya komik hikâyeler anlatmaktadır. Bu hikâyelere verilen ad aşağıdakilerden hangisidir? A) Fasıl B) Karavelli C) Döşeme D) Muhavere E) Kara hikâye A seçeneğinde verilen fasıl halk hikâyelerinde asıl hikâyeye geçmeden bir divaniyle başlanan bir bölüm dür. Bu bölümde bir Köroğlu türküsü söylenir. Ayrıca fasıl ile D seçeneğinde yer alan muhavere karagöz ve orta oyunundaki bölümlerdendir. C" seçe neğindeki döşeme de ise yine asıl hikâyeye geçmeden âşıklar nesir biçiminde bir tekerleme söylerler. E seçeneğinde verilen kara hikâye ise türküsüz hikâye lere verilen addır. Hikâye anlatılırken araya hikâyey le ilgisi olmayan kısa, mensur, ibret verici veya komik hikâyeler anlatmaya ise karavelli denir. Doğru cevap B dir Anonim Türk Halk Edebiyatında Seyirlik Oyunlar Taklit, başlıca çatışma ve kişileştirme yöntemi olarak bu oyunların en önemli unsurlarından biridir. Taklit sözcüğü hem temsil anlamı taşırken hem de sanatçının karagöz ve ortaoyununda Kastamonu, Kayserili, Rumelili, Arnavut gibi tipleri aynen canlandırılması anlamında da kullanılmıştır. Bu oyunlar arasında karagöz, ortaoyunu, kukla gibi oyunlarda özellikle karşıtlıklardan faydalanılmıştır. Türk seyirlik oyunlarının önemli özelliklerinden biride dans, müzik, soytarılık, şaklabanlık gibi birçok unsuru içinde bulundurmasıdır Seyirlik oyunların gevşek bir dokusu vardır ve birbiri içine girmişlerdir. Karagöz oyunu içerisinde kukla oyununa yer verilebilir veya ortaoyununda karagöz oynatılabilir. Seyirlik oyunların önceden hazırlanmış, yazıya geçirilmiş belirli metinleri yoktur. Sanatçı geleneksel kalıpların dışında oyunu irticalen yönlendirir. 46

47 Bu oyunlar birçok yönüyle göstermeci tiyatro özelliği taşır, (sahnedeki oyuncuyla seyirci arasında diyalog bulunması gösterici tiyatro özelliğidir. Herhangi bir diyalog yoksa buna benzetmeci tiyatro denir.) Geleneksel Türk halk tiyatrosu iki koldan gelişmesini sürdürmüştür. Bunlardan birincisi, köy seyirlik oyunları İkincisi halk tiyatrosudur. Seyirlik köy oyunları daha çok kırsal kesimde, halk tiyatrosu ise (meddah, kukla, karagöz, ortaoyunu) daha çok şehir çevrelerinde gelişmiştir. Köy Seyirlik Oyunları Köy Seyirlik Oyunları veya Köy Tiyatrosu adıyla anılan ve kırsal kesimde geleneğe bağlı belirli günlerde ve düğün, bayram gibi törenlerde sahneye konan oyunların kaynakları tarih öncesi devirlere ait ritüellere ve yaşama süreci içindeki günlük hayat sahnelerine dayanır. Köy tiyatrosu özel bir sahneye ve kostümlere sahip değildir. Sahne, kostümler, makyaj malzemeleri ve dekorlar kırsal kesimin tabi yaşama imkânları çerçevesi içinde sağlanmaktadır. Oyuncular amatördür, oyunculardan kabiliyetli olan rejisörlük görevini de üstlenmektedir. Köylü Tiyatrosu adı ile de bilinen köy seyirlik oyunları; düğünlerde, bayramlarda ya da yılın belirli günlerinde köylülerimizin genellikle oyun yapma, oyun çıkarma adı altında bereket bolluk, sağlık ve yeni yılı karşılamak amacıyla oynadığı törensel içerikli oyunlardır. Bu oyunlar meydanlarda oynandığı gibi kışın, oda içerisinde de oynanmaktadır. İlkel toplumlardan günümüze değişim göstererek ulaşan bu oyunlar önceleri yaşantının daha verimli olabilmesi için doğaüstü güçlere, tanrılara ya da Tanrı ya şükran belirten, bilinçli olarak gerçekleştirilen törenlerdir. Çeşitli inanış ve mitlerin kaynaklık ettiği bu oyunlar, eski Anadolu uygarlıklarının, Anadolu topraklan üzerinde yaşayan halkımızın Orta Asya dan getirdiği kültürel öğeler ve İslâmiyet i kabulünden sonraki İslâmî öğelerle birleşen bir kültürel sentezin izlerini taşır. Seyirlik köy oyunları çeşitli araştırmacılar tarafından farklı farklı gruplandırılmıştır. Metin And 1-Kuttören ve söylence kaynaklı oyunlar 2-Ölüp kaçırma 3-Yılbaşı ve yılsonu oyunları 4-Tarımsal oyunlar, çoban oyunları 5-Hayvan oyunları 6-Dilsiz oyunları, kukla, şaka oyunları 7-Dizi oyunları 47

48 Şükrü Elçin A) Ritüel oyunlar 1-Yılın değişmesi ile ilgili oyunlar 2-Mücerret fikirlere bağlı oyunlar 3-Hayvan kültürüne bağlı oyunlar 4-Mezhep merasimleri B) Günlük Mahiyetteki Oyunlar 1-Günlük haytan alınanlar 2-Masallara bağlı oyunlar 3-Destanlara ve saz şairlerinin hayatlarına bağlı oyunlar 4-Tarihi hadiselere bağlı oyunlar 5-Hayvanları taklit edici oyunlar 6-Lal oyunları 7-Bebek (kukla) oyunları Nurhan Karadağ A)Belirli Günlerde Oynanan Törensel ya da Büyüsel oy. 1-Saya gezme 2-Doğanın canlandırılması için oynanan oyunlar 3-Hasat sonu oynanan oyunlar 4- Yağmur duaları B) Sadece eğlence için oynanan oyunlar 1-Töresel ögeler taşıyan oyunlar 2-Yeni düzenlenen oyunlar C) Müzikli ve dansız sözsüz oyunlar D) Müzikli ve danslı türkülü oyunlar Söze dayalı seyirlik ürünler Kukla Tuluat Karagöz Meddah Orta oyunu 48

49 Söze dayanmayan seyirlik ürünler Cambaz Sihirbaz Ateşbaz Hokkabaz Kukla. Cengi Kukla oyunu Orta Asya dan itibaren biliniyordu. Bu oyun 18. asırda kukla adı ile anılmaya başlamışsa da daha önceki asırlarda bebek anlamında Türkçe kavurcuk kelimesi ile tanınıyordu. Ayrıca Türk kelime hazinesinde kukla oyununa bağlı pek çok kelime ve deyim bulunmaktadır. Kukla oyunlarında İslâmiyet ten sonra tasavvuf? yorum ve bilgiler yer almış, Tanrı-kâinat bağlantısı anlatılmaya çalışılmıştır. Kukla, seyirlik oyunların en eskilerindendir. Birçok Türk boyunda kendine özgü basit teknik içinde görülen ve 17. yy. dan beri Türkiye de şehirlerde kukla adı ile bilinen oyun Anadolu da köylüler arasında bebek, çomce gelin, karaçor gibi isimlerle yaygındır. Konusu günlük yaşamdan ve edebî hikâyelerden alan kukla bir hareket ve hacim oyunudur. 14. yy. dan bu yana oynatıldığı bilinmektedir. Bu oyunun başkahramanı İbiş ve İhtiyar dır. İbiş kurnaz ve hazır cevaptır, ihtiyar ise varlıklı bir kişidir Batı kuklasının Türkiye ye gelmesiyle iskemle kuklası, ipli kukla denilen türler Türk kültür hayatına girmiştir. Bu dönemde Emin ve Cemil Mehmet Bey gibi Türk kuklacıları şöhret kazanmıştır, XIX, asırda sokaklarda, bahçelerde oynatılan kuklaların yanı sıra İstanbul un başlıca eğlence yeri olan Dîreklerarası nda kukla temsili veren tiyatrolar da kurulmuştur. BURASI ÖNEMLİ Ülkemizde ipli kukla, el kuklası, araba kuklası, iskemle kuklası gibi türlerle bilinen kukla sanatı 19. yy. sonlarında önemini kaybetmeye başlamıştır, Cumhuriyet döneminde sınırlı sayıda sanatçı yaşatmaya çalışmıştır. 49

50 Gölge oyununun kaynağı Güneydoğu Asya ülkeleri Günümüzde ise İhsan Dizdar, İkiler, Selim Başeğmez, M. Tahir Haluk Yüce ve Duygu Tansı bu sanatı sürdürmektedirler. Karagöz Karagöz, deve veya manda derisinden yapılan tasvir adı verilen insan, hayvan veya eşya şekillerinin çubuklar yardımıyla arkadan verilen ışıkla beyaz perde üzerinde hareket ettirilmesi esasına dayanan gölge oyunudur. Oyun adını, başkişisi olan Karagöz den almaktadır. Geleneksel Türk tiyatrosunun önemli türlerinden biri olan karagöz, perde oyunu, gölge oyunu, hayal oyunu gibi isimlerle de anılmıştır. Tasvirlere hareketle anlatım kazandıran ve ses veren kişi aynı kişidir. Yavuz Sultan Selim çağının güvenilir yazılı kaynaklarına göre gölge oyunu XVI. asırda Anadolu ya Mısır dan gelmiştir. XVII. asırda teknik ve muhtevada millî özelliklere bürünerek Karagöz adını almıştır. Bu oyunun iki önemli kişisinden biri olan Karagöz açık sözlü sade bir halk adamıdır. Hacivat ise, okumuş, dalkavukluğa yat- [kın, çıkarını bilen bir kişidir. Bunların dışında konulara göre rol alan yardımcı tipler vardır. Karagöz oyunlarında çoğunlukla toplum yaşayışının ve kişilerin aksak yanları işlenmekte ve güldürü havası içinde sergilenmektedir. İstanbul Türkçesinin dışındaki farklı şivelerle, taklit ve yanlış anlamalarla güldürü unsuru sağlanmaktadır. Giriş: Hacivat, bir semai söyleyerek arkasından bir olarak kabul edilir. Anadolu ya gelişi hakkında ise değişik görüşler vardır. Bunlardan birisi Orta Asya da kor kolçak, çadır hayal olarak bilinen oyunların gölge oyunu olduğu ve oradan göçlerle Anadolu ya getirildiği görüşüdür. Diğer görüşe göre 1517 yılında Mısır ı alan Yavuz Sultan Selim in Türkiye ye getirdiği gölge oyunu sanatçıları yolu ile girdiğidir. 17. yüzyıldan itibaren kesin biçimini alan Karagöz, halkın en sevilen eğlence türlerinden biri olmuştur. Karagöz, tek sanatçının yeteneğine bağlı olarak oynatılır. Perdedeki tasvirlerin hareket ettirilmesi, değişik tiplerin seslendirilmesi, şive ve taklitlerin hepsi bir sanatçı tarafından yapılır. Karagöz ve Hacivat ın kimliklerini araştırdığımızda çok yaygın anlatılan bir Bursa efsanesi ile karşılaşmaktayız. Sultan Orhan devrinde Ulucami nin yapımında demirci ustası Kambur Bâli Çelebi (Karagöz) ile duvarcı ustası Halil Hacı İvaz (Hacivat) çalışmaktadır. Mukallit tipler olan ikilinin arasında geçen nükteli konuşmalar diğer işçilerin dikkatini toplayıp, işlerini aksatmalarına sebep olur. Cami inşaatı yavaş ilerler. Durumu öğrenen padişah hiddetlenip her ikisini de idam ettirir. Bursa nın Çekirge semtindeki mezarlığa gömülürler. Günümüzde mezarlarının yanına bir de anıt dikilmiştir. Padişah bir süre sonra yaptığı yanlışlığın bilincine varır ve çok üzülür. Padişahın musahibi 50

51 Şeyh Küşterî padişahı teselli etmek için beyaz sarığını çıkarıp gerer ve arkasına bir şem (mum) yakar. Ayağından çıkardığı çarıklarıyla Karagöz ve Hacivat ın tasvirlerini canlandırıp nükteli konuşmalarını seslendirir. Günümüzde de karagöz perdesine Şeyh Küşterî Meydanı denir. Karagöz XVII. yüzyılda kesin biçimini almıştır. Karagözün varlığı ve içeriği Evliya Çelebi başta olmak üzere pek çok yabancı seyyahın kayıtlarında da açıkça yer alır. XVII. yüzyılda, İstanbul da Kör Hasanzâde Mehmet Çelebi, Şengül Çelebi Erzurum daysa Kandillioğlu devrin ünlü karagözcüleridir. XVIII. yüzyılda yetişen ünlü karagözcüler arasında Sarı Ahmet, Şerbetçi Emin, Kasımpaşalı Hafız yer alır. XIX. yüzyıldaysa, Serhayâlî (Karagözcü başı) unvanına sahip Sait Efendi, Hayâlî Hamit, Berber Sait Efendi, Rıza Efendi, Mehmet Efendi ve Nafiz Bey ünlü Karagöz sanatkarlarıdır. XIX. yüzyıl sonlarında ve XX. yüzyıl başlarında yaşayan Hayâ lîmemduh Bey, Hayâlî Ömer, Hayâlî Arap Cemal Efendi, Hayâlî Kâtip Salih, Hayâlî Küçük Ali, Hayâlî Torun Çelebi, Erhan Ergüler, Orhan Kurt, Tacettin Diker, Ihsan Dizdar, Metin Özlen, Mustafa Mutlu, Mehmet Baycan, M. Tahir İkiler, Ünver Oral gibi isimler karagöz sanatkarı olarak ün yapmışlardır. Karagöz oyununda yazılı bir sabit metin yoktur. Karagözcü sözlü kültür ortamında doğaçlama olarak oyununu oluşturur ve oynatır Karagöz oyunu tek kişinin icra ettiği bir gösteridir. Fakat, karagözcünün yardımcıları da vardır. Hayâlî veya hayalbaz (hayal oynatan) da denilen karagözcü ustasına, sandıkâr da denilen çırağı yardım eder. Karagöz oyunun icrası sırasında şarkı ve türküleri okuyana yardak, oyun esnasında tef çalan yardımcıya dayrezen adı verilirdi. Perdenin hazırlanması, fasılda oynatılacak olan tasvirlerin seçilip sıralanması gibi görevler çırağındır. Tasvirler ve perdenin konulduğu sandığı taşıyan hamal dahil, klasik bir karagöz oyunu takımı genellikle altı kişiden oluşurdu. Karagöz oyununda seyirciler tasvir adı verilen iki boyutlu kuklaların perdedeki gölgelerini renkli olarak seyrederler. Tasvirler, karagöz oyunun en önemli kısmını oluşturur. Karagöz oyunun hazırlanmasının ilk kısmı tasvirlerin yapılmasıdır. Genellikle karagözcüler kendi oynatacakları tasvirleri kendileri yapmıştır. Ancak, sadece tasvir yapım işiyle uğraşan ustalar da ortaya çıktığı bilinmektedir. Karagöz oyunun tasvirleri genellikle manda, sığır, deve derisinden ve saydam olan Ali Kurna Kağıdı ndan yapılmıştır Karagöz oyunları Giriş, Muhâvere, Fasıl ve Bitiş olarak adlandırılan dört bölümden meydana gelir. Giriş Bölümü Hacivat bir semaî söyleyerek perdeye gelir ve Off! Hay Hak diyerek perde gazeline başlardı. Perde gazellerinde dünyanın geçiciliği, dış görünüşe aldanılmayıp onun arkasındaki gerçeği görmenin gerekliliği gibi tasavvufî olarak da yorumlanabilecek konular ele alınır. Bu perdenin kurucusunun Şeyh Küşteri olduğu söylenilir. Allah ve devrin padişahı övülürdü Hacivat, Hafız dan, Ziya Paşa nm Terkib-i Bend inden, Fuzulî, Nedim veya Nef î divanlarından bir beyit söyleyerek kafa dengi bir arkadaş aradığını şu tür ifadelerle belirtirdi. Bazı oyunlarda ise, Hacivat bir beyit okur okumaz Karagöz perdenin sağ üst köşesinden atlar ve Hacivat ı gürültü yapmasından dolayı döver. Hacivat kaçar. Yere uzanmış yatan Karagöz ise Hacivat ın gürültüsünden şu tekerlemeyle yakınır. 51

52 Karagöz den hiç beklenilmeyen Arapça ve Farsça kelimeler ve tamlamalarla dolu bir tekerleme söyler. Oyunların genelinde Hacivat ın söylediği Arapça ve Farsça kelimeleri anlamayan Karagöz e böyle bir tekerleme söyletilmesi biraz da seyirciyi şaşırtıp güldürmek için olmalıdır. Böylece söylenip duran Karagöz ün öfkesi geçince, Hacivat tekrar perdeye gelir ve oyunun muhâvere (diyalog) bölümü başlar. Muhâvere (Diyalog) Bölümü Genellikle Hacivat ile Karagöz ün karşılıklı konuşmalarından oluşan bu bölümde bazen başka kişilerde yer alabilirdi. Muhâvere bölümü genellikle asıl oyunun konusu ile ilgili değildir. Bu nedenle karagözcü bu bölümü, seyircinin verdiği tepkiye göre uzatır veya kısaltabilir. Karagözcü, oyunu uzatma işlemi esnasında ara muhâvere denilen ek muhaverelere baş vurabilir. Muhâvere bölümüne bazen Akıl, Arap Köse, Ayrılık, Ciğerci, Hasta, Hayır, Hiç, İftar, İsim, Doktorluk, Bekçi, Kul, Turşu, Yazma, Külbastı, Rüya, Emanet Para, Nasihat, Nazire, Esas Hayal, Kayık gibi adlar verilmiştir. Karagözcü, ustalığına ve becerisine göre seçtiği muhâvereyi devrin şartlarına göre güncel konularla da süsleyerek seyirciye sunar. Muhâvere ile Fasıl arasındaki temel fark, birincinin sadece söze dayanmasına ve olaylardan arındırılıp soyutlaştırılmış olmasına karşılık ikincide olaylara yer verilmesidir. Muhâvere kısmında Karagöz ile Hacivat ın birbirlerine ters düşen yaratılışları, ses, düşünce ve yetişme farklılıkları ortaya konulur. Oyunun bu iki baş kişisi bütün temel özellikleriyle seyirciye tanıtılmış olur. Muhâvere, genellikle okumuş bir insan olan Hacivat la, okumamış bir halk adamı olan Karagöz ün birbirlerini ters anlamaları üzerine kurulmuştur. Konuşmayı başlatan Hacivat, bilgisini ortaya koyacak şekilde bir konu etrafında özellikle Arapça ve Farsça kelime ve terkiplerden oluşan cümleler kurar. Ona cevap veren Karagöz de Hacivat ın kullandığı kelimelere yanlış anlamlar ve Türkçe yakıştırmalar bularak, seyirciyi güldürecek komikliği yaratırdı. Hacivat âdeta nükteyi oluşturacak alt yapıyı hazırlar, Kara-göz de buna uygun cevabı verir konumdadır. Bazı muhâverelerde, olmayacak bir şey veya olay ya da bir rüya gerçekmiş gibi tekerleme şeklinde anlatılırdı. Gel geç muhâveresi adı verilen bir başka çeşit muhâverede ise, Hacivat perdeye gelip bir mısra söyleyip ayrılır. Onun ardından perdeye gelen Karagöz, Hacivat ın mısraına ölçü ve kafiye bakımından aynı ancak içerik bakımından saçma bir mısra söyleyerek ayrılırdı. Bu işlem birkaç defa tekrarlanırdı. Karagöz den dayak yiyen ve bu duruma kızan Hacivat, perdeden çekilirdi. Bunun üzerine Karagöz, Sen gidersin de, beni buraya pamuk ipliği ile bağlamıyorlar ya! Varayım idgâha, dolaba, dilber seyrine, bakalım âyine-i devran ne gösterir diyerek perdeden ayrılır ve böylece seyirciye fasıl bölümü nün başlayacağını söylemiş olur Fasıl Bölümü Oyuna adını veren bölüm Fasıl dır. Bu bölümde perdeye gelen Karagöz ve Hacivat la, ikincil tiplerle birlikte yaşanan bir olay ele alınır. Fasıl bölümünde, perdeye gelen ikincil tipler oyunun çeşitli safhalarında kendilerine has kılık kıyafet, davranış ve konuşma tarzlarıyla, Hacivat ve Karagöz etrafında gelişen olaya karışırlar. Karagözcüler perdeye gelen bu ikincil tiplerin sayısını istedikleri kadar çoğaltabilir ve perdeye geliş sıralarını istedikleri gibi değiştirebilirler, 52

53 Bitiş Bölümü Karagözcü bu bölümde yaptığı muhtemel hatalardan dolayı seyircilerden özür diler. Bir sonraki oyunun ne olduğunu ve nerede gösterileceğini seyircilere bildirir. Karagöz oyunlarının Bitiş Bölümü diğer bölümlere göre daha kısadır. Bitiş bölümünde, Karagöz ile Hacivat arasında geçen birkaç cümlelik konuşmadan sonra Karagöz Hacivat ı döver. Bunun üzerine Hacivat, Yıktın perdeyi eyledin vîrân/ Varayım sahibine haber vereyim hemân! şeklindeki kalıplaşmış sözü söyleyerek perdeden ayrılır. Hacivat ın bu şekilde ayrılması üzerine Karagöz de, Her ne kadar sürc-i lisan ettikse af ola!/ Yarın akşam... oyununda yakan elime geçer se Hacivat, bak ben de sana ne oyunlar oynarım. diyerek perdeden çekilir. En son olarak, perdenin ardındaki şem anm (mumun) söndürülmesiyle oyun biter. EKSTRA BİLGİ Karagöz oyunlarının konuları yaşanılan hayattan alınmasının yanısıra Tahir ile Zühre, Ferhat ile Şirin, Arzu ile Kamber, Leyla ile Mecnun, Hançerli Hanım, Hüseyin Fellah gibi sözlü ve yazılı edebiyatın türlerine ait konular da rahatlıkla perdeye taşınmıştır. Karagöz Oyununun Kahramanları Karagöz Hacivat Çelebi: Dışa dönük, tepkilerini hemen açığa vuran, olduğu gibi görünen bir halk adamıdır. Halk diliyle konuşur, Öğrenim görmüş kişilerin yabancı sözcük ve dil kurallarıyla yüklü sözlerini anlamaz, anlayabildiklerini de anlamazdan gelir. Bu sözcüklere ters anlamlar verir. Karagöz halkın ahlak anlayışının ve sağduyusunun temsilcisidir. Özü sözü birdir. Karagöz ün giyimi şu şekildedir: Başında işkırlak denilen şapka vardır. Bu şapka sık sık yere düşer, karagöz ün kel kafası görülür. Ayrıca dizlik, kırmızı yemeni giyer. Belinde kuşak sarar. Kıyafetinde hâkim renk kırmızıdır. Belinde kuşağında sarkan bir tütün kesesi bulunur. Yuvarlak yüzlü, sakallı bir halk adamıdır Karagöz ün tam tersi bir tiptir. Herkesin huyuna göre konuşmasını yüze gülmesini belen bir tiptir. Ara bulucudur, kavgaları yatıştırır, dargın arası bulur. Ölçülü, ağır başlı, kusurlara kolayca göz yumabilen, işine gelince dilini tutabilen, esnek bir kişidir. Öğrenim görmüştür. Süslü bir dille konuşur. Her türlü bilim ve sanattan anlar, görgü kurallarına uygun davranır. Karagöz ün aksine bir iş adamıdır, her durumda kazanç elde etmesini bilir. Hacivat ın giyimi; başında bir şapka vardır. Dizlik ve kırmızı yemeni giyer. Giyiminde hâkim renk yeşildir. İnce yüzlü, sivri sakallı bir tiptir. Bu tip, malı mülkü olan zengin bir adam veya mirasyedi, kimi oyunlarda kadınların sırtından geçinen, genellikle keyif düşkünü bir tiptir. 53

54 Oyunlarda farklı farklı isimlerde olabilir. Çoğunlukla Hoppa Bey ya da Rezzaki zade ismini alır. Elinde lale, gül veya bir çiçek demeti, eldiven, baston, şemsiye gibi unsurlar bulunur. Karagöz oyunlarındaki genel olarak bütün kadınlara zenne denir. Oyunların büyük bir kısmında hafif meşrep tipler olarak karşımıza çıkarlar. Kabadayılar ve Sarhoşlar Afyon yutup pineklemekle ömrünü geçiren konuşmaların en önemli noktasında uyuklamaya başlayan bir tiptir. Oyunlarda çoğunlukla Nokta Çelebi ismiyle anılır. Tuzsuz Deli Bekir Bebe Ruhi Taklit Tipler Bir elinde kama, bir elinde şarap kabı ile perdeye gelir. Anasını, babasını 999 kişiyi öldürmüş olmakla övünür. Sahnedeki kişileri zorbalığıyla ürkütür. Oyunda ismi kulaç veya pişbab olarak geçer. Çok hızlı bir şekilde konuşur. İşi gürültüye getirip, bağırır çağırır. Yılışık, sulu bir tiptir. Karagözle durmadan alay eder. Boyuna bakmadan zennelerin kendisi için ölüp bittiğini söyler. Karagöz de onun boyunun kısalığıyla alay eder İmparatorluk döneminde her türlü bölge, ırk ve ulustan kişilerin toplandığı İstanbul da bu kişilerin İstanbul ağzına uymayan konuşmaları çeşitli şakalar için zengin* olanaklar hazırlamıştır. Karagöz ve ortaoyununda taklit adı verilen bu kişileri 3 gruba toplayabiliriz. 1-Anadolulu, Rumelili Kişiler Hırba adıyla anılan Kastamonulu ve ayakkabı tamircisi, koç bakıcısı rollerinde görünürler. Bu tipin daha incelmiş, daha açıkgöz, kentte yaşamaya alışmış, çeşitlemesi Kayserili ve Karamanlıdır. Laz veya Karadenizli tipinin elinde çoğu kez kemençe bulunur. Rumelili ve Muhacir tipler pehlivanlık veya arabacılık yapar. 2-Müslüman Azınlıklar Arnavut tipi dürüst, mert ancak sayı sayamayacak kadar cahildir. Müslüman Olmayan Azınlıklar ve Yabancılar: Bu grup kahramanlar arasında Yahudi, Rum, Ermeni, Frenk gibi tiplemeler bulunur. Bunlar kendilerine ait bazı hususiyetler taşırlar. Şive özellikleri komedi unsuru olarak kullanılır. Karagöz özellikle İstanbul merkezli Osmanlı kültürüyle bütünleşmiştir. İstanbul un yaşamını Karagöz oyunlarında görmek mümkündür. 54

55 Tuzsuz Deli Bekir Çelebi Baba Himmet Tiryaki Yahudi Arnavut Zenne Acem Frenk Arap Bebe Ruhi Ayvaz Serkis 55

56 ÖZET Karagözde müzik oldukça önemli bir yer tutar. Karagöz takımlarında karagözcüye yardım etmek üzere müzisyenler bulunur. Karagöz oyunlarında yürük semaî, ağır semai, peşrev ve saz semaîsi, oyun havaları, türkü, şarkı ve gazeller önemli bir yer tutmaktadır. Dahası, perde gazeli, nâreke sesi ve ikinci dereceden tiplere has kalıplaşmış müzikal unsurlarla karagöz oyunlarının tipleştirme tekniğinde müzikten de yararlandığı görülmektedir. Aynı şekilde bölgesel yerel tipler ve onların halk oyunları da sahneye taşınarak karagöz oyunları daha da zenginleştirilmiştir. Karagöz oyunlarına başlangıcından itibaren ibret aynası gözüyle bakılmıştır. Bu yaklaşım öncelikle tasavvufî bir yaklaşımdır. Tanrı nın kâinatı yaratması ve insanların yaşamları arasında karagöz oyunu ve oyuncuların oynatılması arasında bir denklik düşünülmüştür. Bu anlayışa bağlı olarak Karagöz zıll-i hayal=hayal gölgesi olarak adlandırılmış ve hayatın geçiciliğine de vurgu yapılmıştır. Karagöz oyunlarının en çok eleştirilen yönlerinden birisi açık-saçıklık veya müstehcenliktir. Erkek erkeğe eğlenilen mekânlardaki karagöz icralarında ön plana çıkan bu durum oyunların bir özelliğinden ziyade anlatanla dinleyen arasında gelenek sel bir anlatı yoluyla kurulan her sözlü edebiyat icrasında ortaya çıkabilir. Çünkü bu tür sözlü ortamlarda ve doğaçlamaya dayanan icralar aynı zamanda dinleyici veya izleyici kitlesinin isteklerine göre şekillenen özellikler taşır. Ağalık, Büyük Evlenme, Kayık ve Tahmis bunlardan bazılarıdır. Ferhat ile Şirin, Balıkçı, Kanlı Nigâr, Leylâ ile Mecnun, Ters Evlenme, Tahir ile Zühre, Yalova Sefası, Karagöz ün Yazıcılığı, Karagöz ün Âşıklığı, Karagöz ün Hekimliği vb. Karagöz ün bilinen diğer oyunlarıdır Ortaoyunu Belli bir konunun çatısına uyularak yazılı bir metne bağlı kalınmadan canlı oyuncularla oynanan doğaçlama bir oyundur. Muhteva ve anlatım tarzı bakımından karagöz oyununa çok benzer. Kukla ve karagözden farklı olarak oyuncular tarafından oynanır. Ön deyiş Arzbar (tekerleme, söyleşme),fasıl (Oyun), Bitiş den oluşur. Osmanlı İmparatorluğu nun geniş sınırları içinde yaşayan farklı etnik grupların şive ve davranış özellikleri ortaoyunu içinde canlandırırdı. Oyunlar yazılı metne dayanmaz, önceden Öğrenilen konu irticalen oynanır, kelimelerin iki anlamlı olanları seçilerek güldürü sağlanırdı. 56

57 Pişekâr, oyunun hem başoyuncusu, hem de yöneticisidir. Oyunun süresini seyircinin ilgisine göre uzatır veya kısaltır. Kavuklu ise açık yürekli, derbeder, beceriksiz bir tiptir. Oyun bu iki kişinin ekseninde gelişir. Kavuklu ve Pişekâr dışında ortaoyunundaki diğer tipleri: Acem, Karadenizli, Arnavut, Tuzsuz Deli Bekir, Zenneler vb. Orta oyunu yuvarlak çepeçevre seyircilerle kuşatılmış bir alanda oynanır. Orta oyununun yeri açık bir alanda olduğu için buna merg-i temâşâ (Temâşâ çadırı) denir. Sahnede ve kuliste şu bölümler bulunur Sandık odası: Oyuncuların kıyafetlerinin bulunduğu mekân. Bu mekânda oyuncular kıyafet değiştirirler. Kapı: Sahneye girilen yer. Çalgıcıların oturduğu yer Dükkân Meydan: Oyunun sergilendiği yer. Yenidünya: Ev yerine kullanılan bölüm Mevki: Erkek seyircilerin oturduğu bölüm Kafes: Kadın seyircilerin oturduğu bölüm Parmaklık: Seyircilerle sahneyi ayıran bölüm Sandık odasına pusat odası da denilir. Çoğunlukla sahnenin bitişiğinde çadır veya perdeyle kapatılarak hazırlanır. Sahnede belli başlı 2 parça dekor bulunur. Bunlardan birincisi Yeni Dünya, İkincisi de dükkândır. Bu iki mekân birbirine benzeyen iki veya üç kanatlı bir paravan şeklindedir. Hemen her fasılda Kavuklu nun bir iş araması ve iş bulmasıyla birlikte dükkân, Zenne lerin ev aramasıyla ve evi bulmaları sonucunda Yeni Dünya dekoru vardır. Orta oyununda önemli araçlardan biri Pişekâr ın elinde tuttuğu iki dilimli birbirine çarpıp ses çıkaran şak şaktır. Aletin en önemli görevi Pişekâr ın oyun başı olduğunu belli etmesidir. Pişekâr, oyunun sahneye koyucusu, yöneticisi, bir bakıma yazarı ve başoyuncusu olduğu için şak şak ın oyunu yönetmek, gidişini düzeltmek, oyunculara işlerini bildirmek gibi bir görevi vardır. Meddah Geleneksel tiyatro içinde yer alan Meddah, gerçekte bir anlatım türü olmakla beraber söyleşmeli, taklitli kişileştirmen bölümleri sebebiyle dramatik türlerden sayılmaktadır. Meddah hikâyelerinde rol alan bütün kişileri, hikâyeyi anlatan ve meddah adıyla anılan tek kişi canlandırırdı. Önceleri tarihî ve dinî konuları nakleden meddahlar, sonraları günlük hayattan alınan kesitleri komik bir üslûpla nakletme yoluna yönelmişlerdir. Hikâye anlatmak olan meddahlık taklit yapma sanatıdır. Perdesi, sahnesi, dekoru, kostümü bir sanatkârda toplanmış bir temaşadır. Meddah bir sandalyeye oturarak dinleyicilerine hikâyeler anlatır. Meddahın anlatışını, günlük yaşamdaki olaylar, masallar, destanlar, hikâyeler ve efsaneler oluşturur. Meddahın aksesuarını bir mendil ile bir sopa (baston) oluşturur. 57

58 Genellikle güldürücü, ahlâkî ve edebi sonuç çıkarılacak hikâyelerine klişeleşmiş râvıyân-ı ahbar ve nâkılân-ı âsar ve muhaddisân-ı ruzigâr şöyle rivayet ederler ki şeklinde söz başı ile başlar, daha sonra kahramanları sayıp hikâyesini anlatır. Meddah hikâyenin kahramanlarını kendi yöresinin dili ve şiveleri ile konuşturan insandır. Meddah çok oyunculu bir tiyatro eserinin tek sanatçısı, oyuncusu konumundadır. Okumanın gelişmediği, dinlemenin rağbet gördüğü zamanlarda Osmanlı sarayında şehirlerde, kasabalarda, ramazan gecelerinde, sünnet düğünlerinde, kahvehanelerde bu sanatı sürdürürdü. Bu sanatın günümüzdeki uzantısı standup yapan showmenlerdir. Meddah hikâyesi 4 bölüme ayrılır : 1-Bölüm: Başlangıç meddahın Hak dostum Hak diye söze başladığı, divan okuduğu ya da tekerlemeye girdiği bölümdür. 2-Bölüm: Açıklama âşık hikâyelerindeki döşemeye benzer Hikâyenin geçtiği dönem, kişiler ve durumlar sergilenir. 3-Bölüm: Hikâye olay dizisinin geliştiği bölümdür. 4-Bölüm: Bitiş bölümünde, kıssadan hisse vardır. Tuluat Geleneksel bir tiyatro olan ortaoyununun batı tiyatrosunun etkisiyle değişime uğraması sonucu oluşan bir türdür. Batı tiyatrosunun sahne tekniğini, sahne dekoru ve giysi düzenini orta oyunun düzenine eklenmesiyle oluşur. Bir çeşit parodi tiyatrosu niteliği taşır. Tuluat hem Batıya hem Doğuya ait seyirlik oyunların bir sentezidir. EKSTRA BİLGİ Eldeki verilere göre ilk kez 1839 da bir ortaoyununun sahnede sergilendiği saptanmıştır. Parantez Deyip Geçme Mimetik: Mimiklerle yapılan hareket, tavır. Tulûat: Doğaçlama anlamındadır. Curcuna-baz: Curcuna içinde dans edip soytarılıklar yapan sivri külahlı, bazen yüzleri maskeli oyunculara verilen isimdir. Palanka: Kelimenin gerçek anlamı ağaç ve toprakla yapılmış, hendekle çevrilmiş küçük hisardır. Çifte-nara: Bir değnek ile çalınan koltuk altı davuluna verilen isimdir. Kavuklu-arkasi: Orta oyununda sürekli Kavuklu'nun arkasında dolaşan kişi 58

59 : : - Hazırlayan ÖzHaN UsTaBaŞı 59

60 DİNİ - TASAVVUFİ HALK EDEBİYATI Dini - Tasavvuf! Halk Edebiyatının Tarihi Seyri Türkler IX. yüzyıldan itibaren îslâmiyeti kabul etmeye başlamışlardır. Türklerin çok büyük bir kısmı XII. yüzyılda îslâmiyeti kabul etmiştir. Bu süreçte ve özellikle XII. yüzyıldan sonra Türk sosyo-kültürel yapısı içinde ortaya çıkan ve onu yönlendiren dinamiklere sahip iki sivil ve sosyo-kültürel kurum vardır. Bunlardan biri medrese diğeriyse tekke dir. Medreselere giden öğrencilere softa adı verilirdi. Bunlar medreselerdeki en yüksek makam olan müderris ler (profesör) tarafından eğitilirlerdi Tekkeler kuruldukları yerlere, büyüklük küçüklüklerine ve işlevlerine göre dergâh, zaviye, hangâh, olarak adlandırılmışlardır. Bu iki önemli sivil sosyo-kültürel kuruma XVI. yüzyılın son çeyreğinden itibaren kahvehane ler eklenecektir. Müritler şeyhlerden el alırlar onların gözetim ve denetimleri altında yetişmeye çalışırlardı. Dini-tasavvufi halk edebiyatı, dünya görüşü bakımından İslami esaslara ve tasavvuf anlayışına bağlıdır. Tasavvuf kelimesi, Arapça suf (yün) kelimesinden türemiştir. Her türlü zevkin, rahatlığın, insanı Tanrıdan uzaklaştıracağına inananların kaba yün giysiler kullanmaları yüzünden onlara Sufi (yüne bürünmüş) denilmiştir. Tasavvuf, İslamiyet in doğuşundan kısa bir süre sonra ortaya çıkmış, özellikle tarikatlar ve tekkeler aracılığıyla İslam dünyasında etkisi yüzyıllar boyu sürmüş bir düşünce ve inanç sistemidir. Şeriatın katı kurallarını yumuşatmaya, Allah a sevgi ile varmaya yönelik bir sistemdir. Tarihte tasavvuf, Hicret in İL yüzyılında başlar. (VIII. yy) Tasavvuf anlayışında amaç, gönlü tüm dünyasal şeylerden (adem) arıtarak, ölmeden önce Tanrı ya varmaktır. Tasavvuf anlayışına göre, etrafımızda gördüğümüz her şey, varlıkta (vücud-u mutlak) var olan Tanrı nın, varlığını belli etmek için yokluğa (adem-i mutlak) yansıması sonucunda var olmuştur. Tanrı nın sırlarının da yaratılan en mükemmel varlık olan insanda toplandığını görürüz. İnsanın, Tanrı nın gözbebeğindeki görüntü olduğuna inanılır. Tasavvuf eğitimi veren kurumlara tekke denir. Tekkelerin yaşayışları dış dünyaya kapalıdır; kendi içlerinde kurumlardır. Tasavvuf anlayışındaki yollara tarikat* denir. Kur an hadislerinin tasavvuf anlayışına göre çeşitli biçimlerde yorumlanması sonucunda yüzlerce tarikat oluşmuştur. Mevlevi - Şehir aydınları; Bektaşi - Halk aydınları için kullanılan isimlerdir. Tasavvuf anlayışını benimseyen kişiye mutasavvıf denir. BURASI ÖNEMLİ Bektaşi ayin ve törenleri de diğer tarikatlardan farklıdır. Bu tarikatta da, bağlamayla çalınan musikinin ve semah olarak adlandırılan dinîritüel mahiyetindeki raksın son derece önemli bir yeri vardır. İnsan, yaşadığı sürece maddeye bağlı bir varlıktır ve dolayısıyla, diğer bütün varlıklar gibi Allah ın yokluktaki bir görüntüsünden başka bir şey değildir. Bu da, insanın aslı olan varlıktan ayrıldığı şeklinde yorumlanır; insan bu sebep dolayısıyla acı çekmektedir. 60

61 XII. yüzyılda, Türkistan ın Yesi şehrinde, Hoca Ahmed Yesevî Islâm iman, ahlak ve faziletini tasavvufî prensipler olarak yaşayıp bunları hikmet adını verdiği ve Türklerin yüzyıllardır kullandıkları geleneksel şiir şekillerinde göçerevli geniş kitlelere tanıtıp yaymıştır. Hoca Ahmed Yesevî, tekke kurumu etrafında odaklanan yepyeni bir yaşayış biçimi başlatan; yol, yöntem kurucu bir mürşit ve mutasavvıftır. Aslına, Allah a dönerse mutlu olacaktır, ancak vücut ona engel olmaktadır. Vücut engelini ortadan kaldırmak için harcanan çabaya riyazat (alıştırma) denir. Az yemek, az içmek, az uyumak ve çileye girmek riyazat amacıyla yapılır. Mutasavvıflar, bütün duygu ve düşüncelerini Allah a yönlendirebilmek için yöntemler geliştirmişlerdir. Bunların başında da «zikir» adı verilen ayin gelir. Zikir ayinleri sırasında, bir araya gelinip koro halinde ilahiler söylenir, raks edilir, bu amaçla coşup dünyayı unutmak ve bütün gönülle Allah a yönelmek hedeflenir. Tasavvuf anlayışında ölümden sonra da hayat olduğuna inanılır. Ve ölümden sonra Allah a varmak tasavvufta vardır. Ancak bir mutasavvıfın en büyük isteği ölmeden önce Allah a ulaşmaktır (Fena-fillah). 11. yüzyılda tarikatların kurulmasıyla tasavvuf bütün İslam âlemine yayılmıştır. Dini-tasavvufi edebiyatın başlangıcı Türkistan da ortaya çıkmış, İlk Türk tarikatı olan Yesevilik ile olmuştur. 11. yüzyıldan itibaren Mevtana ve Yunus Emre gibi iki büyük sanatçı yetişti. Klasik İslam kültürüne bağlı Mevlana, Farsça yazdığı şiirlerle aydın çevrelerde; Yunus ise Türk dili ile yazdığı şiirlerle halk çevresinde büyük etki bırakmıştır. * Yüzyılın sonuna doğru Anadolu tekkelerini kuran dervişler Anadolu ya yayıldılar. Mevlevilik ve Bektaşilik gibi başlıca iki tarikat etrafında kollar oluştu. 12. yüzyılda ilk örneklerini vermeye başlayan edebiyat ürünleri iki çevrede gelişme ve yayılma imkânı buldu. Mevlevilik ve ona bağlı kültür, sanat ve edebiyat hareketi daha çok aydın kesim arasında; geniş halk kitleleri ise Bektaşî, Bayramî, Melamî ye Halveti tarikatlan etrafında toplandı. Aruzla yazılan şiirlerinde mutasavvıf şâirler kaside, gazel, mesnevi, murabba, kıta, tuyağ, tercî-i ben d, terkib-i ben d, müstezat gibi nazım şekillerini kullanmışlardır. Hece ile meydana getirilen Tekke ve Tasavvufî Halk Edebiyatı şiirlerinde daha çok yedili, sekizli ve onbirli hece ölçüleri kullanılmıştır. Yedili şiirlerde duraklar bazen 4+3=7 bazen de 3+4=7 olabilir. Sekiz heceli şiirler de bazen 4+4=8 bazen de duraksızdır. Onbirli şiirlerde ise 6+5=11 veya 4+4+3=11 bazen de duraksız mısralar yer almaktadır. Heceli şiirlerde kullanılan nazım biçimleriyse mâni, koşma ve destandır. Kafiye örgüleri mâni ve koşma şeklindedir. OKUMADAN GEÇME 61

62 12.yy 13.yy 14.yy 15.yy 16.yy 17.yy 18.yy 19,yy 20.yy A.Yesevi Y.Emre A.Musa H.Bayram Pir Sultan A.Hüdai S.Nahifi K.H.Üstadı Y. Hüzni H.Bektaş K.Abdal Kul Hikmet N.Mısri E.Dede E.Seyrani E.Harabi K.Budala Ş.Galip Türabi V.Lütfi K.Nesimi Lütfiye Aşık Veli Gaybi İ.Hakkı H.Esiri A.Dede H.Sezai A.Ruhsati A.Virani Şeyh Rıza C.Baba K.Abdal A.Murşid Mihrabi Ş.İbrahim Ö.Zarifi Muhyi M.Zekai Nakşi Selami TAbdal Ş.Kaygulu S. Zati Kul Şükrü 62

63 Bu kitleler eğitimi az kitielerdi. Onların anlayabilecekleri, sanat amacı gütmeyen sade, basit bir edebiyat gelişti. 13. yüzyıldan itibaren tasavvuf akımı Anadolu da halk arasında büyük bir hızla yayılmaya başladı. Bu yüzyıl tarikatların genişleme dönemidir. 13.Yüzyıl Şeyyad Hamza Anadolu da ilk Türkçe şiirleri yazmasıyla diğer şairlere öncülük etmiştir. Onu gerek kullandığı Türkçe gerek duygu zenginliği ve mükemmel Türkçesiyle Yunus Emre izler. Yunus la birlikte aynı dönemin içinde tasavvuf dünyasına kaynaklık eden Mevlana Celaleddin Rumi ve Hacı Bektaş Veli bu çığırın açılmasında öncülük yapmışlardır. 14.Yüzyıl Türkçe bilinçli kullanılmaya başlanmıştır. Bu geçiş dönemidir. Anadolu Müslüman Türk halkına tasavvufu Öğretmek amacıyla kaleme aldığı 12 bin beyitlik didaktik mesnevi olan Garipname, doğrudan tasavvufu konu alan Fakrname, Yasfıhal gibi mesnevilerle Âşık Paşa önde gelir. Bu yüzyılda kaleme Anan Kesikbaş Hikâyesi, İsmail Destanı, Maktel-i Hüseyin vb. manzum destanlardır. 15.Yüzyıl Hurufilik, Bektaşi tekkelerine ve oradan da yeniçeri ocağına girdi. Bu dönemde Alevi- Bektaşi edebiyatı, tekke edebiyatından ayrılarak bağımsız bir içeriğe kavuşmuştur. XV. Yüz yılda tekke edebiyatı bir çığ gibi büyümeğe başlamıştır. Eserler fazlası ile veriliyordu. Bu dönemde Mevlâna Celâleddin-i Rumi, Hacı Bektaş Veli, Yunus Emre vb. mutasavvıfları ken dirine örnek alan Kaygusuz Abdal, Akşemseddin, Hacı Bayram Veli, Eşrefoğlu Rumi, Şirazi vb. pek çok şairler yetişmiştir. 16.Yüzyıl Tekke edebiyatı, Yunus Emre den beri onun yolunda bir şair yetiştirmemekle beraber, aynı folda eserler vermeğe devam ediyordu. 17.yüzyılda Tekke edebiyatı, gittikçe çoğalan tekkelerden Türk musikisiyle ahenkli, coşkun İlâhilerin yayıldığı bir hava içinde gelişmiştir. Bu yüzyıldan başlayarak hece ile söylenen İlâhilerin Mevlevi şairler tarafından itibar kazandığı bilinir. 63

64 18.Yüzyıl Tekke edebiyatı umumi bir duraklama ve gerileme hayatı içindedir. İmparatorluğun bu çağında Tekke edebiyatı sahasında (Şeyh Galip hariç) eski eserler verilmez olmuştur. 19.Yüzyıl Kuddisi, Turabi, Mihrabi, Vasfi-i Melâmi, Ayni Baba gibi birçok tekke şairlerini tanıyoruz. Zaten lefti, Seyranî gibi tekke şairleri de nefes ler yazarak Tekke edebiyatı mensupları arasına giriyorlardı. Bu sebeple bu asırda fazla gelişme görülmemiştir. Tekke Şairleri ancak eskileri tekrarlamakla yetinmişlerdir. 20.Yüzyıl Cumhuriyetin ilanı ile tekke ve zaviyeler kapatılmıştır. Mevcut tekke şairleri de gelişme göstermeden eskiyi tekrarlamakla yetinmişlerdir. 20. yüzyılın ikinci yarısında Yunus Kaygusuz Abdal heyecanının tekrar canlandığı görülmektedir. Bu da dünle bugün arasın daki kültür bütünlüğünün devamı olarak karşımıza çıkmaktadır. Anadolu'daki tarikatlar şunlardır: Kâdirîlik, Yesevîlik, Rufailik, Nakşibendîlik, Halvetîlik, Bayramîlik, Celvetîlîk, Mevlevîlik, Bektaşîlik Tekke âşıkları, zaman zaman değişik nazım türlerini Anadolu daki tasavvuf zümreleri şunlardır: Batınîlik, Hurufîlik ve Işrakîye dir üc temel türü benimsemiştir. Bunlar ilahi-nefes, devriye ve şathiyedir. Dini tasavvufi halk edebiyatı nazım türleri Allah Hakkında Yazılan Türler Tevhid (Allah ın birliği, yüceliği ve sıfatlarını konu edinen), İlahi (Tanrı yı öven ve ona yalvarma konulu), Ayin (Mevlevî tarikatının ilahileri), Tapttğ (Gülşenî tarikatının ilahileri), Nefes (Alevi- Bektaşîlerin ilahileri), Durak (Halvetîlerde iki fasıl arası okunan ilahiler), Cumhur (Mevlevi ve Bektaşi dışındaki tarikatlerde ilahiye verilen ad), Münacat (Allah a yakarış, esirgenmeyi, bağışlanışı, dua konu edinen) ve Esma-i Hüsna (ALLAH nın esasen 99 olan sonradan yapılan eklemelerle 1001 e çıkarılan en güzel ve şerefli adlarını ve kapsadıkları vasıflarını işleyen) şeklinde sıralanabilir.. 64

65 Allah Hakkında Yazılan Türler Tevhid: Allah ın birliği, yüceliği ve sıfatlarını konu edinen türlerdir. İlahi: Tanrı yı öven ve ona yalvarma konulu türlerdir. Ayin: Mevlevî tarikatının ilahileri. Tapttğ: Gülşenî tarikatının ilahileri. Nefes: Alevi-Bektaşîlerin ilahileri Durak: Halvetîlerde iki fasıl arası okunan ilahiler Münacat: Allah a yakarış, esirgenmeyi, bağışlanışı, dua konu edinen türlerdir. (Ümmi Sinan güzel örnekler vermiştir.) Cumhur: Mevlevi ve Bektaşi dışındaki tarikatlerde ilahiye verilen ad. Esma-i Hüsna: ALLAH nın esasen 99 olan sonradan yapılan eklemelerle 1001 e çıkarılan en güzel ve şerefli adlarını ve kapsadıkları vasıflarını işleyen türlerdir. 65

66 Hz. Peygamber Hakkında Yazılan Türler Na t: Hz. Muhammed i (S.A.V) övmek ona duyulan saygı ve sevgi konulu türlerdir. Sîretü n-nebi: Hz. Peygamberin (S.A.V) doğumdan ölümüne kadar hayatını, erdemlerini konu edinen türlerdir. Mucîzât-ı Nebi: Hz. Muhammed in (S.A.V) gösterdiği mucize ve kerâmetleri konulu türleridir. Mirac-nâme: Hz. Muhammed in (S.A.V) Miraca çıkması konulu türleridir. Mevlid: Hz. Muhammed in (S.A.V) doğumu başta olmak üzere hayatını konu edinen türlerdir. Hilye: Hz. Peygamber ve diğer peygamberlerle, dört halifenin iç ve dış güzellikleri konulu türlerdir. Gevher-nâme: Allah ın birliğini, Peygamberin ahlakını konu edinen türlerdir. Dolap-nâme: Su dolaplarının yapıldığı ağacın kişileştirilmesi yoluyla onların ağzından Tanrı aşkının ifade edilmesi konulu türlerdir. Hicret-nâme: Hz. Muhammed in (S.A.V) Mekke den Medine ye göç etmesini konu Edinen türleridir. 66

67 Din ve Tasavvuf Büyükleri Hakkında Yazılan Türler Medhiye: Dört halifeyi, ashab-ı kirâmı, velileri övmeyi konu edinen türlerdir. Mersiye: Tekke ve tasavvuf ulularının ölümü konulu türlerdir. Hüseyin: Hz. Muhammed in (S.A.V) torunu Hz. Hüseyin in Kerbelâ da şehit edilişini konu edinen türlerdir. Bu kısım çok önemli sayılmasa da okumanızda fayda var. Dini İnançlar ve Tasavvufi Düşünceler Hakkında Yazılan Türler Vücut-nâme (insanın yaratılışını konu edinen), Nasihat-nâme (İnsanlara öğüt vermeyi, yol gösterme konulu), lbret-nâme,(kötü bir olaydan ders alma ve kötülük ten arınma konulu), Fazilet-nâme (Hz. Peygamber ve dört halifenin davranışların daki yücelik ve erdemleri konu edinen) Fütüvvet-nâme (Esnaf teşkilatının uyması gereken dürüstlük ve terbiye konulu), Gazavat-nâme (Din düşmanlarıyla yapılan savaşları konu edinen), Mansur-nâme (Büyük mutasavvıf Hallac-ı Mansur un hayat ı ve kerametleri konulu) Minber-nâme (Hatiplerin minberden bildiklerini halka an latmalarını konu edinen), Istihrac-nâme (Geleceğe ait herhangi bir olayın üstü ka palı bir biçimde bildirilmesi konulu), Nevruziye (Nevruz günü ve kutlamaları özellik le de Hz. Ali nin doğumu konulu) Tahassür-nâme (Tasavvuftan habersiz geçen öm re duyulan üzüntüyü konu edinen), Tarikat-nâme (Tarikatların yöntem ve yolları nı konu edinen), Nutuk (Tarikatın gelenek-görenek ve âdetleri konulu), Hikmet (îs lâmiyetin esasları, tasavvufun incelikleri konulu), Devriye (İnsan ruhunun Allah tan çıkıp yine Allah a varacağı düşüncesini konu edinen), Şathiye (ciddi bir düşünce ve ya duyguyu, iğneleyici ve alaylı bir biçimde anlatan şiirler), Meded-nâme (Ehl-i Be ytten ve On İki İmam dan yardım isteyip yalvarma konulu), Selam-nâme (Âli-Âba, On İki İmam, Hacı Bektaş Veli nin erdem ve güzelliklerini konu edinen) Düstur (Al evi- Bektaşi tarikatinin gelenek ve göreneklerini, âdetlerini anlatan nefesler), Düvazi- mam (On İki İmamı ve sahip oldukları üstün özellik ve erdemleri konulu şiir ler), Kıyamet-nâme (Kıyamet günü ve özellikleri konulu) ve Şefâat-nâme (Mahşer gün ünde Hz. Muhammed ve diğer peygamberlerce sahip çıkılmayı ve aracılıklarıy la affa uğramayı sağlamayı konu edinen) şeklinde sıralanabilir. 67

68 İlahi Kelime anlamı Allah a aittir. Allah sevgisi ve onun çevresindeki her türlü dini konular ilahilerde işlenir. Hem koşma, hem semai biçiminde ve hem hece hem de aruz ölçüsüyle yazılmış şiirlerdir. Hece ölçüsünde 7, 8 ve 11 li kalıplar tercih edilmiştir, İlahi yazarı halk şairleri içinde ilk akla gelen Yunus Emre dir. Daha sonra Eşrefoğlu Rumi, Niyazi-i Mısri, Aziz Mahmut Hüdayi, Yunus Emre nin etkisinde kalarak ilahiler yazmışlardır. Bektaşi ilahilerine nefes, Alevi ilahilerine nefes, deme, deyiş, Mevlevi ilahilerine ayin, Gülşeni ilahilerine tapuğ, Halveti ilahilerine durak, diğer tarikatlar da ise cumhur veya ilahi adı verilir. Dörtlüklerle yazılanlarda kafiye düzeni koşmaya, beyitlerle yazılanlarda kafiye düzeni gazele benzer. Giriş bölümüne zemin, gelişme ve sonuç bölümüne miyan denir. Bu ikisinin arasında nakarat bölümleri bulunur. Müzik parçası olarak bakıldığında zemin-nakarat-meyan-nakarat sistemindeki bir kalıba uyarlar. Toplu halde seslendirilmek için bestelenmiş ilahiler cumhur ilahi diye bilinir. Solo ilahilerde de koronun söylediği parçaya cumhur adı verilir. İlahiler okundukları yer ve zamana göre cami ilahisi, tekke ilahisi, mektep ilahisi, ramazan ve muharrem ilahisi, Mekke ilahisi, Kadir Gecesi ilahisi gibi adlarla anılır. Dağlar ile taşlar ile Çağırayım mevlam seni Seherlerde kuşlar ile Çağırayım mevlam seni Sular dibinde mâhiyle Sahralarda âhû ile Abdal olup yâhû ile Çağırayım mevlam seni Gökyüzünde İsâ ile Tûr Dağı nda Mûsâ ile Elindeki asa ile Çağırayım mevlam seni Nutuk Tekkelerde pirlerin, mürşitlerin tarikata yeni giren dervişlere tarikat derecelerini, adabını Öğretici mahiyette söyledikleri şiirlerdir. Şekil yönüyle koşmaya benzeyen nutuk, 111i hece ölçüsüyle söylenir. 71i ya da 8'li heceyle yazılmış olanları da vardır. Bu türün edebiyatımızdaki en büyük ismi Kaygusuz Abdal dır. 68

69 Devriye Sathiye Devriye, devir kelimesinden gelmektedir. Devir, genel anlamda dolanmak, dairevî bir hareketle dönmek, anlamlarına gelmekte ise de gerçekte birçok bilim dalında (astronomi, astroloji, felsefe, mantık, tıp, edebiyat ve tasavvuf gibi) belli bir zamanı ifade manasını kazanmıştır. Devriye ise yaradılışın başlangıcı ve sonu, varlığın nereden gelip nereye gittiği ve bu ikisi arasındaki safahatın tasavvufa göre izahıdır. Yani sudur ve tecellî meselelerini tasavvufta daireye benzeterek izah ettikleri için buna devir demişlerdir. Bundan doğan edebî türe de devriye ismi verilmiştir. Devriye türü şiirlerde insan ruhunun ve kâinatın Tanrı dan çıkıp yine ona varacağı düşüncesi işlenir. Devriye için devir nazariyesi eksendir. Bu nazariyeye göre Mutlak Varlık olan Tanrı, bilgisiyle zuhur eder. Böylece varlıkların hakikatleri bilgi görünüşleri olarak ortaya çıkar. Görünüşlerin gerçekleşmesi gerçekler âlemidir ki bu görünen âlemdir. Bu madde âlemi dört unsurdan (toprak, su, hava, ateş) oluşmuştur. Dört unsurun kavs-i nüzûlun aşamalarından bir olduğuna Aziz Nesefî İnsan-ı Kâmil adlı eserinde de atıfta bulunmuştur. Ona göre ilk yaratılan akl-ı evveldir. Daha sonra âba-ümmehat (ana babalar) meydana gelmiştir. Akl-ı evvelden, aklın zâtı, sebebi ve sebep ile netice arasındaki ilgiye bakılarak üç itibarın meydana geldiğini belirten Nesefî, akl-ı evvelden her itibar için akıl, nefs ve feleğin oluştuğunu dile getirmiştir. Böylece her akıldan bir akıl, bir nefs ve bir felek meydana gelmiştir. O zaman ay feleğinin altında ateşin unsuru ve tabiatı meydana geldi. Sonra hava unsuru, hava tabiatı, su unsuru ve su tabiatı, toprak unsuru ve toprak tabiatı oluştu, der. Nesefî ye göre baba ve analar tamamlanmıştır ve nüzûl da tam anlamıyla gerçekleşmiştir. Bu inişin tam karşılığı olarak urucun da gerçekleşeceğini belirtmiştir. Devriye nazariyesinin Türk edebiyatındaki ilk örnekleri Hoca Ahmed Yesevî nin hikmetlerinde görülmektedir. Daha sonraları Yunus Emre, Şirî, Harâbî, Gaybî, Şey-, hi İbrahim Efendi, Niyazî Mısrî ve Pir Sultan Abdal gibi şairlerin de devriye türünde şiirler yazdıkları görülür.j Dinî ve tasavvufi halk şiirinde genel olarak mizahi manzumelere şathiye adı verilir. Tasavvufi konuları işleyenleri şathiyat-ı sûfiyâne adını alırlar. İnançlardan alaylı bir dille söz eder gibi yazılan şiirlerdir. Görünüşte saçma sanılan bu sözlerin, yorumlandığında tasav-j vufla ilgili türlü kavramlara değindiği anlaşılır. Bu tür şiirlere genellikle Bektaşi şairlerinde rastlanır. Medrese hocalarına göre bu şathiyeler küfür sayılır. Bu türün en tanınmış şairi Kaygusuz Abdal dır. 69

70 Tevhid Münacaat Naat Mîraciye Mevlid Allah ın varlığını ve birliğini anlatan şiirlerdir. Sıkıntılı ve üzüntülü durumlardan kurtuluş için Allah a yalvarmaktır. Hz. Muhammed i (S.A.V) övmek için yazılan şiirlerdir. Hz. Muhammed in (S.A.V) göğe çıkmasını anlatan şiirlerdir, Hz. Muhammed in (S.A.V) doğum günü dolayısıyla yapılan şenlik ve törenlerde okunması amacına yöneliktir. En iyi örneklerini Süleyman Çelebi vermiştir. Türk edebiyat literatüründe 63 mevlid yer alır. En önemlisi, Süleyman Çelebi tarafından 15. yüzyılda yazılmış olandır. Diğer mevlitlerin hemen hepsi Süleyman Çelebi'nin mevlidine naziredir. Yalnızca Süleyman Çelebi'den önce yaşamış olan Erzurumlu Mustafa Darir'in "Tercümetü'd Darir" adlı eseri, İbn-i İshak'ın "Siret'ün Nebi" eserinden çeviridir. Hamdullah Hamdi'nin ve Şemseddin Sivasi Efendi'nin yazdığı mevlidler, başarılı örneklerdendir. Ancak hiçbir eser Süleyman Çelebi'nin yazdığı mevlidin seviyesine erişememiştir. Hilye Peygamberler ile dört halifenin iç ve dış güzellikleriyle örnek davranış biçimlerini anlatan eserlerdir. Hikmet Ahmet Yesevi nin manzumelerine verilen addır. Hikmetler, İslamiyet e yeni girmiş Türklere İslami kuralları Öğretmek amacıyla yazılmıştır. Maktel - Mersiye Alevi büyükleri, özellikle İmam Hüseyin in şehit edilmesi üzerine söylenen şiir türüdür. Menakıb-name Bir velinin hayatı çevresinde oluşmuş menkıbe veya kerametleri anlatan eserlerdir. 70

71 Dolap-name Destur Allah aşkını anlatan sorulu cevaplı manzum eserlerdir. Nutuk niteliğinde yazılmış nefeslerdir. Nasihat-name (Pendname) İbret-name Öğüt vermek yol göstermek için yazılan manzum eserlerdir. Olaylardan yola çıkarak insanlara ders verme amacı güden eserlerdir. Fütüvvet-name Esnaf teşkilatlarının uyması gereken ahlak, terbiye, dini kurallara bağlı kalma vb. konularda yazılan manzum-mensur eserlerdir. Gazavat-name Kahramanlıkları, din uğrunda yapılan savaşları konu alan eserlerdir. Nesre Dayalı Türler Dinî Metinler Tefsir, Hadis, Akaid, Fıkıh, Tasavvuf Konulu Metinler. Menkıbevi İslam Tarihi Siyer, Kısas-ı Enbiya, Tezkiretü l-evliya, Maktel-i Hüseyin. Dinî - Destanî Hikâyeler Hamza-name, Ebu Müslüm-name, Battal-name, Saltuk-name, Danişmend-name, Hz.AliCenknameleri, Kesikbaş Hikâyesi, Muhammed Hanefi Cengi, İbrahim Edhem Hikâyesi, Müseyyeb Gazi. Destanî Tarihler Selçuk-name, Gazavat-name, Tevarih-i Al-i Osman Dinî Tasavvufi Halk Edebiyatı Temsilcileri 12. Yüzyıl Sanatçıları Ahmet Yesevi Türklerin manevî hayatına asırlarca hükmeden, Türk halk sufilik geleneğinin kurucusu; Arslan Baba dan teslim aldığı emaneti, insanlara hikmetleri aracılığı ile damla damla özümseten; kutsal emaneti Horasan Erenleriyle dünyanın dört bucağına ulaştıran; Türk diliyle yazdığı hikmetleriyle dilimizin gelişmesi ve zenginleşmesine büyük katkısı olan, Pîr-i Türkistan, Büyük Veli, öncü şairdir.altmış üç yaşına geldiğinde tekkesinin avlusuna yaptırdığı çilehaneye girmiş ve ömrünü burada tamamlamıştır. Türbesi, Türkistan şehrindedir. 71

72 BURASI ÖNEMLİ Tasavvufi Türk halk şiirinin öncüsü olan Ahmet Yesevi, düşüncelerini yayabilmek için millî nazım şekli olan dörtlüklerle, hece vezninde, yalın bir Türkçeyle şiirler yazmıştır. Hikmet adı verilen ve Divan-ı Hikmet adıyla bir kitapta toplanan şiirler, İslamiyet in Türkler arasında yayılmasında büyük rol oynamıştır. 13.Yüzyıl Sanatçıları Yunus Emre Yaşamına ilişkin bilgiler sınırlı. Doğum yeri bilinmiyor. 13 üncü yüzyılın ortalarına doğru Moğol istilası ve Selçuklu Devleti nin yıkıldığı dönemde yaşadığı sanılıyor. Bu dönemin sarsıntı ve acıları Yunus un eserlerinde derin izler bıraktı. Babasının adı İsmail dir. Medrese eğitimi gördü. Arapça ve Farsça öğrendi. İran ve Yunan mitolojisiyle, tasavvuf tarihini inceledi. Hacı Bektaş ya da Sinan Ata nın halifesi Taptuk Emre nin dergâhında hizmet etti. Taptuk Emre nin düşüncelerini yaymak için Anadolu yu dolaştı. Yunus Emre nin mezarı olduğu iddia edilen pek çok mezar ve türbe vardır. Emre, şiirlerinde mahlas olarak; Yûnus, Yûnus Emre, Aşık Yûnus, Bîçare Yûnus, adlarının yerine Miskin Yûnus, Derviş Yûnus, Koca Yûnus, Tapduk Yûnus Dedem... gibi adlar kullanmaktadır. 707/1307 senesinin, Risâletü n-nushiyye nin yazılıp bittiği tarih kabul edilmektedir. A. Sadık Erzi nin Bâyezid Kütüphanesi nde tespit etmiştir. Eserleri: Yunus Emre nin Risâletü n-nushiyye ve Divânı olmak üzere iki eseri vardır. nus Emre nin şöhretli bir mutasavvıf olarak tanınmasında en mühim ve müessir sebep Divanı dır. Yunus tabii olarak eserinde en fazla aşk ve ahlak üzerinde durur. İLGİNÇ Yunus Emre'yle ilgili Anadolu'nun çeşitli bölgelerinde mezarlar olduğu söylenmektedir. Sizce Yunus Emre'ye ait bu kadar fazla mezarın bulunmasının nedeni ne olabilir? Konuyla ilgili daha geniş bilgiler için Abdülbaki Göl pınarlı'nın Yunus Emre Hayatı ve Biltün Şiirleri ile Mustafa Tatçı'nın Yunus Emre Divanı, adlı çalışmalarına bakabilirsiniz. 72

73 Yunas a ait riveyet edilen mezar; Eskişehir in Mihalıççık ilçesine bağlı Sanköy; Karamanda Yunus Emre Camii avlusu; Bursa; Aksaray ile Kırşehir arası; Ünye; Kula ile Salihli arasında Emre Sultan köyü; Erzurum, Duzcu köyü; İsparta nın Gönen ilçesi; Afyon un Sandıklı ilçesi; Sivas yakınında bir yol üstü. Ayrıca Tokat ın Niksar ilçesinde de bulunmaktadır. Bu mezar ve türbelerin çokluğu halkımızın Yunus a olan sevgisine işaret etmektedir. Yunus Emre, halk diliyle tasavvuf edebiyatının en büyük şairidir. Daha Orta Asya asırlarında Ahmed Yesevi ile başlayan halk tasavvuf şiiri; Türkistan, Horasan ve Anadolu da yüz yılı aşan bir işleniş çağından sonra, en üstün seviyesine Yunus Emre de varmıştır. Yunus un duygu ve düşünce âlemini hazırlayan kültürün kaynağında İslam imanı vardır. Bu iman, dünyanın üç kıtasında tecrübe görmüş ve her yeni nesle zekâ ve irfan mirasları bırakmış bir milletin bağrında, kendi öz çevresini bulmuştur. Yunus un bilgi ve düşünce âleminde, önce bu uzun, sabırlı ve sayısız hayat tecrübelerinden doğan irfan ışıldar. Onun yaradılış, varlık, yokluk, aşk ve Allah hakkında duygulu ve hummalı zihin yoruşları vardır ki aynı irfan kaynağından beslenir. Yunus, insan olan herkese karşı; fakir, zengin, Hıristiyan ve Müslüman ayrımı yapmayan, engin sevgiyle bağlıdır. Ondaki insan sevgisi, insanda Allah tan bir parça, O ndan gelip bedenleşmiş bir cevher bulunduğunu bilmesindendir. Yunus, işte bu parçanın bütününe yani Allah a âşıktır. Yunus Emre nin iki eseri vardın Divan Bu eserinde şiirleri toplanmıştır. Şiirlerinin kimileri hece, kimiler ise aruz ölçüsüyle yazılmıştır. Bu şiirlerde derin bir Allah, peygamber ve insan sevgisi vardır. Hatta Yaratılanı severiz yaratandan ötürü dizesinden de anlaşılacağı üzere Yunus bütün varlık âlemine sevgiyle yaklaşmıştır. Yunus un bu sevgi ve hoşgörü iklimi sadece Anadolu da etkili olmamıştır. Günümüzde Yunus Emre sevgi ve hoşgörüsüyle dünyaca tanınan bir şahsiyet olmuştur. Risâletü n-nushiyye 1307 de yazıldığı sanılmaktadır. Eser, mesnevi tarzında yazılmıştır ve 573 beyitten oluşmaktadır. Eser dini, tasavvufi, ahlaki bir kitaptır. Öğütler kitabı anlamına gelmektedir. Hacı Bektaş Veli Genel olarak kaynaklarda verilen doğum tarihlerinin arası, vefat tarihlerinin de arası olduğu görülmektedir. Bu durum Hacı Bektaş Veli nin XIII. yüzyılın ikinci yarısında yaşamış olduğunu kesinleştirmektedir. Makaiat (Arapça): En önemli ve en hacimli eseridir. Şeriat, Tarikat, Marifet ve Hakikat gibi dört kapıdan, her kapının da on makamından bahseder. Makaiat ta tasavvuftan, kalp ahvalinden, zahit, arif ve muhiplerden bahsedilerek insan övülmekte, kendisine verilen nimetler dile getirilmektedir. Şathiyye İki sayfadır. Öz Türkçe oluşu, dönemi nin dil özelliklerini göstermesi açısından önemlidir Velâyet-nâme-i Hacı Bektâş-ı Velî. Kitâbu l-fevâid. Şerh-i Besmele. Fatiha Suresi Tefsiri. Makâlâtı Gaybiyye ve Kelimât-ı Ayniyye diğer eserleridir. 73

74 Tasavvufun ana merkezini teşkil eden on kural Tevbe: Pişmanlık. Kalpteki kötülükte ısrar düğümünü çözüp Hakk a dönme. Zühd: Allah a ulaşmak için dünyadan yüz çevirmek. Tevekkül: Allah ın katında olana güvenip halkın elinde olanlara göz dikmeme. Kanaat: Tok gözlü olma. Uzlet: Günaha girmemek için toplumdan ayrı yaşama. Zikir: Allah ı anma. Hakk a dönme: Dünya nimetlerinden el etek çekip Allah a yönelme. Sabır: Başa gelen belalardan sızlanmama veya sadece Allah a başvurma. Murakabe: Kulun, her şeyi Allah ın gördüğüne inanması. Rıza: Hoşnut ve memnun olma. 14. yüzyıl Sanatçıları Abdal Musa 14.yüzyılda yaşamış olan Türk erenidir. Ahmed Yese vi dervişlerinden Hacı Bektaşi Veli mensubu dur, Şiirlerini "Nasîhatname adlı küçük bir kitapta toplamıştır. Kitaptaki şiirleri az olmakla birlik te Alevi-Bektaşi edebiyatında önemli örnekler olarak yer alır. Abdal Mûsâ Velayetnâmesi ni tamamlayan bir diğer eser de Kaygusuz Abdal Menakıbnâmesidir. Abdal Mûsâ nın Orhan Gâzî zamanında Bursa fethinde bulunduğu; Geyikli Baba ile münasebeti olduğu, daha sonraki asırlarda kaleme alının Şakâyık, Güldeste, Vefâyat, Seyahatnâme ve Tâcu t-tevârih gibi eserlerde yer almaktadır. Şakâyık ve Evliya Çelebi, Bursa daki Abdal Mûsâ dan bahsederken onu Ahmed Yesevî Halifeleri nden göstermektedir. Abdal Mûsâ nın Elmalı/Tekke Köyü nde vefat ettiği ve mezarının da burada olduğu bilinmektedir. 74

75 15. Yüzyıl Sanatçıları Hacı Bayram Veli Hacı Bayram-ı Veli, ömrünün sonuna kadar İslamiyeti yaymak için çalıştı. Türbesi kendi ismiyle anılan Hacı Bayram Camii ne bitişik olup, ziyaret mahallidir. Vefatından sonra Bayramiyye yolunu talebeleri nden Akemsettin ve Bıçakçı Ömer Efendi devam ettirdiler. Hacı Bayram-ı Veli, Yunus Emre tarzında şiirler söylemiştir. Şiirlerinde Bayrami mahlasını kullanmıştır. Sade bir dille ve hece ölçüsüyle yazılmış, vahdet neşvesini terennüm eden dört şiiri dışında günümüze ulaşabilen eseri yoktur. Kaysusuz Abdal Asıl adı Gaybi dir. Alaiye (Alanya) beyinin oğludur. Kaygusuz, bir eserinde yıllarında doğduğunu söylüyor. Eserlerinden de anlaşıldığına göre XV. yüzyılda yaşamış olan şair, Anadolu ve Rumeli nin birçok yerlerini gezmiş ve iyi bir Öğrenim görmüştür. Kaygu- suz un tasavvufla ilgili şiirleri yanında tekerlemeleri, şathiyeleri (alaylı, iğneli ve simgeli şiirler) de önemli bir yer tutar. Yunus Emre yolunda yürüyen şair, bu tür şiirlerinde ona daha çok yaklaşır. Ölüm yılı bilinmiyor Kaygusuz Abdal ın manzum, mensur ve manzum - mensur karışık eserleri vardır: Manzum Eserleri: Divan, Gülistan, Mesnevi-i Baba Kaygusuz, Gevher-name, Minber-name Mensur Eserleri: Budala-name, Kitab-ı Miğlate, Vücud-name Manzum-Mensur Karışık Eserleri: Şaray-name, Dilgüşa Şiirlerinin yüzde sekseni aruz vezni ile yazmıştır. Ancak şiirlerinde sıkça aruz kusurlarına rastlanır. Özellikle hece ile yazdığı şiirlerde ve nesirlerinde güzel bir Türkçe kullanır Kaygusuz, şiirlerinin büyük bir çoğunluğunda, Kaygusuz Abdal, Kul Kaygusuz, Miskin Kaygusuz, Sarayî, Miskin Sarayî mahlâslarını kullanmaktadır. Bizim tespit ettiğimize göre Kaygusuz Abdal, yedi şiirinde Sarayî mahlâsını kullanmıştır. Manzum Eserleri Divân Onun Divân daki şiirleri üç yüz elliye yaklaşmaktadır. Bunların yüzde sekseni gazeldir kadar heceyle yazılmış şiiri vardır. Ayrıca Dolâbnâme adlı kasidesi ile iki terci ve iki terkib-i bendini ve iki müstezadını da onun mürettep olmayan divanı içinde kabul etmek lazımdır. Divân daki şiirlerin, gazellerin pek çoğu ilâhî bir vecd içinde yazılmış gibidir. Hece ile yazılanlar daha çok şathiye karakterindedir. Bunlarda Kaygusuz, ya Tanrı yla samimi bir şekilde konuşmakta ya da dünyanın geçici zevklerine kapılan insanı alaycı bir üslûpla anlatmaktır. Bazı şiirleri ise ilâhî ve nutuk havasındadır 75

76 Gülistân: Lâmekân ı, ezeldeki vahdet-i vücûdu anlatmakla başlar. Kâinatın ve Hz. Âdem in yaradılışını uzun uzun hikâye eder. Kısas-ı enbiya, kısa olarak anlatıldıktan sonra belirli bir konu üzerinde durulmaz. Tasavvufun çeşitli konuları, yer yer son derece heyecanlı bir üslûpla dile getirilir. Mesnevî-i Baba Kaygusuz Yazmalarda mesnevî başlığı altında Kaygusuz un üç mesnevîsi vardır. Bunlardan ikincisi, küçük mesnevî başlığı altında da geçer ve öbürlerine nispetle kısadır. Her üç mesnevîde de belirli bir konu olmayıp tasavvufî vecd ve heyecan etrafında dönerler. Mesnevîlerde Kaygusuz, lirizmin zirvesine ulaşır. Diyebiliriz ki bütün şiirleri içinde en yüksek heyecan mesnevîlerinde, bilhassa birinci mesnevîde bulunur. Gevhernâme 71 beyitlik kısa bir mesnevîdir. Başlangıçta, vahdet-i vücûd görüşünü, deryadan kenara atılan gevher teşbihiyle dile getirir. Gevher in cânı Hz. Muhammed dir.(s.a.v) Ve eser onu methetmek için kaleme alınmıştır. Mensur Eserleri: Budalanâme Budalanâme de akl-ı maâş, akl-ı maâd, nefsi bilmek, gönül, mürşid... gibi tasavvufî meseleler anlatılır. Kitâb-ı Miglâte Vücûd-nâme Bu eser, kompozisyon bakımından oldukça değişiktir. Burada bir derviş, devamlı olarak uykuya dalmakta ve rüyasında, bazen geçmişte, bazen gelecekte teferrüç-seyahat etmektedir. Her defasında karşılaştığı şeytanla mücadeleye girip onu ma lûb etmektedir. Bu ilgi çekici eserde, geçmişe ve geleceğe ait çizgiler, tablolar, science-fiction ların zaman makinası nı andırmaktadır. Eserde dervişin zaman zaman söylediği şiirler, coşkun bir lirizmin ifadesidir. İnsan vücûdunun çeşitli uzuvlarıyla, bazı dinî ve tasavvufî ve kozmik kavramlar arasında teşbihler yapan, münasebetler kuran bir eserdir. Mesela; kara kış şeriâta, yaz tarikata benzetilir. Baş, devlet tacına; alın, hidayet nuruna teşbih edilir. Daha sonra mürşidin lüzumu anlatılır. Risâle-i Kaygusuz Abdal İstanbul Belediye Kütüphanesi, Osman Ergin Bölümü, Risâle-i Kaygusuz Abdal başlığı ile geçen bu tercüme eser, muhteva ve şekil itibarıyla Kaygusuz un diğer eserlerine benzemektedir. Bu bakımdan biz, bu eserin de Kaygusuz Abdal a ait olduğu kanaatini taşıdık ve Kaygusuz Abdal ın Mensur Eserleri arasında değerlendirilmesini ve neşrini uygun bulduk. 76

77 Bilindiği gibi, Risâle-i Kaygusuz Abdal adlı bu tercüme eserinde Kaygusuz Abdal; Allah a varma yollarını, tasavvufî vecdî, nefsin terbiyesini ve olgunlaşmasını, sabrı, yer yer lirik ve genellikle didaktik bir üslûpla anlatmaktadır. Manzum+Mensur -Karışık- Eserleri Dil-güşâ: Vahdet-i vücûd u anlatan uzun bir mesnevî ile başlar. Eserde uzun Farsça bölümler vardır. Bir dervişin tasavvuf umdelerini anlatması ile devam eden Dil-güşâ tamamen tasavvufa hasredilmiştir. Saray-nâme: Cihan-Saray teşbihiyle yola çıkılarak, dünyaya gelmekten maksadın ibadet etmek ve Allah ı tanımak olduğu anlatılır. Kaygusuz un şeriat unsurlarına en çok yer verdiği eser Saraynâme dir. Bu bakımdan diğer manzum eserlerine nispetle daha kuru dur. Ancak yer yer lirik söyleyişler de vardır. Çıkmış Soru 2013 Kpss Alan Sınavı XIV. yüzyılda özellikle Yunus Emre tarzını devam ettirmesiyle öne çıkmıştır. Asıl adı Alâaddin dir. Kaynaklar onun, Abdal Musa nın müridi olduğunu ve mahlasını ondan aldığını belirtir. Sade Türkçe ile samimi şiirler yazan şairin Divan ından başka Gülistan, Gevher-name, Minber-name, Budala- name, Saray-name, Dil-güşa gibi eserleri de bulunmaktadır. Bu parçada sözü edilen şair aşağıdakilerden hangisidir? A) Abdal Zelilî B) Kazak Abdal C) Güvenç Abdal D) Pir Sultan Abdal E) Kaygusuz Abdal 15.yüzyılın diğer sanatçıları: Akşemseddin, Eşrefoğlu Rumi ve Üftade dir. 77

78 16. Yüzyıl Sanatçılar Pir Sultan Abdal Alevilerin tanıdığı en büyük yedi şairden (Nesimi, Fuzulî, Hataî, Pir Sultan, Kul Himmet, Yeminî, Viranî) biridir. Sivas ın Yıldız ilçesinin Banaz köyündendir. Asıl adı Haydar dır. Doğum tarihi kesin olarak bilinmemektedir. 16. yüzyılın sonlarında yaşadığı tahmin edilmektedir. Şiirlerinde duru ve yalın bir Türkçe kullandı. Ana konuları, aşk, tasavvuf ve kavgadır. Alevi bir şair olduğundan Hakk-Muhammed-Ali izinde yürümüştür. Alevi gelenekleri ile dergâh ortamında yetişmiştir. Dolayısıyla bir derviş olarak toplumu ilmiyle ve aklıyla bilgilendirmiştir. Tekke ve tasavvufun kalıplarını aşıp geniş bir halk kesimine seslenebildi. Medrese öğrenimini Erdebil de görmesine rağmen, diğer bazı halk şairlerinin tersine, divan edebiyatından hiç etkilenmemiştir. Osmanlı devleti aleyhine yaptığı politikalar nedeniyle idam edilmiştir. Devletin ileri gelenleriyle ilgili yergi şiirleri yazmıştır. Din dışı konuları da işlemiştir Aziz Mahmud Hüdâyî Aziz Mahmud Hüdâyî, 1541de Koçhisâr da doğar, 1628de Üsküdarda vefat eder. Bilindiği gibi Aziz Mahmud Hüdâyî, mutasavvıf, âlim, şair ve Celvetiye tarika-tının kurucusu dur. Atâyî nin Şakâyık Zeyli nde onun Seferihisarlı olduğu kayde-dilmiştir. Onun gerek devrinde, gerekse daha sonra yazılan tarih ve bibliyografya kitaplarında; kutbü l-aktab, sâhip-i zamân, mürşid-i kâmil gibi unvanlarla anılması, ölümünden sonra da şöhretinin devam ettiğini göstermektedir Aziz Mahmud Hüdâyi nin eserlerini; Türkçe ve Arapça olmak üzere başlıca iki grupta toplayabiliriz. Türkçe Eserleri Divân-ı îlâhîyat: Tasavvufî hikmet ve nasihatlerden oluşmuş bir Divân dır, Tarikatnâme: Dervişliğin erkân ve adabı anlatılmaktadır, Tezâkir-i Hüdâi: I. Ahmed e gönderilen mektup ve tezkirelerin toplandığı bir eserdir, Ecvibe-i Mutasavvıfâne: Kendisine sorulan bazı tasavvufî sorulara verdiği cevaplardır, Nasâyih ve Mevâız: Bazı nasihat ve vaazların derlendiği bir eserdir, Mi râciye: Mi rac ı, ayet ve hadislere dayanarak anlatan küçük mensur bir risaledir, Necatü l Garik fi l-cem i ve t-tefrik: Bazı tasavvufî makamlardan bahseden eserdir, Arapça Eserleri Câmiu l-fadâil ve Kâmiu r-reâil: Tasavvufî ahlaka dair olan meşhur eseridir, Fethu l-bâb ve Refu l-hisâb: İnsanın yaradılışından ve insanın sıfatlarından bahseden bir eserdir, 78

79 Keşfü l-kânâ an Vechi s-sema: Tasavvuftaki sema konu edilmiştir, Habbetü l-mahabbe: Allah, peygamber ve ehl-i beyt sevgisi üzerine bir eserdir, Nefâisü l-mecâlis: Bazı ayetlerin tasavvufî tefsiri yapılmıştır, Tecelliyât: Hayatta iken mazhar olduğu tecellileri anlatan ve tarihleri ile tespit edilen bir risâledir, Vâkıât: Tarikat sırları ile ilgili bir risaledir Vâhîb Ümmî Vâhib Ümmî nin esas adı Abdulvahhab-ı Elmalıdır. Vahib Ümmî, çeşitli mahlaslar kullanmaktadır. Bunlar da; Vâhib Ümmî, Vâhibi, Vehhâb, Vâhâb, Vehabî, Vehâb olmak üzere altı tanedir Bunların yanında; miskin, dermend, bîçâre, âciz, derviş gibi sıfatları da görmekteyiz. Ancak bunları mahlas saymak doğru değildir. O, değişik mahlasları aruz vezninin zorlamasıyla kullanmıştır. Şair, hece vezinli şiirlerinde kendini rahat hissetmiş, ekseriya Vâhibî veya Vâhib mahlaslarını kullanmıştır Vâhib Ümmî, Yûnus Emre geleneğinin XVI. yüzyıldaki temsilcisidir. Bu tesir şiirlerinde görüldüğü gibi Divân mda da Yûnus u delil kabul ettiğini açıkça söyler. Ayrıca Yûnus Emre yle Vâhib Ümmî nin şiirlerinde birbirleriyle benzerlik gösterenler de vardır.vâhib Ümmî nin Divânı ndaki 485 şiirden 300 den fazlası aruzla yazılmıştır. Bu yüzden onu aruz şairi saymamız yerinde olur Kul Himmet Aleviler arasında Pir Sultan Abdal dan sonra en kuvvetli şair olarak kabul edilir. 16. yüzyılın ikinci yarısıyla 17. yüzyılın başlarında yaşamıştır. Türbesi Tokat ın Almus ilçesine bağlı Varzıl (yeni adı Görümlü) köyün- dedir. Hayattayken büyük ün kazanan Kul Himmet in şiirleri halk tarafından çok sevilmiş ve birçok cönkte şiirlerine yer verilmiştir. Nefesler, destanlar, Kerbela şehitleri için ağıtlar ve taşlamalar söyleyen Kul Himmet in şiirlerinde İslam tarihi, evliya menkıbeleri, Hz. Ali ve on iki imam sevgisi göze çarpar. Şiirlerinde güçlü bir söyleyişe, etkileyici bir anlatıma sahiptir 16. yüzyılın diğer sanatçıları: Kaygusuz Vizeli Alâeddin, Ümmi Sinan, Şah İsmail (Hatayi), Ahmet Sarban, Muhyeddin Abdal, Süruri Hayderi, Balım Sultan, Derviş Hacı, Abdürrasim Tirsi, Seyyid Nizamoğlu 17. Yüzyıl Sanatçıları Tekkeler çevresinde yetişen şahsiyetler önceki yüzyıllara nazaran artmıştır. Öne çıkan şairleri şöyle sıralayabiliriz: Aziz Mahmud Hüdai, Niyazi-i Mısri, Kul Budala, Kul Nesimi, Gaybi Sunullah, Âdem Dede, Âşık Virani, Kazak Abdal, Oğlanlar Şeyhi İbrahim, Muhyi, Teslim Abdal ve Nakşî. 79

80 18. Yüzyıl Sanatçıları Tekke şiiri bir önceki yüzyıla göre renkliliğini ve çeşitliliğini kaybetmiştir. Eserleri daha çok halk kitlelerine seslenen bazı tarikat şeyhlerinin eserleri eski bilgi ve akideleri tekrarlayan kitaplar olmaktan öteye geçememiştir. 18. asır tekke şiiri, adeta 19. asır şairlerinin de katılacağı son bir hamle içerisindedir. Bu dönem şairleri olarak: Süleyman Nahifi Mesnevi Tercümesi, Esrar Dede Divan, Şeyh Galip Lütfiyye, Hüsn ü Aşk, Bursalı İsmail Hakkı Divan, Miraciye, Ruh-ı Mesnevi, Haşan Sezai-i Gülşeni Divan ve Mektubat, Neccarzade Şeyh Rıza Divan, Ahmet Mürşid Pendname, Ömer Zarifi Pendname, Erzurumlu İsmail Hakkı, Şeyh Mustafa Zekai, Selami, BursalI Şeyh Kaygulu, Süleyman Zati İlahiler, Kul Şükrü ve diğerleri sayılabilir. 19. Yüzyıl Sanatçıları Bu yüzyılda tekke edebiyatı açısından önemli bir gelişme olmamış, eskiler tekrarlanmıştır. Bu dönem şairleri olarak Kul Himmet Üstadım, Everekli Seyranî, Türabi, Âşık Veli, Hekimhanlı Esiri, Âşık Ruhsati, Cemali Baba, Mihrabi sayılabilir. 20. Yüzyıl Sanatçıları 20. yüzyılın başlarında ülkede bütün kurumlarda yapılan köklü değişiklikler sonucunda tekkeler kapatılmıştır. Ancak dini-tasavvufi konularda eser verilmeye devam edilmiştir. Bu dönem şairleri olarak: YozgatlI Hüzni, Edip Harabi ve Vahit Lütfi Salcı sayılabilir. Aşağıda çok önemli olan şairlerden kısaca bahsedeceğiz Niyâzî-i Mısrî 17.yy Niyazî-i Mısrî nin asıl adı Mehmed dir. Malatya nın Soğanlı köyünde doğmuştur. Bursa dan Uşak a geçer ve orada Elmalılı Şeyh Yûsuf Sinan ın halifesi Şeyh Mehmed in dergâhına yerleşir. Burada Ümmî Sinan la tanışır ve bütün varlığıyla ona bağlanır. Sultan IV. Mehmed, Lehistan seferine çıkmadan önce, şöhretini duyduğu Niyâzî-i Mısrî yi, ordunun manevî gücünü yükseltmek amacıyla İstanbul a çağırtır. Niyazi-i Mısrî nin eserleri; Türkçe ve Arapça mensur ve manzum on ciltten fazla bulunmaktadır. O, edebiyatımızda daha çok mutasavvıf bir şair olarak tanınır. Aruzla yazdığı şiirlerde genellikle Nesimî ve Fuzulî, hece ile yazdıklarında ise Yûnus Emre nin tesirleri açıkça görülür Diğer eserleri ise; Risâletü t-tevhîd, fierh-i Esmâ-i Hüsnâ, Sure-i Yûsuf Tefsiri, Es ile ve Ecvibe-i Mutassavvıfâne (bu eser, A. Güzel tarafından yayınlandı), fierh-i Nutk- ı Yûnus Emre, Risâle-i Eşrât-ı Saat, Tahirnâme, Risâle-i Haseneyn, Divân-ı İlâhiyât (bu eser, Ali Yakıcı tarafından Yüksek Lisans tezi olarak hazırlandı), Mektubât, Risâle-i Hızriye, Fâtiha Tefsiri, Risâle-i Hilye-i Hz. Hüseyn, Sure-i Nur Tefsiri, Risâle- i Belgrat, Risâle-i Vahdet-i Vücud, Risâle-i Devriye Mevâidü l- İrfân Hurufilik deyince akla gelen en önemli isim 17 yüzyıl şairlerinden Aşık Viranidir. Bursalı İsmâil Hakkı 18.yy Tefsir-i Rûhu l-beyân, Rûhu l-mesnevî, fierh-i Hadis-i Erbain, fierh-i Muhmme- diye, fierh-i Bostan, Kitabü l-necat ve Divânı vardır. Erzurumlu İbrahim Hakkı 18.yy Niyazî-i Mısrî nin tesirinde kalmıştır. Çünkü O, Marifetnâme sinde, Niyazî -i Mısrî nin Risale-i Devriyesi ni aynen alarak, çırak-usta işbirliğini devam ettirmiştir 80

81 XVIII. asır Azerî edebiyatının en şöhretli siması, Molla Penâh Vâkıftır. Vâkıf, geleneksel halk edebiyatı ile kaynaşmış, Klasik Azerî şiirinin son temsilcisidir Tasavvufta Asli Temalar Allah ın birliği: Bu edebiyatın pek çok türünde Allah ın birliği anlatılır ve bu konu üzerinde ayrıntılı bilgiler verilir. Peygamberler: Sadece İslam peygamberi değil, gelmiş geçmiş pek çok peygamber Dinî Tasavvufî Türk Edebiyatı türlerine konu olmuştur. Din ve tasavvuf büyükleri: Sahabeler, dört halife, tasavvuf kültüründe önemli bir yeri olan Hallacı Mansur gibi pek çok şahsiyet bu şiirde kendisine yer bulmuştur. Hz. Muhammed, Hz. Ebubekir, Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz. Ali. Dinî inanç: Dinin ne anlama geldiği, insan için dinin gerekli olduğu, insanın din için yapması gerekenler, dini algılama ve yaşama biçimleri bu edebiyatın yaygın temaları arasındadır. Vecd: Kulun herhangi bir kastı ve çabası olmadan onun kalbine tesadüf eden şey. Tasavvufî aşk: Kesretten uzak, Allah a yönelmiş aşk. lnsan-ı kâmil: Olgun ve yetkin kişi. Dünyanın faniliği: Mutasavvıf şairler, şiirlerinde dünyanın geçici olduğunu, Allah ın ezeli ve ebedi varlığını öne çıkarırlar. Nefis, nefis terbiyesi: Nefis; can, benlik, ruh anlamlarına gelir. Tasavvufta nefis ve nefis terbiyesi oldukça önemlidir. Tasavvuf yolculuğuna başlayan salikin en önemli amacı nefsini terbiye edip olgun bir insan olmaktır. Bu düşünce Dinî Tasavvufî Türk Edebiyatı nda da oldukça genişçe ele alınmıştır. Ferdî ahlak ve toplum ahlaki: İnsanın ve toplumun ahlaki değerlere sahip olması gerektiğini temaları arasına alan Dinî Tasavvufî Türk Edebiyatı, edebiyatın sosyal bir yönünün olması gerektiğini vurgular. Ahlaklı bireylerden ahlaklı bir toplum ortaya çıkar fikriyle hareket eden bu edebiyatın mensupları, şiirlerinde bu konuya ayrıca ehemmiyet vermişlerdir. Velâyet: Velilik. Allah ile kul arasındaki karşılıklı sevgi. Şeyh-mürid: Taliplere rehberlik eden insan-ı kâmil kimse Ricâlü l-gayb: Görünmeyini gören, ruhani dünyaya vakıf kimseler Kerâmet: Bir kişide olağanüstü bir halin ortaya çıkması, Zikir: Allah ı anmak ve hatırlamak, Zühd: Allah a ulaşmak için dünyadan yüz çevirmek, Hâlvet: Dünyadan el çekip Allah a yönelmek, Ehl-i beyt: Hz, Muhammet ve ailesi, Tayy-i zaman tayy-i mekân: Mesafelerin hızla alınması, uçmak, Çile-erbâin: Tasavvuf mensuplarının nefislerini terbiye edebilmek için halvete çekilmeleri hali, 81

82 : : Hazırlayan ÖzHaN UsTaBaŞı 82

83 Âşık ve Âşıklık Kavramı Âşıklık geleneği, kültür varlığımızın önemli bir bölümünü oluşturmaktadır. Âşıklık çağlar süren deneyimlerden geçerek biçimlenmiş, kendine özgü icra töresi, geleneğe dayalı yapısı, âşık olmak, âşıklığı sürdürmek için uyulması gereken kuralları olan bir gelenektir. Âşık edebiyatı, ozan-baksı geleneğinin Anadolu da yaşama biçiminin değişimiyle ortadan kalkması üzerine oluşmuştur. Âşıklık geleneğinde sazlı (telden), sazsız (dilden), doğaçlama yoluyla, kalemle (yazarak) veya birkaç özelliği birden taşıyan geleneğe bağlı olarak şiir söyleyenlere «âşık», bu söyleme biçimine «âşıklık- âşıklama», âşıkları yönlendiren kurallar bütününe de «âşıklık geleneği» adı verilir. Âşıklık geleneğindeki tanımlamaya göre âşıklar; saz çalıp çalamama, atışma, karşılaşma yapıp yapamama, doğaçlama şiir söyleyip söyleyememe, usta-çırak ilişkisi içinde yetişip yetişememe vb. gibi geleneksel ölçülerle birbirlerinden ayrılırlar. Âşıklık geleneğinin oluşmasında ve bu gelenek içinde yetişen âşıkların şekillenmesinde geçmişten günümüze kalan tarihi ve kültürel mirasın önemli bir rolü vardır. Âşık şiiri, sözlü kültür ortamında ortaya çıkan bir gelenektir. Âşıklık geleneği tekke edebiyatı ve ozan- baksı geleneğiyle beslenmiş olmakla beraber kendine özgü bir icra töresi olan bağımsız bir edebiyattır. Âşık edebiyatı, ozan-baksı geleneği üzerine temellenmiştir. Toplumun genel kabulleri doğrultusunda yeni kültür gereği İslâmî motiflerle bezenip işlevini kaybetmiştir. Daha önceleri ozan- baksıların kopuz eşliğinde anlattığı destanların Anadolu da yeniden yapılanan şekilleri olarak kabul edebileceğimiz Dede Korkut Hikâyeleri nin elimizdeki metni İslâmi renge bürünmüş şeklidir. Bu örnek, Anadolu da edebiyatın gelişimi için güzel bir örnektir. Değişen beğeni ozanları dışlamıştır. Âşık edebiyatı 16. yüzyılda oluşup 17. yüzyılda oluşumunu tamamlamıştır. Âşık edebiyatı, kendinden önceki ve oluştuğu zamandaki bütün edebiyatlarla beslenmiş bağımsız bir gelenektir. Âşık edebiyatı İslâmî kültür dairesine girdikten sonra din dışı karakter kazanan ozan-baksı geleneği ve yeniçeri ocaklarının kurulmasından sonra ordu şairi olarak ortaya çıkan Bektaşî tarikatı mensuplarının ve diğer tekke mensuplarının şiirleriyle şekillenmiş ve bağımsız bir edebiyat olmuştur. Yeniçeriliğin kuruluşuyla yeniçeri ocakları Hacı Bektaş Veli Tekkesi ne bağlanmıştır. Bektaşî edebiyatının tavrı tekke edebiyatında farklı bir boyuttur, birçok yönüyle âşık edebiyatı tavrıyla benzeşir. Âşıklık geleneği içinde söylenen şiirler ya âşıklarca ya da şiir severlerce cönk denilen özel yapım defterlere kaydedilmiş, gidilen yerlerde bu defterlerin okunmasıyla âşığın deyişleri farklı yörelerde duyulmuş, cönkler bu şekilde önemli bir iletişim aracı olmuştur. Cönklerin genel özellikleri Genellikle Besmele ile başlanır. Belli bir ebadı yoktur her cönkün ebadı farklıdır. Çoğunda sayfa numarası, rakam yoktur. Yaprak sayısı 10 ile 300 arasında değişir. Birden fazla kişi tarafından yazılmış olabilir. Aralarında koparılmış sayfalara yahut cönkü okuyanlarca boş kısımlarına yazılmış özel notlara rastlanır. 83

84 Âşıklık Gelenekleri Bir toplulukta eskiden olmalarından ötürü saygın tutulup, kuşaktan kuşağa iletilen kültürel kalıntılar, alışkanlıklar, bilgi, töre ve davranışlar olarak ifade edilen âşıklık geleneği diğer kültür değerlerinde olduğu gibi, belirli bir işlevi yerine getirmek, bir ihtiyacı karşılamak üzere geleneksel kültürün yarattığı kültür değeridir. Halk şiirinde âşıkların şiirlerini dörtlük düzenine göre söylemesi gelenektendir. Yine dörtlük düzeninde hece ölçüsünü ve bu ölçünün yedili, sekizli, on birli olanlarını kullanmaları geleneğin belirgin örneklerindendir. Orta Asya daki ozanın Anadolu ya gelmesiyle âşık adını almasıyla gelişen ve güçlenen gelenekleri; başta saz çalmak olmak üzere, mahlas alma, rüya sonrası âşık olma (bade içme), usta-çırak disiplini içinde bulunma, tekellüm, muamma kurma ve çözme, tarih bildirme, nazire söyleme gibi gelenekleşen belli kurallarla varlığını sürdürmüştür. Âşıklık geleneklerini şu şekilde sıralamak mümkündür Mahlas Alma Bade içme Usta-Çırak Atışma Leb-değmez Askı Dedim Tarih Bildirme Nazire Söyleme Saz Çalma ÂŞIK ŞİİRİNİN ÖZELLİKLERİ Aşık şiirinin belirli söyleyicileri ve yazarları vardır. Bunlara ozan, âşık, saz şairi, halk şairi, kalem şairi ve kalem şuarası gibi adlar verilir. Bu yönüyle âşık şiiri, anonim şiirden ayrılırken, dinîtasavvufî Türk halk şiirine yaklaşmaktadır. Hatırlanacağı üzere anonim halk şiirinin ilk söyleyicileri ve anlatıcıları da unutulmuştur Aşık şiirinin kökeni, M.Ö. III. yüzyıla dayanmaktaysa da Anadolu âşık şiirinin altı yüzyıllık bir geçmişi vardır. Aşık şiirinin dinleyici kesimi halktır. Toplumun büyük bir kesimi âşıkların söyledikleri şiirleri sevmiş ve onlara yüzyıllar boyunca saygı göstermiştir. Çünkü çeşitli sebeplerle halkın söyleyemediklerini, onların sözcüsü durumundaki âşıklar değişik kesimlere aktarmışlardır. Aşık şiiri hece ölçüsüyle söylenmiştir. Millî ölçümüz olan hece ölçüsü, ozan- baksı edebiyatıyla kullanılmaya başlar ve bu kullanım XVI. yüzyıla kadar devam eder. Bu yüzyıldan itibaren âşıklar, divan edebiyatı ve divan şairlerinin itibar görmesinden dolayı hecenin yanı sıra aruz vezniyle de şiirler söylemeye başlamışlardır. Aşık şiirinde birim dörtlüktür; bununla beraber az da olsa ikiliklere ve farklı sayıdaki mısralardan oluşan bentlere de rastlanmaktadır. 84

85 Aşık şiirinin dili, içinde yaşanılan toplumun dilidir. Dil, duru olup zaman zaman ait olduğu yörenin ağız özelliklerini de yansıtmaktadır. Şiirlerin kelime dünyası oldukça geniştir. Bazen iki değişik koşmanın kelime kadrosu, ayak seslerinin dışında benzerlik göstermektedir. Dile hâkim olan âşık, saz şairi veya kalem şairi tıpkı roman ve hikâyede olduğu gibi atasözü ve deyimlerden yararlanmıştır. Tasvirler ve söz sanatları yapmacıklıktan uzaktır. Aşık şiirinin konusu halkın hayatıdır. Bu sebepten âşık şiirinde yaşanılan coğrafya, mensubu olunan halk ve onun sorunları dörtlüklerde anlatılmıştır. Âşık şiiri, geleneği temsil eden bir edebiyat olduğu için, belirli kurallara göre eser verilir. Bu gelenek içerisinde mahlas kullanımı, önemli bir unsurdur. Mahlas bir ölçüde şiirin tapusudur. Zaman zaman şiirin mahlas dörtlüğü veya söyleyenin adı kaybolduğu için parça anonimleşmiştir. Âşık şiiri bir saz eşliğinde söylenmiştir. Bununla beraber zaman zaman müzik aletinin kullanılmadığını da görüyoruz. Nitekim kalem şairleri şiirleri sazsız olarak söylemektedirler. Müzik aleti ozan-baksı edebiyatı döneminde kopuz iken, ozanın âşık olmasıyla birlikte yerini bağlamaya bırakmıştır. Bağlama her Türk boyunda değişik adlarla anılmaktadır. Âşık şiirinin belki de en önemli özelliği, şiirlerin hazırlıksız olarak (doğaçlama) söylenmesidir. Bu sebepten bazı şiirlerin ahenk unsurlarının tam olmadığı gözden kaçmamaktadır. Âşık şiirinin temsilcisi olan âşıklar gezgin kişilerdir. Bu yüzden doğdukları yerde pek kalmamışlardır. Onlar sanatlarını icra edebilmek için köy köy, kasaba kasaba, ilçe ilçe, şehir şehir, hatta ülke ülke gezmişlerdir. Âşık şiiri temsilcileri sadece saz çalıp şiir söylememiştir. Aynı zamanda dü-ğünlere ve kahvelere giderek, halka eski meddahların icra ettikleri kısa ve uzun hikâyeleri anlatarak onları eğlendirmişlerdir. ÂŞIK ŞİİRİNİN KAYNAKLARI Sözlü Kaynaklar Yazılı Kaynaklar Bunlar halk arasında kaynak kişi adını verdiğimiz insanlarımızdan yapılan derlemelerdir. Bu derlemeler daha çok yaşayan âşıklardan yapılmaktadır. Cönkler, Tezkireler, Seyahatnâmeler, Menakıbnâmeler, Dîvânü Lügâti t- Türk Âşık Olmanın Bazı Sebepleri Aşık edebiyatı temsilcileri (ozan, âşık, kalem şairi, vb.) çeşitli şekillerde (bade içerek, silsile yoluyla, şartların gereği, usta çırak ilişkisi, vb.) âşık olmuşlardır. Bade İçerek Âşık Olma Rüyasında Hazreti Hızır ı veya pirleri görür. Hazreti Hızır, kahramana üç bade uzatır veya duruma göre bazı yiyecekler verir. Bunlardan birincisi Allah; ikincisi üçler, yediler, kırklar; üçüncüsü de bir güzelin aşkınadır. Kahraman üçüncü badeyi içtikten sonra günlerce baygın yatar. Daha sonra bir saz sesiyle uyandırılır. Ercişli Emrah, Çıldırlı Aşık Şenlik, Narmanlı Sümmanî, Bardızlı Nihanî, Posoflu Müdamî, Posoflu Zülâlî, Bayburtlu Celalî, Aşık Yaşar Reyhanî, Aşık Murat Çobanoğlu, Aşık Osman Feymanî, Aşık Şeref Taşlıova, vb. gibi âşıklara pir dolusu bade içirilmiştir. 85

86 Hem halk hikâyeciliği, hem de saz şairliği alanlarının içinde önemli bir yeri olan Köroğlu da pir elinden bade içmiştir. 1- Hazırlık safhası 2- Rüya 3- Uyanış 4- İlk deyiş Diğerleri 1. Usta Çırak İlişkisiyle Âşık Olma 2. Kendi Kendine Âşık Olma Âşık Meclislerini Takip Ederek Âşık Olma 3. Sazlı ve Sözlü Ortamın Etkisiyle Âşık Olma 4. Yoksulluk, İşsizlik, Hastalık, vb. Durumların Etkisiyle Âşık Olma 5. Sevda Yüzünden Âşık Olma 6. Vatan Özlemi Yüzünden Âşık Olma 7. Millî Duyguların Etkisiyle Âşık Olma 8. Kalaıtım (İrsiyet) Yoluyla Âşık Olma 86

87 Âşıkların Sınıflandırılması Eğitim Durumları Bu Sınıflandırmada Yetiştikleri Çevre Yetiştikleri Bölge yer alır Eğitim Durumlarına Göre Bu hususta ilk sınıflamayı Fuad Köprülü yapmış ve şairleri iki başlık altında toplamıştır: a. Kalem şairleri: Saz çalamayıp, hazırlık olarak şiir söyleyen şairler. b. Meydan şairi: Halk toplantılarında doğaçlama olarak da şiirler tertip eden ve onları sazları ile çalıp söyleyen şairlerdir Yetiştikleri Çevreye Göre Bu hususta Fuad Köprülü, Eflatun Cem Güney, Pertev Naili Boratav, Ilhan Başgöz, Asım Bezirci, Ihsan Ozanoğlu, Rauf Mutluay, Özgen Keskin, Mehmet Yardımcı birbirine benzer sınıflamalar yapmışlardır. Bu sınıflandırmaları genelleyecek olursak, ortaya şöyle bir tablo çıkacaktır: a. Şehir ortamında yetişen âşıklar: Aşık Ömer, Gevherî, Erzurumlu Emrah, Bayburtlu Zihnî, vb. b. Köy ortamında yetişen âşıklar: Çıldırlı Aşık Şenlik, Ruhsatî, Minhaci, Meslekî, Noksanî, vb. c. Göçebe ortamda yetişen âşıklar: Karaca Oğlan, Dadaloğlu. d. Askerî ortamda yetişen âşıklar: Bahşî, Armutlu, Çırpanlı, Kul Çulha, Geda Muslu, Tamaşvarlı Âşık Hasan, Öksüz Dede, vb. e. Din ve tasavvuf ortamında yetişen âşıklar: Hasan Dede, Ümmî Sinan, Kul Himmet, Kaygusuz Abdal, Pir Sultan Abdal, vb. Yetiştikleri Bölgelere Göre Âşıklar Batı Türkleri arasında XVI. yüzyıldan bu yana (Azerbaycan, Türkiye ve Balkanlar) âşıkların temsilcileri vardır. Bu üç coğrafyada âşık şiiri şekil ve içerik bakımından benzerlikler göstermektedir. Bununla beraber geçmişten günümüze âşıkların yoğun olarak yetiştikleri çevreler vardır 87

88 ÂŞIK FASILLARI Umay Günay ın, özellikle Doğu Anadolu Bölgesi âşıklık geleneğinde görülen bir âşık faslının düzenini verirken çizdiği tablo ilgi çekicidir 1. Hoşlama, merhabalaşma: Âşıkların dinleyicilere hoş geldiniz deyip onları selamladıkları bölümdür. 2. Hatırlatma, canlandırma: Eski usta âşıkların şiirlerinden örneklerin verilip, saygı gösterildiği bölüm olup burada karşılaşma yoktur. 3. Tekellüm: Faslın en önemli bölümüdür. Âşıkların güçlerini ve hünerlerini göstermeleri burada gerçekleşecektir. Bölüm sekiz safhada gerçekleştirilir. Âşıklar bu bölümde kendilerini gösterme fırsatı bulurlar. a. Açılış: En yaşlı âşığın veya ev sahibi konumundaki âşığın, dar olmayan bir ayakla deyişmeyi açmasıdır. b. Öğütleme: Burada iki âşığın birbirine nasihat vererek yol göstermesi ve tecrübeleri aktarması yer alır. c. Bağlama-muamma: Tekellümün bu en zor bölümünde âşıklar birbirlerinin çeşitli alanlardaki bilgilerini ölçerler. Genellikle dar ayaklar tercih edilir. Dinleyicilerin zevkle takip ettikleri bölümlerin başında gelir. d. Sicilleme: Karşılaşmaya yer vermeyen bölümlerdendir. e. Yalanlama: İnanılması güç yalanların söylendiği bir bölümdür. f. Taşlama-takılma: Bölümde âşıklar; bir olayı, arkadaşlarını, hatta kendilerini eleştirip gerekirse taşlarlar. g. Tüketmece veya daraltma: Buraya kadar birbirlerini yenemeyen âşıkların dar ayaklarla ve dudak değmezlerle birbirlerini zorladıkları bölümdür. h. Uğurlama veya medhiye: Faslın sonunda, daha önce söyledikleri sözlerle birbirlerini inciten âşıkların, rahatlama amacıyla söyledikleri tam şiirlerdir Aşık kolunun oluşabilmesi için bazı ölçütler vardır: 1. Odak hüviyetindeki usta âşığın dil ve üslubu 2. Şiirlerinde işlediği konular 3. Usta âşığın başında geçen ve hafızalardan silinmeyecek izler bırakan çeşitli olaylar 4. Usta âşığın karşılaşmaları 5. Usta âşığın tasnif ettiği hikâyeler 6. Usta âşığın kendisine ait ezgiler 7. Usta âşığa ait ayaklar 88

89 Mahlas Alma Mahlas, şairlerin yazdıkları şiirlerde asıl adlarının yerine kullandıkları takma ada denir. Halk edebiyatında mahlas geleneğe bağlı uygulanan bir kuraldır. Âşıkların çoğunun asıl ismi unutulmuş, mahlasları isim olarak kullanılır olmuştur. Dadaloğlu nun asıl adı Veli, Sümmâni nin Hüseyin, Gevheri nin Mehmet vb. dir. Klasik Türk şiirinin en önemli unsurlarından olan mahlas alma geleneği, klasik şiirin etkisiyle halk edebiyatına da geçmiş, on altıncı yüzyıldan sonra bütün halk şairleri divan şairleri gibi mahlas kullanmışlardır. Halk edebiyatında mahlas geleneğe bağlı uygulanan bir kural biçimine girmiştir. On altıncı yüzyıldan önce âşıkların mahlaslarında nispet î si pek görülmezken on altıncı yüzyıldan itibaren, âşıkların mahlaslarında genellikle nispet î si ile oluştuğu görülmektedir. Halk şairleri de Fuzulî, Nailî, Bakî gibi divan şairlerinin mahlaslarına benzer Fedaî, Talibî, Ceyhunî, Semâi vb. mahlaslar almışlardır. Âşık mahlassız şiir kulpsuz tepsiye benzer deyip mutlaka mahlas kullanır. Mahlası ya yaşayışı ve sanatına uygun olarak kendisi seçer, ya üstad bildiği sevip saydığı bir kişi verir ya badeli âşıksa çoğu zaman bade içerken kazanır ya da bir pîr tarafından verilir. Âşık geleneğe uygun olarak kullanacağı mahlası şu yollarla alır: Mahlasını Kendi Seçerek Alma: Adını, soyadını mahlas olarak kullanır. Yaşayışına ve sanatına uygun olarak kendi seçtiği herhangi bir ismi mahlas olarak kullanır..bir Usta Âşıktan İmam, Pir ya da Mürşitten Alma: Usta âşık çırağı sınava tabi tutar. Usta âşık çırağının durumuna göre bir mahlası uygun görür.şeyh ve pirin manevi tesiriyle mahlas alır. Rüyasında bade içerken alma:. Âşık edebiyatında ba de içme rüya motifi bir gelenek icabıdır. İnanışa göre âşık olmak için ya usta yanında yetişmek ya da mutla ka pir elinden bade içmek gerekir. OKUMADAN GEÇME BURASI ÖNEMLİ Bade Aşığa; bir pîr, üçler, beşler, yediler, kırklar ve Hz. Ali, Hacı Bektaş Veli gibi bir din ulusu tarafından içirilir. 89

90 Bade Türleri Er Dolusu Er dolusu içen âşıklar kahraman, yiğit ve gözü pek kişi olurlar. Sevdiği için ölümle göğüs gögüse gelir. Maceraları kahramanlıklarla doludur. Köroğlu, Dadaloğlu böyle er dolusu içmiş âşıklardandır. Pîr Dolusu Pir dolusu içen âşıklarsa cefalar çeker, sevdalara düşer, sevgilisinin arkasından yanar tutuşur. Bunlar kahraman değildir, vefakâr ve fedakâr âşıklardır. Ercişli Emrah, Âşık Kerem, Âşık Sümmanî, Âşık Şenlik bunlardandır. Çıkmış Soru 2013 Kpss Alan Sınavı Âşıklığın esasını, karmaşık bir yapıya sahip olan rüya oluşturmaktadır. Gerek âşıklık geleneğinde gerekse halk arasında kabul göre rüya motifi, dört safhada gerçekleşir. Bu parçada belirtilen dört safha sırasıyla aşağıdakilerin hangisinde doğru olarak verilmiştir? A)Hazırlık - Rüya görme - Uyanış - İlk deyiş B)İlk deyiş - Hazırlık - Bade içme - Uyanış C)Bade içme - Uyanış - Rüyaya yatma - Hazırlık D)Rüyaya yatma - Bade içme - Hazırlık - Rüya görme E)Uyanış - İlk deyiş - Rüya görme - Hazırlı Usta - Çırak Türk âşıklık geleneğinin dayandığı temel Öğretim yöntemi usta-çırak ilişkisidir. Toplumun değer yargılarından kaynaklanan usta-çırak ilişkisi, tarih boyunca âşıklık geleneğini nesilden nesile intikal ettiren ve geleneği şekillendiren önemli unsurlardan biri olmuştur. Âşıklık geleneği içerisinde önemli bir yere sahip olan usta-çırak ilişkisi geçmişten günümüze kadar yaşamış olan âşıklar arasında bilgi, görgü ve tecrübenin iletimini sağlayan bir köprü vazifesi görmüş, bunun sonucu olarak da âşık kollarının meydana gelmesini sağlamıştır. Yüzyıllardır devam eden usta-çırak ilişkisi; âşıklık geleneğine estetik bir boyut kazandırmış, âşıklık geleneğinin icaplarını nesilden nesile taşıyan bir köprü vazifesi görmüş ve böylece de geleneğin geçmişten geleceğe devamlılığını sağlamıştır. Bugüne kadar âşık edebiyatı hakkında pek çok çalışma yapılmış ve böylece bu edebiyatın mahiyeti, şahıs kadrosu ve edebî örnekleri aydınlatılmıştır. Bununla birlikte âşık kollarının oluşmasına zemin hazırlayan usta-çırak ilişkisi de Türk kültür hayatını yansıtması bakımından aydınlatılması gereken çok önemli bir konudur. 90

91 İlkin çırak olmak için ustayı seçmek ve tanımak gerekiyor. Bu seçimi çırak olacak insanın kendisi, babası veya bir yakını tespit eder. Çevrede adı şanı olan, halk tarafından her yönü ile sevilen usta bir aşığa çırak olmak için usta aşığın yanına gider: «Ben çırak olmak istiyorum» der. O usta âşık iyice inceler ve kendine göre bir imtihandan geçirir. Bundan çırağın haberi olmaz. Ona bazı sorular sorar. Yüzüne, gözüne bakar; oturuşunu, kalkışını inceler. Usta sazını uzatır, eğer saza hemen sarılırsa iyi gözle bakmaz. Ne haddime diye bir söz duyarsa çok sevinir ve ilk imtihanı kazandığını kendi halinde onaylar. Bu genç veya çocuk yaşta insanı çırak olarak kabul eder ama sesini dinler; şiir, türkü Öğrenmeye kabiliyetini ölçer ve devam eder. Bundan sonra o çıraklık merdiveninin ilk basamağını çıkmış olur. İlkin saz öğretmeye başlar, sazın ilk perdesini divandan girer ve sonra diğer havalan Öğretir. Hikâyeler, şiirler ezberler ve yavaş yavaş yetişir. Usta âşık çırağa gittiği köy düğünlerinde, meclislerde eline sazını verir söyletir. Öğrettiği hikâyeleri anlattırır ve zaman içinde yetiştiğini görür. Eskiden ustası yanında senelerce çalışarak işinde ustalaşınca peştamal kuşanmak esnaf ve sanatkârlar için nasıl önemli bir ahilik geleneği ise, genç âşık için de bir usta âşık yanında çıraklık ettikten sonra saza çıkmak asıl amaç olup önemli bir gelenektir. Usta âşık çırağının sazı iyi çalmayı öğrendiğine, sazlı-sözlü toplantılarda ustaca sanatını terennüm etmeye başlayıp, âşıklık geleneklerini yürüteceğine inandığı zaman çırağına saz verip sırtını okşayarak Git artık nasibini ara deyip yol verir. Destur alıp yola çıkan âşık ustasında Öğrendiğini başka yörelere taşır, zamanla öğrendiklerini hem yeniler hem de zenginleştirir. Âşık Karşılaşmaları Türkiye de âşıklık geleneğinde belli yörelerde karşılama, deyişme, atışma veya karşıberi gibi adlar verilmiştir. Âşıklar konuyu daha etkili duyurabilmek için yarışma psikolojisi içinde sınav şeklinde soru- cevap yöntemine dayalı diyaloga önem vermişler, bu nedenle de atışma türü oluşmuş ve çok ilginç örneklerle zenginleşmiştir. İki âşık karşılaştığında doğaçlama söylediği şiirlerin kusursuzluğu yanında, geleneğe bağlı uygulanan törendeki teknik bilgileri yerli yerinde kullanmak zorundadır. Âşık karşılaşmaları genellikle şu safhalardan oluşur Atışma - karşılaşma (Tekellüm) Taşlama - takılma Soru- cevap (atışma) Çözümlü muamma - muamma atışma Barışma, övme uğurlama 91

92 Atışma, âşıkların dinleyenler karşısında, deyişme sırasında birbirini iğneleyici fakat mizah çerçevesi içinde söyleşmeleridir. Karşılama, âşıkların rakibine üstün gelmek için soru cevaplı tarzı seçmesi ya da onu mat etmenin yollarını aramasıdır. Leb Değmez Âşıkların ustalıklarını sergilemek için bir nevi söz hüneri olarak başvurdukları bir biçimdir. İçinde dudak ve diş-dudak sesleri (b,p,m,v,f) bulunmadan söylenilen şiir demektir. Âşıkların dudakları arasına iğne koyarak yarıştıkları bir atışma biçimidir. Askı (Muamma) Muamma, halk şiirinde bir kimsenin ya da varlığın adını gizleyen şiir demektir. Âşık edebiyatında muammanın özel bir önemi vardır. Aşıklarca muamma düzenlemek ya da bir muammayı çözmek bilgi ve zekâ ister. Murat Uraz, muammanın uygulanışını şu şekilde anlatmaktadır: Kahvelerde muamma teşhir edildiği gecelerde; sigara ve nargile içilmez, kimse sesli konuşmaz, herkes intizam içinde oturur. Halk şairi tarafından hazırlanmış muamma büyük ve uzaktan okunabilecek bir yazı ile kâğıda yazılır ve tahtaya yapıştırılır. Tahtaya bir milimetre kalınlığında bal mumu sürülür. Âşıklar nöbetle kahveye gelenlere işine ve halk arasındaki derecesine göre ağırlamalar söylerler. Ağırlanan kişi de ağırlığına göre muammanın etrafındaki bal mumu sürülmüş tahtaya para yapıştırır. Muammayı kim çözerse paraları alır ve muammayı tertipleyen âşık da bir taksim çıkarırdı. Şayet bu muamma birkaç gece kahve duvarında asılı kalır, kimse tarafından da çözülmemiş olursa sahibi olan âşık bunun ne olduğunu söyler ve bütün paraları alırdı. Dedim - Dedi Tarzı Söyleşi Halk şiirinde yaygın olarak kullanılan bir biçim olup koşma ve s erdeki âşık ve sevgilinin (dedimdedi ifadesine bağlı) karşılıklı söyleşmeleridir. Tarih Bildirme Âşık, kıtlık, yangın, sel felaketleri, salgın hastalık, önemli savaşlar vb. toplumu yakından ilgilendiren sosyal hayatla ilgili olaylarla kendi doğum tarihini şiirlerinde tarihi birer belge olmasını istemiş ve genellikle ilk ya da son dörtlükte bazen de ara yerde tarih belirtmiştir. Nazire Söyleme Nazire, bir şairin şiirinin diğer bir şair tarafından aynı uyak ve ölçüde benzer bir biçimde yazılması demektir. 92

93 Saz Çalma Saz, âşık için ilhamı kamçılayan bir alet olup âşıklık geleneğinin en önemli unsurlarından biridir. Dîvân şairinin kalemi ne ise, âşığın da sazı ve tezenesi odur. Halk, âşığı sazsız düşünemez. Bu nedenle Sazsız âşık kulpsuz testiye benzer sözü yaygınlık kazanmıştır. Her müzik aleti yapılış bakımından birbirinden farklı olduğu gibi sesleri, tınıları da birbirlerinden farklıdır. Türklerin ilk müzik aleti sayılan kopuz örnek alınarak birçok telli sazlar türetilmiştir. Halk şairlerinin tarih boyunca kullandıkları sazların başlıcaları şunlardır: Kopuz, tambura, kara düzen, çöğürdür. İşte bu telli müzik aletlerinden çok az değişime uğrayarak günümüze kadar gelen ata çalgımız olan saz, âşıkların silahı, yavuklusu olduğundan istedikleri gibi bir saza sahip olmak için çok özel bir gayret sarf derler. 19. yüzyıl sonlarında yaşayan Âşık Veysel sazı şöyle tarif eder: Bahçede dut iken bilmezdin sazı Bülbül konar mıydı dalına bazı Hangi kuştan aldın sen bu avazı Söyle doğrusunu gel inkâr etme Ben bir insanoğlu, sen bir dut dalı Ben babamı, sen ustanı unutma Saz eşliğinde söyleme; hem ritim bakımından hem de söylemeyi kolaylaştırdığı için Anadolu da yaygın hale gelmiştir. Bazı ozanlar kendi hazırladıkları şiirleri, saz eşliğinde icra etmişlerdir. Halkın duygularına göre şiirler yazıp besteleyerek sanatlarını devam ettirmişlerdir. Bu geleneği hâlâ devam ettiren birçok ozan vardır. Türler, farklı hece sayılarıyla birbirlerinden ayrılsalar da esasta ezgilerle, farklı müzik makamlarıyla ortaya çıkmaktadır. Böylece saz ve makam bu geleneğin ayrılmaz parçası olmuştur. Âşıklık geleneğinde bir tür, değişik makamlarla icra edildiği gibi, farklı türler de farklı makamlarla icra edilebilmektedir EKSTRA BİLGİ Âşıkların karşılaşmalarda birbirlerine üstünlük sağlamak amacıyla yaptıkları söz yarışmalarına atışma adı verilir. 93

94 ÂŞIK EDEBİYATINDA BİÇİM VE TÜR Âşık Tarzı Türk Şiiri Nazım Şekilleri Koşma Halk edebiyatında en çok kullanılan biçimdir. Genellikle hece ölçüsünün on birli (6 + 5 ya da ) kalıbıyla yazılır. Dörtlük sayısı üç ile beş arasında değişir. Ozan koşmanın son dörtlüğünde ismini ya da tapşırmasını söyler. (Tapşırma, ozanın şiirde kullandığı takma addır; divan şiirinde buna mahlas denir.) Uyak düzeninde; ilk dörtlük; aaab, abab, aaba veya abcb şeklinde, diğer dörtlükler cccb, dddb şeklindedir. Koşmalar yapılarına göre ve ezgilerine göre olmak üzere ikiye ayrılır. Yapılarına Göre Koşmalar Düz Koşma Âşık edebiyatında en sık kullanılan türdür. Koşma olarak da adlandırılır. Genellikle 11 li hece ölçüsüyle söylenir. Eğer benim ile gitmek dilersen Eğlen güzel yaz olsun da gidelim Bizim iller kıraçlıdır aşılmaz Yollar çamur kurusun da gidelim Karac oğlan der ki buna ne fayda Hiç rağbet kalmadı yoksula bayda Bu ayda olmazsa gelecek ayda Onbir ayın birisinde gidelim Karacaoğlan Yedekli Koşma İki şekli vardır. İlki koşma-mâni halidir. Koşmanın ikiye bölünerek araya mâni yerleştirilmesiyle elde edilir. Genellikle araya konulan mâniler cinaslıdır. İkincisinde ise yedekli beşli koşma oluşturulur. Hece ölçüsünün sekizli kalıbıyla söylenir. Her bentte bulunan iki kıtanın ilki beşli, İkincisi ise dört mısradır. Beş mısradan oluşan ilk kıtanın kafiye şeması aaabb şeklindedir. Koşma - Mâni Örneği Gadir Mevlam budur senden dileğim Mert olanı salma baştan ayağa Men ezizem ayağa Nazlım durur ayağa Göreydim mah cemah Yüz süreydim ayağa Mürvet eyle pünhan dolan mert yiğit Seyraguflar seni salar ayağa Çıldırlı Âşık Şenlik 94

95 Beşli Koşma Örneği El uzattım nazlı yurda Hep mahvolur bu uğurda Moskof geber sen de burada Bir dahi göz dik de görem Moskova ya kadar sürem - Dedi Şanlı ordu yaşa! OsmanlIlar şanın koşa Artırdı Kurt Hakkı Paşa Binler yaşa, binler yaşa. Ardahanlı Sarı Hakkı Efendi Musammat Koşma Divan edebiyatındaki musammat gazele benzer. İç kafiyeli koşmalardır. Her dizenin birinci ve ikinci kısımları kafiyelidir duraklı kalıpla yazılır. Bu âşıkın razını /gam poyrazını Dilberin nazını /gel bana danış Görmedim sazını / bahar yazını Aşkın mecazını / gel bana danış Var mıdır biz gibi/ öksüz gibi Gün geçer yüz gibi / ömür tuz gibi Gördüm buz gibi / yandım köz gibi Sevda garazını / gel bana danış Posoflu Âşık Sabit Müdami Ayaklı Koşma İlk bendin dize sonlarına, diğer bendlerin ise sadece son dizelerine ziyâde eklenerek oluşturulur. Ziyâde: Müstezatlarda kullanılan kısa dizeye denir. Ziyâdeler 5 hecelidir. Kafiye şeması: ab(z) / ab(z) / cccb(z), dddb(z)... şeklindedir. Ey benim cânânım can içre canım Şuh nevcivânım olma bî-vefa Rahmeyle bana Ben sana kurbanım gel kes gerdanım Dök yerlere kanım tek ol aşina Olma bî-vefa Nar-ı aşkın serde düştüm yek derde Şeklin perilerde yoktur kişverde Ellerin hançerde zerrin kemerde Her gördüğün yerde gel bakma kıya Can sana feda Sevdim sen dil-beri hûblar serveri Gördüm şeklin peri oldum müşteri Çeksen de hançeri kessen bu seri Gayrı şimden geri sen şah ben Gedâ Kul oldum sana Âşık Tokatlı Gedâî Musammat Ayaklı Koşma Hem musammat hem ayaklı koşmanın bütün özelliklerini taşıyan koşmalardır. 95

96 Bentlerinin dördüncü dizesinin kafiyesi bir sonraki bendin ilk dizesinin başında tekrarlanan koşmalardır. İade sanatıyla söylenen koşmalardır. Uyak düzeni klasik koşma düzeninde olduğu gibidir. Genellikle destanlarda kullanılır Mekânda var iken nice şeher Anı ziynet kıldı ne murg-u meher Günde yetmiş kere eyledi teher Eki ettiği rızk u nâm biliriz Rızk u nâne visal eyledi Hudam Yoktan var edildi o zaman Âdem Cihandan cihana basan da kadem Ana nisbet dü cihanı biliriz Zulâlî Zincirbend Ayaklı Koşma Zincirbend koşmalara ziyâdeler eklenerek yazılır. Hem zincirbend koşma hem ayaklı koşmanın özelliklerini taşır. Dedim Dedi (Karşılıklı Konuşma Biçimindeki Koşma) Genellikle seven ile sevilen arasında geçen karşılıklı çekişmenin âşık tarafından dile getirildiği koşmalardır. Halk ve divan şiirinde mürâcaa ismi verilmektedir. Genellikle sorulu-cevaplı düzenlenen bu şiirlerin soru ve cevaplarının düzenlenişi iki türdür. I. Birinci mısrada sorulan soruya ikinci mısrada cevap verilir. Dedim dilber yanakların kızarmış Dedi çiçek taktım gül yarasıdır Dedim tane tane olmuş benlerin Dedi zülfün değdi tel yarasıdır Âşık Ömer Ezgilerine Göre Koşma Çeşitleri Ezgilerine Göre Koşmalar Acem koşması Kesik Kerem Bayındır Koşması Bülbül Koşması Topal Koşma Kerem Gevheri Ankara Koşması Cem Koşması Sivrihisar Koşması 96

97 Semaî = 8 li hece ölçüsüyle söylenir. Kendine özgü bir ezgisi vardır. Son dörtlükte şairin adı geçer. Aruz ölçüsüyle yazılmış s er de vardır. Semai ustaları: Karacaoğlan, Âşık Ömer dir. İncecikten bir kar yağar Tozar Elif Elif diye Deli gönül abdal olmuş Gezer Elif Elif diye Elifin uğru nakışlı Yavru balaban bakışlı Yayla çiçeği kokuşlu Kokar Elif Elif diye Elif kaşlarını çatar Gamzesi bağrıma batar Ak elleri kalem tutar Yazar Elif Elif diye Evlerinin önü çardak Elifin elinde bardak Sanki yeşilbaşlı ördek Yüzer Elif Elif diye Karac oğlan eğmelerin Gönül sevmez değmelerin İliklenmiş düğmelerin Çözer Elif Elif diye Karacaoğlan Varsağı Güney Anadolu bölgesinde yaşayan Varsak Türklerinin özel bir ezgiyle söyledikleri koşmalardır. Dörtlük sayısı ve uyak düzeni Semâi gibidir. 4+4 şeklinde 8 li ölçüyle söylenir. Bu yönüyle koşmadan ayrılır. Varsağılar yiğitçe, mertçe bir üslupla söylenir. Bu da dörtlüklerin içindeki bre hey behey gibi ünlemlerle sağlanır. Koçaklamayla konu ve anlatım bakımından benzerlik gösterir. Halk edebiyatında en çok varsağı söylemiş şair Karacaoğlan dır. Bre ağalar bre beyler Ölmeden bir dem sürelim Gözümüze kara toprak Dolmadan bir dem sürelim Aman hey Allahım aman Ne aman bilir ne zaman Üstümüzde çayır çemen Bitmeden bir dem sürelim Bana felek derler felek Ne aman bilir ne dilek Ahir ömrümüze helâk Etmeden bir dem sürelim Karacaoğlan der canan 97

98 Güzelim sözüme inan Bu ayrılık bize heman Ermeden bir dem sürelim Karacaoğlan Destan Yiğitlik, savaş, deprem, yangın gibi toplumsal açıdan önemli konuların işlendiği bir türdür. Ulusal (milli) destanlardan farklıdır; yazanı ya da söyleyeni bellidir. Nazım birimi dörtlüktür. Dörtlük sayısı işlenen konuya göre değiştiğinden halk edebiyatının en uzun nazım biçimi kabul edilir. Genellikle = 11 li hece ölçüsü ile yazılır. Esnaf Destanı, Mirasyedi Destanı, Deprem Destanı gibi adlandırmaları vardır. Kayıkçı Kul Mustafa nın Genç Osman Destanı en ünlüsüdür. Destanın son dörtlüğünde şair mahlasını söyler. Konuları bakımından destanları savaş, yangın, deprem, salgın hastalık, ünlü kişilerin yaşamları, mizah gibi gruplandırabiliriz. Esnaf Destanı Nalbant oldum kırdım nalın çoğunu Bir katır nalladım dinle oyunu Meğer acemiymiş bilmem huyunu Çenemi teptirdim nalın sökerken Manav oldum elma armut tez çürür Cambaz oldum ip üstünde kim yürür Kasap oldum her gün gözüm kan görür Yüreğim bayıldı kana bakarken Ben bu sanatları bir bir dolaştım Tekrar gelip şairliğe bulaştım Kâmili mürşidin eline düştüm Tekke-i aşk içre çile çekerken Âşık Kâmili Evet arkadaşlar, konular baya bir detaylı ama her soruyu yapabilmek içinde bu gerekli. Sayfaların böyle çok olduğuna aldanmayın çoğu tablo vb. görsel şekiller. Ben kendim Aöf öğrencisiyken de böyle hazırlıyordum, detay iyidir. Özhan Ustabaşı 98

99 Çıkmış Soru 2013 Kpss Alan Sınavı Nice civânları eyledin türâb Bülbülün yerinde çağırır gurâb Çarşın pazarların hep olmuş harâb Solmuş gazel dökmüş bostânın bâğın On altı dörtlükten oluşan bir şiirden alınan bu şiir parçasının nazım türü aşağıdakilerden hangisidir? A) Destan B) Koşma C) Semai D) Türkü E) Varsağı Seçenekler arasından semai ve varsağıyı sekiz heceli olduğundan, türküyü ayırt edici vasıfların dan olan kavuştak/bağlama bölümü olmadığından elemek elbette mümkündür. Koşma ile destan türü biçim olarak benzer özellikler taşırken uzunluk yönünden farklılaşır. Koşmalar 3-5 dörtlükten meydana gelirken destanlar 100 dörtlüğe kadar uzayabilmektedir. Bu dörtlük ve dörtlükle ilgili verilen bilgiler dikkatle incelendiğinde, özellikle on altı dörtlükten oluşan ibaresi bu türün de stan olması gerektiği konusunda bize önemli bir ipucu vermektedir. 99

100 Çıkmış Soru 2013 Kpss Alan Sınavı Derya atı biner demir donludur Meydana girende aslan canlıdır Özü bîr han oğlu Isfahanlfdır Şimdi Koca Bey im yanımda gerek On sekiz dörtlükten oluşan bir şiirden alınan bu şiir parçasının nazım türü aşağıdakilerden hangisidir? A) Semai B) Koşma C) Destan D) Türkü E) Varsağı Semai: Hece ölçüsünün 8 li (4 + 4) hece ölçü süyle söylenir. Kendine özgü bir ezgisi vardır. Dörtlük sayısı üç ile beş arasında değişir. Koşma: Halk edebiyatında en çok kullanılan biçimdir. Genellikle hece ölçüsünün on birli (6 + 5 ya da ) kalıbıyla yazılır. Dörtlük sayısı üç ile beş arasında değişir. Destan: Genellikle 6 + 5: hece ölçüsü ile yazılır. Nazım birimi dörtlüktür. Dörtlük sayısı işlenen konuya göre değiştiğinden Halk edebiyatının en uzun nazım biçimi kabul edilir. Türkü: Türlü ezgilerle söylenen anonim halk şiiri nazım biçimidir. Söyleyeni belli türküler de vardır. Türküler genellikle hece vezninin 7, 8 ve 11 li kalıplarıyla kıtalar hâlinde söylenir. Türküler 21 dörtlük kadar uzun olmazlar ve her kıta türkünün asıl sözlerinin bulunduğu bend ile nakarattan meydana gelir. Nakarat her bendin sonunda tekrarlanır. Bu kısım bağ lama veya kavuştak diye de bilinir. Varsağı: şeklinde 8 li ölçüyle söylenir. Dörtlük sayısı üç ile beş arasında değişir. Verilen bilgilerden de yola çıkarak parçada verilen bilgilerin destana ait olduğu görülmektedir. 100

101 Âşık Tarzı Türk Şiiri Nazım Türleri Âşık Tarzı Şiiri Nazım Türleri Güzelleme Ağıt Öğütleme Alkışlama Sicilleme Koçaklama Taşlama Yalanlama Kargışlama Salavatlama Güzelleme İnsan ve doğa sevgisinin lirik bir edayla işlendiği koşmalara denir. Aşk ve güzellik üzerine yazılan şiirlerdir. Bir güzele âşık olmak geleneğin gereğidir. Nasıl vasfedeyim güzelim seni Rumeli Bosna yı değer gözlerin Dünyaya gelmemiş eşin akranın İzmir i Konya yı değer gözlerin Kimsede görmedim şendeki nazı Tunus Tırablus Mısır Hicaz ı Kars ı Kağızman ı Acem Şiraz ı Girid i Yanya yı değer gözlerin Ruhsatî m eyledim senin de mehdin Al yanaktan bir buse ver himmetin Yüzbin saraf gelse bilmez kıymetin Âhirî dünyayı değer gözlerin Ruhsatî Nazım birimi: Dörtlük Nazım biçimi: Koşma Nazım türü: Güzelleme Kafiye şeması: abcb, dddb, eeeb = 11 hece ölçüsüyle yazılmıştır. Koçaklama (yigitleme) Savaş, yiğitlik, kahramanlık gibi konuları işleyen koşmalara denir. Coşkun ve yiğitçe bir üslupla savaş ve dövüşleri anlatan şiirlerdir 101

102 Ağıt Ağıtlar yalnız ölüm karşısında değil; doğal afetler, ölüm, hastalık vb. çaresizlikler karşısında korku, heyecan, üzüntü, isyan gibi duyguları ifade eden ezgili ürünlerdir. Ağıt söyleme işine ağıt yakma, ağıt söyleyenlere ise ağıtçı denilmektedir. Taşlama / Takılma Toplumun veya bireylerin aksayan yönlerini eleştiren koşmalara denir. Bir kimseyi yermek ya da toplumun bozuk yönlerini eleştirmek amacıyla yazılan şiirlerdir. Bir vakte erdi ki bizim günümüz Yiğit belli değil mert belli değil Herkes yaraşma derman arıyor Devâ belli değil dert belli değil Fark eyledik ahir vaktin yettiğin Merhamet çekilip göge gittiğin Gücü yeten soyar gücü yettiğin Papak belli değil Kürt belli değil Başım ayık değil kederden yastan Ah ettikçe duman çıkıyor baştan Harâba yüz tuttu bezm-i gül-istan Yayla belli değil yurt belli değil Çark bozulmuş dünya ıslah olmuyor Ehl-i fukaranın yüzü gülmüyor Âşık Ruhsatî dediğini bilmiyor Yazı belli değil hat belli değil Ruhsatî Nazım birimi: Dörtlük Nazım biçimi: Koşma Nazım türü: Taşlama Kafiye şeması: abcb, dddb, eeeb, fffb 6+5 = 11 hece ölçüsüyle yazılmıştır. Öğütleme Bir şeyi öğretmek, bir ders vermek veya doğruyu göstermek için söylenen koşmalardır. Yalanlama En inanılmaz yalanları bulup abartarak şaşırtmayı amaçlayan koşma türüdür. Bu tür koşmalarda mübalağa, mizah, sosyal mizah iç içedir. Sicllleme: Daha çok Kuzeydoğu Anadolu ve Azerbaycan alanındaki halk şairlerinin kullandıkları şiir biçimidir. Adını Azerbaycan daki Şeki şehrinden almıştır. 102

103 Kars ta Sici adı verilir. Genellikle yada8 + 7 = 15 li hece ölçüsüyle söylenir. 16 lı hece ölçüsüyle de söylenenleri vardır. Bent halinde söylenir. Âşıklar 17 mısradan oluşan bentler halinde sicillemeler de söylemişlerdir. Birinci bentin ilk mısrası hem kendinden sonra gelen mısralarla, hem de diğer bentleri oluşturan mısralarla kafiyelidir. Kargışlama (Kara Alkış) Karşıdaki kişinin türlü nedenlerle kötülüğünü isteyerek söylenen koşma türüdür. Alkışlama (Alkış Verme) Âşığın kendisinin veya karşıdaki kişinin iyiliğini istemek amacıyla söylediği koşmalardır. Salavatlama Âşık edebiyatında güreşleri, pehlivanları, er meydanını öven koşmalardır. Âşık Edebiyatında Aruzlu Şekiller Aynı kültür kaynağından beslenen âşık şiiri ile divan şiiri arasında zamanla bir etkileşim olur. 17. yüzyıldan itibaren bu etkileşim artar. Bu yüzyıldan itibaren dil ağırlaşır, divan şiirinin nazım şekilleri ve aruz ölçüsü kullanılmaya başlanır. Saz şairleri aruzu çok iyi bilmediklerinden belirli kalıplarla şiirler söylemişlerdir. Halk şiirinde az sayıda aruzlu biçim vardır. Kullanılan kalıplar 5-6 civarındadır. Âşıklar aruz ölçüsünü başarılı bir şekilde kullanamamıştı Şiirleri aruz hatalarıyla doludur. Ölçüden kaynaklı dil hataları yapmışlardır. Âşıkların Kullandığı Aruzlu Şekiller Şunlardır Divan Semâi Satranç Kalenderi Selis Vezn-i âhar Aşık Ömer, Erzurumlu Emrah, Gevheri, Dertli ve Bayburtlu Zihni aruzlu türleri kullanmışlardır. Divan Aruzun fâilâtün / fâilâtün / fâilâtün / fâilün kalıbıyla yazılan yapıca gazel, murabba, muhammes, müseddes olan şiirlere divan denir; halk şairleri divanî de derler. Gazel biçimindeki divanın mısraları sonuna aruzun fâilâtün / fâilün kalıbının eklenmesiyle elde edilen biçime ayaklı veya yedekli mâni denir. Gazel biçimindeki divanların uyak düzeni aa ba ca da ea Murabba biçimindeki divanların uyak düzeni aaba ccca ddda eeea İlk dörtlüğün kafiye şeması: aaaa/ baba/bbba olabilir. 103

104 Semai Aruzun mefâîlün / mefâîlün / mefâîlün / mefâîlün kalıbıyla yazılan yapıca gazel, murabba, muhammes, müseddeslere semâi denir. Musammat olanları da vardır. Uyak düzeni divandaki gibidir. Gazel biçimindeki semâinin dizeleri mefâîlün / mefâîlün kalıbıyla ek dize ile sürdürülürse ayaklı semâi ya da yedekli semâi denilen divan edebiyatındaki müstezad-ı südâsiyenin aynı olan müstezadlar oluşur. Kendine özgü bir ezgiyle söylenir. Efendim gel / bana bildir / bu istiğnâ / ne adettir Bana bildir / bu istiğna / ne adettir / ne adettir Me fâ î lün / me fâ î lün /me fâ î lün /me fâ î lün Âşık Ömer Kalenderi Aruzun mef ûlü / mefâîlü / mefâîlü / feûlün kalıbıyla yazılan yapıca gazel, murabba, muhammes, müseddeslere kalenderi denir. Musammat olanları da vardır. Uyak düzeni divandaki gibidir. Gazel biçimindeki semâinin dizeleri mefûlü feûlün kalıbıyla ek dize ile sürdürülürse ayaklı kalenderi ya da yedekli kalenderi oluşur. Uyak dizilişi divandaki gibidir. Kendine özgü bir ezgiyle söylenir. Selîs Aruzun fe ilâtün / fe ilâtün / fe ilâtün / fe ilün kalıbıyla yazılan yapıca gazel, murabba, muhammes, müseddeslerdir. Musammat olanları da vardır. Uyak düzeni divandaki gibidir. Satranç Aruzun müfte ilün / müfteilün / müfteilün / müfteilün kalıbıyla yazılan musammat gazel biçimindeki halk şiirine satranç denir. Uyak dizilişi gazel gibidir. Vezn-î Âhar Aruzun müstefilâtün / müstefilâtün / müstefilâtün / müstefilâtün ya da müstefilâtün / müstefilâtün kalıbıyla yazılan murabbaya vezn-i âhar denir.uyak dizilişi murabba gibidir. Dize sonunun yanında iç uyak da vardır. Dörtlüklerdeki dizeler ikinci müstefilâtün den başlayarak birbirine zincirleme bağlıdır. Her müstefilâtün sütun halinde yukarıdan aşağıya okunduğunda, sütun sayısındaki söz öbekleri ile dize sayısındaki söz öbekleri aynı olur. 104

105 Çıkmış Soru 2013 Kpss Alan Sınavı Fitil-veş giy külâhı şema-yı sûzâneden çıkma Dolaş şemln civârın merkez-i pervâneden çıkma Eğer maksat seyâhatse gönül deryâ-yı vahdette Habâb-ı bâde-veş devret leb-i peymâneden çıkma Aruz ölçüsü ile yazılan bu beyitler aşağıdaki nazım türlerinden hangisine örnektir? A) Divan B) Semai C) Selis D) Satranç E) Kalenderi Türk halk edebiyatında aruz ölçüsüyle yazılan nazım biçimlerinden divan; aruzun fâilâtün fâilâtün fâilâtün fâilün kalıbıyla yazılan yapıca gazel, murabba, muhammes, müseddes olan şiirlere denir. Selis; aruzun fe ilâtün fe ilâtün fe ilâtün fe ilün kalıbıyla yazılan ya- pıca gazellerdir; murabba, muhammes, müseddesleri vardır. Musam mat olanları da vardır. Aruzun müfte ilün müfte ilün müfte ilün müfte ilün kalıbıyla yazılan musammat gazel biçimindeki halk şiirine satranç denir. Aruzun mefûlü mefâîlü mefâîlü feûlün kalıbıyla ya- zılan yapıca gazel, murabba, muhammes, müseddeslere ise kalenderi denir. Semai ise aruzun mefâîlün mefâîlün mefâîlün mefâîlün kalı- bıyla yazılan yapıca gazel, murabba, muhammes, müseddeslere denir. Soru kalıbında aruz ölçüsüyle verilen beyitlerin aruzun mefâîlün mefâîlün mefâîlün mefâîlün kalıbıyla yani semai kalıbıyla yazıl- dığı görülmektedir. 105

106 Yüzyıllara Göre Âşık Edebiyatı ve Önemli Âşıklar 16. Yüzyıl 15.yüzyılın ortalarına kadar devam eden ozan yerine İslâm tasavvufundan gelen etkiyle âşık adı yayılmaya başladı. 15. yüzyılda dini-tasavvufı halk edebiyatı divan edebiyatından henüz ayrılmamıştır. Bu bakımdan, 15. yüzyılın ve Yunus Emre geleneğinin devamı sayılır. Âşık edebiyatı 16. yüzyıldan itibaren yazılı kaynaklara aktarılmaya başlanmıştır. Anadolu da ozan-baksı geleneğinin âşık edebiyatı başlayana kadar sürdüğü kabul edilmektedir. Âşık edebiyatın ilk örnekleri hakkında yeterli bilgimiz yoktur. 16. yüzyıl sonlarına doğru yazıldığını sandığımız örnekler, İlk örnekler olarak niteleyemeyeceğimiz olgunlaşmış örneklerdir. 16.yüzyıl bir yönüyle âşık şiirinin hazırlık dönemidir. 16. yüzyıl, Osmanlı kültürünün en parlak dönemidir. Halk kültürü ve âşık edebiyatı gelişmeye başlayıp Anadolu ve Rumeli nin büyük merkezlerinde, serhat kalelerinde âşıkların çoğaldığı görülmektedir. 16. yüzyılda aşk, kahramanlık, tabiat vb. konuların yanı sıra yerleşik hayata ait özellikler âşık edebiyatına girmeye başlamıştır. Âşık edebiyatı Osmanlı toplumunun Anadolu daki köklü kültür ve yapı değişikliğine uğraması sonucu oluşmuştur. Büyük şehirlerin çevresinde oluşan üst kültür mimaride, müzikte, edebiyatta yeni bir bakış açısı, yeni bir yaşama biçimi, yeni bir zevk oluşturmuştur. Anadolu da köy ve konargöçer çevrelerde İslâmî kültür etkisiyle Orta Asya Türk kültüründen farklı, fakat büyük şehirlerin etrafında oluşan üst kültürü de yakalayamayan bir kültür oluşmuştur. Âşık şiiri ile divan şiiri aynı kültür kaynaklarından beslenmelerine rağmen kültür ve şiir çevresi farklılığından dolayı iki ayrı disiplin ortaya çıkmıştır. Divan şiirinin üst kültürün beslediği şiir olarak büyük şehir ve kültür merkezlerinin dışında kasabalarda üst kültürü yakalamış esnaf arasında bile yaygın olması bizi halkla, eğitimli kitle arasındaki çizgiyi belirlerken çok dikkatli olmaya zorlamaktadır. Âşıklar kendilerine özgü estetik anlayışlarına rağmen divan edebiyatından kelime, tamlama, mecaz ve nazım biçimleri almışlardır. Şehir kültüründen ve divan şiir çevresinden uzak yaşamış köylü âşıklarda etki azdır. 16. yüzyılın önde gelen şairleri: Âşık Bahşî, Âşık Çırpanlı, Âşık Hayalî, Hızıroğlu, Kul Mehmet,Kul Piri, Ozan, Öksüz Dede, Köroğlu, Sururî ve Şükrü Mehmet i Anadolu ve Rumeli de Âşık Armutlu, Geda Muslu, Kul Çulha ve Oğuz Ali de denizaşırı topraklarda yaşayan âşıklardır Köroğlu Kimliğiyle ilgili iki ayrı tartışma var. Birinci Köroğlu 16 ve 17 nci yüzyılda yaşadı. Yeniçeri ocağından yetişen bir şairdir arasındaki Osmanlı-İran savaşlarına katıldı. Bir tür ordu şairidir. Diğeri ise Balkanlar dan Orta Asya ya kadar geniş bir alana yayılmış destansı ve türkülü halk öyküsündeki karaman Köroğlu. İkinci Köroğlu, Bolu Gerede çevresinde yaşadı. Asıl adı Ruşen. 106

107 Devlete karşı ayaklandı. Sivas-Tokat yolu üzerindeki Çamlıbel e yerleşip eşkıyalık yaptı. Ama adil bir eşkıya idi. Bir başka söylentiye göre de, Bolu Beyi nin seyisi Yusuf un oğlu Ruşen Ali asıl Köroğlu dur. Bolu Beyi, babası Yusuf un gözlerine mil çektirdi. Ruşen Ali, babasını sağaltmak için Aras Irmağı na götürdü. Ama ilaç olacak köpükleri kendisi içip yiğitlik ve şairlik gücü kazandı. Çamlıbel e yerleşip babasının intikamını almak üzere Bolu Beyi ne savaş açtı. Köroğlu hikâyesi, Azerbaycan, İran, Türkmenistan, Özbekistan, Kazakistan ve Balkanlar da da bilinir. Yeniçeri aşığı Köroğlu nun şiirleri dil ve anlatım bakımından öykü kahramanı Köroğlu adına söylenen şiirlerden çok farklıdır. Köroğlu ile ilgili ilk araştırmayı Pertev Naili Boratav yapmıştır. Şiirlerini hece ölçüsüyle yazmıştır. Koşma nazım şeklini sıkça kullanmıştır. Epik söyleyişi, destanlaşan hayatı âşık edebiyatına kaynaklık eder. Koçaklama şiir türünün Köroğlu yla başladığı kabul edilir. 16. yüzyılda divan şiiri alanında Fuzûlî, Bakî, Nev'î, Hayalî, Rûhî, Zatî, Piganî, vb. şairler yetişmiştir. Tasavvufi Türk halk edebiyatı alanında da Üftade, Ahmedi Sârban, Ümmî Sinan ve Pir Sultan Abdal ilk akla gelen adlardandır. Bu yüzyılda elimizde fazla şiiri olmayan pek çok âşık yetişmiştir: Ahmetoğlu, Armutlu, Bahşî Bahşîoğlu, Çırpanlı, Dalışman, Geda Muslu, Hayalî, Hızıroğlu, Karaoğlan, Karaca Oğlan, Köroğlu, Kul Çulha, Kul Mehmet, Kul Pirî, Oğuz Ali, Ozan, Öksüz Dede, vb Kul Mehmed I. Ahmed devri vezirlerinden Üveys Paşa mn oğludur. Muhassıl (bir çeşit vergi toplama memuru) olarak Aydm a görevlendirilmiştir. Bu yüzyılda baş gösteren Celalî ayaklanmalarını bastırmakla görevlendirilmişse de buna ömrü yetmemiştir. Babasının paşa olması, hece vezninin yanında aruz vezniyle de şiirler yazması, onun iyi bir eğitim aldığını göstermektedir. Öksüz Dede Hayatı hakkmdaki tek bilgiyi babasının ağzından, Şah İsmail in torunu Haydar Mirza yı anlattığı şiirinden öğreniyoruz. Öksüz Dede bir ordu şairidir ve III. Murad döneminde hayattadır. 107

108 17. Yüzyıl 17. yüzyıl âşık şiirinin altın dönemidir. 17. yüzyıldan sonra divan şiiri ile âşık şiiri arasında bir yakınlaşma görülmektedir. Bazı âşıkların şehirlere gelip yönetimden sınırlı da olsa destek görmeleri, medrese ve divan kültüründen etkilenmeleriyle, kalem şuarası adı verilen divan şiirinin taklitçileri diye niteleyebileceğimiz yeni bir âşık topluluğu oluştu. Bunlar genellikle saz çalmayı bilmezdi. Bu âşıklar, âşık geleneği ile divan şiiri arasında bir tür köprü işlevi görmüşlerdir. 17. yüzyılda 16. yüzyıla göre daha çok âşık yetişmiştir. Yüzyıla damgasını vuran âşıkların küçük bir bölümü de Garp Ocakları âşıklarıdır. 17. yüzyılda âşık edebiyatı gelişimini tamamlamıştır. Bu yüzyıl âşık edebiyatı için altın çağdır. Osmanlı Devleti nin geniş sınırları içerisinde binlerce âşık yetişmiştir. Bu âşıkların bir bölümü, orduyla birlikte savaşa katılarak askerlerin cesaretini arttırdığı gibi diğer zamanlarda da onları eğlendirmiştir. Âşıklar, 17. yüzyıldan sonra teşkilatlanmış, geleneksel âşıklık gezileri diye adlandırılan seyahatleri yaygınlaşmıştır. 17.yüzyılda âşıkların en büyükleri yetişmiştir. Âşıklık geleneği bu yüzyılda gelişerek şekilde, türde, konuda mükemmeli yakalamıştır. Âşıklar, âşıklık geleneği kurallarını belirleyerek bunlara uyulmasını sağlamışlardır. Âşık edebiyatı, kendi geleneği içinde klasikleşmiş bir edebiyat olduğu için âşıkların söyleyişlerindeki benzerlik, divan şiirinde olduğu gibi geleneğe uyma zorunluluğundandır. Bu da şiirlerin karışmasına neden olmuştur. Âşıklar âşık, kul, öksüz gibi sıfatları kullanmaya başlamışlardır. Bir kısım âşıklar; yeniçeriler, sipahiler, leventler gibi askerî topluluklar arasından yetişmiştir. Yüzyılın ikinci yarısından sonra görülen diğer âşıklarsa daha çok büyük yerleşim merkezlerinde yaşamış divan şiirinin çevresinde bulunmuş âşıklardır. Bunların en önemli temsilcileri; Âşık Ömer, Gevheri ve Katibî dir. Aruz ölçüsü bildikleri gibi, belli ölçüde Öğrenim görmüşlerdir. Aralarında saz çalmayı bilmeyenler bulunsa da genellikle saz çalarlar. Bu dönemde bazı divan şairleri hece ölçüsüyle şiir yazmayı denemişlerse de divan edebiyatının âşık edebiyatı üzerinde etkisi daha fazla olmuştur. Bu etki daha sonraki yüzyıllardaki Erzurumlu Emrah, Dertli, Bayburtlu Zihnî ve Şem i gibi âşıklarda açıkça görülür 17. yüzyılın önde gelen şairleri: Karacaoğlan, Âşık Ömer, Âşık Gevheri, Âşık Ercişli Emrah, Âşık Kayıkçı Kul Mustafa, Âşık Kuloğlu, Âşık Gazi Haşan ve Âşık Kâtibi dir. Karacaoğlan 1606 doğduğu, 1679 da ya da 1689 da öldüğü sanılmaktadır. Yaşamı üstüne kesin bilgi yoktur. Bugüne değin yapılan inceleme ve araştırmalara göre 17.yy da yaşamıştır. Nereli olduğu üstüne değişik görüşler öne sürülmüştür. Şiirlerinden edinilen bilgilerden çıkarılan, onun Çukurova da doğup, yörenin Türkmen aşiretleri arasında yaşadığıdır. Şiirlerindeki insana dönüklüğünün özünde belirgin olan tema doğa ve aşktır. Ayrılık, gurbet, sıla özlemi, ölüm ise şiirinin bu bütünselliği içinde beliren başka temalardır. Duygulanışlarını gerçekçi biçimde dile getirir. 108

109 Düşündüklerini açık, anlaşılır bir dille ortaya koyar. Acı, ayrılık, ölüm temalarını işlediği şiirlerinde de bu özelliği göze çarpar. Düşten çok gerçeğe yaslanır. Çıkış noktası yaşanmışlıktır. Ona göre, kişi yaşadığı sürece yaşamdan alabileceklerini almalı, gönlünü dilediğince eğlendirmelidir. Yaşama sevincinin kaynağı güzele, sevgiliye ve doğaya olan tutkunluğudur. Güzelleri, yiğitleri över, dert ortağı bildiği dağlara seslenir. Lirik söyleyişinin özünde, halkının duyuş ve düşünüş özellikleri görülür. Karacaoğlan yaşadığı çağda yetişmiş başka saz şairlerinin tersine, dil ve ölçü bakımından divan edebiyatının etkisinden uzak kalmıştır. Güneydoğu Anadolu insanının o çağdaki günlük konuşma diliyle yazmıştır. Kullandığı Arapça ve Farsça sözcüklerin sayısı azdır. Yöresel sözcükleri ise yoğun bir biçimde kullanır. Etkileyici bir dil ve duygu evreni kurduğu şiirleriyle Türk halk şiiri geleneğinde çığır açmıştır. Karacaoğlan, Türk âşık edebiyatına yepyeni bir söyleyiş biçimi getirmiştir. Kendisinden sonra gelen birçok ozanı derinden etkiledi. Bu olumlu etkiler günümüz Türk şiirine kadar uzanır. Çağdaşı olan Gevheri ile sanki karşılıklı olarak şiir söylemişler edasıyla kayıtlara geçen şiirler aslında bir meraklısı tarafından bir araya getirilmekten öte bir değer taşımamaktadır. Karaca oğlan rn Şiirlerinde Geçen Tarihî Olaylar Karaca Oğlan ın bazı şiirlerinde Halep in fethi, Nemse Kralı ve Acem Şahı na savaş açılması, vb. olayların da ele alındığı görülür. Onun turnalar redifli bir koşmasından hareket eden bazı araştırıcılar âşığımızın tarih olaylarıyla ilgilendiğine de işaret etmektedirler. Karaca Oğlan ın şiirleriyle Ercişli Emrah, Aşık Kerem, Aşık Sefer Ali (Azerbaycan), Kayıkçı Kul Mustafa, Gündeşlioğlu, Gevherî, Aşık Ömer, Dadaloğlu, Erzurumlu Emrah, vb. âşıkların bazı şiirleri karışmıştır. Hayatı ve şiirlerine bağlı olarak oluşan bazı hikâyeler vardır. Bunlar arasında en önemli si, Radloff tarafından derlenen Karaca Oğlan ile Ismikan Sultan dır. Ayrıca Azerbaycan da Gul Mahmut, Türkiye de Nar Mahmut veya Han Mahmut adlarıyla bilinen hikâyeler halk hikâyesi özelliği gösterirken, diğer metinler daha çok bir türkünün hikâyesi gibidir. Karaca Oğlan ile ilgili olarak anlatılan birkaç da efsane vardır. Bugün Mersin ilinin Mut ilçesinin Çukur (Karacaoğlan) köyünde mezarının olduğuna inanılan Karaca Oğlan ve Ka raca Kız ın mezarlarında, cuma geceleri ışık görülmektedir. Başka bir efsaneye göre de; Karaca Oğlan, Mersin ilinin Tarsus ilçesindeki Ashab-ı Kehf Mağarası na girdikten sonra kaybolmuştur. Bir başka rivayete göre ise o, Kahramanmaraş ilinin Elbistan ilçesinde sa zını bir çam ağacına asmış ve bir daha gö-rülmemiştir. Türk âşık şiirinde hakkında en çok bildiri sunulan, makale ve kitap yayımlanan âşık Kara ca Oğlan dır. Karaca oğlan ın şiirleri, İngilizce, Fransızca, Almanca, Rusça, Macarca, Sırp-Hırvatçası, İsveççe, vb. dillere çevrilmiştir. Karaca Oğlan özellikle Çukurova yöresinde yetişen âşıkları (Dadaloğlu, Gündeşlioğlu, Deli Boran, Beyoğlu, vb.) etkilemiştir. Çağdaş şairlerden Rıza Tevfik, Cahit Külebi, Ülkü Tamer, Melih Cevdet Anday vb. de Kar aca Oğlan dan etkilenmişlerdir. Sonuç olarak Karaca Oğlan XVII. yüzyılda Çukurova da yaşamış bir saz şairidir. 109

110 Âşık Ömer Doğum yeri ve tarihi kesin olarak bilinmemektedir yılında doğduğu tahmin edilmektedir. Şiirlerinden birinde Vatan-ı aslimiz Aydın ilidir. diyen şairin bir ordu şairi olduğu ve Bursa, Varna, Bağdat, Sinop ve Kırım gibi pek çok yeri dolaştıktan sonra, ailesi ile birlikte Konya nın Hadim ilçesine bağlı Gözleve ye yerleştiği tahmin edilmektedir. İstanbul da 1707 yılında vefat ettiği ve Yemiş İskelesinde bir türbeye gömüldüğü rivayet edilir. Âşık Ömer, halk şairleri arasında en çok okunan ve kendisinden sonra gelenlerin isminden çok bahsettikleri bir şairdir. Eserlerinden onun iyi bir tahsil gördüğü ve Farsça bildiği, Mevlana nın Mesnevi sini, Hafız ın Divan ını okuduğu anlaşılmaktadır. İlk şiirlerinde divan şairlerini taklit hevesiyle Adli mahlasını kullanmış, daha sonra Ömer mahlasını benimsemiştir. Edebi kişiliği divan ve halk şiirinin ortak etkileri altında geliştikçe bir yandan aruzla nazım tekniği kusurlu, hayalleri aşınmış da olsa tevhit, naat, kaside, gazel vb. yazmış, bir yandan da asıl ün kazandığı koşma, semai, varsağı ve destanlar meydana getirmiştir. Şiirleri Âşık Ömer Dîvanı nda toplanmıştır. Âşık Gevheri 17. yüzyılın ikinci yarısıyla 18. yüzyılın ilk yarısı arasında yaşadı. Hayatı hakkında kaynaklarda sınırlı bilgiler bulunmaktadır. Asıl adı Mehmet ya da Mustafa. Nereli olduğu da kesin olarak bilinmiyor. Kırımlı, İstanbullu ya da devşirme olduğu yolunda tahminler vardır. Şiirlerinden iyi bir Öğrenim gördüğü anlaşılıyor. Hem hece hem aruzla şiir yazmıştır. Ancak heceyle yazdığı şiirlerde daha başarılıdır. Aruz ölçüsüyle yazdığı divanlar ve müstezatlar; heceyle yazdığı koşma ve s eri kadar Türkçenin zenginliklerini ve inceliklerini taşımaz. Gevheri birkaç şiiri dışında sosyal konulara hiç değinmemiştir. Şiirlerindeki en önemli tema diğer saz şairlerinde olduğu gibi aşktır. Musiki ile ilgilenmiş, besteler yapmıştır. Kendi adıyla anılan bir de makam bulmuş- tur.(gevheri Makamı) Âşik Ercisi! Emrah 17.yüzyılın ilk yarısında yaşadığı sanılan Ercişli Emrah, Erciş kafesine bağlı bir Karakoyunlu köyü olan Egans ta doğmuştur. Erciş kalesinin başbuğu Miroğlu nun sazcısı Âşık Ahmet in oğludur. Emrah ve Selvihan adlı halk hikâyesinin erkek kahramanıdır. Genç yaşta Miroğlu nun kızı Selvihan a âşık olarak sevgilisinin ardından İran ve Azerbaycan ın batı kesimlerini gezmiş, gördüklerini duru bir Türkçe ile anlatmıştır. Âşık Kayıkçı Kul Mustafa Gençliğinde "Garp ocakları nda bulunduğu için Kayıkçı lakabını almıştır. Eserlerinden 1609 dan önce şiir söylemeye başladığı 1659 dan sonraki, bir tarihte öldüğü tahmin edilebilir. IV. Murat ın Bağdat kuşatması sırasında şehit olan Genç Osman adlı bir asker için söylediği Genç Osman Destanı en önemli eseridir. 18. Yüzyıl 17.yüzyılın âşıkları siyasal tarihimizde çok önemli olaylar olmasına rağmen 17. yüzyılda yetişen usta âşıkların gücüne ulaşamamışlardır. 110

111 Âşık edebiyatı gerilemeye başlamıştır. Buna rağmen âşıklar, divan şairlerine göre daha canlı daha hayati konulara yönelen şiirler yazmışlardır. Yüzyılda âşıklar, etkilerini ve varlıklarını sürdürmüşlerdir. Divan edebiyatının etkisinde kalarak kusurlu biçimde aruzu kullanan âşıkların sayısı artmıştır. Bu dönemde kahvehanelerde, bozahanelerde, meyhanelerde ve panayırlarda ellerinde sazlarıyla şiirler söyleyen âşıklık geleneğinden yetişme âşıklara her yerde rastlanıyordu. Âşıklık, bu yüzyılda çok yaygınlaşmıştır. Hatta aruz ölçüsüyle şiirler yazan âşıklara şuara tezkirelerinde bile rastlanmaktadır. Nedim in hece vezniyle bir türkü yazması bu ilginin bir kanıtıdır. Bu dönemde âşıkların değeri her kesimde bilinmeye başlamış ancak önemli bir âşık yetişmemiştir. Bu yüzyılda siyasî tarihimizin önemli olayları olmasına rağmen büyük âşık çıkmamıştır. 18. yüzyılda sosyal konular üzerine yazılan destan ve koşmalar ayrı bir önem taşır. Yüzyılın önde gelen âşıklarını şöylece sıralayabiliriz: Abdî, Agâh, Agahî, Âşık Ali, Âşık Bağdadî, Âşık Derunî, Âşık Halil, Âşık Kamil, Âşık Nigarî, Âşık Nuri, Âşık Ravzî, Âşık Sadık, Âşık Said, Hocaoğ- lu, Hükmî, Kabasakal Mehmet, Kara Hamza, Katibî, Kıymetî, Küsadî, Levnî, Mağripoğlu, Nakdî, Neşatî, Rıza Seteroğlu, Sırrı, Süleyman, Şermî, Talibî vd. 19. Yüzyıl Âşık edebiyatı 19. yüzyılda daha büyük önem kazanmıştır. Divan edebiyatında mahallileşme akımı artarken, diğer yandan âşık şiiri divan edebiyatı etkisine daha fazla girerek halktan ve halk zevkinden uzaklaşma eğilimi göstermeye başlamıştır. Âşıklar, Âşık Ömer ve Gevheri etkisinde kalarak aruz ölçüsünü, divan şiirinin nazım şekillerini daha çok kullanmaya başlamışlardır. Hece ölçüsüyle yazdıkları şiirlerde de daha çok Arapça ve Farsça kelime, terkip ve tamlamalar kullanmaya başlamışlardır (Köprülü, 1962: 524). Âşık edebiyatı ve divan edebiyatı 19. yüzyılın ikinci yarısında toplumdaki değişim ve gelişime paralel olarak gerileyip gelenekten uzaklaşmaya başlamıştır. Sultan Abdülaziz döneminde Bektaşî tekkelerinin tekrar açılmasıyla geçici bir gelişme göstermiş; fakat bu, eski sanat şekillerine dönmeye yetmemişti. Büyük şehir merkezlerindeki âşık kahvelerinin yerini tutmaya çalışan semâi kahveleri gelenekten kopmuş eski ortak özelliğini kaybederek, dar bir çevreye seslenen bir zümre edebiyatı karakteri almaya başlayan âşık edebiyatının eski canlılığını kazanmasına yetmedi (Köprülü, 1962: 43). 19. yüzyılda âşık şiiri önemli bir gelişme gösterememiştir. Eski söylenenlerin tekrarı yapılmıştır. OsmanlI İmparatorluğunun her tarafında âşıkların sayısı artmış, âşık zümreleri oluşmuştur. 19. yüzyıl âşıkları hakkında diğer yüzyıllara oranla daha çok bilgi sahibiyiz. İmparatorluğun parçalanması, siyasî ve sosyal değişimler şiirin konularını etkilemiştir. Toplumun her kesiminde ve kurumlarında görülen köklü değişimlerden biri de 19. yüzyılda Tanzimat la ortaya çıktı. Batıda 18. yüzyılda ortaya çıkan Fransız İhtilali, bütün dünyayı sarstı. Milliyetçilik, özgürlük, eşitlik, hak, adalet gibi yeni kavramlar simgeleşti. Fransız İhtilali nin etkileri, 19. yüzyılın başında Osmanlı İmparatorluğu nda kendini göstermeye başlar. Bireyi ve toplumu derinden etkileyen ve yeni bir sanat, edebiyat anlayışı getiren bu dönem yine yüzü Batıya dönük, ama öncekilerden ayrı bir yolda oluştu. Batı uygarlığı etkisinde gelişen Türk edebiyatı, insana ve yaşama bakış açılarını değiştirerek dışa dönük konulara yöneldi. 19. yüzyılda İstanbul, âşık edebiyatının gelişmesi bakımından çok uygun bir çevre olmuştur. Bunda, II. Mahmut un âşıkları korumasının payı büyüktür. Âşıklık geleneği ve âşık edebiyatı yeniden canlanmıştır. 111

112 19. yüzyılın sonlarında büyük yerleşim merkezleri ve özellikle İstanbul daki kuvvetli âşıklık geleneği yerini başka bir geleneğe semâi kahvelerine bırakmıştır. Bu kahvelerde söz sahibi olan âşıklar artık gezginci âşık değildir. Meydan Şairleri de denen bu tarzın temsilcileri semâi kahvelerinde mâni, destan, koşma, divan, semâi, kalenderi gibi şiirler söylerlerdi. Ramazan, bayram ve Cuma geceleri semâi kahvelerinde büyük toplantılar olurdu. Bu yüzyılda âşıkların çoğu okuryazardır. Bazı âşıkların şiirleri klasik kalıplara uymasa da divan şeklinde basılmıştır. Okuryazar âşıkların yanı sıra eski geleneğe bağlı âşıklar dar çevrelerde şiir söyleyerek âşıklar, geleneğini sürdürmeye devam etmişlerdir. Yüzyılın önde gelen âşıklarını şöylece sıralayabiliriz: Âşık Şem i, Âşık Şenlik, Âşık Tahirî, Bayburtlu Celali, Bayburtlu Zihnî, Ceyhunî, Dadaloğlu, Deliboran, Dertli, Erzurumlu Emrah, Gedaî, Hızrî, Kamili, Kusurî, Meslekî, Minhacî, Muhibbi, Ruhsatî, Serdarî, Seyranî, Silleli Sururî, Sümmanî, Tokatlı Nuri, Tıflî, Bezmi, Devamî vd Dadaloğlu 19.yüzyılda yaşamış güney illerinin büyük şairi Dadaloğlu hakkında kesin bir bilgi yoktur. Dadaloğlu Toros dağlarında dolaşan göçebe Türkmen aşiretlerinin Av- şar boyundandır. Dadaloğlu kavga olmadığı zamanlar bir tabiat ve aşk şairidir. Her türlü güzelliğe vurgundur. Fakat asıl özelliği ve kudreti cenkler için yaptığı türkülerinde görülür. Yaşadığı çevrenin tarihi olayları onu bir cenk şairi yapmıştır. Belki de en güzel eserleri dağlarda dövüşler arasında kaybolup gitmiştir. Dadaloğlu büyük bir halk şairidir. Şiirlerinde kudretli bir sanat ifadesi görülür. İlgilendiği olaylar dolayısıyla hem bir devrin tarihini hem de bir toplumun duyuş ve düşüncelerini yaşatmıştır. Bu bakımdan Dadaloğlu edebiyatımızın dikkatle üzerinde durulmaya değer şairlerinden biridir. En çok bilinen şiirlerinden bir tanesi Avşar Elleri dir. 19. yüzyıl halk şairlerinden Dadaloğlu, divan şiirinden etkilenmemiş, böylece aynı yüzyıldaki halk şairlerinden ayrı yol izlemiştir. Erzurumlu Emrah Yaşamı üstüne yeterli bilgi yoktur. Erzurum yakınlarında Tanbura köyünde 1777 ( ) de doğduğu sanılıyor. Şiirlerinde aşk, ayrılık, gurbet ve yaşadığı devirden şikâyet gibi temaların yanında tasavvufi unsurlarda önemli bir yer tutar. Divan şairlerini taklit eden aşığın şiirlerinde Fuzuli, Baki ve Nedim in etkileri görülür. Birçok şiirini aruzla yazmıştır. Aruzla yazdığı şiirlerinde vezin hataları ve dil hataları göze çarpar. Asıl başarısını halk geleneğini sürdüren heceyle söylediği şiirlerde gösterdi. Özellikle koşma ve s eriyle halk arasında haklı bir üne erişti. Şiirleri birkaç defa basılmıştır. 112

113 Dertli Bolu ile Gerede arasında Yeniçağ bucağının Şahnalar köyünde 1772 yılında doğan Dertli, 1845 yılında Ankara da ölmüştür. Mezarı Gerede yakınlarında Esen- tepe dedir. Sonradan anayol üzerinde bir tür Anıtmezar yapılmıştır. Dertli nin ilk takma adı Lütfi dir. Genellikle, kullandığı Dertli takma adının yaşamının güçlüklerinden geldiği söylenir. Dertli hem aruz, hem hece ölçülerini kullanmıştır. Divanı vardır. Ancak, asıl ününü, ozanlık değerini hece ölçüleriyle yazdığı şiirlerinde göstermiştir. Bektaşi dir. Tekke ve divan edebiyatını çok iyi bildiği şiirlerinden anlaşılır. Seyranî Seyranî, Kayseri nin şimdiki adı Develi olan Everek ilçesinde doğmuş, gene doğduğu yerde ölmüştür. Yoksul bir mahalle imamı olan Cafer Hocanın oğludur. Asıl adı Mehmet tir. Bir saptamaya göre, 1807 yılında doğmuş, 1866 yılında ölmüştür. Seyranî nin yaşamı acılarla, yoksulluklarla geçmiştir. Yaşamı böyledir de Seyranî, bütün bunlara karşın yaşama sevincini hiçbir zaman yitirmemiştir. Yoksulluğunu, çektiği acıları, dik kafalı bir ozan oluşuna bağlamak da, pek yanlış olmaz. Seyranî nin yaşadığı dönemde ülkede de birtakım değişiklikler, yenilikler başlamıştır. Çağdaş okullar açılmaya, yeni mahkemeler kurulmaya başlamış, ülkeye telgraf gelmiş çeşitli yenileşme çabalan gözlenir olmuştur. Bütün bunları Seyranî nin yakından izlediğini, halkın üzerindeki etkileri gözlediğini, şiirlerinden, çıkarma olanakları vardır. Bu bakımdan Seyranî, kendisinden önceki ozanlar gibi alışılmış konu sınırlarını aşan, çağdaş olayların, oluşumların içine girmeye çalışan, bunları eleştirel gözle değerlendirmeye yönelen bir ozan olarak özellikle dikkati çekmektedir. Seyranî nin bu yergici, taşlamacı tavrının yanı sıra içtenlikli, duyarlılıklı bir yanı olduğu da görülüyor. Bayburtlu Zihni Zihnî nin asıl adı Mehmed Emin (Muhammed Emin) dir. Hece ve aruz vezniyle yazdığı bütün şiirlerinde Zihnî mahlasını kullanmıştır. Rüyada bir zat kendisine Zihnî diye hitap ettiği için âşık, bu mahlası almıştır. Hem aruz hem de hece vezniyle şiirler yazan Zihnî, sağlığında divan tertip ederek bunu saraya sunan ender halk şairlerindendir. Aruz vezniyle yazdığı şiirleri daha çok olmasına karşılık, hece ile yazdığı koşma ve destanlarıyla ünlenmiştir. Aşıklık ve şairliğinin yanında iyi bir nesir yazarıdır. Gazellerinde Fuzûli, Bakî, Nedîm, Şeyh Galip, Erzurumlu Sıdkî, Vecdî ve Hamdînin etkisi görülür Zihnî Doğu klasiklerine hâkim bir şairdir. Mevlâna ve Câmî ye nazireler yazmıştır. Divan-ı Zihnî: Oğlu Ahmet Revayî tarafından 1293/1876 tarihinde İstanbul da yayımlanmıştır. Eser, 160 sayfalık mürettep bir divan kabul edilirse de önemli fark-lılıklar vardır. Sergüzeştnâme-i Zihnî: Yazma hâlinde olan eserin 11 nüshası tespit edilmiştir. Onun ününü artıran destanları bu eserin sonundadır. 113

114 Kitab-ı Hikâye-i Gâribe: 27 varaklık bir eser olup, Bayburt beylerinden Abdullah ın 18 yıllık hayatının hikâyeleştirilmiş şeklidir. Eser, Saim Sakaoğlu ve Ahmet Sevgi tarafından 1992 yılında yayımlanmıştır. Bu eserin Türk romanına geçiş aşa-masında önemli bir yeri vardır Çıldırlı Âşık Şenlik Aşık Şenlik, Ardahan ilinin Çıldır ilçesinin Suhara (Yakmsu/Şenlik- köy) beldesinde doğmuştur. Şenlik in hayatını üç safhada değerlendirmek gerekir. Buna göre birincisi, saz çalmasını bilmeyen Şenlik, İkincisi saz çalabilen ve türkülerini saz eşliğinde söyleyebilen Şenlik, üçüncüsü ise sazı çıraklarına çaldırtan tarikat mensubu Şenlik tir. Türk edebiyatına 180 kadar şiirin yanı sıra üç de güzel hikâye (Latif Şah, Salman Bey, Sevdakâr Şah) bırakan Şenlik in şiirleri arasında yer alan divanî, koşma, destan, geraylı ve sicillemeleri yeniliklerle doludur. Şiirlerinde Terekeme/Karapapak ağzının izleri sıkça görülür. Sümmânî Erzurum ilinin Narman ilçesinin Samikale köyünde doğmuştur Badeli âşıklarımızdandır. Rüyasında karşılaştığı Gül- peri yi bulabilmek için Kafkasya, İran, Kırım ve Afganistartı gezip dolaşmıştır. Deprem Destanı adlı eseri önemlidir. 20. Yüzyıl 19.yüzyılda âşıklık geleneği eski önemin kaybetmeye başladı. Cumhuriyetten sonra sosyal hayattaki değişmeler âşık edebiyatını olumsuz yönde etkilemiştir. Yeni iletişim araçlarının ortaya çıkışı, sanayileşme, tekke ve medreselerin kapatılması sistemin değişmesiyle âşıklar zümresi yavaş yavaş ortadan kalkmaya başlamıştır. Yüzyılın başlarında, geleneğe bağlı olarak şiirler söyleyen âşıklar önce şiirlerine ad vererek gelenekte ilk değişikliğe gitmişleridir. Cönklerde türkü, koşma gibi genel adlarla anılan şiirler, artık konularına uygun adlarla anılmaya başlarlar de kurulan Türk Halk Bilgisi Derneği, yaptığı çalışmalarla âşık edebiyatının tanınmasında etkili olmuştur. Halk evlerinin kuruluşu, derleme çalışmalarının başlaması halktaki değerlerin ortaya çıkmasında etkili olmuştur. Ahmet Kutsi Tecer in isteğiyle 1931 yılında Sivas ta düzenlenen Halk Şairleri Bayramına katılan Âşık Veysel, âşık edebiyatının tanınmasını sağlamıştır. Âşık edebiyatı önceleri radyo programlarıyla, sonra plak ve kasetlerle, arkasından televizyon aracılığıyla, asrın son yıllarında ise cd lerle ülkenin her yerinde okuyucunun hizmetine sunulmuştur. Buna rağmen âşık edebiyatı önceki yüzyıllara göre geniş kitlelerden kabul görmemiştir. Geleneğin hızla geçirdiği değişim ve yetişen âşıkların geleneği yeterince temsil edememesi bu duruma gerekçe olarak gösterilebilir. Günümüzde âşıklar aşk, ayrılık, gurbet, ölüm, tasavvuf gibi geleneksel konuların yanında özgürlük, adalet, demokrasi, cumhuriyet, Atatürk, eğitim gibi sosyal ve politik konuları da şiirlerinde işlemektedirler. 20.yüzyılın önemli sanatçıları: Âşık Veysel, Âşık Ali İzzet, Âşık Murat Çobanoğlu, Âşık Reyhanî, Âşık Şeref Taşlıova, Âşık Ferrahi, Âşık Mehmet Yakıcı dır. Ayrıca bu yüzyılda yetişen kadın âşıklar da şunlardır: Nevcivan, Özmerih, Sanca Kız, Döne Sultan, Şah Turna, Âşık Nurşah. 114

115 XX. yüzyıl, âşık şiirinin çok güçlü olduğu bir dönemdir. Önemli aşıklar bölgelere göre aşağıdaki şekildedir. Âşık Veysel Şatıroğlu Âşık Murat Çobanoğlu Âşık Osman (Feymânî) Âşık Veysel Sivas a bağlı Şarkışla ilçesinin Sivrialan Köyünde 1894 yılında dünyaya geldi. Çocukken çiçek hastalığı yüzünden bir gözünü, daha sonra bir kaza sonucu diğer gözünü kaybetti. Yetmiş yıl karanlık bir dünyada yaşadı. İki kez evlendi. 7 çocuğu oldu. 21 Mart 1973 te Sîvrialan da yaşamını yitirdi. Saz çalmayı Öğrendi. Yunus Emre, Pir Sultan Abdal, Karacaoğlan, Emrah, Dadaloğlu gibi halk ozanlarından etkilenerek türkü yorumu ve sazda ustalaştı. Anadolu yu kent kent dolaşıp şiirlerini sazıyla seslendirdi. Köy Enstitüleri nde saz ve halk türküleri dersleri verdi. En güzel şiirlerinden bazılarını ölümünden hemen önce yazdı. Şimdi Şarkışla da her yıl adına bir şenlik yapılır. Türkçesi yalındır. Dili ustalıkla kullanır. Tekniği gösterişsiz ve nerdeyse kusursuzdur. Yaşama sevinciyle hüzün, iyimserlikle umutsuzluk şiirlerinde iç içedir. Doğa, toplumsal olaylar, din ve siyasete ince eleştiriler yönelttiği şiirleri de var. Şiirleri, Deyişler (1944), Sazımdan Sesler (1950), Dostlar Beni Hatırlasın (1970) isimi kitaplarında toplandı. Ölümünden sonra Bütün Şiirleri (1984) adıyla eserleri tekrar yayınlandı. Â şık Ali İzzet 1902 yılında Şarkışla nın Üğük köyünde doğdu. Belli bir öğrenim görmedi. Âşık Sabri den saz dersleri aldı. Ve küçük yaşlarda âşık oldu. 22 yaşında Adana ya giderek Çukurovalı âşıklarla karşılaşmalar yaptı. Uzun yıllar yurdun çeşitli yerlerinde gezip dolaştı. Pek çok şiir söyledi. 500 ü aşkın şiiri vardır ve şiirlerini çıkardığı kitaplarda toplamıştır. Bazı türküleri de sanatçılar tarafından plağa okundu. Bunlar arasında Şu Sazıma Düzen Ver, Mühür Gözlüm. Âşık Ali İzzet Özkan Konya da yapılan Türkiye âşıklar bayramına katılmıştır. Âşık 1981 yılında bu dünyadan göçüp gider. 115

116 Âşık Murat Çobanoğlu 1940 ta Kars ın İstasyon mahallesinde doğdu. Murat Çobanoğlu Artvin, Konya, Erzurum ve Mut ta yapılan yarışmalarda dereceler aldı. Özellikle atışma dalında başarı gösterdi. Sık sık radyoda ve televizyonda -değişik konularda- söyledi. Saza egemenliği, ulusal duygularının güçlülüğü ve kendine özgü sesiyle ilgi çekti Kars ta Çobanoğlu Halk Ozanları KahvesF ni açıp işletti. Yurt içinde ve dışında düzenlenen bazı şenliklere katıldı e kadar Devrani, 1967 ye kadar Ya nani, ondan sonra da Çobanoğlu takma adını kullandı. Çobanoğlu na ilişkin Ali KafkasyalInın hazırladığı Âşık Murat Çobanoğlu, Hayatı-Sanatı Eserleri adlı bir kitap bulunmaktadır. 26 Mart 2005 tarihinde Ankara da vefat etti ve memleketi Kars ta toprağa verildi. Kars Belediyesi her sene Mayıs tarihlerinde anısına Murat Çobanoğlu Âşıklar Bayramı düzenlemektedir. Âşık Şeref Taşlıova 10 Nisan 1938 de Kars a bağlı Çıldır ilçesinin Gülyü- zü köyünde dünyaya geldi yılında, Çıldırlı Âşık Şenlik in oğlu Âşık Kasım dan âşıklık geleneği üzerinde ilk bilgileri aldı yılında Kars Radyosu na girerek Âşıklarla isimli programlar yapmaya başladı ve bu tür radyo programı çalışmaları aralıksız on yıl devam etti yılından itibaren, Konya da düzenlenen Türkiye Âşıklar Bayramı (39 yıl) ve Uluslararası İstanbul Festivali (21 yıl) gibi ülke çapında sürekli olarak organize edilen programlara aralıksız katıldı. Yurt içinde ve yurt dışında düzenlenen birçok festival, program ve organizasyonlara katıldı: 1987 yılında, Marl Belediyesinin resmi davetlisi olarak Almanya ya gitti. UNESCO nun 1988 de hazırladığı Dünya Sanat Dizisi nde, Türkiye deki âşıklık geleneğini temsil etme görevi Şeref Taşlıova ya verildi. Birincisi Kasım 1989 da, İkincisi 4-7 Temmuz 1996 da, üçüncüsü de 1-13 Temmuz 2005 tarihleri arasında Ingiltere de düzenlenen Uluslararası Hikâye Anlatma Festivali ne (International Story Telling Festival) katıldı Haziran 1996 tarihinde Danimarka da yapılan ve 24 ülkenin iştirak ettiği Vikinglerin Doğuş Günü ve Gün Dönümü Geleneği Festivali nde Türkiye yi temsil etti. Singapur da, 1996 yılında düzenlenen festival bu alanda katıldığı diğer bir uluslar arası organizasyondur. Bugüne kadar altın ve gümüş olarak 145 madalya, 120 plaket ve şilt, 180 taktir-teşekkür belgesi kazandı. Yurt içindeki üniversitelerde hakkında hazırlanan mezuniyet ve yüksek lisans tezlerinin yanı sıra; Amerika Indiana Üniversitesi tarafından 1983 te, Almanya Berlin Üniversitesi tarafından 1987 de, Anadolu âşıklık geleneğinin temsilcisi olarak şiirleri derlendi. Ulusal ve uluslararası nitelikte düzenlenen folklor ve halk edebiyatı sempozyum ve kongrelerinde tebliğler sundu. Şiirleri ve çeşitli konularda kaleme aldığı yazıları, Kars Eli, Türk Edebiyatı, Çağrı, Millî Kültür, Pınar, Kemalist Atılım, Türk Dili, İnanç, Güneysu, Maya, Tarla, Gülpınar, Çoruh, Türk Folklor Araştırmaları, Halk Evleri, Meşale, Erciyes, Yeni Çizgi, Köz, Türk Folkloru, Kök, Ana gibi edebiyat tarihimizde önemli yere sahip dergilerle, çeşitli ansiklopedi ve antolojilerde neşredildi. Yurt içinde olduğu gibi, yurt dışında yayımlanan gazetelerde de hakkında yazılar yazıldı. Türkiye ve Avrupa da toplam olarak kırka yakın plak ve ses kaseti yapılmıştır. Kültür Bakanlığı tarafından Gönül Bahçesi isimli bir şiir kitabı 1990 yılında yayımlandı. 116

117 Prof. Dr. Fikret Türkmen, Nail Tan ve Dr. M. Mete Taşlıova tarafından hazırlanan Âşık Şeref Taşlıova dan Derlenen Halk Hikâyeleri isimli kitap, Türk Dil Kurumu tarafından, 2008 yılında yayımlandı. Dr. M. Mete Taşlıova tarafından hazırlanıp, 2006 yılında Millî Eğitim Bakanlığına yayımlanması için sunulan Âşık Şeref Taşlıova Hayatı ve Şiirleri isimli kitap ise neşredilmeyi beklemektedir İlk olarak 1971 yılında sanat elçisi olarak resmi görevlendirmeyle başlayan yurt dışı gezileri; Hollanda, Belçika, Lüksemburg, Fransa, İsviçre, İsveç, Avusturya, Danimarka, Almanya, İngiltere, Singapur, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, Kırgızistan, İran ve Türkmenistan gibi ülkelere toplam olarak yirmi beş defa gerçekleşti yılında, Atatürk ün doğumunun yüzüncü yılı nedeniyle, TRT nin düzenlemiş olduğu Atatürk konulu şiir yarışmasında, güzelleme dalında Biri Anadolu Biri Atatürk isimli şiiriyle Türkiye birincisi oldu. Ayrıca, buna benzer birçok dalda şiirleri birincilik ödülleri kazandı yılında, Türk Dil Kurumu, Karaman Valiliği ve RTÜK işbirliği ile organize edilen Türk Diline Hizmet Ödülü ne layık görülmüştür de faaliyete başlayan Türkiye Musiki Eseri Sahipleri Meslek Birliğinin kurucu üyesidir. UNESCO Somut Olmayan Kültürel Miras çalışması kapsamında, Türkiye de yapılan 2 yıllık araştırma tamamlandı. Şeref Taşlıova, âşıklık geleneği temsilcisi olarak UNESCO Yaşavan İnsan Hâzinesi seçildi. 14 Ocak 2010 tarihinde İstanbul da Lütfi Kırdar Kongre Merkezi nde yapılan törenle ilan edildi. Âşık Osman (Taşkaya) Feymânî 2 Mayıs 1942 tarihinde Osmaniye ilinin Kadirli ilçesinin Afşarlar ( Azaplı) köyünde doğmuştur. İlkokulu köyünde okumuştur. Askerlik görevini Balıkesir ve Tekirdağ da tamamladıktan sonra, tekrar köyüne dönerek çiftçiliğe başlamıştır. Osman Taşkaya, daha çok Doğu Anadolu Bölgesi âşıklarında görülen usta- çırak ilişkisi geleneğinde yetişmemiştir. Ancak onun âşıklığa başlamasında ve yetişmesinde kaymbabası Aşık Deli Hazım (Hazım Demirci), Aşık Hüdaî ve Aşık Kııl Mustafa'nın etkileri görülmektedir. O, Karaca Oğlan geleneğinden yetiştiği için, kendisinin manevî ustası olarak Karaca Oğlan ı kabul etmiştir. Yazdığı ilk şiirlerini Kadirliden Aşık Mehmet Cihangiroğlu na göstermiş, Cihangiroğlu da ona eksiklerini öğretmiştir. Bu sebepten yetişmesinde Aşık Mehmet Cihangiroğlu nun emeği azımsanamaz. Âşık Osman Taşkaya nın yanında Aşık Eyyubî, Aşık Hakkı Tannku- lu, Aşık Abdullah Gizlice, Aşık İmamî ve Aşık Vuslatîyetişmiştir. Âşık Osman Taşkaya ilk şiirlerinde Çoban Osman mahlasını kullanmıştır. Mah-lasını, 1964 yılında rüyasında iri yarı, koyu yeşil elbise giymiş bir zatın Feymânî diye seslenmesi üzerine almıştır. Aynı yaşlı zat Âşık Osman Taşkaya ya rüyasında bembeyaz akan sudan bir bardak içirmiştir. Ancak Âşık Osman Taşkaya rüyasında pirin verdiği mahlası unutmuştur. Bir yaz günü söğüt gölgesinde yattığı sırada rüyasına aynı yaşlı zat girmiş ve üç defa mahlasının Feymânî olduğunu bildirmiştir. Bu saatten sonra da bu mahlasla şiir söylemeye başlamıştır. Feymânî halk şiirinin sevilen türlerinden güzelleme, koçaklama, taşlama, nasihat, mektup, destan ve devriye tarzında yüzlerce şiir söylemiştir. Atışmaları başarılı olup, öğretici niteliktedir. 117

118 Şiirlerinde işlediği temalar arasında tabiat ve ormanın ayrı bir yeri vardır. Bu konuda yazılmış onlarca şiiri vardır. Şiirlerinde pek çok âşığın dile getirmediği konuları işlemiştir. Feymânî nin taşlamaları da ünlüdür. Hemen hemen her konuda taşlama söylemiştir. Feymânî, Çukurova âşıklık geleneği içerisinde önemli bir yere sahiptir. Ferrahî ile birlikte yörede saz eşliğinde şiir söyleyen ilk âşıktır. Yine Ferrahî ile birlikte nisbet î sini mahlasında o kullanmıştır. Sağlığında adına şenlikler yapılan ilk âşık olma özelliğine sahip olmuştur yılından bu yana Osmaniye Belediyesi ve Osmaniye Folklor Araştırma Derneği, Âşık Feymânî şenlikleri tertip etmektedir. Feymânî aynı zamanda iyi bir kaynak şahıstır. Bugün Çukurova âşıklığı, bozlak söyleme ve Karaca Oğlan geleneğinde kapısı çalınacak ilk âşık Feymânî dir. Çukurova dan şiirleri bestelenen (Ölüm yakamı tutma git, Ahu gözlüm) ilk âşık yine Feymânî dir. Feymânî halk şiirinin koşma, se-mai ve varsağı gibi türlerinde oldukça başarılıdır. Hemen hemen her konuda şiirler söylemiş, muamma çözmede de yeteneğini kanıtlamıştır. Şiirlerinden hareketle hayata bakış açısı hakkında bilgi edinebiliriz. Çok ince bir ruha sahip olan Feymânî için; Bir gönül âşığıdır. diyebiliriz. Bu nedenle şiirlerinde de bazı tasavvufi unsurlar ön plana çıkmaktadır. Halk Edebiyatında İlkler İlk alfabemiz : Göktürk Alfabesi Tekke şiirinin kurucusu : Ahmet Yesevi İlk Türk destanı : Alp Er Tunga Destanı İlk Türkçe yazılan kitap : Yusuf Has Hacip / Kutadgu Bilig İlk siyasetname : Yusuf Has Hacip/ Kutadgu Bilig Mesnevi tarzında yazılmış ilk eser : Y. H. Hacip / Kutadgu Bilig İlk didaktik şiir örneğimiz Kutadgu Bilig Aruzla yazılan ilk eserimiz : Kutadgu Bilig Türk adının geçtiği ilk Türkçe metin : Orhun Abideleri (Göktürk Kitabeleri) Biçim bakımından ilk türkü metnini yazan halk şairi Öksüz Dede 118

119 Halk Edebiyatında Enler Sîretü n nebî ler, genellikle mevlit olarak adlandırılmışlardır. 15. yüzyıl şairler inden Süleyman Çelebi nin Vesiletü n-necat adlı eseri bu türün en önemli örne klerindendir. Dinî-Tasavvufî Türk Edebiyatının Yûnus Emre den sonra en önemli temsilcileri nden biridir. Eşrefoğlu Rûmî; Anadolu nun Türkleşmesi ve Türklerin İslamiyet i hayat tarzı ha line getirmelerinde rol alan ve Anadolu da Mevlevilikten sonra Ehl-i Sünnet tari katlarının yayılmasında emeği geçen önemli mutasavvıflarımızdan biridir. Eşrefoğlu nun nesri, XIV-XV. yüzyıl Anadolu Türkçesinin en güzel örnekleri ara sında yer alır. XII. yüzyılda tasavvuf Türk halk edebiyatının en önemli temsilcisi Hoca Ahmed Yesevî dir. Karaca Oğlan ınhayatı ve şiirlerine bağlı olarak oluşan bazı hikâyeler vardır. Bunlar arasında en önemlisi, Radloff tarafından derlenen Karaca Oğlan ile Ismikan Sultan dır. Levnî XVIII. yüzyılın en önemli âşığıdır. Mani Anonim edebiyatın en yaygın türüdür. 119

120 Özhan Baba nın Yeni Türk Edebiyatı ve Eski Türk Edebiyatı Notlarını indirmedin mi? Eğer indirmediysen onları Özhan Baba dan isteyebilirsin. Çekinme, Özhan Baba cömerttir. Hazırladığı Özet, şifre ve slaytları paylaşır. İşte Yeni Türk Edebiyatı dersinden örnek bir kare. 120

İnci. Hoca GEÇİŞ DÖNEMİ ESERLERİ (İLK İSLAMİ ESERLER)

İnci. Hoca GEÇİŞ DÖNEMİ ESERLERİ (İLK İSLAMİ ESERLER) İnci GEÇİŞ DÖNEMİ ESERLERİ (İLK İSLAMİ ESERLER) Hoca ESERLERİN ORTAK ÖZELİKLERİ Hem İslâmiyet öncesi kültürü hem de İslâmî kültür iç içedir. Aruzla hece, beyitler dörtlük birlikte kullanılmıştır. Eserler

Detaylı

TÜRK EDEBİYATININ DÖNEMLERİ

TÜRK EDEBİYATININ DÖNEMLERİ TÜRK EDEBİYATININ DÖNEMLERİ İslamiyet Öncesi Türk Edebiyatı Sözlü Dönem Yazılı Dönem İslamî Dönem Türk Edebiyatı Geçiş Dönemi Divan Edebiyatı Halk Edebiyatı Batı etkisinde Gelişen Türk Edebiyatı Tanzimat

Detaylı

İslamiyet Öncesi Türk Edebiyatı

İslamiyet Öncesi Türk Edebiyatı İslamiyet Öncesi Türk Edebiyatı Türk edebiyatı İslamiyet öncesi Türk edebiyatı ya da Destan dönemi Türk edebiyatı, Türklerin İslamiyet'i kabulünden önceki dönemlerde oluşturdukları edebiyata verilen isimdir.[1]

Detaylı

İSLÂMİYET ETKİSİNDE GELİŞEN TÜRK EDEBİYATI İSLÂMİ İLK ESERLER SORU PROĞRAMI AHMET ARSLAN

İSLÂMİYET ETKİSİNDE GELİŞEN TÜRK EDEBİYATI İSLÂMİ İLK ESERLER SORU PROĞRAMI AHMET ARSLAN İSLÂMİYET ETKİSİNDE GELİŞEN TÜRK EDEBİYATI İSLÂMİ İLK ESERLER SORU PROĞRAMI AHMET ARSLAN 1) XI. Yüzyıl dil ürünlerinden olan bu eserin değeri, yalnızca Türk dilinin sözcüklerini toplamak, kurallarını ve

Detaylı

İSLAM UYGARLIĞI ÇEVRESINDE GELIŞEN TÜRK EDEBIYATI. XIII - XIV yy. Olay Çevresinde Gelişen Metinler

İSLAM UYGARLIĞI ÇEVRESINDE GELIŞEN TÜRK EDEBIYATI. XIII - XIV yy. Olay Çevresinde Gelişen Metinler İSLAM UYGARLIĞI ÇEVRESINDE GELIŞEN TÜRK EDEBIYATI XIII - XIV yy. Olay Çevresinde Gelişen Metinler OLAY ÇEVRESINDE GELIŞEN EDEBI METINLER Oğuz Türkçesinin Anadolu daki ilk ürünleri Anadolu Selçuklu Devleti

Detaylı

Zirve 9. Sınıf Dil ve Anlatım

Zirve 9. Sınıf Dil ve Anlatım Zirve 9. Sınıf Dil ve Anlatım İLETİŞİM, DİL VE KÜLTÜR 1. İletişim 2. İnsan, İletişim ve Dil 3. Dil Kültür İlişkisi DİLLERİN SINIFLANDIRILMASI VE TÜRKÇENİN DÜNYA DİLLERİ ARASINDAKİ YERİ 1. Dillerin Sınıflandırılması

Detaylı

DESTAN DÖNEMI TÜRK EDEBIYATI. Destan Dönemi

DESTAN DÖNEMI TÜRK EDEBIYATI. Destan Dönemi DESTAN DÖNEMI TÜRK EDEBIYATI Destan Dönemi SÖZLÜ DÖNEM GENEL ÖZELLIKLERI Bu dönem ürünleri tamamıyla manzumdur. Nesir alanında eser yoktur. Dönemin yaşayış tarzını ve kültürünü yansıtan eserlerdir. Türk

Detaylı

CEVAPLAR 1 C 2 D 3 E 4 A 5 D 6 C 7 E

CEVAPLAR 1 C 2 D 3 E 4 A 5 D 6 C 7 E İSLAMİYET ÖNCESİ TÜRK EDEBİYATI ÇIKMIŞ SORULAR 1. Aşağıdaki dizelerin hangisi, sadece Türk destanlarını kapsamaktadır? (1975/ÖSYS) A) Alp Er Tunga Oğuz Türeyiş Şehname B) Şu Türeyiş Gılgamış Oğuz C) Türeyiş

Detaylı

10.SINIF TÜRK EDEBİYATI DERSİ KURS KAZANIMLARI VE TESTLERİ

10.SINIF TÜRK EDEBİYATI DERSİ KURS KAZANIMLARI VE TESTLERİ EKİM AY HAFTA DERS SAATİ KONU ADI KAZANIMLAR TEST NO TEST ADI 1 EDEBİYAT TARİHİ / TÜRK EDEBİYATININ DÖNEMLERE AYRILMASINDAKİ ÖLÇÜTLER 1.Edebiyat tarihinin uygarlık tarihi içindeki yerini.edebiyat tarihinin

Detaylı

TÜRK EDEBİYAT TARİHİ

TÜRK EDEBİYAT TARİHİ İSLAMİYET ÖNCESİ TÜRK EDEBİYATI Milletlerin edebiyatları ilk önce sözlü ürünlerden oluşur. Daha sonraları yazının kullanılmaya başlanmasıyla yazılı edebiyat da oluşmaya başlar. Türk edebiyatında da aynı

Detaylı

EĞİTİM - ÖĞRETİM YILI... ANADOLU LİSESİ 12. SINIF TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI DERSİ DESTEKLEME VE YETİŞTİRME KURSU KAZANIMLARI VE TESTLERİ

EĞİTİM - ÖĞRETİM YILI... ANADOLU LİSESİ 12. SINIF TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI DERSİ DESTEKLEME VE YETİŞTİRME KURSU KAZANIMLARI VE TESTLERİ AY HAFTA DERS SAATİ KONU ADI KAZANIMLAR TEST NO TEST ADI 1 2 EDEBİ BİLGİLER (ŞİİR BİLGİSİ) 1. İncelediği şiirden hareketle metnin oluşmasına imkân sağlayan zihniyeti 2. Şiirin yapısını çözümler. 3. Şiirin

Detaylı

İÇİNDEKİLER. Birinci Bölüm ÖABT Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliği Konu Anlatımlı Soru Bankası ESKİ TÜRK DİLİ VE LEHÇELERİ...

İÇİNDEKİLER. Birinci Bölüm ÖABT Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliği Konu Anlatımlı Soru Bankası ESKİ TÜRK DİLİ VE LEHÇELERİ... İÇİNDEKİLER Birinci Bölüm... 7 ESKİ TÜRK DİLİ VE LEHÇELERİ... 8 Türk Dillerinin Sınıflandırılması... 14 Türk Dillerinin Ses Denklikleri Bakımından Sınıflandırılması... 16 Altay Dilleri Teorisini Kabul

Detaylı

Hazırlayan Muhammed ARTUNÇ 6.SINIF SOSYAL BİLGİER

Hazırlayan Muhammed ARTUNÇ 6.SINIF SOSYAL BİLGİER Hazırlayan Muhammed ARTUNÇ 6.SINIF SOSYAL BİLGİER SOSYAL BİLGİLER KONU:ORTA ASYA TÜRK DEVLETLERİ (Büyük)Asya Hun Devleti (Köktürk) Göktürk Devleti 2.Göktürk (Kutluk) Devleti Uygur Devleti Hunlar önceleri

Detaylı

Tarih İçinde Türk Edebiyatı

Tarih İçinde Türk Edebiyatı 1.Ünite Tarih İçinde Türk Edebiyatı Edebiyat Tarihi ve Türk Edebiyatının Dönemlere Ayrılmasındaki Ölçütler 1. Aşağıdakilerden hangisi toplumları, milletleri, kuruluşları etkileyen hareketlerden doğan,

Detaylı

EĞİTİM - ÖĞRETİM YILI... ANADOLU LİSESİ 10. SINIF TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI DERSİ DESTEKLEME VE YETİŞTİRME KURSU KAZANIMLARI VE TESTLERİ

EĞİTİM - ÖĞRETİM YILI... ANADOLU LİSESİ 10. SINIF TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI DERSİ DESTEKLEME VE YETİŞTİRME KURSU KAZANIMLARI VE TESTLERİ AY HAFTA DERS SAATİ KONU ADI KAZANIMLAR 1. Edebiyat tarihinin incelediği konuları açıklar. 2. Edebî eserlerin yazıldığı dönemi temsil eden belge olma niteliğini sorgular 3. Uygarlık tarihiyle edebiyat

Detaylı

FOLKLOR (ÖRNEK: 2000: 15)

FOLKLOR (ÖRNEK: 2000: 15) FOLKLOR Folklor, bir ülke ya da belirli bir bölge halkına ilişkin maddi ve manevi alandaki kültürel ürünleri konu edinen, bunları kendine özgü yöntemleriyle derleyen, sınıflandıran, çözümleyen, yorumlayan

Detaylı

TÜRK HALK ŞİİRİ EDB305U KISA ÖZET

TÜRK HALK ŞİİRİ EDB305U KISA ÖZET TÜRK HALK ŞİİRİ EDB305U KISA ÖZET DİKKAT Burada ilk 4 sahife gösterilmektedir. Özetin tamamı için sipariş veriniz www.kolayaof.com 1 1. ÜNİTE Türk Halk Şiirinin Kökeni, Gelişimi ve Genel Özellikleri HALK

Detaylı

İÇİNDEKİLER BÖLÜM 1 BÖLÜM 2

İÇİNDEKİLER BÖLÜM 1 BÖLÜM 2 İÇİNDEKİLER BÖLÜM 1 ÖNSÖZ DİL NEDİR? / İsmet EMRE 1.Dil Nedir?... 1 2.Dilin Özellikleri.... 4 3.Günlük Dil ile Edebî Dil Arasındaki Benzerlik ve Farklılıklar... 5 3.1. Benzerlikler... 5 3.2. Farklılıklar...

Detaylı

TÜRK EDEBİYATI 10. SINIFLAR 17 Nisan 2015

TÜRK EDEBİYATI 10. SINIFLAR 17 Nisan 2015 ADI : SOYADI:. SINIF : NU.:.. TÜRK EDEBİYATI 10. SINIFLAR 17 Nisan 2015 KAHTA FEN LİSESİ 2014 2015 EĞİTİM ÖĞRETİM YILI II. DÖNEM I. YAZILI. 1. SORU 2. SORU 3. SORU 4. SORU 5. SORU 6. SORU 7. SORU 8. SORU

Detaylı

2014 2015 DERS YILI MEV KOLEJİ ÖZEL ANKARA ANADOLU LİSESİ VE FEN LİSESİ 10. SINIFLAR TÜRK EDEBİYATI DERSİ YARIYIL ÖDEVİ

2014 2015 DERS YILI MEV KOLEJİ ÖZEL ANKARA ANADOLU LİSESİ VE FEN LİSESİ 10. SINIFLAR TÜRK EDEBİYATI DERSİ YARIYIL ÖDEVİ 2014 2015 DERS YILI MEV KOLEJİ ÖZEL ANKARA ANADOLU LİSESİ VE FEN LİSESİ 10. SINIFLAR TÜRK EDEBİYATI DERSİ YARIYIL ÖDEVİ 1. Alp Er Tunga öldi mü Issız ajun kaldı mu Ödlek öçin aldı mu Emdi yürek yırtılur

Detaylı

İslam medeniyetinde Türk Edebiyatı

İslam medeniyetinde Türk Edebiyatı On5yirmi5.com İslam medeniyetinde Türk Edebiyatı İslam medeniyetinde Türk Edebiyatı'nın özellikleri... Yayın Tarihi : 1 Nisan 2014 Salı (oluşturma : 7/12/2017) KUTADGU BİLİG 11. yy.da (1069-1070) Yusuf

Detaylı

İLK İSLAMİ ESERLER KUTADGU BİLİG (Mutluluk Veren Bilgi) YUSUF HAS HACİP ( )

İLK İSLAMİ ESERLER KUTADGU BİLİG (Mutluluk Veren Bilgi) YUSUF HAS HACİP ( ) İLK İSLAMİ ESERLER KUTADGU BİLİG (Mutluluk Veren Bilgi) YUSUF HAS HACİP (1069-1070) GÜNDOĞUNCA Adalet ve yasa gelir.. ÖGDÜLMİŞ ( Oğlu imiş) Vezirin oğlu, Akıl ve ilimi temsil eder. ODGURMUŞ (Oturmuş) Dost-Filozof

Detaylı

ÜNİTE TÜRK DİLİ - I İÇİNDEKİLER HEDEFLER TÜRKÇENİN KİMLİK BİLGİLERİ

ÜNİTE TÜRK DİLİ - I İÇİNDEKİLER HEDEFLER TÜRKÇENİN KİMLİK BİLGİLERİ HEDEFLER İÇİNDEKİLER TÜRKÇENİN KİMLİK BİLGİLERİ Türk Dilinin Dünya Dilleri Arasındaki Yeri Türk Dilinin Gelişmesi ve Tarihî Devreleri TÜRK DİLİ - I Bu üniteyi çalıştıktan sonra; Türk dilinin dünya dilleri

Detaylı

Türk Eğitim Tarihi. 2. Türklerin İslam Öncesi Eğitimlerinin Temel Özellikleri. Dr.

Türk Eğitim Tarihi. 2. Türklerin İslam Öncesi Eğitimlerinin Temel Özellikleri.   Dr. Türk Eğitim Tarihi 2. Türklerin İslam Öncesi Eğitimlerinin Temel Özellikleri Dr. Ali GURBETOĞLU www.agurbetoglu.com agurbetoglu@hotmail.com 1. Türklerin İslam Öncesi Eğitimlerinin Temel Özellikleri İslam

Detaylı

Yrd. Doç. Dr. Ali GURBETOĞLU İstanbul Ticaret Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi

Yrd. Doç. Dr. Ali GURBETOĞLU İstanbul Ticaret Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Türk Eğitim Tarihi Yrd. Doç. Dr. Ali GURBETOĞLU İstanbul Ticaret Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi İslam Öncesi Türklerde Eğitimin Temel Özellikleri 2 Yaşam biçimi eğitimi etkiler mi? Çocuklar ve gençlerin

Detaylı

Türk Eğitim Tarihi. 1. Türklerin İslam Öncesi Eğitimlerinin Temel Özellikleri. Yrd. Doç. Dr.

Türk Eğitim Tarihi. 1. Türklerin İslam Öncesi Eğitimlerinin Temel Özellikleri.  Yrd. Doç. Dr. Türk Eğitim Tarihi 1. Türklerin İslam Öncesi Eğitimlerinin Temel Özellikleri Yrd. Doç. Dr. Ali GURBETOĞLU www.agurbetoglu.com agurbetoglu@yahoo.com 1. Türklerin İslam Öncesi Eğitimlerinin Temel Özellikleri

Detaylı

T.C. ERCİYES ÜNİVERSİTESİ REKTÖRLÜĞÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü

T.C. ERCİYES ÜNİVERSİTESİ REKTÖRLÜĞÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü T.C. ERCİYES ÜNİVERSİTESİ REKTÖRLÜĞÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü *BEL5BEH3M* Türk Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı Başkanlığı Sayı :70677404/105.04/E.80966 13/09/2017 Konu :2017-2018 Güz Dönemi

Detaylı

Kazak Hanlığı nın kuruluşunun 550. yılı dolayısıyla Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümümüzce düzenlenen Kazak

Kazak Hanlığı nın kuruluşunun 550. yılı dolayısıyla Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümümüzce düzenlenen Kazak Kazak Hanlığı nın kuruluşunun 550. yılı dolayısıyla Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümümüzce düzenlenen Kazak Hanlığı ve Kazakistan konulu bu toplantıda Kısaca Kazak

Detaylı

-Anadolu Türkleri arasında efsane; menkabe, esatir ve mitoloji terimleri yaygınlık kazanmıştır.

-Anadolu Türkleri arasında efsane; menkabe, esatir ve mitoloji terimleri yaygınlık kazanmıştır. İçindekiler 1 Efsane Nedir? 2 Efsanenin Genel Özellikleri 3 Efsanelerin Oluşumu 4 Oluşumuyla İlgili Kuramlar 5 Efsanelerin Sınıflandırılması 6 Efsanelerde Konu ve Amaç 7 Efsanelerde Yapı, Dil ve Anlatım

Detaylı

DERS PLANI DEĞİŞİKLİK SEBEBİNİ İLGİLİ SÜTUNDA İŞARETLEYİNİZ "X" 1.YARIYIL 1.YARIYIL 2.YARIYIL 2.YARIYIL. Kodu Adı Z/S T+U AKTS Birleşti

DERS PLANI DEĞİŞİKLİK SEBEBİNİ İLGİLİ SÜTUNDA İŞARETLEYİNİZ X 1.YARIYIL 1.YARIYIL 2.YARIYIL 2.YARIYIL. Kodu Adı Z/S T+U AKTS Birleşti 2011-2012 DERS PLANI DEĞİŞİKLİK SEBEBİNİ İLGİLİ SÜTUNDA İŞARETLEYİNİZ "X" YENİ DERS PLANI** 1.YARIYIL 1.YARIYIL Birleşti ATA 101 ATATÜRK İLKELERİ VE İNKILÂP TARİHİ I Z 2+0 2 X X X X ATA 101 ile ATA 102

Detaylı

DERSLER VE AKTS KREDİLERİ

DERSLER VE AKTS KREDİLERİ DERSLER VE AKTS KREDİLERİ 1. Yarıyıl Ders Listesi TDP-101 TOPLUMSAL DUYARLILIK PROJESİ I Zorunlu 1+0 1 1 YDBI-101 İNGİLİZCE Zorunlu 2+0 2 2 TDE-155 KLASİK TÜRK EDEBİYATI TEMEL BİLGİLER-I Zorunlu 2+0 2

Detaylı

Türk Dili Anabilim Dalı- Tezli Yüksek Lisans (Sak.Üni.Ort) Programı Ders İçerikleri

Türk Dili Anabilim Dalı- Tezli Yüksek Lisans (Sak.Üni.Ort) Programı Ders İçerikleri Türk Dili Anabilim Dalı- Tezli Yüksek Lisans (Sak.Üni.Ort) Programı Ders İçerikleri 1. Yıl - Güz 1. Yarıyıl Ders Planı SOSYAL BİLİMLERDE ARAŞTIRMA YÖNTEMLERİ TDE729 1 3 + 0 6 Sosyal bilimlerle ilişkili

Detaylı

BEP Plan Hazırla T.C Ceyhan Kaymakamlığı ALTI OCAK MESLEKİ VE TEKNİK ANADOLU LİSESİ Müdürlüğü Edebiyat Dersi Bireyselleştirilmiş Eğitim Planı

BEP Plan Hazırla T.C Ceyhan Kaymakamlığı ALTI OCAK MESLEKİ VE TEKNİK ANADOLU LİSESİ Müdürlüğü Edebiyat Dersi Bireyselleştirilmiş Eğitim Planı BEP Plan Hazırla T.C Ceyhan Kaymakamlığı ALTI OCAK MESLEKİ VE TEKNİK ANADOLU LİSESİ Müdürlüğü Edebiyat Dersi Bireyselleştirilmiş Eğitim Planı Öğrenci : MEHMET ERKAN Eğitsel Performans Olay Çevresinde Oluşan

Detaylı

Yüksek Lisans Öğretim Programı Türk Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı

Yüksek Lisans Öğretim Programı Türk Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı Yüksek Lisans Öğretim Programı Türk Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı Genel Bilgiler H.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü Türk Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı; a. Türk Dili, b. Eski Türk Edebiyatı, c. Yeni Türk

Detaylı

Tablo 2: Doktora Programı Ortak Zorunlu-Seçmeli Dersler TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI ANABİLİM DALI DOKTORA PROGRAMI GÜZ YARIYILI

Tablo 2: Doktora Programı Ortak Zorunlu-Seçmeli Dersler TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI ANABİLİM DALI DOKTORA PROGRAMI GÜZ YARIYILI Tablo 2: Doktora Programı Ortak Zorunlu-Seçmeli Dersler TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI ANABİLİM DALI DOKTORA PROGRAMI GÜZ YARIYILI Ortak Zorunlu-Seçmeli Dersler Eski Türk Edebiyatı Bilim Dalı TDE 601 Divan Şiiri

Detaylı

DR. NURŞAT BİÇER İN TÜRKÇE ÖĞRETĠMĠ TARĠHĠ ADLI ESERĠ ÜZERİNE

DR. NURŞAT BİÇER İN TÜRKÇE ÖĞRETĠMĠ TARĠHĠ ADLI ESERĠ ÜZERİNE POLATCAN, F. (2017). Dr. Nurşat Biçer in Türkçe Öğretimi Tarihi Adlı Eseri Üzerine. Uluslararası Türkçe Edebiyat Kültür Eğitim Dergisi, 6(4), 2890-2894. DR. NURŞAT BİÇER İN TÜRKÇE ÖĞRETĠMĠ TARĠHĠ ADLI

Detaylı

MİLLİ EDEBİYAT DÖNEMİ TEMSİLCİLERİ - I

MİLLİ EDEBİYAT DÖNEMİ TEMSİLCİLERİ - I MİLLİ EDEBİYAT DÖNEMİ TEMSİLCİLERİ - I ÖMER SEYFETTİN ( 1884 1920 ) Milli Edebiyat akımının ve çağdaş Türk öykücülüğünün öncülerindendir. Küçük hikâyeyi tamamen bağımsız bir hale getirmiştir. Türk edebiyatında

Detaylı

ESKİ TÜRK EDEBİYATI TARİHİ- 14.YÜZYIL TEMSİLCİLERİ

ESKİ TÜRK EDEBİYATI TARİHİ- 14.YÜZYIL TEMSİLCİLERİ ESKİ TÜRK EDEBİYATI TARİHİ- 14.YÜZYIL TEMSİLCİLERİ a. 14.Yüzyıl Orta Asya Sahası Türk Edebiyatı ( Harezm Sahası ve Kıpçak Sahası ) b. 14.Yüzyılda Doğu Türkçesi ile Yazılmış Yazarı Bilinmeyen Eserler c.

Detaylı

Karahanlı Eserlerindeki Söz Varlığı Hakkında

Karahanlı Eserlerindeki Söz Varlığı Hakkında Akademik İncelemeler Cilt:3 Sayı:1 Yıl:2008 Karahanlı Eserlerindeki Söz Varlığı Hakkında Emek Üşenmez 1 fahemek@gmail.com ÖZET Karahanlı Türkçesi Türk dilinin önemli devrelerinden birisini oluşturmaktadır.

Detaylı

TÜRKİYAT ARAŞTIRMALARI DOKTORA PROGRAMI DERSLER VE KUR TANIMLARI

TÜRKİYAT ARAŞTIRMALARI DOKTORA PROGRAMI DERSLER VE KUR TANIMLARI TÜRKİYAT ARAŞTIRMALARI DOKTORA PROGRAMI DERSLER VE KUR TANIMLARI GÜZ DÖNEMİ DERSLERİ Kodu Dersin Adı Statüsü T P K AKTS TAE 700 Özel Konular Z 5 0 0 30 TAE 701 Kültür Kuramları ve Türkiyat Araştırmaları

Detaylı

11.SINIF TÜRK EDEBİYATI DERSİ KURS KAZANIMLARI VE TESTLERİ

11.SINIF TÜRK EDEBİYATI DERSİ KURS KAZANIMLARI VE TESTLERİ EKİM AY HAFTA DERS SAATİ KONU ADI YENİLEŞME DÖNEMİ TÜRK EDEBİYATI TANZİMAT DÖNEMİ EDEBİYATININ OLUŞUMU KAZANIMLAR.Osmanlı Devleti ni güçlü kılan sosyal, siyasi düzenin bozulma nedenlerini.batı düşüncesine,

Detaylı

Divan Edebiyatının Önemli Şair ve Yazarları. HOCA DEHHANİ: 13. yüzyılda yaşamıştır. Din dışı konularda şiir yazan ilk divan şairidir. Divanı vardır.

Divan Edebiyatının Önemli Şair ve Yazarları. HOCA DEHHANİ: 13. yüzyılda yaşamıştır. Din dışı konularda şiir yazan ilk divan şairidir. Divanı vardır. Edebiyatı Sanatçıları Edebiyatının Önemli Şair ve Yazarları HOCA DEHHANİ: 13. yüzyılda yaşamıştır. Din dışı konularda şiir yazan ilk divan şairidir. ı vardır. MEVLANA: XIII.yüzyılda yaşamıştır. Birkaç

Detaylı

TÜRKİYE CUMHURİYETİ ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI ANABİLİM DALI

TÜRKİYE CUMHURİYETİ ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI ANABİLİM DALI TÜRKİYE CUMHURİYETİ ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI ANABİLİM DALI ÇUKUROVA ANONİM HALK EDEBİYATI VE ÂŞIK EDEBİYATINDA SÖZLÜ TARİH Esra ÖZKAYA YÜKSEK LİSANS TEZİ ADANA

Detaylı

ÖZGEÇMİŞ. 4. Öğrenim Durumu :Üniversite Derece Alan Üniversite Yıl Türk Lisans. Halk Atatürk Üniversitesi 1970. Türk Halk Hacettepe Üniversitesi 1971

ÖZGEÇMİŞ. 4. Öğrenim Durumu :Üniversite Derece Alan Üniversite Yıl Türk Lisans. Halk Atatürk Üniversitesi 1970. Türk Halk Hacettepe Üniversitesi 1971 Resim ÖZGEÇMİŞ 1. Adı Soyadı : Prof. Dr. Ensar ASLAN İletişim Bilgileri :Ahi Evran Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Adres Dili ve Edebiyatı Bölümü Başkanlığı Telefon : Mail : 2. Doğum Tarihi : 3. Unvanı

Detaylı

EĞİTİM-ÖĞRETİM YILI 11. SINIF TÜRK EDEBİYATI DERSİ DESTEKLEME VE YETİŞTİRME KURSU KAZANIMLARI VE TESTLERİ PLANI

EĞİTİM-ÖĞRETİM YILI 11. SINIF TÜRK EDEBİYATI DERSİ DESTEKLEME VE YETİŞTİRME KURSU KAZANIMLARI VE TESTLERİ PLANI EKİM 2017-2018 EĞİTİM-ÖĞRETİM YILI 11. SINIF TÜRK EDEBİYATI DERSİ DESTEKLEME VE YETİŞTİRME KURSU KAZANIMLARI VE TESTLERİ PLANI Ay Hafta Ders Saati Konu Adı YENİLEŞME DÖNEMİ TÜRK EDEBİYATI Kazanımlar Osmanlı

Detaylı

ŞAMANİZM DR. SÜHEYLA SARITAŞ 2

ŞAMANİZM DR. SÜHEYLA SARITAŞ 2 DR. SÜHEYLA SARITAŞ 1 ŞAMANİZM Şamanizmin tanımında bilim adamlarının farklı görüşlere sahip olduğu görülmektedir. Kimi bilim adamı şamanizmi bir din olarak kabul etse de, kimisi bir kült olarak kabul

Detaylı

YARATILIŞ MİTLERİ DR. SÜHEYLA SARITAŞ 1

YARATILIŞ MİTLERİ DR. SÜHEYLA SARITAŞ 1 YARATILIŞ MİTLERİ DR. SÜHEYLA SARITAŞ 1 Yaratılış Mitleri Orta Asya ve Sibirya da yaşayan Türk toplulukları arasında yaygın olarak anlatılan efsaneler yaratılış mitlerini oluşturmaktadır. Daha çok Altay

Detaylı

Türklerin Anayurdu ve Göçler Video Ders Anlatımı

Türklerin Anayurdu ve Göçler Video Ders Anlatımı Türklerin Anayurdu ve Göçler Video Ders Anlatımı III. ÜNİTE TÜRKLERİN TARİH SAHNESİNE ÇIKIŞI VE İLK TÜRK DEVLETLERİ ( BAŞLANGIÇTAN X. YÜZYILA KADAR ) A- TÜRKLERİN TARİH SAHNESİNE ÇIKIŞI I-Türk Adının Anlamı

Detaylı

PROF. DR. HÜLYA SAVRAN. hsavran@balikesir.edu.tr. 4. ÖĞRENİM DURUMU Derece Alan Üniversite Yıl Lisans

PROF. DR. HÜLYA SAVRAN. hsavran@balikesir.edu.tr. 4. ÖĞRENİM DURUMU Derece Alan Üniversite Yıl Lisans PROF. DR. HÜLYA SAVRAN ÖZGEÇMİŞ 1. Adı Soyadı Hülya SAVRAN İletişim Bilgileri Adres Telefon Mail Balıkesir Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Bölümü 10145 Çağış Yerleşkesi / BALIKESİR 0 266 612 10 00

Detaylı

TÜRKİYEDE EĞİTİMİN TARİHİ GEÇMİŞİ İNÖNÜ ÜNİVERSİTESİ / FIRAT ÜNİVERSİTESİ / ARDAHAN ÜNİVERSİTESİ SEFA SEZER / İNGİLİZCE ÖĞRETMENİ

TÜRKİYEDE EĞİTİMİN TARİHİ GEÇMİŞİ İNÖNÜ ÜNİVERSİTESİ / FIRAT ÜNİVERSİTESİ / ARDAHAN ÜNİVERSİTESİ SEFA SEZER / İNGİLİZCE ÖĞRETMENİ TÜRKİYEDE EĞİTİMİN TARİHİ GEÇMİŞİ İNÖNÜ ÜNİVERSİTESİ / FIRAT ÜNİVERSİTESİ / ARDAHAN ÜNİVERSİTESİ SEFA SEZER / İNGİLİZCE ÖĞRETMENİ Türk toplumlarının eğitim anlayış ve uygulamaları, yaşama biçimlerinin

Detaylı

İSLAMİYET ÖNCESİ TÜRK TARİHİ TEST

İSLAMİYET ÖNCESİ TÜRK TARİHİ TEST İSLAMİYET ÖNCESİ TÜRK TARİHİ TEST TANER ÖZDEMİR DETAY TARİHÇİ TÜRK TELEKOM NURETTİN TOPÇU SOSYAL BİLİMLER LİSESİ TARİH ÖĞRETMENİ İSLAMİYET ÖNCESİ TÜRK TARİHİ TEST 1 1) Türklerin Anadolu ya gelmeden önce

Detaylı

TARİH KPSS İSLAMİYETTEN ÖNCE TÜRK DEVLETLERİNDE KÜLTÜR VE MEDENİYET ARİF ÖZBEYLİ

TARİH KPSS İSLAMİYETTEN ÖNCE TÜRK DEVLETLERİNDE KÜLTÜR VE MEDENİYET ARİF ÖZBEYLİ ARİF ÖZBEYLİ TARİH KPSS İSLAMİYETTEN ÖNCE TÜRK DEVLETLERİNDE KÜLTÜR VE MEDENİYET ARİF ÖZBEYLİ www.tariheglencesi.com Anav Kültürü (MÖ 4000-MÖ 1000) Anav, günümüzde Aşkabat ın güneydoğusunda bir yerleşim

Detaylı

/uzmankariyer /uzmankariyer /uzmankariyer

/uzmankariyer /uzmankariyer /uzmankariyer Eser Adı TEKNO Tarih Yaprak Test Alt Başlık KPSS HAZIRLIK Yazar Murat TOGAN Bilimsel Redaksiyon Bülent TUNCER Redaksiyon uzmankariyer - Redaksiyon Birimi Kapak Tasarımı uzmankariyer - Grafik & Tasarım

Detaylı

MARMARA ÜNİVERSİTESİ ATATÜRK EĞİTİM FAKÜLTESİ EĞİTİM BİLİMLERİ BÖLÜMÜ PDR ANA BİLİM DALI 2018 BAHAR YARIYILI TÜRK EĞİTİM TARİHİ DERSİ İZLENCESİ

MARMARA ÜNİVERSİTESİ ATATÜRK EĞİTİM FAKÜLTESİ EĞİTİM BİLİMLERİ BÖLÜMÜ PDR ANA BİLİM DALI 2018 BAHAR YARIYILI TÜRK EĞİTİM TARİHİ DERSİ İZLENCESİ MARMARA ÜNİVERSİTESİ ATATÜRK EĞİTİM FAKÜLTESİ EĞİTİM BİLİMLERİ BÖLÜMÜ PDR ANA BİLİM DALI 2018 BAHAR YARIYILI TÜRK EĞİTİM TARİHİ DERSİ İZLENCESİ Dersi Veren: Osman SEZGİN Telefon: (216) 521 97 97 E-posta:

Detaylı

T.C. NEVŞEHİR HACI BEKTAŞ VELİ ÜNİVERSİTESİ. Fen Edebiyat Fakültesi Dekanlığı İLGİLİ MAKAMA

T.C. NEVŞEHİR HACI BEKTAŞ VELİ ÜNİVERSİTESİ. Fen Edebiyat Fakültesi Dekanlığı İLGİLİ MAKAMA Sayı : 10476336-100-E.531 29/01/2019 Konu : Ders İçerikleri-Çağdaş Türk Lehçerleri ve Edebiyatları Bölümü İLGİLİ MAKAMA Bu belge 5070 Elektronik İmza Kanununa uygun olarak imzalanmış olup, Fakültemiz Çağdaş

Detaylı

İnci Hoca YEDİ MEŞALECİLER

İnci Hoca YEDİ MEŞALECİLER YEDİ MEŞALECİLER Cumhuriyet döneminde ortaya çıkan ilk edebi topluluktur. 1928 de Yedi Meşale adıyla ortaklaşa bir kitap çıkarıp bu kitabın ön sözünde şiirle ilgili görüşlerini açıklamışlardır. Beş Hececiler

Detaylı

Fen - Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü

Fen - Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü http://ogr.kocaeli.edu.tr/koubs/bologna/genel/listesi_prn.cfm?ed... 1 / 7 22.05.2018 15:55 Fen - Edebiyat Fakültesi Türk ve Edebiyatı Bölümü Adı 2017/2018 Listesi 1. YARIYIL TLU Atatürk İlkeleri ve İnkılap

Detaylı

Savaş, kahramanlık ve vatan sevgisi gibi konuları destansı ve abartılı bir anlatımla işleyen şiirlerdir.

Savaş, kahramanlık ve vatan sevgisi gibi konuları destansı ve abartılı bir anlatımla işleyen şiirlerdir. ŞİİR TÜRLERİ 1. EPİK ŞİİR Epik, destan niteliğinde olan, destansal demektir. Savaş, kahramanlık ve vatan sevgisi gibi konuları destansı ve abartılı bir anlatımla işleyen şiirlerdir. Destanlar, epik şiirin

Detaylı

SAKARYA ÜNİVERSİTESİ. Hafta 7

SAKARYA ÜNİVERSİTESİ. Hafta 7 SAKARYA ÜNİVERSİTESİ TÜRK DİLİ I Hafta 7 Okutman Engin ÖMEROĞLU Bu ders içeriğinin basım, yayım ve satış hakları Sakarya Üniversitesi ne aittir. "Uzaktan Öğretim" tekniğine uygun olarak hazırlanan bu ders

Detaylı

İÇİNDEKİLER ÖN SÖZ...9

İÇİNDEKİLER ÖN SÖZ...9 İÇİNDEKİLER ÖN SÖZ...9 I. BÖLÜM EDEBİYAT NEDİR? 1.1. Edeb den Edebiyata...11 1.2. Edebî Eser...13 1.3. Edebî Metin...14 1.4. Edebiyat Bilimi...33 1.5. Edebiyat Sosyolojisi...33 1.6. Edebiyat Tarihi...35

Detaylı

İÇİNDEKİLER ÖNSÖZ...9 GİRİŞ...11

İÇİNDEKİLER ÖNSÖZ...9 GİRİŞ...11 İÇİNDEKİLER ÖNSÖZ...9 GİRİŞ...11 BİRİNCİ BÖLÜM İLK TÜRK DEVLETLERİNDE EĞİTİM 1.1. HUNLARDA EĞİTİM...19 1.2. GÖKTÜRKLERDE EĞİTİM...23 1.2.1. Eğitim Amaçlı Göktürk Belgeleri: Anıtlar...24 1.3. UYGURLARDA

Detaylı

TÜRK EĞİTİM TARİHİ 3. Dr. Öğr. Ü. M. İsmail Bağdatlı.

TÜRK EĞİTİM TARİHİ 3. Dr. Öğr. Ü. M. İsmail Bağdatlı. TÜRK EĞİTİM TARİHİ 3 Dr. Öğr. Ü. M. İsmail Bağdatlı mismailbagdatli@yahoo.com TÜRKLERİN MÜSLÜMAN OLMALARINDAN SONRA EĞİTİMDE GELİŞMELER Çeşitli dinî inanışlara sahip olan Türk topluluklarının İslamiyet

Detaylı

OSMANLICA öğrenmek isteyenlere kaynaklar

OSMANLICA öğrenmek isteyenlere kaynaklar OSMANLICA öğrenmek isteyenlere kaynaklar Eda Yeşilpınar Hemen her bölümün kuşkusuz zorlayıcı bir dersi vardır. Öğrencilerin genellikle bu derse karşı tepkileri olumlu olmaz. Bu olumsuz tepkilerin nedeni;

Detaylı

MİLLİ EDEBİYAT DÖNEMİ TEMSİLCİLERİ - III

MİLLİ EDEBİYAT DÖNEMİ TEMSİLCİLERİ - III MİLLİ EDEBİYAT DÖNEMİ TEMSİLCİLERİ - III MİLLİ EDEBİYAT DÖNEMİNDEKİ BAĞIMSIZ SANATÇILAR YAHYA KEMAL BEYATLI (1884 1958) Şiirleri Milli edebiyat akımına uymaz, daha çok makale ve konferanslarında bu akımı

Detaylı

ÜNİTE:1. Dil Nedir? ÜNİTE:2. Dil Kültür İlişkisi ÜNİTE:3. Türk Dilinin Gelişimi ve Tarihsel Dönemleri ÜNİTE:4. Ses Bilgisi ÜNİTE:5

ÜNİTE:1. Dil Nedir? ÜNİTE:2. Dil Kültür İlişkisi ÜNİTE:3. Türk Dilinin Gelişimi ve Tarihsel Dönemleri ÜNİTE:4. Ses Bilgisi ÜNİTE:5 ÜNİTE:1 Dil Nedir? ÜNİTE:2 Dil Kültür İlişkisi ÜNİTE:3 Türk Dilinin Gelişimi ve Tarihsel Dönemleri ÜNİTE:4 Ses Bilgisi ÜNİTE:5 1 Yapı Bilgisi: Biçim Bilgisi ve Söz Dizimi ÜNİTE:6 Türkçenin Söz Varlığı

Detaylı

03 Temmuz 2013 tarih ve 51 sayılı Üniversite Senato toplantısının 1 nolu karar ekidir.

03 Temmuz 2013 tarih ve 51 sayılı Üniversite Senato toplantısının 1 nolu karar ekidir. 03 Temmuz 2013 tarih ve 51 sayılı Üniversite Senato toplantısının 1 nolu karar ekidir. 1. SINIF GÜZ YARII I.YARI KIRKLARELİ ÜNİVERSİTESİ FEN EDEBİYAT FAKÜLTESİ TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI BÖLÜMÜ İKİLİ ÖĞRETİM

Detaylı

ARDAHAN ÜNİVERSİTESİ İNSANİ BİLİMLER VE EDEBİYAT FAKÜLTESİ ÇAĞDAŞ TÜRK LEHÇELERİ VE EDEBİYATLARI BÖLÜMÜ DÖRT YILLIK-SEKİZ YARIYILLIK DERS PROGRAMI

ARDAHAN ÜNİVERSİTESİ İNSANİ BİLİMLER VE EDEBİYAT FAKÜLTESİ ÇAĞDAŞ TÜRK LEHÇELERİ VE EDEBİYATLARI BÖLÜMÜ DÖRT YILLIK-SEKİZ YARIYILLIK DERS PROGRAMI ARDAHAN ÜNİVERSİTESİ İNSANİ BİLİMLER VE EDEBİYAT FAKÜLTESİ ÇAĞDAŞ TÜRK LEHÇELERİ VE EDEBİYATLARI BÖLÜMÜ DÖRT YILLIK-SEKİZ YARIYILLIK DERS PROGRAMI ZORUNLU DERSLER BİRİNCİ YIL BİRİNCİ YARIYIL 1 YDİ 101

Detaylı

TÜRK DESTANLARI. 1.Altay - Yakut

TÜRK DESTANLARI. 1.Altay - Yakut TÜRK DESTANLARI Prof. Dr. Umay Günay Bütün dünya edebiyatlarında olduğu gibi Türk Edebiyatının da ilk örnekleri destanlardır. Türk edebiyat geleneği içinde "destan" terimi birden fazla nazım şekli ve türü

Detaylı

TÜRK İSLAM EDEBİYATI (İLH1010)

TÜRK İSLAM EDEBİYATI (İLH1010) TÜRK İSLAM EDEBİYATI (İLH1010) KISA ÖZET http://kolayaof.com/ DİKKATİNİZE: BURADA SADECE ÖZETİN İLK ÜNİTESİ SİZE ÖRNEK OLARAK GÖSTERİLMİŞTİR. ÖZETİN TAMAMININ KAÇ SAYFA OLDUĞUNU ÜNİTELERİ İÇİNDEKİLER BÖLÜMÜNDEN

Detaylı

İÇİNDEKİLER GİRİŞ...III

İÇİNDEKİLER GİRİŞ...III İÇİNDEKİLER GİRİŞ...III Bölüm I Çocuk Edebiyatı ve Gelişimle İlgili Temel Kavramlar 15 Fiziksel (Bedensel)Gelişim 20 İlk Çocukluk Döneminde(2-6)Fiziksel Gelişim 21 6-12 Yaş Arası Fiziksel Gelişim 23 12-18

Detaylı

ORTA ASYA TÜRK TARİHİ-I 1.Ders. Dr. İsmail BAYTAK. Orta Asya Tarihine Giriş

ORTA ASYA TÜRK TARİHİ-I 1.Ders. Dr. İsmail BAYTAK. Orta Asya Tarihine Giriş ORTA ASYA TÜRK TARİHİ-I 1.Ders Dr. İsmail BAYTAK Orta Asya Tarihine Giriş Türk Adının Anlamı: Türklerin Tarih Sahnesine Çıkışı Türk adından ilk olarak Çin Yıllıklarında bahsedilmektedir. Çin kaynaklarında

Detaylı

tamamı çözümlü tarih serkan aksoy

tamamı çözümlü tarih serkan aksoy kpss soru bankası tamamı çözümlü tarih serkan aksoy ÖN SÖZ Bu kitap, Kamu Personeli Seçme Sınavı (KPSS) Genel Kültür Testinde önemli bir yeri olan Tarih bölümündeki 30 soruyu uygun bir süre zarfında ve

Detaylı

T.C. MİLLİ EĞİTİM BAKANLIĞI ÖZEL ÇORUM ADA ÖZEL ÖĞRETİM KURSU TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI II BİLİM GRUBU ÇERÇEVE PROGRAMI

T.C. MİLLİ EĞİTİM BAKANLIĞI ÖZEL ÇORUM ADA ÖZEL ÖĞRETİM KURSU TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI II BİLİM GRUBU ÇERÇEVE PROGRAMI T.C. MİLLİ EĞİTİM BAKANLIĞI ÖZEL ÇORUM ADA ÖZEL ÖĞRETİM KURSU TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI II BİLİM GRUBU ÇERÇEVE PROGRAMI 1 1. KURUMUN ADI: Özel Çorum Ada Özel Öğretim Kursu 2. KURUMUN ADRESİ: : Yavruturna

Detaylı

DOÇ. DR. SERKAN ŞEN İN ESKİ UYGUR TÜRKÇESİ DERSLERİ ADLI ESERİ ÜZERİNE

DOÇ. DR. SERKAN ŞEN İN ESKİ UYGUR TÜRKÇESİ DERSLERİ ADLI ESERİ ÜZERİNE DOÇ. DR. SERKAN ŞEN İN ESKİ UYGUR TÜRKÇESİ DERSLERİ ADLI ESERİ ÜZERİNE Kuban SEÇKİN 1. Doç. Dr. Serkan Şen in Öz Geçmişi 09.04.1976 Samsun doğumlu olan Şen, Selçuk Üniversitesi Eğitim Fakültesi Türk Dili

Detaylı

5. Aşağıdakilerden hangisi İslamiyet öncesi Türk edebiyatı verimlerinden biri değildir? A) Sav B) Koşuk C) Destan D) Sagu E) Yuğ

5. Aşağıdakilerden hangisi İslamiyet öncesi Türk edebiyatı verimlerinden biri değildir? A) Sav B) Koşuk C) Destan D) Sagu E) Yuğ EDEBİYAT 1. Eski çağlarda savaş, göç, doğal afetler gibi önemli olaylar etkisiyle söylenmiş, uzun manzum kahramanlık hikâyeleridir. Buna Batı dillerinde epope denir. Yukarıda sözü edilen sözlü dönem edebiyatına

Detaylı

Aruzla şiire başlayan sanatçılar, Ziya Gökalp in etkisiyle sonradan hece ölçüsüyle yazmaya başlamışlardır.

Aruzla şiire başlayan sanatçılar, Ziya Gökalp in etkisiyle sonradan hece ölçüsüyle yazmaya başlamışlardır. BEŞ HECECİLER Milli edebiyattan etkilenen Beş Hececiler, milli kaynaklara dönmeyi ilke edinmişlerdir. Şiire I. Dünya Savaşı Milli Mücadele yıllarında başlayıp Mütareke yıllarında şöhret kazanan edebi topluluktur.

Detaylı

TÜRK MİTOLOJİSİ DR.SÜHEYLA SARITAŞ 1

TÜRK MİTOLOJİSİ DR.SÜHEYLA SARITAŞ 1 TÜRK MİTOLOJİSİ DR.SÜHEYLA SARITAŞ 1 Çeşitli Türk topluluklarının mitolojileriyle ilgili malzemelerin bir çoğunu bilim adamları, misyonerler, seyyahlar ya da bazı yabancı araştırmacılar tarafından derlenmiştir.

Detaylı

TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI BÖLÜMÜ DERS PLANI

TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI BÖLÜMÜ DERS PLANI TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI BÖLÜMÜ DERS PLANI 1. SINIF - I. YARIYIL TDE 101 OSMANLI TÜRKÇESİ I 4 0 4 TDE 103 TÜRKİYE TÜRKÇESİ GRAMERİ I 2 0 2 TDE 109 ESKİ TÜRK EDEBİYATINA GİRİŞ I 2 0 2 TDE 111 YENİ TÜRK EDEBİYATINA

Detaylı

OĞUZ KAĞAN DESTANI METİN-AKTARMA-NOTLAR-DİZİN-TIPKIBASIM

OĞUZ KAĞAN DESTANI METİN-AKTARMA-NOTLAR-DİZİN-TIPKIBASIM Uygur Harfli OĞUZ KAĞAN DESTANI METİN-AKTARMA-NOTLAR-DİZİN-TIPKIBASIM FERRUH AĞCA Ankara / 2016 TÜRK KÜLTÜRÜNÜ ARAŞTIRMA ENSTİTÜSÜ YAYINLARI Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü, 2016. Türk Kültürünü Araştırma

Detaylı

KIRGIZ MİLLETİNE AİT <KIRKKIZ> EFSANESİ

KIRGIZ MİLLETİNE AİT <KIRKKIZ> EFSANESİ 1905 KIRGIZ MİLLETİNE AİT EFSANESİ ZHENHUA, HU ÇİN/CHINA/КИТАЙ Giriş Çin de Kırgız milletinin ortaya çıkışı ve Kırgız adının kaynağı hakkında birçok efsane bulunmaktadır. efsaneside

Detaylı

T.C. SİNOP ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLGİLER ENSTİTÜSÜ TARİH TEZLİ YÜKSEK LİSANS PROGRAMI

T.C. SİNOP ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLGİLER ENSTİTÜSÜ TARİH TEZLİ YÜKSEK LİSANS PROGRAMI T.C. SİNOP ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLGİLER ENSTİTÜSÜ TARİH TEZLİ YÜKSEK LİSANS PROGRAMI I. YARIYIL II. YARIYIL Adı Adı TAR 501 Eski Anadolu Kültür 3 0 3 TAR 502 Eskiçağda Türkler 3 0 3 TAR 503 Eskiçağ Kavimlerinde

Detaylı

İnci. Hoca DİVAN EDEBİYATI NAZIM BİÇİMLERİ II (BENTLERLE KURULANLAR)

İnci. Hoca DİVAN EDEBİYATI NAZIM BİÇİMLERİ II (BENTLERLE KURULANLAR) DİVAN EDEBİYATI NAZIM BİÇİMLERİ II (BENTLERLE KURULANLAR) BENTLERLE KURULAN NAZIM BİÇİMLERİ A. BENT SAYISI TEK OLANLAR (TEK DÖRTLÜKTEN OLUŞANLAR) RUBAİ Edebiyatımıza İran edebiyatından gelmiştir. Dört

Detaylı

Fikret Yıldırım, Irk Bitig ve Orhon Yazılı Metinlerin Dili, Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları, 2017, 399 s.

Fikret Yıldırım, Irk Bitig ve Orhon Yazılı Metinlerin Dili, Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları, 2017, 399 s. Şahin, Can Cüneyt (201). Fikret Yıldırım, Irk Bitig ve Orhon Yazılı Metinlerin Dili, Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları, 2017, 399 s., Uluslararası Uygur Araştırmaları Dergisi, Sayı: 2018/12, s. 226-230.

Detaylı

HALKBİLİMİNE GİRİŞ I DR. SÜHEYLA SARITAŞ 1

HALKBİLİMİNE GİRİŞ I DR. SÜHEYLA SARITAŞ 1 HALKBİLİMİNE GİRİŞ I DR. SÜHEYLA SARITAŞ 1 KONULAR Halkbiliminin İçeriği Halkbiliminin diğer bilimlerle ilişkisi Halkbiliminin sınıflandırılması DR. SÜHEYLA SARITAŞ 2 Halkbiliminin İçeriği Prof. Dr. Dursun

Detaylı

Prof.Dr. Naciye Yildiz Gazi Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Çağdaş Türk Lehçeleri ve Edebiyatları Völümü

Prof.Dr. Naciye Yildiz Gazi Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Çağdaş Türk Lehçeleri ve Edebiyatları Völümü Prof.Dr. Naciye Yildiz Gazi Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Çağdaş Türk Lehçeleri ve Edebiyatları Völümü Türk sözlü anlatı geleneğinde destandan halk hikâyesine geçiş Özet Тürk dünyası, köklü bir destancılık

Detaylı

ŞANLIURFA İL KÜLTÜR VE TURİZM MÜDÜRLÜĞÜ YAYINLARI. Konusu: Urfa Üzerine Yazılmış Şiir Seçkisi

ŞANLIURFA İL KÜLTÜR VE TURİZM MÜDÜRLÜĞÜ YAYINLARI. Konusu: Urfa Üzerine Yazılmış Şiir Seçkisi ŞANLIURFA İL KÜLTÜR VE TURİZM MÜDÜRLÜĞÜ YAYINLARI ŞEHİR TANITIM YAYINLARI 1 Yayın Adı: Şiir Şehir Urfa Konusu: Urfa Üzerine Yazılmış Şiir Seçkisi Hazırlayan: Mehmet KURTOĞLU Sayfa Sayısı: 160 Toplam Baskı

Detaylı

III. ÜNİTE: İLK TÜRK DEVLETLERİ 2. KONU: ORTA ASYA DA KURULAN İLK TÜRK DEVLETLERİ

III. ÜNİTE: İLK TÜRK DEVLETLERİ 2. KONU: ORTA ASYA DA KURULAN İLK TÜRK DEVLETLERİ III. ÜNİTE: İLK TÜRK DEVLETLERİ 2. KONU: ORTA ASYA DA KURULAN İLK TÜRK DEVLETLERİ a. Türk Göçleri ve Sonuçları Göçlerin Nedenleri İklim koşullarının değişmesine bağlı olarak meydana gelen kuraklık, artan

Detaylı

İLK TÜRK İSLAM DEVLETLERİ

İLK TÜRK İSLAM DEVLETLERİ İLK TÜRK İSLAM DEVLETLERİ TALAS SAVAŞI (751) Diğer adı Atlık Savaşıdır. Çin ile Abbasiler arasındaki bu savaşı Karlukların yardımıyla Abbasiler kazanmıştır. Bu savaş sonunda Abbasilerin hoşgörüsünden etkilenen

Detaylı

Metin Edebi Metin nedir?

Metin Edebi Metin nedir? Metin Nedir? Metin, belirli bir iletişim bağlamında, bir ya da birden çok kişi tarafından sözlü ya da yazılı olarak üretilen anlamlı bir yapıdır. Metin çok farklı düzeylerde dille iletişimde bulunmak amacıyla

Detaylı

İÇİNDEKİLER ÖNSÖZ...7

İÇİNDEKİLER ÖNSÖZ...7 İÇİNDEKİLER ÖNSÖZ...7 GİRİŞ / Bilal Kemikli...9 1. Din Edebiyat İlişkisi...9 2. Tasavvuf: İrfan ve Hikmet...12 3. Türk-İslâm Edebiyatı: Konu ve Kapsam...16 4. Türk-İslâm Edebiyatının Kaynakları...18 a.

Detaylı

Svl.Me.Alev KESKİN-Svl.Me.Betül SAYIN*

Svl.Me.Alev KESKİN-Svl.Me.Betül SAYIN* Svl.Me.Alev KESKİN-Svl.Me.Betül SAYIN* * Gnkur.ATASE D.Bşk.lığı Türk kültüründe bayrak, tarih boyunca hükümdarlığın ve hâkimiyetin sembolü olarak kabul edilmiştir. Bayrak dikmek bir yeri mülkiyet sahasına

Detaylı

İnci Hoca TANZİMAT EDEBİYATI I. DÖNEM

İnci Hoca TANZİMAT EDEBİYATI I. DÖNEM TANZİMAT EDEBİYATI I. DÖNEM TANZİMAT EDEBİYATI I. DÖNEM ÖZELLİKLERİ İlk özel gazete Tercüman-ı Ahval ile başlar. Toplum için sanat anlayışı benimsenmiştir. Halkı aydınlatma amacıyla eser verildiği için

Detaylı

EĞİTİM - ÖĞRETİM YILI... ANADOLU LİSESİ 11. SINIF TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI DERSİ DESTEKLEME VE YETİŞTİRME KURSU KAZANIMLARI VE TESTLERİ

EĞİTİM - ÖĞRETİM YILI... ANADOLU LİSESİ 11. SINIF TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI DERSİ DESTEKLEME VE YETİŞTİRME KURSU KAZANIMLARI VE TESTLERİ AY EKİM HAFTA DERS SAATİ KONU ADI YENİLEŞME DÖNEMİ TÜRK EDEBİYATI EDEBİYATININ OLUŞUMU ÖĞRETİCİ METİNLER 2 KAZANIMLAR 1. Osmanlı Devleti ni güçlü kılan sosyal, siyasi düzenin bozulma nedenlerini belirler.

Detaylı

Öğrenim Kazanımları Bu programı başarı ile tamamlayan öğrenci;

Öğrenim Kazanımları Bu programı başarı ile tamamlayan öğrenci; Image not found http://bologna.konya.edu.tr/panel/images/pdflogo.png Ders Adı : ORTA ASYA TÜRK TARİHİ Ders No : 0020100004 : Pratik : 0 Kredi : ECTS : 5 Ders Bilgileri Ders Türü Öğretim Dili Öğretim Tipi

Detaylı

1908 tarihinden sonra Ziya Gökalp, RızaTevfik ve Fuat Köprülü sayesinde halk edebiyatı terimini kullanmaya başladık.

1908 tarihinden sonra Ziya Gökalp, RızaTevfik ve Fuat Köprülü sayesinde halk edebiyatı terimini kullanmaya başladık. (Ünite 1-6) Kültür kalıtımsal değildir Kuşaklar boyunca aktarılan, biriktirilen yaşantı ve bilgi birikimi ögelerinden oluşur. İnsanın doğaya eklediği herşey kültürdür. İnsan, iletişim yeteneği sayesinde

Detaylı

-Rubai nazım şekli denince akla gelen ilk sanatçı İranlı şair.. dır.

-Rubai nazım şekli denince akla gelen ilk sanatçı İranlı şair.. dır. 10. SINIF TÜRK EDEBİYATI ÇALIŞMA SORULARI 1. Gazelin özelliklerinden beşi tanesini yazınız. 2. Aşağıda verilen kavramları tanımlayınız. Matla: Taç beyit: Tegazzül: Fahriye: Methiye: 3. Verilen dörtlüğün

Detaylı

ORTA DOĞU VE KAFKASYA UYGULAMA VE ARAŞTIRMA MERKEZİ

ORTA DOĞU VE KAFKASYA UYGULAMA VE ARAŞTIRMA MERKEZİ Merkez Müdürünün Mesajı Orta Doğu ve Kafkasya Uygulama ve Araştırma Merkezi bağlı bulunduğu İstanbul Aydın Üniversitesi ve içinde bulunduğu ülke olan Türkiye Cumhuriyeti ile Orta Doğu ve Kafkasya ülkeleri

Detaylı

ORTA ASYA TÜRK TARİHİ PDF

ORTA ASYA TÜRK TARİHİ PDF ORTA ASYA TÜRK TARİHİ PDF Orta Asya Tarihi adlı eser Anadolu Üniversitesinin ders kitabıdır ve Ahmet Taşağıl gibi birçok değerli isim tarafından kaleme alınmıştır. PDF formatını bu adresten indirebilirsiniz.

Detaylı

CUMHURIYET DÖNEMINDE COŞKU VE HEYECANI DILE GETIREN METINLER (ŞIIR) Cumhuriyet Edebiyatında Şiir ve Soru Çözümü

CUMHURIYET DÖNEMINDE COŞKU VE HEYECANI DILE GETIREN METINLER (ŞIIR) Cumhuriyet Edebiyatında Şiir ve Soru Çözümü CUMHURIYET DÖNEMINDE COŞKU VE HEYECANI DILE GETIREN METINLER (ŞIIR) Cumhuriyet Edebiyatında Şiir ve Soru Çözümü Yirminci asrın ilk yarısının sonlarına doğru Fransa da ortaya çıkan felsefi bir akımdır.

Detaylı

Öğrenim Kazanımları Bu programı başarı ile tamamlayan öğrenci;

Öğrenim Kazanımları Bu programı başarı ile tamamlayan öğrenci; Image not found http://bologna.konya.edu.tr/panel/images/pdflogo.png Ders Adı : ÇAĞDAŞ TÜRK EDEBİYATI Ders No : 0310460203 Teorik : 2 Pratik : 0 Kredi : 2 ECTS : 4 Ders Bilgileri Ders Türü Öğretim Dili

Detaylı