15 th International Eastern Mediterranean Family Medicine Congress May 2016 Adana, Turkey

Ebat: px
Şu sayfadan göstermeyi başlat:

Download "15 th International Eastern Mediterranean Family Medicine Congress 26-29 May 2016 Adana, Turkey"

Transkript

1 1

2 Honorary President Nafiz BOZDEMİR President Esra SAATÇI Scientific Secretariat Ersin AKPINAR Mustafa ÇELİK Organizing Committee Aydan Ünsal AKSÖYEK Zaim JATIC Oraib AL-SMADI Selim KADIOĞLU Süheyl ASMA (TAHUD) M. Tamer KARAARSLAN (ADANAHED) Murtaza BAYKAN (ADAHED) Ali KESER (HAHED) Yusuf BAŞAK (OSAHED) Kamile MARAKOĞLU Reşat DABAK Selçuk MISTIK Scientific Committee Erol AKTUNÇ Ekrem ORBAY Zekeriya AKTÜRK Kurtuluş ÖNGEL Necmi ARSLAN Kürşat ÖZŞAHİN Hamza ASLANHAN Serdar ÖZTORA Hüseyin CAN Mehmet SARGIN Sevsen CEBECİ Engin Burak SELÇUK Tahsin CELEPKOLU Erol SEZER Gülsen CEYHUN PEKER Önder SEZER Fatma GÖKŞİN CİHAN Mustafa Haki SUCAKLI Dursun ÇADIRCI İsmet TAMER Hülya ÇAKMUR Mehmet Halis TANRIVERDİ Nezih DAĞDEVİREN Gürhan POÇAN Cengiz DAĞLARAŞTI Gürbüz ŞEN (MAHDER) Serpil DEMİRAĞ Mohammed TARAWNEH Gökmen ERENDOR (KİLAHED) Lütfi TİYEKLİ (KAHED) Hacı Yusuf ERYAZGAN (ŞUAHED) Gültekin Serdar TOLAY (GAHD) Mete K. GÜLMEN Mehmet UNGAN Ayşe ÇAYLAN Mohammed TARAWNEH Reşat DABAK Selda TEKİNER Güzel DİŞCİGİL Kenan TOPAL Özgür ENGİNYURT Dilek TOPRAK Gamze ERTEN BUCAKTEPE Nurver TURFANER SİPAHİOĞLU Ghassan HAMADEH Mehmet UĞURLU Selim KADIOĞLU Mehmet UNGAN Yaşar KOŞAR İlhami ÜNLÜOĞLU İoanna KUÇURADI Duarte Nuno VIEIRA Ertan MERT Erhan YENGİL Job METSEMAKERS Ahmet YILMAZ 2

3 3

4 15. Uluslararası Doğu Akdeniz Aile Hekimliği Kongresi 3. Uluslararası Doğu Akdeniz Hemşirelik Kongresi Bilimsel Programı / Mayıs Mayıs 2016 Perşembe A Salonu 09: Kayıt 13:00 13:30 Açılış Töreni 13:30 14:15 Açılış Konferansı Oturum Başkanları: Prof. Dr. Murat Ünalacak, Prof. Dr. Mohammed Tarawneh Anaerkil yapıdan ataerkil yapıya, şiddet toplumundan sevgi toplumuna Cumhuriyetten günümüze eğitim ve şiddetin önlenmesi Prof. Dr. Muazzez İlmiye Çığ 14:15 14:30 Kısa Ara 14:30 16:00 Panel Oturum Başkanları: Uz. Dr. Ali Cerrahoğlu, Prof. Dr. Oraib Al-Smadi Şiddeti Önleme Girişimlerinin Uluslararası Boyutuna Bakış - Prof. Serpil Salaçin Şiddetin Felsefi Analizi Doç. Dr. Güncel Önkal 16:00 16:30 Ara 16:30 18:00 Panel Oturum Başkanları: Prof. Dr. Mehmet Ungan, Prof. Dr. Mete K. Gülmen 4

5 19:30 Açılış Kokteyli Şiddette Hekim Sorumluluğu - Prof. Dr. Mete K. Gülmen Şiddette Hemşire Sorumluluğu - Prof. Dr. Füsun Terzioğlu 15 th International Eastern Mediterranean Family Medicine Congress 27 Mayıs 2016 Cuma A Salonu 09:00 10:30 Panel / Aile Hekimleri Hemşire Ortak Oturumu Savaş Zamanlarında Aile Hekimi ve Hemşirelerin Rolü Oturum Başkanları: Doç. Dr. Ayşe Çaylan, Doç. Dr. Evşen Nazik İnsan Haklarına Dayalı Devlet Modeli - Prof. Dr. Ahmet İnam Saraybosna Deneyimleri Prof. Dr. Zaim Jatic Savaş Zamanlarında Hemşirelerin Rolü Prof. Dr. Sevgi Hatipoğlu 10:30 11:00 Ara 11:00 12:00 Panel Birinci Basamakta Aile İçi Şiddete Yaklaşım Oturum Başkanları: Uz. Dr. Erdem Birgül, Prof. Dr. Zaim Jatic Aile İçi Şiddet: Daha Fazla Bakım, Araç ve Kaynak Prof. Dr. Leo Pas Birinci Basamakta Aile İçi Şiddette Pratik Yaklaşım Doç. Dr. Jinan Usta 12:00 13:30 Öğle Yemeği 13:30 14:30 Panel / Aile Hekimleri Hemşire Ortak Oturumu Oturum Başkanları: Prof. Dr. Mehmet Sargın, Prof. Dr. Prof. Leo Pas Cinsel Şiddet Mağdurlarının Değerlendirme ve Muayenesi Prof. Dr. Selim Özkök Şiddetten Korunma ve Adli Tıp Hemşirelerinin Rolü Prof. Dr. Fatma Eti Aslan 5

6 14:30 15:00 Ara 15:00 15:45 Konferans Oturum Başkanları: Prof. Dr. Rengin Erdal, Yrd. Doç. Dr. Gülsen Ceyhun Peker Çocuk Gelinler ve Toplumsal Algı Prof. Dr. Ayşe Avcı 15:45 16:45 Hoşgörü Kenti MARDİN oturumu (Oturum Mardin de gerçekleştirilecek ve canlı yayınla Adana dan katılım ile izlenecektir.) Oturum Başkanları: Adana: Uzm. Dr. Nureddin Özdener, Mardin: Uzm. Dr. Saffet Yavuz Hoşgörü ve Anadolu Dursun Ali Coşkun Mardin İl Müftüsü Gabriel Akyüz Mardin Kırklar Kilisesi Hori Episkoposu 16:45 17:15 Ara 17:15 18:15 Konferans Oturum Başkanları: Prof. Dr. Nezih Dağdeviren, Dr. M. Tamer Karaarslan Grip Aşısı: Güncel Veriler Ne Diyor? Prof. Dr. Selim Badur 19:30 Gala Yemeği 6

7 08:00 09:00 09:00 10:15 28 Mayıs 2016 Cumartesi A Salonu B Salonu C Salonu D Salonu E Salonu Panel Obezite Salgını Oturum Başkanları: Prof. Dr. Ertan Mert Dr. Gürbüz Şen Beden Kitle İndeksinin Ötesine Geçmek: Obezite Salgını Doç. Dr. Serdar Öztora Gençlerde Obezite Uz. Dr. Ali Cerrahoğlu Kahvaltı Oturumu: Zor hasta mı, zor hekim mi? Uz. Dr. Erol Yayla Uz. Dr. Bilge Sönmez Panel Oturum Başkanları: Doç. Dr. Özgür Enginyurt Öğr. Gör. Dr. Soner Solmaz Aile Hekimliğinde Kanser Taraması: Gerçekten İşe Yarıyor mu? Yrd. Doç. Dr. Dursun Çadırcı Kanser Taraması: Konfeksiyon mu, Terzi Dikimi mi? Doç. Dr. Hülya Yıkılkan Kanser Hastalarında Beslenme ve Evde Çalıştay Vasco da Gama Movement Araştırma, Eğitim ve Öğretim Grubu Çalıştayı Oturum Başkanı: Doç. Dr. Hüseyin Can Şiddeti Yaşa(ma)mak! Dr. Halil Volkan Tekayak Dr. Fethi Sada Zekey Dr. Canan Tuz Dr. Süheyla Atalay 15 th International Eastern Mediterranean Family Medicine Congress Konferans Oturum Başkanı: Doç. Dr. Mustafa Haki Sucaklı Depresyon Sınıflamasında DSM 5 neleri değiştirdi? Yrd. Doç. Yaşar Koşar Sözel Bildiriler Oturum Başkanı: Doç. Dr. M. Halis Tanrıverdi Sözel bildiriler Oturum Başkanı: Doç. Dr. Bünyamin Işık Yrd. Doç. Dr. Ahmet Yılmaz F Salonu (Hemşirelik) Panel Oturum Başkanları: Prof. Dr. Lale Taşkın Doç. Dr. Filiz Öğce Etkili Ekip iletişimi Prof. Dr. Meryem Yavuz Van Giersbergen Hemşirelikle İlgili Yasal Düzenlemelerde Gelinen Nokta Prof. Dr. Ülkü Baykal G Salonu (Hemşirelik) 7

8 Bakım Öğr. Gör. Dr. Çiğdem Gereklioğlu 10:15 10:45 10:45 11:30 Kahve Arası Konferans Oturum Başkanları: Prof. Dr. Kamile Marakoğlu Dr. Cengiz Dağlaraştı Teoriden Pratiğe Gebelik Sorunları ve Birinci Basamakta İzlem Prof. Dr. Cüneyt Evrüke Konferans Oturum Başkanları: Prof. Dr. Selçuk Mıstık Dr. Fadıl Akdeniz Hipertansiyon Tanı ve Yönetiminde Kılavuzlar Birinci Basamakta Neleri Değiştirdi? Doç. Dr. Dilek Toprak Konferans Oturum Başkanları: Doç. Dr. Ezgi Özyılmaz Saraç Öğr. Gör. Dr. Aydan Ünsal Aksöyek Birinci Basamakta Astımlı Hasta Yönetimi Dr. Kadir Can Tuncel Konferans Oturum Başkanı: Doç. Dr. Melahat Akdeniz Yrd. Doç. Dr. Esra Meltem Koç Kötü Dünya Sendromu ve Çocuklar Dr. Obengül Ejder Sözel bildiriler Oturum Başkanı: Doç. Dr. Serdar Öztora Panel Göç ve Hemşirelik Oturum Başkanları: Prof. Dr. Neriman Akyolcu Doç. Dr. Funda Özdemir Göçün Kadın Sağlığına Etkileri Doç. Dr. Evşen Nazik Göçün Çocuk Sağlığına Etkileri Prof. Dr. Ayda Çelebioğlu Göçün Sağlık Çalışanlarına Etkileri 8

9 Yrd. Doç. Dr. Serap Torun 11:30-12:15 Konferans Oturum Başkanları: Prof. Dr. Altuğ Kut Dr. Jülide Aksoy Osmanlıoğlu Anne Sütü ve Ek Gıdaya Geçiş Yrd. Doç. Dr. Serdar Gürel Konferans Oturum Başkanları: Doç. Dr Tahsin Çelepkolu Dr. Murtaza Baykan Tiroid Hastalıklarında Tanı ve Yönetim: Yeni Perspektif Doç. Dr. Ayşe Çaylan Çalıştay Oturum Başkanları: Yrd. Doç. Dr. Necmi Arslan Muayene Sırası Beklerken Sorun Çıkaran Hastayla Nasıl Başedilir? Doç. Dr. Kenan Topal Konferans Oturum Başkanı: Doç. Dr. Kürşat Özşahin Viral Boğaz Ağrısı Tanı Skorlamaları Prof. Dr. Selçuk Mıstık Konferans Bakış Aşısı Oturum Başkanları: Prof. Dr. Sait Polat Prof. Dr. Meryem Yavuz Van Giersbergen Ulusal Aşılama Takvimi ve Rota Virüs Prof. Dr. Mehmet Ceyhan Konferans Oturum Başkanı: Doç. Dr. Sevban Arslan Araştırmalarda Biyoistatistik Kullanımı ve Makale Yazımı Doç. Dr. Hakan Nazik 12:15 13:30 13:30 14:00 Öğle Yemeği Konferans Oturum Başkanları: Prof. Dr. Yüksel Gökel Dr. Kadir Can Tuncel Konferans Oturum Başkanları: Doç. Dr. Nevin Hatun Şahin Yrd. Doç. Dr. Serap Torun 9

10 Olgular Eşliğinde Güncel PPI Tedavisi Prof. Dr. Birol Özer Anne Sütü ve Ek Gıdaya Geçiş Yrd. Doç. Dr. Serdar Gürel 14:00 15:00 Konferans Bakış Aşısı Oturum Başkanları: Prof. Dr. Emre Alhan Prof. Dr. Zekeriya Aktürk Ulusal Aşılama Takvimi ve Rota Virüs Prof. Dr. Mehmet Ceyhan Konferans Oturum Başkanları : Prof. Dr. Hakan Özdoğu Dr. Gökmen Erendor Aile Hekimi Ne Yapsın? Evlilik Raporu, Orak Hücreli Anemi ve Talasemi Yrd. Doç. Dr. Süheyl Asma Panel Oturum Başkanları: Doç. Dr. Hülya Yıkılkan Dr. Tuğba Öztürkmen Akılcı Antibiyotik Kullanımı Yrd. Doç. Dr. Hamza Aslanhan Polifarmasi: Yaşlı Hastalarda Medikasyonu Nasıl Optimize Edelim? Yrd. Doç. Dr. Engin Burak Selçuk Sözel Bildiriler Oturum Başkanları: Doç. Dr. Muharrem Ak Yrd. Doç. Dr. Gülseren Pamuk Panel Hemşirelik Derneklerinin Bakış Açısı: Tüm Boyutlarıyla Şiddet Oturum Başkanları: Prof. Dr. Ayfer Tezel Yrd. Doç. Dr. Sunay Fırat Aile Sağlığı Merkezlerinde Şiddet Gülsenem Bolat Acilde Şiddet Yrd. Doç. Dr.Gülten Sucu Dağ Sözel Bildiriler Oturum Başkanları: Prof. Dr. Füsun Terzioğlu Doç. Dr. Ayfer Özbaş Psikiyatride 10

11 15:00 15:30 15:30 16:15 16:15 17:00 Kahve Arası Konferans Oturum Başkanları: Prof. Dr. Mustafa Çelik Dr. Neylan İlkim Büyükerdem Kendirci Birinci Basamakta Diyabet Yönetiminde Yeni Çağ Doç. Dr. Mustafa Kanat Konferans Oturum Başkanları: Prof. Dr. Mehmet Ceyhan Panel Anne Ölümlerinin Önlenmesi Oturum Başkanları: Prof. Dr. İsmail Hamdi Kara Doç. Dr. İbrahim Ferhat Ürünsak Türkiye de Anne Ölümleri Op. Dr. Sema Sanisoğlu Gebelik İzlemleri Doç. Dr. Mustafa Kara Gebelik ve Anemi Uz. Dr. Selma Karaahmetoğlu Anne Ölüm Olgularından Çıkarılacak Dersler Konferans Oturum Başkanları: Doç. Dr. Kenan Topal Dr. Ahmet Pakyiğit Biyostatistiğin Günlük Yaşamımıza Yansımaları Prof. Dr. Zekeriya Aktürk Konferans Oturum Başkanları: Prof. Dr. Ersin Akpınar Doç. Dr. Davut Konferans Oturum Başkanı: Doç. Dr. Selim Kadıoğlu Dr. Uğur Şanlıtürk Aile Hekimi Mahkemelik Oldu! Av. İsacan Hür Panel Oturum Başkanları: Prof. Dr. Esra Saatçı Doç. Dr. Ayşe Çaylan Konferans Oturum Başkanı: Yrd. Doç. Dr. Engin Burak Selçuk Şiddet Doç. Dr. Fahriye Oflaz Panel Yaşam Boyu Periyodik Sağlık Muayeneleri Nasıl Olmalı? Oturum Başkanları: Doç. Dr. Nurdan Demirci Yrd. Doç. Dr. Sevinç Kutlutürkan Çocukluk Çağı Periyodik Sağlık Muayeneleri Doç. Dr. Hacer Çetin Kadınlarda Periyodik Sağlık Muayeneleri Prof. Dr. Hülya Sözel Bildiriler Oturum Başkanları: Prof. Dr. Nevin Kanan Yrd. Doç. Dr. Sevilay Erden 11

12 Doç. Dr. Dilek Toprak Çocuklarda Konuşma Bozukları Prof. Dr. Adem Aydın Prof. Dr. Yaprak Engin Üstün Baltacı Bir Garip DOĞA L Şiddet Murat Taşdemir Aile hekimlerinin Yaşam Düzlemi : Hayatın Neresindeyiz? Filiz Şener Terörizm: Toplumsal Şiddetin Önlenmesinde Aile Hekiminin Rolü Doç. Dr. Salim Özenç Okumuş Erkeklerde Periyodik Sağlık Muayeneleri Yrd. Doç. Dr. Nilgün Ulutaşdemir 17:00 17:30 17:30 19:00 Kahve Arası FORUM Birinci Basamak Uygulamalarda Sorunlar ve Çözüm Önerileri 19:00-19:30 Ödül ve Kapanış Töreni 12

13 29 Mayıs 2016 Pazar (KURSLAR) D Salonu Kurs I Aile Hekimliğinde Neuroscience ve İnsana Bütünsel Bakış Uz. Dr. Zerrin Başer E Salonu Kurs II Tütün Bağımlılığı Tedavisi Eğitimi Yerinde Eğitim Kursu (Sağlık Bakanlığı Sertifikalı) Doç. Dr. Hüseyin Can Doç. Dr. Dilek Toprak Uz. Dr. Tİjen Şengezer Uz. Dr. Tevfik Tanju Yılmazer 13

14 14

15 OP Acil Servise Çeşitli Şikayetlerle Başvuran, Alt Ast değerleri Normalin 2 katından Daha Fazla Yüksek Olan Randomize 100 Hastanın Detaylı İncelenmesi Hasan Börekci, Bozok Üniversitesi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Genel Cerrahi ABD. Yozgat/Türkiye ÖZET: Bozok Üniversitesi Tıp Fakültesi Acil kliniğine 2015 yılı içerisinde başvuran tüm hastalardan karaciğer enzimleri en az iki katından daha fazla yüksek olan randomize 100 hasta incelendi.bu yüz hastanın karaciğer enzim yüksekliliklerinin acil klinik başvurusundan sonraki yapılan detaylı incelenmesinde en büyük oranın karaciğer yağlanması olduğu görüldü.bunu dışında ikinci en sık olarak kullanılan ilaçların etyolojide etken olduğu görüldü.bu ilaçlardan da ilginç şekilde en yüksek oranın sefalosprinlerin etkili olduğunu gördük.başkaca diğer etyoloik etkenler incelendiğinde 3. sırada hepatobiliyer hastalıklar,4. sırada bitkisel tedaviler ve en son sırada viral hepatitler gelmiştir. Anahtar kelimeler: Ast,alt Karaciğer enzimleri OP Plasma Viscosity: A Potential Predictor of Medical Treatment Response and Clinical Stage of Ulcerative Colitis YAKAR Tolga 1, ERDAMAR Husamettin 2,COŞAR Arif Mansur 3, Göktürk Hüseyin Savaş 1, Ünler Kanat Ayşe Gülhan 1, SERİN Ender 1 1 Başkent University, School of Medicine, Department of Gastroenterology 2 Turgut Özal University, School of Medicine, Department of Medical Biochemistry 3 Karadeniz Technical University, School of Medicine, Department of Gastroenterology Aim: Ulcerative colitis (UC) is one of the major forms of chronic relapsing inflammatory bowel diseases. It has been a goal of clinical researchers to predict the severity, prognosis and response to therapy of UC. Plasma viscosity (PV) is a major determinant of capillary blood flow and the defects in microcirculation can cause potentially important clinical sequelae. The aim of this study was to assess the relationship of plasma viscosity and disease activity in patients with UC. Methods: A total of 105 patients (55 female, 50 male) with a diagnosis of certain or probable ulcerative colitis who agreed to participate in the study, and 28 controls (19 female, 23 male) were included in the study, which was carried out at the Baskent University Adana Hospital. Demographic and clinical properties of patients and control group were summarized in Table 1. Patients were grouped according to disease activity as active (n = 59) or remission (n = 46). The diagnosis of ulcerative colitis was based on conventional clinical, radiologic, endoscopic and histologic criteria. The control group was consisted from among the hospital staff and their family members (42 ± 12 years old), who have no healthy problem and normal laboratory tests according to standard physical and biochemical examination. Erythrocyte Sedimentation Rate, C-reactive Protein, and PV levels were obtained at baseline, at fifth day, and third month. PV was determined using a rotational viscometer. Results: There were no differences in sex, age, and extension of disease between patients with active and inactive disease (Table 1). Seventeen patients with active UC were steroid dependent. The patients with active UC had significantly higher scores in clinical, endoscopic, and histological indexes than those with disease in remission (Mann-Whitney U test, p<0.001) (Table 1). Laboratory data of the patients and the healthy controls are shown in Table 2. Variables of inflammation (ESR, CRP, and 15

16 fibrinogen) were also significantly higher in active than in inactive UC (Mann-Whitney U test, p<0.005) (Table 3). Conclusion: Plasma viscosity is a useful marker in the determinig of disease activity, and in the prediction of clinical and endoscopic activity in UC. It can be used as an adjunct to endoscopic examination in clinical practice. We think that plasma viscosity could be replaced by erythrocyte sedimentation rate as a measure of the acute phase response in UC. These observations support the concept that hemorheologic changes in UC patients might be either the cause or the result of a pathophysiological process, and it may not be easy to distinguish between these two possibilities OP HIGH DOSE ORAL FUROSEMIDE WITH SALT INGESTION IN THE TREATMENT OF REFRACTORY ASCITES OF LIVER CIRRHOSIS YAKAR Tolga, ERDAMAR Husamettin, BAYRAM Aslı, DEMİR Mehmet, Göktürk Hüseyin Savaş, Ünler Kanat Ayşe Gülhan, EROL Şeyma Nur, Sevgi GÜL, Aslı AVCI, Büşra ÇALIK, SERİN Ender Bildiri özeti yok. OP Hastalarımız Sosyal Medyada Arkadaşımız Olabilir Mi? Halil Volkan TEKAYAK*, Ersin AKPINAR* *Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Aile Hekimliği Anabilim Dalı, Adana Çevrimiçi mobil uygulamalar sayesinde doktorların hastalarına sıklıkla internet ortamından ulaşmaya başladığı çağımızda hastalar da doktorlarıyla en hızlı şekilde iletişim kurmak isterler. Peki doktorunuz sosyal medya platformlarında arkadaşınız olabilir mi? Bazı doktorlar sosyal medya platformlarında hastalarından gelen arkadaşlık isteklerine bu platformlarda profesyonel kullanıcı hesapları veya sayfalar açarak yanıt verirken bazıları da akşamları yanıtladıkları mailler ile hastalarıyla yakın iletişimi sürdürmektedir. Fakat doktorlar tıbbi tedavi ve tavsiyelerde bulunduğu hastalarıyla özel fotoğraflarını ve bilgilerini sosyal platformlar aracılığıyla paylaşmaya henüz hazır değildirler. Bu duruma esas olarak kişisel mahremiyetin sağlanması ile ilgili tereddütler neden olmaktadır. Buna rağmen bazı uluslararası hekim örgütleri son yıllarda doktorlara yönelik yayımladığı sosyal medyayı doğru kullanma kılavuzlarında doktorların sosyal medya platformlarından özellikle Facebook ta eğer hastalarıyla ikili ilişkilerine yeterli düzeyde güveniyorlarsa onlarla arkadaş olup olmama kararını kendilerine bırakmıştır. Sosyal medyada oluşturulan profesyonel hesaplar üzerinden yapılan tıbbi paylaşımlar doktor-hasta ilişkisine yeni bir boyut kazandırmış olsa da bu platformlarda bilgilerin paylaşılması takipçilerin sınırları belli olmadığından pek güvenli olmayabilir. Bu durum hastalar için bir doktorun ofisi veya kurumuyla ilişkileri daha samimi tutmak için bir yerel market veya spor takımının sayfasını takip etmekle eşdeğer olabilir. Hastalar için esas önemli olan sosyal medya platformları veya mail aracılığıyla doktoruna hızlı erişim sağlayabilmesidir. Sonuç olarak Amerikan Aile Hekimliği Akademisi sosyal medyayı medikal paylaşımlar yapmak amacıyla kullanmaya karşı olsa da Amerikan Tıp Birliği sosyal medyayı tıp ile ilgili bilgileri yaymak için etkili bir yöntem olarak tanımlamaktadır. Amerikan Acil Hekimleri Birliği ise 2010 yılında yayımladığı kılavuzda hekimlere sosyal medyadaki kişisel ve profesyonel hesaplarını ayırmaları ile ilgili uyarılarda bulunmuştur. Hastalarla ilişkilerde sosyal medya hesaplarımız yerine mail üzerinden iletişim sağlamak daha etik ve güvenli görülmektedir. Peki ya sosyal medyada zaten arkadaşlık ettiğimiz biri bir gün bizim hastamız olursa? 16

17 OP Birinci basamakta boğaz ağrısında yazılan reçetelerin özellikleri Mıstık S. 1, Balcı E. 2, Gökahmetoğlu S. 3, Onuk F.A. 4 1 Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi, Aile Hekimliği AD, Kayseri 2 Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi, Halk Sağlığı AD, Kayseri 3 Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi, Mikrobiyoloji AD, Kayseri 4 Bünyamin Somyürek ASM, Kayseri Giriş: Boğaz ağrısının etiyolojisine bakıldığında hastaların büyük çoğunda etiyolojinin viral olduğu görülmektedir. Buna rağmen a grubu beta hemolitik streptokok enfeksiyonu sonrasında akut romatizmal ateş görülme riski nedeniyle halen doktorlar tarafından yüksek oranlarda antibiyotik reçete edilmesi söz konusudur. Amaç: Bu çalışmanın amacı (1) boğaz ağrısı ile gelen hastalardan etiyolojisi viral ve bakteriyel olan hastaların belirlenmesi ve (2) yapılan kayıtlarla hastalara yazılan ilaçların profilinin belirlenmesidir (3) antibiyotik kullanım oranlarının gerçek endikasyonları ile örtüşmesinin belirlenmesidir. Yöntem: Bir yıl boyunca toplam 624 boğaz ağrısı hastasında boğaz kültürü alınmıştır. Hastaların boğaz kültürü sonuçları ortalama iki gün içerisinde doktorlarına iletilmiştir. Doktorların reçetelerine herhangi bir müdahalede bulunulmamış olup, kültür sonucunda a grubu beta hemolitik streptokok enfeksiyonu çıkan hastaların doktorları bu konuda özel olarak haberdar edilmiştir. Bulgular: Çalışma sonucunda antibiyotik reçete edilme oranları hastalardaki a grubu beta hemolitik streptokok enfeksiyonlarının çok üzerinde çıkmıştır. Amoksisilin-klavulanik asit ve sefalosporinlerin sık kullanılan antibiyotikler olduğu görülmüştür. Antibiyotiklerin yanında sıklıkla semptomatik tedavi için çeşitli ilaçların reçete edildiği de tespit edilmiştir. Sonuç: Boğaz ağrısı enfeksiyonlarında etiyolojide çoğunlukla virüsler görülmekle birlikte halen antibiyotik reçete edilme oranları yüksek olması, bu konuda yeni önlemler alınması gerekliliğini göstermektedir. Aile Sağlığı Merkezleri nde boğaz kültürü ve/veya hızlı antijen testi olanağının sağlanmasının antibiyotik kullanımının azaltılmasında etkili olabileceği düşünülmektedir. OP TİP 2 DİYABET VE SİGARA İÇİMİNİN SERUM METALLOPROTEİNAZ 9 (MMP9) VE MATRİKS METALLOPROTEİNAZ DOKU İNHİBİTÖRÜ 1 (TIMP1) DÜZEYLERİNE ETKİSİ Uzm. Dr. Asiye Betül CEBECİ 1, Prof. Dr. Kamile MARAKOĞLU 1, Prof. Dr. Ali ÜNLÜ 2, Uzm. Dr. Emine Nedime KORUCU 2 1 Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi Aile Hekimliği A.D. 2 Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi Biyokimya A.D. Amaç: Tip 2 diyabet ve sigaranın serum MMP-9 ve TIMP-1 Düzeylerine Etkisinin araştırılması amaçlanmıştır. Gereç ve Yöntem: Bu çalışmaya ile tarihleri arasında S.Ü Aile Hekimliği Diyabet Polikliniğine ve Sigara Bıraktırma Polikliniğine başvuran yaş aralığında sigara içen ve Tip 2 DM (diyabetes mellitus) tanısı olmayan 40 erkek birey (Grup I), Tip 2 DM tanısı konmuş ve sigara içmeyen 40 erkek birey (Grup II), Tip 2 DM tanısı konmuş ve sigara içen 40 erkek birey (Grup III) ve Tip 2 DM tanısı olmayan ve sigara içmeyen 60 erkek birey (Grup IV) alındı. Katılımcıların sosyodemografik özellikleriyle diyabet ve sigara içme özelliklerini içeren 25 sorudan oluşan anket formu yüz yüze görüşme yöntemi ile dolduruldu. Tüm veriler SPSS 21.0 istatistik paket programı kullanılarak değerlendirildi. Verilerin değerlendirilmesinde sayı, yüzde, ortalama, standart sapma kullanıldı. Chisquare testi, Student-t testi, One way ANOVA testi, Tukey testi ve Spearman korelasyon analizi kullanıldı. 17

18 Bulgular: Çalışmamızda, MMP-9 için; Grup I ve III arasındaki (p<0,001), Grup I ve IV arasındaki (p<0,001), Grup II ve III arasındaki (p<0,001), Grup II ve IV arasındaki (p<0,001) ve Grup III ve IV arasındaki (p<0,001) fark istatistiksel açıdan anlamlıydı. TIMP-1 için ise Grup I ve IV arasındaki (p=0,009), Grup II ve IV arasındaki (p=0,020) ve Grup III ve IV arasındaki (p<0,001) fark istatistiksel açıdan anlamlıydı. MMP-9 değerleri açısından sigara içmeyen grupla 30 yıl altı sigara içen grup arasında (p<0,001), sigara içmeyen grupla 30 yıl üstü sigara içen grup arasındaki (p<0,001) fark istatistiksel olarak anlamlıydı (p<0,001). TIMP-1 değerleri açısından sigara içmeyen grupla 30 yıl altı sigara içen grup arasında (p=0,030), sigara içmeyen grupla 30 yıl üzeri sigara içen grup arasındaki (p=0,016)fark istatistiksel olarak anlamlıydı (p=0,012). Normal olanlarla obez olanlar arasında MMP-9 değerleri açısından istatistiksel olarak anlamlı fark vardı (p=0,009), TIMP-1 değerleri açısından bu gruplar arasında istatistiksel olarak anlamlı fark yoktu (p=0,708). Sonuç: Sigara ve diyabet mortalite ve morbidite sıklıkları nedeniyle dünya genelinde önemli bir toplumsal sağlık sorunudur. Çalışmamız sonunda hem sigaranın hem de diyabetin serum MMP-9 ve TIMP-1 düzeylerini artırıcı etki yaptığını ve bu etkinin sigara içen diyabetiklerde daha fazla olduğunu bulduk. Sigara içen, diyabeti olan ve sigara içen diyabetik bireylerin takip ve tedavilerinde MMP-9 ve TIMP-1 düzeylerinin bakılmasının bireylerde komplikasyon gelişme riskini gösteren ve komplikasyonların ilerlemesinin geciktirilmesinde kullanılabilir bir belirteç olabileceğini düşünmekteyiz. Anahtar kelimeler: MMP-9, TIMP-1, sigara, KOAH, Diyabetes Mellitus, obezite OP Body indices of prediabetic and normoglycemic individuals in Ankara-Turkey Tuncer KILIÇ*, Ahmet Keskin* *Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Tıp Fakültesi Aile Hekimliği AD Introduction: Obesity is a modifiable risk factor for Type 2 Diabetes Mellitus (T2DM) and Prediabetes. Body Mass Index (BMI), waist circumference (WC) and waist to hip ratio (WHR) are obesity indices. These indices are known to be associated with DM and Prediabetes significantly. But this data varies in different nations. In this study, we aimed to investigate the association in Turkish population Material and Methods: This is a crossectional study carried out in Ankara, the capital city of Turkey. A population of 1165 individuals attending to Ankara Ataturk Training and Research Hospital Primary Care Clinics was randomly selected. Sociodemographic and clinical data were collected by a questionnaire. Participants having Coronary Artery Disease, malignancy, Diabetes Mellitus, pregnancy were excluded. Fasting plasma glucose was determined by taking a blood sample after 12h fasting. Anthropometric measurements (Weight, height, waist circumference, hip circumference) were taken by a physician. BMI, WC, WHR were calculated according to these values. A FPG level of mg/dl was classified as Prediabetes and a level of as normal blood glucose level. Totally 854 of 1165 individuals meeting the inclusion criteria attended the study while 175 had Prediabetes and 679 had normal blood glucose levels of whom all data was available. Data was analyzed using SPSS version 20 statistical software and results were evaluated with a 95% confidence interval and a p value < 0.05 was considered significant. Results: General charactheristics of participants were shown in Table 1. Table 1. General charactheristics of participants Variable Total (n:854 ) Control (n:679) (70<FPG 100) Prediabetes (n:175) (100<FPG<125) Age (years) 44,29(18-84) 41,92 (18-83) 53,48(21-84) P<0,001 (min-max) Female (n)(%) 592 (%69,32) 483 (%81,59) 109 (%18,41) Male (n)(%) 262(%30,68) 196 (%74,81) 66 (%25,19) 18

19 FPG:Fasting plasma glucose BMI, WC, HC and WHR were significantly higher in Prediabetes group (Table 2) Table 2. Body indices of the subjects by glycemic status Variable Control (n:679) (70<FPG 100) Prediabetes (n:175) (100<FPG<125) P value BMI (kg/m 2 ) 25.5 ( ) 28 ( ) <0.001 WC (cm) 88 (60-131) 98 (72-125) <0.001 HC (cm) 101 (68-152) 106 (75-140) <0.001 WHR 0.88 ( ) 0.92 ( ) <0.001 BMI: Body mass index, WC: Waist circumference, HC: Hip circumference, WHR: Waist to hip ratio Subjects with prediabetes had higher rates of general and central obesity (Table 3) Conclusion: In conclusion, both general and central obesity showed significant association with prediabetes by fasting plasma glucose. The study indicates that there is an urgent need to develop a national prevention policy for controlling both general and central obesity for lowering future risk of diabetes in our population. BMI: Body mass index, WC: Waist circumference, WHR: Waist to hip ratio OP Association of the polymorphisms in Brain-derived neurotrophic factor gene and Nerve growth factor gene with susceptibility to migraine disease Salih Coskun 1, Hasan H. Özdemir 2, Sefer Varol 2, Elif Ağaçayak 3, Birsen Aydın 4, Oktay Kapan 5, M. Akif Camkurt 6, Şaban Tunç 7, Mehmet UğurÇevik 2 1 Department of Medical Genetics, Dicle University, Medical Faculty, Diyarbakır, Turkey, Department of Neurology, Dicle University, Medical Faculty, Diyarbakır, Turkey, Department of Obstetrics and Gynecology, Dicle University, Medical Faculty, Diyarbakır, Turkey, Department of Neurology, Diyarbakır Education and Research Hospital, Diyarbakır, Turkey, Department of Neurology, Elazığ Education and Research Hospital, Elazığ, Turkey, Obesity Status by BMI, WC and WHR BMI WC WHR Control (n:679) (70<FPG 100) Prediabetes (n:175) (100<FPG<125) Underweight (BMI<8.5) 14 (%2.1) 4 (%2.3) Normal weight (18.5 BKI<23) 158 (%23.3) 15 (%8.6) Overweight (23 BKI<25) 140 (%20.6) 20 (%11.4) Obese (BKI 25) 367 (%54.1) 136 (%77.7) Central obesity (+) (m 90cm, f 80cm) 474 (%69.8) 146 (%83.4) Central obesity (-) (m<90cm, f<80cm) 205 (%30.2) 29 (%16.6) Central obesity (+) (m 0.90, f 0.80) 490 (%72.2) 143 (%81.7) Central obesity (-) (m<0.90, f<0.80) 189 (%27.8) 32 (%18.3) 6 Department of Psychiatry, Afsin State Hospital, Kahramanmaras, Turkey, Laboratory of Molecular Genetics,Dicle University, Medical Faculty, Diyarbakır, Turkey, P value <0.001 <

20 Introduction: Migraine is a common multifactorial episodic neurological disease characterized by severe head pain, usuallyaccompanied by nausea, vomiting, neurological disturbance, photophobia, and phonophobia[1]. Several different processes are involved in its pathophysiology, such as alteration of pain and sensory input, increased sensitivity of the cortex leading to aura, central pain facilitation, neurogenic inflammation and brain stem nociceptor sensitization[2, 3]. Neurotrophic factors such as brain-derived neurotrophic factor (BDNF) and nerve growth factor (NGF) play an important role in central nervous system functioning, development and modulation of pain[4]. We hypothesized that polymorphisms in BDNF and NGF gene may contribute to the susceptibility to migraine disease or aura. Therefore, in present study, we aimed to investigate the nine polymorphisms in BDNF and NGF gene in adult Turkish population with migraine with/without aura and healthy controls. Material and Methods: Overall, 576 subjects were investigated that included 288 patients with migraine and 288 healthy controls for the following polymorphisms rs6265(g/a), rs (c/t), rs925946(g/t), rs (a/t), and rs (t/c) in BDNF gene, and rs6330(c/a), rs (c/t), rs (c/a), and rs (g/a) in NGF gene using 5 -exonuclease allelic discrimination assays. This case-control study was approved by the Ethics Committee of Dicle University, Medical Faculty, and each subject provided written informed consent. Results: The study group consisted of 288 subjects (137 males, 151 females) with a mean age of ±10.28 years and the control group consisted of 288 healthy subjects (133 males, 155 females) with a mean age of 31.53±8.92 years. We found no differences in frequency of the analyzed eight polymorphisms between migraine and control groups. However, the frequency of minor A-allele of rs6265 in BDNF gene was significantly higher in the patients compared with in the healthy controls (P=0.049; ORs (95%CIs)=1.380 [1.000~1.944]). Moreover, when the migraine patients were divided into two subgroups, migraine with aura (MA) or migraine without aura (MO), the minor AA genotype of rs6330 in NGF was significantly higher in migraine with aura compared than migraine without aura(p=0.036) or healthy controls(p=0.026). Also, the rs6330*a minor allele was more common in the MA group than MO group or controls (P=0.011, ORs (95%CIs)=1.626[1.117~2.365] or P=0.007, ORs(95%CIs)=1.610[1.140~2.274], respectively). Discussion and conclusion: This is the first clinical study to evaluate the association between BDNF and NGF polymorphisms in migraine patients comparing with the health controls. Our findings indicate that BDNF rs6265*a allele could play a potential role in susceptibility to migraine in Turkish population. Furthermore, the data obtained suggests that the NGF rs6330*a minor allele and NGF rs6330 AA genotype might be nominated as risk factors developing aura in migraine disease. 20

21 OP ATATÜRK ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ ÇALIŞANLARINDA KİLO DEĞİŞİMİ VE İLİŞKİLİ FAKTÖRLER Esra Pektaş, Yasemin Çayır, Murat Navruz, Ümmü Zeynep Avşar Bildiri özeti yok. OP SAĞLIK ÇALIŞANLARINDA AİLE İÇİ ŞİDDET; KESİTSEL BİR ÇALIŞMA Meryem BAŞTÜRK 1,2, Utku Eser 2, Kurtuluş ÖNGEL 1,2 1 İzmir Katip Çelebi Üniversitesi Tıp Fakültesi Aile Hekimliği Anabilim Dalı 2 İKÇU Atatürk Eğitim Araştırma Hastanesi Giriş: Şiddet; kendine ya da bir başkasına, grup ya da topluluğa yönelik olarak ölüm, yaralama, ruhsal zedelenme, gelişimsel bozukluğa yol açabilecek fiziksel zorlama, güç kullanımı ya da tehdidin amaçlı olarak uygulanması şeklinde tanımlanabileceği gibi Dünya Sağlık Örgütü tarafından, sahip olunan fiziksel güç ya da kudretin, tehdit yoluyla ya da doğrudan kendine, bir başka insana, bir gruba ya da topluma karşı yaralanma, fizyolojik hasar, gelişme bozukluğu ya da gerilikle sonuçlanacak ya da sonuçlanma olasılığı yüksek bir biçimde uygulanması olarak tanımlamaktadır. Şiddete ilişkin birçok teori şiddetin oldukça karışık bir davranış biçimi oldu ğunu açıklamaktadır. Şiddete yönelik üç ana teori ileri sürülmektedir. Bunlar biyolojik, soysal öğrenme ve zedelenme-saldırganlık teorileridir. Şiddet genelde 5 alt grupta değerlendirilir; fiziksel şiddet, cinsel şiddet, Duygusal şiddet, istismar ve ekonomik şiddet. Aile içi şiddet günümüzde çoğunlukla erkek tarafından kadına uygulanan şiddet şeklinde görülmektedir ve genel olarak aile içinde bir bireyin hayatının, bedeninin, psikolojik bütünlüğünün ya da özgürlüğünün güç ya da zor kullanılarak tehlikeye uğratılması şeklinde tanımlanabilir. Bu çalışmada sağlık çalışanlarında Aile içi şiddetin araştırılması amaçlanmıştır. Metot: Çalışmada örneklem alınmamıştır ve çalışma 2016 yılı başından itibaren sürmektedir. Sağlık çalışanlarına farklı şekillerde ulaşılarak, sözel onam alınmış kişiler üzerinde anket yöntemi ile yapılmıştır. Çalışmada standardize ölçek kullanılmamıştır. Konuyla ilgili uygun literatür taraması sonucu en çok üzerinde durulan konular soru haline getirilmiştir. Çalışmada maksimum sayıda sağlık çalışanına ulaşmak amaçlanmıştır. Elde edilen veriler istatistiksel anlamlılık açısından değerlendirilmiştir. Bulgular: Aşağıdaki çalışma anketi toplam 328 kişiye uygulanmış olup; anket içerisindeki soruların kendi aralarındaki istatistiksel anlamlılıkları aşağıdaki tabloda gösterilmiştir. Sorulara verilen cevaplar kendi aralarında büyük oranda istatistiksel anlamlılık göstermektedir. S * P S-d** P S-d P S-d P S-d P S-d P S-d 1 <0,05 0,421 <0,05 0,574 <0,05 0,236 <0,05 0,236 <0,05 0,104 2 <0,05 0,421 <0,05 0,328 <0,05 0,161 <0,05 0,441 <0,05 0,200 3 <0,05 0,574 <0,05 0,328 <0,05 0,144 <0,05 0,459 <0,05 0,145 4 <0,05 0,236 <0,05 0,161 <0,05 0,144 <0,05 0,292 <0,05 0,177 5 <0,05 0,236 <0,05 0,441 0,459 <005 <0,05 0,292 >0,05 0,041 6 <0,05 0,104 <0,05 0,200 <0,05 0,145 <0,05 0,177 >0,05 0,041 *S: Soru **S-d: Somers d Tartışma-Sonuç: Şiddet cinsiyete dayanmayan, bir tarafı inciten ve zarar veren fiziksel, cinsel, ruhsal hasarla sonuçlanma olasılığı bulunan, toplum içerisinde ya da özel yaşamında ona baskı uygulanması ve özgürlüklerinin kısıtlanmasına neden olan her turlu davranıştır. Şiddet farklı şekillerde ortaya 21

22 çıkabilmekte ve çalışma sonuçlarına göre şiddet türleri birbiri ile istatistiksel anlamlılık göstermektedir. Aile içerisinde bir şiddet türü tespit edildiğinde, diğer şiddet şekilleri de araştırılmalıdır. Partneri tarafından ölümle tehdit edilen kişilerin, bu konuyu konuşma ile ilgili soruya istatistiksel anlamlı cevaplar vermemiş olmaları, konunun özellikle incelenmesi gereken bir yönüdür. HAYDİ ŞİDDET HAKKINDA KONUŞALIM 1.Şimdiye kadar eşiniz / partneriniz sizi dövdü / tokat attı / tekmeledi / herhangi bir şekilde fiziksel şiddet uyguladı mı yada bunlarla sizi tehdit etti mi? Evet Hayır 2.Eşinizden / partnerinizden korkar mısınız? Evet Hayır 3.Eşiniz / partneriniz sizde kusur bulur / sataşır / bağırır yada kızdığında evin içinde özellikle size ait olan eşyaları kırar mı? Evet Hayır 4.Şimdiye kadar istemediğiniz halde eşiniz / partneriniz tarafından cinsel ilişkiye zorlandınız mı? Evet Hayır 5.Eşiniz / partneriniz sizi hiç öldürmekle tehdit etti mi / ailenizi görmenizi yasakladı mı evden dışarıya çıkmanızı engelledi mi / para vermemekle tehdit etti mi? Evet Hayır 6.Bu problemi birisiyle konuşmak ister misiniz? Evet (Kiminle konuşmak istersiniz?. ) Hayır OP Screening of Mixed Depression and Bipolarity in the Postpartum Period at a Primary Health Care Center Sercan Bulut Çelik 1, P. Gamze Erten Bucaktepe 2, Ayşegül Uludağ 3, İbrahim Umud Bulut 4, Özgür Erdem 5, Kürşat Altınbaş 6 1 Aile Hekimliği Uzmanı, Batman 11 No lu Aile Sağlığı Merkezi, Batman 2 Aile Hekimliği Yrd. Doç. Dr., Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi Aile Hekimliği ABD, Diyarbakır 3 Aile Hekimliği Yrd. Doç. Dr., Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Tıp Fakültesi Aile Hekimliği ABD, Çanakkale 4 Aile Hekimi, Batman 5 No lu Aile Sağlığı Merkezi, Batman 5 Aile Hekimliği Uzmanı, Kayapınar Peyas Aile Sağlığı Merkezi, Diyarbakır 6 Psikiyatri Doç., Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri ABD, Çanakkale Introduction: Mixed depression is a clinical condition accompanied by the symptoms of (hypo)mania and is considered to be a predictor for bipolar disorder. Compared to pure major depression, mixed depression is worse in progress. There is limited data on the prevalence of mixed depression since it is a relatively new entity. Therefore, the present study aimed to investigate the prevalence of mixed depression during the postpartum period. Methods: The study included 63 postpartum women. The participants were administered Beck Depression Scale (BDS), Edinburgh Postnatal Depression Scale (EPDS), Mood Disorders Questionnaire (MDQ), and Modified Hypomania Symptom Checklist-32 (mhcl-32). Results: The MDQ scores of the women with expected depression (5.5±2.8) according to the EPDS cut-off scores, were significantly higher than the women with lower EPDS scores (2.1±2.6) (t=-4.968; p<0.001). The modified hypomania scores were significantly higher in the women with higher depression scores (11.4±5.2) compared to the women under EPDS cut-off scores (5.1±5.3) (t=-4.713; p<0.001). According to the EPDS and BDS results, 27 (42.9%) and 14 (22.2%) women needed additional clinical examination for depression, respectively. In addition, 3 (4.8%) women require additional clinical examination for bipolar disorder. The scores for the first item of MDQ were above the cut-off value in 11 (17.5%) women. According to the mhcl-32 results, 50 (79.4%) women had at 22

23 least 1 symptom, 45 (71.4%) women had at least 3 symptoms, and 43 (68.3%) women had at least 5 symptoms of mixed depression. Conclusion: Postpartum mixed depression should be promptly diagnosed by using appropriate diagnostic tools, particularly by primary health care physicians. Patients with mixed depression should be closely monitored to avoid manic switch. Keywords: Postpartum, mixed depression, bipolarity OP ADIYAMAN BÖLGESİNDEKİ ADÖLESAN GEBELİKLER Agah Bahadır Öztürk 1, İpek Karcı 2, Murat Yıldız 3 1 Adıyaman Üniversitesi Tıp Fakültesi Aile Hekimliği ABD, Üniversite Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Adıyaman 2 Çelikhan Devlet Hastanesi Aile Hekimliği Polikliniği, Adıyaman 3 Kahta Göçeri Devlet Hastanesi Aile Hekimliği Polikliniği, Adıyaman Giriş/Amaç: Adolesan gebelikler hem gelişmiş hem de gelişmekte olan ülkelerde önemli bir sağlık sorunudur. Adolesan gebelikler, adolesan annenin ve bebeğinin sosyal olarak istenmeyen durumlarla karşı karşıya kalmasına neden olmaktadır. Üreme sağlığı konusundaki bilgi gereksinimleri adölesanlarda mutlaka önemsenmelidir. Cinsel aktivite yaşının daha erkene kayması, cinsellik ve gebeliği önleyici yöntemler hakkında bilgi eksikliği nedeniyle adölesanlar, istenmeyen gebelik ve cinsel yolla bulaşan hastalık riskine daha çok maruz kalmaktadırlar. Bilinçsizliğin hakim olduğu, biyopsikososyal durumun uygun olmadığı ve zaman zaman anotomik yeterliliğin dahi olmadığı bu dönemlerde; adölesan gebeliklerdeki obstetrik komplikasyonların, perinatal mortalitenin ve bebek ölüm oranlarının artışı istenmeyen bir sonuçtur. Erken yaşta çocuk sahibi olmak adölesanların eğitimlerine ara vermelerine veya sürdürememelerine ve iş imkânlarına erişememelerine neden olmaktadır. Ülkemiz TNSA-2013 verilerine göre; tüm kadınlarla evlenmiş kadınlar karşılaştırıldığında genç yaşlarda evlenmiş kadınların oranlarının halen yüksek olması, tüm kadınların % 16 sının yaş aralığında olması, adölesan dönemde olan kadınların neredeyse % 5 inin çocuk doğurmaya başlamış olması ve bu yaştaki kadınların % 3 ünün bir canlı doğumunun olması dikkat çekicidir. Adolesan gebeliklerde yeterli ve erken dönemde prenatal bakımın ve takibin başlamaması önemli bir halk sağlığı problemidir. Dünya Sağlık Örgütü nün tahminine göre tüm dünya nüfusunun % 24,8 inde demir eksikliği anemisi bulunmaktadır. Gebelik sürecinde annede ve fetüste, ergende artan ihtiyaca bağlı oluşan demir eksikliği anemisinin oluşturduğu ciddi sağlık problemleri, henüz gelişme çağında olan adölesanların gebeliklerin daha ciddi klinik takip gerektirdiğini düşündürmektedir. Gerçekten de adölesan gebeliklerde artmış anemi, preterm eylem, düşük doğum ağırlıklı bebek hikâyesi ve perinatal mortalite yetişkin yaş gebeliklerine göre literatürde daha fazla oranda rapor edilmiştir. Özellikle yaş aralığındaki gebeliklerde; kanama, sepsis, distosi, preeklampsi, eklemsi gibi nedenlere bağlı maternal ölümlerin arttığı gösterilmiştir. Bu çalışmada toplumsal ciddi bir sorun olması dolayısıyla adölesan dönem gebeliklerin Adıyaman ili genelindeki durumunun tespit edilmesi amaçlandı. Yöntem: Adıyaman ili genelinde Ocak 2012 Nisan 2016 yılları arasında hastanelere gebelik şüphesi ile başvurusu olan, yaş arası ve β HCG (miu/ml) bakılan hastanın retrospektif olarak verileri incelendi. Veriler sayı ve yüzde olarak verilmiştir. Tanımlayıcı analizler için; ki-kare testi, gruplar arasındaki farklılık tespit edildiğinde Bonferroni yöntemi kullanılmıştır. Bağımsız grupların analizinde t-testi, analizde varyansların eşitliği varsayımını yapabilmek için Levene testi kullanıldı. 23

24 Bulgular: Çalışma grubunun gebelik durumuna göre yaş ortalamalarına bakıldığında, gebe olan hastaların 29.3±0.6 yıl, gebe olmayanların 29.9±0.9 yıl olarak tespit edilmiştir. Gebelik şüphesiyle hastanelere başvuru yapan kişinin tetkik sonuçları değerlendirildiğinde; başvuru anında yapılan β-hcg testi negatif çıkan kişi sayısı 7861, pozitif çıkan kişi sayısı olarak tespit edildi (β-hcg pozitif: > 5 miu/ml). Gebelik şüphesiyle başvuran kişilerin % 5,3 ünün adölesan dönemde, % 94,7 sinin erişkin dönemdeki (20-49 yaş arası ) bireylerden oluştuğu görüldü yaş arasında başvuranların % 54 ü, yaş arasında olanların % 57 sinde β-hcg pozitif tespit edildi. β-hcg pozitif olan grupta 1311 kişide Hb değerlerine ulaşıldı. β-hcg pozitif olanların Hb ortalamalarında yaş grupları arasında farklılık saptanmadı (Tablo 1). Tablo 1. β-hcg pozitif olanlarda Hb düzeyleri Yaş Hemogram İstenen Kişi Sayısı (n) Anemi Tespit Edilen Kişi Sayısı (n) Hb Ortalama Değerleri ± SD Hb ±1, ±1,5 Gebeliği pozitif olanlardan anemisi olduğu tespit edilen kişilerin Hb ortalamalarının yaş grupları arasında karşılaştırılması örneklem sayılarının yetersizliği nedeniyle anlamlı sonuç vermemektedir. Sonuç: Adıyaman ilinde veri tabanı kayıtları göz önünde bulundurulduğunda, adelosan gebelikler tüm gebeliklerin içerisinde önemli bir yer teşkil etmektedir. Ancak hastaların sağlık imkânlarına ulaşımın kolaylaştığı böyle bir dönemde gebelik tespit edilen kişilerde ulaşılabilen hemogram değerlerinin çok az sayıda olması, ikinci basamakta çalışan uzman hekimler tarafından önemsenmediğini düşündürmektedir. Bu açıdan yalnızca demir eksikliği anemisine bağlı oluşabilecek klinik problemlerin önüne geçilebilmesi için dahi, ciddi hasta takibinin yapılabilmesi amaçlı aile hekimlerine ve ilgili uzman hekimlere görev düşmektedir. OP Sağlık Çalışanlarına Karşı Gerçekleşen Şiddet Olaylarının Beş Yıllık Analizi Uzm.Dr. Utku Eser 1, Arş.Gör.Dr. Merter Alanyalı 2, Doç.Dr. Kurtuluş Öngel 3 1 İKÇÜ Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi Başhekimliği 2 İzmir Tepecik Eğitim ve Araştırma Hastanesi Aile Hekimliği Kliniği 3 İzmir Katip Çelebi Üniversitesi Tıp Fakültesi Aile Hekimliği Anabilim Dalı Amaç: Son yıllarda sağlık çalışanlarına yapılan şiddetin arttığı düşünülerek; bir eğitim araştırma hastanesinde yaşanmış olan beyaz kod uygulamaları ve çalışan hakları birimine ulaşan veriler incelenerek durum tespiti yapılması amaçlanmıştır. Yöntem: İKÇÜ Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi nde yılı ilk 6 aylık dönemde gerçekleşen 226 beyaz kod uygulaması retrospektif olarak niceliksel ve niteliksel olarak değerlendirilmiş ve demografik bilgiler toplanarak bu çalışma yapılmıştır. Bulgular: Hastanede 2012 yılında 51, 2013 yılında 77, 2014 yılında 66, 2015 ilk 6 ayda 32 beyaz kod uygulaması meydana gelmiştir. Bunların 187 (%82,7) si sözel, 39 (%17,3) ü fiziksel şiddet olarak gerçekleşmiştir. Çalışan hakları birimimize ulaşan 136 vaka değerlendirildiğinde; cinsiyete göre; 89 (%66) kadın ve 47 (%34) erkek, mesleklere göre; 80 (%59) doktor, 38 (%28) hemşire, 18 (%13) diğer sağlık personeli şiddet görmüştür. Birim olarak şiddet olayları en sık acil servis 35 (%26), poliklinikler 32 (%24), servisler 42 (%31) de görülmüştür. Sonuçlar: Çalışma sonuçlarından yola çıkarak, hastanede bazı önlemler alınmıştır. Öncelikle klinik çalışanları ile toplantılar düzenlenerek; yaşadıkları şiddet olayları, yapılabilecek düzenlemeler ve önerileri konusu görüşüldü. Polikliniklerde şiddete maruz kalma riski oluştuğunda diğer yan polikliniğe 24

25 kaçışı sağlayacak kaçış kapıları oluşturuldu. Şiddet olaylarının azaltılmasına yönelik afişler polikliniklere yerleştirildi. Olaylara müdahale eden tüm özel güvenlik görevlilerine öfke kontrolü ve iletişim eğitimleri verildi. Doğum salonuna giriş çıkışların kontrollü olabilmesi için kapı şifreleri iptal edilerek kart tanımlı sisteme geçiş yapıldı. Beyaz kod tatbikatları yapıldı. Psikiyatri poliklinik odalarında kullanılan masaların alt kısmına kırmızı butonlar yerleştirilerek, şiddet durumunda güvenlik görevlilerinin acilen olayı fark edip hızlı bir şekilde ulaşmalarına imkan sağlandı. Anahtar kelimeler: Şiddet, poliklinik, çalışan. OP AFYON KOCATEPE ÜNİVERSİTESİ AKADEMİK PERSONELİNİN MESLEKİ TÜKENMİŞLİK, İŞ DOYUMU VE İŞLE BÜTÜNLEŞME DÜZEYİNİN FARKLI DEĞİŞKENLERE GÖRE İNCELENMESİ Mehmet Yılmaz, 1 Nazlı Şensoy, 1 İsmet Doğan 2 1 Afyon Kocatepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Aile Hekimliği Anabilim Dalı 2 Afyon Kocatepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Biyoistatistik ve Tıbbi Bilişim Anabilim Dalı Amaç: Tükenmişlik doğrudan insana hizmet eden, hizmetin kalitesinde insan etmeninin önemli rol oynadığı alanlarda sık görülmektedir. Öğretim elemanının akademik tükenmişlik yaşaması sadece kendi kişisel sağlığını etkilemez aynı zamanda öğrenci eğitimi ve hastaya sunulan hizmet üzerinde de olumsuz etkiler yaratır. Ülkemizde akademik yükselmenin gerektirdiği kriterler, sınav kaygısı ve iş yüküne bağlı olarak değişen koşullar akademik tükenmişliği diğer mesleklerdeki tükenmişlikten farklı kılmaktadır. Bu araştırmanın amacı, akademik personelin tükenmişlik düzeylerini incelemek, belirli sosyo-demoğrafik değişkenlerin tükenmişlik üzerine etkilerini ve tükenmişlik, işle bütünleşme ile iş doyumu arasındaki ilişkiyi değerlendirmektir. Gereç ve Yöntem: Araştırmamız tanımlayıcı yöntemle yapılmış bir çalışmadır. Araştırmanın evrenini, akademik yılı itibariyle Afyon Kocatepe Üniversitesi Tıp Fakültesi ve Veterinerlik Fakültesi nde görev yapan 298 akademisyen oluşturdu. Veri toplama aracı olarak kişisel bilgi formu, Kopenhag Tükenmişlik Envanteri, Utrecht İşle Bütünleşme Ölçeği ve Minesota İş Doyumu Ölçeği'nin yer aldığı anket formu kullanıldı. Katılımcılara anket formu elden dağıtıldı ve aynı gün içinde toplandı. Verilerin istatistiksel analizinde SPSS 18.0 kullanıldı. Bulgular: Çalışmaya katılan akademik personelin sosyo-demografik özellikleri Tablo 1 de özetlendi. Çalışmamızda, araştırmaya katılan akademik personelde orta düzeyde (48±20) kişisel-işle ilgili tükenmişlik; orta düzeyde (44±22) müşteriyle ilgili tükenmişlik; orta düzeyde (3,4±0,6) genel iş doyumu, orta düzeyde (3,2±0,8) bütünleşme-zindelik ve orta düzeyde (3,1±0,8) adanma-zindeliğin mevcut olduğu bulundu. Kadın, bekâr, genç, çocuk sahibi olmayan, işte çalışma süresi fazla olanların ve araştırma görevlilerinin tükenmişliğinin daha yüksek, iş doyumlarının ve işle bütünleşmelerinin ise daha düşük olduğu saptandı. Ayrıca Tıp Fakültesi akademisyenlerinin daha çok tükendiği ve daha az işle bütünleşmesi olduğu; idari görevi olan akademisyenlerin tükenmişliğinin azaldığı, işle bütünleşmelerinin arttığı; kadro sorunu olanların hasta/öğrenciyle ilgili daha çok tükendiği ve işle bütünleşme-zindeliklerinin daha az olduğu saptandı. Katılımcıların, işle bütünleşme ve genel iş doyumu puanları arttıkça tükenmişlik düzeylerinin azaldığı belirlendi. Sonuç: Sonuç olarak akademik personelin tükenmişlik düzeyinin cinsiyet, yaş, medeni durum, çocuk sayısı, çalıştığı alan, akademik ünvan, işte çalışma süresi, haftalık spor yapma sıklığı, haftalık ders yükü, idari görevi, kadro sorunu değişkenleri bakımından farklılaştığı saptanmıştır. Tablo I: Akademik Personelin Sosyo-Demografik Özelliklerine Göre Dağılımı Değişkenler Frekans Yüzde (%) Kadın ,6 Cinsiyet Erkek ,4 25

26 Medeni Durum Yaş Çocuk Sayısı Sigara Alkol Düzenli İlaç Kullanımı Haftalık Spor Yapma Sıklığı Akademik Ünvan İdari Görev Haftalık Ders Yükü (saat) Evli Bekâr , , , , ve üzeri , , , , ,3 Evet 66 22,1 Hayır ,9 Evet 25 8,4 Hayır ,6 Evet 55 18,5 Hayır , , , , , Lisansüstü 3 1 Doktora 3 1 Araştırma Görevlisi ,3 Öğretim Görevlisi 8 2,7 Yardımcı Doçent 62 20,8 Doçent 49 16,4 Profesör 20 6,7 Yrd. Doç. Evet 13 20,9 Hayır 49 79,1 Doç. Evet 12 24,4 Hayır 37 75,6 Prof. Evet 6 30 Hayır , , ,7 OP POSTMENOPOZAL OSTEOPOROZDA FİZİKSEL AKTİVİTE SEVİYESİNİN İNCELENMESİ Hacer SALİ ÇAKIR¹ Duygu KURTULU޲ Gülay OLUDAг Ayşegül ALBAY⁴ Derya BUZKAN⁵ 1. Trabzon Halk Sağlığı Müdürlüğü, Ortahisar Toplum Sağlığı Merkezi, Trabzon 2. Sağlık Bilimleri Üniversitesi Ümraniye Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon, İstanbul 3. Aksaray Devlet Hastanesi, Evde Sağlık Hizmetleri Birimi, Aksaray 26

27 4. Eskil Merkez 2 Nolu Aile Sağlığı Merkezi, Aksaray 5. Kayseri Halk Sağlığı Müdürlüğü, Kocasinan Toplum Sağlığı Merkezi, Kayseri AMAÇ: Osteoporoz kemik gücünde azalma sonucunda kırıklara yatkınlığın arttığı sistemik bir iskelet sistemi hastalığı olarak tanımlanmıştır. Uzayan yaşam süresi ile birlikte osteoporoz, dünyanın birçok bölgesinde önemli bir halk sağlığı problemi haline gelmiştir. İmmobilizasyon osteoporoz risk faktörleri arasında önemli bir yere sahiptir. Yüksek düzeylerde fiziksel aktivite kemiğe aşırı miktarda mekanik güç bindirir. Bu güç, kemiğin dayanıklılığını arttırır. Fiziksel aktivite yokluğunda veya azlığında kemik kaybının ve kalsiyum atılımının artışı ve osteoporozun ortaya çıkışı kaçınılmazdır. Bu çalışmada lomber osteoporoz tanısı almış hastaların fiziksel aktivite düzeyinin belirlenmesi, aynı yaş grubunda osteoporozu olmayanlar ile aralarında fiziksel aktivite açısından bir fark olup olmadığının tesbit edilmesi amaçlanmıştır. MATERYAL: Çalışmamız prospektif tek merkezli çalışma olarak tasarlandı. Ümraniye Eğitim ve Araştırma Hastanesi Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon polikliniğine 01/04/ /12/2014 tarihleri arasında başvuran 57 postmenopozal osteoporoz ve 48 postmenopozal sağlıklı kadın çalışmaya dahil edildi. Seconder osteoporozu olan hastalar, osteoporoz dışı metabolik kemik hastalığı olanlar (osteomalazi, paget gibi), kanser tanısı almış hastalar, kalsiyum emilimini ve D vitamin sentezini engelleyen hastalıklara sahip olanlar (inflamatuar bağırsak hastalığı, kronik böbrek yetmezliği, kısa bağırsak sendromu gibi), günlük yaşam aktivitelerini kısıtlayacak ampütasyon ya da başka bir fiziksel engeli bulunan hastalar (hemipleji, parapleji, demans), efor kapasitesini etkileyecek kardiyak ve akciğer problemi olan hastalar (ileri dönem konjestif kalp yetmezliği, aritmi, kapak hastalıkları, astım, kronik obstruktif akciğer hastalığı), morbid obezite hastaları ve erkek hastalar dışlandı. Osteoporoz tanısı DXA ile değerlendirilerek L1-L4 total T-skoruna göre konuldu. Fiziksel aktivite düzeylerini belirlemek amacı ile uluslararası fiziksel aktivite anketi(ipaq) kısa form kullanıldı. IPAQ kısa form 4 ayrı bölüm ve toplam 7 sorudan oluşmaktadır. Anket son 7 günde en az 10 dakika yapılan fiziksel aktivite ile ilgili sorular içermektedir. Ankette son haftada kaç gün ve her bir gün içinde ne kadar süre ile ağır fiziksel aktiviteler, orta yoğunlukta fiziksel aktiviteler ve ne kadar yürüyüş yapıldığı belirlenmektedir. Son soruda ise günlük olarak hareket etmeden (oturarak, yatarak vs.) harcanan zaman belirlenmektedir. Fiziksel aktivite düzeyini belirlemek MET (Metabolic Equivalent of Task) yöntemi ile yapılmaktadır. 1MET= 3,5 ml / (kg x dk), istirahat halinde iken her kişi 1 kg başına bir dakikada 3,5ml oksijen tüketmektedir. IPAQ de ağır fiziksel aktivite = 8,0 MET, orta fiziksel aktivite = 4,0 MET, yürüme = 3,3 MET olarak harcandığı kabul edilmektedir. Her bir kişinin haftada kaç gün ve ne kadar süre ile ağır fiziksel aktivite, orta fiziksel aktivite ve yürüyüş yaptığını tespit ederek bu üç farklı fiziksel aktiviteden harcanan toplam MET miktarı hesaplanmaktadır. Fiziksel aktivite düzeyi düşük, orta, ileri düzey olmak üzere üç kategoride belirlenmektedir. METOD:Çalışmada elde edilen bulgular değerlendirilirken, istatistiksel analizler için IBM SPSS Statistics 22 (IBM SPSS, Türkiye) programı kullanıldı. Çalışma parametrelerinin normal dağılıma uygunluğu Shapiro Wilks testi ile değerlendirilmiştir. normal dağılım göstermeyen parametrelerin iki grup arası karşılaştırmalarında Mann Whitney U test kullanıldı. Niteliksel verilerin karşılaştırılmasında ise Ki-Kare testi kullanıldı. Anlamlılık p<0.05 düzeyinde değerlendirildi. BULGULAR: Tablo 1. Grupların fiziksel aktivite açısından değerlendirilmesi Osteoporotik Sağlıklı n (%) n (%) p Fiziksel Aktivite Düşük 38 (%66,7) 34 (%70,8) 0,894 27

28 Ki-kare Test 15 th International Eastern Mediterranean Family Medicine Congress Orta 16 (%28,1) 12 (%25) Yüksek 3 (%5,3) 2 (%4,2) Gruplar arasında fiziksel aktivite yapma düzeyleri açısından istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık bulunmamaktadır (p>0.05). Tablo 2. Gruplara göre L1-4, femur total, femur neck T-Skorları, ağır, orta, yürüyüş ve toplam MET değerleri karşılaştırılması Osteoporotik Ort±SS (medyan) Sağlıklı Ort±SS (medyan) p Ağır Fiziksel Aktivite MET Orta Fiziksel Aktivite MET 14,49±105,49 (0) 23,15±111,04 (0) 0,505 68,15±156,61 (0) 120,36±243,5 (0) 0,412 Yürüyüş MET 229,81±277,2 (147) 205,41±280,75 (0) 0,470 Toplam MET 282,69±309,37 (167) 271,27±312,11 (146) 0,766 Mann-Whitney U Test p<0.01 Gruplara göre olguların ağır, orta, yürüyüş ve toplam MET ortalamaları arasında istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık bulunmamaktadır (p>0.05). TARTIŞMA :Angın ve ark. menopoz sonrası OP ve osteopenide grup egzersizlerinin etkinliğini araştırmak için tanısı DXA yöntemi ile konulan 16 osteoporotik, 17 osteopenik hastayı iki grup halinde çalışmaya dahil etmişlerdir. Her iki gruba 21 hafta boyunca, haftada üç gün bir saat süre ile, fizyoterapist eşliğinde, solunum, ısınma, germe, kuvvetlendirme, denge, stabilizasyon ve soğuma egzersizlerini kapsayan grup egzersiz programı uygulamışlardır. Yirmi bir haftanın sonunda her hastanın KMY si DXA ile tekrar değerlendirilmiştir. Her iki grupta egzersiz sonrasında T-skoru, KMY de artış görülmüştür. Egzersiz sonrasında OP grubunda olguların %43.8 inde osteopeni için geçerli T değerlerine; osteopeni grubunda ise olguların %23.5 inde sağlıklı kişiler için kabul edilen T değerlerine ulaşılmıştır. Tedavi sonrası değişimler açısından gruplar arasında anlamlı farka rastlanmamıştır. James ve ark. bir meta-analizinde postmenopozal kadınlarda kemik mineral yoğunluğunun korunmasında yürümenin etkisini değerlendirilmiş, araştırmaya sedanter yaşayan postmenopozal kadınlar arasında radyografik tekniklerle ölçülen femur boynu, lomber vertebra ve total kalça KMY sine 28

29 yürümenin etkilerinin değerlendirildiği randomize ve nonrandomize kontrollü çalışmaları kabul etmişlerdir. Aerobik ve fitness yapan sınıflar gibi aktif popülasyondan kadın örneklerin alındığı çalışmalarda, fiziksel aktivitenin zaten KMY yi artırabileceği katılımcıları çalışma dışı bırakmışlardır. Tek başına yürüme egzersiz tedavisi olan çalışmalar dahil edilmiştir. Femur boynundaki pozitif etki anlamlı iken, postmenopozal kadınlarda lomber vertebra KMY sinin korunmasında düzenli yürümenin anlamlı etkisi olmadığı sonucuna varmışlardır. Dalsky ve ark. postmenopozal kadınlarda ağırlık kaldırma egzersizinin lomber bölge KMY ye etkisini araştırmak amaçlı yaş arası 35 postmenopozal kadını çalışmaya almış, hastaların %90 ı haftada 3 gün olan egzersiz programına uymuştur. Kontrol grubunda değişiklik olmazken 9 aylık programdan sonra egzersiz grubunun KMY si ortalama %5,2, 22 aylık programdan sonra ise %6,1 artmıştır. SONUÇ: Katılımcıları fiziksel aktivite seviyelerine göre sınıflandırdığımızda osteoporotik grubun %66,7 si düşük, %28,1 i ota, %5,3 ü yüksek fiziksel aktivite grubunda, sağlıklı grubun ise %70,8 i düşük, %25 i orta, %4,2 si yüksek fiziksel aktivite grubunda tespit edildi. Her iki grup arasında fiziksel aktivite düzeyleri açısından anlamlı farklılık saptanmadı. Aynı zamanda iki grubun ağır, orta, düşük fiziksel aktivite ve yürüyüş MET değerleri arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık bulunmadı. Sonuç olarak; çalışmamızda postmenopozal osteoporoz olan ve olmayan gruplar karşılaştırıldığında iki grubun da fiziksel aktivite düzeyi düşük bulundu. Fiziksel aktivite düzeyi ile osteoporoz gelişimi arasında ilişki bulunmaması çalıştığımız populasyonun fiziksel aktivite düzeyinin düşük olmasına bağlandı. Ayrıca erken yaşlarda yapılan fiziksel aktivitenin doruk kemik kitlesini arttırarak ileri yaşlarda osteoporoz oluşma riskini azaltacağı öngörülmektedir. Birinci basamağa başvuran hastalara sistemik kemik hastalıkları dahil olmak üzere kas iskelet sistem hastalıkları ve diğer bedensel ve ruhsal hastalıklar açısından koruyucu, tedavi edici hekimlik adına fiziksel aktivitenin önemi anlatılmalı, hastalar düzenli egzersize teşvik edilmelidir. Anahtar Kelimeler: Kemik mineral dansitesi, osteoporoz, egzersiz, menopoz OP KENTSEL ALANDA TOPLUM İÇİNDE YAŞAYAN YAŞLILARDA UYKU KALİTESİ İLE AĞIZ SAĞLIĞI İLİŞKİSİ: KESİTSEL ÇALIŞMA 1. Elif Deniz Şafak, Yard. Doç. Dr, Erciyes Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Aile Hekimliği A.D., Kayseri. 2. Sibel Akın, (M.D.), Doç. Dr., Erciyes Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Geriatri Bilim Dalı, Kayseri, Turkey. 29

30 3. Sibel Arguvanlı, Yard. Doç. Dr, Melikşah Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi, Hemşirelik Bölümü, Kayseri. 4. Servet Kesim, Doç. Dr., Erciyes Üniversitesi, Diş Hekimliği Fakültesi, Kayseri. skesim 5. Taha Yaşar Manav, Diş Hekimi Dr., Erciyes Üniversitesi, Diş Hekimliği Fakültesi, Kayseri. 6. Fatma Çelik, Diş Hekimliği Öğrencisi, Çapa Diş Hekimliği Fakültesi, İstanbul. 7. Ahmet Öztürk, Doç. Dr. Erciyes Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Biyoistatistik A.D., Kayseri. Amaç: Çalışmanın amacı kentsel alanda toplum içinde yaşayan yaşlılarda uyku kalitesi ve bunun ağız sağlığı ile olan ilişkisini tespit etmektir. Gereç ve Yöntem: Bu araştırmanın verileri KEHES (Kayseri Elderly Health Study) çalışmasından alınmıştır. Çalışma grubuna yaş, cinsiyet, diş fırçasına sahip olma, diş macunu kullanma, ara yüz fırçası, diş ipi, gargara kullanma, diş fırçalama sıklığı, diş hekimine muayeneye gitme durumu ve sıklığını içeren anket formu ve Pittsburgh Uyku Kalitesi İndeksi (PUKİ) uygulandı. Uzman bir diş hekimi tarafından ağız sağlığı muayenesi yapılarak protez kullanma durumu, çürük, eksik, dolgulu, doğal diş sayıları, diş eti sağlığı CPI (Community Periodontal Index) ve ağız sağlığı ilişkili hayat kalitesi OHIP-TR-14 (Oral Health Impact Profile-14-TR) gibi ölçeklerle değerlendirildi. Tanımlayıcı istatistiksel analizlerde kategorik değişkenler için sıklık ve yüzde dağılımları verildi ve sürekli değişkenler için ortalama, standart sapma değerleri hesaplandı. Ağız sağlığı parametreleri ve PUKİ karşılaştırmalı analizlerinde χ2- testi kullanıldı. Uyku kalitesini etkilediği varsayılan ağız sağlığı parametrelerinden risk faktörü olanları belirlemek için binary lojistik regresyon analizi yapıldı. Bulgular: Çalışma grubunun 205 i (%52,7) kadın, 184 ü (%47,3) erkek olup kadınların yaş ortalaması 71,1±5,5, erkeklerin yaş ortalaması 72,6±5,7 olarak bulundu. Tüm çalışma grubunun yaş ortalaması ise 71,8±5,6 olarak saptandı. PUKİ ye göre yaşlıların %55,8 inde uyku kalitesi kötü olarak tespit edildi. Ağız hijyeni açısından değerlendirildiğinde uyku kalitesi iyi olanlarla kötü olanlar arasında diş macunu ve ara yüz fırçası kullanma gibi mekanik müdahaleler ve OHIP-TR-14 açısından istatistiksel olarak anlamlı fark saptandı. Binary logistik regresyon analizinde ise sadece OHIP-TR-14 anlamlı risk faktörü olarak saptandı (OR 1.06 %95CI ). Sonuç: Başarılı bir yaşlanma için uykunun fizyolojik fonksiyonlarında ve sirkadien saatte yaşla ilişkili minimal fonksiyon kaybı hedeflenmektedir. Yaşlanmaya bağlı ağız boşluğunu çevreleyen dokularda meydana gelen değişiklikler yaşlının uyku kalitesini bozarak gündüz uykululuğu ve gün içi performansta azalmaya yol açar. Yaşlanmayla beliren ağız sağlığı problemleri yaşlı popülasyonda uyku üzerine tehdit edici bir unsur olarak görülmekle birlikte, bu çalışma uyku kalitesi ve ağız sağlığı ilişkisini kentsel alanda toplum içinde yaşayan Türk yaşlılarında inceleyen ilk epidemiyolojik çalışma niteliğindedir. 30

31 Anahtar Kelimeler: Pittsburgh Uyku Kalitesi İndeksi, ağız sağlığı, toplum içinde yaşayan, yaşlı, uyku kalitesi. Tablo 1: Toplum içinde yaşayan yaşlılarda uyku kalitesi ile ağız sağlığı parametrelerinin karşılaştırılması Kategorik Değişkenler PUKİ<4.99 PUKİ 5 Ağız sağlığı durumu* Diş fırçalama sıklığı 1 > 1 Diş macunu kullanma Evet Hayır Diş hekimine muayene Gitmiş Gitmemiş Gargara kullanma Evet Hayır Ara yüz fırçası kullanma Evet Hayır Diş ipi kullanma Evet Hayır Doğal diş sayısı Dişsiz 1-19 Çürük diş varlığı Evet Hayır Protez kullanma durumu Hayır Sabit protez Hareketli protez Diş eti durumu (CPI) Sağlıklı Sağlıksız Sürekli Değişkenler* n (%) n (%) 88 (75.2) 29 (24.8) 45 (52.9) 16 (18.8) 84 (98.8) 1 (1.2) 21 (24.7) 63 (75,3) 9 (6.4) 131 (93.6) 21 (14.6) 123 (85.4) 26 (30.6) 59 (69.4) 35 (41.2 ) 50 (58.8) 12 (14.1) 9 (10.6) 64 (75.3) 32 (37.6) 53 (62.4) 108 (76.6) 33 (23.4) 96 (44.0) 122 (56.0) 217 (99.5) 1 (0.5) 45 (20.6) 173 (79.4) 2 (1.2) 160 (98.8) 23 (14.6) 135 (85.4) 88 (40.4) 130 (59.6) 142 (65.1) 76 (34.9) 40 (18.5) 19 (8.8) 157 (72.7) 89 (40.8) 129 (59.2) X (SD) X (SD) p p OHIP skor 7.1 (7.7) 12.7 (11.8) *Her bir değişken için eksik veriler değerlendirme dışı bırakıldı Tablo 2: Kötü uyku kalitesi olan yaşlılarda (PUKİ 5) lojistik regresyon analizi ile risk faktörlerinin belirlenmesi 31

32 Değişkenler OR %95.0 GA Diş macunu kullanma Evet Hayır Ara yüz fırçası kullanma Evet Hayır OHIP skor OR: Odds oranı GA: Güven aralığı OP THE BREAST CANCER SCREENING RESULTS OF THE WOMEN ATTENDING EARLY DIAGNOSIS AND SCREENING OF CANCER CENTER IN KÜTAHYA İnci Arıkan 1, Yasemin Korkut 2, Ali Güvey 3, Ufuk Arıkan 4 Dumlupınar Unıversity Public Health 1 Dumlupınar Unıversity Family Medicine 2 Dumlupınar Unıversity Otorhinolaryngology 3 Dumlupinar University, Faculty Of Medicine. Training And Research Hospital 4 PURPOSE: Screening test programs are used for the risk groups to find the breast cancer at an early stage which is the most common cancer among women. Early diagnosis and treatment of breast cancer lower mortality rates, increase women's awareness and quality of life.in our study, it is aimed to evaluate Kütahya ketem's breast cancer screening activities in METHOD: The women population between the ages in Kütahya is In this descriptive study, the data of the women between years admitted to KETEM in Kütahya in 2015 is evaluated.data was collected with KETEM data sheets including the information about demographic characteristics, risk factors for breast cancer, body mass index (BMI) values and questions about breast self-examination (BSE) by the help of medical personnels. Mammography results were evaluated by using the Radiology Breast Imaging Reporting and Data System (BI-RADS) of the American College. In analysing the data, SPSS 21.0 software package was used. RESULTS: The annual targeted screening number for Kütahya is In total 4864 women( 9% of whole woman polulation) were interviewed; 51.4% of respondents from the city center and the 48,6 per cent from the districts. The avarage age of the study group is ± 8.02 (min: 40-max: 69) and 47,4 % is in the age group, 37.7% is in the 50-59age group and 14.8% is in the age group.83.4% of the women were graduated form primary school, while 6.4% are university graduates. According to BMI results ;14,2% is weak, 31,6% is overweight and 12,2% is obese. When they were asked about breast cancer risk factors; 6,9 % of women have a family history and 7,6% smoke and 50,1% use Breast Self-Exam. 32

33 5,6 % of the women s first period age is before 12, 10,5 % of whom menopause ages are after 50 and the percentage of the women giving birth when they were 30 or older is 2, % of respondents (N = 3868) agreed to mammography and their results were listed as these; 23.6% (N = 1146) Bi-RADS0, 29.1% (N = 1414) Bi-RADS1, 16.0% (N = 779) Bi-RADS2, 1.1% (N = 51) BI RADS3 and 0.1% (N = 4) as Bi-RADS4. CONCLUSION: In our study, approximatelly half the women between the ages attending KETEM use BSE and 3 in 4 women have a screening in mammography. It can be said that to increase awareness and sustain awareness it is important and necessary to evaluate the opprtunities missed during presentation of health services and to maintain the continuity of the educational programs at whole city about breast cancer and its risk factors. OP Bir Tıp Fakültesinde Çalışan Araştırma Görevlilerinin Tükenmişlik Sendromu ve Depresyon Durumlarının ve Sosyodemografik Özelliklerinin Değerlendirilmesi Prof. Dr. Kamile MARAKOĞLU 1, Uz. Dr. Nisa ÇETİN KARGIN 1 1 Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi Aile Hekimliği, AD Amaç: Bu çalışmada, Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi çalışan araştırma görevlilerinin tükenmişlik sendromu ve depresyon durumlarının ve sosyodemografik özelliklerinin değerlendirilmesi amaçlandı. Materyal: Bu çalışmada, Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesinde çalışan 255 araştırma görevlisinden 214 araştırma görevlisine ulaşıldı. Araştırma görevlilerinin tükenmişlik düzeyleri Maslach Tükenmişlik Ölçeği (duygusal tükenme, duyarsızlaşma ve kişisel başarı) ile depresyon semptomatolojileri Beck Depresyon Ölçeği ile değerlendirildi. İstatistiksel analiz SPSS 16.0 paket programı kullanılarak yapıldı. Bulgular: Araştırma görevlilerinin yaş ortalaması 29,84±3,60 (min=24, max=45). Araştırma görevlilerinin boy ortalaması 171,03±8,83 cm (min=150, max=192), kilo ortalamaları 72,75±14,31 kg (min=45, max=120). Araştırma görevlilerinin VKI ortalaması 24,67±3,34 kg/m2 (min=17,58, max=33,24). Cinsiyet dağılımları değerlendirildiğinde %44,4 ü (n=95) kadın, %55,6 sı (n=119) erkekti. Araştırma görevlilerinin duygusal tükenme puan ortalamaları 12,95±7,17 (min=0-max=33); duyarsızlaşma puan ortalamaları 5,18±3,27 (min=0-max=14); kişisel başarı puan ortalamaları ise 20,59±4,92 (min=0- max=32) dir. Araştırma görevlilerinin Beck Depresyon Ölçeği puan ortalamaları 5,88±6,99 (min=0-max=35) idi. Araştırma görevlilerinin Beck Depresyon Ölçeği puan ortalamaları ile duyarsızlaşma puan ortalamaları arasında pozitif yönde güçlü düzeyde (r:0,541, p=0,000), Beck Depresyon Ölçeği puan ortalamaları ile duygusal tükenme puan ortalamaları arasında pozitif yönde güçlü düzeyde (r:0,605, p=0,000) ilişki mevcuttu. Her iki cinsiyette Beck Depresyon Ölçeği puan ortalamaları, duyarsızlaşma puan ortalamaları, duygusal tükenme, kişisel başarı puan ortalamaları arasında anlamlı ilişki yoktu (p=0,267, p=0,059, p=0,062, p=0,549). Sonuç: Yoğun stres altında eğitim alma ve hasta muayene etmek tıp fakültesindeki araştırma görevlilerini ruhsal olarak etkileyebilmekte ve bu durum yaşam kalitelerine olumsuz 33

34 yansıyabilmektedir. Tıp fakültesi araştırma görevlilerinin tükenmişlik ve depresyon düzeylerinin incelenmesi, hem yaşam kalitesi hem de sunulacak sağlık hizmetlerinin kalitesi açısından önemlidir. Üniversite hastanelerinde günlük bakılan hasta sayısının ve araştırma görevlileri üzerindeki fazla iş yükü azaltılmasının asistanlık sürecinin daha verimli geçmesine katkısı olacağı düşünülmektedir. OP BÜYÜYEN TEHLİKE: MARİJUANA Agah Bahadır Öztürk 1, İpek Karcı 2, Murat Yıldız 3 1 Adıyaman Üniversitesi Tıp Fakültesi Aile Hekimliği ABD,Üniversite Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Adıyaman 2 Çelikhan Devlet Hastanesi Aile Hekimliği Polikliniği, Adıyaman 3 Kahta Göçeri Devlet Hastanesi Aile Hekimliği Polikliniği, Adıyaman Giriş/Amaç: Sadece ülkemizde değil, iletişim teknolojisinin ve ulaşım imkanlarının artışı ile adeta küçülerek küresel bir köy halini alan dünyada da genç nüfus, uzun süredir uyuçturucu madde tehlikesi ile karşı karşıyadır. Uyuşturucu maddeler, tarihsel süreç içerisinde tıbbi amaçlarla kullanılmış, keyif verici, tahrik edici özelliği olması nedeniyle sonraları bu amaçla illegal olarak tüketilmeye başlanmıştır. Bu türden bir tüketimi besleyecek arz da beraberinde şekillenmiş, tıpkı ekonomik sistemlerdeki gibi arzu edilmeyen bir arz ve talep ortamı oluşmuştur. Alkol ve tütünden sonra tüm dünyada en sık kullanılan keyif verici madde esrardır. ABD de tüm yasadışı madde kullanıcılarının % 76 sı tarafından esrar kullanılmaktadır. Esrarın giderek yaygınlaşan kullanımı ülkemizde de dikkat çekmektedir. Göç, gecekondulaşma, aile bağlarının zayıflaması, ağır çalışma koşulları, bağımlılık yapan maddelerin sayısının ve çeşidinin artması ve erişimin kolaylaşması gibi nedenler narkotik maddelerin kullanımlarını arttırmaktadır. Özellikle son yıllarda medikal kullanım amacının dışında üretilen sentetik kannabinoid (bonzai, jameika) kullanımının, küçük miktarlarda dahi çok tehlikeli sonuçlar ortaya çıkarması sonucu, genç nüfusta arz talep ortamı oluşan bu maddelerin kullanımı nedenli ani ölümler görülmeye başlanmıştır. Dünyada ve Ülkemizde madde kullanımı ve madde bağımlılığı ile mücadelede politika geliştirmek üzere çeşitli alanlarda kurumsallaşan koordinasyon birimlerinin kurulmasına, örgütlenmelere gidilmesine ve güçlü önlemler alınmasına rağmen tehlikeli tabloya yeni sentetik maddelerin eklenmesiyle risk artmaya devam etmektedir. Bu durum her gün zorunlu olarak yeni tarama testlerinin geliştirilmesi ihtiyacını ortaya çıkarsa da yeni üretilen sentetik moleküllerin tespitinde çeşitli zorluklar yaşanmaktadır. Bu çalışmada bölgemizdeki adli olgularda narkotik madde tarama sonuçları araştırıldı. Yöntem: Çalışma kapsamında Adıyaman ili genelinde hastane acil servislerinde adli kayıt açılan ve madde kullanımına yönelik tayin testi istenilen Nisan Nisan 2016 yıllarına ait 932 hasta kaydı retrospektif olarak incelenmiştir. Madde kullanım analizlerinde hastaların idrar örnekleri kullanılmıştır. Tüm hasta idrar örneklerinde, metamfetamine, kokain, kannabis (esrar, marijuana), benzodiazepin, trisiklik antidepresan, barbiturat, fensiklidin, amfetamin, morfine, metadon olmak üzere 10 parametre kontrol edilmektedir. Retrospektif veri incelemelerinin yapılabilmesi için, Sağlık Bakanlığı Türkiye Kamu Hastaneleri Kurumu Adıyaman Kamu Hastaneleri Birliğinden gerekli araştırma izinleri alınmıştır. Veriler sayı ve yüzde olarak verilmiştir. Tanımlayıcı analizler için; ki-kare testi, gruplar arasındaki farklılık tespit edildiğinde Bonferroni yöntemi kullanılmıştır. Bulgular: Tüm çalışma grubunun (n=932), %97.2 si Erkek %2.8 i Kadın, yaş ortalamasının ise 24 olduğu tespit edildi. Yıllar arası yaş ortalaması karşılaştırıldığında ise istatistiksel anlamlı farklılık saptanmadı. (P>0.05). En sık kullanılan madde marijuana (esrar) (n=640), ikinci sırada ise morfin (n:111) gelmektedir. Bu iki maddeyi, metanfetamin (n=80) ve amfetamin (n=69) takip etmektedir. Tüm çalışma grubunda madde 34

35 kullanımları incelendiğinde barbiturat kullanan bireye rastlanmamış, kokain, fensiklidin, trisiklik antidepresan, benzodiazepin kullanan birey sayısının ise oldukça düşük olduğu görülmüştür. (Şekil 1) Madde Kullanımı Şekil 1: Tüm Grupta Maddelerin Kullanım Oranları Çalışma grubunun % 28 i herhangi bir madde kullanmamakta, % 59 u yalnızca tek bir madde kullanmakta, % 9 u iki maddeyi birlikte kullanmaktadır. Birden fazla maddeyi aynı anda kullanan 201 kişinin var olduğu tespit edildi. Birden fazla madde kullanımı olanların, % 66.9 nun yaşları arasında daha çok olmak üzere ikili madde kullanımının olduğu; % 29.8 nin ise 18 yaş altında daha çok olmak üzere üçlü madde kullanımının olduğu tespit edilmiştir. Tablo 1: Marijuana Yaş Çapraz Tablosu Marijuana Kullanmayan Kullanan Yaş 18 altı ve üzeri Toplam (n) (%) 14.0% 43.2% 31.2% 6.8% 4.8% 100.0% (n) (%) 7.0% 59.1% 29.7% 3.3% 0.9% 100.0% Total (n) (%) 9.2% 54.1% 30.2% 4.4% 2.1% 100.0% Madde kullanan grup yaş dağılımına göre incelendiğinde, yaş grubunda diğer yaş gruplarına göre marijuana kullanımının daha fazla olduğu görülmektedir. (Tablo 1) Morfin kullanımının ise yaş grubunda anlamlı yüksek olduğu ve özellikle son yıllarda kullanımının arttığı tespit edilmiştir. Sonuç: Adıyaman ilinde esrar (marijuana) kullanımının son yıllarda özellikle gençler arasında artış gösterdiği tespit edilmiştir. Artan madde kullanımı ve bağımlılık sorununu önlemek için, gelişen dünya koşullarında uluslar arası ve ulusal boyutta gelişen haberleşme ve iletişim teknolojisini de içine alan önleyici stratejik politikaların geliştirilmesine ihtiyaç duyulmaktadır. OP The Preferences of the Intern Doctors for Medical Specialization, The Features of Their Perspective Towards Family Health Care Stage 35

36 Ahmet YILMAZ Dicle University Medicine Faculty,Department of Family Medicine Diyarbakır, Objective: The variables which in fluence the specialty preferences of Turkish medical students,the factors which influence medical students to make the decision regarding which specialty to pursue and the perspective towards family health care rotation. Methods: 142 medical students from Dicle University Medical faculty participated in this cross sectional study. One being for the beginning and one for the ending, assessment forms were applied to the intern doctors when they started and finished their family medicine rotation. In each stage group there were about 8-12 students. All of the students in each group were given a question form in the observation of a lecturer from a family health care department about their branch choices, sociodemographic features and possible reasons for choosing the preferred specialty. Results: When the applied survey data forms were assessed: Average age was found 24,65 ± 1,5. 99 (69.7 %) wanted to specialise in any area of medicine and 76,1 % (n=61) were actively studying for the medicine specialty exam. It was seen that before the training, 107 (75.3%) of the intern students had the knowledge about the family health care practices and this knowledge came from the lecturers in the rate of 51 (36%), from family health care practitioner-good medicine practices in the rate of 27 (19%), from media-and friends in the rate of 29 (20.4 %). Before family health care rotation, the most preferred branches were internal medicine; 14 (13.8 %), cardiology 13 ( 13.6 %), emergency medicine 9 (8.9 %).where as after the rotation family medicine 22 (20.4%), internal medicine was 14 (13.8%), emergency medicine was 9 (8.9%), cardiology was 10 (9.4%). The least preferred ones were respectively patology, neurology and gynecology. When the students were asked the reasons which influenced their choices, it was seen that allocating time to personel and private life was 102 (71.8%), risk and responsibility was 16 (11.2 %). Conclusions: In the process of choosing a specialization at medicine, allocating time to family and private life and enabiling a good social life are dominant factors. As there presentative of family medicine practice field, lecturers, specialists and assistants; we would like to state within the scope of education in this field, internship and practical application that the approaches regarding how theoretical and practical course content of family medicine practice will take an important place for the medicine practices in the students professional lives should be planned and implemented for each class of students of the medical faculty in the medical education process; as it can be seen in our university example which has family medicine practice and is effective, our own study results has shown that our intern doctors acquired sufficient knowledge, manners in the process of internship and this situation showed itself as the increase of preferance rate of family medicine practice in the assessment at the end of the internship. Before theinternship, significant differences are found between female and male participants in branch preferences. ( * p=0,001) Cramer s V =0,608. After the internship, difference is found between female and male participants in branch preferences. ( ** p=0,029) Cramer s V=0,509 Table1 Sociodemographic characteristics Gender Lesson extension in active academic year Planning to work primary health care N (%) Male 106 (74.6) Female 36 (25.4) Yes 40 (28.2) No 102(71.8) Yes 135(95.1) No 7(4.9) 36

37 At the beginning of the internship presence of knowledge about family medicine practice Yes 107(75.3) No 35(24.7) Sourcesthatarereceivedinformationaboutfamilymedicinepractice Preparationforprofiencyexam in medicine Medicaleducation AD. Courses taken 27(19) Familymedicinepractice AD. Courses taken 51(36) Fromthemedia-friendcircle No information 29(20.4) 35(24.6) Yes 99(69.7) No 43(30.3) Table 2 Distribution of preferances of branches of intern doctors before and after the internship Before Family medicine practice internship ( * p<0,001) After family medicine practice internship( ** p=0,029) Male Female Male Female DEPARTMENTS N(%) N(%) N(%) N(%) InternalMedicine 14(13.8) 2(5.1) 14(13.8) 3(8.3) Cardiology 13(13.6) 2(5.1) 10(9.4) 2(5.5) EmergencyMedicine 9(8.9) 1(2.3) 12(11.3) - Otorhinolaryngology 9(8.9) 3(7.9) 5(4.7) 1(2.7) PlasticSurgery 8(7.9) 1(2.3) 7(6.6) 1(2.7) Familymedicinepractice 6(5.2) 2(5.1) 22(20.4) 9(25) Opthalmology 8(7.9) 2(5.1) 3(2.8) 1(2.7) Psychiatry 6(4.9) 1(2.3) 3(2.8) - PhysicalTherapyandRehabilition 6(4.9) 3(7.9) 7(6.6) 4(11.6) Radiology 6(4.9) 1(2.3) 3(2.8) 1(2.7) General Surgery 4(3.8) 1(2.3) 2(1.9) - Pediatry 1(0.9) 3(7.9) 2(1.9) 1(2.7) Gynecology 1(0.9) 4(9.8) 2(1.9) 3(8.3) Others 15(15.5) 16(44) 16(15) 13(36.1) Total 106(100) 36(100) 106(100) 36(100) Table 3 Opinions of intern doctors about professional information levels acquired on their preferance of branches and their frequencies QuestionsAskedtotheParticipants Male Female N (%) N (%) Thecharacteristics of sparingsufficient time totheirpersonal-privatelives 73(68.9) 29(80.5) Seeingthemselveswelladjusted in terms of responsibility, taking risk 14 (13.2) 2(5.5) 37

38 Characteristics of enablingtowork at hospitalconditions 6 (5.6) 1(2.8) Characteristics of relativelyextrahavingtheability of building an academiccareer 8(7.5) 4(11.2) Characteristic of economicincomelevelbeinghigh 1(0.9) - Satisfactorycharacteristics of theeducationprocessandpossibilities of diagnosistopatients 4(3.7) - Total 106(100) 36(100) Table 4 Opinions of intern doctors about professional information levels acquired on their preferance of branches and their frequencies QuestionsAskedtotheParticipants Male Female N (%) N (%) Characteristics of sparingsufficient time totheirpersonal privatelives 47(44.3) 17(47.4) Havingthecharacteristics of enablingto do academiccareeranditsbeingrelativelymore 21(19.8) 6(16.8) Taking risk, seeingoneself as compatible in terms of responsibility 10(9.5) 3(8.3) Characteristicsstemmingfromworkingenvironmentbeingthereasonforpreferance in thespecialtyfield Characteristics of puttingdoctor??tothefront of thesciencebranchandtendencytoimprovethemselves 6(5.6) 3(8.3) 4(3.7) 2(5.5) Characteristics of providingopportunityaboutworking in hospitalconditions 4 (3.7) 1(2.7) Beingabletoadjustyourself in terms of characteristicssuch as stress, workingenvironment 6(5.6) 2(5.5) Satisfactorycharacteristics of educationprocess, expectation in clinicalpracticesanddiagnosistreatmenttopatientsandrelatedcharacteristics Characteristicsstemmingfrombeing a departmentthatthepatientprofile is compatiblewiththeworking 4(3.7) 2(5.5) 2(1.9) - Total 106(100) 36(100) OP CİNSEL İSTİSMAR SUÇU İŞLEYEN ÇOCUK VE ERGENLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ Yrd. Doç. Dr. Sunay FIRAT Çukurova Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi, Psikiyatri Hemşireliği Anabilim Dalı, Adana, Türkiye GİRİŞ: Çocuk yaştaki cinsel istismarcı/suça sürüklenen çocuk, herhangi bir yaş grubundan bir mağdura isteği-rızası dışında ve/veya şiddet uygulayarak, zor kullanarak herhangi bir cinsel içerikli eylemde bulunan on sekiz yaşının altındaki birey olarak tanımlanabilmektedir.1 Çocuklar tarafından gerçekleştirilen cinsel suçlar yetişkinler tarafından yapılan cinsel suçlarl a benzerlik göstermektedir.2 Dünya literatürü ile paralel olarak, ülkemizde dört farklı il merkezinde yapılan çalışmalarda cinsel istismarcıların %21,4 ü ile %29,6 sının 18 yaş altı çocuklardan oluştuğu dikkate alındığında konunun önemi açıkça görülmektedir

39 Ülkemizde çocuk yaştaki cinsel istismarcı veya suça sürüklenen çocuklara dair yapılan çalışmaların çoğunlukla mağdurlara yönelik olduğu, sanık profillerine/özelliklerine yönelik araştırma sayısının az olduğu görülmektedir. AMAÇ: Bu çalışmada çocuğun cinsel istismarı eylemi, sanık ve/veya fail konumundaki çocuklar açısından incelemiş, olguların sosyo-demografik verileri (yaş, cinsiyet, eğitim düzeyi, aile durumu v.b.) ayrıntılı olarak değerlendirilmiştir. MATERYAL VE METOD: Adana Adliyesi, Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) inde kayıtlı olan ve Haziran 2007 tarihinden sonra Adana Adliyesi, 3. Ağır Ceza Mahkeme sine gönderilen dosyalar geriye dönük olarak incelenmiştir. Altı yıllık bir dönemi oluşturan bu süreçte, 3. Ağır Ceza Mahkemesine gönderilen ve 18 yaş altı cinsel istismar suçunu işleyen 65 çocuğun dosyalarının tamamı incelenmiş ve tümü çalışmanın kapsamına alınmıştır. Bu dosyalarda, suç tipi, sanık/mağdur a ilişkin bilgiler, nüfusa kayıtlı oldukları iller, göç gibi bilgiler değerlendirilmiştir. BULGULAR: Çalışmamızda cinsel istismar suçunu işleyen 65 çocuğun tamamı erkekti. Çocukların yaş ortalamaları 190,14±23,85 aydı (min: 147 ay, max: 263 ay). Araştırmamızda cinsel istismar suçunu işleyen 21 çocuk (%32,3) yaş arası ve 44 çocuk (%67,7) ise yaş arasında idi. Suç tipleri değerlendirildiğinde, 15 çocuk (%23,1) basit cinsel istismar suçunu, 50 çocuüun (%76,9) ise nitelikli cinsel istismar suçunu işlediği belirlenmiştir. Nitelikli cinsel istismar suçunu işleyen 29 çocuğun (%87,9) Adana ili nüfusuna kayıtlı olduğu, 21 çocuğun (%65,6) ise Adana dışından il, ilçe vs. e kayıtlı olduğu belirlenmiştir (p=0,042). Cinsel istismar suçunu işleyen çocukların mağdurlar ile akrabalık dereceleri değerlendirildiğinde; 41 çocuğun (%63,1) akraba olmadığı, ancak 24 nün (%36,9) ise fail ile akraba olduğu tespit edilmiştir. TARTIŞMA VE SONUÇ: Yapılan çalışmalarda cinsel suç işleyen birçok yetişkinin genç yaşta suç işlemeye başladığı saptanmıştır. Bu nedenle küçük yaşlarda cinsel suça yönelen bireylerin değerlendirilmesi, bu davranışların yetişkin döneme aktarılmasını önleyebilir.9 Anahtar kelimeler: Cinsel istismarcı çocuk, OP Tip 2 Diyabetli Bireylerde Yaşam Kalitesi ve Depresyon Düzeylerinin Değerlendirilmesi Uz. Dr. Ali Altınok 1, Prof. Dr. Kamile Marakoğlu 2, Uz. Dr. Nisa Çetin Kargın 3 1 Ereğli Devlet Hastanesi, Konya 2 Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi Aile Hekimliği Anabilim Dalı, Konya 3 Tuzlukçu İlçe Devlet Hastanesi, Konya Amaç: Biz bu çalışmada Tip II Diabetes Mellitus'lu hastalarda yaşam kalitesini, depresyon semptomatolojisini ve ilişkili faktörleri araştırmayı amaçladık. Gereç-Yöntem: ile tarihleri arasında Selçuk Üniversitesi Aile Hekimliği Diyabet Eğitim Polikliniğine başvuran erişkin tip 2 DM hastalığı olan, takip ve tedavi altında olan 440 hasta alındı. Katılımcıların sosyodemografik özelliklerini içeren anket formu, SF-36 yaşam kalitesi anketi, BDÖ yüz yüze görüşme yöntemi ile uygulandı. DM ye bağlı daha önce tanı konmuş göz, nörolojik ve nefrolojik komplikasyonlarının olup olmadığı hasta dosyalarından son bir yıllık verileri retrospektif taranarak değerlendirildi. Bulgular: Kadın hastalarda erkek hastalara göre SF-36 nın tüm alt boyutlarında puan ortalamaları istatiksel açıdan anlamlı derecede düşük bulundu (p<0,001). BDÖ puan ortalaması kadın hastalarda erkek hastalara göre istatistiksel açıdan anlamlı derecede yüksek bulundu (p<0,001). İlkokulu bitirememişlerde ilköğretim mezunlarına, lise mezunlarına, üniversite ve üzeri mezunlarına göre SF- 36 nın tüm alt boyutlarında puan ortalamaları istatistiksel açıdan anlamlı derecede düşük bulundu (p<0,001). BDÖ puan ortalamaları üniversite ve üzeri mezunlarında ilkokulu bitirememişlere göre (p<0,001) ve ilköğretim mezunlarına göre (p=0,009) istatiksel açıdan anlamlı derecede düşük bulundu. Evli olanlarda dul veya boşanmışlara göre fiziksel fonksiyon (p<0,001), ağrı (p=0,05), genel sağlık (p<0,001), enerji (p=0,023), mental sağlık (p=0,027) puan ortalamaları arasında istatistiksel açıdan anlamlı derecede yüksek bulundu. BDÖ puan ortalaması dul veya boşanmış hastalarda evli hastalara göre istatistiksel açıdan anlamlı derecede yüksek bulundu (p<0,001). Ev hanımlarında fiziksel 39

40 fonksiyon, fiziksel rol güçlüğü, genel sağlık, enerji puan ortalamaları diğer meslek gruplarına göre istatiksel açıdan anlamlı derecede düşük bulundu (p<0,001). Diyabet süresi 20 yıl ve üzeri olanların diyabet süresi 1 10 yıl olanlara göre BDÖ puan ortalamaları istatistiksel açıdan anlamlı derecede yüksek bulundu (p=0,008). OAD kullananlarda insülin+oad kullanlara göre fiziksel fonksiyon, fiziksel rol güçlüğü, ağrı, genel sağlık, sosyal fonksiyon puan ortalamaları istatistiksel açıdan anlamlı derecede yüksek bulundu (p<0,001). Hiç komplikasyonu olmayanlarda 2 ve üzeri komplikasyonu olanlara göre fiziksel fonksiyon puan ortalamaları (p<0,001) istatistiksel açıdan anlamlı derecede yüksek bulundu. BDÖ puan ortalamaları (p=0,044) hiç komplikasyonu olmayanlarda 2 ve üzeri komplikasyonu olanlara göre istatistiksel açıdan anlamlı derecede düşük bulundu. Sonuç: Yaşam kalitesi ve depresyon semptomatolojisi; kadınlarda, yaşlılarda, obezlerde, eğitim düzeyi düşük olanlarda, dul veya boşanmış olanlarda, ev hanımlarında, geliri düşük olanlarda, diyabet süresi uzun olanlarda, insülin kullananlarda, 2 ve üzeri komplikasyonu olanlarda daha kötüdür. Diyabetli bireylerde yaşam kalitesi ve depresyon semptomatolojisini etkileyen birçok tıbbi ve sosyodemografik faktörler olup, hem sağlık çalışanları hem de hastalar bu konuya gerekli önemi vermelidirler. Anahtar kelimeler: Diyabet, Yaşam Kalitesi, Depresyon OP The Evaluation of OGTT Results applied to Patients with Obese and Overweight Davut BALTACI 1, Handan YAMAN 2, Zemze Elif OZBEY 1, Elif ONUR 1, Nur Nihal BALTACI 3, 1 Duzce University, Medical Faculty, Department of Family Medicine, Haydarpasa Numume Training and Research Hospital, Family Medicine Clinic, 3Turgut Ozal University, Medical Faculty Aim: to investigate predictive value of OGTT with 75 mg in subjects with obesity and overweight Methods: the study was cross-sectional and analytic, and conducted between 2013 and 2015 in Duzce University. Anthropometric measures were recorded. Metabolic and glycemic indices were obtained. The patients were grouped as obese and non-obese, based on BMI classification. FBG level was categorized into three subgroups as < 100 mg/dl, mg/dl and > 100 mg/dl. OGTT-75 mg was applied. According to OGTT results, the patients were grouped as normoglycemic, impaired glucose and newly diagnosed diabetes mellitus, based on IDF criteria. Results: the study enrolled a total of 1096 patients. Of them, 85.7% was female. Current smoking frequency was 18.1%. The ratio of obese patients was 82.5%. The distribution of patients on initial FBG level, 32.3% of them was below 100 mg/dl, 42.2% was between 100 mg and 109 mg and 25.5% was above 109 mg/dl. The ratio of patients with newly diagnosed DM was 12.5%, and 36.6% was normoglycemic. Half of them (50.9%) had impaired glucose tolerance. The frequency of obese female patients was similar with that of male counterparts (83.4% vs 77.1%, p=0.609). The frequency of patients with newly diagnosed DM in obese group was significantly higher than non-obese group (8.3% vs. 13.4%, p<0.001). The ratio of patients with newly diagnosed DM in male patients was significantly higher, compared to female ones (18.5% vs. 11.5%, p=0.010). When OGTT status was compared according to initial FBG category, the ratio of newly diagnosed DM among patients whose initial FBG below 100 mg/dl was significantly lower, but considerably high (6.8%), one in four patients with FBG above 110 mg/dl were newly diagnosed DM (24.7%). Similarly, the number of male patients with newly diagnosed were higher than female ones in three categories of initial FBG level (12.5% vs. 6.2%, 12.7% vs. 8.9% and 29.6% vs. 23.6%; p<0.001). When OGTT status was compared in separately both sexes according to BMI class, no significant difference was observed in male patients (16.7% vs 19.0%; p=0.563), but significant difference was seen in female patients for status of new DM (6.4% vs. 12.5%; p<0.001). Conclusion: We can suggest that OGTT should be applied to patients with overweight and obesity event though their FBG level below 110 and 100 mg/dl. Male patients with obese and overweight are 40

41 at great risk for diabetes mellitus. The Family physicians should be precise to screen male patients for diabetes mellitus. OP NORMAL, FAZLA KİLOLU VE OBEZ KADIN HASTALARDA ORTALAMA TROMBOSİT HACMİ, TROMBOSİT SAYISI, AYAK BİLEĞİ-KOL İNDEKSİ, İNSÜLİN DİRENCİ İLİŞKİSİ VE KORONER ARTER HASTALIĞI RİSK DEĞERLENDİRMESİ Uzm. Dr. Handan DAL 1, Prof. Dr. Kamile MARAKOĞLU 1, Prof. Dr. Ali Ünlü 2, Uzm. Dr. Beyza SARAÇLIGİL 2 1 Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi Aile Hekimliği A.D 2 Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi Biyokimya A.D Amaç: Bu çalışmada normal, fazla kilolu ve obez kadın hastalarda ortalama trombosit hacmi(mpv), trombosit sayısı, ayak bileği-kol indeksi(abi), insülin direnci ve koroner arter hastalığı risk değerlendirmesine bakarak MPV nin metabolik sendromda ön belirteç olup olamayacağının belirlenmesi amaçlanmıştır. Gereç ve Yöntem: Bu çalışmaya Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi Aile Hekimliği Anabilim Dalı Periyodik Muayene Polikliniği ne başvuran yaş arası arasında 90 VKİ<25kg/m² olan kadın hasta, 90 VKİ 25kg/m² olan kadın hasta alındı. Hastaların ABİ değeri ölçüldü. Katılanların 22 sorudan oluşan anket formu dolduruldu. Katılımcılarda alınan kanlardan lipit paneli, insülin, glukoz ve hemogram düzeyi çalışıldı. Sonuçlardan HOMA indeksi ve Framingham Risk skoru hesaplandı. Bulgular: VKİ 25kg/m² olan grubun MPV düzeyi (8,21±1,30), VKİ<25kg/m² olan grubun MPV düzeyine göre (7,66±0,90) istatistiksel açıdan anlamlı düzeyde yüksekti (p=0,001). VKİ 25kg/m² olan grubun HOMA indeksi VKİ<25kg/m² olan gruba göre anlamlı derecede yüksekti (p<0,001). VKİ 25kg/m² olan grubun platelet düzeyleri ortalaması 280,71±63,42 VKİ<25kg/m² olan grubun platelet düzeyleri ortalaması 275,14±63,01 olup istatistiksel açıdan iki grup arasında anlamlı farklılık yoktu (p=0,555). Metabolik sendromu olan (n=43) bireyin MPV düzeyi ortalaması 8,81±1,19, metabolik sendromu olmayan (n=137) bireyin MPV düzeyi ortalaması 7,65±0,95 olup metabolik sendromu olan grubun MPV düzeyi istatistiksel olarak anlamlı derecede yüksekti (p<0,001). Metabolik sendromu olan grubun HOMA düzeyi, metabolik sendromu olmayan gruba göre istatistiksel olarak anlamlı derecede yüksekti (p<0,001). MPV düzeyi ile trigliserit düzeyi arasında pozitif yönde düşük düzeyde anlamlı korelasyon bulundu (r=0,228 p=0,002). MPV düzeyi ile HDL düzeyi arasında düşük düzeyde negatif yönde anlamlı korelasyon bulundu (r=-0,186 p=0,012). ABİ<0,9 olan bireyler ile ABİ 0,9 olan bireylerin Framingham Risk Skorunu arasında anlamlı bir fark yoktu. Metabolik sendromu olan ve olmayan bireylerin Framingham Risk Skorunu arasında anlamlı bir fark yoktu. Sonuç: Metabolik sendrom tüm dünyada ve ülkemizde ciddi bir sağlık sorunudur. Metabolik sendromun erken tanısı oluşacak birçok hastalığın önlenmesinde önemlidir. MPV ile Framingham Risk Skoru, Periferik arter hastalığı (PAH) arasında ilişki bulamasakta; MVP ile VKİ, bel çevresi, HOMA indeksi, HDL, Trigliserit arasında korelasyon olduğunu göstererek metabolik sendromda MPV nin bir ön belirteç olabileceği ve MPV düzeyinin mortalite açısından terapatik hedef olabileceği görüşündeyiz. İnsülin direnci tahmininde MPV nin yapılacak başka çalışmalar ışığında daha da önem kazanacağını düşünmekteyiz. Anahtar kelimeler: HOMA indeksi, Metabolik Sendrom, MPV, Periferik arter hastalığı OP Hastalar Hipertansiyon nun Farkında mı? Lütfullah Çakır 1, Özgür Enginyurt 1, Soner Çankaya 2, Özkan Yazıcı 3 1 Sağlık Bakanlığı Ordu Üniversitesi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Aile Hekimliği Kliniği, Ordu 2 Ordu Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Biyoistatistik ve Tıbbi Bilişim Anabilim Dalı, Ordu, Türkiye 3 Sağlık Bakanlığı, Ordu Ulubey Toplum Sağlığı Merkezi, Ordu, Türkiye 41

42 Giriş-Amaç: Hipertansiyon her yaşta morbidite ve mortalitesi yüksek ve prevelansı yaşlanma ile artan önemli bir sağlık sorunudur. Hipertansiyonda farkındalık ise, hipertansif olan bireylere daha önce bir sağlık çalışanı tarafından hipertansiyonun varlığının söylenmesi olarak tanımlanmıştır. Hipertansiyon koroner kalp hastalığı, inme, konjestif kalp yetmezliği, böbrek yetmezliği ve periferik vasküler hastalık için ana risk faktörüdür. HT kontrol altına alınırsa, yıkıcı etkileri büyük oranda önlenebileceği halde insanların yüksek kan basıncına sahip olduklarını bilmemeleri önemli bir engeldir. Bu engeli ortadan kaldırmak için öncelikle her yetişkin kan basıncını ölçtürmeli ve kan basıncı seviyesini bilmelidir. Biz bu çalışmamızda teşhis, tedavi ve hipertansiyonda iyi kontrol sağlanması adına farkındalık oluşturmayı hedefledik. Materyal ve Metot : Bu çalışma tarihleri arasında Ordu ili Ulubey ilçesinde Toplum Sağlığı Merkezi tarafından 18 yaş üzeri, 245 kadın ve 483 erkek de yüz yüze anket uygulanarak ve kan basıncı ölçümü, standart yöntemle, uygun erişkin manşonu olan standart civalı sfigmomanometreler kullanılarak oturur vaziyette 30 dakika istirahat sonrasında üçer kez ölçüm sonrası ortalama alınarak yapılmıştır. Çalışmada tüm istatistiksel analizler SPSS 21.0 V istatistik paket programında yapılmıştır. Çalışmada kategorik özelliklere (hastalık tanısı alma, ilaç kullanımı, yaş, cinsiyet, stres, sigara kullanımı, alkol kullanımı, sağlıklı beslenme ve düzenli egzersiz) ait elde edilen veriler n ve % olarak ifade edilmiştir. Hastalık tanısı alma ile ilişkili olduğu düşünülen risk faktörleri (yaş, cinsiyet, stres, sigara kullanımı, alkol kullanımı, sağlıklı beslenme ve düzenli egzersiz) ilk önce tek değişkenli lojistik regresyon analizi ile belirlendi. Analiz sonucunda olabilirlik oran testinde (-2LL) P<0.20 önem seviyesine sahip olan faktörlere daha sonra çok değişkenli lojistik regresyon analizi uygulanmıştır. Lojistik regresyonda nihai modelin uyum iyiliği Hosmer-Lemeshow testi ile değerlendirilmiştir. Final modelin yorumlanması odds oranları kullanılarak yapılmıştır. Bulgular P<0,05 düzeyinde anlamlı kabul edilmiştir. Risk düzeyleri (OR değerleri) % 95 güven aralıkları ile birlikte verilmiştir. Bulgular: Çalışmaya 728 kişi dahil edilmiştir. Çalışmaya katılanlarından hipertansiyon tanısı alan hastaların ilaç kullanım oranı % 91.4 tü. Hastalık tanısı alanların %54.3 ü yaş arası,%32.2 si >70 yaş hastalardan oluşmaktaydı.tanı almada en yüksek oranın yaş olduğu görüldü. Hastalık tanısı alan hastaların stres altında olanların oranı % 68.3, düzenli egzersiz yapmayanların oranı ise %62.8 idi. Stresli olan ve düzenli egzersiz yapmayan HT hastalarının oranlarındaki yükseklik dikkat çekiciydi. İlaç kullanan hastalarda kan basıncı oranı normal olanların oranı % 43.8 iken, yüksek olanların oranı ise %56.2 dir (P-Value = 0,014). Tek değişkenli lojistik regresyon analizi sonuçlarına göre bireylerde hastalık tanısı alma riski: yas arttıkça artmakta, stresli bir hayatı olanlarda kat; sigara kullananlarda kat, sağlıklı beslendiğini düşünenlerde ise kat daha yüksek bulunmuştur. Tek değişkenli lojistik regresyon analizleri sonucunda 3 özelliğe (cinsiyet, alkol tüketimi, düzenli egzersiz) ait p-değerinin 0.20 nin üstünde olması nedeni ile çok değişkenli lojistik regresyon analizine 4 özellik (yaş, stress, sigara kullanımı ve sağlıklı beslenme) dahil edilmiştir. Nihai modelde (final model) hastalık tanısı alma ile ilişki olarak olası risk faktörleri olarak yaş (OR for group: 15.48; OR for group: 108.8; OR for >70 group: 269.6) ve stress durumu (evet) (OR: 2.713) istatistiki olarak anlamlı bulunmuştur. Sonuç: Çalışmada çok değişkenli lojistik regresyon analizinin final model sonuçlarına göre, bireylerde hastalık tanısı alma riski: yaş ilerledikçe artmaktadır. Buna ilaveten stresli hayatı olanlarda bu risk kat daha fazla olduğu tespit edilmiştir. Erişkin hasta ile karşılaşan her hekim kan basıncı ölçümü yapmalı, hastaların risk faktörleri saptanmalı, komplikasyonların önlenmesi amacıyla erken tanı ve tedavisi sağlanmalıdır. Her yetişkin kan basıncını ölçtürmeli tanı ve tedavide eğitim ve yaşam biçimi değişikliği aktif rol oynamalıdır. Anahtar Kelimeler: Hipertansiyon, Stres, Erişkin yaş 42

43 OP DUYGU SAĞIRLIĞINDA STRESLE BAŞ ETME TARZLARI VE BENLİK SAYGILARININ DEĞERLENDİRİLMESİ Metin Canbal 1, Sevsen Cebeci 1, Mehmet Kaya 2, Bedir Al 3, Emine Gökçe Gökkaya 3, İlksu Meryem Uyğur 3, Melike Gamze Çakmak 3, Uğur Kurt 3, Yeliz Koçyiğit 3 1 Turgut Özal Üniversitesi Tıp Fakültesi, Aile Hekimliği Anabilim Dalı 2 Turgut Özal Üniversitesi Tıp Fakültesi, Halk Sağlığı Anabilim Dalı 3 Turgut Özal Üniversitesi Tıp Fakültesi, dönem-3 Amaç: Aleksitimili bireyler başkalarının duygularını anlamakta ve empati kurmakta zorluk yaşamakta ve duygusal yanıt vermekte yetersiz kalmaktadır. Aleksitiminin genel nüfusun yaklaşık % 10'unda görüldüğü düşünülmekte ve bazı psikiyatrik hastalıklarla birlikte görüldüğü bilinmektedir. Bu çalışmanın amacı aleksitimik bireylerin stresle baş etme tarzlarını incelemek ve benlik saygıları açısından aleksitimik olmayanlara göre bir fark olup olmadığını saptamaktır. Gereç ve yöntem: Etik onay alındıktan sonra; Ankara da 4 farklı üniversitenin çeşitli bölümlerinde okuyan 167 üniversite öğrencisine ulaşıldı. Geçerlik güvenilirlikleri yapılmış 5 li likert 20 maddelik Toronto Aleksitimi Ölçeği, 4 lü likert 10 maddelik Rosenberg Benlik Saygısı Ölçeği ve 4 lü likert 30 maddelik Lazarus'un Stresle Baş etme Tarzları Ölçeği uygulandı. İstatistiksel analiz için Mann Whitney U, independent sample t testi ve ki kare testleri kullanıldı. Veriler SPSS programıyla değerlendirildi. Bulgular: Aleksitimi puanları cinsiyet ve tıp öğrencisi olup olmamaya göre, stresle başetme tarzları ve benlik saygısı açısından değerlendirildi. Tıp öğrencilerinin diğer öğrencilere göre benlik saygısı ve probleme yönelik/aktif ya da duygulara yönelik/pasif stresle başetme tarzları açısından istatistiksel olarak bir fark saptanmadı. İyimser yaklaşım başetme tarzı tıp öğrencilerinde diğer öğrencilere göre daha düşüktür, bu fark istatistiksel olarak anlamlıdır (p=0,011). Cinsiyetler arasında aleksitimi puanları, benlik saygısı ve aktif ya da pasif stresle başetme tarzları açısından istatistiksel olarak bir fark yoktur. Sosyal destek arama başetme tarzı kadınlarda erkeklere göre daha yüksektir, bu fark istatistiksel olarak anlamlıdır (p=0,044). Aleksitimik olanlar ile olmayanlar arasında benlik saygısı açısından bir fark yoktur. Duygularını tanımada güçlük (TAÖ-1) alt ölçeği ve duyguları söze dökmede güçlük (TAÖ-2) alt ölçeği puanları yüksek olanların benlik saygısı düşüktür (p=0,007). Aleksitimik olanlarda pasif başetme tarzları aleksitimik olmayanlara göre daha yüksektir, çaresiz yaklaşım başetme tarzı aleksitimik olanlarda daha yüksektir (p=0,011; p=0,031). Duygularını tanımada güçlük (TAÖ-1) alt ölçeği ve duyguları söze dökmede güçlük (TAÖ-2) alt ölçeği puanları düşük olanların aktif (olumlu) başetme tarzları daha yüksektir (p=0,016; p=0,019). Duygularını tanımada güçlük (TAÖ-1) alt ölçeği puanları düşük olanların pasif (olumsuz) başetme tarzları daha düşüktür (p=0,001). TAÖ-1 ve TAÖ-2 puanları yüksek olanlarda kendine güvenli yaklaşım puanları düşüktür (p=0,001, p=0,002). TAÖ-1 ve TAÖ-2 puanları yüksek olanlarda çaresiz yaklaşım puanları yüksektir (p=0,000, p=0,048). Sonuç: Yaptığımız çalışmanın aleksitimi alt ölçek puanları ile benlik saygısı düzeylerinin ilişkili olduğu saptanmıştır. Stresle baş etme tarzları da bu bireylerde farklılık göstermektedir. Benlik saygısı yüksek bireyler daha yaratıcı, başarılı ve sağlıklı, kendine güvenen, fikirlerini kolayca ifade eden, sosyal yönden uyumlu kişiler olarak bilinmektedir. Bireylerin aleksitimi açısından araştırılması ve probleme yönelik stresle baş etme tarzlarını geliştirmelerine destek olmak mezuniyet öncesi eğitimde bireylerin başarılarını geliştirmek açısından yararlı olabilir. Birinci basamak sağlık hizmetlerinde koruyucu sağlık davranışlarının kazanılmasında stresle başa çıkma teknikleri eğitimleri yer almalıdır. OP SAĞLIKLI ÇOCUK ANNELERİNDE TÜKENMİŞLİK SENDROMU Münevver TULUNAY, Derya İREN AKBIYIK, Cenk AYPAK, Hülya YIKILKAN, Süleyman GÖRPELİOĞLU Dışkapı Yıldırım Beyazıt Eğitim ve Araştırma Hastanesi, ANKARA 43

44 Giriş: Tükenmişlik, yaygın olarak insanlarla yüz yüze çalışan mesleklerde bireylerin duygusal yönden kendilerini tükenmiş hissetmeleri, işleri gereği karşılaştıkları insanlara karşı duyarsızlaşmaları ve kişisel başarı/yeterlilik duygularında azalma şeklinde görülen bir sendrom olarak tanımlanmıştır. Her ne kadar annelik gerçek bir meslek olarak kabul edilmese de, annelerde de tükenmişlik sendromu gözlenebilir. Annelerde gözlenen tükenmişliğin, çalışanlarda gözlenen tükenmişlikle benzer özellikler taşıdığı gösterilmişti. Bu çalışmanın amacı sağlıklı çocuğa sahip annelerdeki tükenmişlik düzeyinin belirlenmesi, tükenmişlik düzeyi ile sosyodemografik özelliklerin ve annelerin çalışıp çalışmama durumları arasında ilişki olup olmadığının ortaya konulmasıdır. Materyal-metod: Bu çalışma kesitsel tipte bir araştırmadır. Çalışmaya Ankara Dışkapı Yıldırım Beyazıt Eğitim ve Araştırma Hastanesi Aile Hekimliği polikliniklerine Haziran Şubat 2016 tarihleri arasında herhangi bir nedenle başvuran, ilk kez anne olan, yaşları 3-12 ay arasında değişen çocuğu olan kadınlar dahil edilmiştir. Katılımcılar çalışıp çalışmama durumlarına göre ev kadını anneler grubu ve çalışan anneler grubu şeklinde iki gruba ayrılmıştır. Katılımcılara Maslach Tükenmişlik Ölçeği (MTÖ) ve sosyodemografik bilgi formu uygulanmıştır. Elde edilen veriler SPSS paket programı ile analiz edilmiştir. Çalışma verileri değerlendirilirken tanımlayıcı istatiksel yöntemler (frekans, yüzde, ortalama, standart sapma), Ki-Kare analizi veya Fisher s Exact Test ve Mann Whitney U testi kullanılmıştır. İstatistiksel anlamlılık için p<0,05 kabul edilmiştir. Bulgular: Çalışmaya toplam 96 kişi dahil edilmiştir, bunlardan 50 (52,1%) kişi ev kadını anneler grubunu, 46 (47,9%) kişi ise çalışan anneler grubunu oluşturmaktadır. Ev kadını anneler grubunun yaş ortalaması 25,9±6,09 yıl, çalışan anneler grubunun yaş ortalaması ise 28,6±2,73 yıl olarak bulunmuştur. Her iki grup arasında eğitim düzeyi, aylık gelir düzeyi, maddi durumlarını nasıl buldukları (iyi/orta-kötü), eşlerin yaş ortalaması, eşlerin eğitim düzeyi ve meslek dağılımı, aile yapıları (çekirdek/geniş), ortalama evlilik yılı, bebeğin doğduğu evlilik yılı, düşük/küretaj öyküsü, bebeğin hastanede yatış öyküsü ve annenin bebek bakımında destek alıp almaması arasında anlamlı fark saptandı (Tablo 1). Her iki grubun MTÖ duygusal tükenmişlik puanları, kişisel başarı puanları ve toplam puanlar açısından fark saptanmazken, duyarsızlaşma boyutunda anlamlı fark saptandı (p=0,03) ve çalışma grubunda duyarsızlaşma puanlarının daha yüksek olduğu belirlendi. MTÖ den alınan puanlar Tablo 2 de gösterilmiştir. Tablo 1. Ev kadını anneler grubu ve çalışan anneler grubuna ait sosyodemografik veriler. Ev kadını anneler Çalışan anneler Toplam P* Eğitim düzeyi grubu N (%) grubu N (%) N(%) İlköğretim 20 (%40) 2 (%4,3) 22 (%22,9) Lise 20 (%40) 4(%8,7) 24 (%25) P=0,00³ Üniversite 10 (%10) 40 (%87) 50 (%52,1) Ailenin aylık geliri <3000 TL 49 (%98) 1 (%2,2) 50 (%52,1) 3000 TL 1 (%2) 45 (%97,8) 46 (%47,9) P=0,00³ Maddi durum değerlendirmesi İyi 12 (%24) 25 (%54,3) 37 (%38,5) Orta- Kötü 37 (%76) 21 (%45,7) 61 (%61,5) P=0,01² 44

45 Aile tipi Çekirdek aile 39 (%78) 46 (%100) 85 (%88,5) Geniş aile 11 (%22) 0 (%0) 11 (%11,5) P=0,00³ Eşin yaşı (yıl) 29,5±6,2 31,3±3,4 30,3±5,1 P=0,01¹ Eşin eğitimi İlköğretim 15 (%30) 0 (%0) 15 (%15,6) Lise 21 (%42) 5 (%10,9) 26 (%27,1) P=0,00³ Üniversite 14 (%28) 41 (%41) 55 (%57,3) Eşin mesleği Memur 7 (%14) 29 (%63) 36 (%37,5) İşçi 26 (%52) 3 (%6,5) 29 (%30,2) Özel sektör 10 (%20) 9 (%19,6) 19 (%19,8) P=0,00³ Serbest meslek 7 (%14) 5 (%10,9) 12 (%12,5) Düşük/küretaj öyküsü Yok 37 (%74) 43 (%93,5) 80 (%83,3) Var 13 (%13) 3 (%6,5) 16 (%16,7) P=0,01³ Kaç yıllık evli 2,7±1,7 3,1±1,1 2,9±1,4 P=0,47¹ olunduğu (yıl) İstenen gebelik Evet 45 (%90) 44 (%95,7) 89 (%92,7) P=0,43³ Hayır 5 (%10) 2 (%4,3) 7 (%7,3) Bebeğin yaşı (ay) 6,6±3,1 7,1±3,2 6,8±3,1 P=0,69¹ Bebeğin cinsiyeti Kız 25 (%50) 20 (%43,5) 45 (% 46,9) Erkek 25 (%50) 26 (%56,5) 51 (%53,1) P=0,54² Bebeğin hastanede yatış öyküsü Yok 39 (%78) 46 (%100) 12 (%12,5) Var 11 (%22) 0 (%0) 84 (%87,5) P=0,00³ Bebeğin düzenli doktor takibi Var 33 (%66) 34 (%73,9) 67 (%69,8) P=0,50² 45

46 Yok 17 (%34) 12 (%26,1) 29 (%30,2) Bebek bakım eğitimi Almış 20 (40%) 14 (30,4%) 33 (%34,4) Almamış 30 (60%) 32 (69,4%) 62 (%64,6) P=0,35² Yardımcı Yok 37 (74%) 0 (0%) 37 (%38,5) Büyükanne 13 (26%) 18 (39,1%) 31 (%32,3) P=0,00³ Bakıcı 0 (0%) 28 (60,9%) 28 (%29,2) Gebelikte travmatik olay Yok 48 (96%) 38 (82,6%) 86 (%89,6) P=0,40³ Var 2 (4%) 8 (17,4%) 10 (%10,4) *P<0,05 anlamlı olarak kabul edilmiştir. ¹ Analiz için Man Whitney U testi kullanılmıştır. ² Analiz için Ki-kare testi kullanılmıştır. ³ Analiz için Fisher s Exact testi kullanılmıştır. Tablo 2. MTÖ den alınan ortalama puanlar. Ev kadını Duygusal tükenme anneler grubu (ortalama±ss) Çalışan anneler grubu (ortalama±ss) Toplam (ortalama±ss) 10,9±6,2 12,3±6,0 11,5±6,1 P=0,81 Duyarsızlaşma 2,6±3,1 1,7±2,3 2,1±2,8 P=0,03 Kişisel başarı 23,6±5,5 24,9±4,9 24,2±5,2 P=0,49 Toplam puan** 21,1±11,5 21,06±9,8 21,1±10,7 P=0,26 *P<0,05 anlamlı olarak kabul edilmiştir. **MTÖ toplam puanı duygusal tükenmişlik ve duyarsızlaşma puanlarına, kişisel başarı alt ölçeğinin ters puanlanmasıyla elde edilen puanlar eklenerek bulunmuştur. Sonuç: Sağlıklı süt çocuğuna sahip annelerde sosyodemografik özelliklerden ve çalışıp çalışmama durumundan bağımsız olarak tükenmişlik gözlenebilmektedir. Aile hekimlerinin takiplerinde anneleri tükenmişlik açısından da değerlendirmesi ve tükenmişliği önleme konusunda desteklemesi gerekmektedir. Anahtar Kelimeler: Tükenmişlik sendromu, anne, ev kadını P* OP HASTA HEKİM İLETİŞİMİNDEKİ PROBLEMLER VE BU PROBLEMLERE YÖNELİK ÇÖZÜM ÖNERİLERİ; NİTEL ARAŞTIRMA 46

47 Alper Yılmaz 1, Ümit Avşar 1, Zekeriya Aktürk 2, Ü. Zeynep Avşar 3 1 Atatürk Üniversitesi Tıp Fakültesi Aile Hekimliği Anabilim Dalı, 2 Şifa Üniversitesi Tıp Fakültesi Aile Hekimliği Anabilim Dalı, 3 Atatürk Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıp Eğitimi Anabilim Dalı AMAÇ: Hasta hekim ilişkisinde sorunlardan biri güven dayanağının değişmesidir. Artık hastalar, hekimin hipokratik güven esasına göre değil, aydınlatılmış onamla en iyiyi seçmesi için gerek duyduğu bilgiyi sağlayacağına inanmaktadır. Bu ilişkide iki taraf ta yeni beceriler geliştirmelidir. Bunlar arasında en önemlisi iletişim becerisidir. Mesleki yeterlilik, sosyo-politik planlar, medya, yasal düzenlemeler, kamuoyunun bilgilendirilmesi gibi konular da bulunmaktadır. Sağlığa ulaşımın kolaylaşması, refah ve eğitim seviyesinin yükselmesi hasta doktor etkileşimini artırmıştır. Sağlıklı etkileşim, etkili iletişime bağlıdır. Hasta memnuniyeti, sağlık hizmeti verenlerle kurulan iletişimin kalitesiyle orantılıdır. Sağlıkta şiddet, tüm sağlık çalışanlarının ortak sorunudur; verimsizliğe ve tükenmişliğe neden olmaktadır ve önlenebilmesi için eğitim, etkin idarecilik ve gerekli yasal düzenlemelerin acilen çıkarılması önemlidir. Bu çalışmanın amacı; hasta hekim iletişimi ve ilişkilerindeki problemleri ve sağlıkta şiddet olaylarının nedenlerini tespit edip çözüm önerileri sunmaktır. GEREÇ VE YÖNTEM: Bu araştırma Atatürk Üniversitesi Hastanesi nde, video kayıt eşliğinde derinlemesine görüşme tekniğinin kullanıldığı niteliksel bir araştırmadır. Araştırma, kartopu-zincir örnekleme yöntemi kullanılarak ulaşılan kişilerle birebir yapılmıştır. Tanışma, hasta-hekim ilişkisi üzerine anılar, iletişim problemlerinin sebep ve çözümleri, hasta-hekim hakları, geçmişe göre sağlık sistemimizin durumu ana başlıklarına uyularak yarı yapılandırılmış görüşme tekniği uygulanmıştır. Veri analizi tematik kodlama yöntemi ile yapılmıştır. BULGULAR: On beş doktor ve on beş hastayla yapılan görüşmelerde belirtilen problem ve çözümleri; hekim, hasta ve sistem kaynaklı olmak üzere üç başlık altında sınıflandırılmıştır. Hastaların sağlık hizmetlerinin işleyişi, çalışma koşulları, alınan ücretleri bilmediği, doktorların ise hastaların zor koşulları bilmesine rağmen art niyetli olarak problem çıkardığını düşündüğü görülmüştür. Hekim kaynaklı problemler yoğunluğa bağlansa da hastalar ve doktorlar etkili iletişim yetersizliği konusunda hemfikirdirler. Bazı hastalar, doktorlarda ego sorunu olduğunu, doktorlar ise empati ve inspeksiyon problemi, şiddet görme ve dava korkusunun etkili iletişimi önlediğini belirtmişlerdir. Çözüm olarak iletişim eğitimleri belirtilmiştir. Hasta kaynaklı problemler bilgisizlik, kişilik ve kültür problemi, önyargı temaları çerçevesinde şekillenmiştir. Çözüm için ceza ve eğitim ortak temasında ifadelerde bulunulurken, hekimler zorunlu sevk sistemi temasını belirtmişlerdir. Sistem kaynaklı problemlerde performans sistemi, yoğunluk, medya, standartların olmayışı sıklıkla belirtilmiştir. Çözüm için, sağlığın politik ve maddi kâr amaçlı kullanımının önüne geçilmesi, hizmetlerde standartların ve sınırlamaların belirlenmesi gerektiği belirtilmiştir. SONUÇ: Görüşmeler sonucunda şiddeti önlemek için şu önerilerde bulunulabilir: Hastalara ciddi hastalık, ölüm ya da ameliyatlarda din görevlisi, psikolog, doktor ve hemşireden oluşan bir ekiple destek verilmeli, şikâyetlerin mahkeme öncesinde değerlendirilip kısa sürede çözümlendiği objektif karar alan, arabulucu bir mercii bulunmalıdır. Hasta hakları kadar, çalışan hakları da gözetilip, acilen güvenli hizmet ortamları sağlanmalıdır. OP Gündüz Uyku Eğiliminin Epworth Skalası ile Değerlendirilmesi: Ön çalışma Arş.Gör.Dr. Özden Peköz 1,2, Arş.Gör.Dr. Minel Akgün 1,2, Arş.Gör.Dr. Sümeyra Dasdelen 1,2, Doç.Dr. Kurtuluş Öngel1,2 1 İzmir Katip Çelebi Üniversitesi Atatürk Eğitim Araştırma Hastanesi Aile Hekimliği Kliniği 2 İzmir Katip Çelebi Üniversitesi Tıp Fakültesi Aile Hekimliği Anabilim Dalı 47

48 Giriş: Uyku, organizmanın çevreyle iletişiminin çeşitli uyaranlarla geri döndürülebilir biçimde geçici, kısmi ve periyodik olarak kesilmesidir. Gün içerisindeki aşırı uykululuk hali; etkilenen kişilerce uygun olmayan durumlar olarak adlandırılan şartlar altında, artmış uykuya eğilim olarak tanımlanır. Uyku bozuklukları; yaşamı tehdit eden kazalar, iş verimliliğinde ciddi kayıplar ve psikososyal işlevlerde önemli bozukluklara neden olabilen ve sıklığı açısından büyük önemi olan halk sağlığı sorunlarıdır. Bu nedenle toplumda uyku bozukluklarının değerlendirilmesi, bu bozukluğa sahip olan insanların bilinçlendirilmesi ve tedavi almaya yönlendirilmesi hayati önem taşır. Bu çalışma ile kendi populasyonumuzda Epworth Uyku Skalası kullanılarak kişilerin uykululuk hali sıklığının ve uykululuk halini etkileyebilecek bazı özelliklerin saptanması amaçlanmıştır. Gereç ve Yöntem: Çalışma; Mart 2016 tarihinde gerçekleştirildi. Belirtilen tarihte araştırmaya toplam 72 kişi gönüllü olarak katıldı. Çalışmaya gönüllü olarak katılan bireylerden öncelikle sözel onam alınarak çalışma gerçekleştirildi. Katılımcılara çeşitli durumlarda gündüz uykululuk halini ölçmek için 8 sorudan oluşan Epworth Uyku Skalası (EUS) uygulandı. Anketler, bireylerle yüz yüze görüşme yapılarak dolduruldu. Veriler Excel programına aktarılarak analiz edilmiştir. Bulgular: Araştırmaya katılan 72 kişinin 35 i (%48,6) erkek, 37 si (%51,4) kadındır. Katılımcıların yaş ortalaması 36,16±12,5 yaş (min:16, max:74) olarak bulunmuştur. Katılımcıların %85,5 ünün (62 kişi) sürücü belgesi olduğu tespit edilmiştir. Yirmibeş kişinin %34,3 si (25 kişi) sigara kullanmaktaydı. Araştırmaya katılan kişilerin %22,4 ünde (16 kişi) kronik bir hastalığın olduğu gözlenmiştir. Ankete katılan 72 kişinin 19 u (%18,4) Epworth Uyku Skalasından 11 ve üzerinde puan almıştır. Tablo 1. Katılımcıların Epworth Uyku Skalasındaki sorulara verdikleri cevapların dağılımı Hiç Nadiren Sıklıkla Her zaman Oturur durumda gazete ve kitap okurken uyuklar mısınız? %29,3 %38,7 %26,2 %5,8 Televizyon seyrederken uyuklar mısınız? %19,8 %39,8 %31,3 %9,1 Pasif olarak toplum içinde otururken, sinemada ya da %50,3 %35,4 %13,3 %1,0 tiyatroda uyuklar mısınız? Ara vermeden en az bir saatlik araba yolculuğunda uyuklar %48,7 %34,7 %12,3 %4,3 mısınız? Öğleden sonra uzanınca uyuklar mısınız? %16,4 %31,8 %20,3 %31,5 Birisi ile oturup konuşurken uyuklar mısınız? %78,6 %18,5 %2,2 %0,7 Alkol almamış,öğle yemeğinden sonra sessiz ortamda otururken uyuklar mısınız? Trafik birkaç dakika durduğunda, kırmızı ışıkta arabada uyuklar mısınız? %41 %38,6 %16,1 %4,3 %88,9 %9,2 %0,9 %0,3 Tartışma: EUS, hem klinik uygulamalarda hem de araştırmalarda uykululuk düzeyini değerlendirmede en sık kullanılan ölçektir. Uykululuğun günlük özel durumlar ve özel zaman dilimleri için değerlendirilmesinden öte, gündüz uykululuğunun genel düzeyinin ölçülmesini hedef alır. Çalışma sonuçlarına göre kişiler özellikle öğleden sonraları ve aktivitelerinin düşük olduğu dönemlerde uyuklamakta; konuşma veya kısa süreli aktivitelerde uyuklamamaktadırlar. Bu açıdan özellikle kronik rahatsızlığın eşlik ettiği uyklu sorunu olan sürücülere bu yönde önerilerde bulunulması faydalı olacaktır. Anahtar kelimeler: Skala, sürücü, uyku 48

49 OP Smoking Prevelance of Turkey at the end of a Decade of Tobacco Control Program Davut Baltaci, Leyla Yilmaz Aydin, Zemze Özbey Bildiri özeti yok. OP Aile Hekimliği Polikliniğine Başvuran 20 Yaş Üstü Kadınların Serviks Kanseri Taraması Konusundaki Bilgi ve Tutumlarının Araştırılması İlk Bulgular Dr. Emel Öncel, Doç. Dr. Melahat Akdeniz Bildiri özeti yok. OP Hemodiyaliz Hastalarında Diyaliz Esnasında Ağrı Değerlendirilmesi Muammer Bilici, Sevil Uygun İlikhan, Mustafa Öcal, Bilge Sönmez, Ali Borazan Bildiri özeti yok. OP AİLE HEKİMLERİNDE İŞ MEMNUNİYETİ, TÜKENMİŞLİK, ANKSİYETE VE DEPRESYON DÜZEYLERİNİN BELİRLENMESİ, ARALARINDAKİ İLİŞKİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ: DİYARBAKIR İLİ UYGULAMASI Ahmet Yılmaz Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi Aile Hekimliği A.D. Sur/Diyarbakır, Yrd Doç Dr GİRİŞ:İş memnuniyeti, çalışanın kendi işinden duyduğu hoşnutluk, kendisini ve işini değerlendirmesi sonucu ulaştığı olumlu duygusal durum olarak tanımlanmaktadır, basit anlamıyla personelin işinden ne kadar hoşlanmakta olduğudur 1,2. Çalışmaları ve bu alanda geliştirdikleri ölçek nedeniyle bu alanda en fazla anılan Maslach ve Jackson tükenmişliği; fiziksel bitkinlik, kronik yorgunluk, çaresizlik ve ümitsizlik duyguları yaşayan bireylerde olumsuz benlik kavramının gelişmesiyle beraber bireyin iş yaşamına ve diğer insanlara karşı olumsuz tutumları ile belirginleşen fiziksel, duygusal ve zihinsel bir sendrom olarak tanımlamaktadır3. İş memnuniyeti, tükenmişlik ve anksiyete depresyon farklı kavramlarla ilişkilendirilmiş olup bu üç kavramın birlikte ele alındığı çalışma sayısı yok denecek kadar azdır. AMAÇ: Bu çalışmada amacımız; aile hekimlerinin iş memnuniyeti, tükenmişlik, anksiyete - depresyon düzeyleri ve aralarındaki ilişkinin belirlenmesidir. Elde edilen verilerin özellikle sağlık sistemindeki çalışanlara, sağlık politika uygulayıcılarına, akademisyenlere faydalı olacağını öngörmekteyiz. MATERYAL METOD: Veri Toplama Yöntemi: Demografik değişkenler dışında 74 ifadeden oluşan bir anket kullanılmıştır. Anketler, Diyarbakır da çalışan aile hekimlerine yüz yüze görüşme yöntemiyle uygulanmış, çalışmaya katılmayı kabul eden; 83 aile hekimine ait anket formları üzerinde analizler 49

50 yapılmıştır. Verilerin toplanmasında, demografik bilgiler formu dışında, çalışanların iş memnuniyeti, tükenmişlik, anksiyete-depresyon düzeylerini belirlemek amacıyla üç ayrı ölçekten yararlanılmıştır. a) Demografik Bilgiler Formu: Aile hekimlerine ait demografik bilgileri toplamaya yönelik olan anketin bu bölümünde; yaş, cinsiyet, öğrenim durumu, medeni durum, aile hekimliğinde nöbet tutma gibi özellikler sorgulanmaktadır. b) İş Memnuniyeti Ölçeği: Bu ölçek çalışanların iş memnuniyet düzeylerini belirlemek için Spector (1985) tarafından geliştirilmiştir. Türkçe ye Kula (2011) tarafından uyarlanan 9 soruluk bu ölçeğin derecelendirilmesinde 5 li Likert kullanılmıştır. Anket için yapılan güvenilirlik analizinde Croncbach Alpha katsayısı 0.78 olarak bulunmuştur. Normal dağılım için kurtosis and skewness değerleri -1 ve +1 arasında bulunmuş olup, dağılım normaldir. c) Tükenmişlik Ölçeği: Tükenmişlik konusunda otorite sayılan Maslach ve Jackson (1981) tarafından geliştirilen bu araç Maslach Tükenmişlik Ölçeği (Maslach Burnout Inventory-MBI) olarak literatüre geçmiştir. Toplam 22 maddeden oluşan ölçek tükenmişliği Duygusal Tükenme (Emotional Exhaustion), Duyarsızlaşma (Depersonalization) ve Kişisel başarı (Personal Accomplishment) olmak üzere üç alt boyutta değerlendirmektedir. Duygusal Tükenme (Emotionel Exhaustion) alt ölçeği (DT), iş hayatında aşırı derecede psikolojik ve duygusal taleplere maruz kalmaktan dolayı yaşanan enerjinin bitmesi durumunu ifade etmektedir. Bu alt boyutta yorgunluk, bıkkınlık ve duygusal enerjinin azalması ile ilgili 8 madde yer almaktadır. Ölçekteki 1., 2., 3., 6., 8., 13., 16., ve 20. maddeler bu boyutu ölçmeye yöneliktir. Duyarsızlaşma (Depersonalization) alt ölçeği (D), bireyin bakım ve hizmet verdiklerine karşı, duygudan yoksun bir biçimde, bireylerin kendine özgü birer varlık olduklarını dikkate almaksızın davranmalarını tanımlar. Altı maddeden oluşan duyarsızlaşma alt boyutunda 5, 10, 11, 15, 21, ve 22. maddeler yer almaktadır. Kişisel Başarı (Personal Accomplishment) Duygusunda Azalma alt ölçeği (KB), insanlarla yüz yüze çalışılan mesleklerde kişinin kendisini işinde yeterli ve başarılı hissetmesi durumunu tanımlamaktadır. Bu ölçek 8 maddeden oluşmakta ve 4., 7., 9., 12., 14., 17., 18. ve 19. maddelerini içermektedir. Bu ölçekte 5 li Likert tipi derecelendirme kullanılmıştır. Ölçek için yapılan güvenirlilik analizinde Cronbach Alpha katsayısı 0.74 olarak bulunmuştur. Kurtosis ve skewness değerleri -1 ve +1 arasında bulunmuş olup, dağılım normaldir. d) Beck Anksiyete Ölçeği: 0 İle 3 arasında puanlanan 21 Sorudan Oluşan Ölçek için yapılan güvenirlilik analizinde Cronbach Alpha katsayısı 0.74 olarak bulunmuştur. Kurtosis and skewness değerleri -1 ve +1 arasında bulunmuş olup, dağılım normaldir. e) Beck depresyon ölçeği: 0 ile 3 arasında puanlanan 21 sorudan oluşan ölçek için yapılan güvenirlilik analizinde Cronbach Alpha katsayısı 0.74 olarak bulunmuştur. kurtosis and skewness değerleri -1 ve +1 arasında bulunmuş olup, dağılım normaldir. Verilerin Analizi: Verilerin analizi için SPSS 22.0 istatistik programı kullanılmıştır. Elde edilen verilerin analizinde, frekans analizi, parametrik (t-testi, ANOVA) ve korelasyon testleri kullanılmıştır. Verilerin değerlendirilmesi, katılımcıların her bir soruya verdikleri cevapların toplam puanları üzerinden yapılmıştır. İstatistiki anlamlılık düzeyi p<0.05 olarak kabul edilmiştir. BULGULAR: Nöbet tutanların iş memnuniyet puanları tutmayanlara göre daha düşüktür (p<0.005, t: ). Gelir düzeylerini düşük görenlerin iş memnuniyet puanları daha düşüktür (p<0.001, t: 4.53). Gelir düzeyini düşük görenlerin toplam tükenmişlik puanları daha yüksektir (p<0.05, t: -2.26). Aile hekimlerinin iş memnuniyeti düzeyi ile tükenmişlik düzeyleri, anksiyete depresyon puanları arasında negatif (-0.23,-0.38,-0.24), tükenmişlik düzeyleri ile anksiyete depresyon ortalama puanları(+0.59,+0.24) ve anksiyete ile depresyon puanları arasında pozitif korelasyon (+0.59) tespit edildi. Tablo 1: Katılımcıların Sosyodemografik Özellikleri Cinsiyet Frekans (%) Erkek 41 (%49) 50

51 Kadın 42 (%51) Medeni Durumu Evli 62 (%74.7) Bekâr 18 (%21.6) Dul 3(%3.7) Yaş (%24.1) (%46.5) (%22.5) (%7.1) Düzenli olarak tutulan nöbet çeşidi Acil tabiplik 11(13.2) Adli tabiplik 27(32.5) Branş nöbeti 2(2.5) İş Tecrübesi 1-5 yıl 22 (%26.5) 6-10 yıl 31 (%37.3) yıl 30 (%36.2) Toplam 83(%100) Gelir durumunuz ihtiyaçlarınızı karşılıyor mu? Evet 57(%68.6) Hayır 26(%31.4) Imkanınız olsa ek iş yapmak istermisiniz? Evet 47(%56) Hayır 36(%44) ASM: Aile Sağlığı Merkezi, TSM:Toplum Sağlığı Merkezi Tablo 2: İş memnuniyeti, anksiyete-depresyon, tükenmişlik arasındaki ilişki İş Duygusa Duyarsız Kişisel Anksiyet memnuniy l laşma başarı e eti tükenme İş memnuniyeti Duygusal tükenme 1 -,384** Depresy on Mean±SD 29(±6.2) 1 13(±6.1) Duyarsızlaşma -,084,434** 1 6.7(±3.5) Kişisel başarı,138 -,072 -,233* (±4.8) Anksiyete -,38 **,333**,126 -, (±9.6) Depresyon -,24 *,377**,167 -,135,59 ** (±8.5) ** Correlation is significant at the 0.01 level (2-tailed). *Correlation is significant at the 0.05 level (2- tailed). S SONUÇ: Genel olarak ilimizde aile hekimlerinin mesleki memnuniyetlerinin ülkemiz ortalamalarında olduğu görülmüştür. Çalışmamızda aile hekimlerinin mesleki memnuniyet ortalama puanları aile hekimliğinde uygulanan nöbet uygulamaları, gelir düzeyini düşük olarak görme durumunda olan aile hekimlerinde anlamlı olarak düşme göstermekte iken, iş memnuniyetinin ile anksiyete depresyon düzeylerini etkilediği de ortaya koymuştur. 51

52 OP ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ ÖĞRETİM ÜYELERİNİN PERİYODİK SAĞLIK MUAYENESİ ALGILARI, BİLGİ DÜZEYLERİ VE PERİYODİK SAĞLIK MUAYENESİ YAPTIRMA DURUMLARI Emrah Ersoy 1, Esra Saatçı 2 1 Araştırma Görevlisi, Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Aile Hekimliği Anabilim Dalı 2 Prof. Dr., Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Aile Hekimliği Anabilim Dalı GİRİŞ VE AMAÇ:Periyodik sağlık muayeneleri (PSM) son yıllarda giderek önem kazanmakta ve günümüzde birinci basamak kuruluşlarına gittikçe artan başvuru nedenleri arasına girmektedir. PSM nin amacı, risk faktörlerini ve hastalıkların erken bulgularını tanımlamak; ayrıca erken müdahale ile gelecekte oluşabilecek hastalıklardan korumaktır. Bu çalışmada amacımız, Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi (ÇÜTF) akademisyenlerinin, yaş gruplarına ve cinsiyetlere göre önerilen PSM bilgi düzeylerini, algılarını, PSM yaptırma durumlarını ve PSM yaptırma davranışları ile sosyodemografik faktörlerin ve sağlıkla ilgili davranışların ilişkisini belirlemektir. GEREÇ VE YÖNTEM:ÇÜTF görev yapan toplam 275 öğretim üyesi örneklemimizi oluşturmuştur. Anket uygulanarak toplanan veriler, kodlanarak bilgisayara girilmiş ve SPSS istatistiksel analiz programı aracılığı ile değerlendirilmiştir. BULGULAR:Cevap oranı %81 (n=223) olup geçerli anket sayısı 143 (%64) idi. Katılımcıların yaş ortalaması 48,25 ± SD (min:30, max:68 ) yıl olarak bulunmuştur.katılımcıların %41,6 sı (n=77) erkek, %35,7 si (n=66)kadın, %11,9 u (n=17)bekâr, %79,7 si (n=114) evliolup %72,8 i(n=102) sigara içmekteydi. Sigara içme davranışı ile cinsiyet arasında anlamlı ilişki vardı (p=0,028).erkeklerin %48 i (n=49)sigara içmekteyken kadınların %52 si (n=53) sigara içiyordu. Katılımcıların %28,7 si (n=41)alkol kullanmıyordu. Katılımcıların %39,2 si (n=56) diyet yapıyordu. Bunların %32 si (n=18) mevcut hastalığı için diyet yaptığını, %68 i (n=38) ise sağlıklı yaşamak için diyet yaptığını belirtmiştir. Katılımcıların %11,9 unun (n=22) ailesinde kanser öyküsü vardı. Düzenli fiziksel aktivite yapanların toplam yüzdesi %27 (n:40) olup %45 i (n=18)kadın, %55 i (n=22)erkekti. Son beş yılda beden kitle indeksini (BKİ) ölçtürenlerin oranı %81, kan yağlarını ölçtürenlerin oranı %84,6(n=121) idi. Katılımcıların %15 i (n=22)kan yağ profiline 5 yılda bir bakılması gerektiğini belirtmiştir. Kadın katılımcıların %53,8 i (n=35)son beş yılda pap-smear yaptırmıştır. Pap-smear yaptıranların %54,2 si (n=19)pap-smear muayenesinin yılda en az bir kez yapılması gerektiğini belirtmiştir. Kadın katılımcıların sadece %39 u (n=26) geçen yıl içerisinde hekim tarafından meme muayenesi yaptırmışlardır. Yine kadın katılımcıların %53 ü (n=35) son iki yılda mamografi yaptırmıştır. Katılımcıların %81,1 i (n=116) son altı ay içerisinde kan basınçlarını ölçtürmüşlerdir. Kan basıncı normal olan katılımcıların oranı %78,9 dur (n=97).elli yaş ve üzeri olan katılımcılardan %17 si (n=11)kolonoskopi, %22 si (n=14) ise gaitada gizli kan testi yaptırmıştır. Katılımcılardan %65,7 si (n=94) kendi yaş ve cinsiyetindekilerle karşılaştırdığında sağlık durumunu iyi olarak değerlendirmiştir. 52

53 SONUÇ:Periyodik sağlık muayeneleri bilgi düzeyi ve yaptırma durumu yaş, cinsiyet, eğitim durumu, sosyoekonomik durum ve mevcut sağlık durumundan etkilenmektedir. Daha önceden tarama testleri yaptırmış olmak PSM yaptırma sıklığını arttırıyor gibi görünmektedir. Güncel PSM kılavuzlarıyla ilgili olarak bireylerin/hastaların daha çok bilgilendirilmeleri ve kişilerin PSM yaptırma yönünde teşvik edilmesi için aile hekimlerinin daha çok rol üstlenmesi gerekmektedir. Anahtar kelimeler:periyodik sağlık muayeneleri, aile hekimliği, akademisyenler OP METABOLİK SENDROMLU HASTALARDA ANKSİYETE ve DEPRESYON İLİŞKİSİ Yrd.Doç.Dr.Eda Çelik Güzel Bildiri özeti yok. OP Şişli Hamidiye Etfal Eğitim Araştırma Hastanesindeki Kadın Sağlık Çalışanlarının Şiddete Maruz Kalması ve Kadına Yönelik Şiddet Hakkında Bilgi Tutum Ve Davranışlarının Değerlendirilmesi Güzin ZERENÖZTÜRK, Hatice Rümeysa DÜLGER, Yağmur GÖKSEVEN, Beray GELMEZTAŞ, Dilek TOPRAK Bildiri özeti yok. OP001 - YOĞUN BAKIM ÜNİTESİNDEN KLİNİĞE NAKLEDİLEN HASTALARIN YOĞUN BAKIM DENEYİMLERİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ Sevban ARSLAN 1, Sevgi DENİZ 1, Seçil TAYLAN 2, Sevilay ERDEN 1, Derya GEZER 3 1 Çukurova Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Cerrahi Hastalıkları Hemşireliği 2 Çukurova Üniversitesi Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksekokulu 3 Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Balcalı Hastanesi Amaç: Bu çalışma, yoğun bakım (YBÜ) ünitesinden kliniklere nakledilen hastaların yoğun bakım deneyimlerini değerlendirmek amacıyla yapılmıştır. Gereç ve Yöntem: Tanımlayıcı tipteki araştırma, bir üniversite hastanesinin YBÜ lerinde en az 1 gün yattıktan sonra kliniğe nakledilen 113 hasta ile yürütülmüştür. Veriler, araştırmacılar tarafından hazırlanan kişisel bilgi formu ve Yoğun Bakım Deneyim Ölçeği (YBDÖ) i kullanılarak toplanmıştır. YBDÖ nin Türkçe geçerlik ve güvenirlik çalışması Demir ve arkadaşları tarafından 2009 yılında yapılmıştır. Toplam 19 maddeden oluşan, 5 li kategorili likert tipli bir ölçektir. Verilerin değerlendirilmesinde tanımlayıcı istatistikler, yapılan değerlendirmede ölçek puanları normal dağılım göstermediği için Mann Whitney U ve Kruskal Wallis testi kullanılmıştır. Bulgular: Araştırmaya katılan hastaların yaş ortalaması 54.3±14,6 (18-88), % 54 ü erkek, %86.7 si evli olup, %54 ü genel cerrahi kliniklerine nakledilmiştir. Hastaların YBDÖ nden aldıkları toplam puan 53

54 ortalaması 58.24±9.4 (31-81) olarak saptanmıştır. Ölçeğin alt boyutlarından alınan puan ortalamaları; YBÜ de iken Çevrenin Farkında Olmaʺ alt boyutundan 18.46±3.1 (10-26); ʺYBÜ de Yaşanan Kötümser Deneyimlerʺ alt boyutundan 14.55±3.8 (4-26); ʺYBÜ de Yaşanan Deneyimlerin Hatırlanmasıʺ alt boyutundan 11.28±2.7 (6-20); ʺYBÜ de Alınan Bakımdan Memnuniyetʺ alt boyutundan 13.95±4.6 (5-25) olarak belirlenmiştir. Hastaların gelir durumlarına göre YBDÖ toplam puanları, kötümser deneyimler alt boyutu puanları ve bakımdan memnuniyet alt boyutu puanları arasında istatistiksel olarak anlamlı fark olduğu saptanmıştır (p<0,05). Sonuç: Araştırma sonucunda, YBÜ de yatan hastaların genel olarak farkındalık düzeyleri ve bakımla ilgili memnuniyetlerinin orta düzeyde ve YBÜ de yaşadıkları deneyimlerin ise olumlu yönde olduğu saptanmıştır. Anahtar Kelimeler: Yoğun bakım, deneyim, memnuniyet, hasta OP002 - MENOPOZAL DÖNEMLERDE CİNSEL YAŞAM KALİTESİ Hatice KAHYAOĞLU SÜT, Burcu KÜÇÜKKAYA * Trakya Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi, Kadın Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği Anabilim Dalı, Edirne, Türkiye. Amaç: Menopozal dönemlerde (pre-peri-postmenopoz) cinsel yaşam kalitesinin incelenmesidir. Gereç ve Yöntem: Kesitsel tipte bu araştırma Eylül-Aralık 2015 tarihleri arasında Trakya Üniversite Tıp Fakültesi Hastanesi, Menopoz ve Jinekoloji Polikliniğine başvuran, yaş arası pre-peripostmenopozal dönemlerde bulunan ve cinsel aktif 309 kadın üzerinde yürütüldü. Çalışmaya katılmayı kabul eden kadınlara sosyo-demografik verileri sorgulayan bir bilgi formu ve Cinsel Yaşam Kalitesi Ölçeği-Kadın (CYKÖ-K) uygulandı. Bulgular: Çalışmada pre-peri-postmenopozal dönemler arası CYKÖ toplam puanında anlamlı fark bulundu (p=0.034). Premenopozal dönem CYKÖ toplam puanının, postmenopozal dönemden yüksek olduğu belirlendi (p=0.011). Menopozal dönemler (pre-peri-postmenopoz) arasında cinsel birliktelikte vajinal kuruluk şikayeti varlığı yönünden anlamlı fark bulundu (p<0.001). Buna göre en yoğun vajinal kuruluk şikayeti perimenopozal dönemde yaşanmaktaydı. Menopozal dönemler (preperi-postmenopoz) arasında cinsel birliktelikte disparoni şikayeti varlığı yönünden anlamlı fark bulundu (p<0.001). Buna göre en yoğun disparoni şikayeti postmenopozal dönemde yaşanmaktaydı. Çalışmada cinsel birliktelikte vajinal kuruluk şikayeti varlığı ile menopozal dönemler (pre-peripostmenopoz) arasında CYKÖ toplam puanının karşılaştırma sonucuna baktığımızda; vajinal kuruluk şikayeti olanların CYKÖ puanlarının düşük olduğu saptandı. Fakat sadece postmenopozal dönemde anlamlı bulundu (p=0.027). Cinsel birliktelikte disparoni şikayeti varlığı ile menopozal dönemler (preperi-postmenopoz) arasında CYKÖ toplam puanının karşılaştırma sonucuna baktığımızda; disparoni şikayeti olanların CYKÖ puanlarının düşük olduğu saptandı. Fakat menopozal dönemler arasında anlamlı fark bulunmadı (p>0.05). Sonuç: Premenopozal dönem cinsel yaşam kalitesi postmenopozal dönemden daha iyidir. En yoğun vajinal kuruluk şikayeti perimenopozal dönemde yaşanmakta olup postmenopozal dönem vajinal kuruluk şikayeti cinsel yaşam kalitesini olumsuz etkilemektedir. En yoğun disparoni şikayeti postmenopozal dönemde yaşanmakta olup menopozal dönemlerde disparoni şikayeti cinsel yaşam kalitesi üzerine aynı etkiye sahiptir. Anahtar kelimeler: Menopozal Dönem, Cinsel Yaşam Kalitesi OP003 - İNSAN İNSANIN KURDUDUR Serap Torun 1,Handan Demiroğlu 2 1 Çukurova Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi 2 Başkent Üniversitesi Adana Uygulama ve Araştırma Merkezi 54

55 GİRİŞ: Şiddeti bütün sıcaklığı ile hisseden çağdaş insan, onlardan kurtulmak ve barışa ulaşmak için çaba harcamaktadır. Şiddet "Saldırganlık, hâkim olmak, yenmek, yönetmek amacı ile güçlü, şiddetli, etkili bir hareket, bir işi bozma engelleme, boşa çıkarmaya karşı düşmanca, yaralayıcı, hırpalayıcı veya tahrip edici amaç taşıyan bir davranıştır. Şiddet sözcüğü günümüzde yeni anlamlar da kazanmıştır: karşıt durumda, görüşte olanlara kaba kuvvet kullanma, sert davranma, sertlik; "şiddet olayları" ise insanları sindirmek, korkutmak için yaratılan olay ya da girişimler olarak tanımlanmaktadır yılında Dünya Sağlık Kurulunda; sağlık çalışanlarının sağlığın korunmasında ve geliştirilmesinde, insan haklarının korumasında ve geliştirilmesinde önemli belirleyici faktör olduğu ve bu sürecin her bir basamağında önemli rolleri olduğu vurgulanmıştır. AMAÇ: Sağlık çalışanlarının şiddete yönelik farkındalıklarını değerlendirmektir. YÖNTEM: Çalışmada ila tarihleri arasında pubmed de yer alan şiddet (violence) kelimesi geçen tüm makaleler taranmış ve kategorize edilmiştir. BULGULAR: Yapılan literatür taraması sonucunda dört aylık dönemde şiddetle ilgili Pubmed de yer alan makale sayısı 1398 olarak bulunmuştur. Makalelerde 184 ü aile içi şiddet, 443 ü kadına şiddet, 313 çocuğa şiddet, 346 sı partner şiddeti, 50 si işyeri şiddeti, 48 i silahlı şiddet, 397 si cinsel şiddet, 262 si ruhsal şiddet ve 858 makalede sağlıkta şiddet anahtar kelimelerine rastlanmıştır. SONUÇ: Kısa bir zaman dilimi içerisinde bu kadar şiddet içerikli makale yayınlanmış olması yüzyılımızda her alanda şiddet faktörünün çok sık ortaya çıktığının göstergesi olarak kabul edilebilir. Doğada hayatta kalma uğruna mücadele eden diğer canlılarla kıyaslandığında insanoğlunun böyle bir kaygısı olmadığı halde etrafındaki insanlara verdiği zarar değerlendirildiğinde çok acımasız olduğu görülmektedir ve bildiriye başlık olan deyim bunu ifade etmektedir. Şiddet her ne sebep ile ortaya çıkarsa çıksın mağdurların biyolojik, psikolojik ve sosyal sağlığını bozan uluslar arası bir halk sağlığı sorununu oluşturmaktadır. Hemşirele şiddet mağduruna daha rahat ulaşmayı başarabilmektedirler. Bu nedenle şiddeti tanılama ve önleme, ortaya çıkarma ve tedavi etmede ki engelleri ortadan kaldırmak için hemşirelik eğitimi veren fakültelerde ve hizmet içi eğitimlerde şiddeti tanılamaya yönelik eğitimler verilmeli ve sürekliliği sağlanmalıdır. Anahtar Kelimeler: farkındalık, hemşire, makale, şiddet OP004 - GÜNÜBİRLİK HASTALARIN HEMŞİRELİK BAKIMINDAN MEMNUNİYETLERİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ Derya Gezer *,Şenay Kahraman**, Nuriye Sarıakçalı* *Ç.Ü.T.F. Hemşirelik Araştırma Geliştirme ** Ç.Ü.T.F. Günübirlik Hasta Kliniği GİRİŞ: Hasta memnuniyeti hastanın beklentileri ve aldığı bakımın birbiriyle uyumu şeklinde tanımlanmaktadır. Hastaların hastanede yattıkları süre içinde verilen hemşirelik bakımından duydukları memnuniyet tüm hastane hizmetleri ile ilgili memnuniyetlerini etkileyen en önemli faktördür. Hasta memnuniyetinin değerlendirilmesi sonucunda elde edilen bilgiler bakıma yön verme ve hizmetin kalitesini geliştirmeye yardım etmede önemli kanıtlar sağlayabilir. AMAÇ: Bu araştırma, hastaların hemşirelik bakımından memnuniyetlerini ve etkileyen faktörleri belirlemek amacıyla yapılmıştır. GEREÇ VE YÖNTEMLER: Tanımlayıcı olan bu çalışma, Ocak 2016 ile Mart 2016 tarihleri arasında bir üniversite hastanesinin Günübirlik Servise yatan 98 hasta ile yapılmıştır. 18 yaş veya üzerinde olan, katılmaya gönüllü hastalar çalışmaya dahil edilmiştir. Araştırmada veri toplama araçları olarak kişisel bilgi formu ve Newcastle Hemşirelikten Memnuniyet Ölçekleri kullanılmıştır. Veriler SPSS 16 programında, sayı, yüzde ve varyans analizi ile değerlendirilmiştir. BULGULAR: Araştırma kapsamındaki hastaların yaş ortalaması 46,2±14,5 olup, %56,1 i kadın olan hastaların, %83,7 sinin daha önce hastane deneyimi olup bunların %75,5 inin bu deneyimleri iyi olarak tespit edilmiştir. Hastaların Hemşirelik Bakımından Memnuniyet Ölçeği (HBMÖ) puan 55

56 ortalaması 82,4±19,2, Hemşirelik Bakımı ile Yaşananlar Ölçeği (HBYÖ) puan ortalaması 156,2±19,5 dir. Hemşirelik Bakımı ile ilgili Yaşananlar Ölçeğinin Chronbach alfa katsayısı 0.77 ve Hemşirelik Bakımından Memnuniyet Ölçeğinin Chronbach alfa katsayısı 0.97 olarak belirlenmiştir. SONUÇ: Çalışma sonucunda günübirlik kliniğinde yatan hastaların hemşirelik bakımından memnuniyet düzeylerinin yüksek olduğu belirlenmiştir. Hemşirelerin hasta memnuniyetini etkileyen faktörlerin farkında olması, hemşirelik bakımını ve bakım kalitesini olumlu yönde geliştirebilir. Anahtar Kelimeler: Hasta memnuniyeti; hemşirelik bakımı, sağlık hizmeti. OP005 - DOĞUM SONU DÖNEMDE BAKIM GEREKSİNİMLERİ HAKKINDA ANNELERİN BİLGİ DÜZEYLERİNİN BELİRLENMESİ 1 Bakır E. Zirve Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi, Hemşirelik Bölümü. Gaziantep 2 Mutluay D. Çukurova Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi, Ebelik Bölümü. Adana Amaç; Doğum sonu dönem; anne, bebek ve aile açısından uyum sağlanması gereken yeni ve karmaşık bir dönemdir. Bu dönemde birçok kadın ve bebeği yaşamını yitirmektedir. Pospartum periyotta meydana gelen anne ölümlerinin çoğu uygun pospartum bakım ile önlenebilir. Çalışmamızda annelerin doğum sonu dönem ile ilgili bilgi düzeylerinin belirlenmesi ve bu dönem ile ilgili eğitimlerinin verilmesi amaçlanmıştır. Bulgular; Araştırmaya katılan kadınların yaş ortalaması 29,1± 5,8, ilk gebelik yaş ortalaması 22,8±5,1, toplam gebelik sayısı 2,76±1,7 dır. Kadınların; %22,9 u gebelik yaşı açısından riskli grupta ve %24.5 i gebelik sayısı açısından riskli grupta yer almaktadır. Kadınların %23,9 u gebeliği istememektedir ve gebeliği istemeyen kadınların %30,3 ü geleneksel bir aile planlama yöntemi kullanmaktadır. Kadınların postpartum dönemde kendilerine yönelik bakım gerektiren konularda doğru bilme yüzde ortalamaları; doğum sonu dönemde cinsel ilişkiye girme zamanını bilme yüzde ortalaması %85,4, meme bakımını bilme yüzde ortalaması % 75,69 ve kanama/enfeksiyon ile ilgili soruları bilme ortalaması %65,20 dir. Kadınların postpartum dönemde bebeklerine yönelik konularda doğru bilme sıralamasına bakıldığında doğum sonu dönemde ek gıdaya geçme zamanını bilme yüzde ortalaması %82,8, emzirme/sarılık bilme yüzde ortalaması % 63,2 ve dışkılama/idrar ile ilgili soruları bilme yüzde ortalama % 28,3 dir. Araştırmaya katılan kadınların bilgiyi kimden aldıkları ve doğru anne ve doğru bebek ile ilgili bulgular dağılımına bakıldığında; sağlık personellerinden, ailem, yakınlarım/çevrem ve kitle iletişim araçlarından bilgi alan kadınların, bebekleri ile ilgili sorulan sorulara kendileri ile ilgili sorulan sorulardan daha fazla doğru cevap vermişlerdir. Kadınların kendileri ile ilgili sorulan sorulara verdikleri cevaplar ile bilgiyi kimden aldıkları arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark bulunmuştur (p<0,05). Kadınların bilgiyi kimden aldıklarına bakıldığında % 37,5 i ailem, % 34,4 ü sağlık personelleri, %13,5 i yakınlarım, %9,4 ü kitle iletişim araçları ve % 5,2 si geleneksel uygulamalardan almıştır. Araştırmaya katılan kadınların postpartum dönemde bebeklerine yönelik yaptıkları uygulamalara bakıldığında kadınların % 27,1 i göz, % 26,0 sı pamukçuk, % 26,2 si pişik, % 27,7 si konak, % 31,4 ünün göbek bakımı ile ilgili duymadıkları herhangi bir uygulamayı yapacakların ifade etmişlerdir. OP006- PSİKİYATRİ POLİKLİNİĞİ NDE YILLARI ARASINDA DEĞERLENDİRİLEN ADLİ OLGULARIN PSİKİYATRİK TANILARI, SOSYODEMOGRAFİK VE KLİNİK ÖZELLİKLERİ Yrd. Doç. Dr. Sunay FIRAT*, Prof. Dr. Lut TAMAM** *Çukurova Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi, Psikiyatri Hemşireliği Anabilim Dalı, Adana, Türkiye **Çukurova Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Psikiyatri Anabilim Dalı, Adana, Türkiye AMAÇ: Bu çalışmada psikiyatri polikliniğinde psikiyatrik muayeneleri yapılan ve aynı Anabilim Dalı nda Adli olguları değerlendirme konseyi tarafından değerlendirilen olguların psikiyatrik tanıları, sosyodemografik ve klinik özellikleri, hangi amaçla adli psikiyatrik incelemeye yönlendirildikleri ve bu 56

57 kişilerin psikiyatrik olarak değerlendirilmesi sonucunda verilen kararların incelenmesi için geriye yönelik dosyaların değerlendirilmesi amaçlanmıştır. MATERYAL VE METOD: Bu çalışma kapsamında yılları arasında Çukurova Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Psikiyatri Anabilim Dalı na yönlendirilen 18 yaş üstü tüm olgular çalışmaya dahil edilmiştir. Toplam 499 olgunun tıbbi dosyaları ve adli raporları geriye dönük olarak incelenerek sonuçları değerlendirilmiştir. BULGULAR: Psikiyatri Anabilim Dalı nda 294 ü (%58,9) kadın, 168 i (%33,7) erkek toplam 499 olgunun verileri incelenmiştir. 462 olgu (%92,6) mağdur, 37 olgu (%7,4) ise fail konumundadır. Mağdur olarak polikliniğe gelen/getirilen olguların 215 i (%43,1) cinsel istismar, 30 u (%6) fiziksel istismar, 65 i (%13) vesayet davası, 36 si (%7,2) maluliyet, 16 si (%3,2) ise iş/trafik kazaları nedeniyle polikliniğe başvurmuşlardır. Mağdur 97 olgunun 34 üne (%6,8) depresyon, 28 ine (%5,6) psikoz, 18 üne (%3,6) Bipolar Bozukluk tanıları konulmuştur. Adli Olguları Değerlendirme Konseyi tarafından yapılan değerlendirmede mağdurların 148 inin (%29,7) beden ve ruh sağlığının bozulduğu 255 inin (%61,2) ise beden ve ruh sağlığının bozulmadığı belirlenmiştir. Fail olarak polikliniğe gelen/getirilen olguların 25 i erkek, 12 si kadındı. Yaş ortalaması 19±16,7 (min: 19; max: 92) idi. Geliş nedeni değerlendirildiğinde, 20 si (%54,1) hukuki ve ceza ehliyeti, 12 si (%32,4) boşanma davası, 3 ü (%8,1) cinsel istismar, 1 i (%2,7) fiziksel istismar ve 1 i (%2,7) ise vesayet davası idi. 21 olgunun 13 ünün (%61,9) yaptığı eylemin anlam ve sonuçlarını bildiği ve davranışlarını yönlendirme yeteneğinin geliştiği, 8 inin (%38,1) ise yaptığı eylemin anlam ve sonuçlarını kavrayamadığı ve davranışlarını yönlendirme yeteneğinin gelişmediği Adli Olguları Değerlendirme Konseyi tarafından belirlenmiştir. TARTIŞMA VE SONUÇ: Çalışmamızda yılları arasında savcılıklar ve/veya mahkemeler tarafından yönlendirilen, ya kendiliğinden ya da aileleri tarafından Psikiyatri Polikliniği nde değerlendirilen mağdur ve fail 499 olgunun 97 sine (%19,4) ve 37 failin ise 22 sine (%59,5) ruhsal tanı konulmuştur. Ülkemizde mağdur ve fail konumundaki bireylerin psikiyatri poliklinik lerinde uzun dönem takipleri mağdurların travmaları ve suçun önlenmesi açısından önemlidir. Bu nedenle gelecekte yapılacak kapsamlı, boylamsal çalışmalara gereksinim duyulmaktadır. Anahtar kelimeler: Adli bilimler, psikiyatri, yetişkin, mağdur, fail, psikopatoloji, Adana, Türkiye OP007- ÇOCUK CERRAHİSİ KLİNİĞİNE YILLARI ARASINDA YATAN ADLİ NİTELİKLİ TRAVMALI ÇOCUK HASTALARIN DEĞERLENDİRİLMESİ Yrd. Doç. Dr. Sunay FIRAT*, Yrd. Doç. Dr. Önder ÖZDEN**, Hem. Sevi ÜNAL*** Prof. Dr. Ahmet HİLAL**** *Çukurova Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi, Psikiyatri Hemşireliği Anabilim Dalı, Adana, Türkiye **Çukurova Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Çocuk Cerrahisi Anabilim Dalı, Adana, Türkiye ***Çukurova Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Hemşirelik Anabilim Dalı, Yüksek Lisans Öğrencisi, Adana, Türkiye ****Çukurova Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Adli Tıp Anabilim Dalı, Adana, Türkiye GİRİŞ : Büyük çoğunluğu önlenebilir nitelik taşıyan travmalar, çocukluk döneminde önemli mortalite nedenlerindendir. 1,2,3 Travmaların önlenmesi ve travmalı çocuk olguların takip ve tedavilerinin en uygun şekilde yapılabilmesi için, erişkinlerden oldukça farklı özellikler gösteren çocukluk dönemi travmaların bilinmesi gerekmektedir. AMAÇ: Bu çalışmada, çocuk cerrahisi kliniğinde takip ve tedavisi yapılan travma olgularının geriye yönelik değerlendirilmesi yapılarak, çocukluk çağı travmalarının nedenleri, sonuçları ve travmaya uğrayan çocukların özelliklerinin belirlenmesi amaçlanmıştır. Ayrıca risk etmenleri ile ilişkili veriler elde edilmeye çalışılarak, alınabilecek tedbirler hakkında değerlendirmelerde bulunulmuştur. MATERYAL VE METOD: Bu çalışmada yılları arasında Çukurova Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Balcalı Hastanesi, Çocuk Cerrahisi Kliniği ne başvuran 261 travma olgusuna ait tıbbi dosya bilgileri geriye yönelik olarak incelenmiştir. Olguların yaş, cinsiyet, travma türü, travmanın şiddeti, yapılan 57

58 cerrahi işlem ve taburculuk süreleri gibi farklı parametreler kullanılarak değerlendirilmeleri yapılmıştır. Sonuçlar SPSS istatistik (22,0) programında değerlendirilmiştir. BULGULAR: Çocuk Cerrahisi Kliniğine yıllarını kapsayan yedi yıllık dönemde 153 ü (%58,6) erkek, 108 i (%41,4) kız çocuğu toplam 261 çocuğun tamamı çalışmaya alınmıştır. Olguların yaş ortalaması 81±63,84 aydır (min: 10; max: 215 ay). Kliniğe en fazla 97 çocuk (%32,2) koroziv madde içimi, 59 çocuk (%22,6) trafik kazaları, 49 çocuk (%18,8) yabancı cisim yutma ve 17 çocuk (%6,5) ise yüksekten düşme nedeniyle başvurmuşlardır. 261 çocuğun 50 i (%19,2) yabancı cisim (para, pil, iğne, gıda maddesi, şişe kapağı vs.) yutma nedeniyle kliniğe yatırılmıştır. Hastaneye yatışları yapılan çocuklardan 180 ni (%69) klinik olarak takip edilirken, 81 (%31) olguya ise cerrahi müdahale yapılmıştır. TARTIŞMA VE SONUÇ: Çocukluk çağında meydana gelen kazalarda, anne ve baba sorumluluğu, eğitim, bakım ve gözetim yetersizliği ile sosyo-ekonomik koşullar gibi etmenlerin de önem taşıdığı belirtilmektedir. 8 Sonuç olarak, çocuk olguların takip ve tedavilerinin en uygun şekilde yapılabilmesi, verilerin değerlendirilerek travmalı olguların rehabilitasyonlarının yapılması ve aynı zamanda önlenmesi çok önemlidir. Çocukluk dönemindeki önlenebilir kazalara karşı bilgilendirmeler ile bu kazaların sayısı en aza indirilebilecektir. Anahtar kelimeler: Travma, çocuk, çocukluk çağı, adli olgular, ihmal OP008- YOĞUN BAKIM HEMŞİRELERİNDE TIBBİ MALPRAKTİSE EĞİLİM Seval Bozkurt Canpolat 1, Serap Torun 2 1 Çukurova Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü Hemşirelik Ana Bilim Dalı ADANA 2 Çukurova Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Hemşirelikte Yönetim Ana Bilim Dalı ADANA GİRİŞ: Sağlık bakımı, özen ve dikkat gerektiren uygulamaları içermektedir. Bakım sırasında ölüm, yaralanma, tedavinin gecikmesi gibi durumlara neden olan hatalar yaşanabilmektedir. Tıbbi hatalar; yorgunluk, yetersiz eğitim, iletişim sorunları, zamansızlık, yanlış karar, iletişim kusurları insan kaynaklı nedenlerle gelişebildiği gibi işyeri yapısı, takip edilen politikalar, idari yapı, personelin yanlış dağılımı, sorunlara çözüm konusunda yetersizlik, yetersiz otomasyon ve teçhizat gibi kurumsal kaynaklı da olabilmektedir. Tıbbi malpraktise bağlı hastanın hastanede kalış süresi uzamakta, iyileşme gecikmekte dolayısıyla sağlık giderleri de artmaktadır. AMAÇ: Bu çalışmada hasta bakımı yapan yoğun bakım çalışanlarının tıbbi malpraktis eğilim oranlarını, nedenlerini ve türlerini belirlemek amaçlanmıştır. GEREÇ-YÖNTEM: Tanımlayıcı olarak yapılan çalışmada sağlık çalışanlarına yönelik Özata ve Altunkan (2010) tarafından geçerlilik ve güvenirliği saptanmış olan Malpraktis e Eğilim Ölçeği (MEÖ) ve araştırmacılar tarafından geliştirilen Kişisel Bilgi Formu kullanılmıştır. Araştırmanın örneklemini Adana da faaliyet gösteren iki eğitim-uygulama ve araştırma hastanesinde yoğun bakımlarda hasta bakımından sorumlu ve çalışmaya katılmayı kabul eden 119 kişi oluşturmuştur. Etik kurul onayı, kurum izinleri ve katılımcıların onamları yazılı olarak alınmış, çalışmaya katılım gönüllülük esasına dayanmıştır. Veri toplama işlemi tarihleri arasında gerçekleştirilmiştir. Toplanan veriler üzerinde tanımlayıcı istatistikî analizler yapılmıştır. BULGULAR: Katılımcıların % 50,7si hemşire, yaş ortalamaları 28.01±6.269, %51.2si (105) kadın, %70.6sı lisans mezunu %50.4ü bekâr, % 47.9u şirket bünyesinde geçici eleman olarak çalışmaktadır.%38.7 si bir ila beş yıl arası mesleki deneyime sahiptir. Ölçeğin toplam puan ortalaması 235,613± bulunmuştur. Ölçek alt bölümlerinden ilaç uygulamalarında Cronbach Alpha katsayısı 0,91 saptanmıştır. Hastaneler arası ölçek toplam puanı karşılaştırması (p<0.030), medeni durum - ölçek puanı arasındaki ilişki (p<0.013), şirket bünyesinde çalışanların ölçek toplam puanları ile diğer gruplar arasındaki kruskal-wallis analizi (p<0,001) anlamlı bulunmuştur. 58

59 SONUÇ: Çalışmaya katılan hemşirelerin malpraktise eğilim düzeylerinin düşük olduğu söylenebilir. Şirket bünyesinde çalışan hemşirelerin hata eğilim düzeyleri kadrolulara göre daha düşüktür, işini kaybetme korkusu nedeniyle daha dikkatli ve özenli davrandıklarını söylemek olanaklıdır. Anahtar Kelimeler: eğilim, hasta bakımı, hasta güvenliği, sağlık çalışanı, malpraktis OP009 - SAĞLIK YÜKSEKOKULU SON SINIF ÖĞRENCİLERİNİN SAĞLIK ÇALIŞANLARINA YÖNELİK ŞİDDETE BAKIŞ AÇILARININ BELİRLENMESİ Gizem BORA ALKAN*, Ayten DİNÇ**, Şengül ÜZEN**, Özden ERDEM* *Çanakkale Asker Hastanesi **Çanakkale On Sekiz Mart Üniversitesi Sağlık Yüksekokulu Amaç: Sağlık personeline uygulanan şiddet olayları çalışanların moralini bozmakta, çalışma şevkini kırmakta ve sağlık personelini yıpratmaktadır. Sağlık hizmetinin kaliteli ve huzurlu bir şekilde sunulması toplum sağlığının gelişmesi açısından olmazsa olmaz bir ilkedir. Bu çalışmada son sınıfta okuyan öğrencilerin sağlık çalışanlarına yönelik yapılan şiddet olaylarına bakış açılarını değerlendirmek, şiddeti önlemeye yönelik yapılması gerekenler hakkında farkındalık kazandırmak amacıyla tanımlayıcı olarak planlanmıştır. Gereç ve Yöntem: Bu çalışma Şubat-Mart 2016 tarihleri arasında Çanakkale On Sekiz Mart Üniversitesi Sağlık Yüksek Okulunda yapılmıştır. Araştırmanın evrenini hemşirelik, ebelik ve acil yardım ve afet yönetimi bölümlerinde okuyan son sınıf öğrencileri ( N=230) oluşturmaktadır. Örneklemi araştırmayı kabul eden ve araştırmanın yapıldığı zaman içersinde okulda bulunan 178 öğrenci oluşturmuştur Araştırmada, araştırmacılar tarafından literatür doğrultusunda geliştirilen soru formu kullanılmıştır. Veriler SPSS 18 programında analiz edilmiştir. Bulgular: Yaş ortalaması 22,40 ±1,57 olan öğrencilerin, %78,1 inin kadındır. Eşe/çocuğa tokat atma/dövme doğal bir davranış mıdır? sorusuna %97,2 si hayır cevabını vermiştir. Öğrencilerin %47,2 si yaşamları boyunca en az bir kez şiddete maruz kaldığını, sağlık çalışanlarının ise şiddete en çok maruz kaldığı alan olarak %87,6 sı acil servis ve 112 personeli olduğunu belirtmiştir. Sağlık çalışanlara yönelik şiddetin cinsiyete göre değişip değişmediğine yönelik soruya %50,6 sı kadınların şiddete daha sık maruz kaldığını, %38,8 i ise şiddete maruz kalmanın cinsiyete göre değişmediğini, %88,2 sinin sağlık çalışanlarının en sık sözel şiddete maruz kaldığını belirtmiştir. Öğrencilerin %93,8 i beyaz kod uygulamasını bilmekte, %55,1 i beyaz kod uygulamasının şiddeti önlemediğini, %71,9 unun ise sağlık çalışanına yönelik şiddetin önlenebilir olduğunu ve bunun içinde gerekli yasal düzenlemelerin olması (%77) ve halka yönelik eğitimlerin verilmesinin (%66,9) gerektiği belirtmiştir. Sonuç: Ülkemizde sağlık çalışanlarına şiddet gün geçtikçe artmaktadır ve en büyük nedenler arasında sağlık çalışanlarını hakkını savunacak yeterli ve etkin yasal düzenlemelerin şimdiye kadar yapılmamış olmasıdır. Sağlık çalışanların güvenli koşullarda çalışması ve olabilecek şiddet riskinin azaltılması ve güvenli ortamın sağlanması ve çalışanların eğitilmesi gerekmektedir. OP010 - KADIN ODAKLI HİZMET SUNAN SAĞLIK ÇALIŞANLARININ ŞİDDET DENEYİMLERİ, KADINA YÖNELİK ŞİDDETLE İLGİLİ TUTUM VE DAVRANIŞLARI Yeliz Doğan Merih*, Ayşegül Samatlı*, Dilek Coşkuner Potur** * Zeynep Kamil Kadın ve Çocuk Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi ** Marmara Üniversitesi SBF, Hemşirelik Bölümü, Doğum ve Kadın Hastalıkları Hemşireliği AD, İstanbul. Amaç: Bu araştırma, kadın odaklı hizmet sunan sağlık çalışanlarının şiddet deneyimlerini, kadına yönelik şiddetle ilgili tutum ve davranışlarını belirlemek amacıyla gerçekleştirilmiştir. 59

60 Yöntem: Araştırmanın örneklemini, İstanbul Anadolu yakasında hizmet veren kadın hastalıkları doğum ve çocuk hastanesinde, kadın hastalıkları ve doğum kliniklerinde çalışan toplam 80 hemşire/ebe ve doktor oluşturmuştur. Araştırmanın verileri, araştırmacılar tarafından hazırlanan (1) sosyo demografik özellikleri, (2) aile içi şiddet deneyimleri, (3) sağlık çalışanlarının kadına yönelik şiddete ilişkin görüşleri ve (4) sağlık çalışanlarının kadına yönelik şiddette mesleki role ilişkin görüşlerini sorgulayan 4 bölümden oluşan form ile toplanmıştır. Veriler SPSS programında analiz edilmiştir. Bulgular: Araştırmaya katılanların yaş ortalaması 33.45±7.97, meslekte çalışma yılı ortalaması 10.84±8.84 dır. Katılımcıların, %71.5 inin lisans ve üzeri eğitim aldığı, %51.9 unun evli, %45.5 nin çocuğunun olduğu ve %36.4 ünün yaşamının çoğunu ilde geçirdiği saptanmıştır. Katılımcıların %59.7'sinin hayatı boyunca şiddete maruz kaldığını belirttiği, bu şiddet durumunun % 29.9 unun 1-2 kez aile içi şiddet olduğu, aile içi şiddet durumunun %28.6 la en fazla anneleri tarafından uygulandığı, tüm bu maruziyet durumlarında şiddet şekline bakıldığında en fazla %35,1 oranında duygusal şiddet olduğu ve bunu %28.6 ile fiziksel şiddetin takip ettiği belirlenmiştir. Katılımcıların %18.2 sinin kendi çocuklarına şiddet uyguladığı, %63.6 sının mesleki yaşamda şiddete uğradığı, şiddete uğrayanların, şiddete hastaları (%33,8) ve hasta yakınlarından (%51,9) tarafından maruz kaldıkları belirlenmiştir. Sağlık çalışanlarının örgün eğitimlerinde %27.3 ü şiddet konusunda eğitim aldığı, çalışma süreçlerinde %83.1 inin şiddete uğramış kadın hastayla karşılaştıkları, bu konuda kendilerini %81.8 inin yetersiz hissettiği saptanmıştır. Katılımcıların kadına şiddete yönelik görüş puan ortalamalarının 35.68±3.76, mesleki role ilişkin puan ortalamalarının ise 22.26±4.29 olduğu belirlenmiştir. Şiddet konusunda daha önce eğitim alanların şiddete yönelik görüş puan ortalamalarının daha yüksek olduğu ve mesleki alanda şiddete uğrayanların mesleki role ilişkin puan ortalamalarının daha yüksek olduğu belirlenmiştir (p<0.05). Sonuç: Katılımcıların şiddet konusunda farkındalık eğitimlerine ihtiyaçlarının olduğu saptanmıştır. Kadına yönelik şiddete yönelik görüş puan ortalamalarının iyi düzeyde olduğu, sağlık çalışanlarının kadına yönelik şiddet durumlarında önemli mesleki rollerinin olduğunu belirttikleri saptanmıştır. Anahtar kelimeler: Kadın, Sağlık Çalışanı, Şiddet OP011 - SAĞLIK ÇALIŞANLARININ KADINA YÖNELİK ŞİDDETİ TANIMALARINA İLİŞKİN BİLGİ VE TUTUMLARININ BELİRLENMESİ Evşen NAZİK 1, Öznur AKÇAYÜZLÜ 2, Pınar KARA 2 1 Doç. Dr., Çukurova Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Hemşirelik Bölümü, Doğum ve Kadın Hastalıkları ABD, 2 Çukurova Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü Hemşirelik ABD Yüksek Lisans Öğrencisi Amaç: Şiddet zamana ve sosyal yapıya göre değişen, son yıllarda dikkat çeken konulardan birisidir. Kadınla erkek arasında eşit olmayan güç ilişkilerinin bir yansıması olan kadına yönelik şiddet; ağır bir insan hakkı ihlali ve ciddi bir toplumsal sorun olarak tüm dünyada varlığını sürdürmektedir. Bu çalışma, aile sağlığı merkezlerinde çalışan sağlık çalışanlarının kadına yönelik şiddeti tanımalarına ilişkin bilgi ve tutumlarının belirlenmesi amacıyla yapılmıştır. Gereç ve Yöntem: Tanımlayıcı kesitsel nitelikteki çalışma, Kasım 2015-Mart 2016 tarihleri arasında Adana Çukurova Toplum Sağlığı Merkezine bağlı 20 Aile Sağlığı Merkezinde çalışan ve katılmayı kabul eden 135 kişi (13 hemşire, 56 ebe, 66 hekim) ile yapılmıştır. Verilerin toplanmasında; Kişisel Bilgi Formu, Kadına Yönelik Şiddete İlişkin Tutum Formu ve Hemşire ve Ebelerin Kadına Yönelik Şiddet Belirtilerini Tanımalarına İlişkin Ölçek Formu (HEKYSBTÖ) kullanılmıştır. Verilerin analizinde SPSS 16.0 istatistik paket programı kullanılmıştır. Verilerin değerlendirilmesinde; yüzdelik dağılımlar, t testi, Man Whitney U testi ve Kruskal Wallish testi kullanılmıştır. Bulgular: Sağlık çalışanlarının yaş ortalamasının 45,33 ± 7,69 ( min- maks 26-66) olduğu, % 62.2 sinin kadın ve %90.4 ünün evli olduğu belirlenmiştir. Katılımcıların % 48,9 unun hekim, % 41,5 inin ebe, % 60

61 9.6 sının hemşire olduğu, % 97 sinin 5 yıldan daha fazla süredir çalıştığı saptanmıştır. Sağlık çalışanlarının %84.4 ünün mezuniyet öncesi, % 83.7 sinin mezuniyet sonrası kadına yönelik şiddet konusunda eğitim almadığı bulunmuştur. Katılımcıların %72.6 sının iş yaşamında kadına yönelik şiddet olgusu ile karşılaştığı, %45.2 sinin ilgili kurumlara rapor etme/yasal süreçte zorlandığı, %21.4 ünün ise öykü almada zorlandığı saptanmıştır. Katılımcıların HEKYSBTÖ toplam puan ortalamasının ± 3.68, Fiziksel belirtiler alt ölçek puan ortalamasının 8.07 ± 1.68, Duygusal belirtiler alt ölçek puan ortalamasının ± 2.66 olduğu bulunmuştur. HEKYSBTÖ ile cinsiyet, meslek, çalışma süresi,kadına yönelik şiddete ilişkin eğitim alma durumu arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark bulunmamıştır (p>0,005). Sonuç: Aile Sağlığı Merkezlerinde çalışan sağlık çalışanlarının kadına yönelik şiddet belirtilerini tanımalarına yönelik bilgi düzeyleri ve tutumları kısmen yeterli olarak bulunmuştur. Anahtar kelimeler: Şiddet, kadın, sağlık çalışanı, hemşirelik. OP012 - BİRİNCİ BASAMAK SAĞLIK MERKEZİNE BAŞVURAN BİREYLERİN KADINA YÖNELİK CİNSEL ŞİDDET HAKKINDAKİ TUTUMLARI Derya Atik 1, Nilgün Katrancı 2, Hilal Karatepe 1, Hüseyin Tutar 3, Serkan Tosun 3 1 Osmaniye Korkut Ata Üniversitesi Sağlık Yüksekokulu, Osmaniye 2 Gaziantep Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi, Gaziantep 3 Merkez 1 Nolu Aile Sağlığı Merkezi, Kırıkhan-Hatay Giriş: Cinsel şiddetin muhatabı her cins ve cinsel yönelimden kişiler olabilmekle birlikte muhatapların çok büyük bir kısmının kadın olduğu görülmektedir. Cinsel şiddet yarattığı utanma ve aşağılanma ile doğrudan kişiliğe yönelik bir saldırı olarak yaşanabiliyor. Dolayısıyla cinsel şiddeti diğer şiddet türlerine oranlamaya girişirken istatiksel körlük tehlikesini göz ardı etmemek gerekiyor. Kadın erkek arasındaki eşitsizliklerin ortadan kaldırılması, eşler arası şiddetin önlenmesi, cinsel şiddet ve taciz ile ilgili kapsamlı yasaların çıkarılması konularında savunuculuk yapılmalıdır (1,2). Araştırma, aile sağlığı merkezlerine başvuran hastaların kadına yönelik cinsel şiddet hakkındaki tutumlarını incelemek amacıyla yapılmıştır. Gereç ve yöntem: Çalışma, Hatay ilinde bazı aile sağlığı merkezlerine başvuran ve rastgele örneklem yöntemiyle seçilen 500 hasta ile yapıldı. Veriler, ocak 2016-mart 2016 tarihleri arasında, sosyodemografik sorulardan oluşan Bilgi Formu ve Cinsel Şiddete Yönelik Tutumlar ölçeği ile yüz yüze görüşme yöntemiyle toplandı. Veriler SPSS 21.0 programında, yüzdelik, ortalama ve ki-kare testi kullanılarak değerlendirildi. Bulgular: Hastaların yaş ortalaması 35.83±10.93, %64.6 sı evli, %53.8 i kadın, %16.8 i memur, %44.2 si yükseköğretim mezunu idi. Kadınların %59.5 i, erkeklerin %39.8 i kadının açık giyim tarzı tacize uğraması için bir sebeptir ifadesine katılmadıklarını; kadınların %69.5 i, erkeklerin %38.1 i kadın istemese bile eşiyle ilişkiye girmek onun görevidir ifadesine katılmadıklarını; kadınların %72.9 u, erkeklerin %44.6 sı geç saatlerde dışarıda olan bir kadının tacize uğraması normaldir ifadesine katılmadıklarını; kadınların %78.4 ü, erkeklerin%61 i cinsel bir saldırıya uğrayan kadının bunda kabahati vardır ifadesine katılmadıklarını beyan etmişlerdir (p 0.01). Yükseköğretim mezunlarının cinsel şiddet ile ilgili ifadelere katılmama oranı diğer gruplara göre oldukça farklıydı (p 0.01). Sonuç: Her ne kadar cinsel şiddet ifadelerine katılmama oranı kadınlarda ve eğitim düzeyi yüksek olanlarda daha fazla olsa da, bu fikirlere katılan oranı toplum içinde önemli düzeydedir. OP013 - BİRİNCİ BASAMAK SAĞLIK HİZMETLERİNDE ÇALIŞAN SAĞLIK PERSONELLERİNİN KADINA YÖNELİK ŞİDDETLE İLGİLİ BİLGİ,TUTUM VE. DAVRANIŞ DÜZEYLERİ: Nevşehir İli Örneği *Ayşegül Özcan, **Ayşegül İnan Ceviz 61

62 *Nevşehir Hacı Bektaş Veli Üniversitesi Semra ve Vefa Küçük SYO Halk Sağlığı Hemşireliği ABD **Nevşehir Halk Sağlığı Müdürlüğü Giriş: Kadına yönelik şiddet dünyada ve ülkemizde oldukça yaygın görülmekte ve önemli bir toplum sağlığı sorunudur. Sağlık çalışanları toplumda şiddetin azaltılmasında; şiddetten korunma ve şiddete erken müdahalede daha etkin bir rol almalıdırlar. Bu amaçla çalışmada birinci basamak sağlık hizmetlerinde çalışan sağlık personellerinin kadına yönelik şiddete ilişkin bilgi, tutum ve davranış düzeylerinin belirlenmesi planlanmıştır. Materyal metod: Araştırma tanımlayıcı tipte olup, evrenini Nevşehir ili birinci basamak sağlık hizmetlerinde çalışan sağlık personellerinin tamamı oluşturmaktadır( n= 364). Araştırmanın örneklemini, araştırmayı kabul eden, araştırmanın yapıldığı tarihlerde izinli/raporlu olmayan 328 sağlık personeli oluşturmuştur. Evrenin %90 ına ulaşılmıştır. Verilerin toplanmasında Tanıtıcı Bilgi Formu, Kadına Yönelik Şiddet Belirtilerini Tanımalarına İlişkin Ölçek Formu ve kadına yönelik şiddete ilişkin tutum ve davranış düzeylerini belirlemek için soru formu ile kullanılmıştır. Araştırmada etik izin ve kurum izni alınmıştır. Verilerin değerlendirilmesinde, ortalama, yüzdelik ve ki kare testi kullanılmıştır. Bulgular: Sağlık çalışanlarının %41.8 i erkek, %52.8 i hemşire ve sağlık memuru, %25.6 sı ebe ve %21.6 sı doktordur. Sağlık çalışanlarının %53.7 si şiddete uğramış kadın ile karşılaşmış, karşılaştıkları şiddet olgusu veya şüphesini değerlendirirken en çok İlgili kurumlara rapor etme/yasal süreç (%48.3), Öykü alma (%19.3) ve ruhsal muayene (%15.3) aşamasında zorlandıklarını belirtmişlerdir. Sağlık personellerinin %64 ü şiddete uğramış bir kadınla karşılaştığında girişimde bulunmayı mesleki bir sorumluluk olarak görmekte ve %69.2 si şiddeti ele almada yeterli bilgiye sahip olmadığını düşünmektedir. Kadına yönelik şiddet olgusu ile karşılaşıldığında, % 23.8'i şiddetin özelliğine göre bildirim yapacağını belirtmiştir. Bildirim yapmama nedenleri arasında, (%40.7) yasal süreçlere ait bilgisinin olmaması,(%33.3) mağduru daha kötü bir duruma sokmama ve (%7.0) sosyal servislere yardım konusunda güvenmeme yer almaktadır. Sağlık personellerinin kadına yönelik şiddet belirtilerini tanımalarına ilişkin ölçeğin duygusal belirtiler alt ölçek puan ortancası ortancası 6.15, fiziksel belirtiler alt ölçek puan ortancası 16.64, toplam ölçek puan ortancası olarak bulunmuştur. Hemşire, ebe ve doktorların fiziksel belirtileri duygusal belirtilere göre tanımada daha yeterli olmakla birlikte genel olarak yetersiz oldukları söylenebilir. Anahtar Kelime: Kadına şiddet, sağlık çalışanları, bilgi, tutum ve davranış OP014 - NEVŞEHİR DEVLET HASTANESİ ACİL SERVİSİNDE ÇALIŞAN SAĞLIK PERSONELİNİN ŞİDDETE UĞRAMA DURUMLARININ BELİRLENMESİ Leyla Kahraman* Ş. Dilek Güven** * Nevşehir Kamu Hastaneleri Birliği Nevşehir Devlet Hastanesi Acil Servis Hemşiresi **Nevşehir Hacı Bektaş Veli Üniversitesi Semra ve Vefa Küçük Sağlık Yüksekokulu Amaç: Şiddet günümüzde her alanda görülmekle birlikte özellikle iş yerlerinde gittikçe artan bir önem kazanmıştır ve bütün meslekleri etkileyen ciddi bir sorun haline gelmiştir. İşyerinde Şiddetle karşılaşan bireylerde ölüme kadar varabilen yaralanmaların yanı sıra, iş gücü kayıpları ve ruhsal bozukluklar ortaya çıkmaktadır. Çalışmalar sonucunda farklı sonuçlar elde edilmekle beraber sağlık sektöründeki iş yeri şiddetinin diğer sektörlere göre çok daha fazla oranda görüldüğü bildirilmektedir. Sağlık çalışanlarının şiddete uğraması iş performanslarını ve iş doyumlarını etkilemekte buna bağlı olarak düşük moral, işe devamsızlık, iş değiştirme, iş stresinin artması, yönetim ve çalışanlar arasındaki güvenin azalması gibi sonuçlar ortaya çıkmaktadır. Şiddete karşı önlem alma planlamalarının yapılmasında durumun belirlenmesi büyük önem taşımaktadır. Araştırma, Acil Serviste çalışan sağlık personelinin şiddete uğrama durumlarının belirlenmesi amacıyla tanımlayıcı olarak yapılmıştır. Gereç ve Yöntem: Araştırma Nevşehir Devlet Hastanesi Acil servisinde görev yapan sağlık personeli ile yapılmıştır. Araştırmanın evrenini acil serviste çalışan 50 hemşire, 20 hekim, 15 Acil Tıp Teknisyeni, 62

63 22 tıbbi sekreter, 21 güvenlik görevlisi, 16 temizlik personeli, 16 teknisyen olmak üzere toplam 160 sağlık personeli oluşturmuştur. 10 kişiye ön uygulama yapılmıştır. Bunlar örnekleme alınmamıştır. 5 kişinin doğum izninde olması, 7 kişinin yıllık izinde olması, 10 kişinin de araştırmayı kabul etmemesi üzerine örneklem 128 kişiden oluşmuştur. Verilerin toplanmasında anket kullanılmıştır. Anket bilgi formu ve şiddet ve şiddet olayına ait özellikler formu olmak üzere iki bölümden oluşmuştur. Bilgi formu sosyo-demografik özellikleri ve çalışma özelliklerini içeren 7 sorudan, şiddet ve şiddet olayına ait özellikler formu iş yerinde son bir yıldan bu yana şiddete uğrama durumunu, şiddet türü, şiddete uğrama zamanı, olay sonrası raporlama gibi şiddet olayına ait özellikleri belirlemek amacıyla sorulan 20 sorudan oluşmuştur. Araştırmacı tarafından formlar katılımcılara dağıtılmış, doldurulmaları beklenmiş ve sonra araştırmacı tarafından toplanmıştır. Verilerin değerlendirilmesinde sayı, yüzde ve değişkenler arasındaki ilişkinin belirlenmesinde ki-kare testi kullanılmıştır. Araştırmaya başlamadan önce Nevşehir Kamu Hastaneler Birliği Genel Sekreterliğinden gerekli izin ve katılımcılardan yazılı ve sözlü izin alınmıştır. Bulgular: Sağlık personelinin %22.7 si yaş grubunda, %61.7 si erkek %68.8 i evli, %38.3 ü lise mezunudur. Sağlık personelinin %32.8 inin acil servisteki görevi hemşire, %29.7 sinin meslekteki çalışma yılının 1-4 yıl arasında, %44.5 inin acil serviste çalışma yılı 1-4 yıl arasında, %55.5 inin çalışma biçiminin yalnız gece olduğu belirlenmiştir. Sağlık personelinin %58.6 sının son 1 yılda şiddete uğradığı belirlenmiştir. Şiddete uğrayan sağlık personelinin %65.3 ü saldırganın hasta yakını olduğunu ifade etmiştir. Şiddete maruz kalan sağlık personelinin %94.5 i sözel şiddete, %82.7 si psikolojik şiddete, %65.3 ü fiziksel şiddete maruz kalırken %1.3 ü de cinsel şiddete maruz kalmıştır. Sözel şiddete uğrayanların büyük bir kısmı sözel şiddeti ağız dalaşı (%74.0) ve küfür etme (%72.6), fiziksel şiddete uğrayanların büyük bir kısmı fiziksel şiddeti itme (%65.5), psikolojik şiddet yaşayanların büyük bir kısmı kötü muamele (%53.1) şeklinde yaşadıklarını belirtmiştir. Saldırıların %56.0 ının akşam saatlerinde meydana geldiği saptanmıştır. Sağlık personelinin %38.7 sinin şiddet olayı sırasında verdiği tepkinin kızgınlık hissetme olduğu, %65.3 ünün şiddet olayından sonra yardım almadığı, şiddet olayından sonra yardım alanların %77.8 inin yardım aldığı kişinin güvenlik görevlisi olduğu belirlenmiştir. Şiddet olayı yaşayan sağlık personelinin %72.0 ının olay sonunda olay raporu doldurmadıkları, %97.3 ünün olay sonunda iş kazası raporu almadıkları saptanmıştır. Sağlık personelinin %52.0 ı son bir yılda çalışılan birimde yaşanılan şiddet olayı sıklığını günde bir defa, %74.7 si şiddet konusunda eğitim aldığını, %73.2 si kurumda şiddeti belirleme ve raporlandırmaya yönelik uygulama olduğunu, %98.7 sinin kurumda şiddeti azaltmaya yönelik önlem olduğunu ifade etmişlerdir. Bazı değişkenler ile şiddete uğrama durumları arasındaki ilişki incelenmiş ve orta yaş grubundakilerin, kadınların, evli, lise mezunu, hemşire, meslekte 5-9 yıldır çalışanların, 5-9 yıldır acil serviste çalışanların, yalnız gece çalışanların diğerlerine göre şiddet görme oranlarının fazla olduğu saptanmıştır. Yaş, medeni durum, eğitim durumu, çalışma biçimi ile şiddete uğrama durumu arasındaki ilişkinin istatistiksel olarak anlamsız(p>0.05), cinsiyet, acil servisteki görev, meslekte çalışma yılı, acil serviste çalışma yılı ve şiddete uğrama durumu arasındaki ilişkinin istatistiksel olarak anlamlı olduğu (p<0.05) belirlenmiştir. Sonuç: Sağlık personelinin %58.6 sının son 1 yılda şiddete uğradığı, orta yaş grubundakilerin, kadınların, evli, lise mezunu, hemşire, meslekte 5-9 yıldır çalışanların, 5-9 yıldır acil serviste çalışanların, yalnız gece çalışanların diğerlerine göre şiddet görme oranlarının fazla olduğu saptanmıştır. OP015 - ÖĞRENCİ HEMŞİRELERİN ÖFKE VE SALDIRGANLIĞA MARUZ KALMA VE SALDIRGANLIĞI ALGILAMA DURUMLARININ BELİRLENMESİ Elvan Emine Ata*, Emel Bahadır Yılmaz** *Giresun Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi, Hemşirelik Bölümü, Piraziz/Giresun. *Giresun Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi, Ebelik Bölümü, Piraziz/Giresun. 63

64 Amaç: Bu çalışma öğrenci hemşirelerin klinik uygulamaları sırasında öfkeli ve saldırgan davranışlara maruz kalma ve saldırganlığı algılama durumlarını değerlendirmek amacıyla tanımlayıcı olarak yapılmıştır. Yöntem: Çalışmanın evrenini öğretim yılı bahar döneminde Giresun Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi hemşirelik bölümünde öğrenim gören 2., 3. ve 4. sınıf öğrencileri oluşturmuştur. Çalışmaya başlamadan önce fakülteden yazılı izin alınmıştır. Öğrencilere çalışmanın amacı açıklanmış ve gönüllü olduğuna dair yazılı onam veren 213 öğrenci araştırmaya alınmıştır. Öğrencilere araştırmacılar tarafından hazırlanan öğrencinin yaşı, cinsiyeti, sınıfı, öfke ve saldırganlığa maruz kalma durumu, müdahale etme biçimi gibi özellikleri sorgulayan kişisel bilgi formu ve Saldırganlık Algılamaları Ölçeği uygulanmıştır. Elde edilen veriler SPSS 16 paket programına yüklenmiştir. Verilerin analizinde sayı, yüzdelik dağılım, ortalama ve standart sapma kullanılmıştır. Bulgular: Öğrencilerin yaş ortalaması 21,61±6,93 olup, %83,1 i kadın, %86,4 ü çekirdek aileye sahip, %81,2 sinin geliri giderine denk, %98,1 i çalışmıyordu. Öğrencilerin %98,1 i daha önce öfkeli ya da saldırganlık gösteren bireye müdahale etmek konusunda eğitim almadığı, %11,3 ünün öfkeli ve saldırgan bireye bakım veremeyeceğini düşündüğü ve %21,6 sının öfkeli ve saldırgan bireye müdahale konusunda bilgi almak istediği saptanmıştır. Öğrencilerin %6,6 sı daha önce staj yaptığı kliniklerde öfke ve saldırganlığa maruz kaldığı, %21,1 ininde bu duruma şahit olduğu ve %6,6 sının bu olaydan ruhsal olarak etkilendiği belirlenmiştir. Öfkeli ve saldırgan hastaya müdahale edebilme durumu değerlendirildiğinde öğrencilerin %54,4 ü müdahale edemeyeceğini belirtmiştir. Müdahale edememe nedenlerinin ise sırasıyla müdahalenin nasıl yapılması gerektiği konusunda bilgisinin olmaması, bu davranışları gösteren bireyin kendilerine zarar verebileceğini düşünmeleri ve zarar görmekten korkmaları olduğu belirlenmiştir. Öğrencilerin Saldırganlık Algılamaları Ölçeği Fonksiyonel (kabul edilebilir-sağlıklı reaksiyon) alt boyut puan ortalaması 3,16±0,59, Disfonksiyonel (kabul edilmeyenistenmeyen saldırganlık) alt boyut puan ortalaması 2,35±0,49 olarak bulunmuştur. Sonuç: Klinik uygulamalar sırasında öğrencilerin öfkeli ve saldırgan davranışlarla karşı karşıya kalabildikleri ve bundan ruhsal olarak olumsuz etkilendikleri, bu tür davranışlara müdahale etmek konusunda yeterli bilgilerinin olmadığı ve saldırganlığı sağlıklı bir reaksiyon olarak değerlendirdikleri söylenebilir. Anahtar kelimeler: öfke, saldırganlık, saldırganlık algısı, hemşirelik. OP016 - İKİ FARKLI İLDE YAŞAYAN EVLİ KADINLARIN EVLİLİK UYUMLARI İLE KADINLARA UYGULANAN ŞİDDETE İLİŞKİN TUTUMLARI Betül AKTAŞ*,Hasret BAYSAL YALÇINÖZ**,Medine YILMAZ* * İzmir Katip Çelebi Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi, Halk Sağlığı Hemşireliği AD ** Atatürk Üniversitesi, Hemşirelik Fakültesi, Halk Sağlığı Hemşireliği AD Amaç: Bu araştırma Türkiye nin batısı ve doğusunda yer alan iki farklı ilde yaşayan evli kadınların evlilik uyumları ile kadınlara uygulanan şiddete ilişkin tutumlarını belirmek amacıyla yapılmıştır. Gereç ve yöntem: Araştırmanın türü tanımlayıcı ve kesitseldir. Araştırma Erzurum İl Halk Sağlığı Müdürlüğü ne bağlı iki Aile Sağlığı Merkezi (ASM) ve İzmir İl Halk Sağlığı Müdürlüğü ne bağlı iki ASM olmak üzere toplam dört ASM de Şubat-Haziran 2015 tarihleri arasında gerçekleştirilmiştir. Araştırmanın evrenini Erzurum ve İzmir de ikamet eden yaş arası evli kadınlar oluşturmuştur. Örnekleme, herhangi bir sebeple ASM ye başvuran ve araştırmaya katılmaya gönüllü olan toplam 303 evli kadın alınmıştır. Çalışmanın verileri Tanıtıcı Bilgi Formu, Kadına Yönelik Şiddete İlişkin Tutum Ölçeği (ŞTÖ) ve Evlilik Uyum Ölçeği (EUÖ) ile toplanmıştır. Kurum izinleri ve etik kurul onayı alınmıştır. Bulgular: İzmir de yaşayan kadınların % 42.4 ü yaş grubunda, % 22.7 si ilkokul mezunu, % 60 ı isteyerek-anlaşarak-severek evlenmiş, % 19.9 u eşi tarafından şiddete uğramıştır. Erzurum da 64

65 yaşayan kadınların % 35.7 si yaş grubunda, % 35.1 i ilkokul mezunu, % 36.8 i isteyerekanlaşarak evlenmiş, % 31 i eşi tarafından şiddete uğramıştır. Her iki ildeki kadınların ŞTÖ toplam puanları ile Duygusal-Cinsel Şiddet ve Neden Açıklayıcı Mitler alt ölçek puanları arasında istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık bulunmamıştır (p> 0.05). İzmir de yaşayan kadınların Erzurum da yaşayan kadınlara göre, Ekonomik Şiddet ve Meşrulaştırıcı Mitler alt ölçek puanlarının istatistiksel olarak yüksek olduğu belirlenmiştir (p< 0.05). İzmir de yaşayan kadınların Erzurum da yaşayanlara göre EUÖ puanları anlamlı olarak yüksek bulunmuştur (p<0.05). Her iki ildeki kadınların ŞTÖ puanları ile EUÖ puanları arasında istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki saptanmamıştır ( p>0.05). Sonuç: Ülkemizin doğusunda ve batısında yaşayan kadınlarının evlilik uyumlarının farklı olması evlenme biçimlerinin bir sonucu olarak düşünülmektedir. Farklı coğrafi bölgelerde yaşıyor olsalar da kadınların genel olarak şiddete yönelik tutumları benzerlik göstermektedir. Anahtar kelimeler: Kadın, Şiddet, Evlilik Uyumu, Tutum OP017 - EVLİ ERKEKLERİN EŞLERİNE YÖNELİK ŞİDDET UYGULAMA DURUMLARININ, EŞ DÖVMEYE VE TOPLUMSAL CİNSİYET ROLLERİNE İLİŞKİN TUTUMLARININ BELİRLENMESİ Aslı SİS ÇELİK 1, Osman ÖNER 2, Erkan Cem ÇELİK 3, Manolya PARLAS 1 1 Atatürk Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi, Doğum, Kadın Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği AD 2 Van Özalp Devlet Hastanesi, Hemodiyaliz Ünitesi 3 Erzurum Palandöken Devlet Hastanesi, Anesteziyoloji ve Reanimasyon Kliniği Amaç: Bu çalışma doğudaki bir ilde bulunan bir aile sağlığı merkezine başvuran evli erkeklerin eşlerine yönelik şiddet uygulama durumlarının, eş dövmeye ve toplumsal cinsiyet rollerine ilişkin tutumlarının belirlenmesi amacıyla yapılmıştır. Yöntem: Kesitsel tipte yapılan bu araştırmanın evrenini ilgili aile sağlığı merkezi bölgesinde yaşayan yaş arası evli erkekler oluşturmuştur. Araştırmanın örneklemini 1 Ocak-1 Nisan 2016 tarihleri arasında çeşitli sebeplerle aile sağlığı merkezine başvuran, olasılıksız rastlantısal örnekleme yöntemi ile seçilen ve araştırmaya katılmayı kabul eden 206 evli erkek oluşturmuştur. Araştırma verilerinin toplanmasında Anket Formu, Eş Dövmeye İlişkin Tutum Ölçeği ve Toplumsal Cinsiyet Rolleri Tutum Ölçeği kullanılmıştır. Eş Dövmeye İlişkin Tutum Ölçeğinden alınabilecek en düşük puan 24, en yüksek puan 144 dür. Yüksek puanlar eş şiddetine karşı olumlu-onaylayıcı tutum anlamına gelmektedir. Toplumsal Cinsiyet Rolleri Tutum Ölçeğinden alınabilecek en düşük puan 38, en yüksek puan ise 190 dır. Ölçekten alınan yüksek değer, toplumsal cinsiyet rollerine ilişkin eşitlikçi tutuma, düşük değer ise, geleneksel tutuma sahip olunduğunu göstermektedir. Bulgular: Katılımcıların yaş ortalamasının 36.36±8.42 olduğu, %59.2 sinin üniversite mezunu olduğu, %40.8 inin gelir düzeyinin 3001 TL ve üzerinde olduğu belirlenmiştir. Evlilik süresi ortalamasının 9.54±8.44 yıl olduğu ve %59.2 sinin tanışarak evlendiği saptanmıştır. Katılımcıların %42.7 si kendisini sessiz, sakin biri olarak tanımlamış, %34 ü ise kolay sinirlendiğini ancak sinirinin çabuk geçtiğini belirtmiştir. %56.5 i bir erkeğe daha önce sözel şiddet, %46.1 i fiziksel şiddet uyguladığını ve %48.1 i daha önce bir kavgaya karıştığını ifade etmiştir. %46.9 u babasının annesine sözel şiddet, %32.6 sı fiziksel şiddet uyguladığını belirtmiştir. Katılımcıların eşlerine yönelik fiziksel şiddet davranışlarından en sık tokat atma (%17), psikolojik şiddet davranışlarından bağırma (%24.3) ve kıyafetlerine müdahale etme (%10.8), ekonomik şiddet davranışlarından eşlerinin çalışmasına engel olma (%5.8), cinsel şiddet davranışlarından zorla cinsel ilişkiye girme (%2.4) davranışında bulunduklarını belirtmişlerdir. %50 si kendisini sinirlendirdiği için eşine fiziksel şiddet, %22.7 si sözünü dinlemediği için psikolojik şiddet, %60 ı eşini kıskandığı için ekonomik şiddet uyguladığını, cinsel şiddet davranışını uyguladığını ifade edip sebebini belirtenlerin tamamının ise kendisi cinsel ilişki istediği için eşi istemediği halde zorla ilişkiye girmek istediğini belirtmiştir. Katılımcıların Eş Dövmeye İlişkin Tutum Ölçeği puan ortalamasının 71.88±29.38 olduğu, 65

66 Toplumsal Cinsiyet Rollerine İlişkin Tutum Ölçeği puan ortalamasının ±20.29 olduğu belirlenmiştir. Sonuç: Katılımcıların çeşitli oranlarda eşlerine fiziksel, psikolojik, ekonomik ve cinsel şiddet uyguladığı, eş şiddetine karşı olumlu (onaylayıcı) yönde orta düzeyde tutuma sahip olmalarına rağmen, toplumsal cinsiyet rollerine yönelik eşitlikçi tutuma sahip oldukları saptanmıştır. Anahtar kelimeler: Eş dövme, toplumsal cinsiyet, tutum, hemşire OP018 - ŞİDDET MAĞDURU BİR AİLENİN YAŞADIĞI SORUNLAR : OLGU SUNUMU Uzm. Hemşire Özden Erdem, Doç. Dr. Ayşe Ergün, Doç. Dr. Saime Erol, Hemşire Gizem Bora Alkan, Psikolog Erdal Demirci AMAÇ: Bu olgu sunumunda, kadın ve çocukların aile içi şiddetten kurtulma sürecini incelemek, sağlık personelinin aile içi şiddet konusundaki rolüne dikkat çekmek amacıyla A.B. ve çocuklarının şiddetten kurtulma ve devlet korumasına alınma süreci tanıtılmıştır. GEREÇ VE YÖNTEM: Bu olgu sunumunda yer alan A.B, ile ona yardım eden bir bayan aracılığı ile tanışılmıştır. A.B ye yardım eden bayan onun çocuklarını diş problemleri nedeni ile hastaneye getirmiş ve hemşireden yardım istemiştir. Bu esnada annenin ve çocuklarının şiddet gördüğü öğrenilmiş ve bayan aracılığı ile A.B ye ulaşılmıştır. Görüşme öncesinde amaç anlatılarak yazılı ve sözlü onam alınmış, veriler 2016 Ocak ile Nisan ayları arasında yapılan dört görüşme ve aralıklı telefon görüşmeleriyle toplanmıştır. İlk görüşme çocuklarla hastanede uygun bir ortamda, diğer görüşmeler derinlemesine görüşme tekniğine uygun olarak A.B. ile ev ziyareti sırasında yapılmıştır. BULGULAR: A.B. Azeri kökenli ailenin iki çocuğundan biridir. Üvey anneye sahip olan A.B. yaklaşık 10 yıl önce yirmili yaşlarda, gezmek için geldiği büyük şehirlerden birinde kaçırılmıştır. Ailenin polise başvurması ile bulunan A.B. ölümle tehdit edildiği ve ailesinden yeterli desteği görmediği için kaçıran kişiyle evlenmek zorunda kalmıştır. On yıl boyunca kimseyle görüştürülmemiş, kapılar üzerine kilitlenmiş, perdelere işaret koyulmuş ve sorun olduğunda şiddet uygulanmıştır. Dört kez hamile kalan A.B. her hamiliğinde bir kez muayeneye götürülmüş, çocukların sağlık izlemi ve bağışıklama süreçlerinde de yalnız bırakılmamıştır. Madde bağımlısı olan eş çocuklara da şiddet uygulamıştır. Televizyonda sığınma evinin anlatıldığı reklamı görünce telefonla arayarak sığınma evine ulaşan A.B. kimsenin bilmediği bir şehre yerleştirilmiştir. Öldürülmekten korktuğu için fiziksel görünümünü değiştiren A.B. devletin bağladığı maaş ile sosyal destekten yoksun ve sıkıntılı bir şekilde hayatını devam ettirmektedir. SONUÇ: Ana-çocuk sağlığı hizmetlerinin öncelikli olarak sunulduğu Aile Sağlığı Merkezleri (ASM), aile içinde kadına yönelik şiddetin saptanması ve ele alınmasında önemli konumdadırlar. ASM çalışanları, gebe-lohusa izlem, çocuk izlem, bağışıklama, yaş kadın izlem vb. sağlık kontrolleri esnasında, gerekirse ev ziyaretleri yaparak şiddeti tespit edebilirler. Şiddeti önleme, erken tanı, tedavi ve rehabilitasyon süreçlerinde ASM çalışanlarına önemli rol ve sorumluluklar düşmektedir. Anahtar kelimeler: Hemşire, Şiddet, Halk Sağlığı, Aile sağlığı DİPNOT: Araştırmacıların kurumları aileye ulaşıma sebep olmaması amacıyla verilmemektedir. OP019 - SAĞLIK HİZMETLERİ MESLEK YÜKSEKOKULU ÖĞRENCİLERİNDE FLÖRT ŞİDDETİ PREVELANSININ BELİRLENMESİ Yrd.Doç.Dr.Yadigar POLAT, Öğr.Gör.N.Nesrin İPEKÇİ, Öğr.Gör.Gülistan YURDAGÜL, Öğr.Gör.Melek ÖZTÜRK, Öğr.Gör.Sümeyya TATLI, Öğr.Gör.Mustafa YAVUZEKİNCİ* Kilis 7 Aralık Üniversitesi Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksekokulu Şiddet geçmişten günümüze, dünyada var olan bir olgu olmasına rağmen içinde bulunduğumuz yüzyıla kadar ciddi bir sorun olarak algılanmamıştır. Ancak bu sorun ilk insandan bu yana dünyayı ve 66

67 insanlığı etkilemektedir ve bu etkilerin sonuçları olumsuz yöndedir. Günümüzde de en önemli sosyal sorunlardan biri olarak karşımıza çıkmaktadır. Flört şiddetinin çoğunlukla gençlik döneminde yaşanmış olması, bireylerin yetişkin dönemde göstereceği şiddetin en belirleyicisi olabildiğinden önemli bir sağlık sorunu olarak ele alınmalıdır. Bu çalışma Kilis 7 Aralık Üniversitesi Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksekokulu öğrencilerinin flört şiddeti konusundaki görüşlerini ortaya çıkarmak amacıyla betimleyici olarak yapılmıştır. Evrenini Kilis 7 Aralık Üniversitesi Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksekokulunda okuyan öğrenciler, örneklemini ise ankete gönüllü olarak katılan 605 öğrenci oluşturmaktadır. Veriler SPSS (Statistical Package for Social Science) for Windows 20.0 paket programı kullanılarak değerlendirilmiştir. İstatistiksel analizlerde tanımlayıcı istatistikler ve Ki kare analizi kullanılmıştır. p<0,05 değeri anlamlı kabul edilmiştir. Katılımcıların %76.5 i kadın, %23.5 i erkek öğrenci ve %50.2 si 2. sınıfta,%49.2 si 1.sınıfta okumaktadır. Öğrencilerin flörte başlama yaşı ortalama ve standart sapması 2.62 dir. Ki kare analizinde minimum teorik değer 0.24 yani 5 den küçük olduğundan Fisher Kesin Ki Kare Analizi sonuçları kullanmıştır. P=0.000 olduğundan cinsiyet arasında anlamlı fark vardır. Siz çocukken anne veya babanız size ya da kardeşinize azarlama tokat atma vurma ve bazı özgürlüklerinizi kısıtlama gibi davranışlar uyguladılar mı? Sorusuna verilen cevaplarda cinsiyet arasında anlamlı fark vardır. Pearson Ki Kare değeri P=0.001 Anahtar kelimeler: Şiddet, Aile içi şiddet, Flört ilişkisinde şiddet, Fiziksel şiddet, 67

68 OP020 - BEDEN EĞİTİMİ VE SPOR YUKSEKOKULU ÖĞRENCİLERİNİN FLÖRT ŞİDDETİNE İLİŞKİN TUTUMLARI Bahtışen Kartal*, Mustafa Kaya** Amaç: Çalışma BESYO öğrencilerinin flört şiddeti hakkındaki tutumlarını belirlemek amacıyla yapılmıştır. Gereç ve Yöntem: Çalışmanın örneklemini Gaziosmanpaşa Üniversitesi BESYO da öğrenim gören 229 öğrenci oluşturmuştur. Çalışmada Price, Byers ve Flört Şiddeti Araştırma Ekibi tarafından geliştirilmiş olan Flörtte Şiddete Yönelik Tutum Ölçekleri kullanılmıştır. Ölçeklerin Türkçe geçerlik güvenirlik çalışması Yumuşak ve Şahin tarafından yapılmıştır. Veriler SPSS programıyla değerlendirilmiş olup, verilerin değerlendirilmesin de sayı, yüzde, ortalama kullanılmıştır. Ayrıca verilerin normal dağılıma uygunluğunu Tek Örneklem Kolmogorov Smirnov Testi kullanılarak belirlenmiş olup, Sig 0,05 olduğu için verilerin normal dağılım gösterdiği kabul edilmiş ve istatistiksel analizde Pearson Coorrelation, t-testi, One-way Anowa kullanılmıştır. Çalışma da ölçeklerin Cronbach's Alpha 0, 747 dir. (sırasıyla, 703, 648, 713, 683) Bulgular: Öğrencilerin % 30,6 ü kadın % 69,4 u erkek, % 53,7 si İl de doğduğu, % 59,4 unun en uzun yaşadığı yerin il, % 46,1 inin Karadeniz, % 21,8 inin İç Anadolu bölgesi olduğu belirlenmiştir. Ayrıca % 79,0 u orta düzeyde gelire sahip, % 62,9 u çekirdek ailede yaşamakta, % 33,6 sı 4 ve üzerinde kardeşe sahiptir. Çalışmada Erkeğin Flörtte Uyguladığı Psikolojik (41,87±8,79), Fiziksel (29,29±9,20), Kadının Flörtte Uyguladığı Psikolojik(30,93±7,61) ve Fiziksel(30,99±8,31) Şiddete Yönelik Tutum puan ortalamaları belirtilen şekildedir. Erkeğin flörtte uyguladığı psikolojik ve fiziksel şiddet tutum puanları erkek öğrencilerde daha yüksek (p 0.05) bulunmuştur. Antrenörlük Eğitimi öğrencilerinin puan ortalamaları, Beden Eğitimi Öğretmenliğine göre daha yüksektir(p 0.05). Doğum yeri ve en uzun yaşanan yer bakımından ölçeklerin puan ortalamaları arasında önemli bir farklılık bulunmamaktadır. Kardeş sayısı arttıkça ve gelir durumu düştükçe ölçek puanlarının arttığı, parçalanmış aileye sahip öğrencilerde, erkeğin uyguladığı flört şiddetine ilişkin tutum puanının, geniş aileye sahip olanlarda kadının uyguladığı flört şiddeti puanlarının arttığı belirlenmiştir. Erkeğin uyguladığı fiziksel ve psikolojik flört şiddet tutum puanı yaşla birlikte artmıştır. Kadının uyguladığı psikolojik flört şiddeti puanının yaşla artarken, fiziksel flört şiddet ortalamasının ise azaldığı belirlenmiştir. Sonuç: Yaş, cinsiyet, okunan bölüm, gelir durumu, kardeş sayısı gibi faktörlerin öğrencilerin flört şiddetine ilişkin tutumlarını etkilediği düşünülmektedir. OP021 - DOĞUDAKİ BİR ÜNİVERSİTEDE ÖĞRENCİLERİN FLÖRT İLİŞKİSİNDE ŞİDDETE MARUZ KALMA, ŞİDDET UYGULAMA DURUMLARININ VE FLÖRT ŞİDDETİNE YÖNELİK TUTUMLARININ BELİRLENMESİ Aslı SİS ÇELİK 1, Manolya PARLAS 2 1 Atatürk Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi, Doğum, Kadın Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği AD (Yrd.Doç.Dr.) 2 Atatürk Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi, Doğum, Kadın Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği AD (Araş.Gör.) Amaç: Bu çalışma doğudaki bir ilde bulunan devlet üniversitesi öğrencilerinin flört ilişkisinde şiddete maruz kalma, şiddet uygulama durumlarının ve flört şiddetine yönelik tutumlarının belirlenmesi amacıyla yapılmıştır. Yöntem: Kesitsel tipte yapılan bu araştırmanın evrenini doğudaki bir ilde bulunan devlet üniversitesinde eğitim-öğretim yılında örgün ve ikinci öğretimde lisans düzeyinde öğrenim gören üniversite öğrencisi oluşturmuştur. Araştırmanın örneklemini, cinsiyet gözetilerek tabakalı örnekleme yöntemi ile belirlenerek basit rastgele seçilen ve araştırmaya katılmayı kabul eden 649 öğrenci oluşturmuştur. Örneklem büyüklüğü %5 kabul edilebilir hata payı ve %99 güven seviyesindedir. Araştırma verilerinin toplanmasında Anket Formu, Erkeğin Flörtte Uyguladığı Psikolojik Şiddete Yönelik Tutumlar Ölçeği, Erkeğin Flörtte Uyguladığı Fiziksel Şiddete Yönelik Tutumlar Ölçeği, Kadının Flörtte Uyguladığı Psikolojik Şiddete Yönelik Tutumlar Ölçeği ve Kadının Flörtte Uyguladığı Fiziksel Şiddete Yönelik Tutumlar Ölçeği kullanılmıştır. İlgili ölçekler 5 li likert 68

69 tipinde olup, ölçeklerden alınan yüksek puanlar flört şiddetine yönelik kabul düzeyinin yüksek düzeyde olduğunu göstermektedir. Bulgular: Öğrencilerin %59 unun kız, %41 inin erkek olduğu, %62 sinin yaş arasında olduğu belirlenmiştir. %49.3 ünün düz lise mezunu olduğu, %47.9 unun devlet yurdunda kaldığı, %32.9 unun sigara kullandığı ve %20.2 sinin alkol kullandığı saptanmıştır. Öğrencilerin %66.8 inin geçmişte, %44.1 inin ise devam eden bir flört ilişkisi olduğu ve bu ilişkilerin ortalama 2.20±1.54 yıldır sürdüğü belirlenmiştir. Öğrencilerin önceki flört ilişkisinde, şuan devam eden flört ilişkisinde maruz kaldıkları ve uyguladıkları şiddet davranışları, oranları ile birlikte aşağıda verilen grafiklerde gösterildiği gibidir. Öğrencilerin Kadının Flörtte Uyguladığı Fiziksel Şiddete Yönelik Tutum Ölçeği puan ortalamasının 27.57±11.14, Kadının Flörtte Uyguladığı Psikolojik Şiddete Yönelik Tutum Ölçeği puan ortalamasının 28.00±6.51, Erkeğin Flörtte Uyguladığı Fiziksel Şiddet Yönelik Tutum Ölçeği puan ortalamasının 23.46±9.74, erkeğin Flörtte Uyguladığı Psikolojik Şiddete Yönelik Tutum Ölçeği puan ortalamasının 35.76±9.81 olduğu belirlenmiştir. Öğrencilerin cinsiyet, flört ilişki durumu, flört ilişkisinde şiddete maruz kalma ve şiddet uygulama durumlarına göre flört şiddetine yönelik fiziksel ve psikolojik tutumlarında anlamlı farklılık olduğu gözlenmiştir. Sonuç: Öğrencilerin flört ilişkilerinde uygulanan fiziksel ve psikolojik şiddete yönelik kabul düzeylerinin orta düzeyde olduğu, geçmişteki ve devam eden flört ilişkilerinde çeşitli oranlarda fiziksel, psikolojik, cinsel ve ekonomik şiddet davranışlarına maruz kaldıkları ve kendilerinin de flört ilişkilerinde şiddete başvurduğu belirlenmiştir. Anahtar kelimeler: Flört şiddeti, hemşire, tutum, üniversite öğrencisi OP022 - FLÖRT ŞİDDETİ TUTUM ÖLÇEĞİ GEÇERLİK VE GÜVENİRLİK ÇALIŞMASI Prof.Dr.Füsun Terzioğlu 1, Yard.Doç.Dr. İlknur Münevver Gönenç 2, Doç.Dr. Funda Özemir 2, Doç.Dr. Gülten Güvenç 3, Dr. Gülşah Kök 3, Blm.Uzm.Neslihan Yılmaz-Sezer 2, Yard.Doç.Dr. Başak Demirtaş 2 1 Hacettepe Üniversitesi Hemşirelik Fakültesi 2 Ankara Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi, Aktaş Kavşağı Altındağ/Ankara 3 GATA Hemşirelik Yüksekokulu, Ankara AMAÇ: Günümüzde, gençlerin şiddet davranışlarını birbirlerinden öğrenmesi görüşü yaygınlık kazanmaktadır. Flört şiddetine ilişkin tutum ve davranışların belirlenmesi, bu yöndeki olumlu tutumların pekiştirilmesi, olumsuz tutumların ise olumlu yönde geliştirilmesi açısından yardımcı olacaktır. Bu araştırmada gençlerin flört şiddetine ilişkin tutumlarının belirlenmesine yönelik bir ölçek geliştirilmesi amaçlanmıştır. YÖNTEM: Araştırmanın örneklemini 1045 üniversite öğrencisi oluşturmuştur. Örneklem kapsamına alınan öğrenciler, fakültelere, sınıflara ve cinsiyete göre orantılı tabakalı tesadüfi örnekleme yöntemi kullanılarak seçilmiştir. Araştırmanın verileri Mart 2015-Haziran 2015 tarihleri arasında toplanmıştır. Araştırmanın yapılabilmesi için gerekli kurum izni ve etik izin alınmıştır. Literatür taraması, kompozisyon yazdırma ve odak grup görüşmeleri doğrultusunda ölçek madde havuzu oluşturulmuştur. Altı uzmandan alınan görüşler doğrultusunda 130 değişkeni içeren deneme ölçeği hazırlanmıştır. Verilerin analizi madde toplam test korelasyonu, Kaiser-Mayer-Olkin (KMO) ve Barlett Sphericity testi, doğrulayıcı ve açımlayıcı faktör analizi ile yapılmıştır. BULGULAR: Analizler sonucunda toplam varyansın %53,15 ini açıklayan 28 maddeli ve 5 faktörlü ölçek elde edilmiştir. Ölçeğin; genel şiddet, fiziksel şiddet ve ekonomik şiddet alt boyutlarında 5 er, duygusal şiddet alt boyutunda 6, cinsel şiddet alt boyutunda da 7 madde bulunmaktadır. Ölçeğin Cronbach-alpha güvenirlik katsayısı 0,91 olarak belirlenmiştir. Araştırmada test-tekrar test güvenirlik testinde, iki ölçüm puanları arasındaki fark istatistiksel olarak önemsiz bulunmuştur (p<0,05). SONUÇ: Flört şiddetine yönelik tutumları belirlemek amacıyla geliştirilen Flört Şiddeti Tutum Ölçeği nin Türk toplumuna uygun ve güvenilir bir ölçme aracı olduğu değerlendirilmiştir. Anahtar Kelimeler: Şiddet,flört şiddet, tutum 69

70 OP023 - ÜNİVERSİTE ÖĞRENCİLERİNDE ALGILANAN SOSYAL DESTEĞİN ÖFKE İFADE BİÇİMLERİNE ETKİSİ 1 Özdemir N. Gaziantep Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi, Hemşirelik Bölümü 2 Bakır E. Zirve Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi, Hemşirelik Bölümü. 3 Özer Z., Selahaddin Eyyubi Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi, Hemşirelik Bölümü 4 Zeki Ö. Zirve Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi, Hemşirelik Bölümü. 5 Verim E. Gaziantep Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi, Hemşirelik Bölümü. 6 Şirin A. Zirve Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi, Hemşirelik Bölümü. Giriş: Günümüzde öfke davranışının ve uygunsuz ifade edilmesinin giderek arttığı gözlenmektedir. Amerika da her üç gençten ikisi şiddet tehditi ya da şiddet içeren öfke atağı geçirmektedir (Mc Laughlin ve ark., 2012). Gençlik döneminde özellikle sosyal destekten yoksun olma, ergenin öfkeyi izleyen saldırgan davranışlarda bulunmasına yol açabilmektedir (Bedel, A. ve Arı, R.2011). Algılanan sosyal destek öfke için koruyucu bir faktördür. Özellikle, algılanan arkadaş, öğretmen ve aile desteğinin, öğrencilerin okul ortamında öfkelerini kontrol edebilmelerinde önemli bir başa çıkma kaynağıdır (Arslan, C., 2009). Materyal ve Metod: Bu çalışma üniversite öğrencilerinin algıladıkları sosyal destek ile öfke ifade biçimleri arasındaki ilişkiyi saptamak amacıyla tanımlayıcı bir çalışmadır. Araştırma tarihleri arasında Gaziantep Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesinin hemşirelik ve ebelik bölümünde eğitim gören 900 öğrenci evreni oluşturmaktadır. Veriler; Sosyo-demografik özellikleri içeren 23 soru, Durumluluk-Sürekli öfke ölçeği ve çok boyutlu algılanan sosyal destek ölçeği kullanılarak toplanmıştır. Bulgular: Çalışmaya katılan 460 hemşirelik bölümü öğrencilerinin % 45.7 si erkek ve % 54.3 ü kadındır. Yaş ortalamaları 20.5 ±1.6 dır. Öğrencilerin % 79.8 i orta düzeyde ekonomik yapıya sahiptir. Ailenizle ilişkiniz nasıldır sorusuna; % 34.8 i çok iyi, % 33.5 i iyi, % 26.7 si normal ve % 3.9 u kötü olarak tanımlamıştır. Durumluluk süreklilik öfke puan ortalamaları ( Min 15 - Max 40 ) ±.5 tir. Sürekli öfke ( Min 10 - Max 39) 21.9±5.5 tir. Toplam öfke puanı ortalamaları (Min 69 - Max 158 ) 99.41±3.7 tür. Aile ilişkileri ile öfke alt ölçekleri arasında anlamlı bir fark saptanmamıştır (p > 000). Sosyal destek ölçeği toplam puan ortalamaları ile öfke ölçeği alt grupları arasında yapılan analizde durumluluk öfke ile ilişkili olduğu diğer alt ölçekler ile ilişkili olmadığı saptanmıştır. Sonuç: Üniversite öğrencilerinin öfke düzeylerini azaltmanın bir yolunun da onların sosyal destek algılarını artırmaktan geçtiği söylenebilir. Anahtar Kelimeler: Üniversite Öğrencisi, Öfke, Sosyal Destek NOT: Çalışmanın evreni kongrenin yapılacağı tarihe kadar artırılacaktır, örneklem sayısı 900 olan çalışmanın veri analizleri tekrar yapılacaktır. Ebelik bölümü öğrencileri dahil edilecektir. OP024 - ÜNİVERSİTE ÖĞRENCİLERİ ARASINDA SANAL ZORBALIK 1 Meryem BARAN, 2 Gülsün AYRAN 1 Erzincan Üniversitesi Sağlık Yüksekokulu Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği 2 Erzincan Üniversitesi Sağlık Yüksekokulu Psikiyatri Hemşireliği Amaç: Bu çalışma üniversite öğrencilerinin sanal zorbalığa maruz kalma düzeyleri, sanal zorbalığı uygulama düzeyleri ve bunların demografik değişkenlerle ilişkisini belirlemek amacı ile gerçekleştirilmiştir. Gereç- Yöntem: Tanımlayıcı tipte olan bu çalışmanın evrenini eğitim öğretim yılı bahar döneminde Erzincan Üniversitesi nde birinci öğretimde öğrenim gören 6625 öğrenci oluşturmuştur. Evrenden örneklem seçimine gidilmemiş ve ulaşılabilen 1864 öğrenci çalışma kapsamına alınmıştır. Veriler araştırmacılar tarafından hazırlanan anket formu ve Sanal Zorba/Kurban Ölçeği ile toplanmıştır. Öğrencilerden toplanan anket formları SPSS 22.0 programında bilgisayara yüklenmiş ve istatistiksel analiz işlemleri yapılmıştır. Verilerin analizinde yüzde dağılımları, korelasyon, Kruskal Wallis, Mann Whitney U ve Cronbach Alpha analiz testleri kullanılmıştır. 70

71 Bulgular: Öğrencilerin sanal zorbalığa maruz kalma puan ortalamaları, sanal zorbalık yapma puan ortalamalarından daha yüksek çıkmıştır. Öğrencilerin yaş ve sınıf değişkenlerinin sanal zorbalığa maruz kalma üzerinde etkili olduğu tespit edilmiştir. Bunun yanı sıra cinsiyet, öğrencinin başarı düzeyi, ekonomik durumu, evde internet bağlantısının bulunup bulunmaması, internette sıklıkla ziyaret edilen yer, isimsiz çağrılar, e-postalar, mesajlar bırakma veya almanın hem sanal zorbalığa maruz kalma hem de sanal zorbalığı uygulama üzerinde istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki olduğu belirlenmiştir. Sonuç: Sadece ilköğretim aşamasında değil üniversite düzeyi öğrenci grubunda da sanal zorbalık olduğu, zorbalığa maruz kalanların zorbalık yapanlardan daha fazla olduğu bulunmuştur. Anahtar kelimeler: Üniversite, öğrenci, sanal zorbalık OP025 - BİR ORTAÖĞRETİM KURUMUNDA AKRAN ZORBALIĞININ DEĞERLENDİRİLMESİ Aslıhan ÖZTÜRK*, Ayfer TEZEL*, Fatma Özlem ÖZTÜRK* *Ankara Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi, Hemşirelik Bölümü Adres: Ankara Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi, Hemşirelik Bölümü, Ankara. Amaç: Zorbalık, önlem alınmazsa ciddi fiziksel ve ruhsal travmalara neden olabilen bir şiddet uygulama biçimidir. Okul döneminde öğrencilerin kişilik gelişimlerini ve akademik başarılarını olumsuz yönde etkileyen sorunlar arasında akran zorbalığı da yer almaktadır. Bu çalışma bir ortaöğretim kurumundaki öğrencilerin akran zorbalığına maruz kalma ve zorbalık yapma durumlarını değerlendirmek amacıyla yapılmıştır. Gereç ve Yöntem: Tanımlayıcı nitelikte olan bu çalışma, eğitim öğretim yılı bahar döneminde Ankara İl Merkezi nde 296 öğrencisi bulunan bir ortaokulda gerçekleştirilmiştir. Örneklem seçimine gidilmeden, araştırmaya katılmayı kabul eden 240 öğrenci çalışma kapsamına alınmıştır. Araştırmaya katılım hızı %81 dir. Araştırmanın verileri öğrencilerin tanımlayıcı özelliklerini içeren Kişisel Bilgi Formu, Gültekin ve Sayıl tarafından Türkçe uyarlaması yapılan Akran Zorbalığı Kurbanlarını Belirleme Ölçeği (AZKBÖ) ve Pekel ve Uçanok tarafından geliştirilen Akran Zorbalarını Belirleme Ölçeği (AZBÖ) ile toplanmıştır. Verilerin değerlendirilmesi bilgisayar ortamında yüzdelik, aritmetik ortalama, standart sapma analizleri ile yapılmıştır. Araştırmanın yürütüldüğü kurumdan izin ve Ankara Üniversitesi Etik Kurulu ndan etik onay alınmıştır. Bulgular: Araştırma kapsamına alınan öğrencilerin %53,3 ünün erkek, %51,7 sinin yaşında, %31,7 sinin 7. sınıfta olduğu, %87,5 inin anne babası ile birlikte yaşadığı belirlenmiştir. Öğrencilerin %8,8 i kendi aile üyelerinin birbirine şiddet uyguladığını ve %11,3 ü de ailesinde şiddet gördüğünü ifade etmiştir. Öğrencilerin AZKBÖ puan ortalaması 7,73±9,57, AZBÖ puan ortalaması 5,51±7,43 bulunmuştur. Çalışmada AZKBÖ alt boyutları puan ortalamalarına bakıldığında; Korkutma/Sindirme 1.88±2.79, Açık Saldırı 1.88±2.79, Alay 1.78±2,40, İlişkisel Saldırı 1.41±2.40 ve Kişisel Eşyalara Saldırı 1.51±2,33 olduğu bulunmuştur. Öğrencilerin AZBÖ alt boyutları puan ortalamalarına bakıldığında Korkutma/Sindirme 1.24±2.47, Açık Saldırı 1,64±2.64, Alay 1.48±1.98, İlişkisel Saldırı 0.36±0.95 ve Kişisel Eşyalara Saldırı 0.38±1.20 olduğu saptanmıştır. Araştırma kapsamına alınan öğrencilerin %10,8 inin zorbalık yaptığı, %13,8 inin zorbalığa maruz kaldığı, %4,6 sının hem zorba hem kurban ve %80 inin ne zorba ne de kurban olduğu belirlenmiştir. Sonuç: Araştırma yapılan okulda öğrencilerin kurban, zorba veya hem zorba hem kurban rolünü üstlendikleri belirlenmiştir. Okul sağlığı hizmetleri kapsamında akran zorbalığını engellemeye yönelik stratejiler geliştirmeye ihtiyaç duyulmaktadır. Anahtar Sözcükler: Akran zorbalığı, zorbalık, zorbalığa maruz kalma, zorbalık yapma OP026 -ORTAOKUL ÖĞRENCİLERİNİN SALDIRGANLIK DURUMLARI VE OYNADIKLARI BİLGİSAYAR OYUNLARI Bahriye KAPLAN* Zehra (IŞIK) ÇALIŞKAN**, Nuray CANER*, Derya EVGİN** 71

72 *Arş. Gör. Nevşehir Hacı Bektaş Veli Üniversitesi Semra ve Vefa Küçük Sağlık Yüksekokulu, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği AD **Yrd. Doç. Dr. Nevşehir Hacı Bektaş Veli Üniversitesi Semra ve Vefa Küçük Sağlık Yüksekokulu, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği AD GİRİŞ: Çocukların biyo-psikososyal gelişimi için gerekli olan oyunların; günümüzde sanal ortama taşındığı ve dijital ortamdaki birçok oyunun da şiddet içerdiği bilinmektedir. Şiddet içerikli oyunlar, çocukların gelişimlerini olumsuz yönde etkilemekte ve birçok davranış bozukluğuna yol açabilmektedir. Şiddet davranışlarını azaltmak multidisipliner bir yaklaşımı gerektirmektedir. Bu nedenle çocukların şiddet davranışlarının neler olduğu ve ne tür bilgisayar oyunları oynadıklarının bilinmesi gerekmektedir. Bu araştırma, ortaokul öğrencilerinin şiddet davranışları ve oynadıkları bilgisayar oyunlarını belirlemek amacıyla yapılmıştır. YÖNTEM: Kesitsel tanımlayıcı tipte olan çalışma 239 ortaokul öğrencisi ile yapılmıştır. Çalışma için kurum, ebeveyn ve öğrenci onamı alınmış, veriler anket formu ve Saldırganlık Ölçeği (SÖ) ile yüz-yüze toplanmıştır. Verilerin değerlendirilmesinde tanımlayıcı istatistikler ve ki-kare testi kullanılmıştır. BULGULAR: Araştırmaya katılan öğrencilerin % 50.6 sının kız, % 28.9 unun 8. Sınıfta, yaş ortalamalarının 12.5± 1.19 olduğu belirlenmiştir. Öğrencilerin % 43.9 u son bir yıl içinde şiddete maruz kaldığını, %42.3 ü de şiddet uyguladığını ifade etmişlerdir. Öğrenciler en çok itilme, tekmelenme, tokatlanma (%79.5), bir alet ile saldırma (%79.1), tehdit edilmeyi (%75.7), en az ise lakap takılmasını (%40.2) şiddet olarak değerlendirmişlerdir. Ayrıca öğrencilerin % 88.7 sinin evinde bilgisayar olduğu, %85.8 inin bilgisayar oyunu oynadığı ve %10.7 sinin 2 saatten daha uzun süre bilgisayarda oyun oynadığı belirlenmiştir. Kız öğrencilerin %39.8 i bilgisayarda zeka ve mantık oyunları oynarken, erkek öğrencilerin %61.7 sinin savaş ve strateji oyunları oynadıkları bulunmuştur. Öğrencilerin saldırganlık ölçeğinden aldıkları toplam puanların ortalamasının 80.1±2.53 olduğu, %13.4 ünün saldırganlık düzeyinin yüksek olduğu bulunmuştur. Saldırganlık düzeyi yüksek olan öğrencilerin %50.0 ı 8. sınıfa gitmektedir, sınıf düzeyi arttıkça saldırganlık düzeyinde artış görülmektedir (p< 0.05). Saldırganlık düzeyi yüksek olan öğrencilerin daha çok (% 73.3) savaş ve strateji oyunları oynadıkları tespit edilmiştir ( p<0.05). SONUÇ: Bu çalışmada erkek öğrencilerin çoğunluğunun bilgisayarda savaş ve strateji oyunlarını oynadıkları ve öğrencilerin yaşları arttıkça saldırganlık düzeylerinin arttığı belirlenmiştir. Bu sonuçlar doğrultusunda ailelere; şiddet, şiddet davranışları ve bilgisayar oyunlarının çocuğa yönelik etkileriyle ilgili disiplinlerarası işbirliği yapılarak eğitimler verilmesi önerilmektedir. Anahtar Kelimeler: Bilgisayar oyunu, çocuk, hemşirelik, saldırganlık davranışı, şiddet OP027 - "DUYGUSAL ŞİDDET; DAMGALAMA" EPİLEPSİ HASTALIĞI OLAN ÇOCUKLARIN VE EBEVEYNLERİNİN DAMGALANMA ALGILARI Semra KÖSE*,Ayda ÇELEBİOĞLU* *Atatürk Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi, ERZURUM Amaç: Araştırma, epilepsi hastalığına sahip çocuk ve ebeveynlerinin damgalanma algılarının belirlenmesi amacıyla yapılmıştır. Materyal ve Metot: Metodolojik ve tanımlayıcı olarak yapılan araştırma Nisan 2015-Ocak 2016 tarihleri arasında Erzurum il merkezinde bulunan bir üniversite hastanesinde yürütülmüştür. Araştırmanın evrenini, belirtilen hastanenin Çocuk Nöroloji Kliniği ve Polikliniği'ne kayıtlı olan ve düzenli kontrole gelen epilepsi tanısı alan çocuklar ve ebeveynleri oluşturmuştur. Araştırmada örneklem yöntemine gidilmeden belirtilen tarihlerde kontrole gelen, araştırma kriterlerine uyan toplam 85 çocuk ve ebeveyni çalışmaya dahil edilmiştir. Verilerin toplanmasında; "Çocuk Tanıtım Formu", "Çocuk Algıları Ölçeği" (ÇAÖ), "Ebeveyn Damgalanma Ölçeği" (EDÖ) kullanılmıştır. Verilerin analizinde yüzdelik, aritmetik ortalama, Mann Whitney U Testi, Kruskal Wallis Testi, ANOVA Testi, kikare testi, bağımsız gruplarda t testi ve Cronbach alpha katsayı hesaplaması kullanılmıştır. Bulgular: Araştırma bulguları ÇAÖ ve EDÖ'nin orijinal ölçekle benzer yapıda olduğunu, geçerlik güvenirliğinin oldukça yüksek olduğunu, Türkiye de kullanılabileceğini göstermiştir. Elde edilen 72

73 verilerde; çalışma grubundaki çocukların %63.5'i 9-12 yaş, %36.5'i yaş grubundadır. Çocukların; okul başarı durumu, hastalığın ortaya çıkma yaşı, ilaç kullanma süresi, düzenli kontrollere gitme durumu, aile destek durumu, hastalığın günlük ihtiyaçlarını etkileme durumunun çocukların hastalığına ilişkin damgalanma algılarını etkilediği belirlenmiştir (p<0.05). Çocukların; okula gitme durumu, okul başarı durumu, nöbet sıklığı, en yakın nöbet geçirme zamanı, düzenli kontrollere gitme durumu, hastalık hakkında bilgi durumu, aile destek durumu, hastalığın günlük ihtiyaçlarını etkileme durumunun epilepsi hastalığına sahip çocuğu olan ebeveynlerin damgalanma algılarını etkilediği bulunmuştur (p<0.05). Sonuç: Araştırmada, epilepsi hastalığına sahip olan çocukların ve ebeveynlerinin damgalanma algılarının yüksek olduğu ve bazı değişkenlere göre damgalanma algılarının etkilendiği saptanmıştır. Anahtar Kelimeler: Çocuk, damgalanma algısı, ebeveyn, epilepsi OP028 - ÜNİVERSİTE ÖĞRENCİLERİNİN KADINA İLİŞKİN NAMUS ANLAYIŞI İLE İLGİLİ TUTUMLARININ BELİRLENMESİ Evşen NAZİK 1, Sunay FIRAT 2, Hicran KAPLAN 3, Aylin AYCİL 3, Seda KARAÇAY YIKAR 4 1 Doç. Dr., Çukurova Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Hemşirelik Bölümü, Doğum ve Kadın Hastalıkları Hemşireliği ABD 2 Yrd. Doç.Dr., Çukurova Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Hemşirelik Bölümü, Psikiyatri Hemşireliği ABD 3 Çukurova Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü Hemşirelik ABD Yüksek Lisans Öğrencisi 4 Arş. Görv., Çukurova Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Hemşirelik Bölümü, Doğum ve Kadın Hastalıkları Hemşireliği ABD Amaç: Namus, bir toplum içinde ahlak kurallarına ve toplumsal değerlere bağlılık, iffet, dürüstlük ve doğruluk olarak tanımlanmaktadır. Namus kavramın algılanması ve yorumlanması kültürden kültüre ve aynı kültür içinde farklılıklar göstermektedir. Bu algılama farklılıkları birçok ülkede ortaya çıkmakla birlikte ataerkil toplumlarda daha da belirgin bir şekilde kendini göstermektedir. Namus kavramı çoğu zaman kadınların yaşamlarını olumsuz etkilemekte ve zaman zaman hayatlarını kaybetmelerine neden olmaktadır. Bu çalışma, üniversite öğrencilerinin kadına ilişkin namus anlayışı ile ilgili tutumlarını belirlemek amacıyla yapılmıştır. Gereç ve Yöntem: Tanımlayıcı kesitsel nitelikteki çalışma, Mart-Nisan 2016 tarihleri arasında yapılmıştır. Araştırmanın evrenini, Çukurova Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Hemşirelik Bölümünde öğrenim gören 1400 öğrenci, örneklemini ise çalışmaya katılmayı kabul eden 863öğrenci oluşturmuştur. Verilerin toplanmasında; Kişisel Bilgi Formu, ve Kadına İlişkin Namus Anlayışı Tutum Ölçeği (KİNATÖ) kullanılmıştır. Verilerin analizinde SPSS 16.0 istatistik paket programı kullanılmıştır. Verilerin değerlendirilmesinde; yüzdelik dağılımlar, t testi, ANOVA kullanılmıştır. Bulgular: Çalışmada öğrencilerin %66.3 ünün kadın, % 33.7 sinin erkek olduğu, yaş ortalamasının 20.86±2.46 olduğu belirlenmiştir. Öğrencilerin KİNATÖ den aldıkları toplam puan ortalamasının 94.20±18.62, Genel Namus Anlayışı alt boyutu puan ortalamasının 34.08±8.60, Cinsiyetler Arası Eşitlikçi Yaklaşım alt boyutunun 46.22±7.80, Evlilik Öncesi Cinsellik/Namus Anlayışı alt boyutunun 13.88±5.70 olduğu saptanmıştır. Öğrencilerin tutumlarını etkileyen faktörlerin cinsiyet, kardeş cinsiyeti, bulundukları sınıf, anne ve babalarının eğitim düzeyleri, annenin çalışma durumu olduğu saptanmıştır (p<0.005). Sonuç: Bu sonuçlar, öğrencilerin ölçeğin geneli ile geleneksel namus anlayışı ve cinsiyetler arası eşitlikçi yaklaşım alt boyutlarına yönelik eşitlikçi bir tutuma sahip olduklarını, ölçeğin evlilik öncesi cinsellik/namus anlayışı alt boyutuna ilişkin geleneksel tutuma sahip olduklarını göstermektedir. Anahtar kelimeler: Namus, kadın, hemşirelik. OP029 - HEMŞİRELİK ÖĞRENCİLERİNİN NAMUS VE TÖRE CİNAYETLERİNE İLİŞKİN GÖRÜŞLERİNİN İNCELENMESİ Şenay Ünsal Atan*, Nimet Canöz**, Başak Akşit**, İlke Dönmez**, Lütfi Yürekli**, Rıdvan Barçın** * Doç.Dr., Ege Üniversitesi Hemşirelik Fakültesi, senay.unsal.atan@gmail.com 73

74 ** Öğrenci Hemşire, Ege Üniversitesi Hemşirelik Fakültesi Amaç: Araştırma, hemşirelik öğrencilerinin namus ve töre cinayetlerine ilişkin görüşlerinin incelenmesi amacı ile yapılmıştır. Gereç ve Yöntem: Tanımlayıcı tipte planlanmış araştırmanın evrenini, Ege Üniversitesi Hemşirelik Fakültesi nde okuyan 1640 öğrenci oluşturmuştur. Araştırmanın örnekleminin belirlenmesinde, örnekleme tekniği kullanılmamış, tarihleri arasında ulaşılabilen, araştırmaya katılmaya gönüllü 379 öğrenci örnekleme alınmıştır. Araştırmada veriler literatür doğrultusunda hazırlanmış 25 maddeden oluşan anket formu ile, yüz-yüze görüşme tekniği ile toplanmıştır. Bulgular: Araştırmada, öğrencilerin %78.1 inin kız olduğu, %69.9 unun Anadolu Lisesi mezunu olduğu, %44.1 inin en uzun süre Ege Bölgesi nde, %15.8 inin Marmara Bölgesi nde yaşadığı bulunmuştur. Namus nedir? sorusuna öğrencilerin %50.1 i ahlaki kurallar, %7.7 si bireyin kendini koruması, %5.8 i cinsellik değildir yanıtlarını vermiştir. Namussuzluk ne demektir? sorusuna öğrencilerin %67 si ahlaki kurallara uygunsuzluk, %10.8 i kişinin değerleri ihlal etmesi yanıtını vermişlerdir. Töre nedir? sorusuna öğrencilerin %71.1 i atalarımızın koyduğu kurallar, %26.4 ü düğün, dernek, başlık parası, berdel, beşik kertmesi vb, %19 u dini kurallar, %18.2 si yaşam biçimimiz, %15.6 sı büyüğe/erkeğe saygı, %14.2 si kadına sahip çıkmak yanıtını vermiştir. Toplumun namus ve töre ile ilgili görevi nedir? sorusuna %46.4 ü kimsenin kimseyi rahatsız ve rencide etmemesi, %44.6 sı saygı ve sevgi içinde olmak, %%40.4 ü hoşgörülü olmak, %37.2 si bireyi korumak, bilgilendirmek, %27.4 ü toplumun kendini yenilemesi, %27.2 si görevi yoktur yanıtlarını vermiştir. Öğrencilerin %65.2 si namusu korumanın bireyin kendisinin sorumluluğu olduğunu, %1.6 sı (n=6) tanıdıklarından birinin töre ve namus nedeni ile cezalandırıldığını belirtmiştir. Öğrencilere töre cinayetlerinin simgesi haline gelen Güldünya Tören in hikayesi verilmiş ve bu hikaye üzerinden 4 soru sorulmuştur. G.T. suçlu mu? sorusuna %99.7 si hayır demiştir, hayır yanıtını verenlerin %61.5 i G.T. mağdur, %31.9 u tecavüz kadının suçu değil açıklamasını yapmıştır. G.T nin öldürülmesini nasıl yorumluyorsunuz? sorusuna %17.7 si acımasızlık, %13.7 si adaletsizlik, %14.2 si töre kurbanı, %12.9 u saçmalık yanıtlarını vermiştir. G.T. sizin yakınınız olsa nasıl davranırdınız? sorusuna %48.5 i destek olurdum, %32.2 i korurdum, %4.5 i yardımcı kurum ve kuruluşlara ulaşırdım yanıtlarını vermiştir. G.T. sizin yakınınız olsa kime danışırdınız? sorusuna %37.5 i polise, %13.5 i aile büyüklerine, %13.5 i kimseye söylemezdim yanıtlarını vermiştir. Öğrencilerin %82.1 i töre ve namus cinayetlerinin önlenebilmesi için eğitim yapılmasını, %5.5 i suçluların cezalandırılmasını, %4 ü insani değerlerin ön planda olmasını, %1.6 sı da sosyal kurumların çoğalmasını önermiştir. Sonuç: Araştırmada, hemşire öğrencilerin töre ve namus kavramları ile ilgili farkındalıklarının yüksek olduğu, büyük çoğunluluğunun töre ve namus cinayetlerinin önlenebilmesi için eğitim yapılmasını önerdiği bulunmuştur. Anahtar Kelimeler: Töre, namus, kadın cinayetleri OP030 - ERKEN YAŞ ÇOCUK EVLİLİKLERİNİN KIZ ÇOCUKLARI ÜZERİNDEKİ OLUMSUZ ETKİLERİ Yiğit İLTAŞ, Arş. Gör.,* Yasemin İLTAŞ, Arş. Gör. Dr.** *Çukurova Üniversitesi Hukuk Fakültesi, Ceza ve Ceza Muhakemesi Hukuku Anabilim Dalı, Adana **Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı, Adana Türk Ceza Hukukunda, Türkiye nin de taraf olduğu Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi ile paralel olarak, on sekiz yaşın altındaki her birey çocuk olarak kabul edilmiştir. Bu çocukların yapmış oldukları evlilikler ise erken yaş çocuk evliliği olarak adlandırılmakla birlikte pek çok ülke iç hukukunda bu evlilikleri yasaklamıştır. Bu evlilikler tüm dünyanın olduğu gibi Türkiye nin de önlenmesi gereken sosyal problemidir. Ülkemizde yapılan her 4 evlilikten birinin, bazı bölgelerde ise her 3 evlilikten birinin çocuk evliliği olduğu bilinmektedir. Bu evliliklerin gerçekleştirilmesinde toplumdaki gelenekler, çocuğun yetiştiği ailenin-ülkenin ekonomik ve sosyal gelişmişlik düzeyi, çocuğun ve ailesinin eğitimi gibi nedenlerin rol oynadığı bilinmektedir. Türk Hukukunda erken yaş çocuk evlilikleri hukuki yaptırımlarla yasaklanmış olsa da Türk Medeni Kanununun 124. Maddesinde düzenlenen erkek ve kadın 17 yaşını doldurmadıkça evlenemez ya da hakim olağanüstü durumlarda ve pek önemli bir sebeple on altı 74

75 yaşını doldurmuş erkek veya kadının evlenmesine izin verebilir hükmü ile çocuk evliliklere olanak tanınmıştır. Aynı hukuk düzeninde birbiriyle çelişen hükümlerin varlığı bu evliliklerin önlenmesinde hukuk kurallarının etkinliğini azaltmaktadır. On sekiz yaşın altındaki her çocuk bu evliliklerin mağduru olabilse de, bu evliliklerin olumsuz etkilerinin çoğunlukla kız çocukları üzerinde görülmesinden dolayı bu konuda yapılan çalışmalar ağırlıklı olarak kız çocuklarına yöneliktir. Bu çalışmada bu evliliklerin nedenleri, küçük yaştaki kız çocuklarının beden ve ruh sağlığı üzerindeki olumsuz etkileri, erken yaş çocuk evliliklerin önlenmesi hususunda hekimlerin ve diğer sağlık çalışanlarının sorumlulukları ve olması gereken yasal düzenlemeler hakkında detaylı bilgi verilecektir. Bu çalışma ile yeterli olgunluğa erişemeden evlendirilen çocukların özellikle de (0-15 yaş aralığındaki çocukların) aslında Türk Ceza Kanunda düzenlenen cinsel istismar suçunun mağduru oldukları hakkında toplumsal farkındalık yaratmak ve çocukları bu suçun mağduru haline getirenlerin cezalandırılmasının ve sağlık çalışanlarının bu suçla mücadelede etkin rol oynamasının gerekli olduğunu vurgulamak amaçlanmıştır. Anahtar Kelimeler: Erken Yaş Çocuk Evlilikleri, Çocuk Gelinler, Çocuk İstismarı OP031 - İSTİSMAR VE İHMALİN ÇOCUKLAR ÜZERİNDEKİFİZİKSEL VE PSİKOLOJİK ETKİLERİNİNİNCELENMESİ Öğr. Gör. Meltem Özcan, Erzincan Üniversitesi Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksekokulu, Sağlık Bakım Hizmetleri Bölümü, Erzincan Prof. Dr. Ayda Çelebioğlu, Atatürk Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği Anabilim Dalı, Erzurum Amaç: Bu çalışma çocukların istismar ve ihmalle karşılaşma durumları ve etkileyen faktörler ile istismar ve ihmalin çocuklar üzerindeki fiziksel, psikolojik etkilerini incelemek amacıyla tanımlayıcı olarak yapılmıştır. Gereç ve Yöntem: Araştırma, Eylül 2008-Ağustos 2010 tarihleri arasında, Erzincan ilinde bulunan 3 ilköğretim okulunun ve 8. sınıfında okuyan öğrencileri ile yürütülmüştür. Veriler, Soru Formu, Çocuk İstismarı ve İhmali Tanılama Anketi Tarama Formu ve Kısa Semptom Envanteri ile toplanmıştır. Verilerin değerlendirilmesinde; yüzdelik dağılımlar, ortalamalar, ki kare, t testi ve Cronbach Alfa katsayı hesaplaması kullanılmıştır. Bulgular: Araştırmada çocukların % 92.3 ünün istismar ve ihmale maruz kaldığı belirlenmiştir. Bu çocukların %67.8 oranında duygusal istismar, %42.1 oranında fiziksel istismar, %39.1 oranında ekonomik istismar ve %97.0 oranında ihmalle karşılaştığı saptanmıştır. Çocuğun cinsiyeti ve yaşı ile kardeş sayısı, okul dışında çalışma durumu, anne eğitim düzeyi, anne-baba çalışma durumu ve annebaba evlilik durumunun istismar ve ihmal üzerinde etkili olmadığı belirlenmiştir. Baba eğitim durumu, aile gelir düzeyi ve aile yapısının istismar ve ihmal üzerinde etkili faktörler olduğu saptanmıştır. İstismar ve ihmalin çocukların son dönemlerde yaşadıkları fiziksel belirtiler üzerinde etkili olmadığı (p>0.05), ancak istismara ve ihmale maruz kalan çocuklarda daha yüksek oranda psikolojik belirti gözlendiği ve gruplar arasındaki farkın önemli olduğu saptanmıştır (p<0.05). Sonuç: Bu araştırma sonuçları doğrultusunda, bazı ailesel özelliklerin istismar ve ihmal davranışlarını tetikleyebileceği ve özellikle psikolojik belirti gösteren çocuklarda istismar ve ihmal olasılığının göz ardı edilmemesi gerektiği önerilebilir. İhmal ve istismar vakalarıyla karşılaşan hemşirelerin bu konulara yönelik toplumda farkındalık oluşturmaları sağlanabilir. Anahtar kelimeler: İstismar, İhmal, Çocuk, Hemşire. OP032 - KADINLARIN GÖZÜNDEN ÇOCUKLARDA CİNSEL İSTİSMARIN ÖNLENMESİNDEAİLE, OKUL, SAĞLIK PERSONELİ VE DEVLETE DÜŞEN SORUMLULUKLAR *Ayşe ŞENER TAPLAK, *Sevinç POLAT, **Esma AKCAN *Bozok Üniversitesi Sağlık Yüksekokulu, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği Anabilim Dalı, Yozgat 75

76 **Melikşah Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği Anabilim Dalı, Kayseri Amaç: Bu çalışma İç Anadolu da bir kent merkezinde bir grup kadının gözünden çocuk istismarının önlenmesine ilişkin farklı kurumların sorumluluklarını belirlemek amacı ile kalitatif olarak yapıldı. Yöntem:Araştırma, bir aile sağlığı merkezine başvuran 8 kadın ile gerçekleştirildi. Veriler tanıtıcı bilgi formu ve yarı yapılandırılmış soru formuyla toplandı. Araştırma ve ses kaydı hakkında bilgi verilerek katılımcıların sözlü onamları alındı. Veriler içerik analizi yöntemiyle çözümlendi. Bulgular: Çalışmaya katılan kadınların yaşlarının arasında olduğu, 6 sının üniversite mezunu ve tamamının çocuk sahibi olduğu belirlendi.çocuk istismarının önlenmesinde aileye düşen sorumlulukları kadınlar, Ailelerin konuya ilişkin bilgi sahibi olması, çocuklarla etkili iletişim kurması ve istismar konusunda çocuğun anlayacağı ifadelerle bilgilendirmeyapması,güvenliçevre oluşturması, konuya duyarsız kalınmaması olarak ifade etti. Kadınlar konuya ilişkin okulun rolünü Öğretmenleri güvenli kılmak, istismar bulguları konusunda aileyi eğitmek, her çocuğa eşit ilgi göstermek, istismarın açıklanmasını sağlamak, çocuğun durumunu gözlemlemek, çocukla ilgili sıkıntılı durumları geç olmadan aile ile paylaşmak olarak belirtti. Kadınların sağlık personelinin sorumluluklarına ilişkin görüşleri Şüpheli bir durumda detayların hafife alınmaması, derhal polise haber verilmesi, çocuğa ve aileye psikolojik destek sağlanması ve eğitim verilmesi olarak belirlendi.kadınlardan 3 ü devletin konuya ilişkin sorumluluklarını İstismarı yapan veya buna ses çıkarmayan kişilere caydırıcı ceza verilmesi, istismar tespit edildiğinde devletin denetiminde olup olmadığı fark etmeksizin kurumların kapatılması şeklinde belirtti.kadınlardan 3 ü Suçlu idam edilsin derken, 2 si Devlet en ağır cezayı versin kısasa, kısas olmalı dedi. Sonuç: Çalışma bulguları doğrultusunda;multi-disipliner ekip yaklaşımıyla, sivil toplum kuruluşlarınında desteği alınarak ülke genelinde bu konuda eğitim çalışmaları başlatılması;okul, sağlık personeli ve Aile Sosyal Politikalar Bakanlığı İl Müdürlükleri teşkilatlarıyla oluşturulacak acil eylem planının uygulamaya geçirilmesi önerilmektedir. Anahtar Kelimeler: Kadın, Çocuk, Cinsel istismar, Multi-disipliner ekip, Sorumluluklar OP033 - BOŞANMADA ÇOCUKLARIN BAŞARISI VE GELİŞİMİNE NELER OLUYOR? Hacer Çetin T.C. Mersin Üniversitesi Sağlık Y.O.Hemşirelik Böl. Çocuk Sağ. ve Hast. Hemş. A.D Giriş: Çocukların aile içinde büyümesi sağlıklı gelişme için önemlidir. Ailenin parçalanmasına neden olan boşanmalar çocukların gelişmelerini olumsuz etkileyebilmektedir. Çocuk ana- babanın anlaşamamasını, birbirlerine şiddet uygulamalarını anlayamamaktadırlar. Bu duruma onların gelişimlerini, başarılarını, olumsuz etkileyebilmekte bazı regresif davranışlara, neden olabilmektedir. Boşanma öncesi ve sonrası süreçte çocukların durumu, çoğu zaman ele alınamadan, ayrıntıları incelenmeden genellemelerle sonuçlara varılabilmektedir. Çocuklarla ilgilenen profesyonellerden çocuk sağlığı hemşireleri çocukları etkileyen psikolojik sonuçları olan boşanma sürecindeki çocukları ayrıntılı değerlendirmeli yardım alması için gerekli değerlendirmeleri yapabilmelidir. Amaç: Boşanma sürecindeki çocukların yaşadıkları başarı ve gelişimsel sorunları irdelemektir. Gereç ve Yöntem: Bu araştırmada yılları arasında boşanma süreci yaşayan ailelerin izlenmesi. Çocuklarında ortaya çıkan başarı ve gelişimsel sorunların ele alınması için gözlem ve yönlendirme girişimleri bir çocuk hemşiresinin bir, üç ve altı ay aralıklı sürelerle izlemesi ve gerekli yönlendirmeleri çocuğun bakımından sorumlu ebeveyn, çocukla paylaşım ve yardım yaklaşımlarını içermiştir. Boşanma süreci yaşayan üç ailede yaşayan sekiz çocuklardan sorumlu ebeveynle düzenli görüşmeler yapılmıştır. Bulgular: Boşanma sürecinde çocukların başarıları; anne- babanın yaşadıkları süreçte karasızlıkları, yaşamsal belirsizlikleri, kaygıları, birbirleriyle iletişim bozuklukları, yaşadıkları şiddet ortamı ve çocukların bakımı konusunda belirsizliklerden etkilendiği gözlemlenmiştir. Çalışkan olarak değerlendirilen çocukların kitap okumayı bıraktıkları, derslere ilgisinin azaldığı, sürekli kaygı duyduğu fark edilmiştir. Sonuçta başarıları düşmüştür. Çalışkanlar daha az başarılı öğrenciler arasında yer almıştır. 0-5 yaş grubundaki çocukların başlangıçta düzenli, seyreden gelişim sürecinde, gerilemeler 76

77 olmuştur. Bu durumdaki çocukların ebeveynleriyle görüşülüp çocuklar ve kendilerine yardım almaları konusunda yardım edilmiştir. Çocuklarla, kendilerini anlatmaları için uygun güvenli ve cesaret verici ortamlar oluşturulmuştur. Sonuç: Çocukların aileleri aldıkları profesyonel yardımla sorunların üstesinden gelmekte başarılı olduklarını belirtmişler, bu durum gözlenmiştir. Sonuçta çocukların aileleri,boşanma sürecinde sıkıntılar yaşadıklarını destek almaya gereksinim duyduklarını belirmişlerdir. Aldıkları yardımlar sayesinde çocukların yaşadıkları sorunlardan daha az etkilendiğini, yardım almasalardı belki sorunların çözümünün daha güç olabileceği konusunda görüş belirtmişlerdir. Çocuk-ailelerle ilgilenen çocuk hemşirelerinin, profesyonellerin çocukların başarı ve gelişimler konusunda ortak çabalarına gereksinim vardır. Anahtar Kelimeler: Aile boşanma süreci, çocukların gelişimi, çocuk hemşiresi, profesyonel yardım. OP034 - ÜNİVERSİTE ÖĞRENCİLERİNİN İNTİHAR OLASILIKLARININ BELİRLENMESİ Sunay FIRAT 1, Evşen NAZİK 2, Tuğçe SALDIRIN 3, Merve AVCI 3, Sevi ÜNAL 3 1 Yrd. Doç. Dr. Çukurova Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Hemşirelik Bölümü, Psikiyatri Hemşireliği ABD 2 Doç. Dr. Çukurova Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Hemşirelik Bölümü, Doğum ve Kadın Hastalıkları Hemşireliği ABD 3 Çukurova Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü Hemşirelik ABD Yüksek Lisans Öğrencisi Amaç: İntihar, bir kimsenin toplumsal ve ruhsal nedenlerin etkisiyle kendi yaşamına son vermesi ve yaşamını tehlikeye düşürecek aşırı davranış ya da eylemde bulunmasıdır. İntihar, psikolojik, sosyolojik, ekonomik ve kültürel gibi pek çok faktörün etkisi sonucunda gerçekleşen çok değişkenli bir olaydır. İntihar ile ilgili düşünceler ve intihar girişimleri, kişinin travmatik bir olay ile karşılaştığında ve bu olay ile baş edemediği durumlarda gerçekleşmektedir. Son yıllarda intihar girişimi ve ölümle sonuçlanan intihar oranlarında artış görülmektedir. Bu çalışma üniversite öğrencilerinin intihar olasılığının belirlenmesi amacı ile yapılmıştır. Gereç ve Yöntem: Tanımlayıcı kesitsel nitelikteki çalışma, Mart-Nisan 2016 tarihleri arasında yapılmıştır. Araştırmanın evrenini, Çukurova Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Hemşirelik Bölümünde öğrenim gören 1400 öğrenci, örneklemini ise çalışmaya katılmayı kabul eden 854 öğrenci oluşturmuştur. Verilerin toplanmasında; Kişisel Bilgi Formu ve İntihar Olasılığı Ölçeği ( İOÖ) kullanılmıştır. Verilerin analizinde SPSS 22.0 istatistik paket programı kullanılmıştır. Verilerin değerlendirilmesinde; yüzdelik dağılımlar, t testi ve ANOVA kullanılmıştır. Bulgular: Çalışmada öğrencilerin %69,3 ünün kadın, % 30,7 sinin erkek olduğu, yaş ortalamasının 21,28±2.05 olduğu belirlenmiştir. Öğrencilerin İOÖ den aldıkları toplam puan ortalamasının 71,46±11,49, Umutsuzluk alt boyutu puan ortalamasının 25,15±4,74, Olumsuz Kendilik Algısı alt boyutunun 18,59±3,64, Düşmanlık alt boyutunun 12,46±3,32, İntihar düşüncesi alt boyutunun ise 15,26±4,26 puan olduğu saptanmıştır. Öğrencilerin intihar olasılıklarını etkileyen faktörlerin yaş, yaşanılan yer (il, ilçe, köy) ve cinsiyet olduğu saptanmıştır (p 0.05). Anahtar Kelimeler: İntihar olasılığı, üniversite öğrencisi, hemşirelik, OP035 - LİSE ÖĞRENCİLERİ ARASINDA SİGARA, ALKOL VE MADDE KULLANIM SIKLIĞI: NEVŞEHİR ÖRNEĞİ Ayşegül Özcan 1, Gülhan Küçük 2, Kamuran Özdil 3, Şenay Şermet Kaya 4 Nevşehir Hacı Bektaş Veli Üniversitesi / Semra ve Vefa Küçük Sağlık Yüksek Okulu Hemşirelik Ana Bilim Dalı, Nevşehir. Giriş / Amaç: Ergenlik, hızlı biyolojik olgunlaşma ile birlikte psikososyal değişikliklerin ortaya çıktığı ve gelişimsel kriz yaşanma potansiyelinin olduğu bir dönemdir. Ergenler, kimlik kazanma, yenilik arama ve farklı yaşantıları deneme konusundaki merakları madde kullanmaya başlama açısından önemli bir risk grubunu oluşturur. Bu nedenle araştırma, Nevşehir ilindeki lise öğrencilerinin sigara, alkol ve madde kullanım sıklığını saptamak amacıyla yapılmıştır. 77

78 Yöntem: Tanımlayıcı tipteki Araştırma Eylül Ocak 2016 tarihleri arasında yürütülmüştür. Araştırmanın evrenini; Nevşehir il merkezindeki tüm liselerdeki (14 lise) öğrenim gören 8773 öğrenci oluşturmaktadır. Örnekleme alfa=0.05, d=+0.03 sapma ve p=0.40 değerleri kullanılarak örnekleme 1012 öğrenci hesaplandı. Örneklem grubunda olası kayıplar göz önünde bulundurularak örneklem büyüklüğü 2024 olarak kabul edilmiştir. Örneklem seçiminde, her lise bir tabaka olarak alınmış, tabaka ağırlığına göre her liseden örnekleme girecek öğrenciler ise sınıf listeleri dikkate alınarak sistematik rastgele sayılar tablosu yardımı ile belirlenmiştir. Verilerin toplanmasında demografik bilgiler ve sigara alkol ve madde kullanımına ilişkin soruların yer aldığı soru formu kullanılmıştır. Araştırmada Milli Eğitim müdürlüğünden resmi izin alınmıştır. Bulgular: Araştırmaya katılan öğrencilerin yaş ortalaması ±16 olup, % 57.9 u kadın ve % 42.1 i erkektir. Öğrencilerin ebeveynlerinin öğrenim düzeyine bakıldığında, annelerin %53.4 ü ilkokul mezunu iken % 4.6 sı üniversite, babaların %36.8 i ilkokul mezunu iken % 11.3 ünün üniversite mezunu olduğu görülmektedir. Öğrencilerin %13.3 ü sigara, %12.6 sı alkol ve %11.1 i madde kullandığını ifade etmiştir. Öğrenciler, anne-babalarının %48.9 unun sigara, %6.7 sinin alkol, %4.6 sının madde kullandığını ifade etmiştir. Bununla birlikte ailelerinin %33.8 inin zararlı madde kullanmadıklarını belirtmişlerdir. Sigara içenlerin % 41.6 sı arkadaş çevresi, alkol kullananların % 46.4 ü eğlence amacı ve madde kullananlarının ise %47.6 merak nedeniyle kullandığını belirtmiştir. Öğrencilerin %73.4 ü madde kullanımı kontrol edilebilir olduğunu ifade etmiştir. Sonuç: Çalışma kapsamında alınan öğrencilerin sigara, alkol ve madde kullanımı oranları incelendiğinde ergen sağlığı açısından riskli olduğunu görülmektedir. Riskli bir grup olan ergenlerin korunması için aile, okul ve sağlık çalışanlarının iş birliği ile çözüm odaklı çalışmaların yapılması önerilmektedir. Anahtar Kelimeler: Nevşehir, Sigara, Alkol, Madde Kullanımı, Sıklık OP036 - HEMŞİRELERİN ÇATIŞMA VE ŞİDDETE İLİŞKİN FARKINDALIK DÜZEYLERİNİN BELİRLENMESİ 1 Doç. Dr. Sevban Arslan 2 Öğr. Gör. Seçil Taylan 2 Dr. Ebru Gözüyeşil 3 Öğr. Gör. Gülden Küçükakça 4 Bil. Uzm. Yasemin Akıl 4 Hemşire Sema İnce 1 Çukurova Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi 2 Çukurova Üniversitesi Sağlık Hizmetleri MYO 3 Hacı Bektaşi Veli Üniversitesi Sağlık Yüksekokulu 4 Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Balcalı Hastanesi Amaç: Bu çalışma bir üniversite hastanesinde çalışan hemşirelerin çatışma ve şiddete ilişkin farkındalık düzeylerinin belirlenmesi amacıyla yapılmıştır. Yöntem: Tanımlayıcı araştırmanın evrenini bir üniversite hastanesinde çalışan 820 hemşire oluşturmuştur. Araştırmaya katılmayı kabul eden 376 hemşire örneklem kapsamına alınmıştır. Verilerin toplanmasında hemşirelerin tanıtıcı özelliklerini içeren ve 11 sorudan (yaş, cinsiyet, medeni durum, çocuk sayısı, eğitim düzeyi, çalışılan servis, çalışma statüsü, meslekte çalışma yılı, çalışma saatleri, son bir yıl içinde fiziksel şiddet görme durumu ve psikolojik şiddet görme durumu) oluşan Kişisel Bilgi Formu ve hemşirelerin çatışma ve şiddete ilişkin farkındalıklarını değerlendiren Çatışma ve Şiddete İlişkin Farkındalık Ölçeği kullanılmıştır. Ohio Eğitim Komisyonu tarafından bir form olarak geliştirilen ve Sargın tarafından geçerlik güvenirlik çalışması yapılan Çatışma ve Şiddete İlişkin Farkındalık Ölçeği 27 kategorik belirtiler maddesi içeren beşli derecelendirilmeli likert tipi bir ölçektir. Ölçekteki maddelerin toplamından elde edilen puanın yüksekliği, bireyin çatışma ve şiddete ilişkin yüksek derecede farkındalığı olduğunu göstermektedir. Araştırma başlamadan önce ilgili kurumdan etik kurul onayı ve resmi izin alınmıştır. Verilerin değerlendirilmesi SPSS 16.0 programında yapılmıştır. Elde edilen verilerin değerlendirilmesinde; yüzdelik dağılımlar, Mann Whitney U testi ve Kruskal Wallis testi kullanılmıştır. Sonuçlar %95 güven aralığında, p<0.05 anlamlılık düzeyinde değerlendirilmiştir. Bulgular: Hemşirelerin yaş ortalamasının 30.61±8.53 olduğu, % 90.4 ünün kadın, %51.1 inin evli, %55.9'unun lisans mezunu olduğu belirlenmiştir. Hemşirelerin %30.6 sının yoğun bakımda çalıştığı, %83.2 sinin servis hemşiresi olduğu, %45.7 sinin 1-5 yıldır çalıştığı, %64.9 unun nöbet tuttuğu, 78

79 %92.3 ünün fiziksel şiddet yaşamadığı ve %63.8 inin psikolojik şiddet yaşadığı belirlenmiştir. Çatışma ve şiddete ilişkin farkındalık puan ortalamasının 95.71±18.03 olduğu, hemşirelerin eğitim durumu, çalıştıkları servis ve çalışma sürelerine göre çatışma ve şiddete ilişkin farkındalık puan ortalamaları arasında istatistiksel olarak anlamlı ilişki saptanmıştır (p<0.005). Sonuç: Çatışmaların yapıcı yöntemlerle çözümlenmesi ve şiddetin önlenmesi için sağlık çalışanlarında çatışma ve şiddete ilişkin farkındalık düzeylerinin belirlenmesi gereklidir. Çalışma sonucunda, araştırma kapsamındaki hemşirelerin çatışma ve şiddete ilişkin farkındalık düzeylerinin yüksek olduğu saptanmıştır. Anahtar Kelimeler: Şiddet; farkındalık; hemşire OP037 - BİR HALK EĞİTİM MERKEZİNE KAYITLI KADIN KURSİYERLERİN RAHİM AĞZI KANSERİ VE PAP-SMEAR TESTİNE İLİŞKİN SAĞLIK İNANÇ VE UYGULAMALARI VE EĞİTİMİN ETKİNLİĞİ Zeliha Koç*, Serap Topatan*, Emel Kurtoğlu**, Tuğba Çınar***, Asuman Şener****, Esra Danacı*****, Cansu Atmaca Palazoğlu***** *Doçent doktor, Ondokuz Mayıs Üniversitesi Samsun Sağlık Yüksekokulu, Samsun, Türkiye **Yardımcı Doçent, Ondokuz Mayıs Üniversitesi Samsun Sağlık Yüksekokulu, Samsun, Türkiye ***Araştırma Görevlisi, Ondokuz Mayıs Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Samsun, Türkiye ****Öğretim Görevlisi, Ondokuz Mayıs Üniversitesi Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksekokulu, Samsun, Türkiye *****Yüksek Lisans Öğrencisi, Ondokuz Mayıs Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Samsun, Türkiye AMAÇ: Bu çalışma bir halk eğitim merkezine kayıtlı kadın kursiyerlerin rahim ağzı kanseri ve Papsmear testine ilişkin sağlık inanç ve uygulamaları ile eğitimin etkinliğini değerlendirmek amacıyla yapılmıştır. GEREÇ VE YÖNTEM: tarihleri arasında Atakum Halk Eğitim Merkezi Müdürlüğü nde açılmış bulunan kurslara devam eden, araştırmaya katılmaya istekli 78 i çalışma ve 78 i kontrol olmak üzere toplam 156 kadın araştırma kapsamına alınmıştır. Veriler araştırmacılar tarafından literatür doğrultusunda geliştirilmiş olan kadınların sosyo-demografik özellikleri ile rahim ağzı kanseri ve Pap-smear testi hakkındaki bilgi ve uygulamalarını belirlemeye yönelik veri formu ile SF-36 Yaşam Kalitesi Ölçeği, Rahim Ağzı Kanseri ve Pap Smear Testi Sağlık İnanç Modeli Ölçeği ve Sağlıklı Yaşam Biçimi Davranışları Ölçeği II kullanılarak toplanmıştır. Çalışma ve kontrol grubu kadınlara eğitim öncesi veri toplama formu ve ölçekler uygulandıktan sonra, yalnızca çalışma grubu kadınlara rahim ağzı kanseri ve Pap-smear testi ile ilgili farkındalıklarını artırmak üzere 1 ay arayla 60 dakikalık 3 eğitim uygulanmıştır. 3. eğitimden 1 ay sonra veri toplama formu ve ölçekler hem çalışma hemde kontrol grubu kadınlara tekrar uygulanmış ve araştırma sonrasında etik kaygıyı ortadan kaldırmak için kontrol grubu kadınlara da eğitim verilmiştir. Verilerin değerlendirilmesinde yüzdelik hesaplaması, one-way ANOVA, student t testi ve Tukey testi kullanılmıştır. BULGULAR: Bu çalışmada kadınların %75.0 ının evli, %37.8 inin lise mezunu, %53.2 sinin ev hanımı olduğu belirlenmiş olup yaş ortalamaları 40.9±11.1 dir. Bu araştırmada çalışma grubu kadınların eğitim sonrası SF 36 Yaşam Kalitesi Ölçeği fiziksel fonksiyonellik, fiziksel rol sınırlamaları, ağrı, sosyal fonksiyonellik, mental rol sınırlamaları, ruh sağlığı, enerji/ zindelik ve genel sağlık algısı boyutu puan ortalamaları sırasıyla 78.3±18.9, 69.5±37.5, 75.3±21.1, 65.8±37.6, 67.1±13.5, 54.9±12.5, 66.5±22.8, 63.8±16.7 olarak belirlendi. Sağlıklı Yaşam Biçimi Davranışları Ölçeği II sağlık sorumluluğu, fiziksel aktivite, beslenme, manevi gelişim, kişilerarası ilişkiler, stres alt boyutları ve toplam puan ortalaması ise sırasıyla 22.8±5.0, 17.2±5.3, 22.6±4.3, 27.3±4.4, 26.0±4.1, 20.0±4.5, 136.2±22.4 olarak saptandı. Rahim ağzı kanseri ve Pap-smear testi Sağlık İnanç Modeli Ölçeği rahim ağzı kanseri duyarlılık, rahim ağzı kanseri önemseme/ciddiyet, Pap Smear yarar ve motivasyon, rahim ağzı kanseri sağlık motivasyonu ve Pap-smear engeller alt boyut puan ortalamaları ise sırasıyla 8.3±2.5, 26.4±5.2, 32.7±7.3, 10.4±2.9, 32.6±9.4 olarak belirlendi. Eğitim sonrası çalışma ve kontrol grubu kadınların SF- 36 Yaşam Kalitesi Ölçeği genel sağlık algısı alt boyutu (t=3.988, p=0,000); Sağlıklı Yaşam Biçimi Davranışları Ölçeği II, fiziksel aktivite (t=5.121, p=0.000) ve beslenme alt boyutu (t=3.359, p=0.001); 79

80 Rahim Ağzı Kanseri ve Pap-smear Sağlık İnanç Modeli Ölçeği, sağlık motivasyonu (t=3,817, p=0.000) alt boyut puan ortalamaları arasında istatistiksel olarak anlamlı fark belirlendi. SONUÇ: Eğitim sonrası kontrol grubu kadınlarla karşılaştırıldığında, çalışma grubu kadınların rahim ağzı kanserini önlemeye yönelik sağlık motivasyonlarının arttığı, genel sağlık algılarının yükseldiği, sağlıklı yaşam biçimi davranışlarından fiziksel aktivite ve beslenmeye ilişkin farkındalıklarının arttığı, çalışma grubu kadınların eğitim öncesi ve sonrası verileri karşılaştırıldığında ise Pap-smear testi ile ilgili engellerinin azaldığı belirlendi. 314S560 nolu bu proje TÜBİTAK tarafından desteklenmiştir. ANAHTAR KELİMELER: Rahim ağzı kanseri, Pap-smear testi, İnanç, Uygulama. Tablo 1 Çalışma Ve Kontrol Grubu Kadınların Eğitim Sonrası Ölçek Toplam ve Alt Boyut Puan Ortalamalarının Karşılaştırılması Ölçekler Alt boyutları Çalışma Grubu Kontrol Grubu Test Değeri (n=78) (n=78) SF 36 Yaşam Kalitesi Ölçeği Sağlıklı Yaşam Biçimi Davranışları Ölçeği II Rahim Ağzı Kanseri ve Papsmear Testi Sağlık İnanç Modeli Ölçeği Ort±SS Ort±SS t p Fiziksel fonksiyonellik 78.3± ± Fiziksel rol ± ±33.1 sınırlamaları Sosyal fonksiyonellik 75.3± ± Mental rol ± ±38.2 sınırlamaları Ruh sağlığı 67.1± ± Enerji /zindelik 54.9± ± Ağrı 66.5± ± Genel sağlık algısı 63.8± ± Sağlık sorumluluğu 22.8± ± Fiziksel aktivite 17.2± ± Beslenme 22.6± ± Manevi gelişim 27.3± ± Kişilerarası ilişkiler 26.0± ± Stres 20.0± ± Toplam 136.2± ± Rahim ağzı kanserine ± ±2.1 karşı duyarlılık Rahim ağzı kanserini ± ±5.2 önemseme Pap-Smear yarar ve ± ±3.6 motivasyon Sağlık motivasyonu 10.4± ± Pap-smear engeller 32.6± ± OP038 - ÇOCUKLARDA FİZİKSEL TESPİT UYGULAMASININ IV UYGULAMA AĞRISINA ETKİSİ Fatma YILMAZ KURT* Aynur AYTEKİN** Selma ATAY* * Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi, Sağlık Yüksekokulu, Hemşirelik Bölümü, Yrd.Doç.Dr. **Atatürk Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi, Hemşirelik Bölümü, Yrd.Doç.Dr. Amaç: Araştırma 6-12 yaş grubu çocuklarda IV uygulama sırasında uygulanan fiziksel tespit yönteminin ağrıya etkisini belirlemek amacıyla yapıldı. Gereç ve Yöntem: Araştırma, Çanakkale Kadın Doğum ve Çocuk Hastalıkları Hastanesi çocuk kan alma ünitesinde, 01 Ekim Nisan 2016 tarihleri arasında deney ve kontrol gruplu yarı deneme modeli şeklinde gerçekleştirildi. Evreni, çalışmanın yürütüldüğü tarihlerde kan alma ünitesine 80

81 başvuran, herhangi bir kronik hastalığı olmayan, görme ve nörolojik bozukluğu bulunmayan, daha önce hastanede yatarak tedavi altına alınmayan, sedatif, analjezik veya narkotik madde/ilaç kullanım öyküsü olmayan, araştırmaya katılmayı kabul eden ebeveynlerin 6-12 yaş grubu çocukları oluşturdu. Örneklem grubu seçimi yapılmadı. Çalışmaya dahil edilen çocuklar, iki gruba ayrıldı. Birinci gruba (n=31), IV (intravenöz) uygulama sırasında klinik rutin uygulamasına göre fiziksel tespit uygulandı. İkinci gruba (n=30) ise, IV uygulama sırasında fiziksel tespit yapılmadı. Veriler, araştırmacılar tarafından Soru Formu, Visual Analog Skala (VAS) ve Yüz İfadelerini Değerlendirme Ölçeği (YİDÖ) aracılığıyla yüzyüze görüşme yöntemi ile elde edildi. Veriler bilgisayar ortamında yüzdelik dağılım, ortalama, ki-kare testi ve bağımsız gruplarda t-testi ile değerlendirildi. Bulgular: Fiziksel tespit grubundaki çocukların yaş ortalamasının 8.32±2.07 ve %54.8 inin kız olduğu, fiziksel tespit uygulanmayan gruptaki çocukların yaş ortalamasının 8.37±1.77 ve %56.7 sinin erkek olduğu belirlendi. Fiziksel tespit grubundaki çocukların ağrı puan ortalamasının VAS a göre 5.90±3.22, YİDÖ ye göre 4.35±1.11 olduğu bulundu. Fiziksel tespit uygulanmayan gruptaki çocukların ağrı puan ortalamasının VAS a göre 2.43±2.02, YİDÖ ye göre 1.40±1.24 olduğu ve fiziksel tespit uygulanan ve uygulanmayan gruplar arasında VAS ve YİDÖ puan ortalamalarına göre istatistiksel olarak anlamlı fark olduğu saptandı (p<0.05). Sonuç: Araştırmada, çocuklara yapılan IV uygulamalarda fiziksel tespit uygulamasının çocukların ağrı düzeyini artırdığı bulunmuştur. Anahtar Kelimeler: Ağrı, çocuk, fiziksel tespit, IV girişim, hemşirelik. OP039 - KOAH TANILI HASTALARA VERİLEN SAĞLIK EĞİTİMİNİN GÜNLÜK OKSİJEN KONSANTRATÖRÜ KULLANIM SÜRELERİNE ETKİSİ 1 Uğur DOĞAN, 2 Nimet OVAYOLU 1 Kilis 7 Aralık Üniversitesi, Sağ.Hiz.MYO. 2 Gaziantep Üniversitesi, Sağ.Bil.Enstitüsü Amaç: Bu çalışmada KOAH tanılı hastalara verilen sağlık eğitiminin günlük oksijen konsantratörü kullanım sürelerine etkisinin incelenmesi amaçlanmıştır. Gereç ve Yöntem: Bu çalışma Kilis Devlet Hastanesi Göğüs Hastalıkları Klinik ve Polikliniği nde Temmuz-Kasım 2015 tarihleri arasında yürütülmüştür. Çalışmanın yapılabilmesi için etik kurul izni ile çalışmanın yapıldığı kurumdan ve hastalardan gerekli izinler alınmıştır. Hasta sayılarının belirlenmesi için power analizi yaptırılmıştır. Katılımcılar basit rastgele örnekleme yöntemiyle müdahale ve kontrol grubuna ayrıldıktan sonra, literatür doğrultusunda ve uzman görüşü alınarak hazırlanan veri formu yüz yüze görüşme yöntemiyle dolduruldu. Çalışmanın başlangıcında hastaların geliş anına ait bazı verileri (ph, PaO 2, PaCO 2, FEV 1 ve oksijen satürasyonu) kaydedildi. Müdahale grubundaki hastalara eğitim verildikten sonra araştırmacı tarafından hazırlanan eğitim kitapçığı verildi. Dört hafta arayla toplam üç kez telefonla aranılarak hastaların uyum problemleri düzeltilmeye çalışıldı. Son görüşmeden sonra her iki gruptaki hastaların veri formları tekrar doldurularak, yeni kinik özellikleriyle birlikte sonuçlar karşılaştırıldı. Verilerin değerlendirilmesinde student t testi, ki-kare, paired t testi ve mann whitney u testi ile frekans ve yüzde dağılımları kullanıldı. Çalışmanın sonunda kontrol grubuna da eğitim kitapçığı dağıtıldı. Bulgular: Hastaların %65,1 inin daha önceden sigara kullanım öyküsü bulunduğu, %95,5 inin OK kullanımı hakkında bilgi almadığı belirlendi. Eğitim öncesi ve sonrası klinik bulgular kıyaslandığında müdahale grubundaki hastaların günlük OK kullanım süreleri ile PaO 2, PaCO 2, FEV 1 ve oksijen satürasyonu değerlerinde anlamlı bir iyileşme görülürken (p<0,05), kontrol grubunda sadece PaO 2 değerinde bir iyileşme olduğu saptandı (p<0,05). Sonuç: Eğitim verilen gruptaki hastaların günlük OK kullanım sürelerinde ve klinik parametrelerinde anlamlı bir iyileşme görülmüştür. Bu doğrultuda hastalara verilecek eğitimlerin sürekliliğinin sağlanması ve hasta sonuçlarının yakından izlenmesi önerilebilir. Anahtar Kelimeler: Hemşirelik, KOAH, Oksijen Konsantratörü, Sağlık Eğitimi, Uzun Süreli Oksijen Tedavisi 81

82 OP040 - KRONİK KALP YETERSİZLİĞİ OLAN HASTALARIN İLACA UYUM, DİYETE UYUM VE BİREYSEL İZLEM HAKKINDAKİ İNANÇLARININ İNCELENMESİ Yrd. Doç. Dr. Nuray DAYAPOĞLU* Yrd. Doç. Dr. Esra Yıldız *Atatürk Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi, Hemşirelik Bölümü Amaç: Bu çalışma, kalp yetmezliği tanısı almış hastaların ilaca uyum, diyete uyum ve bireysel izlem hakkında inançlarının belirlenmesi amacıyla yapıldı. Materyal ve Metot: Tanımlayıcı nitelikte olan bu araştırma, bir hastanenin kardiyoloji polikliniğine başvuran 92 hasta (34 erkek, 58 kadın; ortalama yaş 62.10±12.37 yıl) ile yürütüldü. Veri toplama aracı olarak, sosyo-demografik bilgi formu ve kronik kalp yetersizliği (KKY) hastalarında İlaca Uyum Hakkındaki İnançlar Ölçeği (İUHİÖ), Diyete Uyum Hakkındaki İnançlar Ölçeği (DUHİÖ) ve Bireysel İzlem Hakkındaki İnançlar Ölçeği (BİHİÖ) kullanıldı. Verilerin analizi SPSS istatistik paket programında değerlendirildi. Bulgular: Araştırmaya katılan hastaların İUHİÖ nin ilaç yarar alt boyutu puan ortalaması 17.59±3.28, ilaç engel alt boyutu puan ortalaması 21.53±4.17 bulunurken, DUHİÖ nin diyet yarar alt boyutu puan ortalaması 25.33±4.17, diyet engel alt boyutu puan ortalaması 12.69±3.83 olarak bulundu. BİHİÖ bireysel yarar alt boyutu puan ortalaması 18.90±4.42, bireysel engel alt boyutu puan ortalaması 33.55±8.21 olduğu saptandı. Hastaların cinsiyeti ile DUHİÖ diyet yarar alt boyutu puan ortalamaları arasında ilişki olduğu (t: 2.28, p<.05) ancak eğitim durumları ile ölçek alt boyut puan ortalamaları arasındaki farkın istatistiksel olarak anlamsız olduğu saptandı (p>.05). BİHİÖ nin bireysel izlem engel alt boyut puanları ile İUHİÖ nin ilaca uyum hakkındaki engel alt boyutu puan ortalamaları (r:246, p<.05). ve DUHİÖ nin diyet engel alt boyutları arasında pozitif yönde ilişki saptandı (r:.527 p<.001). Aynı zamanda DUHİÖ nin diyet yarar alt boyutları ve BİHİÖ bireysel izlem yarar alt boyutu arasında pozitif yönde ilişki olduğu saptandı (r:.450 p<.001) Sonuç: Bu çalışma, kalp yetmezliği olan hastalarda kadın cinsiyetin diyete uyum da yarar algısının daha fazla olduğunu ortaya koymuştur. Ayrıca, bireysel izlem alt boyutun diyete uyumda etkili olduğu belirlenmiştir. Kalp yetmezliği hastalarının ilaç ve diyete uyumları ile bireysel izlemlerini değerlendiren daha fazla sayıda çalışmaya ihtiyaç vardır. Anahtar Kelimeler: Kronik kalp yetersizliği, ilaç uyum, diyet uyum, bireysel izlem OP041 - CERRAHİ HEMŞİRELERİNİN KATETER İLİŞKİLİ ÜRİNER SİSTEM ENFEKSİYONLARINI ÖNLEMELERİNE İLİŞKİN UYGULAMALARI: BİR GÖZLEM ÇALIŞMASI Sevilay ERDEN*, Sevban ARSLAN*, Derya GEZER**, Gülhan CÖMERT** *Ç.Ü.SBF, Cerrahi Hastalıkları Hemşireliği AD **Ç.Ü Tıp Fakültesi Balcalı Hastanesi, Genel Cerrahi Kliniği Giriş: Üriner Sistem Enfeksiyonları sağlık bakım ilişkili enfeksiyonlar arasında en sık rastlanan enfeksiyon olmakla birlikte, bu enfeksiyonların yaklaşık %60-80 i katetere bağlı olarak gelişmektedir. Üriner kateter takılan hastaların yaklaşık %20-30' unda 7. günden sonra bakteriüri ya da candidüri gelişmekte, sonraki her gün %5 oranında bu risk artmaktadır. Diğer nozokomiyal infeksiyonların kaynağı da olabilen Kateter İlişkili Uriner Sistem Enfeksiyonları (KİÜSE) nın önlenmesine ilişkin alınan önlemlerin morbidite ve mortalite oranlarını azaltacağı bilinmektedir. Bu çalışma genel cerrahi kliniklerinde çalışan hemşirelerin KİÜSE önlenmesine yönelik uygulamalarını belirlemek amacıyla yapılmıştır. Gereç-Yöntem: Araştırma, 25 Mart-15 Nisan 2016 tarihleri arasında Adana da bir üniversite hastanesinin genel cerrahi kliniklerinde çalışan 16 hemşire ile yapılmıştır. Veriler hemşirelerin sosyodemografik verilerini içeren anket formu ve gözlem formu aracılığıyla toplanmıştır. Gözlem formu KİÜSE nın önlenmesine yönelik Kateterin Yerleştirilmesi (10 uygulama), Kateter Bakımı (7 uygulama) ve İdrar Torbası Kullanımı (8 uygulama) olmak üzere toplam 25 kanıta dayalı uygulamadan oluşmaktadır. Veriler katılımlı gözlem yöntemi ile toplanmıştır. Hemşireler gözlem formundaki uygulamaları yaparken 3 er kez gözlenmiş ve yapılan her uygulamaya bir puan verilerek 82

83 puan ortalaması alınmıştır. Yapılan değerlendirme sonunda (her uygulama için en düşük 0, en yüksek 3 puan) total uygulama puanı (en düşük 0, en yüksek 75 puan) hesaplanmıştır. Verilerin analizinde frekans ve yüzdeler ile ortalama, standart sapma, minimum ve maksimum değerler kullanılmıştır. Bulgular: Araştırma kapsamındaki hemşirelerin yaş ortalaması 27,69±7,1 olup, %81,2 si kadındır. Katılımcıların kateterin yerleştirilmesine, kateter bakımına ve idrar torbası kullanımına ilişkin puan ortalamaları sırasıyla: 27,2±1,4; 17,6±2,6; 19,1±2,6 olup, KİÜSE önlenmesine ilişkin toplam puan ortalamaları 64,0±4,6 (54-72) dir. Sonuç: Hemşirelerinin üriner kateterin yerleştirilmesi puanlarının iyi olmasına karşın, kateter bakımı ve idrar torbası kullanımına ilişkin puanlarının orta-iyi düzeyde olduğu saptanmıştır. Oysa, enfeksiyon önleme uygulamaları bir bütündür. Üriner kateteri olan hastalarda her geçen gün enfeksiyon riskinin arttığı göz önünde bulundurulacak olursa, hemşirelerin, kateterin takılmasından çıkarılmasına kadar kateterin ve idrar torbasının takibinden ve bakımından sorumlu olduğu unutulmamalıdır. Anahtar Sözcükler: Hemşire, Kateter ilişkili üriner sistem enfeksiyonları, nazokomiyal enfeksiyonlar OP042 - TÜRKİYE DE BAĞIRSAK STOMASI OLAN HASTALARIN BENLİK SAYGISI VE CİNSEL DOYUMLARININ DEĞERLENDİRİLMESİ 1 Dr. Ebru Gözüyeşil, 1 Öğr. Gör. Seçil Taylan, 1 Öğr. Gör. Ayşe İnel Manav, 2 Bil. Uzm. Yasemin Akıl 1 Çukurova Üniversitesi Sağlık Hizmetleri MYO 2 Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Balcalı Hastanesi Amaç: Bu çalışma Çukurova Üniversitesi Balcalı Hastanesi Stomaterapi Polikliniği ne başvuran yaş arası bağırsak stoması olan bireylerde, benlik saygısı ve cinsel doyumlarının değerlendirilmesi amacıyla yapılmıştır. Yöntem: Tanımlayıcı kesitsel tipte yapılan araştırmanın evrenini Çukurova Üniversitesi Balcalı Hastanesi Stomaterapi ünitesine başvuran bağırsak stoması olan bireyler oluşturmuştur. Örneklemi ise; 15 Ekim Ocak 2016 tarihleri arasında stomaterapi ünitesine başvuran ve araştırmaya alınma kriterlerine uyan bağırsak stomalı 59 birey oluşturmuştur. Verilerin toplanmasında Hasta Bilgi Formu, Rosenberg Benlik Saygısı Ölçeği ve Golombok-Rust Cinsel Doyum Ölçeği Kadın-Erkek (GRCDÖ) formları kullanılmıştır. Araştırma başlamadan önce ilgili kurumdan etik kurul onayı ve resmi izin alınmıştır. Çalışmada elde edilen bulgular değerlendirilirken, istatistiksel analizler için SPSS 21.0 istatistik paket programı kullanılmıştır. Verilerin değerlendirilmesinde Pearson Ki-Kare testi, Fisher Exact, Mann Whitney U test ve Kruskal Wallis testleri kullanılmıştır. Sonuçlar % 95 güven aralığında, p<0.05 anlamlılık düzeyinde değerlendirilmiştir. Bulgular: Hastaların total benlik saygısı ortalaması 3,27±2,02 ve total GRCDÖ toplam puan ortalamaları ise 58,80 ± 16,44 saptanmıştır. Kadınların benlik saygısı ile GRCDÖ nin sıklık, iletişim ve doyum alt boyutları arasında pozitif yönde anlamlı ilişki bulunmuştur (p=0<0.05). Kadınların kaçınma, dokunma, vajinusmus ve anorgazmi puanları ile benlik saygısı arasında anlamlı ilişki bulunamamıştır (p>0.05). Erkek hastaların ise benlik saygısı ile GRCDÖ nin sıklık, iletişim, doyum, kaçınma, empotans ve erken boşalma alt boyutları arasında pozitif yönde anlamlı ilişki bulunmuştur (p=0< 0.05). Sonuç: Bu çalışma sonuçlarına göre, stoması olan hastaların benlik saygılarının orta düzeyde olduğu, orta düzeyin üzerinde cinsel sorun yaşadıkları ve bunun yanında benlik saygısı ortalamaları ve cinsel işlevler açısından kadın ve erkek hastalar (sıklık puanları hariç) arasında fark olmadığı saptanmıştır. Stoması olan bireylerin yeniden uyum sürecinde, benlik saygılarının desteklenmesi ve cinsel işlev düzeylerinin iyileştirilmesi için hemşirelerin stoması olan hastalara bakım verirken, stomayı kabul etmeleri, stomayla yaşam, stoma bakımı, stomayla cinsellik gibi konularda hastalarla birlikte çalışmaları önerilmektedir. Anahtar Kelimeler: Stoma; benlik saygısı; cinsel fonksiyon bozukluğu; hemşirelik OP043 - BİR ASKERİ HASTANEDE HEMŞİRELERİN HİZMET İÇİ EĞİTİME İLİŞKİN GÖRÜŞLERİ Sebahat EĞRİTAŞ, Ebru DIĞRAK 83

84 Etimesgut Asker Hastanesi, Ankara. 15 th International Eastern Mediterranean Family Medicine Congress ANAHTAR SÖZCÜK: Hemşire, Hizmet İçi Eğitim, Görüşler AMAÇ: Ankara il merkezinde bir askeri hastanede çalışan hemşirelerin hizmet içi eğitim ile ilgili yetersizlikleri ve görüşlerini belirlemek amacıyla yapılmıştır. YÖNTEM: Ankara il merkezinde bir askeri hastanede Ocak 2016 tarihleri arasında tanımlayıcı olarak yapılmıştır. Araştırmanın evrenini; örnek seçilmeksizin, hastanede çalışan 103 hemşireden oluşturmaktadır. Araştırma verilerinin toplanmasında sosyo-demografik özellikler ve hizmet içi eğitimdeki yetersizlikler ve görüşlerine sorunlara yönelik, araştırmacı tarafından oluşturulan anket formu kullanılmıştır. Veriler araştırmacılar tarafından yüz yüze görüşme tekniğiyle toplanmıştır. Verilerin analizi, SSPS 15 kullanılarak yapılmıştır. Araştırmaya başlamadan önce, ilgili hastaneden etik kurul izni alınmıştır. Anket formları doldurulmadan önce hemşirelerin sözlü onamları alınmıştır. BULGULAR: Araştırma katılan hemşirelerin hepsi kadın, ortalama 37,62±5,38 yaşlarında, %84 ü evlidir. Hemşirelerin %79 u lisans mezunu, %37 si 20 yıl üstünde, %45 i arasında çalışma yılına sahip ve %65 i poliklinik hemşiresi olarak çalışmaktadır. Araştırmamızın yapıldığı askeri hastanede; hastane eğitim hemşireliğine bağlı biri görev başı eğitim olmak üzere ayda en az üç kez hizmet içi eğitim ve tüm askeri hastaneler arasında da VTK (video tele konferans sistemi) ile ayda en az bir kez toplantı yapılarak hizmet içi eğitim verilmektedir. Araştırmaya katılan hemşirelerin yapılan hizmet içi eğitim sayısını yeterli bulduklarını ve ayda en az iki kez bir hizmet içi eğitime katıldıklarını belirtmişlerdir. Hemşirelerin hizmet içi eğitimle ilişkin düşünceleri incelendiğinde, hemşirelerin çoğunluğunun mesleki yetersizlikleri gidermek için hizmet içi eğitimlerin etkili ve gerekli gördüğü, hizmet içi eğitimlerde görev başı eğitimlerin daha etkili olduğu ve hizmet içi eğitim programına katılımın çoğunlukla gönüllü olduğu saptanmıştır. Araştırmaya katılan hemşireler kendilerini geliştirmek istediği alanlar sorulduğuna; mesleki bilgi, mesleki beceri, bilimsel çalışma yapma, mesleki sorumluluklar, mesleki gelişmeler, yenilikler ve yasa değişiklikler ile ilgili alanlarda kendisini geliştirmek istediğini ifade etmektedir. SONUÇ: Bu araştırma sonucunda hemşirelerin meslekleriyle ilgili temel uygulamalar konusunda okulda aldıkları temel eğitimin mezuniyet sonrası hizmet içi eğitim programlarıyla desteklenmesinin önemi ortaya çıkmaktadır. Hizmet içi eğitimlerde ölçme ve değerlendirme yapılarak hemşirelerin eğitim konularının bu doğrultuda planlanması da önemlidir. OP044 - YOĞUN BAKIM ÜNİTESİNDE YATAN ÇOCUKLARIN EBEVEYNLERİNİN MEMNUNİYET DÜZEYLERİ Esra KARACA ÇİFTÇİ*, Engin TURAN**, Kadriye BARTIK* *Zirve Üniversitesi sağlık Bilimleri Fakültesi, Hemşirelik Bölümü **Diyarbakır Kamu Hastaneler Birliği, Çocuk Hastalıkları Hastanesi Giriş ve amaç: Hasta ve hasta yakınlarının memnuniyet düzeylerinin belirlenmesi; sağlık bakımının planlanması, değerlendirilmesi ve beklentiler doğrultusunda daha nitelikli hizmet sunulması bakımından önemlidir. Bu çalışmada, pediatri yoğun bakım kliniklerinde çocuğu yatan ebeveynlerin memnuniyet düzeyini saptamayı amaçlamaktadır. Gereç ve Yöntem: Tanımlayıcı olarak yürütülen araştırmanın verileri bir kamu hastanesi pediatri yoğun bakımda tedavi altında olan çocukların ebeveynlerinden elde edilmiştir. Araştırmaya katılmaya gönüllü 90 ebeveyn(anne veya baba) örneklem grubunu oluşturmuştur. Kurumdan yazılı izin ve etik kurul onayı alındıktan sonra, ebeveynlere kişisel bilgi formu ve PedsQL Sağlık Bakımı Memnuniyet Ölçeği yüz yüze görüşme tekniği ile doldurulmuştur. Verilerin değerlendirilmesinde sayı, yüzdelik dağılım, puan ortalaması kullanılmıştır. Bulgular: Araştırmaya alınan refakatçi ebeveynlerin %80 inin annesi olduğu belirlenmiştir. Ebeveynlerin yaş ortalaması; annelerin %32.2 sinin arası, babaların %50 sinin yaş arası olduğu, eğitim düzeyi olarak annelerin %45.6 sının okur-yazar olmadığı, babaların %37.8 inin ilkokul mezunu olduğu belirlenmiştir. Annelerin büyük çoğunluğunun herhangi bir işte çalışmadığı, babaların ise %35.6 sının işsiz olduğu saptanmıştır. Ailenin sosyal güvencesinin %53.3 oranında yeşil kart olduğu 84

85 ve %45.6 sının gelir durumunun yetersiz olduğu belirlenmiştir. Ailelerin %34.4 ünün 5 ve üzeri sayıda çocuğa sahip olduğu, hasta olan çocuğun cinsiyetinin %53.3 oranında erkek olduğu belirlenmiştir. Hasta çocukların yaş ortalamasının olduğu ve ortalama gündür yoğun bakımda yattığı, çocukların %74.4 ünde solunum sıkıntısı olduğu ve %53.3 oranında maske ile oksijen desteğinin olduğu, %55.6 sının sonda yardımı ile beslendiği ve %21.1 inin cerrahi bir müdahale sonrası yoğun bakımda olduğu belirlenmiştir. Ebeveynlerin memnuniyet ölçeği alt boyutları olan, bilgilendirme puanının , aile katılım puanının , iletişim puanının , teknik beceri puanının , duygusal gereksinim puanının ve genel memnuniyet puanının olduğu belirlenmiştir. Sonuç: Sonuç olarak ebeveynlerin duygusal gereksinimde memnuniyetin oldukça düşük olmasına rağmen diğer alt boyutlarda ve özellikle genel memnuniyette iyi olduğu saptanmıştır. Anahtar kelimeler: Yoğun bakım hemşireliği, ebeveyn, memnuniyet, çocuk. OP045 - APENDEKTOMİ SONRASI HASTALARIN ERKEN VE PLANLI MOBİLİZASYONUNUN ABDOMİNAL DİSTANSİYON ÜZERİNE ETKİSİ Yrd. Doç. Dr. Zeynep KARAMAN ÖZLÜ 1, Sevcan ATASOY 2, Araş. Gör. Merve BAĞDİGEN 3, Doç. Dr. Nadiye ÖZER 1 Atatürk Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Cerrahi Hastalıkları Hemşireliği Anabilim Dalı, Erzurum Amaç: Araştırmanın amacı apendektomi ameliyatı olmuş hastaların operasyon sonrası erken ve planlı mobilize edilmesinin abdominal distansiyon üzerine etkisinin incelenmesidir. Materyal ve Metod: Bu araştırmanın evrenini Aralık Mart 2015 tarihleri arasında Keçiören Eğitim ve Araştırma Hastanesi genel cerrahi kliniğinde akut apandisit tanısı almış ve apendektomi ameliyatı olmuş hastalar oluşturdu. Araştırmanın örneklemini ise belirtilen evrenden basit rastgele örnekleme yöntemi ile seçilen 70 hasta (35 deney, 35 kontrol) oluşturdu. Araştırmaya 18 yaşından büyük, BKİ 40 ın altında olan, kronik hastalığı bulunmayan ve komplike perfore blastrone apandisit teşhis edilmemiş, açık cerrahi girişimle ve genel anestezi altında opere olmuş hastalar alındı. Araştırmanın verileri araştırmacı tarafından oluşturulan anket formu ve Görsel Analog Ölçeği (VAS) ile toplandı. Verilerin değerlendirilmesinde SPPS 20.0 paket programı kullanıldı.. Bulgular: Ameliyat sonrası 4.saatte ayağa kaldırılan hastaların 8.saatte ayağa kaldırılan hastalara göre abdominal distansiyon belirtilerinin daha az görüldüğü saptandı. (p<0.05). Ameliyattan sonra ayağa kalkmanız karın bölgenizdeki dolgunluk, gerginlik hissinin azalmasına neden oldu mu? sorusuna 4. saatte mobilize edilenlerin %62.9 ı, 8. Saatte mobilize edilenlerin %28.6 sı evet yanıtını verdi ve aradaki fark istatistiksel olarak anlamlı bulundu.. Sonuç: Apandektomi ameliyatı sonrası 4.saatte hastaların erken ve planlı mobilize edilmesi, hastalarda gelişebilecek abdominal distansiyon ve ağrı durumlarını olumlu yönde etkilediği görüldü. Anahtar Kelimeler: Abdominal Distansiyon, Hemşirelik, Erken Mobilizasyon OP046 - MEME KANSERLİ BİREYLERDE VİDEO DESTEKLİ EĞİTİMİN YAŞAM KALİTESİ ÜZERİNE ETKİSİ FİLİZ ÜNAL TOPRAK 1, NEŞE UYSAL 1, SEVİNÇ KUTLUTÜRKAN 1, AYTEN ŞENTÜRK ERENEL 1 1 Gazi Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Dünyada ve Türkiye de kadınlarda en sık görülen kanserler sıralamasında ilk sırada meme kanseri yer almaktadır. Meme kanseri tedavisinde en çok kullanılan tedavi seçeneği kemoterapidir. Tedavi amaçlı verilen yüksek doz ve kombine kemoterapi rejimleri tedavi edici etkilerinin yanı sıra hastalarda değişen derecelerde yan etkilere neden olmakta ve hastaların çok sayıda semptom deneyimlemesine yol açmaktadır. Hem hastalığın kendisinden, hem de tedavinin yan etkilerinden dolayı tanı ve tedavi sürecinde birçok sorunu bir arada yaşayan hastaların bu süreçte gereksinimleri de çok boyutlu ve değişkendir. Bu nedenle hastalar ve aileleri birçok alanda sağlık profesyonelinin desteğine ihtiyaç duymaktadır. Hastaların tanı, tedavi ve tedavi sonrası süreçte bilgi gereksinimleri, fiziksel ve psikososyal ihtiyaçlarının belirlenmesi ve bunların karşılanmasına yönelik hedef kitleye uygun hazırlanacak eğitim 85

86 materyalleri hastaların daha iyi bir semptom kontrol seviyesine ulaşmaları için bir araç olarak kullanılmaktadır. Kanserle ilişkili klinik kılavuzlarda da, kanser hastalarının rutin bakım uygulamalarının bir parçası olarak eğitimlerin verilmesinin bakım kalitesini artırarak yaşam kalitelerine olumlu katkı sağlayacağı belirtilmektedir. Hasta eğitimleri son yıllarda teknolojide kaydedilen hızlı gelişmeler, mevcut sağlık hizmeti içerisinde hasta eğitiminin planlanması ve sunulması için de yeni fırsatlar sağlamaktadır. Örneğin video destekli/web tabanlı programlar ile hastalar tercihleri doğrultusunda kendilerini ilgilendiren konu başlıklarını seçebilmekte, sağlıkla ilgili hedefler belirleyerek öz yönetim becerilerini artırmaya çalışmaktadır. Kronik hastalıkların yönetiminde hasta eğitimi önemli bir yer tutmaktadır ve sürekliliği önemlidir. Meme kanserli bireylerde bakım gereksinimleri fiziksel, hastalık ve tedaviye ilişkin bilgi gereksinimleri, iletişim, psikolojik, cinsellik, sosyal ve spiritüel alanları içermektedir. Bu süreçte bireylere bu konulara yönelik verilen eğitim yaşanan sorunlarla daha iyi baş etmeye ve özyönetim becerilerinin artırılmasına dolayısıyla yaşam kalitesinde iyileşmeye katkı sağlayacaktır. OP047 - TİROİDEKTOMİ AMELİYATI ÖNCESİNDE HEMŞİRENİN BİLGİLENDİRİCİ ROLÜNÜN HASTALARIN ANKSİYETE DÜZEYİNE ETKİLERİ 1 Öğr. Gör. Dr. Saniye TEZE Karamanoğlu Mehmetbey Üniversitesi Sağlık Yüksek Okulu Prof. Dr. Dursun Ali ŞAHİN Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi Tıp Fakültesi Genel Cerrahi Anabilim Dalı Başkanı Amaç: Tiroidektomi ameliyatından önce hasta anksiyete düzeyinde iki ayrı bilgilendirmenin etkilerinin karşılaştırılması. Metaryal-metod: Tiroidektomi ameliyatı geçirmek üzere Afyon Kocatepe Üniversitesi Ahmet Necdet Sezer Uygulama ve Araştırma Hastanesi ne başvuran 60 bayan hasta iki farklı şekilde bilgilendirildi. 30 kişiden oluşan kontrol grubuna ameliyatla ilgili genel, rutin bilgiler verildi. 30 kişiden oluşan araştırma grubuna ameliyatla ilgili detaylı bilgiler (ameliyatın içeriği, riskleri, risk faktörleri, ameliyat sonrası durum gibi..) verildi. Ameliyattan önce, kontrol ve araştırma grubuna gerekli bilgiler verildikten sonra durumluk-sürekli anksiyete ölçeği (STAI-I ve STAI-II) uygulandı. STAI-I, o andaki durumda bireyin kendini nasıl hissettiği duygu durumudur. STAI-II ise genel olarak bireyin kendini nasıl hissettiği duygu durumudur. Ameliyattan sonra her iki gruba da STAI-I tekrar uygulandı. Çalışmaya alınan hastalar yaş, meslek, eğitim düzeyi ve ameliyat deneyimleri ele alınarak durumluk anksiyete düzeyleri karşılaştırıldı. Anahtar Kelimeler: Tiroidektomi, Anksiyete, Durumluk-Sürekli Anksiyete Envanteri, Hemşirelik Eğitimi. OP048 - ANTENATAL EĞITIM SINIFLARININ DOĞUM KORKUSU, DOĞUMDA ÖZ-YETERLILIK VE DOĞUMA BAĞLI GELİŞEN TRAVMA SONRASI STRES SEMPTOMLARI ÜZERİNE ETKİSİNİN BELİRLENMESİ: DENEYSEL ARAŞTIRMA Gözde Gökçe İsbir 1, Figen İnci 1, Hatice Önal 1, Pelin Dikmen Yıldız 2 1 Niğde Üniversitesi Niğde Zübeyde Hanım Sağlık Yüksekokulu 2 City University London, School of Health Sciences Giriş. Doğuma bağlı gelişen travma sonrası stres semptomlarının ortaya çıkmasında doğum korkusu ve annenin doğuma dair düşük öz-yeterliliği belirleyici olabilmektedir. Yapılan çalışmalarla antenatal eğitim sınıflarının doğum korkusunu azaltmada, öz-yeterliliği arttırmada etkili olduğu belirlenmiştir. Ancak antenatal eğitim sınıflarının doğuma bağlı gelişen travma sonrası stres semptomları üzerine etkisini belirleyen çalışmaya rastlanmamıştır. Amaç. Bu araştırmanın amacı, antenatal eğitim sınıflarının doğum korkusu, doğumda öz-yeterlilik, doğuma bağlı gelişen travma sonrası stres bozukluğu belirtileri üzerine etkisini belirlemektir. Yöntem. Yarı deneysel olarak yürütülen araştırmada iki grup karşılaştırılmıştır: antenatal eğitim alan grup (n=44), ve kontrol grup (n=46). Veriler demografik bilgi formu, Wijma Beklentileri Deneyimi 86

87 Ölçeği, Doğumda Öz-yeterlilik Ölçeği ve Olayların Etkisi Ölçeği kullanılarak toplanmıştır. Analiz için tanımlayıcı istatistikler, independent-samples t tests, paired-samples t tests, Mann-Whitney U-test ve chi-square tests kullanılmıştır. Bulgular. Araştırmada antenatal eğitim alan kadınlarda kontrol grubundaki kadınlara göre doğumda öz yeterliliklerinin daha yüksek, gebelikte doğum korkusunun ve travma sonrası stres bozukluğu belirtilerinin daha düşük olduğu belirlenmiştir. Sonuç. Antenatal eğitim sınıflarına katılan kadınlarda travma sonrası stres bozukluğu belirtileri daha az görülmüştür. Hemşirelik uygulamaları için öneriler: Doğuma bağlı gelişen travma sonrası stres belirtilerini azaltmak için antenatal eğitim sınıflarının ülkenin sağlık sistemi içine entegre edilmesi ve doğum sonrası dönemde kadının geçirdiği doğum deneyiminin onun psikolojik sağlığı üzerine etkisi değerlendirilmesi önerilmektedir. Anahtar Kelimeler: doğum, doğum korkusu, doğumda öz-yeterlilik, postpartum, travma sonrası stres belirtileri. OP049 - GEBELİKTEKİ SAĞLIK UYGULAMALARININ PRENATAL BAĞLANMAYLA İLİŞKİSİ Sultan BALABAN*, Hava ÖZKAN** *Nene Hatun Kadın Doğum Hastanesi, Erzurum ** Atatürk Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi, Erzurum Giriş ve Amaç: Gebelik döneminde kadınların uyguladığı sağlık davranışları, perinatal dönemde ve doğum sonunda bebek ve anne için önemli bir rol oynar. Gebelikteki sağlık uygulamaları, gebenin kendi sağlığını, fetüs ve yeni doğan sağlığını içeren gebelik sonucunu etkileyen aktiviteler olarak bilinir. Aynı zamanda perinatal bağlanmayı etkileyen aktiviteler olarak da tanımlanabilir. Bu nedenle gebelikte yapılan sağlık uygulamaları gebelik sonuçlarını etkilediği gibi prenatal bağlanmayı da etkilemektedir. Araştırma, gebelikteki sağlık uygulamalarının prenatal bağlanmayla ilişkisini değerlendirmek amacıyla yapılmıştır. Metot: Araştırma, Erzurum ili Nenehatun Kadın Doğum Hastanesi polikliniklerine Mayıs 2015/Aralık 2015 tarihleri arasında başvuran gönüllü ve araştırmaya katılabilme kriterlerini taşıyan 303 gebe ile yürütülmüştür. Veriler; kişisel bilgi formu, Gebelikte Sağlık Uygulamaları Ölçeği (GSUÖ) ve Prenatal Bağlanma Envanteri (PBE) kullanılarak toplanmıştır. Verilerin değerlendirilmesinde; tanımlayıcı istatistikler, t-testi, Tek Yönlü Varyans Analizi, Pearson Korelasyon Analizi kullanılmıştır. Bulgular: Gebelerin GSUÖ den aldıkları toplam puan ortalaması ±19.73 ve PBE den aldıkları toplam puan ortalaması ise 59.79±12.24 olarak bulunmuştur. Gebe ve eşinin eğitim durumu, yaşadığı yer, gelir durumu, çalışma durumu, aile tipi ve gebelik sayısı gibi özelliklerin hem gebelikte sağlık uygulamalarını hem de prenatal bağlanma düzeyini etkilediği belirlenmiştir(p<0.05), GSUÖ ile PBE puan ortalamaları arasında ilişki incelendiğinde, gebelerin psikososyal sağlık durumları ile prenatal bağlanma düzeyleri arasında pozitif yönde istatistiksel olarak anlamlı ilişki olduğu bulunmuştur (p=0.000, r=0.406). Sonuç: Gebelerin GSUÖ den ve PBE den aldıkları toplam puan ortalamalarına göre sağlık uygulamaları ve prenatal bağlanma düzeylerinin iyi düzeyde olduğu belirlenmiştir. Gebelerin sağlık uygulamaları düzeyi arttıkça prenatal bağlanma düzeyinin de arttığı saptanmıştır. OP050 - TÜRKİYE NİN DOĞUSUNDA VE BATISINDAKİ İKİ FARKLI ŞEHİRDE YAŞAYAN GEBELERİN PRENATAL BAĞLANMA DÜZEYLERİ VE ETKİLEYEN FAKTÖRLER Kerime Derya BEYDAĞ*, Özlem KARABULUTLU**, Merve LAZOĞLU*** *Yrd.Doç.Dr. Okan Üniversitesi Sağlık Bilimleri Yüksekokulu Hemşirelik Bölümü, İstanbul **Yrd.Doç.Dr. Kafkas Üniversitesi Sağlık Yüksekokulu Ebelik bölümü, Kars ***Ebe, Kars Amaç: Bu çalışma, Türkiye nin doğusunda ve batısında iki farklı ilde yaşayan gebelerin prenatal bağlanma düzeylerini ve etkileyen faktörleri belirlemek amacıyla yapılmıştır. 87

88 Materyal ve Metot: Tanımlayıcı nitelikteki araştırma, İstanbul ve Kars ta hizmet veren üç farklı hastanede yapılmıştır. Araştırmanın evrenini, araştırmanın yapıldığı yılda adı geçen hastanelerin polikliniklerine başvuran gebeler oluşturmaktadır. Araştırmanın örneklemini Kasım 2014-Haziran 2015 tarihleri arasında çalışmanın yapıldığı hastanelere başvuran ve çalışmaya katılmayı kabul eden 5173 gebe oluşturmuştur. Verilerin toplanmasında, Kişisel Bilgi Formu ve Prenatal Bağlanma Ölçeği kullanılmıştır. Verilerin değerlendirilmesinde yüzdelik, ortalama, standart sapma, t testi ve ANOVA testi kullanılmıştır. Bulgular: Kars ilinde yaşayan gebelerin prenatal bağlanma düzeyi puan ortalaması 60,57±9,20; İstanbul da yaşayan gebelerin prenatal bağlanma düzeyi 59,16±10,82 olarak bulunmuştur. Araştırmaya dâhil olan tüm gebelerin prenatal bağlanma düzeyi puan ortalaması 59,89±10,03 tür. 40 yaş ve üzeri yaş grubunda olan, ilköğretim mezunu, bir işte çalışmayan, geliri giderinden az olan, kalabalık ailede yaşayan ve evlilik süresi 11 yıl ve üzeri olan gebelerin prenatal bağlanma düzeyleri daha düşük bulunmuştur (p<0,05). Gebelerin gebelik sayısı, gebeliğin planlı olma durumu, gebelik kararını kimin verdiği, yaşayan çocuk sayısı, engelli çocuğu olma durumu ve gebeliğin tedavi ile olma durumu ile prenatal bağlanma ölçeği puan ortalaması arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık saptanmış (p<0,05); gebelik ayı ile prenatal bağlanma ölçeği puan ortalaması arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık bulunmamıştır (p>0,05). Gebeliği süresinde az kontrole giden, eğitim almayan ve gebelik boyunca gerekli testleri yaptırmayanların prenatal bağlanma ölçeği puan ortalamaları daha düşük bulunmuştur (p<0,05). Sonuç: Gebeliğin tespitinden itibaren tüm gebelerin prenatal bağlanma düzeylerinin değerlendirilmesi ve bağlanma düzeyi düşük olan gebelerin daha yakından takip edilmesi önerilmektedir. Anahtar Kelimeler: Gebelik, prenatal bağlanma, hemşirelik. 88

89 PP 001-Batman Barosuna Kayıtlı Avukatlarda Obezite Sıklığı ve Farkındalığı Sercan Bulut Çelik 1, Gamze Erten Bucaktepe 2, İbrahim Umud Bulut 3, Elif Değirmen 4, Rahşan Keskin 5 1 Aile Hekimliği Uzmanı, Batman 11 No lu Aile Sağlığı Merkezi, Batman 2 Aile Hekimliği Yard. Doç. Dr., Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi Aile Hekimliği ABD, Diyarbakır 3 Aile Hekimi, Batman 5 No lu Aile Sağlığı Merkezi, Batman 4 Biyokimya Uzmanı, Bölge Devlet Hastanesi, Batman 5 Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Uzmanı, Bölge Devlet Hastanesi, Batman Amaç: Batman Barosuna kayıtlı avukatlarda obezite sıklığının belirlenmesi, alınan sonuçlar doğrultusunda bu özgün gruba yönelik eğitim programlarının planlanması. Materyal Metod: Tanımlayıcı, kesitsel olarak planlanan bu çalışma, 26 Ekim 2014 Pazar günü Batman Barosu seçiminde gerçekleştirilmiştir. Batman Barosuna kayıtlı avukatlar olan katılımcılar, araştırmanın amaçları konusunda bilgilendirilmiş olup katılım gönüllülük esasına göre sağlanmıştır. Anket kapsamında demografik bilgilerin kaydı yanında, kan basıncı ölçümü, boy, kilo, bel çevresi, kalça çevresi gibi antropometrik ölçümler yapılmıştır. Obezitenin değerlendirilmesinde beden kitle indeksi (BKİ) kullanılmıştır. Elde edilen veriler, SPSS 18 istatistik programında değerlendirilmiştir. Bulgular: Araştırma kapsamına alınan avukatların %14.9 u (n:11) kadın, %85.1 i (n:63) erkekti. Katılımcıların yaş ortalaması 33,17 (min:21, max:45) idi. Meslekte geçirilen sürelere bakıldığında %64.9 u 10 yıldan kısa, %35.1 i 10 yıl ve üzerindeydi. Ortalama vücut ağırlığı 77,29 kg (min:44, max:111); ortalama boy uzunluğu 174,22 cm (min:149, max:197) idi. Obezite araştırmasında kullanılan parametrelere bakıldığında, ortalama bel çevresi 85,72cm (min:66, max:103), ortalama kalça çevresi 96,70 cm (min:83, max:121) ve ortalama BKİ ise 25,37 kg/m 2 (min:17,63, max:37,11) idi. Çalışmaya katılan baro avukatlarında abdominal obezite (bel çevresi) sıklığı kadınlarda %45,5; erkeklerde ise %15,9 olarak bulundu. Sonuç: Obezite sıklığını azaltmak amacıyla toplumsal olarak bu hastalıktan korunma yöntemleri ele alınmalıdır. Bu amaçla, öncelikle toplumun önde gelen meslek gruplarının, risk faktörleri ve korunma yöntemleri konusunda eğitilmesi, farkındalık ve duyarlılıklarının arttırılması gerekmektedir. Anahtar Kelimeler: Avukatlar, obezite, sıklık. 89

90 PP 002-BEL VE SIRT AĞRISI OLAN HASTADA MUHTEMEL FAKTÖR: D VİTAMİNİ EKSİKLİĞİ Abdülkadir Aydın 1,Yıldız Atadağ 1,Didem Kaya 2,Hatice Dilber Köşker 1,Fatih Başak 3,Sema Uçak 4 1 Sağlık Bilimleri Üniversitesi Ümraniye Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Aile Hekimliği 2 İstanbul Halk Sağlığı Müdürlüğü, Kadıköy Toplum Sağlığı Merkezi 3 Sağlık Bilimleri Üniversitesi Ümraniye Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Genel Cerrahi 4 Sağlık Bilimleri Üniversitesi Ümraniye Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İç Hastalıkları AMAÇ: D vitamini birçok kas iskelet sistemi fonksiyonu ile ilişkilidir ve eksikliği dünyada yaygın görülen bir sağlık problemidir. Bel ve sırt ağrıları da yaşam kalitesini düşüklüğü, iş gücü kaybı, tanı ve tedavi yaklaşımlarının maliyeti açısından önemli bir sağlık problemidir. Bu çalışmanın amacı bel ve/veya sırt ağrısı yakınması ile başvuran hastalarda D vitamini eksikliğini araştırmaktır. GEREÇ ve YÖNTEM: Hastanemiz 2015 yılı içindeki ayaktan başvuran D vitamini düzeyi ölçülen yaş arası hastalar, otomasyon sistemi üzerinden tarandı. Serum 25-(OH) D ELISA metodu ile ölçüldü, 20ng/ml altı D vitamini eksikliği, 20 ng/ml üzeri normal olarak değerlendirildi. Hastalar ağrı durumuna göre iki gruba ayrıldı. Bel ağrısı veya sırt ağrısı yakınması ile başvuran hastalar grup 1, ağrı yakınması olmayanlar grup 2 olarak ele alındı. Grup 1 ve grup 2 de D vitamini eksikliği görülme açısından karşılaştırıldı. Verilerin analizinde tanımlayıcı istatistikler, sürekli değişkenler için ortalama ve standart sapma, kategorik veriler için ise sayı ve yüzde kullanıldı. Karşılaştırmalar için Kikare testi kullanıldı. Anlamlılık %95 güvenlik aralığında değerlendirilmiş olup p<0.05 anlamlı kabul edilmiştir. BULGULAR: Çalışma döneminde hastanemize başvuran yaş arası hastaların inde D vitamini düzeyi ölçüldüğü tespit edildi. Grup 1 deki hasta sayısı 271 olarak, grup 2 deki hasta sayısı ise olarak belirlendi. Grup 1 deki hastaların229 unda, grup 2 deki hastaların ise ünde D vitamin eksikliği (<20 ng/ ml ) saptandı. Grup 1 deki 42 ve grup 2 deki 6783 hastanın D vitamini düzeyleri normal olarak değerlendirildi. Oransal değerlendirmede ise grup 1 deki hastalarda D vitamini eksikliği görülme oranı %84,5 iken, grup 2 deki hastalarda bu oran %75,7 idi. Bel ve/veya sırt ağrısı yakınması olan hastalarda, olmayan hastalara göre D vitamini eksikliğinin daha yüksek oranda görüldüğü istatistiksel olarak anlamlı saptanmıştır (p=0,001). SONUÇ D vitamini kas iskelet fonksiyonlarının düzenlenmesi açısından önemli bir faktördür. Vitamin D eksikliği çoğunlukla asemptomatik olmakla birlikte kemik ve kas ağrılarına sebep olabilir. Çalışmamızda bel veya sırt ağrısı yakınması olan hastalarda D vitamini eksikliğini sık gördük. Bu bağlamda bel ve sırt ağrısına yaklaşımda D vitamini düzeyi değerlendirilmesi ve gereğinde D vitamini replasmanı unutulmamalıdır. PP 003- Skills Training: Process and Outcome ofa Content Accumulation Project Zekeriya AKTÜRK 2 Vedat KÖKSAL 1,Tolgahan ACAR 3 1 Şifa University Medical Faculty, Department of Medical Education 2 Şifa University Medical Faculty, Vice Dean for Educational Affairs 3 Şifa University Medical Faculty, Department of Anatomy 90

91 Background: Skills training is an inevitable part of medical education. Worldwide authorities are stressing the importance of this issue from different perspectives such as ethics, human rights, malpractice, and competencies. The Turkish Council of Deans ( led an initiative to prepare the core curriculum program for Turkey, which includes the following number of skills ( history taking-medical records-report preparation (10 titles), physical exam (20 titles), laboratory tests (19 titles), interventional and non-interventional medical skills (54 titles), and preventive health (12 titles). Şifa University Medical Faculty decided to accumulate skills training titles from all departments and check for accordance of its curriculum with the national core curriculum. Methods: The project includes five steps: 1-accumulation of titles, 2-preparation of teaching guidelines for each title, 3-preparation of materials and infrastructure, 4-planning and re-arranging of skills teaching, and 5-implementation of skills teaching according to the new schedule. All 39 departments of the school were invited to send their list of medical skills proposals. After collection of official correspondence, the authors made site visits and discussed the titles with the department heads face to face, which resulted in some modifications of the titles. Then, skills were categorized as already taught or suggested to teach. A final list of skills titles was accumulated after identification of duplicate titles. Results: We gathered 399 titles from 37 departments. Departments of anatomy and medical biochemistry did not provide any skills titles. Five titles were removed because they were not applicable. Thorough evaluation and re-wording of the titles revealed that 15 additional titles were merged inside some other titles (such as measuring pulse AND respiratory rate ). Seperating these resulted in 409 total titles.eigthy-one titles were suggested by more than one department. Most common five duplicates were as follows: Superficial suture application and removal (9 departments), blood pressure measurement, wound care, and arterial puncture (each by 5 departments). Highest number of skills were proposed by the departments of pediatrics (59 titles), anesthesiology (42 titles) infectious diseases and clinical microbiology (34 titles), and gynecology and obstetrics (26 titles). Conclusion: Out of the 136 core skills suggested by the Turkish Council of Deans 42 sills were missing in the final list of titles prepared by this project. These titles have to be suggested to teach by the relevant departments on a proactive way. Defining of core curriculum is very important; however, application of the core curriculum is not less important and probably painful for most institutions. Key words: sills training, medical education, core curriculum PP 004-SAĞLIKTA ŞİDDETİ ÖNLEMEK İÇİN BİR ADIM: MEZUNİYET ÖNCESİ TIP EĞİTİMİNDE SİMÜLE HASTA İLE İLETİŞİM BECERİSİ EĞİTİMİ Ü.Zeynep Avşar 1, Hamit Acemoğlu 1, Ümit Avşar 2 1 Atatürk Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıp Eğitimi Anabilim Dalı, 2 Atatürk Üniversitesi Tıp Fakültesi Aile Hekimliği Anabilim Dalı 91

92 AMAÇ: Sağlıkta şiddet artarak devam etmektedir.ülkemizde son bir yılda en az bir kere şiddete maruz kalma oranı % 49,5 olarak belirtilmiştir (1).Yapılan çalışmalarda şiddetin temelinde iletişim problemlerinin büyük yer tuttuğu belirtilmektedir(2, 3). Hastayla etkili iletişim kurmanın hastanınanksiyetesini azaltaraksağlığıüzerinde deolumlu yansımaları olduğugösterilmiştir(4, 5). İletişim doğuştan gelen bir yetenek değil, eğitimle geliştirilebilecek bir beceridir(6).tıp eğitiminde iletişim becerilerine daha fazla önem verilmektedir(7).kanada da yayınlanan hekim yeterlilik çerçevesinde iletişimci olmak temel becerilerdendir.(8).ulusal Çekirdek Eğitim Programında da iletişim becerileri üzerinde durulmuştur(9). İletişim becerileri küçük grup çalışmaları, oyunlaştırma, simüle hasta eğitimleri gibi etkin yöntemlerle öğretilebilir.(10). Bildirinin amacı, mezuniyet öncesi eğitimde iletişim becerileri dersleri ve simülehasta uygulamalarını tanıtmak vesağlıkta şiddeti önlemesindeki önemini vurgulamaktır. GEREÇ ve YÖNTEM: Atatürk Üniversitesi Tıp Eğitimi Anabilim Dalı İletişim Becerileri Laboratuvarındasimüle hasta ile iletişim becerileri eğitimi yapılmaktadır. Toplam 12 saat teorik ve 16 saat pratik ders bulunmaktadır. İkinci sınıf öğrencileri teorik derslerinardından hasta hekim görüşme rehberine göre simüle hasta ile görüşmektedirler.rehberde;görüşmeyi başlatma, bilgi alma, başvuranın bakış açısını anlama, bilgiyi paylaşma ve plan yapma, görüşmeyi bitirme bölümleri bulunmaktadır. Üçüncü sınıfta ise zor hastayla görüşme ve kötü haber verme becerileri bulunmaktadır. Kötü haber verme beceri rehberinde görüşme yapmaya hazır olma, hasta hakkında ayrıntılı bilgi sahibi olma, uygun beden dili kullanma,karşılama, hastanın ne kadar bilgi isteyebileceğini anlamaya çalışma, sakin, anlaşılır konuşma, kötü haberi özenli ifadelerle adım adım verme, hastanın duygularına empatigösterme, sorusu olup olmadığını sorma, etik değerlere bağlı kalma, hastalık yönetimini konuşma, alabilecekleri desteği açıklama, sonraki aşamalar için bilgilendirme ve hastayı uğurlama basamakları bulunmaktadır. Zor hasta görüşme rehberinde ise; görüşmeyi ayırt etme, duraklatma, sorunu ortaya koyma, paylaşma, çözüm üretme, empati gösterme basamakları bulunmaktadır. Simüle hastalara genel kurallar, rol yapma, etkili geribildirim verme eğitimleri verilmekte,simüle hastalar öğrenciye geribildirim vermektedirler. Görüşmeler, çözümleme oturumlarında izlenip değerlendirilmektedir. BULGULAR: Bugüne kadar yaklaşık 600 öğrenci simüle hastayla görüşmüştür. Simüle hastalar ev hanımı, memur, aile hekimliği asistanı gibi çeşitli gruplardandır. Özellikle zor hasta görüşmelerinde çatışmalar yaşanabilmektedir. Böyle durumlar çözümlemede özellikle ele alınıp yapılması ve yapılmaması gerekenler olarak eğitime katkı sağlamaktadır. Simülehastalar; uygulamanın iletişim için çok yararlı olduğunu, öğrencilerin hevesli olduklarını, öğrenciler ise; iletişim için çaba gerektiği, deneyimlemenin faydalı, zor hasta ile görüşme ve kötü haber vermenin kolay olmadığınıbildirdiler. SONUÇ: Etkin iletişimin şiddeti önleyici etkisi olduğu düşünüldüğündebir hekimin konuyla ilgili uygulamalı eğitim almış olarak mezun olmasının önemi göz ardı edilemez. Bu tür uygulamalar programda daha fazla yer almalı, ekip halinde uygulanmalıdır. Böylece toplumsal farkındalık oluşur ve şiddetin önlenmesine katkı sağlar. PP YILLIK NİKOTİN SAKIZI BAĞIMLISI BİR VAKA Selma Pekgör 1,Merve Erdoğan 1,Mehmet Ali Eryılmaz 2 92

93 Konya Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Aile Hekimliği Kliniği, Konya Konya Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Genel Cerrahi Kliniği, Konya Giriş ve Amaç: Nikotin Replasman Tedavisi (NRT), sigara bırakma tedavisinde etkili yöntemlerden birisidir.nrt olarak; transdermal bant, sakız, nazal sprey, sublingual tablet ve inhaler formlar kullanılabilir. NRT sigara bırakma döneminde sigara içme isteğini ve yoksunluk belirtilerini azaltır Bu vakada18 yıl öncetütün bağımlılığından kurtulmak amacıyla nikotin sakızı kullanan ve bağımlı hale gelen ve bupropionla tedavi edilen olgu sunulmuştur. Nadir görülen sakız bağımlılığını tedavi etmede bupropionun da etkin bir seçenek olduğuna dikkat çekilmesi amaçlanmıştır. Olgu Sunumu: Hastanemizin sigara bıraktırma polikliniğine nikotin sakızı bağımlılığından kurtulmak amacıyla 53 yaşında erkek hasta başvurdu. Hastaya 18 yıl önce sigara bırakmak için başlanan nikotin sakızına bağımlı hale gelmiş. Günde 6 adet 4 mg lık nikotin sakızını 18 yıldır düzenli olarak kullanıyordu. Sakızla birlikte hiç sigara içmemişti. Fizik muayenesindepatolojik bir bulgu saptanmadı. Boyu 179 cm, kilosu 170 kg dı. Beden kitle indexi 53 kg/m 2 olarak hesaplandı. PA Akciğer grafisinde sigara kullanımına bağlı bronkovasküler dallanmada belirginleşme mevcuttu. Laboratuvar değerlerinde hafif AST-ALT yüksekliği dışında patolojik bulgu yoktu.hastaya bupropion tedavisi planlandı. Hasta tedavinin yedinci günü nikotin sakızını bıraktı. İlaç kullanmaya devam etti. Hastamız 3 ay boyunca nikotin sakızı kullanma isteği duymamıştır. Üçüncü ayın sonunda bupropion tedavisi doz azaltarak kesildi. Tartışma ve Sonuç: Nikotin replasman tedavisi sigara bırakmada uzun yıllardır kullanılmaktadır. Nikotin replasman tedavisinin, sigara içme isteği ve yoksunluk yakınmalarını azaltıcı özelliği ve sigara bırakma üzerine olan etkisi kanıtlanmıştır. Ayrıca teorik olarak nüks riskini de azaltır. Sigara içimine göre tam bir replasman oluşturmaz, daha az ve yavaş olarak nikotin sağlar, fakat yoksunluk yakınmalarını belirgin olarak azaltır. Literatürde konu ile ilgili 180'den fazla çalışma ve çok sayıda metaanaliz mevcuttur. Uygulama sonuçlarına bakıldığında, NRT olguların %30-40'ında başarılıdır. Özellikle fiziksel bağımlılığı olan olgular için uygun bir tedavi seçeneğidir. Ancak tedavi sonrasında nadir de olsa nikotin sakızına bağımlılık gelişebilir.1988 yılında USA dan bildirilen bir vakada sigara bağımlılığını tedavi etmek için kullanılan nikotin sakızına bağımlılık bildirilmiştir. 4 yıl boyunca nikotin sakızı kullanan ve astımı da olan hastada herhangi bir yan etki görülmemiştir. Nikotin sakızının tütün bağımlılığında yüksek etki potansiyeline sahip bir tedavi şekli olduğu ve önemli bir yan etkisinin olmadığı sonucuna varılmıştır. Haziran 2015 te Avustralya dan bildirilen bir vakada 30 yıllık yüksek doz nikotin sakızı bağımlısını (günde 200 mg nikotin) nikotin bandı ile tedavi etmişler ve hasta 1 hafta içinde nikotin sakızından kurtulmuş. 6 ay boyunca nikotin sakızı kullanma isteği duymamıştır. Ciddi şekilde terleme bozukluğu da olan hastanın bu şikayeti nikotin sakızını bıraktıktan hemen sonra hızla düzelmiştir. Nikotin bantlarının, uzun süreli nikotin sakız bağımlılığı için etkili bir tedavi olabileceği sonucuna varılmıştır.bizim hastamız da 18 yıllık nikotin sakız bağımlısıydı. Bupropion da nikotin sakız bağımlılığında etkili bir yöntem olarak kullanılabilir. PP 006-SİGARA KULLANANLARDA VİSSERAL ADİPOZİTE İNDEKSİ Selma Pekgör 1, İbrahim Solak 1, Cevdet Duran 2, Ahmet Pekgör 3, Gökçem Yalın Kocamaz 1, Kamile Marakoğlu 4, Mehmet Ali Eryılmaz 5 1.Konya Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Aile Hekimliği Kliniği, Konya 2.Konya Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İç Hastalıkları ve Endokrinoloji Kliniği, Konya 3.Necmettin Erbakan Üniversitesi, Fen Fakültesi, İstatistik Bölümü, Konya 4.selçuk Ünivertsitesi, Aile Hekimliği Anabilim Dalı, Konya 5.Konya Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Genel Cerrahi Kliniği, Konya 93

94 Giriş ve Amaç: Tütün bağımlılığı önlenebilir morbidite ve mortalite nedenlerinin başında gelmektedir. Sigara kullanımı ve obezitekardiyovasküler hastalıklar için önlenebilir majör risk faktörlerinden birisidir. Sigara kullanımı ile toplam yağ kitlesi her ne kadar azalıyor gibi gözükse de kardiyovasküler hastalıklar için risk oluşturan santral obezite sıklığı aynı oranda azalmamaktadır. Santral obezitenin değerlendirilmesinde farklı yöntemler kullanılmaktadır. Visseraladipozite indeksi (VAİ) ölçümü de bunlardan birisidir. VAİ; vücut kitle indeksi, bel çevresi, trigliserid ve HDL-kolesterol gibi değerler kullanılarak hesaplanır. VAİ nin, visseral yağ dağılımını ve insülin direncini çok iyi yansıttığı yapılan çalışmalarda gösterilmiştir. Bu çalışmamızda sigara kullananlarda VAİ ninsosyodemografik özelliklerle ilişkisinin araştırılması amaçlandı. Yöntem: Konya Eğitim Araştırma Hastanesi sigara bırakma polikliniğine başvuran ve en az 10 yıldır sigara kullanan 70 hasta çalışmaya alındı. Hastaların; yaş, cinsiyet, boy, kilo, bel çevresi, kan basıncı, egzersiz, ilaç kullanım öyküsü, sigara kullanımı paket/yıl olarak hasta kartlarına kaydedildi. Tüm hastalara nikotin bağımlılık düzeyini ölçen altı soruluk Fagestrom nikotin bağımlılık testi uygulandı. Visseral adiposite indeksi hesaplamak için hastalara 12 saat gece açlığından sonra trigliserit ve HDL kolesterol bakıldı. Kadın ve erkekler için ayrı formüller kullanılarak visseral adipozite indeksi hesaplandı. Bulgular: Hastaların %25 i kadın %75 i erkekti. Tüm katılımcıların yaş ortalaması 42,5±1,34 yıl, sigaraya başlama yaşı 17 yaş, günlük sigara kullanımı 26,0±1,2 adet olarak belirlendi. Ortalama sigara kullanma süreleri 24±1,7 yıl, Fagestrom nikotin bağımlılık düzeyi ortalama 6,3±0,3 olarak tespit edildi. Hastaların vücut kitle indeksi 27,4±0,5 kg/m 2 olarak ölçüldü. Tüm hastaların visseraladipozite indeksi 6,53±0,7 olarak hesaplandı. Visseraladipozite indeksi kadınlarda erkeklerden daha yüksekti (sırasıyla; 6,9±0,6 ve 6,4±1, p=0,03).visseraladipozite indeksi ile yaş (p=0,85), sigaraya başlama yaşı (p=0,87), sigara kullanım miktarı (p=0,95), nikotin bağımlılık düzeyi (p=0,91), sistolikkan basıncı (p=0,63), diyastolikkan basıncı (p=0,73),egzersiz yapma durumu(p=0,67)arasında korelasyon tespit edilmedi. Sonuç: Kardiyometabolik risk göstergesi VAİ düzeyleri sigara içen kadınlardaerkeklere göre daha yüksek olarak bulundu. PP 007- FLÖRTÜNE CİNSEL ŞİDDET UYGULAYAN ERKEK ÜNİVERSİTE ÖĞRENCİLERİNDE FARKINDALIK VE ÖZ-BİLİNÇ Canan Tuz₁, Fisun Sözen₂, Zeliha Özbakır₂, Ergün Öksüz₂ 1: Kemaliye İlçe Hastanesi, Erzincan 2: Başkent Üniversitesi Aile Hekimliği Anabilim Dalı, Ankara AMAÇ: Cinsel suç, gençlikte işlenmeye başlamaktadır. Türkiye de cinsel suçlularda 19 yaş altı oran %34 tür. Öz - bilinç (self- conscious) duyguları utanç ve suçluluğu içermektedir. Suçluluk duygusunda, kişi kendisini yanlış yapmış hisseder. Utanç duygusu ise içinde bulunulan durumun uygunsuz olması halinde hissedilir. Bu çalışmada üniversite erkek öğrencilerinde flörtüne yönelik cinsel şiddet ve tipi ile kendisinin farkındalığı; ailesinde fizilsel/cinsel şiddete tanıklık etme durumu ile ilişikisi ile öz bilinç duyguları araştırılmıştır. GEREÇ VE YÖNTEM: Ankara da bir üniversitede öğrenim gören toplam erkek öğrenci arasından rastlantısal 175 erkek öğrenci seçilmiştir. Rastlantısal seçilen öğrencilerden 34 ü (%19,4) çalışmaya katılmayı reddetmiştir. Araştırma formu; sosyodemografik özelliklere ait sorularla birlikte Sexual Experiences Survey -Perpetration Version (SES-PV) Türkçe formu ve Kişisel Duygular Ölçeği-2 (PFQ-2) Türkçe formunu içermektedir. Verilerin analizinde Pearson Ki-kare ve Fisher in Kesin Ki-kare testleri 94

95 kullanılmıştır. Normal dağılım Kolmogorow-Smirnow ve ortalamalar, Mann-Whitney U testi ile karşılaştırılmıştır. BULGULAR: Katılımcıların yaş ortalaması 21,8±2,5 tir. Katılımcıların %47,5 i ailesiyle birlikte yaşamaktadır. Anne eğitimi %56 baba eğitimi %58,9 oranda üniversite şeklindedir. %68,1 katılımcının gelir düzeyi orta düzeydedir. %27,7katılımcı sigara, %27,7katılımcı alkol, %3,5 katılımcı uyuşturucu kullanmaktadır. %46,8 katılımcının mevcut bir flörtü vardır. Katılımcıların %19,9 u hayatlarının herhangi bir döneminde aile içi şiddete ve %3,5 katılımcı ise aile içi cinsel şiddete tanık olmuştur. SES-PV ölçeğine göre %13,5 (n=19) katılımcı cinsel şiddet faili olarak belirlenmiştir. 7 katılımcı (%36,8) birden fazla şiddet tipini gerçekleştirmiştir. SES-PV ölçeğine göre cinsel şiddet faili olan katılımcıların PFQ-2 Shame alanı puanı medyan 16,0 ve PFQ-2 Guilt alanı puanı 11,0 olurken herhangi bir şiddet faili olmayanlarda PFQ-2 Shame alanı puanı medyan 13,5, PFQ-2 Guilt alanı puanı medyan 9,0 olmuştur (Shame için U = 893,000 p=0,107, z=-1,610, r=-0,135; Guilt için U = 770,500 p=0,018, z=-2,356, r=- 0,198). SONUÇ: Kendi bildirimlerine göre cinsel şiddet faili olma oranı erkeklerde %13,5 olarak bulunmuştur. Cinsel şiddet faili olan gençlerde PFQ-2 Utanç ve Suçluluk alt alan puanları diğer erkek öğrencilere göre yüksek bulunmakla birlikte yalnızca Suçluluk alt alanı için fark anlamlı bulunmuştur. PP 008- The Relationship between Vitamin D, Adiponectin and Body Mass Index in Female Subjects Davut Baltaci, Ozlem Admis, Zemze Ozbey, Mert Cetinkaya, Mert Can Tuncel, Muhammed Karadag, Gamze Eker, Ramazan Memisogullari, Handan Ankarali Aim: to investigate serum levels of vitamin D and Adiponectin and their relationship with body mass index among Female Subjects Method: The cross-sectional study enrolled 127 subjects. Anthropometric measures and metabolic parameters were obtained. Exclusion criteria were pregnancy, smoking, any of the chronic disease. Blood sample was collected overnight fasting and centrifuged, and stored at refrigerator at -70 º degree until to be assayed. Adiponectinwere assayed with ELISA method. Serum vitamin D (25- hydroxy-vitamin D) was measured by a liquid chromatography. The subjects were grouped as nonobese (n=41), obese (n=76) according to body mass index. Results: The mean age was higher in obese and morbid obese group than non-obese group, but not significant (37.9±6.3, 39.6±8.1 years). Mean levels of lipid parameters (LDL-chol, HDL-chol, TG and Total Chol) and blood pressure measures (systolic and diastolic) were significantly higher among obese than non-obese subjects. Mean serum levels of adiponectin and vitamin D were significantly higher in non-obese subjects, compared to obese subjects (13.6±2.9μg/mL vs. 8.6± 3.μg/mL, p<0.001 and 17.3±5.5 ng/ml vs. 11.7±5.9 ng/ml, p<0.001).it was observed that vitamin D was negatively correlated with BMI (r=-0.436, p<0.001) and WC(r=-0.231, p<0.001), but not with TG, HDL-chol, LDL-chol and total-chol. Meanwhile, adiponectin was correlated with BMI (r=-0.474, p<0.001), WC (r=-0.427, p<0.001) and TG (r=-0.317, p<0.001), and positively correlated with HDL-chol (r=0.317, p=0.001). It is found that vitamin D was negatively correlated with TNF-alpha (r=-0.159, p=0.028) but not with IL-1 (r=-0.63, p=0.549), whereas, adiponectin was negatively correlated with IL-1 (r=-0.198, p=0.037) but not with TNF-alpha (r=-0.061, p=0.215). Vitamin D was not correlated with adiponectin among all subjects, but negatively correlated with adiponectin in obese subjects (r=-0.287, p=0.021). Discussion and Conclusion: Low vitamin D and adiponectin levels are both associated with obesity. They are negatively correlated with different inflammatory biomarkers. In literature, association between vitamin d and adiponectin was controversial. There was negative relation between serum vitamin D and adiponectin. 95

96 PP SAFRA KESESİ TAŞININ KARDİYOVASKÜLER HASTALIK RİSKİ İLE İLİŞKİSİ Elif Börekci, Bozok Üniversitesi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İç Hastalıkları ABD. Yozgat/Türkiye Amaç: Safra kesesi taşı ile kardiyovasküler hastalıklar (KVH) toplumda en yaygın görülen hastalıklardandır ve ortak risk faktörlerini paylaşırlar. Amacımız safra kesesinde taşı olanlarda 10 yıllık kardiyovasküler hastalık riskinde artış olup olmadığını saptayabilmek ve safra kesesinde taşa sahip olmanın kardiyovasküler hastalıklar için bir risk faktörü olup olmadığını ortaya koymaktır. Yöntem: Safra kesesi taşı olan 90 hasta ve safra kesesi taşı olmayan 72 gönüllü analiz edildi. Demografik ve laboratuar verileri toplanmış, Framingham risk skorları hesaplanmış ve her iki grup 10 yıllık kardiyovasküler hastalık riski açısından karşılaştırılmıştır. KVH açısından orta- yüksek riske sahip olanlar ile düşük riske sahip olanlar arasında demografik veriler ve laboratuar değerleri açısından analiz yapıldı. Multiple logistic regresyon analizleriyle KVH riski üzerine etkili faktörler değerlendirilmiş, % 95 güven aralığında rölatif risk (odds ratio) hesaplanmıştır. Bulgular: Safra kesesinde taşı olan olguların KVH riski, taşı olmayanlara göre belirgin yüksek saptanmıştır (p:0,005), KVH açısından orta-yüksek riske sahip olan bireylerde düşük riske sahip olanlara göre total kolesterol, hematokrit, sistolik kan basıncı vb. değerlerinde anlamlı yükseklik mevcuttur (table-2). Yapılan regresyon analizi sonuçlarına göre safra kesesinde taşı olan hastalarda KVH riskinde 7,8 kat artış saptandı. Diğer olası risk faktörlerinin de KVH risk artışındaki rölatif riskleri tablo 2 de verilmiştir. Sonuç: Safra kesesi taşı, yüksek kardiyovasküler hastalık riski ile ilişkili bulunmuştur. PP 010- AİLE HEKİMLİĞİNE BAŞVURAN HASTALARDA BÖBREK YETMEZLİĞİ VE SİGARA KULLANIMI İLİŞKİSİ Elif Özkan Pehlivanoğlu, Uğur Bilge, Hüseyin Balcıoğlu, İlhami Ünlüoğlu ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERİSTESİ TIP FAKÜLTESİ AİLE HEKİMLİĞİ ABD 96

97 GİRİŞ: Bu çalışmada periyodik sağlık kontrolü için polikliniğimize başvuran hastaların geriye dönük glomerüler filtrasyon hızlarının ölçümü ve sigara içme durumlarının araştırılması amaçlanmıştır. GEREÇ ve YÖNTEM : Eskişehir Osmangazi üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Aile Hekimliği Polikliniğine başvuran 51 hastanın dosyaları geriye dönük tarandı. Çalışmaya 22 kadın 29 erkek hasta dahil edildi. Hastalarda böbrek yetmezliği derecelendirilmesi glomerüler filtrasyon hızının MDRD (Modification of Diet in RenalDiseasestudy [Böbrek Hastalığında Diyetin Modifikasyonu çalışması ) formülü ile hesaplanarak belirlenmiştir. Hastalarda sigara kullanımı kullanan, kullanmayan ve sigarayı daha öncesinde kullanıp bırakmış olanlar olarak sınıflandırılmıştır. BULGULAR: Çalışmaya dahil edilen 51 hastadan 28 tanesinde glomerülerfiltrasyon değeri normal olarak değerlendirildi. 21 hastada hafif derecede böbrek yetersizliği tespit edilirken, 2 hastada orta derece böbrek yetmezliği tespit edildi. Orta derecede böbrek yetmezliği olan hastaların ikisi de kadınken, hafif düzeyde böbrek yetersizliği olan 21 hastanın 9 tanesi kadın, 12 tanesi erkekti. Çalışmada yer alan hastalardan 16 tanesi sigara kullanımına aktif olarak devam ediyordu. Bu hastalardan 6 tanesi kadın 10 tanesi erkekti. Daha öncesinde sigara kullanımı olup bırakmış olan hasta sayısı 8 olup bunlardan 1 tanesi kadın, 7 tanesi erkek hasta idi. 27 hasta sigara kullanmıyordu ve sigara kullanımı öyküsüne de sahip değildi. Orta derecede böbrek yetersizliği olan 2 hastadan 1 tanesinin daha önceden sigara kullanım öyküsü mevcutken, diğerinin sigara kullanımı yoktu. Hafif derecede böbrek yetersizliği olan 21 hastadan 6 tanesinin sigara kullanımı mevcut olup 3 tanesinin daha önceden sigarayı kullanıp bırakmış olduğu tespit edildi. Böbrek yetersizliği olmayan 28 hastadan 10 tanesi sigara kullanıyorken, 4 hastanın sigarayı daha önceden kıllanıp bıraktığı öğrenildi. TARTIŞMA: Kronik böbrek yetmezliği genellikle sinsi bir seyir göstermekte ve çoğu hastada herhangi bir semptom ve bulgu olmaksızın yapılan rutin incelemelerde böbrek hastalığı tanısı konulmaktadır. Sigara diabeti olmayan kişilerde bile böbrek hastalığı için bir risk faktörüdür. Dünyada her yıl bir milyon kişiden 'si son dönem kronik böbrek yetmezliğine girmektedir. Hastalar arasındaki sosyodemografik farklılıklar, böbrek yetmezliği derecelendirilmesinde anlamlı farklar olduğunu ortaya koymuştur. Sigara kullanan hastalarda; sigara bırakma her vizitte önerilmelidir. PP 011- STREPTOKOKAL TONSİLLOFARENJİT SONRASI GELİŞEN ERİTEMA NODOZUM Cüneyt Ardıç 1,Erdinç Yavuz 2 1 Rize Üniversitesi Aile Hekimliği Anabilim Dalı, 2 Samsun Eğitim Araştırma Hastanesi Aile Hekimliği Kliniği GİRİŞ : Eritema nodozum (EN) en sık görülen septalpannikülit tipidir. Çeşitli etyolojik faktörlere karşı oluşan, gecikmiş tipte bir hipersensitivite reaksiyonu olarak düşünülmektedir. Herhangi bir yaşta görülse de sıklıkla 2. ve 4. dekatlarda görülür. Kadınlarda erkeklerden daha fazla görülmektedir (K/E =6/1). EN deetyolojik faktörler ilaçlar, enfeksiyonlar, tümörler ve inflamatuar hastalıkların yer aldığı oldukça geniş bir spektrum gösterir. Bununla birlikte %32-72 oranında idiyopatiktir. Çocuklarda sıklıkla endemik enfeksiyonlar ve streptokokal enfeksiyonlar ön planda iken yetişkinlerde ilaçlar, sarkoidoz, inflamatuar bağırsak hastalıkları etkendir. Klinik olarak genellikle alt ekstremite ön yüzünde yerleşen, ani başlayan, simetrik, ağrılı, hassas, kırmızı- sıcak, 1-10 cm çapında, eritemlisubkutan nodüller görülür. Genellikle 10 tane kadar lezyon bulunur ama ciddi vakalarda daha çok sayıda olabilir. EN nin kol ve yüzde yerleşimi nadirdir ve genellikle alt bacak lezyonuyla birliktelik gösterir. Çürük mor rengindeki lezyonlar başlangıçta kırmızı daha sonra mor ve en son olarak sarı renge dönüşürler. Son 97

98 oluşan derin çürük görüntüsü EN için tipiktir. Lezyonlar 3-6 hafta içerisinde ülserleşme, atrofi veya skar bırakmadan kendiliğinde iyileşir. EN nin akut döneminde ateş, titreme, kırgınlık, atralji, başağrısı, abdominal ağrı, kusma, öksürük veya diyare görülebilir. Hastalığın tanısında klinik bulgular genellikle yeterli olur, şüpheli olgularda biyopsi ile histolojik değerlendirme yapılabilir. P annikülitler, klinik olarak ağrılı eritematöz nodüller oluşturdukları için, EN panniküliti diğer pannikülitlerle ayırıcı tanıya girmektedir. Bu nedenle EN un kesin tanısında deri ve deri altı dokusunu içine alan eliptoik biyopsi önerilmektedir. OLGU: Aile hekimliği polikliniğimize boğaz ağrısı ve ateş şikayeti ile başvuran 10 yaşındaki erkek hasta muayenesinde tonsillar kriptik, hipertrofik ve ödemliydi. Diğer sistemik muayeneleri normal olarak değerlendirildi. Hasta da öncelikle streptokoklara bağlı tonsilit düşünülerek BenzatinFenoksimetil Penisilin süspansiyonşeklindeoral olarakbaşlandıve hasta 10 gün sonra kontrole çağrıldı. Semptomlarında hızlı bir iyileşme olduğu öğrenilen hastanın kontrol muayenesi normal olarak değerlendirildi. Aynı hasta ilk başvurudan yaklaşık iki hafta sonra her iki tibia ön yüzünde sert, ağrılı yaklaşık 3-4 cm çapında döküntülü lezyonlarla yeniden başvurdu. Yapılan muayenede ek bir patoloji saptanmadı. Tetkiklerinde sedimentasyon hızı artmıştı, diğer tahilleri normaldi. Ön tanı olarak EN düşünülerek pediyatrikromatoloji uzmanından konsultasyon istendi. Pediyatrik romatoloji uzmanı EN tanısını doğruladı ve streptokok enfeksiyonu sonrası oluştuğu düşünüldü. Tedavide İbuprofen süspansiyon, tekrarlaması durumunda rekonsultasyon önerildi. Birinci basamakta takip edilen hastaya tüberkülozu ekarte etmek için PPD testi ve PA Akciğer filmi istendi. Sonuçlar normaldi. Hastadaki lezyonlar yaklaşık 3 hafta sonra geriledi. TARTIŞMA: EN sıklıkla her iki tibianın ön yüzüne yerleşen, birkaç hafta içinde kendiliğinden kaybolan, 1-5 cm çapında, deriden kabarık, ağrılı, kırmızı ve sıcak deri nodülleridir. Başlangıçta kırmızı renkte olan lezyonlar ilerleyen günlerde sarı ve yeşilimsi renk alırken, ülserleşme ve skarlaşma olmaksızın genellikle 3-6 hafta içinde iyileşir. Tanı genellikle klinik bulgularla konulur, biyopsi nadiren uygulanır. Histopatolojik incelemede septalpannikulit saptanır. Olgularımıza tanı klinik bulgular ile konuldu, biyopsi yapılmadı. EN sıklığı ülkemizde bilinmemektedir, İngiltere de genel populasyonda sıklığı yılda onbinde2.4 olarak bildirilmiştir. EN genellikle erişkinlerde özellikle kadınlarda sık görülür. Çocuklarda EN nin en sık nedeni Amerika ve Avrupa da A grubu beta hemolitik streptokok (AGBHS) iken, dünyanın diğer ülkelerinde tüberküloz, AGBHS ve mikotik enfeksiyonlardır. Enfeksiyon hastalıkları dışında sarkoidoz, Behçet hastalığı, inflamatuar barsak hastalığı, lösemi ve lenfoma gibi sistemik hastalıklar ve ilaçlar EN gelişiminde antijenik uyaran olarak immunolojik reaksiyonu başlatmaktadır. EN lu 10 çocuk olgunun değerlendirildiği çalışmada, etiyolojide %30 olguda streptokokalenfeksiyon, %20 sinde tüberküloz saptanırken olguların yarısında etiyolojinin bulunamadığı bildirilmiştir. SONUÇ: Sonuç olarak, EN iyi seyirli ve kendini sınırlayabilen hastalık olmakla beraber etiyolojisinin bulunarak tedavi edilmesi gerekmektedir. Tüberküloz ülkemiz gibi gelişmekte ülkelerde halen önemli bir sorun olup, EN başvuran çocuk olgularda ilk akla gelmesi gereken etiyolojik nedendir. Tularemi, streptokokaltonsillofarenjit, salmonella gastroenteriti, sistemik inflamatuvar hastalıklar ve malignite yönünden hastaların araştırılması gereken diğer etyolojik nedenlerdir. PP 012- ANNE SÜTÜNÜN ENFEKSİYONLARA KARŞI KORUYUCU ETKİSİ: PROSEPEKTİF BİR KOHORT ÇALIŞMASI Cüneyt Ardıç 1, Erdinç Yavuz 2 1 Rize Üniversitesi Aile Hekimliği Anabilim Dalı, 2 Samsun Eğitim Araştırma Hastanesi Aile Hekimliği Kliniği AMAÇ: Anne sütü doğumdan itibaren altı ay sonuna kadar olan dönemde, bebeğin tüm besinsel gereksinimlerine tek başına cevap verebilen mükemmel içeriğe sahip, doğal bir gıdadır. Aynı zamanda 98

99 içerdiği çeşitli sayıda faktörlerle yenidoğan için immunolojik bir koruma sağlar. Çalışmamızda anne sütü alma süresi ve ek gıdaya başlama zamanı ile çocuklarda 5 yaşına kadar olan dönemde enfeksiyon (otit,enterit,alt solunum yolu enfeksiyonları, üst solunum yolu enfeksiyonları) geçirme sıklıkları arasındaki ilişkiyi araştırdık. GEREÇ VE YÖNTEM: Çalışmamıza Rize 1 nolu Aile Sağlı merkezinde takipleri yapılan 2010 doğumlu 130 u erkek 139 u kız 269 hasta kabul edildi.herhangi bir nedenle takiplerine düzenli gelmeyen,konjenital kalp hastalığı bulunan,down Sendromu tanısı almış olan ve bilinen bir metabolik hastalığı olan hastalar çalışma dışı bırakıldı.çalışmaya dâhil olan hastaların toplam anne sütü alma zamanları ve ek gıdaya geçiş zamanları sorgulandı.hastaların düzenli takipleri yapılarak(0,1,2,3,4,6,9,12,18,24,30,36,48 ve 60. aylar) polikliniğimize enfeksiyon nedenli başvuruları ve diğer sağlık kuruluşlarından enfeksiyon nedenli başvuruları kaydedildi. Anne sütü alma zamanları ve ek gıdaya geçiş zamanları ile enfeksiyon geçirme sıklıkları arasındaki ilişki incelendi. BULGULAR: Toplamda anne sütü alma süresi 18 aydan daha fazla olan çocuklardaotit,gastroenterit ve alt solunum yolu enfeksiyonu(pnomoni,bronşit,bronşiolit)18 aydan daha az anne sütü alanlara oranla anlamlı derecede azdı (p<0,001). Ek gıdaya başlama açısından değerlendirildiğinde 4 aydan daha sonra ek gıdaya başlayanlarda otit,gastroenterit ve alt solunum yolu enfeksiyonu, 4 aydan daha önce ek gıdaya başlayanlara oranla anlamlı derecede azdı(p<0.001).ek gıdaya başlama süresi açısından 4 aydan daha erken ek gıda alanlarla 4 aydan sonra ek gıdaya başlayanlar arasında üst solunum yolları enfeksiyonu geçirme sıklığı açısından anlamlı bir fark bulunamadı. SONUÇ: Çalışmamızın sonuçları bebeklerde hem anne sütü alma süresi hemde ek gıdaya başlama zamanınınenfeksiyon sıklığı ile ilişkili olduğunu göstermiştir. Bu yüzden tüm bebeklerin anne sütü almaları sağlanmalı ve ek gıdalara erken başlanmamalıdır. PP 013- SİGARAYA BAŞLAMA NEDENLERİ İLE BAĞIMLILIK DÜZEYİ ARASINDAKİ İLİŞKİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ Uzm. Dr. İzzet FİDANCI, Uzm. Dr. Onur ÖZTÜRK, Uzm. Dr. Erdinç YAVUZ 1 Atakum Toplum Sağlığı Merkezi, Samsun, 2 Asarcık Meydan Aile Sağlığı Merkezi,Samsun, 3 Samsun Eğitim ve Araştırma Hastanesi Aile Hekimliği Kliniği GİRİŞ: Tütün kullanımı dünyada vetürkiye de önlenebilir hastalık, sakatlık ve ölümlerin en önemli nedeni sayılmaktadır. Gelişmekte olan ülkelerde sigara kullanımı giderek ciddi oranlarda artmaktadır 1. Sigaranın bireyin hayatına girişi günümüzde çeşitli kuramlarla açıklanmaya çalışılmıştır. Biz; bu çalışmada sigaraya başlama nedeni ile bağımlılık ilişkisinin değerlendirilmesi amaçladık. METOD: Bu araştırma tarihleriarasında; katılmayı gönüllü Kabul eden ve bilgilendirilmiş onam formu dolduran kişiler üzerinden yapılmıştır. Psikolojik rahatsızlıklar başta olmak üzere herhangi bir kronik hastalığı olanlar dahil edilmemiştir. Gözlemsel, kesitsel bir çalışma olup, etik kurul onamı, Ondokuz Mayıs Üniversitesi Klinik Araştırmalar Etik Kurulu ndan alınmıştır. Çalışmamız, Aile Hekimliği Polikliniği ne başvuran ve sigara içmekte olan 359 kişiye; sigaraya başlama nedenleri, bağımlılık düzeyini belirlemek için fagerström nikotin bağımlılık testi ve kişisel bilgiler içeren anket uygulanarak yapılmıştır. Veriler; ikili bağımsız grup karşılaştırmaları Mann-Whitney-U gruplar testi, Pearson ki-kare ve Kruskall Wallis testi analiz yöntemleri kullanılarak değerlendirilmiştir. p değeri 0.05 ten küçük olanlar istatistiksel olarak anlamlı kabul edilmiştir. BULGULAR: Çalışmamıza 181 (%50,4) erkek, 178 (%49,6) kadın hasta olmaküzere 369 kişi dahil edildi. Hastaların ortalama yaşı 52,65 (±12.228) yaş olarak bulundu. Katılımcıların eğitim durumlarına göre 99

100 sınıflamasında; 32 (%8,9) kişi ilkokul, 132 (%36,8) kişi ortaokul, 156 (%43,5) kişi lise, 18 (%5,0) kişi yüksekokul mezunu, okumayanlar ise 21 (%5,8) kişi idi. Eğitim durumları ile nikotin bağımlılık düzeyleri arasında bir ilişki bulunmadı ancak sigaraya başlama nedenlerinden özenti ile ortaokul mezunu olma arasında istatistiksel olarak anlamlı ilişki bulundu (p<0,001). Meslek gruplarına bakıldığında; 29 (%8,1) kişi işsiz, 49 (%13,6) kişi işci, 52 (%14,5) kişi memur, 60 (%16,7) kişi serbest çalışan, 5 (%1,4) kişi öğrenci, 47 (%13,1) kişi evhanımı ve 117 (%32,6) kişi emekli idi. Meslek grupları ile nikotin bağımlılığı arasında anlamlı ilişki saptanmamış olup sigaraya başlama nedenleri arasında ailemden etkilendim diyenler ile serbest çalışan grup arasından istatistiksel olarak anlamlı ilişki bulundu (p=0,006). Medeni durumlara baktığımızda katılımcılardan; 64 (%17,8) kişi bekar, 295 (%82,2) kişi evil idi. Medeni durum ile nikotin bağımlılığı arasında anlamlı ilişki bulunmadı ancak evil olanla rile özenti olarak sigaraya başlayanlar arasında istatistiksel olarak anlamlı ilişk ibulundu (p=0,005). Sigara içenlerin paket/yıl olarak ortalaması 9,08 (±8,406) paket/yıl olarak bulundu. Fagerström Nikotin Bağımlılık Test (NBT) skoru ortalaması 6,90 (±1,740) puan olarak bulundu. Sigaraya başlama yaşı ise 17,34 (±2.728) bulundu. Sigaraya başlama nedenleri 11 farklı cevapla gruplandırılmı şolup, sigara bağımlılık düzeyleri arasında istatistiksel olarak anlamlı birf ark bulunmamakla birlikte özenti (%21,2) ve sıkıntı/stres (%13,6) cevapları en yüksek oranda bulundu (Tablo 1-2). Cinsiyete göre sigara başlama nedenleri arasındaki ilişki de istatistiksel olarak anlamlı bulunmamakla birlikte, iki cinsiyette de en sık sigaraya başlama nedeni özenti bulundu. Başlama nedenleri ve cinsiyetlere göre dağılımları ve yüzde oranları Tablo 2 de gösterilmiştir. Tablo 1.Sigaraya başlama nedenleri ve Fagerström NBT skorlarının karşılaştırılması FagerströmNBT Skoru SigaraBırakmaNedeni Ortalama Ortanca 25Persentil 75Persentil ArkadaşlarımEtkiliOldu SinemaFilmlerindenEtkilendim TelevizyondanEtkilendim BüyüdüğümüİspatEtmekİçinBaşladım KarşıCinsiEtkilemekİçinBaşladım AilemdenEtkilendim Özenti Sıkıntı/Stres Merak AlkolİçerkenYanındaBaşladım Diğer p* 0,100 *Kruskall Wallis Testi Tablo 2.Cinsiyete göre sigaraya başlama nedenlerinin karşılaştırılması Erkek Kadın Toplam p* 100

101 N ( %) n ( %) n (%) ArkadaşlarımEtkiliOldu 17 (9,4) 16 (9,0) 33 (9,2) SinemaFilmlerindenEtkilendim 9 (5,0) 10 (5,6) 19 (5,3) TelevizyondanEtkilendim 10 (5,5) 14 (7,9) 24 (6,7) BüyüdüğümüİspatEtmekİçinBaşladım 17 (9,4) 20 (11,2) 37 (10,3) KarşıCinsiEtkilemekİçinBaşladım 12 (6,6) 25 (14,0) 37 (10,3) AilemdenEtkilendim 26 (14,4) 19 (10,7) 45 (12,5) Özenti 39 (21,5) 37 (20,8) 76 (21,2) Sıkıntı/Stres 31 (17,1) 18 (10,1) 49 (13,6) Merak 14 (7,7) 13 (7,3) 27 (7,5) AlkolİçerkenYanındaBaşladım 4 (2,2) 5 (2,8) 9 (2,5) Diğer 2 (1,1) 1 (,6) 3 (0,8) 0,389 *Pearson Ki Kare Tablo 3.Fagerström NBT skorununcinsiyetegörekarşılaştırılması Erkek Kadın Ortalama Ortanca 25 Persentil 75 Persentil Ortalama Ortanca 25 Persentil 75 Persentil Fagerström NBT skoru p* 0,085 Cinsiyete göre sigara bağımlılığı karşılaştırıldığında ise istatistiksel olarak anlamlı bir fark bulunmamakla birlikte ortalama ve ortanc adeğerleri eşit bulundu (Tablo 3). TARTIŞMA: Sigara içme davranışının genellikle ergenlik sonuna kadarki dönemde başlamış olduğunu, ancak az da olsa bu davranışa başlamaya daha yaşlı bireylerin de başlayabileceği bilinmektedir. Sigaraya başlamada etkili faktörler; sosyo-demografik faktörler, sosyo-ekonomik durum, kişisel özellikler, aile etkisi, arkadaş etkisi, tütün ürünlerinin fazlasıyla kolay ulaşılabilir olması olarak kabul edilmektedir Türk Kardiyoloji Derneği tarafından 1990 dan beri yürütülen TEKHARF çalışmasında erişkin erkeklerin %59.4 ü, kadınların %18.9 unun sigara kullandığı bildirilmiş, 2000 yılındaki taramalarda erkeklerde sigara içme sıklığı gerilerken özellikle genç kadınlarda sıklıkta artış olduğu saptanmıştır 5. Bizim çalışmamızda kadın erkek oranı birbirine yakın olarak bulunmuştur. Bunda çalışmaya Kabul edilme kriterlerinin rolü olduğu düşünülebilir. Bulgularımızla benzer şekilde Çelepkolu ve arkadaşları birinci basamağa başvuran hastalarda cinsiyet ve yaş ile Fagerström NBT skorları arası anlamlı bir farklılık saptayamamıştır 6.Mayda ve ark. Tıp Fakültesi öğrencileri arasında yaptığı çalışmada sigaraya başlama nedenleri; arkadaş etkisi (%54.4), özenti (%28.0), merak (%28.8) ve yalnızlık (%20.6) olarak belirtilmiştir 7. Bizim çalışmamızda ise özenti (%21,2) cevabı ise ilk sırada, ailemden etkilendim (%12,5) cevabı ikinci sıraday eraldı. SONUÇ: Çalışmamız sigaraya başlama nedenlerinin bağımlılık düzeyiüzerine etkisi olmadığını göstermiştir. 101

102 PP 014- ERGEN VE BABASIZ GEBELİKLERDE ENSEST ŞÜPHESİ LÜTFULLAH ÇAKIR*, ÖZGÜR ENGİNYURT*, ŞAHİKA ALTAŞ ÇAKIR** *Sağlık Bakanlığı Ordu Üniversitesi Eğitim ve Araştırma Hastanesi Aile Hekimliği Anabilim Dalı, Ordu, Türkiye *Akyazı Aile Sağlığı Merkezi, Ordu, Türkiye Amaç: Günümüzde ensest ahlakça, hukukça ve dince evlenmeleri yasaklanmış yakın akraba olan kadın ve erkeğin cinsel ilişkide bulunmaları anlamında kullanılır. Tüm toplumlarda red ve dışlanma sebebi olan ensestin bildirilen miktarından çok daha fazla olduğu öne sürülmektedir. Çocuklara uygulanan en ağır şiddet biçimlerinden biri cinsel şiddettir ve ensest çocuklara uygulanan cinsel şiddet türleri içinde tespiti en zor olanıdır. Biz bu çalışmamızda aile hekimliği sistemi dahilinde takip edilen yaş bayanlar içinde ergen veya babasız gebeliklerde, ensest mağduriyetinin daima akılda tutulması adına sağlık çalışanlarının duyarlılığını ve dikkatini üç olgu ile arttırmayı hedefledik. OLGU Doğumlu olgumuz 15 yaşındayken 1972 doğumlu babası tarafından tecavüze uğramak suretiyle hamile bırakılmıştı. Hamileliği sırasında aile hekimliği sistemi henüz yürürlüğe girmemiş olduğundan mağdurun gebe tespiti yapılmamıştı. Baba inşaat işçisi olarak çalışmakta, aynı evde anne, baba, mağdur (olgu1), kız kardeş (olgu 2), iki erkek kardeş, ağabey, karısı ve 2 çocukları birlikte ikamet etmekteydi. Doğum için hastaneye götürülen mağdur (yengenin) yeşil kartı ile başka bir il hastanesine giriş yapmış ve doğan çocuk ağabey ve yengenin üzerine kaydedilmişti. 3 yıl sonra olayın adliyeye intikal ettiği 2012 senesinde mağdur tekrar 19 haftalık gebeydi. 2. gebelik takibi aile hekimliği ve doğumevi gözetiminde term sağ sağlıklı doğumla tamamlandı. Doğan 2. erkek çocuk 10. gününde SHÇEK (SOSYAL Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu) na verildi. Ailenin diğer fertleri birinci çocukta kızın sokaktan birinden hamile kaldığını düşündüklerini o yüzden çocuğa sahip çıktıklarını 2. hamilelikten de adli olayla haberdar olduklarını belirtmişlerdir senesinde olgu 1 in resmi olarak başka biriyle evlilik yapması sonrası birinci gebelikten olma 5 yaşındaki erkek çocukta SHÇK na verilmiştir. OLGU doğumlu 2. olgumuz, babası tarafından ilk cinsel istismara kalkışıldığı ancak olayın koitusla neticelenmediği olayda 16 yaşında ve lisede okumaktaydı. 2. cinsel istismar olayı şehir merkezinden uzakta çalışmak üzere fındık bahçesine gittiklerinde babası tarafından tecavüze uğramasıyla neticelenen olgu 2 jandarmaya giderek babasından şikayetçi olmuş. Olayın adliyeye intikal etmesiyle olgu 2 SHÇEK gözetimine verilmiştir. Ablasının da babası tarafından tecavüze uğradığını soruşturma sonrası öğrenen olgu 2, 18 yaşını doldurduğunda ailesinin yanına geri dönmüş sosyal hizmetlerin 102

103 kendisi için bulduğu işte çalışmaya başlamıştır. Halen depresif bozukluk nedeniyle ilaç tedavisi başlanan olgu 2 nişanlandığı halde nişanlısının ailesinin babası yüzünden kendisini istemediğini, her baktığı yerde babasını gördüğünü kaygılı ve mutsuz olduğunu ifade etmekte ve ilaç kullanmayı reddetmektedir. TCK 103 maddesine göre tutuklanan babanın tutukluluğu halen devam etmektedir. OLGU doğumlu 3. olgumuzun Haziran 2012 de aile hekimliğinin rutin takip metodlarından biri olan yaş bayanların 6 aylık periyodik tesbit ve takipleri esnasında 20 haftalık gebe olduğu tesbit edilmiş ancak olgu 3 ile irtibat kurmak isteyen sağlık çalışanlarının telefonlarına hep 1968 doğumlu babanın müdehalesi sonrası engel olunmuştur. Kişinin mutlaka kendisiyle görüşülmesi gerektiği söylenen baba ''kızım hamile annesinin haberi yok ben size getireceğim'' diyerek kızıyla birlikte ASM ye gelmiştir. Babanın poliklinik odasına girmekten imtina eden tedirgin ve anksiyeteli durumu farkedilmiş, olgu 3 ün ise donuk ve durumu önemsemeyen bir tutum içinde olduğu görülmüştür. Olgu 3 ile yapılan baş başa görüşmede babasının fiziksel şiddet uyguladığını bu yüzden evden kaçtığını, sevgilisinden hamile kaldığını ancak sahip çıkmaması nedeniyle tekrar baba evine dönmek zorunda kaldığını, gebeliği annesine söyleyemediğini ancak babasına söylediğini belirtmiştir. Daha önce suisid girişimi olduğunu belirten olgu 3 ensest şüphesi ve daha önceki suisid öyküsü nedeniyle gebelik ve geçirilmiş suisid öyküsü ve tekrarlama ihtimali ön tanısı ile psikiyatriye yönlendirilmiştir. Babaya da kızına sevk verildiği ve mutlaka bu sevk üzerine hastanın psikiyatrik değerlendirilmesinin yazılması gerektiği söylenmiştir. Psikiyatri tarafından uyum bozukluğu olan hastaya destekleyici tedavi yaklaşımınız uygundur yazılması ensestin psikiyatr tarafından da itiraf ettirilememesi neticesinde ensest akılda tutularak olgunun rutin muayeneleri titizlikle takip edilmeye başlanmıştır. Evli bir ablası olan olgu 3 babası annesi ve birisi özürlü olan üç erkek kardeşiyle birlikte yaşamaktaydı. Baba inşaat işçisiydi ve dönem dönem çalışıyordu. Ekim 2012 de sağ sağlıklı dünyaya gelen erkek çocuk babanın üzerine kaydedildi. Olgu 3 ailesiyle birlikte devamlı adres ve telefon değiştirmekteydi. Çocuğun rutin sağlık muayeneleri sırasındaki tüm görüşmelerde ensestten direkt bahsetmeden korunmaya ihtiyacı olursa destek olunacağı ve artık korumakla yükümlü olduğu bir çocuğu olduğu onun içinde yardım edilebileceği ifade edildi. Haziran 2013 de tekrar hamilelik bildirimi alınan olgu görüşme esnasında bu ve diğer gebeliğinde babasının tecavüzü neticesi gerçekleştiğini ifade etti. Adli olay bildirimi yapılan olgu 3, 2. hamileliğini küretajla sonlandırdı. Baba TCK 103 gereği mahkumiyet aldı. Adli süreç sırasında olgu tarafından annesi ve ziyaretine gittiği babasının, babanın geçimi sağlayan tek kişi olduğu onun için serbest kalması gerektiği, bu yüzdende babasının ceza almaması için ''ben istedim de oldu babamın zorlaması yoktur'' şeklinde ifade vermesi için baskı uygulandığı ifade edildi. 13 yaşından itibaren babası tarafından istismar edilen olgu annesinin babasını kurtaracak ifadeyi vermemesi nedeniyle evden kovması neticesinde ablasına taşındı. 1 ay geçmeden eniştesiyle beraber evden kaçtı. Sonrasında 103

104 eniştesinin tekrar evine dönmesiyle tekrar annesine giden olgu eşiyle fiziksel şiddet nedeniyle ayrı yaşayan 2 çocuklu biriyle beraber yaşamaya başladı yılında da bu adamdan ikinci çocuğunu dünyaya getirdi. Daha önce normal konuşan babadan olma ilk çocuğun artık kekelemeye başladığı gözlendi. Olgu tekrar psikiyatriye yönlendirildi. TARTIŞMA VE SONUÇ: Dünya Sağlık Örgütü (WHO), 18 yaş altında 150 milyon (%14) kız ve 73 milyon (%7 ) erkek çocuğun zorla veya başka şekilde cinsel istismara uğradığını tahmin etmektedir. Türkiye de Çocuk İstismarı ve Aile içi Şiddet Araştırması'nda Türkiye de yaşayan 7-18 yaşlar arasındaki çocukların yüzde üçünün cinsel istismara maruz kaldığı görülmektedir. Ensest ilişkisinde cinsel istismar mağdurları genellikle kız çocuklarıdır ve en sık görülen ensest tipi öz baba-kız ensestidir. Türkiyede yapılan bir çalışmada mağdurların %13.8 inin ensest ilişki sonucu hamile kaldığı gösterilmiştir. Çalışmalar ensest kurbanlarının nadiren gönüllü kürtajı kabul ettiğini göstermekte, adölesan gebeliklerin de tıbbi, psikolojik, sosyal ve hukuki birçok soruna yol açtığı bilinmektedir. Çocukluk çağında, erken dönemde yaşanan cinsel travmalar mağdurları farklı ruhsal sorunlar ve problemler için riskli kılmaktadır. Cinsel istismar ardından en sık görülen hastalıklar arasında Travma Sonrası Stres Bozukluğu (TSSB), Depresif Bozukluklar, Kaygı Bozukluğu, Somatoform Bozukluk, Madde-alkol Bağımlılığı ve Cinsel İşlev Bozukluğu sayılabilir. Mağdurlar erişkin dönemde alkol bağımlılığı yasadışı madde kullanımı suisit girişimi ve aile hayatlarında ve evliliklerinde problemlerle daha sık karşılaşılabilmektedir. Olgularımızda, baba-kız ensesti olması, babaların yaşları, sosyoekonomik durum, cinsel istismarın tekrarlayan şekilde olması, annelerin sessiz kalması ve ekonomik açıdan zayıf olunması, mağdurların sonrasında psikososyal birçok sorunla karşılaşması literatürle uyumluydu yaş doğurganlık dönemi gebelik ve doğumla ilgili olay ve istenmeyen sonuçların en fazla yaşandığı dönemdir. Bu kapsamda ülke genelinde aile hekimleri tarafından bölgelerine kayıtlı yaş kadınların tespit ve izlemleri yapılarak bu yaş grubu kadınların sağlık açısından değerlendirilmesi sağlanmalıdır. Bu takip esnasında adölesan ve veya babasız gebeliklerde cinsel istismar ve ensesti daima akılda tutmalı tesbit edildiği takdirde de adli ve sosyal hizmet yetkilerine bildirme hususunda hassas olunmalıdır. PP 015- İKİ OLGUDA PİTYRİASİS ROSEA LÜTFULLAH ÇAKIR*, ÖZGÜR ENGİNYURT*, MÜRÜVVET AKÇAY ÇELİK**, ŞAHİKA ALTAŞ ÇAKIR*** 104

105 *Sağlık Bakanlığı Ordu Üniversitesi Eğitim ve Araştırma Hastanesi Aile Hekimliği Anabilim Dalı, Ordu, Türkiye **Sağlık Bakanlığı Ordu Üniversitesi Eğitim ve Araştırma Hastanesi Patoloji Anabilim Dalı, Ordu, Türkiye ***Akyazı Aile Sağlığı Merkezi, Ordu, Türkiye Amaç:Dermatoloji polikliniğine başvuran hastaların %1-2 sine PR (pityriasis rosea) tanısı konmaktadır. Aile hekimliğine başvuran hastalar arasında da dermatolojik hastalıklar en sık görülen yakınmalardandır. Oval, çevresinde ince skuamlı bir halka içeren madalyon plak adı verilen eritemli plak ile karakterize öncü lezyon ardından 1-20 gün içinde yaygın sekonder basit küçük eripsiyonlar şeklinde seyreden PR nın daha kolay tanımlanabilmesi amacıyla, aile hekimliği polikliniğine başvurmuş, tipik varyantının tüm kriterlerini taşıyan, tipik PR ile topografik dağılımına göre unilateral olarak tanımladığımız atipik PR olan iki olgunun bulgularının ortaya konması ve tartışılması. Olgu 1:20 yaşında bayan hasta kol, bacak ve göğüs bölgesinde kırmızı renkli döküntüler şikayeti ile aile hekimliğimize başvurdu. Yapılan fizik muayenede bacaklarda, kollarda ve göğüs bölgesinde çok sayıda çapları 0,2-0,5 cm ile 2x3 cm arasında değişen yer yer squamlı papüller gözlendi. Ayrıca göğüs bölgesinde 5x3 cm çapında madalyon plak şeklinde eritemli ortası soluk papüloskuamöz bir lezyon mevcuttu. İlk olarak yaklaşık bir hafta önce göğüs bölgesinde 5x3 cm lik döküntüsü olduğunu, kaşıntılı olan bu döküntüden iki gün sonra diğer döküntülerinin oluştuğunu ancak onların kaşıntılı olmadığını belirtti. Döküntü öncesi 2 haftada herhangi bir ilaç alımı aşılama yada geçirilmiş enfeksiyon hikayesi yoktu. 2 haftadır oruç tuttuğunu ve aç olduğunda çok gergin olduğunu ifade eden hastanın öz geçmişinde ürtiker ve alerjik konjunctivit dışında bir özellik yoktu. Hastanın hemegram, biyokimyası, TSH, folik asiti,vitamin B12, CRP normal VDRL (-)idi. Eritemli, üzerinde deskuamasyon bulunan lezyon üzerinden alınan punch biyopside bulgular PR ile uyumlu bulundu.tedavi olarak Advantan m losyon1x, prednol 4mg tb 1x1 20 gü, lansor 30mg1x1, üroderm lipo 1x1 haricen başlandı. Lezyonlarda 2 hafta içinde tamamen düzelme görüldü. 105

106 Olgu 2:37 yaşında bayan hasta bir hafta önce sağ bacak distalinde madalyon plakla uyumlu 2x3 cm çapında eritemli ortası soluk hafif pullu ve kaşıntılı bir lezyon, sağ bacak proksimal bölgede çapları 0,5-1,5 cm arasında değişen çok sayıda purpurik lezyon şikayeti ile aile hekimliği polikliniğimize başvurdu. Hastanın özgeçmişinde RF (+) liği, anemi, Hashimato nedeniyle Tefor kullanımı ve lezyonlardan 2 hafta önce geçirilmiş bir üst solunum yolu infeksiyonu hikayesi mevcuttu. Bunların dışında son 2 haftada herhangi bir ilaç alımı yada aşılama hikayesi yoktu. Sınav nedeniyle çok yoğun ve stresli bir dönemde olduğunu belirten hastanın biyokimyasında RF+ liği, TSH 10 mc/dl. Hb 10.5 mg/dl, VDRL( -), Crp normaldi.yapılan fizik muayenede tariflenen lezyonlar haricinde özellik yoktu. Hasta ilaç alımı ve biyopsiyi reddetti. Lezyonlar kendiliğinde 5 hafta içinde kayboldu. Tartışma ve Sonuç: PR gövde ve extremiteleri tutan eritematöz, papuloskumöz erüpsiyonla karakterize inflamatuar bir dermatozdur. Human herpes virus 6 ve 7, otoimmünite, çeşitli ilaçlar, psikolojik durum muhtemel etiyolojik nedenler arasında sayılmasına karşın kesin bir etiyolojik etken tespit edilememiştir. Tanı genellikle hikaye ve fizik muayene ile konur. Karakteristik madalyon plağın görülmesi diagnostiktir. Ancak madalyon plağın tespit edilemediği vakalarda mevcuttur. Lezyonları plak şeklinde olan klasik PR nin atipik morfolojik formları papüler, veziküler, büllöz, purpurik/hemorajik, ürtikeryal plak benzeri, foliküler, likenoid, eritema multiforme benzeri tiplerdir. PR lı hastalarda kaşıntı sıklığı ve yoğunluğu değişkendir. Atipik vakalarda ayırıcı tanı için biyopsi tercih edilir. PR nin tedavisinde sistemik steroid, antihistaminik, acyclovir, dapson ve antiinflamatuar ve immünomodülatör özelliklerinden dolayı eritromisinin de tercih edildiği literatürde mevcuttur. Kendi kendini sınırlayan bu lezyonlar genellikle 2-10 haftada iyileşebilmektedir. Rekürrens nadirdir. Aile hekimliği polikliniklerinde çeşitli dermotolojik hastalıklarla karışabilen ve oldukça sık karşılaşılan PR nın tipik ve atipik formlarının ayırıcı tanıda mutlaka hatırlanması ve tanınması gerektiğine inanıyoruz. PP 016- AİLE HEKİMLİĞİNE BAŞVURAN HASTALARDA PSİKİYATRİK DESTEK ALMA İSTEĞİ Hüseyin Balcıoğlu, Elif Özkan Pehlivanoğlu, Uğur Bilge, İlhami Ünlüoğlu ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERİSTESİ TIP FAKÜLTESİ AİLE HEKİMLİĞİ ABD GİRİŞ: Periyodik sağlık muayenesi için polikliniğimize başvuranlara rutin olarak check-up izlem formu doldurulmaktadır ve psikiyatrik destek almak isteyip istemedikleri sorgulanmaktadır. Bu çalışmada hasta dosyalarını geriye dönük taranması ile destek alma isteğinin sıklığının araştırılması hedeflenmiştir. 106

107 METOT: Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Aile Hekimliği Polikliniğimize periyodik sağlık muayenesi amacıyla başvuran 40 hastanın dosyalarından geriye dönük olarak psikiyatrik destek alma eğilimlerinin sorgulandı. Cinsiyet ve yaşları kaydedildi. BULGULAR: Çalışmaya 20 kadın ve 20 erkek hasta dahil edildi. Erkek hastaların yaş ortalaması 49.2, kadın hastaların yaş ortalaması 52.5 idi. 20 kadın hastadan 9 tanesi kronik hastalık öyküsüne sahipti. Bu 9 hastadan 4 tanesi psikiyatrik destek almak isterken, 2 tanesi psikiyatrik destek alma konusunda kararsız kalmıştı. Kronik hastalığı olmayan 11 kadın hastadan 3 tanesi psikiyatrik destek almak isterken 2 tanesi psikiyatrik destek alma konusunda kararsızdı. Çalışmaya dahil edilen 20 erkek hastadan 8 tanesi kronik hastalık öyküsüne sahipti. Kronik hastalığı olan erkek hastalardan 2 tanesi psikiyatrik destek almak isterken kalan 5 erkek hasta psikiyatrik destek almak istemiyordu. Kronik hastalık öyküsü olmayan 12 erkek hastadan hiçbiri psikiyatrik destek almak istemedi. Çalışmaya dahil edilen kadın hastalardan 5 tanesi sigara kullanıyordu ve bu 5 hastadan 2 tanesi psikiyatrik destek almak istiyordu. Yine sigara içen kadın hastalardan 2 tanesinin daha önceden psikiyatrik destek aldığı öğrenildi. Çalışmada yer alan erkek hastalardan 8 tanesi sigara kullanıyordu ve bu hastalardan sadece 1 tanesi psikiyatrik destek almak istediğini belirtti ve bu 8 hastadan 2 tanesinin daha önceden psikiyatrik destek aldığı öğrenildi. Kronik hastalığı olan 9 kadın hastadan 1 tanesi sigara kullanıyordu ve bu hasta psikiyatrik destek almak istiyordu. Kronik hastalığı olan 8 erkek hastadan 3 tanesi sigara kullanıyordu ve bu hastalardan 1 tanesi psikiyatrik destek almak istiyordu. TARTIŞMA: Ruhsal bozukluklar toplumda sıkça karşılaşılan sağlık sorunlarındandır. Ruhsal bozuklukların sık ve yaygın görülmesi ve yeterince tedavi edilememesi bu hastalıkların topluma maliyetinin yüksek olmasına neden olmaktadır. Tedavi edilemeyen ruhsal bozuklukların maliyetini toplum, hastalıkların sıkıntısını da aileleri ve sağlık personeli üstlenmektedir. Periyodik sağlık muayenelerinde hasta sadece fiziksel olarak sorgulanmakta, psikiyatrik sorgulama yapılmamaktadır. Hastaların bu yönden de değerlendirilmelerinin olumlu sonuçları olacağı kanaatindeyiz. PP 017- Aile Hekimliği Polikliniği Diyabet Eğitim Polikliniğine Başvuran Hastaların Sosyodemografik Özellikleri ve Laboratuvar Sonuçlarının Değerlendirilmesi Prof. Dr. Kamile MARAKOĞLU 1, Uz. Dr. Nisa ÇETİN KARGIN 1 1 Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi Aile Hekimliği, AD Amaç: Bu bildiride, Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi Aile Hekimliği Diyabet Mellitus (DM) Eğitim polikliniğine başvuran Tip II diyabetli hastaların ilk başvuru anındaki sosyodemografik özellikleri ve laboratuvar sonuçlarının değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Metod: Selçuk Üniversitesi Aile Hekimliği DM Eğitim polikliniğine başvuran son iki yılda başvuran 467 Tip II diyabet değerlendirmeye alındı. Bu hastaların ilk başvuru anındaki sosyodemografik özellikleri, kan tahlilleri ve komplikasyon durumları restrospektif olarak dosyalarından tarandı. Bu hastaların 107

108 tedavileri planlanmış olup, takibe alınmıştır. İki yıllık takip sonrası klinik ve laboratuar sonuçlarının düzelmesi bir sonraki bildiride paylaşılacaktır. Bulgular: Başvuran hastaların yaş ortalamaları 54,65±9,52 (min=21,max=83) olup % 57,2 (n=257) kadın, %42,8 (n=200) erkek olup, kilo ortalamaları 85,24±15,13 (min=39, max=140) kg, boy ortalamaları 163,32±9,73 (min=100,max=198) cm, bel çevresi 105,51±11,29 (min=65, max=142) cm olup, VKİ ortalamaları 32,04±5,99 (min=14,33, max=62) (%91,2 sinin VKİ değeri 25 ve üzeri) kg/m 2 olarak hesaplandı. Sistolik kan basıncı ortalamaları 131,28±18,60 (min=86, max=230) mmhg olup, diastolik kan basıncı ortalamaları 79,51±10,87 (min=53,max=111) mmhg idi Hastaların yapılan tetkiklerinde HbA1c=%7,93 (min=5, max=14,1) (%61,2 sinin HbA1c değeri %7 ve üzeri), açlık plazma kan şekeri 164,20±14,20 (min=65,max=467) mg/dl, tokluk plazma kan şekeri 246,33±97,70 mg/dl (min=59,max=614), insulin=12,88±10,86 μu/ml, (min=1,5, max=79,6), glomeruler filtrasyon hızı 114,52±33,82 ml/min (min=29,max=260) (%2,6 sının GFR değeri 60 ve altı) olarak bulundu. Hastaların trigliserid ortalamaları 197,94±127,64mg/dl (min=38,max=1559), HDL ortalamaları 42,57±10,07 mg/dl (min=24,max=81), LDL ortalamaları 123,02±34,88 mg/dl (min=28,60,max=243,80). Hastaların %79,4 ü (n=371) insülin kullanmakta iken, %20,6 sı (n=96) insülin kullanmıyordu. Hastaların sigara içme durumuna bakıldığında %60,2 sigara içmekte, %21,4 bırakmış, %18,4 içmiyor olarak bulundu. Hastaların ortalama diyabet süresi 5,89±6,06 (min=0,max=33) yıl idi. Hastaların başvuru anında yapılan komplikasyon taramasında hastaların hastaların %7,6 retinopati, %40,1 nöropati tespit edildi. Sonuç: Türkiye geneli DM sıklığı 14,9 olup, Türkiye Dünya geneli 219 ülke arasında DM da 23 sırada olup önlerde yer almaktadır. DM li hastalarda 40 yaş ve üzeri daha sık görülen akut komplikasyon riskini azaltmak ve uzun dönemde gelişebilecek tedavisi pahalı ve kronik (retinal, renal, nöral, kardiyak ve vasküler) sekellerden korumak için hastaların sürekli eğitimi, tedavilerinin planlanması ve kontrollerinin sıkı yapılması şarttır. Aile hekimlerine de diyabetik hastalarına erken tanı koyma ve tanılı hastalarına uygun diyabet tedavisi verme ve yıllık takiplerini takip etme konusunda büyük görevler düşmektedir. 108

109 PP 018- DİYABET TEDAVİSİNDE DOĞRU BESLENMENİN ÖNEMİ Arş. Gör. Dr. Duygu İlke YILDIRIM 1, Prof. Dr. Kamile MARAKOĞLU 1 1 Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi Aile Hekimliği Anabilim Dalı, KONYA GİRİŞ VE AMAÇ: Diyabetes mellitus (DM), insülin yetersizliği veya insülin etkisindeki defektler nedeniyle ortaya çıkan vücudun karbonhidrat, yağ ve proteinlerden yeterince fayda göremediği kronik bir metabolizma hastalığıdır. DM hastalarının %90-95'ini tip 2 DM hastaları oluşturur. Tip 2 DM, ilerleyici insülin salınım defekti ile karakterize, insulin direnci zemininde gelişen çok farklı klinik durumları içerir., Her kişinin ihtiyaç duyduğu kalori miktarı farklıdır. Burada kalori ihtiyacını doğru hesaplamak ve verilen diyet uyumunu ömür boyu devam ettirmek diyabet tedavisinin önemli basamaklarından biridir. Çalışmanın amacı; Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi Aile Hekimliği polikliniğine başvuran, Tip 2 DM hastalarında diyete uyum sıklığı ve kan şekeri regülasyonu arasındaki ilişkinin gösterilmesidir. YÖNTEM VE GEREÇLER: Çalışmaya Ağustos 2015 ve Mart 2016 tarihleri arasında polikliniğimize başvuran ve takipte kalan 400 Tip 2 DM hastası dahil edilmiştir. Çalışmaya dahil etme kriterleri; daha önce tip 2 DM tanısı konulmuş, 18 yaşın üzerinde, kliniğimize en az 6 aylık takip süresinde rutin kontrollerine gelen hastalar olarak belirlenmiştir. Çalışmanın dışlama kriterleri; hastalarda diyabetik diyete engel olan çölyak gibi ek rahatsızlıklara bağlı zorunlu diyet uygulaması, poliklinik takiplerini aksatan hastalar, gestasyonel dönemde ortaya çıkan tip 2 DM hastaları olarak belirlenmiştir. Kategorik verilerin sıklık dağılımları incelenirken Ki-kare testi kullanıldı. Grupların değişkene ait ölçümlerini karşılaştırmak için normal dağılan gruplar için Student-t testi, normal dağılmayan gruplar için Mann-Whitney U testi kullanıldı. Sayısal değişkenler arasındaki ilişkiyi belirlemede normal dağılan gruplar için Pearson korelasyon analizleri, normal dağılmayan gruplar için Spearman Testi kullanıldı. Önemlilik düzeyi olarak p<0,05 alındı. BULGULAR: Katılımcılara diyabetik diyet günlük kalori gereksinimleri doğrultusunda erkek ve kadın hastalara ayrı bir şekilde önerilmiş olup, çalışmaya katılan hastalarda diyete uyum oranına bakıldığında hastaların 217 si(%54,3) beslenmesine dikkat ederken, 183 ü(%45,8) diyet uyumu göstermemektedir(p=0,05). Beslenmesi değişenlerin HbA1c ile uyumuna bakıldığında; beslenmesine dikkat etmeyenlerin 37 sinin(%33,6) HbA1c<6,5 iken beslenmesine dikkat edenlerin 73 ünün(%66,4)hba1c<6,5 olarak bulunup; anlamlıdır(p=0,004). Hastalar AKŞ ye (açlık kan şekeri) göre AKŞ<130 ve AKŞ>130 şeklinde kategorize edilip diyet uyumu gösteren hastalarla karşılaştırıldığında beslenmesine dikkat eden 130 unun(%64,4) AKŞ<130 iken, beslenmesine dikkat etmeyen 72 sinin(%35,6) AKŞ<130 olup; anlamlıdır p<0,001). SONUÇ: Glisemik kontrolü sağlamak için bireye özgü tedavi verilmeli ve yeni stratejiler geliştirilmelidir. Çalışmamız göstermiştir ki; diyabet hastasında diyet uyumu; plazma glikoz düzeyini ve HbA1c yi düşürmektedir. Hastalarımızın diyete uyumu literatürle benzerlik göstermekte olup hastaların yapılan takiplerinde; diyetin tedavi için önemli, gerekli ve sonuç verici olduğu anlaşılmıştır. Daha uzun takip süresi çalışmanın değerini arttıracaktır. PP 019- Saf Balın Diabetes Mellitus Tedavisindeki Yeri Özgür Enginyurt, Lütfullah Çakır, Ahmet Karataş, Soner Çankaya, Yasemin Kaya, Habibe Handan Tuğcu, M. Doğan İşcanlı, Necda Çankaya, Şeyma Yarılgaç Amaç: Tip 2 DiabetesMellitus tanısı alınmış ve metformin kullanan yetişkin bireylerde 4 ay boyunca ilaç tedavisi ve ilaç+bal uygulanarak kan şekerindeki değişiklikleri gözlemleyerek glukoz içeriği düşük doğal balın DiabetesMellitustedavisine yönelik herhangi bir etkisi olup olmadığını tespit edebilmektir. 109

110 Gereç, Yöntem: Çalışmaya katılacak olan hasta ve kontrol grubuna dahil edilecek bireyler 18 ve üzerindeki yaş aralığına sahip olup, Tip 2 diabetesmellitus tanısı almış ve tedavisinde sadece metformin kullananlar çalışmaya dahil edilmiştir. Tip 2 diabetesmelitus tanısı dışındaki diyabet türüne sahip hastalar çalışmaya dahil edilmemeştir. Ayrıca metformindışında başka bir antidiabetik ilaç kullananlar çalışmaya dahil edilmemiştir. Kontrol grubu ise çalışmaya katılmaya gönüllü 18 yaş üstü sağlıklı bireylerden oluşturulmuştur. Çalışmada kontrol grubu ile vaka gruplarından olmak üzere 4 gruptan alınan parametrelerin değerlendirilmesinde tekrarlanan ölçümlü iki yönlü varyans analizinden yararlanılacağından, daha önce yapılmış çalışma ölçüt alınarak (Sheriff, M., Tukur, M. A., Bilkisu, M., Sera, S., &Falmata, A. (2011). Theeffect of oral administration of honeyandglucophagealoneortheircombination on the serum biochemicalparameters of induceddiabeticrats. Research in PharmaceuticalBiotechnology, 3(9), ), α=0.05, β=0.05 (testin gücü %95) yapılan powerandsample size testi neticesinde her grupta örnek genişliği 4 olarak belirlenmiştir. Çalışmada doğabilecek olası sorunlar için her grupta 8 birey olmak üzere toplam 64 birey üzerinde ölçüm yapılması planlandı. Çalışma için seçilen hasta grubundaki bireyler Sağlık Bakanlığı Ordu Üniversitesi Eğitim ve Araştırma Hastanesi Aile Hekimliği Polikliniğine başvuran ve Tip 2 DiabetesMellitus tanısı alınmış bireylerden oluşturulacaktır. Araştırmada elde edilecek parametreler (total kolesterol, HDL, LDL, VLDL, Trigliserid, glukoz, HbA1C) kullanılan dozlar (15 gr, 20 gr, 25 gr/birey/gün) ve uygulama grupları (kontrol, ilaç, 3 farklı bal dozu içeren ilaç+bal) açısından tekrarlanan ölçümlü varyans analizine göre değerlendirilecektir. Grup ortalamaları arası farklılıklar ise Tukey oklu karşılaştırma testi ile belirlenecektir. Ayrıca, uygulanan dozlara bağlı olarak incelenen parametrelerin değişimleri ortogonal parçalanma ile (linear, kuadratikvb) belirlenerek en ideal doz uygulamasının belirlenmesi sağlanacaktır. Bulgular: Çalışma kontrol ve çalışma gruplarına uygun doz ayarlaması sonrası balların dağıtılmasıyla başlatılmış olup ilk ayın sonunda kan şekerlerinde her hangi bir anormallik gözlenmemiş olup, çalışma 4. Ayda alınan sonuçlarla bitirilecek ve analizleri yapılacaktır. Sonuç: Tip 2 DiabetesMellitus hastalığı ülkemizde ve dünyada üzerinde uzun yıllardır bilimsel çalışmalar yapılmasına rağmen tedavi ile kesin iyileşme (sonuçlanmış) sağlanabilmiş bir hastalık değildir. Bu nedenle tıp ve diğer bilim dallarında üzerinde sürekli bilimsel çalışma yapılması gerekli önemli bir sağlık problemidir. Son zamanlarda diğer hastalıkların tedavisinde olduğu gibi Tip 2 DiabetesMellitus hastalığının tıbbi tedavilerin yanısıra destekleyici ek tedavi yöntemleri uygulanmaya başlamıştır (Erejuwa, 2014). Bu nedenle bu çalışmada, Tip 2 DiabetesMellitus tanısı alınmış ve metformin kullanan yetişkin bireylerde 4 ay boyunca ilaç tedavisi ve ilaç+bal uygulanarak kan şekerindeki değişiklikleri gözlemleyerek gulukoz içeriği düşük doğal balın DiabetesMellitus tedavisine yönelik herhangi bir etkisi olup olmadığını araştırılacaktır. Balın antioksidan etkisi ve oksidatif hasarı azaltıcı etkisi bilinmektedir. Bu nedenle Tip 2 DiabetesMellitus tanısı alınmış ve metformin kullanan yetişkin bireylerde glisemik endeksi düşük uygun dozda bal kullanılarak kan şekeri regülasyonunu daha iyi sağlamak ve lipit profilini düzeltmek hedeflenmektedir. Uygun dozun belirlenmesi için önerilen 3 farklı dozdan yararlanılacaktır. Bu 3 farklı doz vaka gruplarına 4 ay süre ile uygulanacak olup düzenli parametre takipleri yapılacaktır. PP 020- Birinci basamakta yapılmış tamamlayıcı ve alternatif tedavi çalışmalarının incelenmesi Dr. Cem Kıran, Dr. Abdullah Teksan, Doç. Dr. Melahat Akdeniz Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Aile hekimliği AD, Antalya Gerekçe: Tamamlayıcı ve alternatif tıp (TAT) giderek daha fazla ilgi gören bir konudur. Birinci basamağa başvuran hastaların bazı TAT yöntemlerini kullandıkları; birinci basamakta çalışan bazı hekimlerin de hastalarına bazı TAT yöntemlerini önerdikleri bilinmektedir. Pek kronik hastalık rehberinde yer alan 110

111 TAT yöntemleri ile ilgili yeterli kanıt olmadığı belirtilmektedir. Biz bu çalışmada TAT için birinci basamakta yapılan çalışmaları gözden geçirmeyi amaçladık. Materyal ve yöntem: PubMed, CINAHL, EMBASE, Web of Science veri tabanlarında General Practice, PrimaryCare, FamilyMedicine, ComplementaryMedicine veacupuncture, Aromatherapy, Hypnotherapy,Chiropractic, Homeopathy, Bioenergy, Reflexology, MedicalHerbalism gibi TAT yöntemlerinin adlarından oluşan anahtar kelimelerle 2005 ve 2015 yılları arasında yapılan veingilizcedilinde yayınlanan çalışmaları araştırdık. Çalışmaların özetlerini çıkararak birinci basamakta yapılıp yapılmadığını ve hangi konuda yapıldığını belirledik. Bulgular: Toplam 440 makaleye erişildi. Bunların 11 tanesi birinci basamakta yapılmadığı veya kategori dışı olduğu için elendi. Geri kalan 429 makale araştırma konularına göre sınıflandırıldı. En çok araştırılan konu 75 makale ile özel hastalıklarda semptoma yönelik TAT uygulamasıydı. Hastalarda ve toplumda TAT kullanımı konusunda yapılan araştırma sayısı 55 ti. En çok araştırılan TAT yöntemi 62 araştırma ile akupunktur, ikinci sıklıkta araştırılan yöntem 32 araştırma ile kayropraktis ti. Birinci basamak hekimlerinin TAT hakkındaki anlayış tutumlarına dair 35 araştırma bulundu. Sonuç: Tamamlayıcı ve alternatif tıp birinci basamak hekimlerinin ilgilendikleri bir alandır. Bu konuda yapılan araştırmalar çoğunlukla iki alanda toplanmaktadır. Birinci alan toplumun, hastaların ve aile hekimlerinin TAT hakkındaki görüşleri ve kullanma durumlarıdır. İkinci alanda ise TAT yöntemlerinin etkinliği konusunda yapılan çalışmalar vardır. PP 021- Yeni Tanı Diyabet Hastasına Yaklaşım Dr. Ümmü Nur Okudan 1, Doç. Dr. Levent Kebapçılar 2, Prof. Dr. Kamile Marakoğlu 1, Uz. Dr. Nisa Çetin Kargın 1, 1 Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi Aile Hekimliği, AD1 2 Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi Endokrinoloji ve Metobolizma Hastalıkları AD Amaç: Bu bildiride endokrinoloji polikliniğine ağız kuruluğu ve yorgunluk şikayeti ile başvuran erkek hastanın muayenesi ve tanısı için izlenen basamakları içeren yeni tanı alan diyabet hastasının başarılı bir yönetimi ve sunumu amaçlanmıştır. Olgu: 47 yaşında B.G. isimli erkek hasta yaklaşık 6 aydır ağız kuruluğu ve yorgunluk şikayeti ile başvurdu. Hastanın fizik muayenesinde özellik yoktu. Düzenli kullandığı ilacı veya bilinen kronik hastalığı yoktu. Babasında DM öyküsü vardı. Hastadan hemogram, biyokimya, B12, TSH çalışıldı. Glukoz:424 mg/dl, insülin 1,17 (2,6-24,9), kolesterol:250 mg/dl, LDL:180 mg/dl, HDL:50 mg/dl, ALT:21 U/L, kreatin:0,96 mg/dl, NA:138mEq/L, K:4,9 meq/l, TSH:1,49 µiu/ml olarak izlendi. Hastaya DM tanısı kondu. Hastadan C-peptid, HbA1C, CRP, prokalsitonin, elektrolitler, kan gazı, tam idrar tetkiki çalışıldı. Elektrolitler, CRP, prokalsitonin normal aralıktaydı, C-peptid:0,98 ng/ml (1,1-4,4), HbA1C:%15, kan gazında ph:7,45, pco2:35,5 mmhg, HCO3:24,8 mmol/l, idrarda lökosit esteraz:negatif, protein:negatif, şeker:+++ olarak izlendi. Hasta kan şekeri regülasyonu amacıyla servise yatışı yapıldı. Hastaya sıkı kan şekeri takibi ile insülin infüzyonu başlandı, ıv hıdrasyon yapıldı. Kan şekeri 200 mg/dl altında olunca insülin infüzyonu durdurulup, dörtlü insülin tedavisine geçildi. Hastaya akşam da 1x24Ü uzun etkili insülin, 3x8 Ü kısa etkili insülin tedavisi başlandı. Yatışı boyunca DM diyete uygun ve az yağlı yemek verildi. İnsülin kullanım eğitimi ve DM diyet eğitimi verildi. Kan şekerleri regüle olan hastanın insülin dozları ayarlandı, 2*1000 mg metformin ve 1*20 mg statin ile taburcu edildi. Sonuç: İnsüline bağımlı olmayan diyabet hastalığının prevalansı tüm dünyada artmaya devam etmektedir. DM sıklığı ülkelere göre sıralandığında; Türkiye %14,85 sıklıkla 23.sırada yer almaktadır. Diyabet uzun vadede mortalitesi ve morbiditesi yüksek olan bir hastalıktır. Orta yaşlarda olan ağız kuruluğu, yorgunluk gibi müphem şikayetlerle gelen, diyabet açısından risk faktörü olan hastalarda 111

112 açlık kan şekeri bakılmalı, yeni başlayan Tip 2 diyabeti olan hastaların geç tanı almasının önüne geçilmelidir. PP 022- EMOSYONEL STRESİN TETİKLEDİĞİ OFTALMİK ZONA İzzet Göker KÜÇÜK 1, Şirin KÜÇÜK 2, Esin AVCI ÇİÇEK 3 1 Uzm.Dr. Kemalöz Aile Sağlığı Merkezi,, UŞAK 2 Uzm.Dr. Uşak Devlet Hastanesi Patoloji Bölümü, UŞAK 3 Uzm.Dr. Uşak Halk Sağlığı Laboratuvarı, UŞAK GİRİŞ: Herpes Zoster yaşlı ve immün sistemi baskılanmış kişilerde prevalansı sık görülmektedir (1). Tutulan dermatomda içi su dolu ağrılı veziküller gelişmektedir. Oftalmik zona varisella zoster virüsünün trigeminal sinirin oftalmik dalının tutmasıyla gelişmektedir. Zona hastalığı geçirenlerin yaklaşık dörtte birinde gelişmektedir. Oftalmik zonalı hastalarda etkilenen bölgeye bağlı olarak göz çevresinde veziküller gelişmekte ve az bir kısmında konjuktivit, keratit, üveit ve oküler sinir felçleri gelişmektedir. Oftalmik zonanın kalıcı sekelleri arasında kronik oküler inflamasyon, görme kaybı ve kalıcı ağrılar bulunmaktadır. Döküntüler başladıktan sonraki 72 saat içinde başlanan antiviral tedavi oküler tutulumu önlemekte en etkili yoldur. Zona hastalığını tetikleyen sebepler arasında yaşlılık, kötü beslenme, immün sistemin baskılanması, fiziksel veya duygusal stres, migren için yapılan botulinum toksin A (BTX) tedavisi ve yorgunluk vardır (2, 3). OLGU SUNUMU: 70 yaşındaki erkek hasta sol kaşının üzerinde meydana gelen yaralanma ve baş ağrısı nedeniyle aile sağlığı merkezine (ASM) başvurdu. Gerekli müdahale yapıldı. Hastanın özgeçmişinde 20 yıl önce yer alan larinks kanseri öyküsü ve bu nedenle varolan aşırı anksiyetik emosyonel değişiklik mevcuttu. İki ay öncesine kadar depresyon tedavisi almış hastaya Hamilton anksiyete, Beck anksiyete ve depresyon ölçekleri uygulandı. Hamilton anksiyete değerlendirme ölçeğinde major anksiyete, Beck anksiyete ölçeğinde şiddetli düzeyde anksiyete, depresyon ölçeğinde ise hafif ruhsal sıkıntı gözlendi. Bunun üzerine essitalopram 20 mg/gün başlandı. Hasta bir gün sonra halsizlik, yorgunluk, hafif ateş, grip benzeri burun akıntısı, sol parietal bölgede baş ağrısı ve sol gözde ağrı şikayetleri ile tekrar ASM e başvurdu. Hastaya non-steroid anti-inflamatuar (NSAİD) ilaç başlandı. Takip eden günde hastanın sol göz kapağı, alın sol tarafı ve sol parietal bölgede orta hattı geçmeyen sulu veziküllerin çıktığı, sol göz kapağında pitozis, sol gözde kızarıklık, periorbital ödem ve ağrı, sol parietal bölgede şiddetli ağrı olduğu saptandı (Resim 1). Resim 1: Bu bulgularla hastaya oftalmik zona tanısı konarak göz hastalıkları ve dermatoloji konsültasyonları istendi. Hastaya valasiklovir (3000 mg/gün), blefarokonjuktivit gelişen sol göze geniş 112

113 spekturumlu antibiyotikli pomad ve gansiklovir içeren oftalmik jel, veziküller için cilt üzerine sürmek için asiklovir içeren krem ve B vitamin kompleksi başlandı. Hastanın klinik seyrinde tedavinin üçüncü gününde ağrılarında azalma izlendi, yaklaşık 6.günde veziküllerde sarımsı kabuklanmalar olması ve kendiliğinden sıvı boşalması üzerine sekonder staf. aureus enfeksiyonu düşünülerek fusidik asit içeren pomad başlandı. Takibinde hiperpigmente deri lezyonları ve veziküllerde kurutlanma gelişti (Resim 2). Resim 2: Deri ve oküler bulguları on günde belirgin olarak geriledi. Hasta psikoterapi almaya başladı. Ancak hastalığın başlangıcından yaklaşık üç hafta sonra postherpetik nevralji ve daha önce veziküllerin bulunduğu alanlarda aşırı kaşıntı şikayetleri gelişti. Postherpetik nevralji nedeniyle nörolojiyle danışılan hastaya gabapentin 600 mg 3x1/gün, lidokain pomad 2x1/gün, diklofenak 50 mg 3x1 başlandı. Hastanın şikayetlerinde azalma olduysa da ağrıların devam etmesi üzerine gabapentin dozu 3x800 mg a çıkıldı. Hastanın halen (hastalığın 12.ayında) nadiren de olsa aniden gelişen şiddetli ağrı şikayetleri devam etmektedir. Hastanın kaşıntı şikayetleri için anti-histaminik tablet, lezyonlar için ise asiklovir krem, fusidik asit pomad başlandı. Şikayetlerinde azalma olmaması üzerine anti-histaminik ampül ve steroidli pomada eklendi. Troid fonksiyon testlerinde (TFT) hipotroidi saptandı bunun nedeni olarak opere larinks kanserinde troid dokusunun kısmen alınması olduğu düşünüldü. Hastaya levotiroksin sodyum başlandı. Takibinde troid fonksiyonları normalleşti. Hastanın kaşıntı olan alanlardaki saçlarında dökülme ve derisinde soyulmalar başladı. Bunun üzerinde dermatolojiye tekrar danışıldı. Kaşıntı şikayetleri geçen hastada skar dokusu gelişti (Resim 3). TARTIŞMA: Herpes zoster çocuklarda suçiçeğinin de etkeni olan human herpes virüs 3 tarafından gerçekleştirilir. Herpes zoster toplumda ki her 5 kişiden 1 de yaşam boyu gelişebilir. Herpes zoster özellikle 80 yaş üstündeki kişileri tutmaktadır ve yıllık insidans 10/1000 dir. Suçiçeğinin yüksek etkinlikli aşıları 1995 yılından itibaren kullanılmaya başlanmış ve varicella ya bağlı mortalite ve hastaneye yatışlarda anlamlı oranda düşüş sağlamıştır. İnsanların çoğunda virüs hayat boyu latent kalır. Bazen de virüs tekrar aktive olur ve sinirin uyardığı alanlarda cilt üzerinde ağrılı veziküller gelişir. En karakteristik bulgusu suçiçeğinden farklı olarak kesin sınırlı alanlarda veziküller gelişir. Eğer hastalık üst göz kapağı, alın ve kafatası tutulumu yaparsa herpes zoster oftalmikus olarak adlandırılır. Zona hastalığı bazen herhangi bir nedene bağlı olmaksızın başlarken bazen de yaşlanma, kötü beslenme, immün sistemin baskılanması (örneğin organ nakline bağlı immünsüpresif tedavi uygulanması), edinilmiş immün eksiklik sendromu (HIV), fiziksel veya duygusal stres, migren için yapılan botulinum toxin A (BTX) tedavisi ve yorgunlukla tetiklenir. Ek olarak depresyonu olan yaşlılarda varicella-zoster virüs aşısına immün yanıt azalmıştır. Bazı hastalarda gelişen postherpetik nevraljiler de depresyon ve uyku bozukluklarıyla ilişkili bulunmuştur.hastamızda da oftalmik zona başlamadan önce literatürle uyumlu olarak risk faktörlerinden; yaşlılık ve duygusal stres (hafif ruhsal sıkıntı ve şiddetli anksiyete) olduğunu saptadık. Oftalmik zonanın prodrom fazında alında döküntüler çıkmadan yaklaşık bir hafta önce halsizlik, yorgunluk, düşük dereceli ateş, grip benzeri bulgular vardır. Hastaların yaklaşık %60 da veziküller gelişmeden kafatası, alın ve yüzde tek taraflı olmak üzere değişik derecede ağrılar veya karıncalanma hissi gelişir. Erken dönemde tanı koymak çok zordur. Olgumuzda ise döküntüler çıkmasından sadece bir gün önce halsizlik, yorgunluk, hafif ateş, grip benzeri burun akıntısı, sol parietal bölge ve gözde ağrı şikayetleri başladı. Genel olarak bunu takiben birkaç saat ile günler arasında tutulan dermatom boyunca eritemli maküller gelişir. Bunlar hızlıca papüller, içi seröz sıvı ile dolu veziküller ve püstüllere dönüşür. Bunlar yırtılır ve tipik olarak üzerleri kabuklanır ve haftalar içerisinde iyileşme gerçekleşir. Vakamızda da sulu veziküller bir gün sonra çıktı ve yaklaşık 6.günde yırtılıp kabuklandı. Geçmişte suçiçeği geçirmeyen veya aşısı olmamış kişilerin temas önlenmelidir, bulaşma veziküllerden direk temas ve salgılarla kontamine olmuş eşyalar yoluyla da olabilir. Oftalmik zona 5.kafa çifti olan nervus trigeminusun 1.dalı olan oftalmik sinirin supraorbital, lakrimal ve nazosiliyer dallarının değişik derecelerde etkilenmesi meydana gelir. Tüm zona vakalarının %10 ile %25 de oftalmik tutulum gerçekleşebilir, bunlarında %50 de oküler tutulum mevcuttur. Hastamızda da oftalmik tutulum ile beraber oküler tutulum oldu. Klasik olarak hastalığın burnu tutması (Hutchinson Belirtisi) oküler tutulumun ön belirtisi olarak kabul edilir. Bununla birlikte pozitif Hutcinson belirtisi olanlarda olmayanlara göre oküler tutulum iki kat daha fazladır. Hastamızda burun tutulumu olmadan oküler tutulum oldu. Oftalmik zona da genellikle tutulan dermatoma göre burun sırtı, alın, temporal ve 113

114 parietal bölgelerde veziküller gelişir. Olgumuzda da buna benzer şekilde sol tarafta sınırlı ve orta hattı geçmeyen göz kapağı, alın, kaş, temporal ve parietal bölgelerde veziküller gelişti. Tipik oftalmik zonada göz tutulumu genellikle deri döküntülerinden 1-2 hafta sonra gelişirken bizim hastamızda döküntülerle beraber gelişmiştir. Oftalmik zonada göz kapağında skar ve/veya işlev kaybı, blefarokonjonktivit, ikincil gelişen staf aureus enfeksiyonu, keratit, episklerit, skleritis, hemorajik retinit, sekonder glokom, keratopati, üveit, akut retinal nekroz, iritis, katarakt, koroiditis, optik nörit, optik atrofi, iridopleji, Argyll Robertson pupil, endoftalmit, iskemik inme, eksternal oftalmopleji, abducens ve okulomotor sinir felçleri gibi komplikasyonlar gelişebilmekte olup yaş, cinsiyet veya hastalığın ciddiyetiyle ilişkili değildir. Hastamızda da literatüre benzer şekilde göz kapağında skar, gözünde blefarokonjuktivit, episklerit ve ciltte vezikülleri takiben ikincil staf aureus enfeksiyonu gelişti. Tedavinin özellikle deri lezyonlarının ortaya çıkmasından sonraki ilk üç günde başlanması önerilmekle birlikte tedaviye geç başlanan hastalarda da düzelme saptanmıştır. Tedavide antiviral ilaçlar (asiklovir, valasiklovir veya famsiklovir) kullanılır. Tedavi genellikle ağız yoluyla verilebilmekle birlikte çok hasta olanlarda intravenöz yolla verilebilir. Bunun yanı sıra yatak istirahati, ağrı kesiciler ve intravenöz sıvı tedavisi gibi destekleyici tedaviler verilebilir. Hastalar genelde bu ilaçları oldukça iyi cevap verirler. Valasiklovir kullanımında 7 veya 14 gün boyunca günde üç kez 1000 mg dan genel prosedürdür. Valasiklovirin 7 günlük kullanımının oküler komplikasyonları ve ağrıyı önlediği bildirilmiştir. Bizim hastamızda da tedaviye ilk 24 saat içinde başlanmıştır. Oftalmik zonanın bazı korneal tutulumlarında tedavi verilmezken, diğerlerinde kayganlaştırıcılar veya topikal kortikosteroidler kullanılabilir. Göz damlalarına dirençli ciddi inflamasyon, optik sinir inflamasyonu ve göz hareketleri etkilenmişse kortikosteroid hapları kullanılabilir. Eğer glokom gelişmişse göz damlaları veya cerrahi tedavi de düşünülebilir Gözün ön yüzünde his kaybı (korneal anestezi) gelişmişse korneal hasarı önlemek için göz kapakları cerrahi olarak birbirine dikilebilir. Blefarokonjuktivit gelişen hastaların tedavisinde ise göz üzerine topikal antiviral ve geniş spekturumlu antibiyotikli damlalar kullanımı önerilmektedir. Olgumuzda da blefarokonjuktivit gelişen sol göze benzer tedavi verildi. Oftalmik zonanın göz kapağı ve konjuktiva tutulumlarında 1 ile 2 haftada sekonder staf.aureus enfeksiyonları gelişebilmektedir. Bizim hastamızda da 6.günde sarımsı renkli kabuklanma ve sıvı sızması gelişti. Bazı hastalarda veziküllerin olduğu alanlarda 3 ay ve daha uzun sürelerde ağrılar gelişebilmektedir bunlara postherpetik nöralji (PHN) denilir. Herpes zoster ve PHN gelişiminde en önemli faktör yaş tır. 70 yaş üstünde sıklığı artmaktadır. Hastamızda 72 yaşındaydı. Bu komplikasyonun kontrolü oldukça zordur, tedavisinde ağrı kesiciler, epilepsi ve depresyon tedavisinde kullanılan ilaçlar verilebilir. Bizim hastamızda da uzun süreli takipte tutulan alanlarda şiddetli ağrılar gelişti. Herpes zoster enfeksiyonu sonrası skar gelişimi nadirdir, genellikle HİV taşıyıcıları ve siyah ırkta geliştiğine dair literatürde yayınlar vardır. Ancak hastamız literatürün aksine kaş üzerinde, saçlı deride skar ile saç dökülmesi gerçekleşti. Literatürde skar tedavisi için bitkisel ilaçlar, semptomatik tedavi ve asiklovir içeren ilaçlar önerilmiştir. Olgumuzda benzer ilaçlar kullanmamıza rağmen 14 aylık takipte skar gelişmesi önlenemedi. SONUÇ: Özgül olmayan belirtilerle gelen ve aşırı stres altındaki yaşlı hastalarda araştırılması gereken hastalıklardan biri de zona olmalıdır ve gerekirse bu tür vakalarda günlük takip yapılmalıdır. Erken tedavi gelişebilecek ciddi komplikasyonlardan korunmayı sağlayacaktır. Hastanın fotoğraflarının yayınlanması için olur onayı alınmıştır. PP 023- Reproduktif Çağdaki Karın Ağrılı Bir Hastanın Başarılı Yönetimi Dr. Ramazan Duran 1, Prof. Dr. Kamile Marakoğlu 1, Uz. Dr. Nisa Çetin Kargın 1 114

115 Amaç: Bu bildiride, Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi Aile Hekimliği polikiniğine karın ağrısı şikayeti ile başvuran reprodüktif çağdaki kadın hastanın muayenesi, tedavisinin düzenlenmesi, konsültasyonlarının takibini içeren karın ağrılı hastanın başarılı bir yönetimi ve değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Olgu: 32 yaşında Ş.K. isimli kadın hasta 5 gündür devam eden karın ağrısı şikayeti nedeniyle polikliniğimize başvurdu. Hastanın özgeçmişinde ve soygeçmişinde özellik yoktu. Hastanın 2 çocuğu mevcut. Hasta 57 kg, boyu 158cm olup kan basıncı 120/70 mm/hg olarak ölçüldü. Hastanın yapılan muayenesinde batın alt orta kadranda hassasiyet mevcut olup defans, rebound tespit edilmedi. Hasta 12 yıl önce rahim içi araç takıldığını belirtti. Hastanın diğer fizik muayene bulgularında patoloji saptanmadı. Hastanın karın ağrısının ayırıcı tanısı yapılması amacıyla hemogram, biyokimya, tam idrar tahlili, beta HCG tetkikleri yapıldı. Hastanın tam idrar tahlili: normal, Hgb:12,3g/dl, üre:24,1mg/dl, kreatinin:0,65mg/dl ve diğer biyokimyasal tetkik sonuçları normal olarak tespit edildi. beta HCG: 149 miu/ml olması üzerine hastanın gebelik durumu olabileceği düşünülerek kadın hastalıkları ve doğum polikliniğine konsültasyon yapıldı. Hastanın gebelik açısından yapılan muayenesi negatif olması üzerine hastaya batın USG yapıldı. USG de uterin kavitede rahim içi araç tespit edilmiş olup, douglas boşluğunda serbest mayi olarak değerlendirildi. Adneksiyel alanda 12x12 cm organize, heterojen alan tespit edilmesi üzerine bu alanın kanama alanı, kitle, rüptüre odak, rüptüre ektopik gebelik olabileceği düşünülerek hasta tanı, tetkik ve tedavi amacıyla kadın hastalıkları ve doğum servisine yatırıldı. Hastanın burada yapılan tetkikleri sonucunda teratom tanısı konularak opere edildi. Hastanın ameliyat sonrası 4. günde genel durumu iyi vital bulguları stabil olması üzerine taburcu edildi. Hastanın ameliyat sonrası beta HCG değeri 3,43 miu/ml olarak ölçüldü. Hastanın ameliyat sonrası patoloji raporunda tanısı mikst germ hücreli tümör (disgerminom+matürteratom) olarak kesinleşti. Hastaya 6 kür kemoterapi verilmesi sonrası tedavisi tamamlandı. Kontrol muayenelerinde hastanın herhangi bir şikayeti bulunmamaktadır. Sonuç: Jinekolojik kanserler; ovaryan, servikal, endometriyal, vulvar kanserler olup kadınlardaki yıllık 5,1 milyon yeni kanserin %19 unu oluşturmaktadır. Over kanseri kadınlarda ölüme yol açan 4. kanserdir. Hayat boyu riski 1/70 tir. Over tümörlerinden olan Germ hücreli tümörler çocuk ve adolesanlarda görülen tümörlerin %60 ını oluşturup bu tümörlerin 1/3 ü maligndir. Ortalama görülme yaşı ortalama 19 ve sıklığı 10.4 /milyondur. Gebeliğin bir belirteci olan beta-hcg aynı zamanda koryokarsinomatöz elementleri olan tümörlerde de yükselir. Bunlar koryokarsinom, embriyonel karsinom, poliembriyoma ve mikst tip Germ hücreli tümörlerdir. Germ hücreli tümörlerin erken tanısı hastanın jinekolog onkologa refere edilmesini, yeterli cerrahi evrelemeyi ve uygunsa fertilite korunmasını sağlayacaktır. Aile hekimlerine polikliniğe karın ağrısı şikayeti ile başvuran reprodüktif çağdaki kadın hastanın muayenesi, tetkikleri, tedavisinin düzenlenmesi, gebeliğin yanında jinekolojik kanserlerinde akılda bulundurulması gerektiği ve buna bağlı konsültasyonların takibi konusunda büyük görevler düşmektedir. PP 024- Karın Ağrılı Bir Hastanın Başarılı Yönetimi Dr. Vedat DEMİRCİ 1, Uz. Dr. Nisa ÇETİN KARGIN 1, Yrd. Doç. Dr. Hüseyin KORKMAZ 2, Prof. Dr. Kamile MARAKOĞLU 1 1 Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi Aile Hekimliği, AD 1,Gastroenteroloji BD 2 Amaç: Bu bildiride gastroenteroloji polikliniğine karın ağrısı şikayeti ile başvuran erkek hastanın muayenesi ve tanısı için izlenen basamakları içeren karın ağrılı hastanın başarılı bir yönetimi ve sunumu amaçlanmıştır. Olgu: 61 yaşında M.G. isimli erkek hasta yaklaşık 6 aydır karın ağrısı, bulantı, kusma şikayeti olduğunu belirtiyor ve mevcut şikayetinin son zamanlarda artması üzerine hasta dış merkeze başvuruyor. Hastanın dış merkezde yapılan endoskopisinde mide korpus düzeyinde ülserovejetan kitle saptanan 115

116 hastanın alınan patoloji sonucu intestinal metaplazi olarak gelen hasta, şikayetlerinin devam etmesi üzerine gastroenteroloji polikliniğine başvurmuştur. Hastanın son 6 ay içinde 5 kilo kaybı mevcuttur. Hastanın özgeçmişinde ve soygeçmişinde özellik yoktur. Hasta 65 kg, boyu 1.70 m olup kan basıncı 120/70 mm/hg ölçüldü. Hastanın muayenesinde yaygın hassasiyeti, sağ alt kadranda defansı mevcuttu. Karaciğer normalden 3 cm büyük olarak ele geldi. Hasta primeri belli olmayan CA ön tanısı (Mide CA?, GIST?, Lenfoma?) ile yatırıldı. Hastanın hemogram, böbrek fonksiyon testleri, elektrolitleri, karaciğer fonksiyon testleri, INR, APTT, CRP, tiroid fonksiyon testleri, hepatit markırları ve anemi parametreleri gönderildi. Hastanın kan tetkiklerinde patoloji saptanmadı. Hastanın kontrol amaçlı EKG ve akciğer grafisi çekildi ve normal olarak değerlendirildi. Hastanın olası malignite açısından tümör markırları gönderildi. Hastanın PSA:7,3 (0-4,1) ng/ml, CA 72,4:1,02 U/ml, CA 19,9:21(0-39) U/mL, CA15,3:3.46 (0-25) U/Ml, CEA:1,38 (0-5,5), AFP:9,42 (0-7) ng/ml olarak saptandı. Hastanın olası malignite açısından tüm batın USG istendi. Hastanın ultrasonografisinde karaciğerde en büyüğü yaklaşık 35 mm olan çok sayıda yaygın etrafında hipodens halosu olan nodüler lezyon olarak değerlendirildi. Dalak 140 mm boyutunda gözlendi. Hastaya primeri açısından endoskopi yapıldı. Endoskopide kardianın altında başlayıp fundustan büyük kurvatur boyunca proksimal korpusa uzanan yaklaşık 4 cm fibrinli erozyon, aftöz lezyonları olan kontakla kanayan kabarık lezyon pozitif saptandı. İşlem sırasında biyopsi alındı. Hasta metastaz açısından kontrastlı batın tomografisi çekildi. Batın tomografisinde mide CA ile uyumlu, karaciğerde multiple metastaz mevcut, dalak ve pankreans invazyonu mevcut saptandı. Hastanın endoskopide alınan biyopsi patoloji sonucu iyi diferansiye nöroendokrin karsinoid tümör olarak geldi. Hasta tıbbi onkoloji ile konsülte edilerek onkoloji bölümüne devri yapıldı. Sonuç: İnflamatuar barsak hastalıkları (İBH), gastrointestinal kanalın kronik, idyopatik inflamasyonu ile karakterize hastalıklardır. İBH rastlanma sıklığı; şahıs, yer, zaman, sosyoekonomik faktör gibi değişkenlere bağlı olarak farklılık gösterebilmektedir. İBH, geç adolesan ve genç erişkin dönemin hastalığıdır, yaşamın 2-3. dekatında sıklığı artış gösterir. İBH nın sıklığı bimodal dağılış özelliği gösterip 2.sıklık artışı 6. dekat civarında görülmektedir. Aile hekimlerinin muayene esnasında, yaşlı ve uzun süreli tedaviye yanıtsız hastalarda inflamatuar barsak hastalıkları, paraneoplastik sendrom gibi teşhisleri akılda tutmaları önem arz etmektedir. PP 025- FİTOTERAPİ : TIBBİ BİTKİLERLE TEDAVİ Dr. Merve PEKER, Dr. İlkay VATANSEVER, Doç. Dr. Serdar ÖZTORA, Uzm. Dr. Züleyha KIYUNAT, Prof. Dr. Nezih DAĞDEVİREN Giriş: Tıbbi bitkilerle tedavi anlamına gelen Fitoterapi terimi ilk kez 19. yy başlarında kullanılmıştır. Günümüzde ilerleyen teknolojinin beraberinde getirdiği sağlık sorunlarından kaçınmak için doğaya ve doğala dönüş eğilimi gittikçe artmaktadır. Bitkisel ilaç satışlarının ve devletlerin" sağlık harcamalarında bitkisele tedaviye ayrılan payın giderek artış göstermiş olması, DSÖ nün insanların %80 inin doğal tedaviye inandığı açıklaması bu populeritenin iyi bir göstergesidir. Bitkisel İlaçların kullanım alanları: DSÖ nün araştırmalarına göre tedavi amaçlı kullanılan tıbbi bitkilerin sayısı civarındadır. Hastalıklarda kullanılan bitkilerden bir kısmı şu şekildedir:. Hazımsızlık: Anason, dereotu, havlıcan, kakule, kimyon, papatya, rezene, yenibahar, zencefil. Hemoroid: Civanperçemi, kuşburnu, mazı, sultanotu, zencefil. Kabızlık: Keten, rezene, sinemaki, sinirliot tohumu. Yan Etkileri: Bitkisel tedavilerin de vücudumuzda yol açabileceği istenmeyen yan etkileri mevcuttur. Günümüzde vücut ağırlığı kaybettirici, cilt güzelleştirici, anti-aging, hafıza güçlendirici, bağışıklık sistemini güçlendiren, kan şekerini dengeleyici, kan yapıcı, idrar söktürücü, tansiyon düşürücü, damar açıcı gibi çeşitli nedenlerle kullanılan bitkisel ürünlerin 116

117 karaciğerde mikrozomal enzimler aracılığıyla gerçekleşen ilaç metabolizmasını etkilemesi, bitkisel ürünilaç etkileşimine bağlı ters etkileşimin ortaya çıkması ve direkt toksik etkileri olması gibi metabolizma üzerine olan etkileri düşünüldüğünde bu ürünlerin kontrollü kullanılması önerilmektedir Dünyada popularitesi gittikçe artan tıbbi bitkilerle tedaviye hastaların ve hekimlerin bakış açısı nedir? Alternatif tıp yöntemlerinin çeşitli değişkenlere göre duyulma ve kullanılma durumu incelendiğinde; beklendiği gibi daha eğitimli, daha genç, merkezlerde yaşayan ve ekonomik durumu daha iyi olan bireylerin bu yöntemleri daha yüksek oranda bildikleri tespit edilmiştir. Alternatif/geleneksel uygulamaları kullananların çok az bir kısmı (%7,8) bir doktora danışarak veya onun tavsiyesi üzerine bu yöntemleri kullandıklarını belirtmiştir. Aslında bu yöntemlerin verebileceği zararlar nedeniyle mutlaka bir hekime danışılarak kullanılması gerektiği düşünülse de, toplumumuzda henüz bu anlayışın çok uzağında olduğumuz görülmektedir. Sonuç : Günümüzde de sağlık çalışanları ile tüketiciler arasında bitkilerle tedavi konusundaki iletişim ve bilgilendirme eksiklikleri ölüme kadar varabilecek olaylar zincirini tetikleyebilmektedir. Çünkü bitkiler şifa amacıyla yaygın olarak kullanılmakla birlikte profesyonel sağlık dünyasında yok sayılıp göz ardı edilmekte; dolayısıyla potansiyel zararları da bilimsel ortamlarda tartışılmamaktadır. Çözüm olarak bu alanda birikimi olan akademisyenler halkı aydınlatma konusunda sorumluluklarını yerine getirmelidirler. PP 026- Adölesan Gebelerin Maternal ve Fetal Sonuçlarının Değerlendirilmesi Elif Ağaçayak 1, Müsemma Karabel 2, Senem Yaman Tunç 1, Necmi Arslan 3, Yasemin Çeter 1, Ahmet Yalinkaya 1 1 Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Anabilimdalı 2 Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilimdalı 3 Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi Aile Hekimliği Anabilimdalı Amaç: Bu çalışmada amacımız hastanede karşılaştığımız adölesan gebeliklerdeki maternal ve fetal sorunlar ile adölesan olmayan gebeliklerde görülen maternalve fetal sorunları karşılaştırarak tartışmaktır. Gereç ve Yöntem: Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum kliniğinde Ocak Ekim 2015 tarihleri arasında doğum yapmış yaş (50 hasta) ve yaş (96 hasta) gebeler retrospektif olarak değerlendirildi. Yaş, parite, tansiyon, nabız, vücut kitle indeksi, sigara, gebelik haftası, doğum şekli, doğumda gelişen komplikasyonlar, sezaryen endikasyonları, annenin biyokimyasal parametreleri, preeklampsi ve preterm eylem gelişen hastalar, kan transfüzyonu ve yoğun bakım ihtiyacı, bebeğin 1. ve 5 dakika apkar skoru, kilosu, amnionmayisi, fetal anomali varlığı, yoğun bakım ihtiyacı kaydedildi (Tablo 1,2,3,4). Bulgular: Ocak Ekim 2015 tarihleri arasında toplam doğum sayımız 1715 idi. Bunların 62 (%3.6) sinin adölesan yaş grubunda olduğu izlendi. Maternal kan transfüzyonu ihtiyacı adölesan grupta 117

118 anlamlı olarak yüksek tespit edildi (sırasıyla p: 0.004). Fetalanomali ve fetal yoğun bakım ihtiyacı adölesan grupta anlamlı olarak yüksek tespit edildi (p değerleri sırasıyla p:0.014 p:0.018). Sonuç: Adölesan gebelikler, özellikle maternal anemi ve kan transfüzyonu ihtiyacı açısından artmış risk ve kötü perinatal sonuçlara neden olduğundan yüksek riskli gebeliklerdir. Bu nedenle bu gebelikleri azaltmak ve perinatal komplikasyonları en aza indirmek için daha geniş kapsamlı çalışmalar yapılmalıdır. Tablo 1:Adölesan gebeler ile adölesan olmayan gebelerin demografik verilerinin karşılaştırılması Adölesan gebeler Adölesan olmayan p (15-19 yaş) gebeler (20-23) Yaş 18.12± ± Parite 0.24± ± Gebelik haftası 34.38± ± Sigara Var 4 (%8) 9 (% 9.4) Yok 46 (%92) 87 (%90.6) Vücut kitle indeksi 24.98± ± Doğum Normal 5 15 Şekli Doğum Sezaryen Operatif Doğum Sistolik Tansiyon (mm ± ± Hg) Diastolik Tansiyon (mm 75.60± ± Hg) Nabız (Dakika) 87.80± ± Parametrik veriler ortalama±standart sapma, Student-t test Kategorik veriler için χ2: Ki-kare test Tablo 2:Adölesan gebeler ile adölesan olmayan gebelerin doğum esnasındaki biyokimyasal parametrelerinin karşılaştırılması Adölesan gebeler(15- Adölesan olmayan p 19 yaş) gebeler(20-23) Hb (g/dl) 11.14± ± Htc (%) 35.03± ± Plt (K/uL) ± ± Glukoz (mg/dl) 89.56± ± Alt (u/l) 22.80± ±

119 Ast (u/l) 32.20± ± TİT(Protein)(mgr) 77.60± ± Kısaltmalar: Hb: Hemoglobin, Htc: Hematokrit, Plt: Platelet, Alt: Alaninaminotransferaz, Ast: Aspartataminotransferaz, TİT: Tam İdrar Tetkiki Ortalama±standart sapma, Student-t test Tablo 3:Adölesan gebeler ile adölesan olmayan gebelerin fetal sonuçlarının karşılaştırılması Adölesan gebeler(15- Adölesan olmayan p 19 yaş) gebeler(20-23) Bebeğin kilosu (gram) ± ± dakika apkar 5.44± ± dakika apkar 6.72± ± Amnion maide mekonyum Var 2 (%4) 3 (%3.1) Yok 48 (%96) 93 (%96.9) Fetalanomali Var 7 (%14) 3 (%3.1) Yok 43 (%86) 93 (%96.9) Yoğun bakım Var 17 (%34) 16 (%16.7) Yok 33 (%66) 80 (% 83.3) Parametrik veriler ortalama±standart sapma, Student-t test Kategorik veriler için χ2: Ki-kare test Tablo 4:Adölesan gebeler ile adölesan olmayan gebelerin maternal sonuçlarının karşılaştırılması Adölesan gebeler(15- Adölesan olmayan p 19 yaş) gebeler(20-23) Kan transfüzyonu Var 11 (%22) 5 (%5.2) ihtiyacı Yok 39 (%78) 91 (%94.8) Preeklampsi Var 9 (%18) 7 (%7.3) Yok 41 (%82) 89 (%92.7) Pretem Eylem Var 21 (%42) 27 (%29.0) Yok 29 (%58) 69 (%71.9) Yoğun bakım ihtiyacı Var 8 (%16) 8 (%8.3) Yok 42 (%84) 88 (%91.7) 119

120 Sezaryen komplikasyonu Normal doğum komplikasyonu Var 4 (%32.1) 4 (%4.2) Yok 29 (%87.9) 61 (%63.5) Var 3 (%17.6) 1 (%3.2) Yok 14 (%82.4) 30 (%96.8) Maternal Ölüm Var χ2: Ki-kare test Yok 50 (%100) 96 (%100) PP 027- ZAYIFLAMA AMACIYLA SAĞLIK KURULUŞUNA BAŞVURAN OBEZ BİREYLERİN DEPRESYON BELİRTİLERİ YÖNÜNDEN DEĞERLENDİRİLMESİ Ümit ASLAN¹, Mustafa Haki SUCAKLI¹, Yaşar KOŞAR¹, Şeydanur ASLAN¹ ¹Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi Tıp Fakültesi Aile Hekimliği AD, Kahramanmaraş GİRİŞ: Toplumun şişmanlığa karşı gösterdiği reaksiyon nedeniyle kişilerde anksiyete, depresyon, suçluluk duygusu, nefret ve somatik yakınmalar gelişebilir. Ayrıca, iş bulma güçlüğü, okul ve iş çevrelerince reddedilme gibi sosyal sorunlara neden olur. Obezite ile birlikteliği en sık görülen psikolojik sorun depresyondur. Çalışmamızda tedavi arayışında olan obez bireylerde depresif belirtilerin göülme sıklığını araştırmayı amaçladık. GEREÇ-YÖNTEM:Çalışmamıza, Mayıs 2015-Eylül 2015 tarihleri arasında Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi Tıp Fakültesi Aile Hekimliği polikliniğine zayıflama isteğiyle başvuran, öncesinde bilinen kronik ve psikiyatrik bir hastalığı bulunmayan, BKİ>30 kg/m² olan 50 birey ile herhangi bir sebeple başvuran, öncesinde bilinen kronik ve psikiyatrik bir hastalığı bulunmayan BKİ normal benzer sosyoekonomik özelliklere sahip 50 sağlıklı birey dahil edildi. Çalışma konusunda bilgilendirildikten sonra çalışmaya katılmayı kabul edenlere sosyodemografik özellikleri sorgulayan form ve 21 sorudan oluşan Beck Depresyon Ölçeği (BDÖ) uygulandı. Bu ölçekte kesme puanı 17 olup bu değerin üzerinde puan alan bireylerin depresif belirtiler gösterdiği kabul edildi. İstatistiksel analiz için SPSS Statistics 22.0 programı kullanıldı. Çalışma verileri değerlendirilirken tanımlayıcı istatistiksel metotlar ile grupların oranlarının karşılaştırılması amacı ile X2 (Ki-kare) analizi kullanıldı. P<0.05 anlamlı kabul edildi. BULGULAR: Obez grubun 45 i (%90), kontrol grubunun 43 ü (%86) kadındı.obez grubun yaş ortalaması 31.6 ± 8.2 ve kontrol grubunun yaş ortalaması 28.6±4.7 idi. Obez grubun 35 i (%70) evliyken kontrol grubunun 28 i (%56) evliydi. Obez bireylerin16 sı (%32) üniversite ve üzeri eğitim almış olup kontrol grubunda üniversite ve üzeri eğitim alanlarınsayısı 24 (%48) idi. Obez grupta depresif belirtiler gösteren bireylerin sayısı 25 iken (%50) kontrol grubunda 7 kişinin (%14) depresif belirtilere sahip olduğu görüldü. Obez gruptaki depresif belirti gösteren bireylerin oranı kontrol grubuna göre anlamlı derecede yüksekti (p<0.05). Obez grupta elde edilen depresyon skoru ortalaması 16.7± 6.6 iken kontrol grubunda 10.4± 5.7 idi. İki grup arasındaki fark istatistiksel olarak anlamlıydı (p<0.05). 120

121 SONUÇ: Tedavi arayışında olan obez bireylerin tüm obez popülasyonu içerisinde bir alt grup olduğu, çeşitli psikiyatrik komplikasyonların bu grupta daha çok görüldüğü ve bu hastaların psikososyal açıdan daha ayrıntılı ele alınması gerektiği düşünülmektedir. Çalışmamızda tedavi olmak amacıyla sağlık kuruluşuna başvuran obez bireylerde depresif belirtilerin varlığı gibi önemli bir sorunun normal kilodaki bireylere göre çok daha fazla görüldüğü tespit edilmiştir. Zayıflama amacı ile başvuran hastalara kilo vermeye yönelik beslenme ve egzersiz programları verilmelidir. İlave olarak, obezite nedeni ile yaşayabilecekleri psikolojik ve sosyal sorunlar belirlenerek gerekli müdahaleler yapılmalıdır. Ayrıca obeziteye neden olabilecek psikolojik etmenler de gözardı edilmemelidir. Anahtar kelimeler: Obezite, depresif belirtiler PP 028- Sleep Quality in Patients with Varicose Vein: The Effect of Regular Pressured Varicose Vein Stocking Usage Derya Atik 1, Zeynep Erdoğan 2, Cem Atik 3 Rabiye Çırpan 1, Hilal Karatepe 1 1 Osmaniye Korkut Ata University, School of Health, Nursing Division, Osmaniye, Turkey 2 PhD, Bülent Ecevit University, Vocational School of Health Services, Zonguldak, Turkey 3 MD, PhD, Private New Life Hospital, Osmaniye, Turkey Introduction: Alongside being a state of immobility allowing the organism to rest, sleep is a renewal period that prepares the body for life again, and is one of the basic daily activities that affect the health and quality of life of individuals. Some diseases can cause both physical and psychological stress, affecting sleep patterns. It is known that lower extremity varicose veins have an important effect on both the physical and psychological aspects of quality of life. Sleep is a basic physiological need and is one of the basic needs that encompasses a third of a human s life. Disruptions in sleep patterns affect a human s life in many fields and disrupt quality of life. The symptoms of varicose veins, especially pain and night cramps can cause sleep problems (1-5). Varicose vein is a problem frequently encountered by all health professionals. Directing and informing patients on the treatment of varicose veins is very important. For this reason, we planned to investigate the effect of pressured varicose vein stockings on the sleep quality of patients with varicose veins. Materials and Methods: The study was designed according to the pretest posttest single study group pattern from among experimental research methods. 80 patients were included in the sample. In gathering data for the study, a questionnaire on socio demographic and clinical characteristics, The Berlin Sleep Questionnaire, and the Sleep Quality Scale (PUKO) were used. Data was evaluated using the SPSS 21.0 (SPSS Inc., Chicago, IL, USA) statistics program. Descriptive data was given in arithmetic means ± standard deviations (SD), numbers, and percentage distributions. In examining the relationships between the variables the Paired Samples t-test and Cross tabs were used. Results: Most of the patients were married women, high school graduates, full time workers who didn t use tobacco or alcohol, officers, housewives, or manual laborers. More than half of the patients had a positive history of varicose vein in their families. Most of the patients were seen to be overweight with a CEAP classification of 3. When the sleep qualities of the patients in the last month were evaluated using the PSQS, a statistically significant difference between the mean scores of the first inventory application and the last inventory application was found (p<0.01). Regular varicose vein stocking use was found to increase sleep quality. When the relationship between the BMI and sleep qualities of the patients were examined, those with higher sleep quality were seen to be normal or overweight, and those with lower sleep quality were seen to be mostly overweight and obese. The 121

122 rate of female patients in the group with worse sleep quality was higher. When the distributions in the sleep quality perceptions of the patients were examined according to BMI and gender, a statistically significant difference between the groups was seen (p<0.01) Conclusion: The results of the study showed that varicose veins are seen more in women, those who stand up excessively, those with genetic predilection, and those that are overweight or obese. We scientifically determined that sleep quality increased when compressive varicose vein stockings were regularly used. Additionally, patients with low sleep quality were found to be mostly female patients and overweight or obese patients. Using compressive varicose vein stockings is an indispensible element of conservative treatment in individuals with varicose veins. Even though using compressive varicose vein stockings is not a definitive treatment for varicose veins, it contributes importantly to quality of life. PP 029- Birinci Basamakta Tanıda Geç Kalınmış Hipertansif Retinopati Vakası Uz. Dr. Nisa Çetin Kargın 1, Prof. Dr. Kamile Marakoğlu 1 1 Tuzlukçu İlçe Devlet Hastanesi 2 Selçuk Üniversitesi Aile Hekimliği Anabilim Dalı Giriş: Hipertansiyon dünyada önlenebilir ölüm nedenleri arasında ilk sırada yer almaktadır. Hipertansiyonun retinada yaptığı hasara hipertansif retinopati denir. Birinci basamakta aile hekimleri olarak her türlü hastalar ile karşılaşmaktayız. Bu olgu nedeniyle nadir görülen fakat tanıda geç kalındığında kötü sonuçlara yol açabilecek hipertansif olgunun teşhis ve tedavisindeki önemli noktalar gözden geçirilmiştir. Olgu: 5 yıldır diyabetis mellitusu, 3 yıldır hipertansiyonu olan hasta gözünde yanma ve kızarıklık şikayeti olan 27 yaşında kadın hasta Tuzlukçu Entegre Devlet Hastanesi acil polikliniğine muayene olmak için başvurdu. Hastamız evli ve 2 çocuğu vardı. Özgeçmişinde hipertansiyon ve Tip 2 diyabeti mevcut olup ve soy geçmişinde annesinde hipertansiyon, babası diyabet mellitus mevcuttu.. Hastada yeni geçirilmiş travma veya operasyon öyküsü yoktu. Hastanın yapılan fizik muayenesinde genel olarak şuuru açık, genel durumu iyi idi. Gözünde kızarıklığın alerji sonucu olduğunu düşünüp kızarıklığın başlangıcından iki gün sonra bize başvurmuş. Tansiyon 175/125mmHg, nabız 75/dk, ateş 36ºC, solunum sayısı 14/dk idi, anlık ölçülen parmak ucu kan şekeri 185mg/dl olarak geldi. Sağ gözde 122

123 sklerada yaygın hemoraji mevcuttu. Hastanın anamnezinde ve ilacını düzenli kullanmadığı ve diyabet için gerekli yıllık göz ve nefroloji, nöroloji kontrollerine takibe gitmediği öğrenildi. Hastanın Akşehir Devlet Hastanesi ile göz konsültasyonu istendi. Konsültasyon sonucu olarak hastaya evre 3 hipertansif retinopati tanısı konulup hipertansiyonun ve diyabetin komlikasyonları açısından bilgi verildi. Tartışma: Hipertansiyon ve diyabet aile hekimlerinin en sık karşılaştığı vakalardandır. PATENT çalışmasında Türkiye de HT prevelansının %31,8 olup, bu oran toplumda ekonomik olarak ekin kabul edilen (35-64) yaş grubunda %42,3 (erkeklerde %34,8, kadınlarda %50) olarak tespit edilmiştir. Hastalarımız, bu iki sık görülen önemli hastalığın komlikasyonları hakkında yeterli farkındalığı olmadığı gibi genç yaşta komplikasyon ile sonuçlanabileceğini düşünmeyerek gözdeki kızarıklığı allerji olarak düşünebilmektedir. Hastamız genç yaşta olmasına rağmen ilaçlarını düzenli kullanmamasına bağlı diyabetin tetiklediği hipertansif retinopati vakası olarak değerlendirildi. Aile hekimleri olarak her vakamızda detaylı anamnez almalı ve tam fizik muayene yapmalıyız, kronik hastalıkların düzenli kontrollerinin ve ilaç kullanımının her yaşta önemini hastalarımıza anlatarak gelişebilecek ciddi komplikasyonları gelişmeden önleyebiliriz. PP 030- TONSİLLİT AMA ETKENİ NE? BİR OROFARİNGEAL TULAREMİ OLGUSU Şeyda Şen 1, Halil İbrahim Atasoy 2 1 Düzce Üniversitesi Tıp Fakültesi Aile Hekimliği A.D 2 Abant İzzet Baysal Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları A.D Tularemi çok değişik klinik görüntülerle ortaya çıkabilen, gram- negatif kokobasil olan Francisella tularensis' in neden olduğu bir zoonozdur yılından bu yana Bulaşıcı Hastalıkların İhbarı ve Bildirim Sistemi'nde C grubu bildirimi zorunlu hastalıklar listesinde yer almaktadır. Ülkemizde Karadeniz ve Marmara Bölgeleri başta olmak üzere hemen tüm bölgelerimizden vaka bildirimleri olmaktadır. Son zamanlarda bazı illerimizde yeniden önem kazanan zoonotik hastalıklardan biri ve halk sağlığı problemi olarak dikkat çekmektedir.tularemi insanlara enfekte hayvanlarla doğrudan temasla,kontamine olmuş sularla veya laboratuar kazaları ile bulaşmaktadır.nüfus haraketleri, çeşitli felaketler, yoksulluk, savaş ve göçler özellikle modern 123

124 şehirleşmenin olmadığı alanlarda tularemi enfeksiyonunun yayılmasını kolaylaştırmaktadır. Tulareminin doğru teşhis edilebilmesi için öncelikle vakanın doğru tanımlanması gerekmektedir. Tularemide klinik bulgular konağın giriş yerine, virulansına, inokulasyon dozuna ve konağın immun durumuna göre değişir. Hastalık bu faktörlere göre okuloglandüler, ülseroglandüler, glandüler, tifoid ve pnömonik tularemi olarak başlıca altı klinik formda sınıflandırılır. Asemptomatik veya subklinik seyreden hafif klinik tablolardan,ağır sepsis tablosuna kadar değişen ;hatta ölümle sonuçlanan farklı klinik tablolar görülebilir.tulareminin inkübasyon süresi genelde 2-10 gündür. ( 1-21 gün arasında değişebilir ). Hastalık inkübasyon süresine takiben boğaz ağrısı, halsizlik, iştahsızlık, sırt ağrısı, baş ağrısı, titreme ile yükselen ateş ve terleme ile başlar.takip eden semptomlar hastalığın lokalizasyonuna göre değişir.orofaringeal tularemi, kontamine su ve gıdaların alımı sırasında bakterinin oral mukozadan girmesi ile oluşur ve ülkemizde görülen yaygın formdur (1). Bu yazıda Abant İzzet Baysal Üniversitesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Kliniğinde orofaringeal tularemi tanısı ile takip edilen iki kardeşten birinin olgu sunumu mevcuttur. Öncesinde akut tonsillit tedavisi gören ve şikayetleri gerilemeyen orofaringeal tularemili hastanın tedaviye direnci anlatılmıştır. PP 031 THE EVALUATION OF BIRTH DATA IN KÜTAHYA IN 2015 İnci Arıkan 1, Yasemin Korkut 2, Ali Güvey 3, Huri Güvey 4 Dumlupınar Unıversity Public Health Department 1 Dumlupınar Unıversity Family Medicine Department 2 Dumlupınar Unıversity OtorhinolaryngologyD epartment 3 Dumlupinar University, Faculty Of Medicine. Training and Research Hospital Gynecology 4 PURPOSE : There can be a siginificant reduction in life quality of mothers giving Cesare an birth when compared with giving normal birth mothers because of the pain after birth,adverse effects anesthesia, surgical complications and long recovery periods. Never the less, today, the increase in caesare an application takes attention because of its coomon application apart from its medical indication. In Turkey, cesarean birth rate is approximately 52% and its 26 % is primary cesarean. In our study, the evaluation of cesarean births made in second step health centers in Kütahya and its indications is aimed. METHOD: In this descriptive study, data of the births,received from provincial public health directorate, occurred in its countries and in Kütahya was investigated. Cesarean Birth indications were evaluated via the Hospital Assessment forms. SPSS 21.0 software package was used in the analysis of data. RESULTS: 6035 birth occurred in hospitals across the province, 1431 of the births (23,7%) in the districts, 4604 (76,3%) has been at the city center births occurred naturally (36,5%), 3824 births occured in cesarean (63,4%).The rate of the primary cesarean in all births is 33,7% (in the districts: 15.1%,in the city center: 84.9%).Beacuse of the diagnosis such as fetal distress(23,4%), malpresentation (19,7%), head-pelvic disproportion(17,9%), prolongedaction (14.3%), 4.4% larger babies(4,4%), multiple pregnancies (3,3%), placenta abnormalities(2,3%), and hypertensive disorders of pregnancy (1,9%) primary cesarean section was applied to the pregnant women. As the primary 124

125 indication for caesarean section; While prolongedaction-fetal distress-big baby diagnoses were higher in districts, in the center presentation anomalia- hypertensive pregnancy ilnesses- multiple pregnancies diagnosed with placental abnormalities were significantly higher than the rate of the districts (p:0,000) CONCLUSION: Cesarean birth rate in our province is higher than the Ministry of Health recommendation. Considering the medical indications, Kütahya has two private hospitals in the city center and the University Hospital accepting risky patients may increase the serates. This study may guide the planned health centers to reduce cesarean rate and it will form a basis in shaping the educational programs which will be given to the health professionals and women. PP 032- KÜTAHYA ILINDEKI KADIN HASTA PROFILI Yasemin Korkut 1, Sarper Şahin 2 Dumlupınar Üniversitesi Aile Hekimliği AD 1 Dumlupınar Üniversitesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları AD 2 GİRİŞ: Çalışmamızda 2015 yılı içersinde hastanemize gelen kadın hasta sayısı, demografik özellikleri, hangi şikayetlerle en çok hangi polikliniklere başvurdukları ve 40 yaş üstü kadınların mamografi ve papsmear yaptırma yüzdelerini araştırmayı planladık. METOD: Araştırma, 2015 yılında bir yıllık dönemde D.P.Ü. Evliya Çelebi Eğitim ve Araştırma Hastanesi ne başvuran tüm hastaların kayıtları retrospektif olarak incelenerek yapıldı. Bulgular: Toplam hasta sayısı idi. Kadın hastalar genel populasyonun yaklaşık % 69 unu oluşturuyordu. Hastaneye gelen kadın hastaların yaş ortalaması 49±13 idi. Bu hastaların ortalama olarak %15 ini 65 yaş üstü geriatrikpopülasyon oluşturmaktaydı. Hastaların en çok dahili şikayetlerle dahiliye, kadın doğum, fizik tedavi ve çocuk polikliniklerine başvurdukları görüldü. Kadın hastaların akut gelişen şikayetlerle hastaneye en çok başvurma sebeblerinin başında %14.4 ile akut üst solunum yolu enfeksiyonu alırken, miyalji %5.4, idrar yolu enfeksiyonu %1.25 diğer başvuru sebeplerindendi. Kronik hastalıklardan başvuruda ise tüm Türkiye genelinde olduğu gibi birinci sırada %1.6 ile hipertansiyon gelirken, astım %0.8 ile ikinci sırada tespit edildi. Kalp krizi, serebrovasküler hastalıklar(inme) de sırasıyla %0.06, %0.5 gibi hatırı sayılır ölçüdeydi. 40 yaş üstündeki kadın hastalarımızın mamografi ve papsmear yaptırma oranları ise sırasıyla %10.4 ve %2.3 gibi oldukça düşük sayıda olduğu görüldü. SONUÇ: Biz, hastanemiz polikliniklerine başvuran kadın hasta popülasyonu için: kadınlar sağlığklarına ne kadar dikkat ediyor yada biz doktorlar olarak kadınlarımızın sağlığını ne kadar koruyabiliyoruz gibi sorulara genel bir ölçüde yaklaşmak istedik. Kadın hastaların acil ve kronik problemlerine personel ve uzmanların kadınların risk altında olduğu durumlar da göz önüne alınarak yaklaşım gösterilmesi, daha hızlı ve kaliteli bir sağlık hizmeti doğuracaktır. PP 033- GÖĞÜS HASTALIKLARI VE İÇ HASTALIKLARI KLİNİKLERİNDE PNÖMONİ TANISI İLE İNTERNE EDİLEN 65 YAŞ VE ÜZERİ HASTALARIN DEĞERLENDİRİLMESİ Ayşegül AKBAY 1 Hacer SALİ ÇAKIR 2 Bengü ŞAYLAN 3 Büşra KANATSIZ 4 Derya BUZKAN 5, Sema BASAT 6 125

126 1.Eskil Merkez 2 Nolu Aile Sağlığı Merkezi, Aksaray 2.Trabzon Halk sağlığı Müdürlüğü Ortahisar Toplum Sağlığı Merkezi, Trabzon 3.Sağlık Bilimleri Üniversitesi Ümraniye Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Göğüs Hastalıkları Kliniği 4.Beykoz Yenimahalle Aile Sağlığı Merkezi, İstanbul 5.Kayseri Halk Sağlığı Müdürlüğü Kocasinan Toplum Sağlığı Merkezi, Kayseri 6. Sağlık Bilimleri Üniversitesi Ümraniye Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İç Hastalıkları Kliniği GİRİŞ VE AMAÇ: Pnömoniler yaşlı hastalarda önemli bir morbidite ve mortalite nedenidir. Son yıllarda yaşlı nüfus oranının artması nedeni ile bu hasta grubu daha sık görülmektedir. Bu durum enfeksiyona bağlı morbidite ve mortalitede artışa neden olmaktadır. Bu çalışmanın amacı, hastanemizde yatarak tedavi edilen geriatrikpnömoni hastalarında klinik, radyografik, laboratuar parametreler ve risk faktörleri ile prognoz, tedavi ve komplikasyonları değerlendirmek ve morbidite, mortaliteyi arttıran faktörleri belirlemektir. GEREÇ VE YÖNTEM: Çalışmada Ümraniye Eğitim ve Araştırma Hastanesi Göğüs Hastalıkları ve İç Hastalıkları kliniklerinde pnömoni tanısı ile tarihleri arasında interne edilen 65 yaş ve üzerindeki 305 hasta retrospektif olarak değerlendirildi. Hastalar için dışlama kriteri belirlenmedi. Demografik bilgiler, klinik, radyolojik ve laboratuar bulguları, tedavi, yatış süresi, komplikasyon, nüks, mortalite gibi prognoz bilgileri hasta dosyalarından elde edildi. BULGULAR VE TARTIŞMA: Çalışmamızda hastaların yaş ortalaması 78,30 yıl idi. En küçük yaş 65 en büyük yaş 98 idi. 305 hastanın 18'i (%5.9) kaybedildi. Yoğun bakıma devredilen hasta sayısı 40 'dı (%13). En sık görülen komorbiditehipertansiyondur (%67). Hastaların %36' sında KOAH, %36' sındadiabetesmellitus, %30 'unda KKY, %29'unda koroner arter hastalığı (KAH), %18' inde SVH ve %14' ünde malignite bulunuyordu. En az bir ek hastalığı bulunan hasta oranı %95 olarak tespit edilmiştir. Bakım evinde yaşayan 4 hasta vardı. Son bir yılda pnömoni nedeniyle hospitalizasyon öyküsü 66 (%22) hastada mevcuttu. Tablo 1. Albümin değeri ile yatış süresi ve toplam tedavi süresi ilişkisi Albümin Yatış Süresi Toplam tedavi P değeri Korelasyon değeri* , , Tablo 1. de Hastaların albümin değerleri ile yatış süresi ve toplam tedavi süresi ilişkisi görülmektedir. Albümin düzeyi ile yatış süresi arasında anlamlı bir ilişki bulunamadı (p:0.063) ancak Albumindüzeyi arttıkça toplam tedavi süresinde anlamlı derecede azalma saptandı (p:0.000). Tablo 2. Nüks ve risk faktörleri ilişkisi Nüks Bakımevinde yaşama Splenektomi Son 1 Yılda pnömoni Ca Öyküsü En az 1 risk faktörü varlığı Aspirasyon 126

127 P* *ki kare test Tablo 2 de risk faktörleri ile nüks durumu karşılaştırılmıştır. Sadece aspirasyon varlığında anlamlı bir nüks artışı bulundu (p:0.028), diğer risk faktörleri ile nüks arasında ilişki bulunmamıştır (p>0.05). Çalışmaya alınan hastaların dokuz'u (%3) kaybedilmiştir. Kaybedilen hastaların hepsinde eşlik eden kronik hastalık vardı ve bu hastaların hepsi CURB-65 vepneumoniaseverıtyindex(psi) skorlarına göre yatış endikasyonu olan hastalardı. SONUÇ: Sonuç olarak bu çalışmanın ışığında pnömoninin yaşlı hastalarda ve morbiditesi yüksek kişilerde mortal seyrettiği görüldü. Bu hastalar yatırılarak tedavi edilmelidir ve tedavi, prognoz belirlenmesinde CURB-65 ve PSI skorlarının kullanılması hekime klinik açıdan yardımcıdır. Pnömoni tanısı düşünülen hastalarda mutlaka Laboratuar ve radyografik bulgulardan faydalanılmalıdır. Hipoalbuminemi tedavisinin tedavi süresini kısalttığı göz önünde bulundurularak hipoalbuminemisi olanlara albuminreplasman tedavisi verilmelidir. PP 034- Mahkum Hasta Polikliniğine başvuran hastaların başvuru nedenlerinin Değerlendirilmesive Aile Hekimliği ile ilişkisi Uzm.Dr. Utku Eser 1, Arş.Gör.Dr. Merter Alanyalı 2, Doç.Dr. Kurtuluş Öngel 3 1 İKÇÜ Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi Başhekimliği 2 İzmir Tepecik Eğitim ve Araştırma Hastanesi Aile Hekimliği Kliniği 3 İzmir Katip Çelebi Üniversitesi Tıp Fakültesi Aile Hekimliği Anabilim Dalı Amaç: Bir üçüncü basamak sağlık merkezinde bulunan Mahkum Polikliniği ne olan başvuruların büyük bir kısmının birinci basamak hekimlerince tanı konulup müdahale edilebilecek hastalıklar olduğu düşünülmüş olup durum tespiti amacıyla bu çalışma planlanmıştır. Yöntem: İzmir Katip Çelebi Üniversitesi Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi Mahkum polikliniğine başvuran hastaların tanı tespitlerini sağlamak amacıyla bu çalışma retrospektif olarak 2015 yılı Nisan- Haziran ayları arasında 6030 hasta değerlendirilerek yapılmıştır. Bulgular: Mahkum polikliniğine başvuran hastalara konulmuş tanılar incelendiğinde 2013(%33,3) tanının birinci basamak sağlık hizmetlerini ilgilendirdiği ve bu tanıların ilk 3 ünün sırasıyla 1470(%73,0) ile ağrı (Kas,eklem vb.), 146(%7,2) ile gastrit, 96 (%4,7) ile portör muayenesi olduğu görülmektedir. Diğer tanılar da sıklık sırasıyla; hemoroid, kırgınlık-yorgunluk, mevsimsel alerji, sistit, başdönmesi, akne vulgaris, öksürük, solunum yolu enfeksiyonları olmaktadır. Mahkum Hasta Polikliniği ne Nisan ayında 2025, Mayıs ayında 1847, Haziran ayında 2158 kişi başvurmuş olup günlük yaklaşık 97 hasta başvurusugerçekleşmiştir. Sonuç: Cezaevi doktorları tarafından sevk edilen mahkum hastaların muayene edildiği Mahkum polikliniği,bu hastaları getiren jandarma personeline, infaz koruma personeline ve sağlık personeline; idari ve hukuki bir zorunluluk nedeniyle değil, kolaylık sağlamak için kurulmuş bir yapıdır. Ancak 3 aylık gelen hasta sayıları incelendiğinde günlük ortalama 100 civarı hastanın mahkum polikliniğinde muayene edildiği görülmüştür. Bununla beraber hastalar muayene sırası beklerken bu mahkum 127

128 polikliniğinde kendilerine ayrılmış yerde beklemektedirler. Bu yer yaklaşık kişi için uygun koşullara sahiptir. Günlük 100 mahkum hasta muayene için geldiği takdirde, mahkumların uygun koşullar altında bekletilmesi mümkün olmamaktadır ve ayrıca her hasta için yeterli süre de ayrılamamaktadır. Bununla beraber günlük gelen ortalama 100 hastanın birçoğunun birinci basamakta (hapishane aile hekimi) tarafından tedavi edilebilecek hastalıklar olduğu tespit edilmiştir. Bunun için uygun şartlarda sağlık hizmetlerini sağlamak amacıyla bu tür hastalar aile hekimlerine yönlendirilebileceğini ve üçüncü basamak sağlık hizmetlerinin yükü azaltılabileceğini düşünmekteyiz. Anahtar kelimeler: Mahkum, poliklinik, hasta. PP 035- Tedaviye Uyumsuz Astımlı Hasta Asist.Dr.Gözde Ulusal Uğur 1,Asist.Dr.Muzaffer Tel 2,Asist.Dr.Serkan Günalay 1,Uzm.Dr.Umut Gök Balcı 1,Doç.Dr. Hülya Parıldar 2, Doç.Dr.Kurtuluş Öngel 3,4 1 İzmir Tepecik Eğitim Araştırma Hastanesi Aile Hekimliği Kliniği 2 İzmir Tepecik Eğitim Araştırma Hastanesi Nöroloji Kliniği 3 İzmir Katip Çelebi Üniversitesi Tıp Fakültesi Aile Hekimliği Anabilim Dalı 4 İKÇU Atatürk Eğitim Araştırma Hastanesi Aile Hekimliği Kliniği Giriş: Astım,havayollarının kronik inflamasyonu ile oluşan nöbetler şeklinde öksürük,hışıltı,nefes darlığı ve göğüste baskı hissi yakınmaları ile seyreden bronş hiperaktivitesi ve geri dönüşümlü havayolu obstrüksiyonu ile karakterize bir hastalıktır.semptomların gün içinde veya mevsimel değişkenlik göstermesi;toz,duman,soğuk hava,egzersiz ve solunum yolu enfeksiyonu gibi nedenlerle tetiklenmesi gece artış göstermesi ve uygun astım tedavilerine yanıt vermesi hastalığın temel özelliklerindendir. Olgu:62 yaşında bayan hasta, son 2 günde aralıklı 2 saat süren kekeleme,konuşma güçlüğü nörolojik muayenesinde sağ üst ekstremitedehemihipoestezi tespit edilmesi üzerine tetkik ve tedavi amaçlı nöroloji servisine yatırıldı.hastada diyabetesmellitustip 2,hipertansiyon ve astım öyküsü olduğu öğrenildi.hastanın daha önce eforla birlikte görünen dispne ve ayda 2-3 kez gece uyandıracak kadar şiddetli öksürük yakınmaları ile göğüs hastalıkları uzmanına başvurduğu öğrenildi.sigara içmeyen hasta eşinin 30 paket/yıl sigara kullanım öyküsü olduğunu söyledi.çekilen posterioranterior akciğer grafisi ve laboratuar bulguları normal olarak değerlendirildi.yapılan solunum fonksiyon testinde FEV1/FVC %76 olarak ölçüldü.tedavide Ventolininhaler 4x1 ve ForadilCombi 400mcg 2x1 reçete edilmiş olan hastanın bu ilaçları bir defaya mahsus kullandıktan sonra ürtiker ile uyumlu cilt döküntüsü ve nefes darlığı şikayetlerinin ortaya çıkması üzerine tedavisine devam etmediği öğrenildi.hasta hastalığı ve tedavisi hakkında gerekli bilgiyi almasına rağmen tedavisine uymadı. Sonuç: Astım tedavisinde hedefler astım semptomlarının azalması veya olmaması,günlük veya fiziksel aktivite sınırlaması,gece uyandıran semptomların,astım alevlenmelerinin olmaması,normal akciğer fonksiyonlarının olması(fev1/pef),takibinde hiç veya azalmış kısa etkili B2 agonist ihtiyacı olmasıdır.astım tedavisinde yaşanan sorunlar hasta ve/veya hekim kaynaklı olabilmektedir.hasta kaynaklı sebepler arasında astım hastalığını veya hastalığın şiddetini hafife alınması, hafif astım ataklarını önemsenmemesi,verilen tedaviye yeterli uyumun gösterilmemesi,hastalığın tedavi edilebilirliği konusunda güvensizlik duyulması,sigara kullanılması,ilaç ve/veya inhaler kullanımında hata yapılması,ilaç masrafı sayılabilir. Anahtar kelimeler: Astım, atak, tedavi uyumu 128

129 PP 036- Bir Genç Suç Makinası Haline Nasıl Gelir? Şiddet; Gençlerin Gelişimsel İhtiyaçlarının Anlaşılıp, Karşılanması ile Önlenebilir Dr. Obengül Ejder Özel Aile Danışma Merkezi, Aile ve Evlilik Terapisti /Psikoterapist Ülkemizde genç nüfusa sahip olmakla övünüyoruz. Bir ülke için genç nüfus demek; üretkenlik demek, ülke ekonomisi için heyecan demek, yeni projeler demek Ancak hala gençlere yönelik sağlam politikalarımız maalesef ki yok, her şey ailelerin inisiyatifine bırakılmış durumda. Ailelerin sosyoekonomik seviyeleri düştükçe, çocukları ile yaşadıkları problemlerin seviyeleri de artıyor. Sonuç ortada; artık gazetelerin 3. sayfalarından gençlerin şiddet ve suç haberleri hiç düşmemeye başladı. Hiç merak ediyor musunuz, bir genç nasıl bir suç makinesi haline gelebilir? İçinde bulundukları bu kara kuyuya nasıl düşerler? Aile içinde yaşanılan problemler, şiddet içeren kavgalar, çocuklara yansır. Çocuğun sevgi ve güvenden yoksun büyümesi, onun huzursuz olmasına, duygularının olgunlaşamamasına neden olur. Giderek dürtü kontrol bozukluğu dediğimiz; dürtüsel davranışların artmasına, dikkat problemleri yaşmasına neden olur. Bu da çocuğun ebeveyni ile ilişkisini daha da bozar. Aile çocuğa karşı baskıcı yöntemler, ağır cezalar gibi etkin olmayan çözümler uyguladıkça, çocuğu bir kenara iter, ihmal ve istismar edilmeye başlanır. Sonuç olarak çocuk, yaşadığı sıkıntıyı ve duygularını adlandırılamaz. Hissettiği sıkıntı ile başa çıkmayı, makul hedefler koymayı öğrenemez. Okul öncesi yıllarda kötü deneyimler yaşayan çocukların ergenlik dönemine geldiklerinde eğitim hayatlarında zorluk çekmesi, akranlarına karşı agresif davranması, arkadaşlık ilişkilerini geliştirmekte zorluk çekmesi kaçınılmaz olur. Yaşadığı okul başarısızlığı derslerine olan ilgisinin daha da kaybolmasına, sorumluluklarından kaçmasına neden olur. Önceki yıllarda evde yaşanan çatışmalara bir de okul başarısızlığı gibi yeni bir sorun eklenir. Aile çocuğun okul başarısızlığı ile nasıl başa çıkabileceğini bilemez, çocuktan beklentileri yükselir, giderek çocuğun okulla olan ilişkileri de bozulur. Bir süre sonra çocuk okul problemini dışlamaya ve reddetmeye başlar. Çocuğun tepkisel davranışları okul yönetimi tarafından desteklenemez bir hale gelir ve giderek ümitsiz vaka olarak değerlendirmeye başlanır, çözümü aile okuldan beklerken, okul da aileden beklemektedir. Ergenlik döneminde çocuk okuldan kaçmaya başlar. Artık ergenin hedefleri kaybolmuş, aileye ve toplumsal değerlere yabancılaşmıştır. Okulda arkadaşları tarafından sevilmedikçe, reddedildikçe kendisine uygun arkadaşlar aramaya başlar. Çoğu zaman da yaşça kendinden büyük kişiler ile arkadaşlık eder. Kurduğu arkadaşlıklar genelde kurallara uymayan, suça eğilimli gruplar olup, çeteleşme eğilimi yüksektir. Yaşı büyüdüğü ve çevresi geliştiği için, kendisi gibi ergenleri bulmakta zorlanmaz. Giderek çocuk kavga ve olaylarının içinde bulur kendini. Enerjisini boşaltacak, kendini ifade edecek bir mecra bulmuştur kendine. Artık alkol, esrar, extasy gibi bağımlılık yapıcı maddeler ile karşılaşması, ummadığı kişilerden fiziksel, cinsel, psikolojik şiddet görmeye başlaması an meselesidir Aile ise artık ondan ümidi kesmiştir. Bir nevi teslim olmuşlardır. Onu izlemekten vazgeçer ve kendi haline bırakırlar. Bu da sorunun giderek çözümsüz hale gelmesine yol açar. 129

130 Okul başarısızlığı bir yandan, arkadaşları tarafından itilmek bir yandan, evde uğradığı fiziksel ve psikolojik şiddet bir yandan genci sıkıştırdıkça, bütün problemlerini ilk öğrendiği yöntem olan ŞİDDET ile çözmek isteyecek ve geri dönüşü çok zor olan yollara sapacaktır... Okullarda Yaşanan Şiddet; Gençlerin Gelişimsel İhtiyaçlarının Anlaşılıp, Karşılanması ile Önlenebilir 13 yaşındaki bir genç okulda, arkadaşı kendisine salak dediği için yumrukla vurmuş, gözünü morartmış, kaşının açılmasına sebep olmuştu. Disipline gideceğini öğrenince: Vallahi kötü niyetim yoktu, ben babama çekmişim, o da böyle hızla parlar, kızdığında gözü hiçbir şey görmez, sinirlenince vurur ama sonra pişman olur, ne olur beni disipline göndermeyin diyerek ağlamaya başlamıştı. Şiddet eğilimi olan çocukların evlerinde de şiddet gördükleri, yaşamlarının bir parçası haline geldiği aşikar. Bu davranışlarının altında kişilik yapılanmalarının sağlıklı gelişmemesi yatmaktadır. Bir çocuğun kişilik gelişiminde aile bireylerinin tutum ve davranışları önemli olduğu kadar, ekonomik, kültürel ve sosyal yapı içinde yaşadıkları olaylar da son derece belirleyicidir. Eğer gençlerin şiddet eğilimini önlemek istiyorsak, onların gelişimsel ihtiyaçlarını anlamalı ve bu ihtiyaçlarını karşılayacak projeler üretmeliyiz. Neler Yapılabilir? Gençlerin okul başarısı sadece matematik, fizik, kimya gibi derslerden aldığı notların başarısı ile ölçülmemelidir. Yaşamları boyunca SBS, YGS, LGS, DGS, KPSS, ÜDS, TUS, DUS gibi sınavların peşinde koşarken düşünsel, duygusal, sosyal gelişimleri ihmal edilmemelidir. Eğitim müfredatı oluşturulurken saygı, sevgi, yardımlaşma gibi erdemlerin kazandırılması, sevginin herkes için en büyük güç olduğu bilincinin oluşturulması gibi insani ve ortak değerlerin öğretilmesi hedeflenmelidir. Okullarda bulunan Psikolojik Danışmanların mevcuda göre sayıları arttırılmalı, rehberlik servisinin yanında Aile Danışma Ünitelerinin de hizmet vermesi sağlanmalıdır. Oluşturulan Aile Danışma Üniteleri, problemli çocukların aileleri ile sürekli iletişim içinde olmalı, yaşanan tüm olaylar kayıt altına alınmalıdır. Velilere; duygu yönetimi, problem çözme becerileri, çocukların fiziksel ve psikolojik gelişim evreleri, toplumsal uzlaşma ve bütünselleşme, sağlıklı iletişim konularında eğitim programları düzenlemeli, gerekirse psikolojik veya psikiyatrik destek almaları için yönlendirmelidir. Oluşturulan Aile Danışma Üniteleri her bölgede bir üst merkeze bağlı olmalı, her ay koordinasyon toplantıları yapılmalıdır. Böylece çocuğun ruh ve beden sağlığı, aile bütünlüğü içinde takip edilerek, sağlıklı bireyin, sağlıklı aile ile mümkün olacağı anlatılmalıdır. Sosyoekonomik düzeyi düşük bölgelerde yaşayan gençlerin barınma, beslenme, giyinme gibi temel ihtiyaçlarının karşılanmasında sosyal hizmetler boyutu devreye girmelidir. Belediyeler tarafından özellikle dezavantajlı bölgelerde ücretsiz spor yapabilecekleri alanlar sağlanmalı, gençler yeteneklerine göre çeşitli spor dallarında eğitimler alabilmelidir. Gençlerin okuma alışkanlıklarını arttırmak, öğrenmeyi zevkli hale getirmek için çeşitli konularda ödüllü münazara yarışmaları, bilgi yarışmaları düzenlenmelidir. Resim, müzik, fotoğraf gibi sanatsal faaliyetlerde bulunabilmeleri için okullarda sanat atölyeleri açılmalıdır. Okullar arası düzenlenen müzik yarışmalarında, yetenekli çocuklar keşfedilip, güzel sanatlar lisesinde veya konservatuarlarda okuyabilmeleri için imkanlar sağlanmalıdır. En önemlisi kamuoyunda duyarlılık sağlanmalı, şiddet içeren dizi, film ve diğer programların sayıları azaltılmalı, cinayet sahnelerinin açık bir şekilde yayınlanması engellenmelidir. Dizilerde gördükleri kavga ve şiddet içeren sahneler, her delikanlının cebinde silah taşıması gerekiyormuş imajı yarattığı gibi, gençlerin güç ve kuvvete özenmesini sağlamakta, zihinlerde bir insanı öldürmenin ne kadar kolay olduğu imajı da yaratmaktadır. Delici, kesici ve ateşli silahlara erişim bu kadar kolay olmamalı, sivil silahsızlanma için yasal düzenlemeler yapılmalıdır. 130

131 PP 037- The Mutations in Mediterranean Fever Gene and The Risk of Migraine: A Case-Control Study Salih Coskun 1, Sefer Varol 2, Hasan H. Özdemir 2, SercanBulut Çelik 3, Metin Balduz 4, M. Akif Camkurt 5, Abdullah Çim 1, DemetArslan 2, Mehmet UğurÇevik 2 1 Department of Medical Genetics, Dicle University, Medical Faculty, Diyarbakir, Turkey, Department of Neurology, Dicle University, Medical Faculty, Diyarbakir, Turkey, Family Health Center, Batman, Turkey, Department of Neurology, Sanlıurfa Education and Research Hospital, Sanlıurfa, Turkey, Department of Psychiatry, Afsin State Hospital, Kahramanmaras, Turkey, Introduction: Migraine is a common neurological disorder characterized by debilitating head pain and an assortment of additional symptoms, which can include nausea, emesis, photophobia, phonophobia and occasionally visual sensory disturbances[1].migraine is a very common disorder but its pathophysiology is not yet fully elucidated[2]. Some studies have shown that inflammation may be related with migraine pathogenesis[3]. Mediterranean fever (MEFV) gene is responsible for Familial Mediterranean Fever (FMF) and encodes the pyrin protein. The major role of pyrinprotein appears to be in the regulation of inflammasome activity and pro-interleukin-1β processing, and this cytokine plays a part in migraine pathogenesis[4]. Moreover, a clinical study was reported that the prevalence of migraine disease in patients with FMF was 29.1% in Turkish population [5]. We hypothesized that mutations in MEFV gene may contribute to the development of migraine disease. Material and Methods: This study included 220 migraine patients and 228 healthy controls. Genotyping was performed foreight commonmissense mutations (M694V, M694I, M680I, V726A, R761H, K695R, P369S and E148Q) in MEFV gene using real-time PCR with 5 nuclease assays which include sequence specific primers and probes with a reporter dye. Results: In this study, the mean age of the 220 subjects in patient group (109 males and 111 females) was ± SD, while the mean age of the 228 subjects in control group (133 males and 95 females) was ± 9.26 SD. There was no significant difference in age or sex between the groups (p=0.430, p=0.062, respectively). There was no statistically significant difference in the allele frequencies of MEFV gene mutations between migraine and healthy control groups. However, when mutations were evaluated separately among patient and control groups, only heterozygote E148Q was found significantly higher in controls than patients (p=0.029;ors(95%cis)=0.45( )). Moreover, the frequency of homozygote and compound heterozygote genotype carrier was found significantly higher in patients (n=8, 3.6%) than controls (n=1, 0.4%) (p=0.018). Discussion and Conclusion: The results of the present study suggested that the monoallelic mutations in the MEFV gene and allele frequencies were not related with a risk for migraine in Turkish people; 131

132 however, these mutations could be related with increased attack frequency and short duration of attack in migraine. Moreover, the homozygous or compound heterozygous state for MEFV gene mutations could be related with risk for migraine. Future studies in larger groups and expression analysis or pyrin level are required to clarify the role of MEFV gene in migraine susceptibility. PP 038- ŞİDDET VE CİNSEL SALDIRI SONRASI GELİŞEN POST TRAVMATİK STRES BOZUKLUĞU: OLGU SUNUMU Tahsin Çelepkolu¹, Cem Uysal², Kasım Bulut², Vasfiye Demir¹, Yaşar Tıraşçı², Süleyman Gören² ¹Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi, Aile Hekimliği Anabilim Dalı, Diyarbakır, ² Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi, Adli Tıp Anabilim Dalı, Diyarbakır Giriş: Cinsel saldırı, ülkemizde ve tüm dünyada rastlanabilen, çocuk, ergen, kadın veya erkek bireylerin fiziksel, ruhsal ve sosyal yönden olumsuz etkilendiği çok önemli bir sorundur. Cinsel suç, sözle sarkıntılık, cinsel haz almaya yönelik davranış, en uç noktada ise ırza geçmeyi de içine alan geniş yelpazede, hedeflenen kişinin isteği dışında yapılan tüm eylemleri kapsar sayılı Türk Ceza Kanunu nun (TCK) 102. maddesi cinsel davranışlarla bir kimsenin vücut dokunulmazlığının ihlali ile ilgilidir. TCK nun 102. maddesi ile korunan ortak hukuki değer, kişilerin cinsel dokunulmazlığıdır. Bu maddeye göre, cinsel saldırı suçunun oluşabilmesi için cinsel arzuları doyurma amacına yönelik davranışlarla kişinin beden dokunulmazlığının ihlal edilmesi gerekir. Biz burada cinsel saldırı yanında şiddete maruz kalmış bir vakayı sunmayı amaçladık. Olgu: 28 yaşındaki kadın olgumuz evinde bir buçuk yaşındaki çocuğu ile beraber otururken, evin mutfağından içeri giren ve daha sonra hırsızlık suçundan sabıkası olduğu tespit edilen erkek şahıs tarafından saldırıya uğramış, saldırgan; çocuğun boğazına bıçak dayayarak önce evde bulunan zinet eşyaları ve para istemiş, ardından çocuğu uzaklaştırıp kadına cinsel saldırıda bulunmuş, buna direnen kadına yumruk, tekme ile direncini kırıp nitelikli cinsel saldırıda bulunmuştur. Olayın hemen ardından polise haber verilip adli tıp uzmanlarınca muayeneleri yapılmış ve ilgili raporlar tutulmuş ve cinsel istismar ve diğer fiziki hasarlar adli raporlar ile tespit edilmiştir. Vakamız olaydan 6 ay sonrasında Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi Beden ve Ruh Sağlığı Heyetince görülmüş ve burada olgumuz, olay sonrası gece ışığı kapatınca korktuğunu, evini taşımasına rağmen korku ve endişelerinin geçmediğini, hayata karşı bir isteksizlik olduğunu, kimseyle konuşmak istemediğini, sürekli kötü rüyalar gördüğünü belirtmiştir. Olayla ilgili konuşurken duygusal katılması, duygusal küntlüğü ve özellikle geceleri hipervijilansı da olan hastada post travmatik stres bozukluğu bulguları saptanmıştır. Hastaya bu bulgular nedeniyle Sertralin 50 mg 1x1 ve trazodon 50 mg tb 1x1 başlanmış ve 12 ay sonra kontrole çağrılmıştır. Sonuç: Cinsel istismar, taciz veya saldırı insanın hayatını alt üst eden ve buna maruz kalan kişiyi kısa ve uzun dönemde de ruhsal olarak etkileyip toplumdan uzaklaştırma ve hatta medyada yansıyan veya yansımayan intihar ettirme ve hayatına son verdirme özelliği olabilen bir çok önemli bir durumdur. Aile Hekimleri kendilerine depresyon bulguları ile gelen hastaları bu yönde de sorgulamalı ve geçmişte yaşadığı bu tip olaylar varsa buna yönelik psikoterapi ve medikal tedavi uygulamalıdır. PP 039- Olgu Sunumu; Isıtıcı Kullanımına Bağlı Eritema Ab İgne Yasemin Korkut 1, Nazlı Namdar 2, Fatih Demirel 3, Cemil Işık Sönmez 4 Dumlupınar Üniveristesi Tıp Fakültesi, Aile Hekimliği AD 1 132

133 Dumlupınar Üniveristesi Tıp Fakültesi, Dermatoloji AD 2 Dumlupınar Üniveristesi Tıp FakültesiInt.Doktor Düzce Üniveristesi Tıp Fakültesi, Aile Hekimliği AD 4 GİRİŞ: Eritema ab igne uzun süreli, orta dereceli ısıya maruziyet sonucu başlangıçta eritematöz, telanjektazik görünümde iken sonraları retiküler bir hiperpigmentasyona dönüşen kutanöz maküler dermatozdur. Nedeni tam olarak bilinmemesine rağmen ısı maruziyetinin süperfisyal kan damarlarında harabiyete yol açtığı ve dilatasyon ve hemosiderin birikimlerinin retiküler dağılımına neden olduğu düşünülmektedir. Bu duruma ısıtmalı koltuklar, ısıtıcı pedler, sıcak su torbaları, araç içi ısıtıcılar, elektrikli battaniyeler ve son zamanlarda dizüstü bilgisayarlar ve ekipmanları gibi pek çok ısı kaynağının yol açabildiği bildirilmiştir. Özellikle bacakların alt yan kısımlarında sık gözlenir. Eritema ab iğne bir epidermal prekanseröz lezyon olup bu hastalık zemininde az da olsa skuamöz hücreli karsinom gelişme riski bulunmaktadır. OLGU: Aile Hekimliği polikliniğine42 yaşında erkek hasta, her iki diz bölgesinde ve bacak ön yüzlerinde solda 20, sağda 3 gündür olan kahverengi renk değişikliği ile başvurdu, bu lezyonların başlarda eritem şeklinde kırmızı renkte olduğunu sonrasında ise koyulaşarak kahverengi ton aldığını ifade eden hastanın özgeçmişinde 75 paket yılı sigara içme öyküsü ve epilepsi nedeniylekarbamazepin ve Fenobarbital kombine tedavisi aldığı öğrenildi. Hastanın anamnezinde ayrıca serbest meslekle uğraştığı ve çalıştığı yerde günde ortalama 12 saat masanın altına koyduğu ısıtıcıyı kullandığı öğrenildi. Dermatoloji konsültasyonu istenen hastanın dermatolojik muayenesinde; bilateralpatellar bölge ve bacaklarda ağsı görünümde kahverengi hiperpigmente alanlar gözlemlendi. Mevcut bulgular ve anamnez doğrultusunda hastaya Eritema ab igne tanısı koyuldu. HastayaCentellaAsiatica (Madecassol 40gr pomad), Fusidik Asit (Fucidin %2 20gr Krem) ve Desloratadin (Lordes 5mg tablet) reçete edilerek bir hafta sonra kontrole çağırıldı. SONUÇ: İlk olarak Alman dermatolog Abraham Buschke tarafından 1900 lerin başında ısıya bağlı melanosis olarak tanımlanan Eritema ab igne pigmente, retiküler, bazen telanjiyektazik olabilen uzun süreli yanık oluşturmayacak şekilde ve tekrar eden ısı kaynakları veya kızılötesi ışığa maruziyet sonucu oluşan bir dermatozdur. Eritema ab igne karakteristik klinik özellikleri ile kolay tanı konabilen bir dermatozdur. Lezyonlar genellikle asemptomatik olmakla birlikte bazen hafif yanma hissi olabilir. Eritema ab igne tedavisinde topikalretinoidler, topikalsteroidler, 5-Flourourasil krem, Q-anahtarlı Nd:YAG lazer ile etkili sonuçlar elde edildiğini bildiren yayınlar mevcuttur.düşük maligntransformasyon riski düşünüldüğünde eritema ab iğne vakalarının belli aralıklarla takibi gerekebilir. Isı kaynakları ile maruziyetin erken evrede engellenmesi ile lezyonların ilerlemesi durdurulabilir. Spesifik tedavi gerektirmeyen bu hiperpigmente lezyonlarda zamanla spontan solma oluşacaktır. Tanı için biyopsi veya laboratuar incelemeleri gerekli değildir ve klinik ve anamnezle tanı konabilir. Bizde hastaya, lezyonların sebebinin ısıtıcı maruziyeti olduğunu ve bu hiperpigmentasyonların zamanla 133

134 gerileyebileceğiama kalıcı da olabileceği hususunda bilgilendirdik. Altı ay sonrasında kontrole çağırdık. Ülkemizde ısıtıcı kullanımının yaygın olduğu ve bizim hastamızda olduğu gibi aile hekimliği polikliniğine bu tür hastaların başvurabileceği göz önüne alındığında kolay tanı ve tedavi edilebilecek bu tür vakaların atlanmaması hususunda bu vakayı sunmak istedik. PP 040- CHAMPİX KULLANIMINA BAĞLI PSÖRİAZİS ALEVLENMESİ Dr.Tuğba Karamancı 1, Dr. Günnur Örenli 1, Yrd. Doç. Dr. Cemil Işık Sönmez 1, Yrd. Doç. Dr. Yasemin Korkut 2 1 Düzce Üniversitesi Araştırma ve UygulamaHastanesi Aile Hekimliği ABD 2 Kütahya Dumlupınar Üniversitesi Aile Hekimliği ABD GİRİŞ: Sigara DSÖ verilerine göre önlenebilir ölüm nedenleri içerisinde 4. Sıradadır. Ülkemizde TÜİK 2012 verilerine göre sigara kullanım prevalansı %27 dir. Tüm dünyada ve ülkemizde tütün kullanımına başlamayı engelleme ve başlayanların bırakması amacıyla yapılan tedaviler için önemli kaynaklar ayrılmaktadır. Sigara bıraktırma tedavisinde kullanılanbupropion ve Vareniklin ilaçları 2014 ten itibaren Sağlık Bakanlığı tarafından, sigara bıraktırma polikliniğine başvuran ve uygun görülen hastalara ücretsiz olarak karşılanmaktadır. Sigara bıraktırma polikliniklerine başvuran hastaların yaş ortalamalarının yüksek olması ve beraberinde çoğunlukla kronik hastalık bulunması nedeniyle sigara bıraktırma tedavisinde kullanılan ilaçların yan etki profili ve ilaç etkileşimleri iyi bilinmelidir. BuradaChampix kullanımına bağlı alevlenen psöriazis olgusunu ele alınmıştır. OLGU: 55 yaşında erkek hasta, sigara bırakmak amacıyla sigara bıraktırma polikliniğimize başvurdu. Hastanın öyküsünde kronik bir hastalığı, düzenli kullandığı bir ilaç ve alkol kullanımı olmadığı öğrenildi. Hastanın öksürük ve efordispnesi şikayetleri mevcuttu. 66 paket/yıl sigara kullanım öyküsü olan hastanın yapılan fagerström bağımlılık testi 5 (orta derecede) tespit edildi. Fizik muayenede TA:110/70 mm/hg, N:80, Ateş:36.5º, Kilo:95kg tespit edildi. Yapılan tetkiklerinde HGB:16.6, AST:24, ALT: 14, ÜRE:24.7, BUN: 11.5,Total Kolesterol:176, Trigliserid:163, HDL-Kolesterol:25, LDL-Kolesterol:118 şeklinde görüldü. Ekspiryum havasında bakılan CO 20 ppm bulundu. Hastayla yapılan motivasyonel görüşmede sigara bırakma tarihi belirlemek için hastanın hazır olmadığı tespit edildi, 15 gün davranış değişikliği tedavisi önerildi. Davranış değişikliği tedavisi sonrasında 2. vizittevareniklin tedavisi başlandı ve hasta 10 gün sonra kontrole çağırıldı. 3. vizitte sigara bırakma tarihi belirlendi ve sigara bırakma tarihinden 1 hafta sonra kontrole çağırıldı. 4. vizitte hasta sigarayı bırakmıştı ve CO seviyesnini 5 ppm in altına indiği görüldü. Aynı zamanda üst ekstremiteekstensör yüzlerinde squamöz lezyonları tespit edilen hastanın öyküsünde daha önceden de buna benzer lezyonları olduğu fakat ilaçsız iyileştiği öğrenildi. Dermatolojiye konsülte edilen hastaya psöriazis tanısı konuldu. Psöriazis alevlenmesinvareniklin kullanımına bağlı olduğu düşünülerek ilacın kullanımı sonlandırıldı. 3 hafta sonra kontrole çağırılan hastanın lezyonlarının azaldığı tespit edildi. SONUÇ: Sigara bıraktırma tedavisinde kullanılan ilaçların önemli yan etkileri ve ilaç etkileşimleri bulunabilmektedir. Bu ilaçların kullanılması düşünülen hastalarda yan etki profiline yönelik ayrıntılı anamnez alınması oluşabilecek ilaç reaksiyonlarını ve istenmeyen yan etkilerin önlenmesi açısından önemlidir. PP 041- ÜST EKSTREMİTE TROMBOZLU BEHÇET HASTALIĞI OLGUSU Ayşegül AKBAY 1,Büşra KANATSIZ 2,Ayşe Rana PLATİN3,Hacer SALİ ÇAKIR 4,Gülay OLUDAĞ 5, Sema BASAT 6 134

135 1.Eskil Merkez 2 Nolu Aile Sağlığı Merkezi, Aksaray 2.Beykoz Yenimahalle Aile Sağlığı merkezi, İstanbul 3. Sağlık Bilimleri Üniversitesi Ümraniye Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Aile Hekimliği 4.Trabzon Halk sağlığı Müdürlüğü Ortahisar Toplum Sağlığı merkezi, Trabzon 5.Aksaray Kamu Hastaneleri Birliği Ortaköy Devlet Hastanesi Aile Hekimliği 6. Sağlık Bilimleri Üniversitesi Ümraniye Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İç Hastalıkları Kliniği GİRİŞ VE AMAÇ : Behçet hastalığı (BH) tekrarlayan oral, genital ülserler, göz bulgularının yanısıra kasiskelet, nörolojik ve gastrointestinal sistem (GİS) tutulumları ile seyreden sistemik bir vaskülittir. Bu yazıda BH tanısı olan sol kolunda şişlik şikayetiyle Ümraniye Eğitim ve Araştırma hastanesi acil servise başvuran hastada tespit edilen üst ekstremitetrombozundan bahsedilecektir. OLGU SUNUMU: 2 yıldır Behçet Hastalığı tanısı ile takip edilen 32 yaşındaki erkek hasta acil servisimize sol kol önyüzünde kızarıklık, şişlik, ağrı şikayeti ile başvurdu. Özgeçmişinde, pulmoneremboli ve 2 kez orşit öyküsü mevcuttu. Asetilsalisilik asit dışında başka hiçbir ilaç kullanmıyordu. Kendisine daha önce başlanan kolşisin tedavisini fayda görmediğini söyleyerek reddeden hastanın soy geçmişinde özellik yoktu. Hasta 4 gün önce bacak ağrısı nedeniyle acil serviste muayene olmuş ve sol kolantekübitalfossadan tetkik amacıyla venöz ponksiyon yapılmış. Yapılan fizik muayenede sol kol antekübitalfossada4 gün önce venöz ponksiyon yapılan bölgede ödemli, yaklaşık 7 cm çapında, hiperemik, ısı artışı olan, ağrılı lezyon tespit edildi. İki dirsek arasında yaklaşık 5 cm çap farkı mevcuttu. Hastaya venöz tromboflebit ön tanısı ile sol üst ekstremite RDUS yapıldı. Sol dirsek etrafındaki yumuşak dokuda fokalenflamasyon, aynı bölgede bulunan kollateraldetromboz saptandı olarak rapor edildi. Ultrasonografi (USG) sonucu ile Kalp ve Damar cerrahisi polikliniğine yönlendirilen hastaya 2x 1000 mg amoksisilin/klavulanik asit oral, 7500 u Bemiparin 1x1 subkütan 10 gün ve analjezik tedavisi verildi ve hasta Romatoloji polikliniğine yönlendirildi. TARTIŞMA VE SONUÇ: BH'davenöz tutulum, arteriyel tutuluma göre daha sıktır. Venöz tutulum sıklığı %6,3-23 oranında bildirilmiştir. Venöz tutulum daha çok alt ekstremitedesüperfisiyaltrombofilebit veya DVT şeklinde görülür. Üst ekstremitevenlerinde ise tutulum nadirdir. Venöz ponksiyon yapılan veya heparininfüzyonu alan hastalarda da venöztromboz riski artmıştır. Olgumuzda 4 gün önce venöz ponksiyon yapılmış olması tromboz riskinin daha da artmasına neden olmuştur. Bu sebeple Behçet hastalarına invaziv girişim yapılacağında yüksek tromboz eğilimi akılda tutulmalıdır. BH tanılı hastaların düzenli takipleri hastalığın seyri açısından önemlidir. Ülkemizde Romatolog sayısının yetersiz olması hastaların takiplerini aksatmalarına neden olmakta ve tedavi uyumlarını azaltmaktadır. Bu sebeple Aile hekimlerinin Behçet hastalarını sık kontrole çağırmaları, tedavilerini alıp almadıklarını sorgulamalı, tedaviye uyumun artırılması için destek olmaları gerekmektedir. Atak halindeki hasta en kısa zamanda immünsüpresif tedavi alması için Romatoloji polikliniğine yönlendirilmelidir. PP 042- AİLE İÇİ ŞİDDETE MARUZ KALAN OBSESİF-KOMPULSİF BOZUKLUKLU BİR ADLİ OLGU SUNUMU Dr.Sümeyya Havva KOKAÇYA 1, Dr. Enes KERMAN 2, Yrd. Doç.Dr. Ümit Sertan ÇÖPOĞLU 3 Prof. Dr. Mustafa ARSLAN 2 1 Mustafa Kemal Üniversitesi Aile Hekimliği Anabilim Dalı 135

136 2 Mustafa Kemal Üniversitesi Adli Tıp Anabilim Dalı 3 Mustafa Kemal Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri Anabilim Dalı Giriş-Amaç: Obsesif Kompulsif Bozukluk (OKB) kişinin istemediği halde zihnine gelen ve kişide belirgin kaygı yaratan tekrarlayıcı düşünceler, hisler, takıntılarla (obsesyon) ve bu takıntılardan kurtulmak için yine zorlayıcı nitelikte olan imge ve davranışlarla (kompulsiyon) giden bir psikiyatrik hastalıktır. Etkin tedavi edilmediği takdirde kişinin günlük işlevselliğini olumsuz yönde etkiler ve özellikle aile olmak üzere sosyal sorunlara yol açabilir. Bu yazıda tedavi edilebilir bir psikiyatrik hastalık nedeni ile aile içi şiddete maruz kalan, hastalığı gerekçe gösterilerek kendisine boşanma ve velayet davası açılan bir olgu sunulması amaçlanmıştır. Olgu: Aile Mahkemesi tarafından 35 yaşındaki bayan olgumuzun vesayet altına alınmasını gerektiren bir hastalığa tutulup tutulmadığı, çocuklarla annenin yatılı olarak bir arada kalmasının sakıncalı olup olmadığı ve evlilik birliğini diğer taraf yönünden çekilmez hale getirip getirmeyeceği sorularının cevaplanması istemiyle Mustafa Kemal Üniversitesi Adli Tıp Polikliniğine resmi yazı göndermiştir. Kişinin yapılan adli ve psikiyatrik muayenesinde genel görünüm doğal, konuşma miktarı ve zeka düzeyi normaldi. Hezeyan veya halüsinasyonu olmayan hastanın duygudurumu hafif depresifti. Temizlikle ilgili takıntıları ve geleceğiyle ilgili kaygıları ön planda olup herhangi bir psikotik bulguya rastlanmadı. Öyküsünden ve tıbbi kayıtlarının incelenmesi sonucu ilk kez 2001 yılında sık el yıkama, mikrop bulaşma korkusu ve emin olamama takıntılarının başladığı, 2007 yılında özel bir hastanede OKB tanısı konularak yaklaşık 10 ay ilaç kullandığı, 2008 yılında ise Psikiyatri kliniğinde 20 gün yatarak tedavi gördüğü bilgisine ulaşıldı. Hastanın eşi bu hastalığın, evliliklerini çekilmez kıldığını iddia ederek boşanma ve velayet davası açmıştır. Hastanın ise sosyal inceleme raporunda eşinden sürekli olarak fiziksel, sözel ve psikolojik şiddet gördüğü ifade edilmiştir. Tartışma ve Sonuç: Bireylerde herhangi bir psikiyatrik hastalığın olması, kişinin aile birliğini çekilmez hale getiren bir akıl hastası olduğu anlamına gelmeyeceği gibi boşanmak için de bir gerekçe olarak gösterilmemelidir. Her ne kadar hastanın eşi bu hastalığın, evliliklerini çekilmez kıldığını iddia etse de kişide OKB hastalığı remisyon döneminde olduğundan bu hastalığın evlilik birliğini çekilmez hale getiren bir niteliktp olmadığı sonucuna varılmıştır. Kişinin psikiyatrik hastalığı nedeniyle eşi tarafından fiziksel ve ruhsal şiddete maruz kalması ve damgalanması aile içi sıkıntıların artmasına ve hatta boşanmaya neden olabilmektedir. Aile hekimlerinin muayene sırasında psikiyatrik hastalığı olan bireylerin biyopsikososyal yaklaşım gereği evde fiziksel ve ruhsal şiddete maruz kalıp kalmadıklarını sorgulaması önemlidir. Zamanında yapılan destekleyici yaklaşım aile içi şiddeti azaltacaktır PP 043- YİNELEYEN AMPUTASYONLAR: BİR BURGER OLGUSU Merve Canbaz, Aylin Baydar Artantaş, Nihal Şeylan, İrep Karataş Eray, Yusuf Üstü, Mehmet Uğurlu Giriş: Tromboanjitis obliterans olarak da bilinen burger hastaligi sigaraya bağlı olarak gelişen tüm damarları tutabilen vaskuler bir hastalıktır. En önemli karakteristik özelliği hastalığın başlangıcında küçük damarların regulasyonunun bozulması ve kritik iskemi gelismesidir. Hastalık olarak periferde başlar proksimale doğru ilerler. Hastalığın semptomları ; parestezi, soğukluk, siyanozdan ülser ya da gangrene kadar varan genis bir yelpazedir. Hastalarin neredeyse tamaminda sigara icme oykusu mevcuttur. Çogunlukla genç erkek hastalarda gorulur. Hastaligin etyolojisinin net olarak bilinememesine ragmen olgularin hemen hemen tamaminda sigara aliskanliginin olmasi aile hekimligi acisindan onem arzeden kisim olmustur. Olgu: 60 yasinda erkek hasta, sol bacakta gelisen siddetli agri sikayeti ile acil serviste degerlendirildi. 1 yil once burger hastaligi tanisi aldığı ve 2 ay once sag bacak diz alti amputasyonu yapıldığı öğrenildi. Günlük sigara sayısını bir miktar azaltsa da içmeye devam etmekteydi. 1 yıldır NSAII almaktaydı. 136

137 Hastanin mevcut muayenesinde sol bacak ön yüz distalinde nekrotik ulsere lezyonu vardi. Sol ayak 2, 3, 4, 5.parmaklari daha once ampute olan hastaya acil serviste agrisina yonelik opioid verildi. Hasta ortopedi ve kardiyovasküler cerrahi kliniklerince degerlendirildi ve ortopedi klinigi tarafından diz alti amputasyon yapılması amacıyla yatırıldı. Amputasyon sonrası 25. günde nekroz gelisen hastaya diz ustu amputasyon karari alindi. Tartışma: burger hastaligi etyolojisi henuz tam olarak aydinlatilamamis; sigara aliskanligi, genetik ve immunolojik mekanizmanin etyolojide rol oynadigi dusunulen, progresif, segmenter tutulum gosteren bir periferik damar hastaligidir. Nikotinin, vazokonstruktor, koagulopatiyi artirici ve hipersensivite etkisi ile damar endotelinde hasar olusmasinda etkili oldugu dusunulmektedir. Burger hastaliginin seyrini tamamen durduran tek yol sigaranin birakilmasidir. Bununla birlikte yatak istirahati, ekstremitelerin travmadan ve soguktan korunmasi, gozetmen esliginde egzersiz onerilmektedir. Medikal tedavide ise kalsiyum kanal blokorleri, antitrombotik ajanlar veya pentoksifilin yer almaktadir. Geri donusu olmayan olgularda amputasyon kacinilmazdir. Olin ve arkadaslarinin yaptigi calismada, sigarayi birakan hastalarda(%48) amputasyon ve hastaligin aktivasyonunun daha az oldugu gorulmüştür. Cooper ve arkadaslarinin yaptigi calismada da benzer sekilde burger hastaligi tanisi olan ve sigara kullanmaya devam eden hastalarda amputasyon orani %84,3 bulunurken, sigarayi birakan grupta %30,6 olarak bulunmustur. DSÖ nün verilerine gore su anda tum dunyada 15 yas ustu 1.2 milyar insan sigara kullanmaktadir. Bilir ve arkadaslsrinin ulkemizde yaptigi calismada sigara kullanma orani liselerde %27,1 olarak bulunmustur yilinda yayınlanan kuresel tütün araştırmasına göre, 15 yaş altı erkek öğrencilerin %20.3ü, kız öğrencilerin ise %12,8 sigara denemiştir. Bu calismalarin sonucunda her dort q bir veya ikisinin adolasan donemde sigara ile tanistigini soyleyebiliriz. Genclerin sigara kullanmaya baslamasinin altinda pek cok karmasik etken vardir. Bu nedenle sigara kullaniminin onlenmesi icin genclere yonelik pek cok calisma yapilmalidir. Sonuç: Bu calismalarin isiginda tani almis Burger Hastalarinda sigarayi birakmanin onemi anlatilmalidir. Hastaya amputasyon riskinden mutlaka bahsedilmelidir. Amputasyona gitmis hastalara yineleyen amputasyonlardan korumak adina sigara birakma konusunda profesyonel destek onerilmelidir. Bu anlamda birinci basamak sağlık hizmetlerinden sorumlu aile hekimleri, hem sigaraya başlanmasının önlenmesinde, hem de mevcut sigara kullanıcılarının sigara bağımlılığından kurtulmasında önemli bir role sahiptir. Anahtar kelimeler: Burger Hastalığı, tromboanjitisi obliterans, aile hekimliği, sigara kullanımı PP 044- VARENİKLİN TEDAVİSİ SONRASI YER-ZAMAN ORYANTASYON KAYBI: OLGU SUNUMU Engin Burak Selçuk, Ülkü Cansu Tural, Burcu Kayhan Tetik İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Aile Hekimliği A.D, Malatya Giriş: Tütün bağımlılığı birçok hastalığın nedeni olarak tespit edilmiş ve son yıllarda sigara bıraktırma tedavileri daha da önem kazanmıştır. Vareniklin tütün bağımlılığı tedavisinde kullanılan ve nikotin reseptörünün selektif parsiyel agonisti olan bir ilaçtır (1). Vareniklinin kullanımına bağlı ajitasyon, depresif durum, intihar eğilimi gibi nöro-psikiyatrik semptomlar da görülebilmektedir. Olgu: Yirmi dokuz yaşında erkek hasta polikliniğimize sigara bırakma isteği ile müracaat etti. Hastanın ilk değerlendirmesinde 17 paket/yıl sigara kullandığı ve son deneyimi 6 ay önce olmak üzere toplam 4 kez sigara bırakma deneyimi olduğu öğrenildi. En son bırakma deneyiminde Bupropion kullanan hasta sigarayı bıraktığını ancak 40 gün sonra tekrar sigara içmeye başladığını ifade etti. Hastanın Fagerström Bağımlılık skoru 10 olarak hesaplandı. Hasta detaylı olarak değerlendirildikten ve fizik muayenesi 137

138 yapıldıktan sonra alınan özgeçmişinde yaklaşık 5 yıl önce depresyon nedeniyle bir yıl süre ile Essitalopram tedavisi aldığı öğrenildi. Psikiyatri konsültasyonu sonrası onay alınarak hastaya Vareniklin tedavisi başlandı. Kullanım şekli ve yan etkileri hakkında bilgilendirilen hasta, tedavinin 12. günü sigarayı bıraktı. Bir hafta sonraki kontrolünde herhangi bir yan etki tariflemeyen hastaya bir sonraki kontrol randevu tarihi verildi. Bir ay sonraki kontrolünde kendini çökkün, yorgun ve bitkin olarak tarifledi ve 2 gün öncede çarşıda gezerken nerede olduğu ve günlerden ne olduğunu hatırlayamadığını söyledi. Daha detaylı anamnez alındığında bu dönemde konsantrasyon sorunu olduğu, ders çalışmakta zorlandığı ve nerede olduğunu hatırlayamadığı dönemler olduğundan bahsetti. Hastanın akut durumu göz önüne alınarak Psikiyatri kliniği ile konsülte edildi. Hastanın bu durumunun kullandığı varenikline bağlı olduğu daha önce anksiyete bozukluğu tanısı olduğu için daha kolay tetiklendiği söylendi. Vareniklin tedavisinin kesilerek hastaya sertralin başlanması önerildi. Motivasyonel görüşme ve grup terapileri programına alınan hastanın bir ay sonraki kontrolünde hastanın duygu durumunun daha iyi olduğu ve sigara içmediği gözlendi. Sonuç: Sigara bıraktırma tedavisi sonrası karşılaşabilinen nöro-psikiyatrik semptomlar iyi değerlendirilmeli, tüm semptomlar yoksunluk belirtileri gibi algılanmamalı, hastanın öz geçmişi iyi sorgulanmalıdır. Karşılaşılan bu nöro-psikiyatrik semptomların tercih edilen medikal tedaviye bağlı oluşabileceği de akılda tutulmalı her randevusunda yan etki profili özenle sorgulanmalıdır. Anahtar Kelimeler: Sigara bırakma tedavisi, Vareniklin, Oryantasyon bozukluğu PP 045- NÖTROPENİYE NEDEN OLAN VARENİKLİN TEDAVİSİ: OLGU SUNUMU Engin Burak Selçuk, Nur Paksoy, Burcu Kayhan Tetik İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Aile Hekimliği A.D, Malatya Giriş: Günümüzde uzun yıllar sigara kullanımının pek çok öldürücü hastalığa neden olduğu ve yaşam kalitesini olumsuz etkilediği bilinmekte ve önemli bir halk sağlığı sorunu olarak kabul edilmektedir. Ulusal tütün kontrol programı verilerine göre 2005 yılında ülkemizde 100 bin kişinin sigaranın neden olduğu hastalıklar nedeniyle hayatını kaybettiği, bu sayının 2030 yılında 240 bin civarına ulaşılacağı tahmin edilmektedir (1). Sigara bırakma polikliniği dışındaki normal polikliniklerde sigara bırakma olasılığı %3 5 iken, sigara bırakma polikliniklerinin desteği ile bu oran %40 lara kadar çıkabilmektedir (2). Ülkemizde de son yıllarda sigara ile mücadele çabaları hız kazanmış ve sağlık kurumlarında sigara bıraktırma poliklinikleri hizmet vermeye başlamıştır. Bu polikliniklerde hastalar değerlendirilmekte ve en uygun tedavi programı (Nikotin replasman tedavileri, bupropion ve vareniklin) oluşturulmaktadır. Tedavi yöntemlerinden biri olan Vareniklinin kullanımına bağlı en sık görülen yan etkiler baş ağrısı, 138

139 uyku güçlüğü, anormal rüyalar, mide bulantısıdır. Ancak bazen tahmin edilemeyen yan etkilerde görülebilmektedir. Olgu: Yirmi yaşında erkek hasta polikliniğimize sigara bırakma isteği ile müracaat etti. Hastanın ilk değerlendirmesinde 12 paket/ yıl sigara kullandığı ve 2 yıl önce kendi iradesi ile sigara bırakma deneyimi olduğu ancak 10 gün sonra tekrar sigara içmeye başladığı öğrenildi. Hastanın Fagerström Bağımlılık skoru 8 olarak hesaplandı. Hasta detaylı olarak değerlendirildikten ve fizik muayenesi yapıldıktan sonra herhangi bir kontrendike durum tespit edilmemesi üzerine, hastaya Vareniklin tedavisi başlandı. Kullanım şeması ve yan etkileri hakkında bilgilendirilen hasta, tedavinin 11. günü sigarayı bıraktı. Bir hafta sonraki kontrolünde herhangi bir yan etki tariflemeyen hastaya, kontrol randevu tarihi verildi. Bir ay sonraki kontrolünde hasta dilinde yaralar olduğunu ve bacak ön yüzünde kızarıklıklar olduğu ifade etti. Yapılan muayenesinde dilinde aftöz lezyonlar ve bacağının ön yüzünde peteşiler görüldü. Laboratuvar tetkiklerinde nötropeni ve lökopeni saptanan hasta ileri tetkik için hematoloji polikliniğine yönlendirildi (Resim 1). Hematoloji polikliniğinde değerlendirildiğinde, bundan 5 yıl öncede hastanın ağzında yaralar çıktığı ve Behçet dahil tüm etiyolojik hastalıkların araştırıldığı, ancak tetkiklerinde herhangi bir patolojik sonuç bulunamadığı öğrenildi. Hastanın kullandığı ilaçlar sorgulandığında sadece vareniklin kullandığı öğrenilince ilaç kesilerek Neupogen Roche 30 Miu/0,5 Ml tedavisi başlanarak, hastaya bir ay sonra kemik iliği yapılmak üzere randevu verildiği öğrenildi. Bu kontrolünde kemik iliğinde patolojik bulguya rastlanmaması ve diğer tetkiklerinin de normal olması üzerine siklik nötropeni ve lökopeni tanısı konularak bu durum kullandığı varenikline bağlı olduğu belirtildi. Hasta hematoloji bölümünün takibine alındı. Sonuç: Sigara bıraktırma tedavisi sırasında yoksunluk belirtileri ile karışabilen çok farklı yan etkiler görülebileceği gibi, prospektüs bilgisinde yer almayan ve çok nadir olabilecek yan etkilerle de karşılaşılabilmektedir. Bu süreçte sıkı izlem ve ayrıntılı öykü hem sigara bıraktırmada başarıyı artıracak hem de ortaya çıkabilecek yan etkileri erkenden tespit ederek müdahale şansı verecektir. Anahtar Kelimeler: Sigara bırakma tedavisi, Vareniklin, Nötropeni Resim 1: Olgunun Hemogram Sonucu 139

140 PP 046- AİLE HEKİMLİĞİNDE İSTİSMARA NASIL YAKLAŞMALI? OLGU SUNUMU Engin Burak Selçuk, Serap Sertkaya, Burcu Kayhan Tetik İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Aile Hekimliği A.D, Malatya Giriş: Cinsel istismar; son zamanlarda gerek bildirilen vakaların artması, gerek iletişim araçlarının yaygın kullanımı sebebi ile toplumda dikkat ve duyarlılığın artmaya başladığı konulardan biri haline gelmiştir. Cinsel şiddet temel hak ve bireysel bütünlüğe yönelmiş en ağır şiddettir (1). Aile hekimleri, sağlık sistemi ile ilk tıbbi temas noktasını oluşturan hekimler olup, bireyler ile gizlilik ve yakınlık ilkesi çerçevesinde bir iletişim ve görüşme süreci gerçekleştirirler. Bireyin kendini rahatça ifade edebilmesi için uygun iletişim ve hasta-hekim görüşmesi ortamının sağlanması, bireyin hekimine güven duyması ve sorununun dinlendiği ve çözüm üretilebileceği hissini algılaması en önemli faktörlerdir. Olgu: Yirmi iki yaşında, bayan birey polikliniğimize anksiyete içinde, tedirgin bir ruh hali ile başvurdu. Kendisine geliş nedeni sorulduğunda ilk başta net ifadeler kullanmadan bir şeyler öğrenmek istediğini ifade etti. Ancak görüşme ilerledikçe bireyin güven duygusunun artması ve yardım alabileceğini hissetmesi üzerine ağlamaklı bir ses tonu ile yaşadıklarını anlattı. Esas geliş nedeninin gebelik korkusu olduğunu ve dün gece yeni tanıştığı bir erkek arkadaşı tarafından alkol aldıktan sonra cinsel saldırıya maruz kaldığını ancak karşı koyamadığını belirtti. Bu konuda adli mercilere müracaat edip etmediği sorulduğunda ailesinin duyacağı endişesi ile bu kişiden şikayetçi olamayacağını sadece bekaret muayenesi istediğini ve gebelik var mı, varsa da ne yapabileceğine dair danışmanlık almak istediğini 140

141 belirtti. Bireye gebelik tespitinin bu kadar erken evrede mümkün olamayacağı, bekaret muayenesinin bir kadın doğum uzmanınca ve adli onay ile yapılabileceği, ancak acil kontrasepsiyon yöntemlerinden fayda görebileceği anlatıldı. Bireye adli kurumlara başvurması tekrar önerildi ve isterse bu konuda destek olunabileceği söylendi. Sonuç: Aile hekimliğinin kendine özgü bir görüşme ve klinik karar verme süreci vardır, ayrıca gizlilik ve yakınlık ilkesi çerçevesinde uygun güven ortamı oluşturulduğunda bireylerin en yakınları ile bile paylaşamadıkları birçok şey aile hekimleri ile paylaşılmakta ve yardım istenmektedir. Ancak bu süreçler mutlaka mahremiyete üst düzeyde önem vererek yönetilmelidir. Çoğu cinsel istismar vakalarının mağdurları toplum baskısı nedeni ile yasal haklarını kullanmaktan imtina etmektedir. Aile hekimi olarak yapmamız gereken sadece tetkik, tedavi gibi hizmetler değil aynı zamanda sağlık eğitimi ve danışmanlıktır. Danışmanlık gerektiren vakalar mutlaka uygun şekilde yönetilmeli ve toplumun sağlığının geliştirilmesi amaçlanmalıdır. Anahtar Kelimeler: Cinsel istismar, Gebelik, Kadın PP 047- İŞİTME KAYBI İLE SONUÇLANAN AİLE İÇİ ŞİDDET: OLGU SUNUMU Engin Burak Selçuk, Nur Paksoy, Burcu Kayhan Tetik İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Aile Hekimliği A.D, Malatya Giriş: Aile içi şiddet tüm toplumlarda olduğu gibi ülkemizde de her geçen gün artmaktadır. Dünya Sağlık Örgütü nün 48 çalışmayı temel alan verilerine göre, kadınların eşleri ya da partnerleri tarafından şiddete uğrama oranı % 10 ile % 69 arasında değişmektedir (1). Tüm dünyada yaş arası kadınlar hastalık ve trafik kazalarından ziyade, erkek şiddeti sonucu hayatını kaybetmektedir (2). Türkiye'de de her 3 kadından 1'i şiddete maruz kalmaktadır. Ülkemizde fiziksel şiddetle karşılaşan kadınların oranı yüzde 34'tür. Şiddet uygulayanlar ülkemizde 1998 yılında düzenlenen Aileyi Koruma Kanununa göre cezalandırılmaktadır (3). Buna rağmen Dünya Ekonomik Forumu'nun toplumsal cinsiyet eşitliği verilerine göre Türkiye, eşitliği sağlamakta 134 ülke arasında 126. sıradadır (1). Aile içi şiddet bazı toplumlarda ve durumlarda sosyal açıdan normal kabul edilebilmektedir. Güvenlik, utanma, korku ve farkındalık eksikliği gibi nedenlerden dolayı aile içi şiddet çoğunlukla bildirilmemektedir (1,3). Olgu: Otuziki yaşında kadın hasta İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Aile Hekimliği polikliniğine ani başlayan işitmede azalma ve kulakta uğultu şikayeti ile başvurdu. Hasta dün akşam ev içinde sert bir cisim üzerine düştüğünü ve kulağından az miktarda kan geldiğini belirtti. Bunun üzerine ileri inceleme 141

142 için Kulak Burun Boğaz polikliniğinden konsultasyon istendi. Burada muayenesi yapılan hastanın sağ kulak zarında perforasyon ve etrafında kanlı kurutlar olduğu görüldü. Gözlerde hiperemi ve etrafında morluk da bulunan hasta ilk aşamada bunları bir kaza ile açıklamaya çalışsa da muayene bulgularının anlattığı olaylarla örtüşmemesi üzerine daha sakin ve güvenli bir ortamda tekrar öyküsü alındı ve ayrıntılı değerlendirildi. Bunun üzerine dün akşam eşinin şiddetine maruz kaldığını belirtti. Hastanın işitme testi de değerlendirildikten sonra tedavisi başlandı ve eşinden şikayetçi olup olmadığı soruldu. Hasta aile bütünlüğünü bozmak istemediğini, zaman zaman şiddete maruz kaldığını ancak çocukları için şikayetçi olmak istemediğini söylemesi üzerine isterse şikayetçi olmak için en uygun zamanın erken dönemler olduğu, faydalanabileceği sosyal imkanlar ve hakları konularında bilgilendirildi. Kontrol randevusu planlandı ve geldiğinde tekrar şiddete maruz kalıp kalmadığı sorgulandı ve tekrar şiddete maruz kalmadığını söyledi. Sonuç: Hekimliğin her alanında aile içi şiddete maruz kalan kadınlar ile karşılaşılabilmek mümkündür. Doğru bir yönlendirme ve danışmanlık verebilmek için bu durumla en sık karşılaşabilecek olan aile hekimlerinin konu ile ilgili yeterince donanımlı olmaları sağlanmalı ve aile içi şiddete maruz kalan tüm bireylere fiziksel şiddetin sonuçlarından bağımsız olarak aynı hassasiyetle yaklaşılmalı ve gerektiğinde kolluk kuvvetleri ile koordineli hareket edilebilmelidir. Anahtar Kelimeler: Aile içi şiddet, Aile hekimi, Danışmanlık PP 048- HASTA MAHREMİYETİNE SAYGI BİR ETİK İKİLEM? Engin Burak Selçuk 1, Ülkü Cansu Tural 1, Burcu Kayhan Tetik 1, Mehmet Karataş 2 1 İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Aile Hekimliği A.D, Malatya 2 İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıp Tarihi ve Etik A.D, Malatya Giriş: Ülkemizde test danışmanlığı ve destek programlarının yetersizliği nedeniyle evlenmek için tetkik istemi ile müracaat eden çiftlerin tetkiklerinde sorun çıkması durumunda verilecek danışmanlık protokolleri net değildir (1). Böyle durumda test sonucu pozitif gelen bireyin damgalanması, ailesinin dışlaması, evlenecek çift bulamaması gibi durumlar hep birer sorun olarak karşımıza çıkmaktadır. Olgu: Yirmi beş yaşında erkek ve 23 yaşında bayan hasta evlilik öncesi sağlık raporu almak üzere aile hekimliği polikliniğimize başvurdu. Herhangi hastalık öyküsü olmayan, herhangi bir şikayeti olmayan hastaların, fizik muayeneleri yapıldı ve evlilik raporu verebilmek için gerekli tetkikler istendi. Sonuçlarla kontrole çağırılan bireylerin sonuçları değerlendirildiğinde, erkek hastanın anti-hiv testinin pozitif olduğu diğer sonuçlarının normal olduğu, kadın hastanın ise tüm tetkiklerinin normal olduğu görüldü. Erkek hastaya tetkik sonuçlarından birinin şüpheli olduğu ve tekrar bir tetkik yaptırması gerektiği, bayan hastaya tetkik sonuçlarında herhangi bir anormallik olmadığı açıklandı. Erkek hastanın tekrar gönderilen tetkiklerinde anti-hiv+, doğrulama + olarak saptandı. Hastaya HIV pozitif olduğu ve bunun bulaşıcı bir hastalık olduğu anlatıldı. Hastanın durumla ilgili soruları cevaplandı ve bir enfeksiyon hastalıkları kliniğiyle irtibata geçmesi önerildi. Hasta durumu kabullendi fakat evlilik arifesinde olduğunu, nişanlısını kaybetmek istemediğini ve bu durumun nişanlısına anlatılmamasını istediğini belirtti. Bu durumda hasta gizliliğine saygı ile ikinci bir kişinin sağlığını etkileyecek hastalık nedeniyle etik bir ikilem yaşanması üzerine bu konuda ki yönetmelikler incelendi. Bu konuyla ilgili hasta hakları 142

143 yönetmeliğinde Madde 20-21: İlgili mevzuat hükümlerine ve hastalığın mahremiyetine göre yetkili mercilerce alınacak tedbirlerin gerektirdiği haller dışında; hasta, sağlık durumu hakkında kendisine veya ailesine veya yakınlarına bilgi verilmemesini isteyebilir, hastalığın mahiyeti gerekmedikçe hastanın şahsi ve ailevi hayatına müdahale edilmemesi gerekmektedir ( ). Türk Ceza Kanunu madde 280 de konunun hekime uzanan boyutu yer almaktadır: Madde 280: Görevini yaptığı sırada bir suçun işlendiği yönünde bir belirti ile karşılaşmasına rağmen, durumu yetkili makamlara bildirmeyen veya bu hususta gecikme gösteren sağlık mesleği mensubu, bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır denilmekte idi. Bu konuda net bir konsensus olmaması nedeni ile bireylerin sosyokültürel özelliklerini de dikkate alarak hekimin en uygun kararı vermesi gerektiği düşünüldü. Evlilik raporları ile ilgili mevzuatta da bu durumla ilgili bir hüküm bulunmamakta idi. Sonuç: Aile hekiminin primer görevlerinden biri de sağlık eğitimi ve danışmanlıktır. Bu hizmeti sunarken gizlilik ve yakınlık ilkesinden asla taviz vermemeli, biyopsikososyal yaklaşım sergilemelidir. Etik ikilem yaşanan durumlarda öncelikle yasal mevzuatı uygulamalı, netlik ya da kesin bir hüküm yoksa geçmiş deneyimleri ve psikososyal özellikleri içinde barındıran en doğru kararı vermeye çalışmalıdır. PP 049- AİLE HEKİMLİĞİ UYGULAMASIYLA ÜÇÜNCÜ BASAMAK SAĞLIK KURULUŞUNA BAŞVURU SEBEPLERİNDE OLAN DEĞİŞİKLİKLER Yıldız Atadağ 1 Abdülkadir Aydın 1 Didem Kaya 2 Hatice Dilber Köşker 1 Fatih Başak 3 Sema Uçak 4 1. Sağlık Bilimleri Üniversitesi Ümraniye Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Aile Hekimliği 2. İstanbul Halk Sağlığı Müdürlüğü, Kadıköy Toplum Sağlığı Merkezi 3. Sağlık Bilimleri Üniversitesi Ümraniye Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Genel Cerrahi 4. Sağlık Bilimleri Üniversitesi Ümraniye Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İç Hastalıkları AMAÇ: Birçok ülkede olduğu gibi ülkemizde de geçmişten günümüze sağlık sistemi birçok değişime uğramış ve halen çeşitli projelerle geliştirilmektedir. Bu kapsamda Sağlıkta Dönüşüm Projesi adı altında uygulamaya alınan Aile Hekimliği ile birinci basamak sağlık hizmetlerinin etkinliği ve kalitesi arttırılmak istenmektedir. Çalışmamızda Aile Hekimliği Uygulamasının (AHU) başlaması ile üçüncü basamak sağlık kuruluşlarına başvuran hasta profillerinde değişim olup olmadığını, hastaların tanı dağılımları üzerinden değerlendirmeyi amaçladık. GEREÇ ve YÖNTEM: Çalışmamızda değerlendirme dönemi olarak İstanbul da geçilen AHU öncesi ve sonrası iki dönem seçildi. AHU öncesi dönem yılları, AHU sonrası dönem yılları arası dörder yıllık periyot olarak alındı. Aile hekimliği uzmanlık eğitiminde zorunlu rotasyon yapılan klinikler ve acil servis olmak üzere sekiz adet branş polikliniğinde en sık saptanan tanılar hastane otomasyon sisteminden tarandı. İstanbul Anadolu yakası nüfus verileri Türkiye İstatistik Kurumu ndan alındı. Verilerin analizinde tanımlayıcı istatistikler, sürekli değişkenler için ortalama ve standart sapma, kategorik veriler için ise sayı ve yüzde kullanıldı. Karşılaştırmalar için Ki-kare testi kullanıldı. Anlamlılık %95 güvenlik aralığında değerlendirilmiş olup p<0.05 anlamlı kabul edilmiştir. BULGULAR: Çalışmamızda incelenen kliniklerin tanı gruplarının dağılımında AHU öncesi ve sonrası dönem karşılaştırıldığında; İç hastalıklarında 10 tanının 5 inde (esansiyel hipertansiyon, demir eksikliği anemisi, insülin bağımlı DM, sistit, akut farenjit); kardiyolojide 10 tanının 1 inde (kronik iskemik kalp hastalığı); psikiyatride 12 tanının hiçbirinde; genel cerrahide 14 tanının 3 ünde (gastrit ve duodenit, yumuşak doku bozuklukları, tırnak bozuklukları); göğüs hastalıklarında 9 tanın 5 inde (ASYE, miyozit, esansiyel primer hipertansiyon, astım, bronşiektazi); kadın hastalıkları ve doğumda 9 tanının 2 sinde (serviks uterinin enflamatuvar hastalığı, annenin antenatal taramasında anormal bulgular); pediatride 11 tanının 1 inde (vazomotor ve allerjik rinit); acil serviste 12 tanının 2 sinde(sistit, esansiyel hipertansiyon) istatistiksel olarak anlamlı azalma saptanmıştır(p<0,05). 143

144 SONUÇ: Çalışmamızdaki bulgular bir bütün olarak ele alındığında; aile hekimlerinin birinci basamakta değerlendirilebilecek bir grup hastayı etkin bir şekilde yönetebildiği ve bu hastaların üçüncü basamağa başvuru ihtiyacını ortadan kaldırdığı kanaatindeyiz. Mevcut sağlık sistemimizin temelini oluşturan AHU yaverilen önemin ve hastaların öncelikli olarak birinci basamağı tercih etmeleri konusunda teşvikininarttırılması gerektiğini düşünüyoruz. PP 050- DİYABETES MELLİTUS TİP 2 HASTALARINDA VİTAMİN D SEVİYELERİ VE GLİSEMİK KONTROL ARASINDAKİ İLİŞKİ Şerife Handan Yaman 1, Işık Gönenç 1, Emine Zeynep Tuzcular Vural 1, Davut Baltacı 2 1 Haydarpaşa Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi Aile Hekimliği Kliniği 2 Düzce Üniversitesi Tıp Fakültesi, Aile Hekimliği Ana Bilim Dalı, Düzce Amaç: Bu çalışmada, Tip 2 DM hastalarındaki vitamin D düzeyi ve vitamin D düzeyleri ile glisemik kontrol arasındaki ilişkinin araştırılması amaçlandı. Gereç ve Yöntem: Haziran 2015-Ağustos 2015 tarihleri arasındaistanbul Haydarpaşa Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi Aile Hekimliği ve Dahiliye Polikliniği'ne başvurmuş, Tip 2 DM tanılı ( 18 yaş) ve sağlıklı bireyler ( 18 yaş) alınmıştır. Çalışmaya dahil olma kriterlerini sağlayan ve araştırma için gereken tetkikleri (HbA1c ve 25 OH vitamin D3) olanlar kaydedilmiştir. Toplamda 993 olgulara ait veriler analiz edilmiştir (Tip 2 DM tanılı hasta: 524 ve kontrol grubu: 469). Olgular Tip 2 DM li hastalar ve kontrol grubu şeklinde iki ana gruba ayrılmıştır. Tip 2 DM li hastalarda HbA1c seviyesi baz alınarak kan şekeri regülasyonuna göre iki gruba (HbA1c<%7 ve HbA1c %7) ayrılmış, ayrıca tüm olgular vitamin D düzeyine göre dört grupta (25-OH D3 değeri <10, 10-20, ve 30 ng/ml) kategorize edilmiştir. Bulgular: Çalışmaya alınandiyabet hastalarının yaş ortalaması 56,1±13,9 yıl iken kontrol grubunda 43,9±17,3 yıl idi. Tüm olguların %69 u kadındı. Ortalama 25(OH)D3 düzeyi Tip 2 DM li hastalarda ve kontrol grubunda benzer olarak saptanmıştır (sırası ile 18,6±10 ng/ml ve 18,9±10,8 ng/ml). Vitamin D < 30 ng/ml olan Tip 2 DM li hastaların ve kontrol grubu olguların dağılımı arasında istatistiksel bir farklılık izlenmemiştir (%88,4 ve %87,8; p=0,957). Cinsiyetlere göre de D vitamini düzeyleri karşılaştırıldığında anlamlı oranda fark saptanmamıştır (p=0,492). Tip 2 DM li hastalarda. HbA1c>%7 144

145 olanlar ile HbA1c %7 olanlar karşılaştırıldığında D vitamini düzeyi benzer bulunmuştur (p=0,578). Ancak vitamin D ve HbA1c değerleri arasında korelasyon analizi yapıldığında istatistiksel olarak zayıf negatif korelasyon olduğu izlenmiştir (p=0,028 ve r=-0,096). Ayrıca tüm hastalara kadın ve erkek olarak ayrı ayrı korelasyon analizi yapıldığında da vitamin D düzeyi ve HbA1c değerleri arasında erkeklerde kadınlara göre daha güçlü negatif korelasyon izlenmiştir. Sonuç: Bu çalışmada, diyabet hastalarında düşük vitamin d seviyesinin glisemik kontrol üzerinde olumsuz etkisi olduğu görülmüştür. Bu çalışmaya alınan olguların güneş ışınlarının fazla olduğu yaz döneminde seçilmiş olması araştırmanın sonucunu etkilemiş olabilir. Bu nedenle, bu konuda tüm yıla yayılmış, geniş kapsamlı prospektif ve örneklemi büyük çalışmalara ihtiyaç vardır. PP 051- ŞİŞLİ HAMİDİYE ETFAL EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ ÇALIŞAN SAĞLIĞI POLİKLİNİĞİNE GELEN SAĞLIK PERSONELİNİN HBV, HCV VE HIV SEROPREVALANSI İLE HEMOGRAM VE TETANOZ AŞILARININ DEĞERLENDİRİLMESİ Beray Gelmez Taş 1, Güzin Zeren Öztürk 1, Mehmet Taşkın Egici 1, Dilek Toprak 1 Şişli Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Aile Hekimliği Kliniği 1, İstanbul GİRİŞ : Birinci basamak sağlık hizmetlerinin en önemli parçası koruma hizmetleridir. Bunun da büyük kısmını bağışıklama hizmetleri oluşturmaktadır. Özellikle sağlık personeli gibi risk gruplarında daha özenli ve dikkatli davranılmalıdır. Bu çalışmada hastanemizde çalışan sağlığı polikliniğine başvuran personelin hemogram, Hepatit B virüsü (HBV), Hepatit C virüsü (HCV) ve İnsan immün yetmezlik virüsü (HIV) seropozitifliği ile tetanoz aşılarının değerlendirilmesi amaçlanmıştır. YÖNTEM: 2016 yılı Ocak-Mart aylarında hastanemizin çalışan sağlığı polikliniğine başvuran sağlık çalışanlarından alınmış serum örneklerinde kemilüminesans esasına dayanan ELISA yöntemi ile bakılan hepatit B yüzey antijeni (HBsAg), hepatit B yüzey antikoru (anti-hbs), HCV antikoru (anti-hcv) ve HIV antijen ve antikor (HIV Ag/Ab) düzeyleri ile hemogram değerleri retrospektif olarak incelendi. Yaş, cinsiyet, tetanoz aşısı yaptırma durumları sorgulandı. Veri analizleri Ki-kare, Student t testi ile yapıldı; p<0.05 istatistiksel olarak anlamlı kabul edildi. BULGULAR: Çalışan sağılığı polikliniğine başvuran 252 kişinin 51 i (%20,2) erkek, 201 i (%79,8) kadındı. Yaş ortalaması 31,07±8,9 (min:17,maks:64 yaş) idi. Çalışmaya katılanların 204(%81) 'ünde Anti-HBs pozitif, 48 (%19) 'inde ise Anti-HBs negatif saptandı. Kadınların 39 unda (%19,4), erkeklerin 9 unda (%17,6) Anti-HBs negatif saptandı. Sadece 2 (%0,79) kişide HBsAg pozitif idi. Çalışanların hiçbirinde anti-hcv ve anti-hiv pozitifliğine rastlanmadı. Tetanoz aşısı olan 149 (%59,1) kişi vardı. Aşısı olmayan 103 (%40,9) kişiye aşı yaptırması önerildi. Kadınlardan 80 i (%39,8), erkeklerden 23 ü (%45,1) aşılanmamıştı. Hemogram bakılan 210 kişinin hemoglobin ortalaması 12,97±1,53 g/dl (en az 8,5 g/dl, en çok 17 g/dl ) idi. Kadınlarda hemoglobin ortalaması 12,49±1,24 g/dl (en az 8,5g/dl en çok 16g/dl); erkeklerde 15,03±0,78g/dl (en az 13,5g/dl, en çok 17g/dl) idi (p=0,000). Kadınlardan 49(%24,3) kişinin hemoglobin değeri 12 g/dl nin altında iken erkeklerde anemi saptanmadı. Yaş ile Anti-HBs pozitifliği, Tetanoz aşılanması ve hemoglobin değerleri arasında anlamlı ilişki saptanmadı (p>0,05) 145

146 SONUÇ: Kadın sağlık çalışanlarında anemi yüksek orandadır. Erişkin aşılarından tetanoz ve hepatit B aşıları sağlık çalışanlarında halen istenilen düzeyde uygulanmamaktadır. HBV, HCV, HIV gibi bulaşıcı hastalıklar yönünden risk grubunda olan sağlık çalışanlarına yönelik aralıklı olarak bu virüsler açısından tarama,periyodik sağlık muayeneleri, hizmet içi eğitim, aşılama kampanyaları ve farkındalık yaratacak projeler aşı oranını arttıracak, anemi oranlarını düşürecektir. PP 052- Association of Vitamin D Receptor Gene Polymorphisms and 25-Hydroxyvitamin D Levels of Serum in Children with Autism Spectrum Disorder Salih Coşkun a, ŞerefŞimşek b, M.Akif Camkurt c, Abdullah Çim a, Sercan Bulut Çelik d a Dicle University, Medical School, Department of Medical Genetics, Diyarbakır, Turkey b Dicle University, Medical School, Department of Child Psychiatry, Diyarbakır, Turkey c Afşin State Hospital, Psychiatry Department, Kahramanmaraş, Turkey d Family health center, Batman, Turkey Introduction: Autism spectrum disorders (ASD), a group of neurodevelopmental disorders with onset in early childhood, compared with social communication deficits, restricted interest and repetitive behaviors[1].recently, vitamin D deficiency was suggested as one of the environmental factors in the aetiology of ASD[2, 3]. Vitamin D is implicated in several aspects of human physiology, and polymorphisms in vitamin D receptor gene (VDR) are associated with a variety of neuropsychiatric disorders[4]. The aims of this study are to determine whether VDR polymorphisms are associated with ASD, to examine 25-hydroxyvitamin D(25(OH)D) levels of serum in ASD, and to explore whether VDR polymorphisms influence 25(OH)D levels of serum. Material and Methods: Overall, 480 subjects were investigated that included 237 children with ASD and 243 healthy controls, and VDRG polymorphisms including TaqI (rs731236, T/C), BsmI (rs , G/A), Cdx2 (rs , G/A), FokI (rs , T/C), and ApaI (rs , T/G) were genotyped using 5 -exonuclease allelic discrimination assays in all subjects. Within the same samples, 25(OH)D levels were determined in the randomly selected 85 patients and 82 controls. Results: The Cdx-2 variation was shown to deviate from the Hardy Weinberg equilibrium in controls, and therefore excluded from the study. We found that the frequency of rare FokI TT, TaqI CC and BsmI AA genotypes were a significantly different between the children with ASD and controls (P=0.042, P=0.016, P=0.038, respectively). Furthermore, further analysis under recessive model, rare genotypes of these polymorphisms were significantly higher in patients compared to controls (p=0.045, p=0.005 and p=0.031, respectively). However, no statistically significant association was 146

147 found between ApaI and ASD. We found serum 25(OH)D levels significantly higher in children with ASD (p<0.001), and FokI polymorphism genotypes effect on serum levels of 25(OH)D in children with ASD (p=0.041). Additionally, we found the haplotype GTTT (BsmI/TaqI/FokI/ApaI) conferred significantly increased risk for developing ASD (p=0.022, OR(95%CI)=2.322[1.105~4.879]). Discussion and Conclusion: This is the first clinical study evaluating the association between serum 25(OH)D levels and VDR polymorphisms in children with ASD. Our results revealed that there was a significant association between TaqI, BsmI and FokI polymorphisms and ASD. Moreover, our findings support the hypothesis that 25(OH)D is involved in the pathophysiology of autism, and serum 25(OH)D levels may be affected by FokI polymorphisms in children with ASD. Our results should be considered as preliminary and needs confirmation by future studies. PP 053- PREOPERATİF YAŞLI HASTALARDA STOPP / START KRİTERLERİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ Didem Kaya 1, Sema Basat 2, Fatih Başak 3, Yıldız Atadağ 4, Hatice Dilber Köşker 4, Abdülkadir Aydın 4, Nurten Bakan 5 1. İstanbul Halk Sağlığı Müdürlüğü, Kadıköy Toplum Sağlığı Merkezi, Dr 2. Sağlık Bilimleri Üniversitesi, Ümraniye Eğitim ve Araştırma Hastanesi Dahiliye Kliniği, Prof. Dr. 3. Sağlık Bilimleri Üniversitesi, Ümraniye Eğitim ve Araştırma Hastanesi Genel Cerrahi Kliniği, Dr. 4. Sağlık Bilimleri Üniversitesi, Ümraniye Eğitim ve Araştırma Hastanesi Aile Hekimliği, Dr. 5. Sağlık Bilimleri Üniversitesi, Ümraniye Eğitim ve Araştırma Hastanesi Anestezi Kliniği, Prof. Dr. AMAÇ: Avrupa çapında uygunsuz ilaç kullanımının tespiti için referans kriteri olarak kabul edilmekte olan STOPP ( Screening Tool of Older Person s Potentially Inappropriate Prescriptions ) kriterleri, yaşlı hastalarda sıkça rastlanan yanlış reçetelendirmeleri değerlendirirken; START ( Screening Tool to Alert doctors to the Right Treatment) kriterleri, doktorları doğru tedaviler konusunda uyarmakta ve eksik tedavilerin tespitine yardımcı olmaktadır. Bu çalışmada, STOPP/START kriterleri kullanılarak, preoperatif yaşlı hastalarda uygunsuz ilaç reçetelendirmelerinin ve en sık uygun reçetelendirmelerin tespiti amaçlanmıştır. GEREÇ VE YÖNTEM: Herhangi bir nedenle operasyonu planlanan Ümraniye Eğitim ve Araştırma Hastanesi anestezi polikliniğine ardışık olarak başvuran, 65 yaş üstü 500 hasta ile yüzyüze görüşüldü ve STOPP/START kriterleri sorgulandı. Çalışmada uygunsuz ilaç kullanımının ve doğru reçetelendirilen ilaçların değerlendirilmesi için 114 maddeden oluşan STOPP/START kriterlerinin 2. versiyonu kullanıldı. Elde edilen bulgular değerlendirilirken, istatistiksel analizler için IBM SPSS Statistics 22 (IBM SPSS, 147

148 Türkiye) programı kullanıldı. Çalışma verileri değerlendirilirken tanımlayıcı istatistiksel metodların (Ortalama, Standart sapma) yanı sıra niceliksel verilerin karşılaştırılmasında parametrelerin yaş grupları arasındaki karşılaştırmalarında Kruskal Wallis testi ve farklılığa neden çıkan grubun tespitinde Mann Whitney U test kullanıldı. Parametrelerin cinsiyete göre karşılaştırmalarında Mann Whitney U test kullanıldı. Niteliksel verilerin karşılaştırılmasında ise Ki-Kare testi ve Fisher s Exact testi kullanıldı. Sonuçlar %95 lik güven aralığında, anlamlılık p<0,05 düzeyinde değerlendirildi. BULGULAR: STOPP kriterleri ile yapılan değerlendirmede; her yaş grubu ve her iki cinsiyette en sık uygunsuz reçetelendirmenin kardiyovasküler sistem ilaçlarında olduğu görüldü. Bunu proton pompa inhibitörleri, nöroleptikler, antiplatelet/antikoagulan ilaçlar ve santral sinir sistemi ilaçları takip etti. START kriterleri incelemesinde; yaş ve cinsiyet ayrımı yapılmaksızın en sık doğru uygulanan tedavilerin kardiyovasküler sistem ve solunum sistemi hastalıklarına yönelik olduğu belirlendi. Bunu santral sinir sistemi, göz ve ürogenital sistem hastalıklarının tedavileri takip etti. Özellikle hipertansiyon ve kronik obstrüktif akciğer hastalığı tanısı almış hastaların tedavilerinin genellikle doğru yönetildiği görüldü. SONUÇ: Çalışmamızda değerlendirilen 65 yaş ve üstü hastalarda %5,2 oranında uygunsuz reçetelendirme yapıldığı görüldü. En sık reçete edilen kardiyovasküler sistem ilaçları, hem en sık uygunsuz reçetelendirmelerin yapıldığı hem de en sık doğru reçetelendirilen ilaç gruplarıdır. Bu yanlış reçetelendirmelerin önüne geçebilmek için yaşlı hastaların tedavileri düzenlenirken STOPP/START gibi kılavuzların uygulanmasının tedavide başarıyı arttıracağını düşünmekteyiz. Ülkemizde geriatrik hasta populasyonunun sıkça başvurduğu Aile Hekimlerinin etkin ve kapsamlı birinci basamak sağlık hizmeti yönetimiyle, bu kılavuzlardan da faydalanarak, yaşlı hastalarda çoklu ilaç kullanımının zararlı etkilerinin önüne geçilebileceği kanaatindeyiz. PP 054- ANNE SÜTÜ VE BEBEK BESLENMESİ Uzm.Dr.R.Şule GÜMÜŞTAKIM; Osmaniye Düziçi Toplum Sağlığı Merkezi Yrd.Doç.Dr.E.Meltem NUZUMLALI KOÇ; İzmir Katip Çelebi Üniveristesi Giriş: Anne sütü bebeğin sadece bedensel değil ruhsal ve zihinsel gelişimini de eksiksiz sağlayan en ideal ve eşsiz besin öğesi olup temiz olması, her zaman aynı ısıda olması ve anne-bebek arasında yakın bir bağ kurulmasını sağlaması açısından çocuğun büyüme ve gelişmesine katkıda bulunan en önemli faktörlerden biridir.doğumu izleyen ilk altı ay içinde bebeğin sadece anne sütüyle beslenmesi; bağışıklık sistemini uyararak aşılara daha iyi yanıt verilmesine yardımcı olmakta ve gelişmekte olan ülkelerde bebek ölümlerinin iki ana nedeni olan ishal ve solunum yolu enfeksiyonlarından korunmasına yardımcı olmakta, beslenme bozukluklarının prevalansını azaltmakta ve gıda kaynaklı enfeksiyonları önlemektedir. Anne sütü ile beslenme sayesinde gelişmekte olan ülkelerde yaşamın ilk bir yılında yetersiz ve dengesiz beslenme sonucu gelişen hastalıklar nedeniyle gerçekleşen bebek ölümleri önlenebilmektedir. 148

149 Amaç: Anne sütü ve emzirmenin hem bebek, hem de anne için, başta beslenme olmak üzere, sağlık, bağışıklık, gelişimsel, psikolojik, sosyal ve ekonomik yönden çok sayıda yararları vardır. Sağlık Bakanlığı 1991 yılında emzirmenin korunması, özendirilmesi ve desteklenmesi amacıyla Anne Sütü Teşviki ve Bebek Dostu Sağlık Kuruluşları Programı hazırlamış ve ülke genelinde yaygınlaştırmıştır. Türkiye Nüfus ve Sağlık Araştırması 2008 (TNSA 2008) verilerine göre ülkemizde neredeyse bebeklerin tamamına yakınına doğumdan sonraki ilk aylarda anne sütü verilmekte ancak bu oran 6. ayda %90, 12.ayda %70'lere kadar düşmektedir. Ülkemiz genelinde bebeklerin % 39 u doğumdan bir saat sonra annesini emmekte olup ilk altı ay yalnızca anne sütü alma oranı Türkiye genelinde % 41.6, toplam anne sütü verme süresi ise 15.7 ay olarak tespit edilmiştir. Ülkemizde 2 aylıktan küçük bebeklerin %70'i yalnızca anne sütü ile beslenmekte olup bu oran 2-3 aylık bebeklerde %42'ye, 4-5 aylık bebeklerde ise %22'ye kadar düşmektedir. Altı aylıktan küçük bebeklerin ise sadece %40'ı anne sütü almaktadır. Bu poster ile uygulanan sağlık politikalarına ve yapılan müdahalelere rağmen ülkemizde halen istenilen düzeye ulaşılamayan anne sütü ile beslenmenin arttırılması konusunda büyük öneme sahip aile hekimlerinin konuya dikkatini çekmek amaçlanmıştır. Sonuç: Dünya Sağlık Örgütü ve UNICEF tarafından bebeklerin doğumdan itibaren ilk altı ay sadece anne sütü almaları, altıncı aydan itibaren uygun tamamlayıcı besinlere başlanması ve emzirmenin iki yaşına kadar veya daha fazla sürdürülmesi önerilmektedir. Özellikle gelişmekte olan ülkelerde anne sütü ile beslenmenin yaygınlaştırılması çalışmaları özel bir önem arzetmekte ve sağlık politikalarında da yer almaktadır. Ancak TNSA 2008 de ülkemizde emzirmenin yaygın olduğu, ancak ilk altı ay sadece anne sütü kullanımı ve ek besinlere sağlıklı geçişte problemler olduğunu gösterilmekte olup ülke düzeyinde oluşturulan emzirme politikalarına destek olmak için, yerel düzeyde bebeklerin emzirilme durumu ve beslenme örüntülerinin belirlenmesi ve buna göre yerel sağlık politikaları oluşturulması önem arzetmektedir. Bu noktada en önemli görev ilk temas noktası olan biz aile hekimlerine düşmektedir (Tablo 1). Tablo 1. Aile hekimleri ve aile sağlığı elemanlarının bebek beslenmesindeki rolü Gebeliklerinden itibaren anne adaylarını anne sütü ve emzirme konusunda bilgilendirmek Doğumdan sonra annelerin bebeklerini emzirmesini ve emzirmeyi sürdürmesini sağlamak Annelere bebeklerini nasıl emzirecekleri konusunda yardımcı olmak Ek gıdaya geçiş sürecinde anne adaylarını bilgilendirmek ve bu aşamada yardımcı olmak Bebeklerin izlemlerini düzenli bir şekilde yaparak annelere malnutrisyon ve obezite konularında bilgi vermek ve onları uyarmak PP 055- ORTA, AĞIR VE ÇOK AĞIR KRONİK OBSTRUKTİF AKCİĞER HASTALIĞI TANILI ERKEK HASTALARDA C-REAKTİF PROTEİN İLE OSTEOPOROZ İLİŞKİSİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ Derya Buzkan¹ Hacer Sali Çakır² Ayşegül Albay³ Gülay Oludağ⁴ Şeyma Başlılar⁵ Sema Basat⁶ 1. Kayseri Halk Sağlığı Müdürlüğü Kocasinan Toplum Sağlığı Merkezi, Kayseri 2. Trabzon Halk Sağlığı Müdürlüğü Ortahisar Toplum Sağlığı Merkezi, Trabzon 3. Eskil Merkez 2 Nolu Aile Sağlığı Merkezi, Aksaray 4. Aksaray Kamu Hastaneler Birliği Aksaray Devlet Hastanesi, Evde Sağlık Hizmetleri Birimi 149

150 5. Sağlık Bilimileri Üniversitesi Ümraniye Eğitim ve Araştırma Hastanesi Göğüs Hastalıkları, İstanbul 6. Sağlık Bilimileri Üniversitesi Ümraniye Eğitim ve Araştırma Hastanesi İç Hastalıkları Ana Bilim Dalı, İstanbul Amaç: Çalışmada, Kronik Obstruktif Akciğer Hastalığı (KOAH) tanılı hastalarda C reaktif protein (CRP) ile osteoporoz arasındaki ilişkinin değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Gereç ve Yöntem: Çalışmada, ve tarihleri arasında Ümraniye Eğitim Araştırma Hastanesi Göğüs Hastalıkları Kliniğinde izlenen stabil 60 yaş üstü erkek, Global Initiative for Obstructive Lung Disease(GOLD) kriterlerine göre orta, ağır ve çok ağır KOAH tanılı 60 olgu ile polkliniğe başvuran, KOAH tanısı ve osteoporoz gelişimine yol açacak ek hastalığı veya ilaç kullanım öyküsü olmayan 60 yaş üstü 20 erkek kontrol olgusu retrospektif olarak değerlendirildi. KOAH lı hastalarda kemik dansitometrisi ile saptanan osteoporoz varlığının hastalık ağırlık derecesi ve CRP ile ilişkisi araştırıldı. Bulgular: KOAH düzeyi orta olan olguların Kemik Mineral Yoğunluğu (KMY) femur neck (p:0.017) ve femur total (p:0.027) puan ortalaması, KOAH düzeyi ağır, çok ağır olan gruptan ve kontrol grubundan anlamlı şekilde yüksek bulundu (p<0.05). KOAH gruplarının CRP düzeyleri arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık bulundu (p<0.05). KOAH düzeyi ağır (p:0.006) ve çok ağır (p:0.040) olan grubun CRP düzeyi, kontrol grubundan anlamlı şekilde yüksek bulundu (p<0.01; p<0.05). Sonuçlar: KOAH lı hastalarda ağırlık derecesi ile KMY değerlerinin azaldığı ve dolayısıyla osteoporoz gelişim riskinin arttığı görüldü. Ağır ve çok ağır KOAH lı hastalarda osteoporoz gelişebileceği düşünülmeli ve bu hastalar kırık oluşmadan önce değerlendirilip koruyucu önlemlerin alınması ve gerekli hastalarda osteoporoz tedavisinin başlanmasının önemli olduğu sonucuna varıldı. Anahtar kelimeler: KOAH, CRP, Osteoporoz, Sistemik İnflamasyon, FEV1 PP 056- BAŞKENT ÜNİVERSİTESİ MEDİKOSOSYAL SAĞLIK MERKEZİ HASTA MEMNUNİYETİ Canan TUZ 1, Ceren TÜRKCAN ÇERÇİ 1, Bilge SÖNMEZ 2, Ergün ÖKSÜZ 1 1 Başkent Üniversitesi Aile Hekimliği Anabilim Dalı 2 Çankırı Karatekin Üniversitesi Emir Karatekin Aile Sağlığı Merkezi Giriş ve Amaç; Sürekli Kalite İyileştirme Arayışı her sektörde olduğu gibi sağlık sektöründe de öncelikli konular arasındadır. Sağlık bilincinin artması, ekonomik gelirin yükselmesi ve sağlık sigortacılığının gelişmesi gibi etkenler nedeniyle bireylerde aldıkları sağlık hizmetlerinde kaliteli bakım isteği yaygınlaşmıştır. Günümüzde bireyler, sağlık hizmeti alacakları sağlık kuruluşları konusunda daha seçici davranmaya başlamıştır. Bu da sağlık sektöründe rekabeti gündeme getirmiştir. Sağlık kuruluşlarında sunulan hizmetlerde kaliteyi belirleyici en önemli faktör; gelişen teknoloji ve iletişim olanakları kullanılarak sağlanan uygun fiziksel yapı, güçlü teknik donanım, insan gücü ve para gibi kaynak özelliklerinden çok, sağlık hizmetinin sunulma şekli ve hizmeti alan kişilerin memnuniyetidir. Yoğun 150

151 rekabet ortamında sağlık kurumları ayakta kalabilmek için hasta memnuniyetine gereken önemi vermekte ve verdikleri hizmetin kalitesini yükseltmek için hasta memnuniyetini ölçen yöntemler uygulamaktadır. Bu çalışmanın amacı Başkent Üniversitesi Medikososyal Sağlık Merkezi'ne (MSM) başvuran hastaların memnuniyet düzeylerinin belirlenmesi ve hasta memnuniyeti üzerine etkili olan faktörlerin tespit edilmesidir. Materyal Metod; Çalışma prospektif gözlemsel nitelikte olup yılı eğitim-öğretim dönemi içerisinde MSM ye başvuran hastalarda gerçekleştirilmiştir. MSM hasta kayıt biriminde herkesin ulaşabileceği ve kendi isteği ile yanıtlayarak yanıtlanmış formu kapalı olarak ilgili görevliye teslim edebileceği şekilde kullanıma açılan MSM Hasta Memnuniyet Ölçeği (HMO) uygulaması yapılmaktadır. Dönem sonunda hastalar tarafından değerlendirme yapılarak doldurulan ölçeklere ait sonuçlar analiz edilmiştir. HMO geçerlilik-güvenilirlik çalışması yapılmış olan (Öksüz ve ark. 2005) 37 maddeden oluşan 6 noktalı Likert tipi sorulardan ve bazı açık uçlu sorulardan oluşmaktadır. Toplanan veriler SPSS 13.0 paket programında analiz edilmiştir. İstatistiksel analizler ki-kare testi ve t testi kullanılarak yapılmıştır. Hastaların memnuniyet durumlarının değerlendirilmesi ölçek yapısına uygun olarak altı temel boyutta gerçekleştirilmiştir. Bunlar; fiziksel ortamın genel özellikleri, iletişim özellikleri, hemşirelik hizmetleri, tanı ve tedavi hizmetleri, mahremiyet ve bekleme süreleri başlıklarında toplanmaktadır. Bulgular; Çalışmada hizmet alan hastalar tarafından doldurulan 202 ölçek analiz edilmiştir. Katılımcıların yaş aralığı arasında değişmektedir. 146 kadın (%72.4) ve 47 erkek (23.3) katılımcı mevcuttur. Formların %96,5'i katılımcı tarafından bizzat doldurulmuştur. Hastaların MSM ile ilgili memnuniyet oranlarına bakıldığında; katılımcıların %98,5 inin hasta bekleme odalarının temizliğinden, %96,5 inin muayene odasının rahatlığından, %95,6 sının kendilerini karşılayan personelden, %92,0 sinin kişisel ihtiyaç ve isteklerinin karşılanma düzeyinden, %90,1 inin muayene için bekledikleri süreden, %83,2 sinin gözlem odasının rahatlığından, %81,7 sinin pansuman/müdahale odasının rahatlığından, %88,1 inin ise genel olarak sağlık merkezi düzeninden memnun olduğunu belirttikleri görülmüştür. Katılımcıların %71,3 ü sağlık merkezinde geçirdiği süreyi normal, %26,2 si çok kısa %12,0 si çok uzun bulmuştur. Sağlık merkezinde geçirilen tüm süre değerlendirildiğinde katılımcıların %93,1 inin İyi, Çok iyi ve Mükemmel seviyede oldukları belirlenmiştir. Katılımcıların %0,5 i sunulan sağlık hizmetinden memnun olmadıklarını belirtmiştir. Son bir yılda katılımcıların %11,9 unun bir, %17,8 inin iki, %17,3 ünün üç, %13,9 unun ise dokuz kez MSM başvurusu yaptığı saptanmıştır. Sonuç; eğitim dönemi için MSM fiziksel yapısı, çalışma planı ve işleyişi dahil olmak üzere sunulan sağlık hizmetinin hasta bakış açısı ile değerlendirmesi sağlanmış olup hastaların memnuniyet oranları saptanmıştır. Memnuniyet ölçeklerinin kullanımının merkezin işleyişinin bir parçası haline getirilmesiyle amaçlanan kalitenin düzenli olarak kontrol edilebilmesi mümkün olacaktır. Elde edilen sonuçların bekleme sürelerinin bağımsız olarak tespit edilmesi randevu sistemi olmayan birinci basamak bir sağlık biriminde hastalar tarafından kabul edilebilir süreler hakkında bilgi sağlayabilecektir. PP 057-RELATIONSHIP BETWEEN GALLBLADDER STONE AND CARDIOVASCULAR DISEASE RİSK Elif Börekci, Department of Internal Medicine, Bozok University Hospital, Yozgat/ Turkey Aim: Cardiovascular disease (CVD) and gallstones are among the most common diseases in the society and share common risk factors. Our aim is to determine whether there is an increase in 10 year CVD risk in the patients with gallstones and whether gallstone is a risk factor for cardiovascular disease. 151

152 Method: We analyzed 90 patients diagnosed with gallstones disease and 72 healthy subjects without gallstones. Demographic and laboratory data were collected, Framingham risc scores were calculated and both groups were compared for the 10 year CVD risk. Then, demographic and laboratory data of individuals who had moderate-severe risk and low risk for CVD were compared. Moreover, multivariate logistic regression analyses were performed and ORs with 95%CI were calculated in order to indentify the risk factors of CVD. Results: 10 year CVD risk is significantly higher in cases with gallstone disease than without gallstones (p:0,005). In the cases having moderate- severe risk for CVD, total cholesterol, systolic blood pressure, hematocrit etc. were significantly higher acording to the cases with low risk (Table-2). In the results of multivariate logistic regression analyses, 7,8-fold increase in the risk of CVD was found in the patients with gallbladder stone. Odds ratio of other possible risk factors in the increased risk of CVD risk are given in Table 2. Conclusion: At the end of the study; it was found that gallstones were associated with a high risk of cardiovascular disease. Table-1: Comparison of clinical and laboratory parameters between control and patients with gallstone groups Variables Patients with gallstone Control P value (n:90) (n:72) Age (yr) 52,5 (45-62) 48,5 (43-58,5) 0,16 Gender (female/male) 64 (%71,1)/26 (%28,9) 51 (%70,8)/21 (%29,2) 0,96 BMI (kg/m 2 ) 32,2 (28,5-35,9) 30,4 (27,4-35,6) 0,13 Smoke 20 (%22,2) 15 (%20,8) 0,85 Diabetes 26 (%28,9) 18 (%25) 0,58 Hypertension 36 (%40) 22 (%30,6) 0,21 Systolic (mm Hg9 130 ( ) 120 ( ) 0,001 Diastolic (mm Hg) 70 (60-85) 72,5 (70-80) 0,45 T. cholesterol (mg/dl) 205,3+47,29 200,11+39,83 0,45 HDL (mg/dl) 41,5 (33-50) 42 (38-48,7) 0,31 LDL (mg/dl) 129,5 (108,7-146,2) 129,5 ( ,7) 0,76 FRS 9 (5-12) 5 (0,25-9) 0,001 FRS (%) 10 (4-20) 5 (2-11) 0,005 Platelet (10 3 μl) 253,5(207,2-305) 244 ( ,5) 0,79 WBC (10 3 μl) 7,33 (6,17-9,59) 7 (5,7-8,2) 0,02 TG (mg/dl) 136 (103,7-198,7) 137,5 (101,7-170,5) 0,56 AST (IU/L) 19 (16-31,5) 18,5 (15,2-22) 0,23 152

153 ALT (IU/L) 20 (14-40,5) 16,5 (13-29) 0,10 Htc (%) 41,5 (37,2-44,6) 38,9 (35,7-41,9) 0,005 Creatin (mg/dl) 0,79 (0,69-0,92) 0,75 (0,65-0,9) 0,12 Values are expressed as n (%), mean ± SD or median(25th-75th percentiles). Htc: Hematocrit; AST: Aspartate aminotransferase; ALT: Alanine aminotransferase; BMI: Body mass index; HDL: High density lypoprotein; LDL: Low density lypoprotein; TG: Triglyceride; WBC: White blood cell Table-2: Between group comparisons and logistic regression results according to Framingham risc groups Variable Between group comparisons Logistic regression analysis Low risc (n:94) Moderatesevere risc (n:68) P value Multivariate Odds Ratio (95%CI) P value Age (yr) 45 (40-51) 60 (52,5-67) 0,001 1,3 0,001 Gender 84(%89,4)/10 31 (%45,6)/37 0, ,7 0,001 (female/male) (%10,6) (%54,4) Smoke 9 (%9,5) 26 (%38,2) 0, Diabetes 15 (%15,9) 29 (%42,6) 0,001 6,6 0,04 Hypertension 19 (%20,2) 39 (%57,3) 0,001 - BMI (kg/m 2 ) 31,1 (27,7-0,41 1,1 0,07 35,4) T.cholesterol 192,54±39,73 217,45±45,94 0, (mg/dl) Htc (%) 39 (34,5-41,8) 42 (37,8-44,6) 0,001 Systolic (mm 117,5 ( (121,2-0,001 1,1 0,001 Hg) 130) 150) Diastolic (mm 80 (70-90) 0, Hg) AST (IU/L) 18 (14,7-22) 20 ( ) 0, ALT (IU/L) 16 (13-26) 21,5 (14-42) 0, Creatin 0,73 (0,64-0,85 (0,75-0, (mg/dl) 0,82) 1,02) LDL (mg/dl) 121,5 (91,7-139 (119-0,001 1,1 0, ) 153,5) HDL (mg/dl) 44 (38-52) 40 (32-46) 0,001 0,85 0,002 TG (mg/dl) 118,5 (95,2-157,5 (126,5-0, ,2) 210,7) Platelet ( ,5 ( ,9 (207,2-0, μl) 305,5) 287) WBC (10 3 μl) 6,99 (5,75-7,3 (6,3-9,3) 0, ,65) Group-1 44 (%46,8) 46 (%67,6) 0,008 7,8 0,017 Values are expressed as n (%), mean ± SD or median(25th-75th percentiles). Htc: Hematocrit; AST: Aspartate aminotransferase; ALT: Alanine aminotransferase; BMI: Body mass index; HDL: High density lypoprotein; LDL: Low density lypoprotein; TG: Triglyceride; WBC: White blood cell 153

154 PP KUTANÖZ LEİSHMANİASİS: BİR OLGU SUNUMU Ömer Göcen¹, İsa An², Mehmet Harman², Vasfiye Demir¹, Hamza Aslanhan¹ ¹ Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi Aile Hekimliği AD, Diyarbakır ² Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi Deri ve Zührevi Hastalıklar AD, Diyarbakır GİRİŞ: Leishmaniasis; insanlar için patojenik olan leishmania protozoon parazitlerinin neden olduğu, enfekte vektörün (phlebotomus, tatarcık) ısırması ile bulaşan ülkemizde bildirimi zorunlu paraziter bir hastalıktır. Şark çıbanı, Halep çıbanı, Antep çıbanı olarak ta bilinen Kutanöz Leishmaniasis (KL) genellikle deriyi bazen de mukozaları tutan, skar bırakarak iyileşen lezyonlar ile karakterizedir. Türkiye ve komşu ülkeleri Suriye ve İran, KL nin endemik olduğu ülkelerdendir. Bu olgu sunumunda ayak sırtında yara şikayeti ile başvuran, Suriye den göçle Türkiye ye gelmiş, KL tanısı konulan bir hasta sunulmaktadır. OLGU: Yirmi üç yaşında Suriye uyruklu erkek hasta 2015 ekim ayında Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Dermatoloji polikliniğine sağ ayak dorsalinde ülsere lezyon şikayeti ile başvurdu. Mevcut lezyon dört ay önce sinek ısırığı sonrası sivilce benzeri bir lezyon şeklinde başlamış ve zamanla büyümüş. Hastanın özgeçmişinde herhangi bir hastalık ve ilaç kullanım öyküsü yoktu. Dermatolojik muayenede; sağ ayak dorsal yüzde üzeri kurutlu, yer yer ülsere 6x6 cm boyutunda plak benzeri lezyon gözlendi (Resim. Lezyondan alınan doku sıvısından yaymalar yapıldı. Giemsa ile boyanmış yaymaların mikroskobik incelemesinde amastigotlar görülerek KL tanısı doğrulandı (Resim 2). Hasta hastaneye yatırılarak meglumin antimonat 10 mg/kg/gün dozunda 14 gün boyunca intramüsküler olarak verildi. Tedavi sonrası lezyonun minimal skar bırakarak iyileştiği gözlemlendi. TARTIŞMA: KL lezyonu genellikle vücudun yüz, boyun ve ekstremiteler gibi giysiyle örtülmeyen alanlarında görülen eritemli papül şeklinde başlar. Klinik özellikleri konağın immün yanıtına göre değişir. Hastalığın inkübasyon periyodu birkaç gün ile birkaç ay arasında değişir. KL tanısı için endemik bölgelerde yaşayan veya endemik bölgeye seyahat öyküsü olan ve hastalığı düşündüren klinik bulguya sahip hastalarda parazitolojik doğrulamanın yapılması gerekmektedir. Suriye deki savaş nedeniyle ülkemize göç eden mültecilerde hastalığın sıklıkla görülmesi nedeniyle özellikle Güneydoğu Anadolu illerimizde hastalık önemli bir boyut kazanmıştır. KL de lezyonun lokalizasyonu ve tedavi komplikasyonları göz önünde bulundurularak hastaya uygun tedavi seçilmelidir. KL nin sağaltılmasında topikal tedaviler, intralezyonel enjeksiyonlar, fiziksel tedaviler (kriyoterapi, termoterapi ) ve sistemik tedaviler yer alır. Hastalığı geçiren kişiler hastalık etkeni olan parazite karşı hayat boyu bağışıklık kazanırlar. Leishmaniasise karşı kullanılabilecek etkili koruyucu profilaksi veya ticari bir aşı henüz bulunamamıştır. Hastalığa karşı aşı geliştirme çalışmaları devam etmektedir. Leishmaniasis in endemik olarak görüldüğü ülkemizde, Suriye den ülkemize olan göçlerden sonra vaka sayıları giderek artmakta olup; vücudun özellikle, yüz, boyun ve ekstremiteler gibi giysiyle örtülmeyen alanlarında ortaya çıkmış uzun süreli iyileşmeyen lezyonlarda KL de ayırıcı tanıda düşünülmelidir. 154

155 Resim 1 Resim 2 PP 059- SİGARA BIRAKMA TEDAVİSİ SIRASINDA BUPROPİON HCL E BAĞLI GELİŞEN SERUM HASTALIĞI BENZERİ REAKSİYON: OLGU SUNUMU Arş.Gör.Dr.Merve Medine Karademirci 1 Prof. Dr Ruhuşen Kutlu 1, Arş. Gör. Dr. Tuğba Kahraman Denizhan 2 Doç. Dr. Fatma Gökşin Cihan 1 1 Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Aile Hekimliği AD.Konya,Türkiye 2 Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi İç Hastalıkları AD.Konya, Türkiye GİRİŞ: Bupropion HCL, seçici bir dopamin ve noradrenalin gerialım inhibitörüdür. Sigaranın bırakılmasına bağlı gelişen yoksunluk semptomlarını azaltmakta ve iyi tolere edilmektedir. Yazımızda terapötik dozda bupropion kullanımı sırasında ortaya çıkan bir serum hastalığı benzeri reaksiyon olgusu sunularak sigara bırakma tedavisi sırasında nadir de olsa böyle bir yan etkinin de akılda tutulması gerektiği vurgulanmak istenmiştir. OLGU SUNUMU: 29 yaşında erkek hasta 5 paket yılı sigara kullanmaktayken sigara bırakmak amacıyla polikliniğimize başvurdu. Hastanın özgeçmiş sorgusunda penisilin alerjisi dışında özellik yoktu, tansiyon arteriyel (TA) 122/70 mmhg ölçüldü. Hastanın yapılan diğer fizik muayene bulguları normaldi. Yapılan tetkiklerinde hematolojik ve biyokimyasal parametreleri, elektrokardiyografisi, PA AC grafisi ve solunum fonksiyon testi normal değerlerde idi. Fagerstrom Nikotin Bağımlılık puanı 4 puan (orta düzey bağımlı) ve karbon monoksit (CO) düzeyi 15 ppm idi. Hastaya ilk 3 gün 150 mg, sonraki günlerde 300 mg olmak üzere Bupropion HCl tedavisi başlandı. Hasta tedavinin 15. gününde tüm vücutta ve yüzde yaygın kaşıntılı kızarıklık, dudak ve göz kapaklarında hafif şişlik şikayetleri ile polikliniğimize tekrar başvurdu. Fizik muayenesinde hafif ateş (37,8 C), yaygın ürtiker plakları, el bilek eklemlerinde hafif şişlik, dudak ve göz kapaklarında hafif ödem tespit edildi. Diğer vital bulguları stabildi. Tam idrar tetkikinde 30 mg/dl proteinüri, (++) pozitif eritrosit bulunmaktaydı. Hemogramında nötrofil hakimiyetinde lökositoz mevcuttu. Hasta bu dönemde başka herhangi bir ilaç kullanmıyordu. Daha önce hiç akut ürtiker atağı geçirmediği öğrenildi. Hastada akut ürtiker tanısı düşünülerek Bupropion kesildi ve antihistaminik tedavi başlandı. Hasta immünoloji ve allerji hastalıkları bilim dalı ile konsülte edildi. Bupropion a bağlı serum benzeri hastalık tanısı konarak mevcut antihistaminik tedavisine Prednisolon 80 mg eklendi. Daha sonraki kontrollerinde deri döküntülerinin gerilediği ve kliniğinin düzeldiği görüldü. TARTIŞMA: Tütün bağımlılığı başta akciğer kanseri, solunum yolu hastalıkları olmak üzere önlenebilir ölüm ve sakatlık nedenlerinin başında yer alan küresel bir salgındır. Sigara bağımlılığı tedavisinde en sık kullanılan farmakolojik tedaviler nikotin replasman tedavisi ve ilaçlardır. Sigara bırakma tedavisinde etkin olan bupropion, yoksunluk semptomlarını ve sigarayı bırakma sonrası ortaya çıkan kilo alımını azaltır. Sık yan etkileri arasında ajitasyon, ağız kuruluğu, baş ağrısı, bulantı kusma, kabızlık ve tremor yer alır. Ender olarak ürtiker, serum hastalığı benzeri reaksiyonlar ve eritema multiformeye yol açtığı da bildirilmiştir. Serum hastalığı benzeri reaksiyon, ürtiker, eklem ağrısı ve ateş ile tanımlanan Tip 3 immün kompleks reaksiyon olup döküntüler, ürtikeryal tarzdadır. Ödem, proteinüri, mikroskopik hematüri gibi belirtiler görülür. Tanı genellikle klinik tabloya göre konulur. Tedavinin temelini neden olan ajanın uzaklaştırılması oluşturur. Antihistaminikler semptomatik rahatlama sağlar. Ağır vakalarda kortikosteroidler tedavide kullanılır. Sonuç olarak literatürde, düşük oranda da olsa anaflaktik reaksiyonlar bildirildiğinden, bupropion tedavisi başlayan hekimlerin muhtemel alerjik reaksiyonlara karşı uyanık olması gerekmektedir. 155

156 PP ADANA NUMUNE EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ ÇOCUK HASTALIKLARI KLİNİĞİNDE TAKİP EDİLEN EPİLEPSİLİ ÇOCUKLARIN ANNELERİNDE ANKSİYETE VE DEPRESYON RİSKİNİN ARAŞTIRILMASI İbrahim Karnas 1, Kenan Topal 1, Kayhan Süreyya İşgüzar 1, Aylin Karsandık Akyol 1, Hicri Sarıçam 1 1 Adana Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi Aile Hekimliği Kliniği, Yüreğir/Adana. GİRİŞ-AMAÇ: Epilepsi doğumdan itibaren hayatın sonuna kadar olan sürede ve dünyanın her yerinde görülebilen bir hastalıktır. Epilepsi tanısı almış çocukların sağlıklı bakımlarının yapılabilmesi için annedeki ruhsal hastalık riskinin belirlenmesi önemlidir. Bu çalışmada ki amacımız Adana Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi Çocuk Hastalıkları Kliniğinde takip edilen epilepsili çocukların annelerinde anksiyete ve depresyon riskini belirleyip bunu etkileyen sebepleri araştırmaktır. GEREÇ ve YÖNTEM: Çalışma Adana Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi etik kurulu onayı alınarak Mart-Nisan 2016 tarihleri arasında ANEAH Çocuk Hastalıkları Kliniğinde takip edilen 0-18 yaş arası epilepsili çocukların anneleri üzerinde yapıldı. Gönüllü onam verip çalışmaya dahil edilen kişilere yüz yüze görüşülerek sosyoekonomik durumları ve çocuklarının hastalıklarıyla ilgili sorular içeren bir anket yapıldı. Ruhsal hastalık riski ise Hastane Anksiyete ve Depresyon Ölçeği (HAD) uygulanarak araştırıldı. HAD Anksiyete skorların kesme noktası 11 ve HAD depresyon skorlarını kesme noktası ise 8 olarak alındı. Ayrıca sigara içenlere Fagerström Nikotin Bağımlılık Testi uygulandı. BULGULAR: Epilepsi hastası çocukların yaş ortalaması 89.9±59.0 ay idi (en küçük 4 ay en büyük 206 ay). Çocukların doğum ağırlıklarının ortalaması ±654.6 gram (en az 1500 en fazla 5500 gram). Doğum sırasında hipoksi öyküsü olan çocuk sayısı 10 (%9.6) idi. Doğumda herhangi bir hastalık veya anomali öyküsü mevcut olan çocuk sayısı 12 idi (%11.5). Çocukların 55 tanesi (%52.9) parsiyel epilepsi, 49 tanesi (%47.1) ise jeneralize epilepsi tanısı almıştı. Çocukların epilepsi tanıları 34.4±39.3 aydır mevcuttu (en az 1 ay en çok 180 ay). Epilepsili çocukların annelerinin yaş ortalaması 34.0±6.9 yıl idi (en küçük 19 en büyük 54 yıl). Annelerin 94 ü (%90.4) ev hanımı idi, bunların 22 si (%21.2) okul eğitimi almamış, 49 u (%47.1) ilkokul ve 33 tanesi (%31.7) ise ortaokul ve üstü okulları bitirmişti. Annelerin 27 si sigara kullanıyordu, Fagerström Nikotin Bağımlılık Testine göre bu annelerin 17 sinde (%16.3) hafif, 9 unda (%8.7) orta ve 1 inde (%1.0) ise şiddetli bağımlılık düzeyleri vardı. HAD Anksiyete skorların ortalaması 8.5±3.9 ve HAD Depresyon skorlarının ortalaması ise 8.1±3.9 idi. Annelerin 30 unda (%28.8) anksiyete riski yüksek iken 57 sinde (%54.8) depresyon riski yüksek bulundu. Çocuklarda bulunan epilepsi tipine göre annelerdeki anksiyete ve depresyon skor ortalamaları karşılaştırıldı. Buna göre parsiyel epilepsisi olan 55 çocuğun annesinde anksiyete puanı 9.02±3.9, depresyon puanı 8.49±4.3 iken jeneralize epilepsisi olan 49 çocuğun annesinde anksiyete puanı 7.9±3.7, depresyon puanı 7.59±3.4 olarak bulundu ancak aralarında istatistiksel olarak anlamlı bir fark yoktu (sırasıyla t=1.484, p=0.141, t=1.165, p=0.772). SONUÇ: Çalışmamızda epilepsili çocuk sahibi olan annelerin anksiyete ve depresyon riskleri yüksek tespit edildi. Epilepsinin tipi ile annede görülen anksiyete ve depresyon riski yüksekliği arasında istatistiki olarak anlamlı bir fark tespit edilmedi. Birinci basamakta çalışan Aile Hekimlerinin epilepsili çocuğu olan bütün anneleri ruhsal rahatsızlık açısından değerlendirmesi anne ve çocuğun sağlığı açısından önemlidir. Annedeki olası ruhsal rahatsızlığın tespit edilmesinde Aile Hekimleri kilit role sahiptir. ANAHTAR KELİMELER: Epilepsi, anksiyete, depresyon 156

157 PP ANEAH ÇOCUK HASTALIKLARI POLİKLİNİKLERİNE MULTİFAKTÖRİYEL VE/VEYA GENETİK GEÇİŞLİ KRONİK HASTALIK NEDENİYLE BAŞVURAN ÇOCUKLARIN, ANNE VE BABALARI ARASINDAKİ AKRABALIĞIN NOKTA PREVELANSININ BELİRLENMESİ Kayhan Süreyya İşgüzar 1, Tamer Çelik 2, Kenan Topal 1, İbrahim Karnas 1, Aylin Karsandık Akyol 1, Hicri Sarıçam 1, Levent Özdenvar 1, Mustafa Avşar 1, Derya Öztürk 2 1 Adana Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi Aile Hekimliği Kliniği, Yüreğir/Adana. 2 Adana Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi Çocuk Hastalıkları Kliniği, Yüreğir/Adana. GİRİŞ ve AMAÇ: Akraba evlilikleri pek çok multifaktöriyel ve/veya genetik kronik hastalıkların ortaya çıkmasında rol oynamaktadır. Ülkemiz akraba evliliği sıklığında dünyada 3. sırada bulunmaktadır. Bu çalışmada Adana Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi (ANEAH) çocuk polikliniklerine 1 gün içinde gelen multifaktöriyel ve/veya genetik geçişli kronik hastalarda anne-baba akrabalık nokta prevelansını saptamayı amaçladık. GEREÇ VE YÖNTEM: Bu kesitsel araştırma pazartesi günü ANEAH Çocuk Hastalıkları polikliniklerine kontrol ya da muayene amacı ile gelen kronik hastalık tanısı almış olan tüm çocukların aileleri üzerinde yapıldı. Araştırma için ANEAH Etik Kurul onayı alındı ve anne babalara gönüllü onam alındıktan sonra yapılandırılmış bir anket yüz yüze görüşülerek uygulandı. Bu anket hastanın sosyodemografik verileri, asfiksi, morarma ve doğar doğmaz ağlamayı içeren doğumsal komplikasyonları ve anne baba arasındaki akrabalığı sorgulayan 18 soru içermekteydi. Ayrıca anne baba arasında akrabalığı olanlar 1. yakın akraba (amca, hala, dayı ve teyze çocukları) ve 2. Uzak akraba (ikinci derece kuzen ve daha uzak akrabalıklar) şeklinde 2 gruba ayrıldı. İki akrabalık derecesi arasında arasındaki farklılığı karşılaştırmak için Kolmogorov-Smirnov testi kullanıldı. BULGULAR: Bu çalışmaya Çocuk Hastalıkları polikliniklerine gün boyu gelen kronik hastalığı olan 163 çocuğun ailesi katıldı. Çocukların yaş ortalaması 76.7±57.5 ay idi (en küçük 1 ay en büyük 219 ay). Araştırmaya dahil olan 163 çocuğun 94 tanesi (%57.7) erkek ve 69 tanesi (%42.3) kız idi. Çocukların 54 tanesi (%33.1) Çocuk Nöroloji, 53 tanesi (%32.5) Çocuk Endokrin ve Metabolizma, 18 tanesi (%11.0) Çocuk Nefroloji, 15 tanesi (%9.2) Çocuk Alerji polikliniğinde ve geri kalan 23 çocuk ise (%14.2) diğer çocuk yan dal polikliniklerinde takipliydiler. Annelerin bu çocuklarına gebelik sırasındaki ortalama yaşları 27.7±6.2 yıl idi (en küçük 17, en büyük 44 yıl). Doğumların 154 ü (%94.5) hastanede, 9 tanesi(% 5.5) evde gerçekleşmişti. Bu doğumların 84 tanesi (%51.5) sezeryan ile, 79 tanesi ise (%48.5) normal vaginal yolla olmuştu. Annelerin 22 tanesi(%13.5) gebelik sırasında ilaç kullanmış, 141 tanesi (%86.5) ise ilaç kullanmamıştı. Çocukların ailelerinin 61 inde anne-baba arasında akrabalık vardı ve akrabalık nokta prevelansı %37.4 olarak saptandı. Anne-baba arasında akrabalık derecesine göre ise 36 ailede (%59) yakın akrabalık, 25 ailede (%41) uzak akrabalık bulundu, bu fark istatistiksel olarak anlamlıydı (z=3,014, p=0,000). SONUÇ: Akraba evlilikleri multifaktöriyel ve/veya genetik geçişli kronik hastalıklarda etyolojik olarak etkili faktörlerden biridir. Bu çalışmada biz kronik hastalıkları nedeniyle ANEAH Çocuk hastalıkları polikliniklerinde takip edilen çocukların anne babaları arasında yüksek oranda (%37.4) akrabalık saptadık. Birinci basamakta hizmet vermekte olan Aile Hekimlerinin aile danışmanlığı hizmetleri kapsamında bu konudaki farkındalığı artırması akraba evliliklerinin azalmasına anlamlı bir katkısı olacaktır. ANAHTAR KELİMELER: Kronik hastalık, akrabalık, nokta prevalans PP Adana Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi Çocuk Hastalıkları Kliniğinde Takip Edilen Bir Yaş Altı ASYE Tanısı Almış Çocuklarda Etkili Olan Faktörlerin Araştırılması 157

158 Aylin Karsandık Akyol 1, Kenan Topal 1, Hicri Sarıçam 1, İbrahim Karnas 1, Kayhan Süreyya İşgüzar 1 1 Adana Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi Aile Hekimliği Kliniği GİRİŞ ve AMAÇ: Alt Solunum Yolları Enfeksiyonları (ASYE) tüm dünyada bebek ve süt çocuklarında mortalite ve morbiditenin ana nedenleri arasındadır. Ülkemizde Sağlık Bakanlığı'nın 1998 yılı verilerine göre, 0-1 yaş grubunda bebek ölüm nedenlerinin %48.4 'ünden ASYE sorumludur. Bu çalışmada Adana Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi (ANEAH) çocuk hastalıkları kliniğinde takip edilen bir yaş altı ASYE tanısı almış çocuklarda etkili olan faktörleri araştırmayı amaçladık. GEREÇ ve YÖNTEM: Bu kesitsel çalışma ANEAH Mart-Nisan 2016 tarihleri arasında ANEAH Çocuk Hastalıkları Kliniğinde ASYE tanısıyla takip edilen 0-1 yaş arası çocuklar ve anneleri üzerinde yapıldı. Hazırlanan yapılandırılmış bir ankette çocukla ilgili doğum öyküsü, gelişim persentilleri, hemoglobin düzeyleri, yenidoğan yoğun bakım ünitesi yatışı ve doğumsal anomali olup olmadığı ve anne ile ilgili sosyodemografik verilerin yanında gebelikte geçirilen hastalık öyküsü de sorgulandı. Elde edilen veriler SPSS programında kaydedildi, tanımlayıcı istatistikler yapıldıktan sonra karşılaştırmalar için iki bağımsız örneklemli t testi kullanıldı. BULGULAR: Araştırmaya dahil olan 76 çocuğun 44 tanesi (%57.9) erkek ve 32 tanesi (%42.1) kız idi. Çocukların ortalama yaşları 5.4±3.2 ay idi (en küçük 1 ay en büyük 12 ay). Çocukların doğum haftası ortalaması ise 38.1±3.0 hafta (en küçük 26 en büyük 41 hafta). Çocukların ortalama doğum ağırlıkları ±622.0 gr. (en düşük 1040 en yüksek 4000 gr.). Çocukların ortalama hemoglobin değerleri 9.7±1.2 mg/dl (en düşük 5.0 en yüksek 13.0 mg/dl). Çocuklardan 31 i (%40.8) doğumdan sonra Yenidoğan Yoğun Bakım Ünitesine yatırılmış ve bunlardan 26 sı (%83.8) ventilatöre bağlanarak izlenmişti. Çocuklardan 16 sında (%21.1) ise bir doğumsal anomali vardı. Çocukların 70 tanesinin (%92.1) aşıları tam olarak yapılmıştı. Çocukların 18 tanesinin (%23.7) hiç anne sütü almamıştı, 58 tanesi (%76.3) ise en az altı ay anne sütü almıştı. Annelerin ortalama yaşları 26.8±5.4 yıl idi (en küçük 18, en büyük 41 yıl). Annelerin ortalama çocuk sayısı 2.6±1.4 (en az 1, en çok 8) idi. Annelerin 40 tanesinin (%52.6) eşiyle arasında 3. Derece (teyze, hala, dayı ve amca çocukları) akrabalık vardı. Annelerin 24 tanesi (%31.6) hiç eğitim almamıştı, 28 tanesi(%36.8) ilkokul eğitimi almış ve 24 tanesi (%31.6) ise orta okul ve üzeri eğitim almıştı. Çocuklardan 14 tanesi (%18.4) 38 haftadan önce doğmuştu. Bu çocuklardan 12 tanesi (%85.7) YDYBU da yatırılarak takip edilirken 38 haftanın üzerinde doğan 62 (%81.6) çocuğun 19 tanesi (%30.6) YDYBU da yatırılarak takip edilmiştir, aradaki fark istatistiksel olarak anlamlı idi (X2=14.341, p=0.000). Annelerin hiç eğitim almayan 24 tanesinde ortalama çocuk sayısı 3.67±1.7 idi, ilkokul eğitimi 28 tanesinde ortalama çocuk sayısı 2.21±0.9 ve orta okul ve üzeri eğitim alan 24 tanesinde ise ortalama çocuk sayısı 2.17±0.9 bulundu ve aradaki fark anlamlı idi (X2=14.768, p=0.001). SONUÇ: Çalışmamızda elde ettiğimiz verilere göre ASYE tanısıyla takip edilen çocuklarda ortalama hemoglobin değerleri düşük bulunmuştur. Bundan başka prematür doğum oranının yüksek olduğu ve YDYBÜ ne yatırılarak takip edilenlerin miadında doğanlara göre daha fazla olduğu görülmüştür. Aile hekimlerinin bebek ve süt çocuklarında ASYE gelişiminin birincil korunmasında bu faktörlere göre gebe takipleri ve prenatal bakıma önem vermeleri var olan riskin azaltılmasına katkı sağlayacaktır. Anahtar Kelimeler: Solunum yolu enfeksiyonları, anemi, prematür PP EVAULATION OF OXIDATIVE STRESS AND APOPTOSIS IN PRE- AND POST- MENAPOUSEL WOMEN WİTH IRON DEFICIENCY ANEMIA Tünay Kontaş Aşkar 1, Ruken Esra Demirdöğen 2, Bilge Sönmez 3 1 Department of Dietetics, Faculty of Health Çankırı Karatekin University, Çankırı, Turkey. 158

159 2 Department of Chemistry Institute of Science Çankırı Karatekin University, Çankırı, Turkey. 3 Çankırı Karatekin University Emir Karatekin Family Health Center, Çankırı, Turkey. The most frequent nutritional deficiency is iron deficiency which plays a crucial role in oxidative metabolism and cellular immune response. The aim of this study was to determine tiobarbituric acide species (TBARS), total antioxidant capacity (TAC), and caspases (caspase-3 and 8) in pre- and postmenapousel women with iron deficiency anemia. The study has performed on 30 pre-menaposel women with iron deficiency anemia between the ages (31,8±9,1), and 30 post-menaposel women with iron deficiency anemia between the ages (31,8±9,1), and 40 healthy women. Iron deficiency in women has been determined with Hb level <11,5 gr/dl, serum iron <30 µg/dl, and ferritine level <12 ng/ml. The study has been performed with the permission of Local Ethical Comission. In the study, TBARS levels were significantly higher in the iron deficiency groups and TAC levels were significantly lower when compared to the control group. Also the levels of caspases (caspase 3 and caspase 8) were higher in the iron deficiency groups, and the most highest level of caspases has seen in post-menapousal women in the study. In this study, the fact that oxidative stress and apoptosis occurs in pre- and post-menapousal women with iron deficiency anemia. And this situation has been identified with high TBARS, caspases and low TAC levels. Keywords: Menapouse, Iron deficiency anemia, women, oxidative stress, apoptosis PP Birinci Basamak Sağlık Merkezine Başvuran Bireylerin Kadına Yönelik Ekonomik Şiddet Hakkındaki Tutumları Nilgün Katrancı 1, Hilal Karatepe2, Derya Atik 2, Hüseyin Tutar 3, Serkan Tosun 3 1 Gaziantep Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi, Gaziantep 2 Osmaniye Korkut Ata Üniversitesi Sağlık Yüksekokulu, Osmaniye 3 Merkez 1 Nolu Aile Sağlığı Merkezi, Kırıkhan-Hatay Giriş: Kadınların toplumsal yapı içerisinde görmüş olduğu ekonomik şiddet, diğer şiddet türlerine oranla daha az konuşulmasına rağmen kadınların maruz kaldığı birçok şiddet türünün temelinde de ekonomik şiddet yer almaktadır. Ekonomik şiddet gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin toplumsal ve ekonomik kalkınmalarına engel olmaktadır. Bir hak ihlali olarak karşımıza çıkan ekonomik şiddet, 159

160 kadınları yoksullaştırmakta, demokratikleşmeye de set çekmektedir (1,2). Araştırma, aile sağlığı merkezlerine başvuran hastaların kadına yönelik ekonomik şiddet hakkındaki tutumları incelemek amacıyla yapılmıştır. Gereç ve yöntem: Çalışma, Hatay ilindeki bir aile sağlığı merkezine başvuran ve rastgele örneklem yöntemiyle seçilen 500 hasta ile yapılmıştır. Veriler ocak 2016-mart 2016 tarihleri arasında, sosyodemografik sorulardan oluşan Bilgi Formu ve Ekonomik Şiddete Yönelik Tutumlar Ölçeği ile yüz yüze görüşme yöntemiyle toplanmıştır. Veriler SPSS 21.0 programında, yüzdelik, ortalama ve ki-kare testi kullanılarak değerlendirilmiştir. Bulgular: Hastaların %53.8 i kadın, %25.2 si ortaöğretim, %44.2 si yükseköğretim mezunu idi. Kadınların %54.2 si, erkeklerin %43.2 si evi geçindirmenin sadece erkeğin görevi olduğuna katılmadığını; kadınların %53.5 i, erkeklerin %42.4 ü erkek istemiyorsa kadın çalışmamalıdır fikrine katılmadığını; kadınların %42.3 ü, erkeklerin %35.4 ü kadınların elindeki parayı istediği gibi harcayabilmelidir fikrine katıldığını belirtmişlerdir, bu düşünceler açısından iki cinsiyet arasında istatistiksel olarak anlamlı farklar saptanmıştır (p 0.05). Genel olarak kadınların çalışması, ev geçindirmesi, elindeki parayı istediği gibi harcaması ve fazla para kazanması ile ilgili sorulara verilen cevapların eğitim düzeyinden oldukça etkilendiği, eğitim düzeyi yüksek olanların ekonomik özgürlüğü daha çok desteklediği görüldü (p 0.05). Sonuç: Eğitimle birlikte kadına yönelik ekonomik şiddet düşüncesinde azalma olsa da, ülkemizde hala kadına yönelik ekonomik şiddeti makul gören düşüncelerin var olduğu saptandı. Bunların ortadan kalkması için hem bireysel hem de toplumsal anlamda gerekli iyileştirmelerin yapılması gerekmektedir. PP Birinci Basamak Sağlık Merkezine Başvuran Bireylerin Kadına Yönelik Sözel ve Fiziksel Şiddet Hakkındaki Tutumları Hilal Karatepe 1, Nilgün Katrancı 2, Derya Atik 1, Hüseyin Tutar 3, Serkan Tosun 3 1 Osmaniye Korkut Ata Üniversitesi Sağlık Yüksekokulu, Osmaniye 2 Gaziantep Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi, Gaziantep 3 Merkez 1 Nolu Aile Sağlığı Merkezi, Kırıkhan-Hatay Giriş: DSÖ nün tanımına göre kadına yönelik şiddet, cinsiyete dayanan, kadını inciten, ona zarar veren, fiziksel, cinsel, ruhsal hasarla sonuçlanma olasılığı bulunan, toplum içerisinde ya da özel yaşamında ona baskı uygulanması ve özgürlüklerinin keyfi olarak kısıtlanmasına neden olan her türlü davranıştır. Şiddet genellikle fiziksel, cinsel, sözel, ekonomik ve duygusal (psikolojik) şiddet olmak üzere 5 grupta 160

161 kategorize edilir. Fiziksel şiddet en fazla görülen ve ifade edilen şiddet türüdür. Özellikle erkeğin kadından üstün görüldüğü, kadın ve erkek rollerinin katı çizgilerle birbirinden ayrıldığı toplumlarda kadınların daha çok şiddete maruz kaldıkları görülür (1-4). Araştırma, aile sağlığı merkezlerine başvuran hastaların kadına yönelik sözel ve fiziksel şiddet hakkındaki tutumlarını incelemek amacıyla yapıldı. Gereç ve yöntem: Çalışma, Hatay ilindeki bir aile sağlığı merkezine başvuran ve rastgele örneklem yöntemiyle seçilen 500 hasta ile yapıldı. Veriler ocak 2016-mart 2016 tarihleri arasında, sosyodemografik sorulardan oluşan Bilgi Formu ve Sözel ve Fiziksel Şiddete Yönelik Tutumlar ölçeği ile yüz yüze görüşme yöntemiyle toplandı. Veriler SPSS 21.0 programında, yüzdelik, ortalama ve ki-kare testi kullanılarak değerlendirildi. Bulgular: Çalışma kapsamına alınan hastaların yaş ortalaması 35.83±10.93, %64.6 sı evli, %53.8 i kadın, %16.8 i memur, %44.2 si yükseköğretim mezunu idi. Özellikle kadınların, memurların, yükseköğretim mezunlarının sözel ve fiziksel şiddet uygulanmasına karşı olduğu bu konularda gruplar arasında istatistiksel olarak anlamlı fark olduğu görüldü (p 0.05). Sonuç: Şiddete maruz kalma üzerine sosyo-demografik özelliklerin etkili olduğu belirlendi. Kadına yönelik sözel ve fiziksel şiddeti makul görme düşüncesi eğitimle azalma gösterse de, ülkemizde hala bu şiddet gerekliliği durumuna katılan, olması gerektiğini düşünen insanların var olduğu görüldü. PP Birinci Basamak Sağlık Merkezine Başvuran Bireylerin Toplumsal Cinsiyet Eşitliğine Yönelik Tutumları Derya Atik 1, Hilal Karatepe 1, Hüseyin Tutar 2, Serkan Tosun 2,Nilgün Katrancı 3, Hanife Tiryaki Şen 4 1 Osmaniye Korkut Ata Üniversitesi Sağlık Yüksekokulu, Osmaniye 2 Gaziantep Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi, Gaziantep 3 İstanbul İl Sağlık Müdürlüğü, İstanbul 4 Merkez 1 Nolu Aile Sağlığı Merkezi, Kırıkhan-Hatay Amaç: Türkiye de uzun bir geçmişi olan toplumsal cinsiyet eşitliğinin son yıllarda yasal çerçevesi genişletilmiş ve kadınların toplumdaki rolünü güçlendirmeyi hedefleyen devlet politikaları yaygınlaştırılmıştır. Toplumsal cinsiyet eşitliğinden söz ederken daha çok kadınların durumuna odaklanılmasının nedeni bu konuda yeterince gelişme 10 kaydedilmemesindendir. Kadınlara karşı ayrımcılığı önlemenin yolu, toplumsal cinsiyete duyarlı politikalar geliştirmekten geçmektedir (1,2). Araştırma, aile sağlığı merkezlerine başvuran hastaların toplumsal cinsiyet eşitliğine yönelik tutumlarını incelemek amacıyla yapılmıştır. 161

162 Gereç ve yöntem: Çalışma grubunu Hatay ilindeki aile sağlığı merkezine başvuran ve rastgele örneklem yöntemiyle seçilen 500 hasta oluşturmuştur. Kesitsel olan bu çalışmanın verileri ocak 2016-mart 2016 tarihleri arasında, sosyo-demografik sorulardan oluşan Bilgi Formu ve Toplumsal Cinsiyet Eşitliğine Yönelik Tutumlar Ölçeği ile yüz yüze görüşme yöntemiyle toplanmıştır. Veriler bilgisayar ortamında yüzdelik, ortalama ve ki-kare testi kullanılarak değerlendirilmiştir. Bulgular: Hastaların yaş ortalaması 35.83±10.93, %64.6 sı evli, %53.8 i kadın, %16.8 i memur, %44.2 si yükseköğretim mezunu idi. %88 i kadına yönelik şiddetin varlığından rahatsız olduğunu, %76.8 i aile içi şiddet önemli bir halk sağlığı sorunu olduğunu belirtmiştir. Kadınların %85.5 i, erkeklerin %66.6 sı, aile içi şiddetin önemli bir halk sağlığı sorunu olduğunu; kadınların %81.8 i, erkeklerin %72.7 si, kimi durumlarda şiddet uygulamanın bir çözüm yolu olabileceğine katılmadıklarını; kadınların %78 i, erkeklerin %57 si, kadın erkeğin kontrolü altında olmalıdır ifadesine katılmadıklarını; kadınların %53.9 u, erkeklerin %29.9 u kadınların her türlü iş kolunda çalışmasını doğru bulmuyorum ifadesine katılmadıklarını; kadınların %78 i, erkeklerin %41.1 i kadın erkek eşitliğine inanırım ifadesine katıldıklarını; kadınların sadece %7.8 i erkeklerin %45.5 i erkeklerin ev işi yapması gerekmez ifadesine katıldıklarını belirtmişlerdir (p 0.05). Sonuç: Genel olarak kadına yönelik şiddet ve aile içi şiddetten rahatsız olunduğu görülmektedir. Ancak toplumsal cinsiyet eşitliği konusuna kadınların daha duyarlı yaklaştığı görülmüştür. PP Birinci Basamakta Preoperatif Değerlendirme Uz.Dr. Demet LAFLI TUNAY Muş Devlet Hastanesi/MUŞ Ülkemizde yılda 4,5 milyondan fazla cerrahi işlem gerçekleşmektedir. Cerrahi işleme bağlı perioperatif komplikasyonların ve mortalitenin; özellikle cerrahi işlemlerin giderek artan sıklıkta gerçekleştiği yaşlı hasta grubunda daha fazla olduğu bilinmektedir ; dolayısıyla aile hekimleri tarafından, cerrahi uygulanacak hastaların preoperatif değerlendirilmesi oluşabilecek komplikasyonları ve risk değerlendirmesini ortaya koymak açısından önemlidir. Hekim değerlendirmeyi yaparken perioperatif morbidite ve mortaliteyi ve bunlarla ilişkili sağlık giderlerini azaltmaya yönelik önleyici yöntemleri, tedavi seçeneklerini ve postoperatif yönetimle ilgili bilgileri hastaya sunmalıdır. Preoperatif değerlendirme multidisipliner bir olay olup dünyada geçerliliği olan birkaç modelden biri de ülkemizde uygulanmayan birinci basamak hekim modelidir. Bu modelde cerrahi branşın konsültasyonu doğrultusunda preoperatif değerlendirme aile hekimi, dahiliye doktoru veya kardiyolog 162

163 tarafından gerçekleştirilir. Preoperatif değerlendirmede hastaya uygulanacak testlerin belirlenmesinde aile hekimi; yüksek kalitede, maliyet etkin sağlık hizmeti sunmak bağlamında, bu multidisipliner sistem içinde aktif rol üstlenmesi gereken hekim olarak ideal bir konumda bulunmaktadır. Elektrokardiyografi: Kılavuzlar aktif kardiyovasküler bulguları ve semptomları olan hastalardan mutlaka EKG istenmesi yönünde hem fikirdir. Aktif kardiyovasküler semptomu olmayan hasta grubunda ise cerrahinin türüne, kardiyak risk durumuna, yaşa ve komorbiditeye göre kılavuzlar çeşitli önerilerde bulunmaktadırlar Avrupa Anestezi Derneğinin kılavuzuna göre EKG: Orta riskli (intraperitoneal veya intratorasik cerrahi, karotid endarterektomi, baş-boyun cerrahisi, ortopedik cerrahi, prostat cerrahisi gibi %1-5 risk değeri olan cerrahiler) veya yüksek riskli (aortik ve majör vasküler cerrahi, periferal vasküler cerrahi gibi % 5 < risk değeri olan cerrahiler) cerrahi geçirecek olan kardiyovasküler risk faktörü sahibi hastalarda gereklidir. Düşük riskli cerrahi (günübirlik minör cerrahiler, meme cerrahisi, endoskopik işlemler, yüzeysel işlemler, katarak cerrahisi gibi % 1 > risk değeri olan cerrahiler) geçirecek olan risk faktörlü hastalarda ve orta riskli cerrahi geçirecek olan risk faktörü olmayan hastalarda önerilebilir. Düşük riskli cerrahi geçirecek olan risk faktörü olmayan hastalarda gerekli değildir. Bundan başka kardiyak risk indeksi de hastaların kardiyak durumunu değerlendirmede kullanılacak ölçütlerden biridir (Tablo 1). Göğüs Radyografisi: Rutin preoperatif göğüs radyografisinin etkinliği ile ilgili yüksek kanıt değerinde bir bilgi mevcut değildir. Kılavuzlar asemptomatik veya sağlıklı bireylerde rutin preoperatif göğüs radyografisinin endike olmadığı; bunun yanında hastada yeni veya stabil olmayan kardiyopulmoner bulgu veya semptom mevcut ise hangi tür cerrahi uygulanacak olursa olsun göğüs radyografisinin şart olduğu yönünde görüş bildirmiştir. Amerikan Anestezistler Topluluğu (ASA) na göre göğüs radyografisi: Sigara içen hastalarda, Yakın zamanda üst solunum yolu enfeksiyonu geçirme hikayesi olan hastalarda, Kronik obstrüktif akciğer hastalığı olan hastalarda, Kardiyak rahatsızlığı olan hastalarda önerilebilir; Ancak yukarıdaki bu durumlar kronik ve stabil ise preoperatif göğüs radyografisi şart değildir. Rutin Laboratuvar Testleri: İdrar Tahlili: Amerikan Anestezistler Topluluğuna göre idrar tahlili: Yeni başlangıçlı üriner semptomları olan hastalarda, 163

164 Ürolojik cerrahi geçirecek olan hastalarda, Yabancı materyal implantasyonun yapılacağı cerrahilerde gereklidir. Elektrolit ve Kreatinin Testi: Amerikan Anestezistler Topluluğuna göre preoperatif elektrolit düzeyi: Anormal sonuçlar perioperatif yönetimi etkileyecek ise, Anamnez ve fizik muayene doğrultusunda anormal laboratuvar sonuçlarının çıkabileceği düşünüldüğünde (karaciğer veya böbrek rahatsızlığı veya belirli ilaçların kullanımı gibi durumlarda) önerilebilir. Glukoz düzeyi: Amerikan Anestezistler Topluluğuna göre rasgele glukoz ölçümü: Endokrin, renal veya hepatik bozukluğu olan hastalarda, Belirli ilaç veya alternatif tedavi alan hastalarda önerilebilir. Tam Kan Sayımı: Amerikan Anestezistler Topluluğuna göre preoperatif CBC: Karaciğer hastalığı olan hastalarda, Uç yaşlardaki hastalarda, Kanama veya anemi öyküsü olan hastalarda, Başka hematolojik bozukluğu olan hastalarda, Cerrahi işlemin türü ve invazivliğine göre önerilebilir. Koagülasyon Testleri: Amerikan Anestezistler Topluluğuna göre koagülasyon testleri: Kanama hikayesi olan hastalarda, Renal veya karaciğer disfonksiyonu olan hastalarda, Antikoagülan tedavi alan hastalarda, Cerrahi işlemin türü ve invazivliğine göre önerilebilir. Kullanılan İlaçların Yönetimi: Aspirin: Postoperatif kanamayı artırabileceği için cerrahiden 7-10 gün önce kesilmesi önerilir. Nonsteroidal Anti-inflamatuvar İlaçlar: NSAİİ ların platelet siklooksijenazı ve renal prostoglandin sentezini inhibe etmesi dolayısıyla kanama riskine, böbrek yetmezliğine ve hipotansiyona yol açabileceği bilinmekte; buna bağlı olarak cerrahiden 3-5 gün önce kesilmesi önerilmektedir. Klopidogrel: İrreversibl antiplatelet etkiye yol açtığı için cerrahiden en az 7 gün önce kesilmelidir. Hormon Replasman Tedavisi: Postoperatif venöz tromboembolizm riskini artırıp artırmadığı tartışmalı konulardan biridir; ancak bazı kaynaklar bu riskten ötürü HRT ni cerrahiden 4 hafta önce kesmeyi önermektedir. 164

165 Kardiyovasküler İlaçlar: Nitratlar, digoksin, beta-blokerler, kalsiyum kanal blokerleri, statinler ve antiaritmikler ameliyat sabahı da alınmak üzere devam edilir; ancak diüretikler, ACE-inhibitörleri ve ARB ler ameliyat sabahı reftaktör hipotansiyona neden olabileceği için alınmamalıdır. Antidepresanlar: SSRI lar perioperatif dönemde güvenli ilaçlardır ancak MAO-inhibitörleri ve TCA lar pek çok anestetik ve sedatif ilaçla etkileşime girebilirler. Ancak bu ilaçların kesilmesi postoperatif dönemde depresif semptomların ağırlaşmasına yol açabileceği için kesilmez ancak anestezist bilgilendirilir. Warfarin: Özellikle majör veya invaziv cerrahilerde kanama riskinden ötürü operasyondan 5 gün önce kesilir; ancak tromboemboli riskini önlemek için intravenöz unfraksiyone heparine veya subkütan düşük molekül ağırlıklı heparine geçilir. Pulmoner ilaçlar: Teofilin, inhale beta-agonistler, ipratroprium ve kortikosteroidlere perioperatif dönemde güvenle kullanılır. Bunlardan başka tüm antiepileptik ilaçlara, H2-blokerlere ve proton pompa inhibitörlerine kesilmeden devam edilir. Tablo 1. Kardiyak Risk İndeksi Risk faktörü Puan Serebrovasküler hastalık 1 Konjestif kalp yetmezliği 1 Kreatinin > 2 mg/dl 1 İnsülin bağımlı diyabet 1 İskemik kalp hastalığı 1 Vasküler, intratorasik, intraabdominal cerrahi 1 Toplam puan: Kardiyak risk Puan Risk % (% 95 güven aralığı) ( ) ( ) ( ) 3 11 ( ) Kaynak: (6) PP TERÖR SALDIRILARINA MARUZ KALMA SONRASI GELİŞEN AKUT STRES TEPKİSİ Dr. Zuhal Koç Apaydın 1, Doç. Dr. Serdar Süleyman Can 2, Dr. Dilara Genç Demirağ 3, Yrd. Doç. Dr. Tuncer Kılıç 3 1 Ankara Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Psikiyatri Kliniği, Ankara. 2 Yıldırım Beyazıt Üniversitesi, Psikiyatri Anabilim Dalı, Ankara. 3 Yıldırım Beyazıt Üniversitesi, Aile Hekimliği Anabilim Dalı, Ankara. 165

166 Terör; toplumda kaygı, korku, güvensizlik ve kaos yaratan fiziksel ve psikolojik şiddet içeren her türlü eylemi kapsar. Terörizm gibi insanların yaptığı travmatik olaylar ya da kitleleri etkileyen şiddet eylemleri yarattıkları güvensizlik ve korku gibi nedenlerle etkiledikleri toplumlarda önemli ruhsal sorunlara yol açmaktadırlar. Kısa ve uzun dönemde çeşitli psikolojik sorunlara sebep olabilir. Terör; toplumda dehşet ve korku duygusunun yaratılmasını hedefler ve bu nedenlerle terör eylemlerinde zarar görenlerden daha çok terör kurbanı olduğu bildirilmektedir.travmayla doğrudan karşılaşanlarla daha fazla olmak üzere olaydan dolaylı olarak etkilenenlerin önemli bir bölümünde travmatik stres ve ilişkili sorunlar ortaya çıkmaktadır. Travmatik stres sorunlarının önemli oranda yeti yitimi ve işlev kaybına da yol açtığı bilinmektedir. OLGU: Bu olgumuzda 17 Şubat 2016 ve 13 Mart 2016 tarihlerinde Ankara Kızılay Meydanı nda meydana gelen terör saldırılarına maruz kalan hastamızdan bahsedeceğiz. 25 yaşında erkek hasta. Hastamız 17 Şubat 2016 da Ankara Kızılay da olan patlamaya yakın bir yerde bulunmaktaymış ve patlamanın sesini duymuş. O dönem korku hissettiğini ancak daha çok ölenlere üzüldüğünü ifade ediyor. 13 Mart 2016 da olan patlamada ise hastamız patlama olan bölgede karşı kaldırımda bulunmaktaymış. Patlamayı, yaralanan ve ölen insanları gördüğünü ifade ediyor. Kendi üstüne de cam kırıkları düşmüş ancak ağır bir yaralanması olmamış. Hasta o an sadece eşini düşündüğünü ve ona ulaşmak için çaba sarf ettiğini ifade ediyor. Olay yerinden uzaklaştıktan hemen sonra midede hazımsızlık hissi ve kusma şikayetleri başlamış. Olay yerinde kimseye yardım edemediğini sadece kaçması gerekiyormuş gibi hissettiğini bu yüzden kendisini çok suçlu hissettiğini ifade ediyor. Sonrasında başlayan ve devam eden uykusuzluk, midede de hazımsızlık hissi, sürekli olay anının görüntülerinin gözünün önüne gelmesi, terleme, çarpıntı, sürekli başına kötü bir şey geleceği korkusu başlamış. Hastanın yapılan ruhsal durum muayenesinde, olay anı ile ilgili anıları sık sık hatırlaması mevcuttu. Konuşma miktar ve volümü normal olan hastanın zaman zaman olayı anlatırken sesi titremekteydi. Duygulanımı anksiyözdü. Gerçeği değerlendirme ve yargılaması sağlam olan hastanın çağrışımları amaca uygundu. Psikofizyolojisinde insomnia, dispepsi ve çarpıntı mevcuttu. Hastaya, akut stres tepkisi ön tanısı ile terapötik görüşme yapıldı ve lorazepam 1 mg/gün tedavisi başlandı. TARTIŞMA: Doğal ya da terör gibi insanların sebep olduğu travmatik olaylar kişilerde ve toplumda kısa ya da uzun süreli psikolojik sorunlara sebep olabilir. Analitik yorumlamada travma; ani, yoğun, kişinin o anda baş etmesi ya da duruma hakim olmasını zorlaştıran dışsal olaylardır. Vakamızda da terör saldırısından sonra uykusuzluk, olay anını sürekli yaşantılama, gerginlik, huzursuzluk, suçluluk, sürekli kaygılı olma şikayetleri mevcuttu. Travma sonrasında stres tepkileri araştırıldığında yalnızca olaya direkt maruz kalanlarda değil, olaya tanık olan, dinleyen kişilerde de kızgınlık, suçluluk, korku, kaygı, umutsuzluk, gerginlik, uyku ve yeme sorunları gibi belirtiler ortaya çıkabilmektedir. Terörist saldırılar, kitleler üzerinde belki de en yüksek psikolojik etkiye sebep olabilecek durumlardır. Başta travma sonrası stres bozukluğu olmak üzere anksiyete ve depresyon gibi psikiyatrik hastalıkların oluşmasına sebep olabilir. Travma sonrası toplum için oldukça ağır yükler getiren bu durumlarda etkilenen toplumu yeniden inşa etmek, etkilenen bireylere müdahale ederek psikolojik ve sosyal sorunların ortaya çıkmasını önlemek gerekir. PP Doğu Anadolu Kırsalında Aile Hekimliği Uygulaması : Saha Merkezli Bir Çalışma Fethi Sada Zekey 1 Fatih Başak 2 1 Uzm. Dr. İspir Aile Sağlığı Merkezi, Erzurum, Türkiye 166

167 2 Başasistan Op. Dr. Sağlık Bilimleri Üniversitesi, Ümraniye Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Genel Cerrahi Kliniği, İstanbul, Türkiye Amaç: Bu çalışma, Aile Hekimliği uygulamasında Doğu Anadolu Bölgesinde, entegre olmayan bir devlet hastanesinin bulunduğu İspir ilçesinde gerçekleştirilmiştir ve temel amacı birinci basamaktaki hekimlerin çalışma koşullarını, iş yükünü, olanaklarını, zorluklarını kısaca aile hekimliği uygulamalarını hangi şartlar altında gerçekleştirdiklerini göstermektedir. Metot: Çalışmanın evrenini Erzurum ilinde İspir Aile sağlığı merkezlerindeki aile hekimliği uygulamasında bulunan Aile Sağlığı Merkezi nde (ASM) çalışan aile hekimleri oluşturmaktadır. Çalışmaya ASM lerde bulunan 4 hekim dâhil edilmiştir. Bulgular: Çalışmaya katılan erkek aile hekimlerinin oranı % 100 olarak kaydedilmiştir. Katılımcıların %25 i evliyken %75 i bekardı. İlçede 4 farklı ASM de 6 farklı Aile Hekimliği Birimi (AHB) yer almaktadır. Bu AHB lere bağlı 89 adet mobil uygulama dahilinde köy bulunmaktadır. ASMlerden bir tanesi ilçe merkezinde diğer üçü köylerde yer almaktadır. 2 ASM de primer görevli hekim yer almamakta, ilçe merkezinde yer alan ASM de 3 hekimden %67si geçici görev ile farklı ASM lerin hizmetlerini de yürütmeye çalışmakta idi. Sonuç: Yasal düzenleme ve planlamalarda aile hekimlerinin özellikle kırsal kesimde dağınık coğrafyalarda mobil sağlık hizmeti veren birimlerde hekim sayısının artması aile hekimliği uygulamalarının gelişmesine katkı sağlayabilir. Anahtar Kelimeler: Aile Hekimliği, mobil sağlık hizmetleri, kırsal PP KARDİYOLOJİ YOĞUN BAKIM ÜNİTESİNDE YATAN HASTALARDA SİGARA BAĞIMLILIĞININ DEĞERLENDİRİLMESİ Arş. Gör. Dr. Derya Işıklar Özberk*, Prof. Dr. Ruhuşen Kutlu*, Prof. Dr. Hasan Gök**, Arş. Gör. Dr. Nur Demirbaş*, Doç. Dr. Fatma Gökşin Cihan* *Necmettin Erbakan Üniversitesi, Meram Tıp Fakültesi, Aile Hekimliği AD, Konya, Türkiye **Necmettin Erbakan Üniversitesi, Meram Tıp Fakültesi, Kardiyoloji AD, Konya, Türkiye Amaç: Tüm dünyada en önemli erken ölüm nedenlerinden biri olan sigara, önlenebilir risk faktörleri arasında en başta gelmektedir. Sigara içenlerinin yarısı sigaraya bağlı bir sağlık sorunu nedeniyle ölmektedir. Bunların başında da kardiyovasküler hastalıklar, inme ve kanserler yer almaktadır. Bu çalışmada Kardiyoloji Yoğun Bakım Kliniğinde yatarak tedavi gören hastalarda sigara içme bağımlılığının değerlendirilmesi amaçlanmıştır Gereç ve Yöntem: Kesitsel tipteki bu analitik araştırma tarihleri arasında Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Kardiyoloji Yoğun Bakım Kliniğinde yatarak tedavi gören 130 hastada yapıldı. Sigara bağımlılığı Fagerström Nikotin Bağımlılık Testi (FNBT) ile çok az (0-2 puan), az (3-4 puan), orta (5 puan), yüksek (6-7 puan), çok yüksek (8-10 puan) şeklinde beş grupta değerlendirildi. Bulgular: Çalışmaya katılan 130 hastanın yaş ortalaması 63,70±13,95 (22-98) yıl, %56,9 u erkek (n=74), %43,1 i kadın (n=56), %85,4 ü (n=111) evli, %42,3 ü (n=55) ev hanımı, %36,9 u (n=48) emekli, %70,0 ı (n=91) ilköğretim mezunu, %67,7 ü (n=88) ekonomik durumu orta düzeyde, %96,9 u sosyal güvenceye sahip idi. Çalışmamıza katılan hastaların %54,6 sı (n=71) hiç sigara içmemiş, %28,5 i (n=37) içiyormuş ama bırakmış, %16,9 (n=22) halen sigara içiyordu. Halen sigara içenlerde Fagerström nikotin bağımlılık testine göre bağımlılık puan ortalaması 5,92±2,41 (min=1 ve maks=10) idi ve %26,90 u orta bağımlılık düzeyinde idi. Erkek hastaların %27,0 ı (n=20), kadın hastaların ise %3,6 sı (n=2) halen sigara içmekteydi. Sigara içme durumu erkek cinsiyette kadın cinsiyete göre 10 kat daha fazla idi [OR=10,000, %95 CI; (2,228-44,893)], (p<0.001). Hastalık tanıları sırasıyla, sigara içen hastaların %59,1 i miyokard 167

168 enfarktüsü (MI), %22,7 si unstabil anjina pektoris, sigara içmeyenlerin ise %40,7 si MI ve %21,3 ü aritmi nedeniyle yatmakta idi. Hastalık tanıları ile sigara içme durumu arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark yoktu (p>0,05). Sonuç: Erişkinlerdeki koroner arter hastalığı ile ilişkili en önemli değiştirilebilir risk faktörü sigara içimidir. Kardiyoloji yoğun bakımda yatan hastalarda sigara bağımlılığının sık olduğu tespit edilmiş olup, sahada da biz aile hekimlerinin tüm hastalarımıza sigara kullanma durumunu sorgulamamız, hastalara sigaranın zararlarını anlatmamız ve bırakma yolları konusunda bilgilendirmemiz çok önemlidir. PP 071- TRAVMA VEYA CERRAHİ ÖYKÜSÜ OLMAYAN KOLDA EPİDERMAL KİST: OLGU SUNUMU Arş.Gör.Dr. Merve Güzeldülger *, Arş.Gör.Dr. M. Merve Karademirci*,Prof.Dr. Ruhuşen Kutlu*, Doç.Dr. Fatma Gökşin Cihan* *Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, Aile Hekimliği AD. Konya, TÜRKİYE Giriş : Epidermal kistler, çevresi keratinize skuamöz epitelle çevrili, içi keratin yıkıntısı ile dolu olan kistik tümörlerdir. Epidermal inklüzyon kisti, kist ve sebase kist aynı patolojiyi göstermektedir. Herhangi bir lokalizasyonda görülebilir. Epidermoid kistler travma veya cerrahi işlemden sonra yüzeyel epidermal dokunun dermis veya subkutan dokuya implantasyonu sonucu gelişir. Burada anamnezinde travma veya cerrahi işlem öyküsü bulunmayan, histopatolojik inceleme sonrası epidermal kist tanısı konulan olgu tartışılmıştır. Olgu: 18 yaşında kadın hasta sol kolda ağrısız kitle nedeniyle aile hekimliği polikliniğimize başvurdu. Yaklaşık bir yıl önce gelişen kitle giderek büyüme eğilimi göstermiş. Dış merkez başvurularında abse olarak değerlendirilerek drenaj yapılmış fakat şişlikler tekrarlamış. Fizik muayenede sol kolda 2x2 cm boyutlarında mobil, palpasyonla sert, ağrısız üç tane kitle mevcuttu. Kitle üzerindeki ciltte ülserasyon saptanmadı. Serolojik testleri normaldi. Özgeçmişinde herhangi bir özellik yoktu. Hastanın yapılan yüzeyel doku ultrasonografisinde sol kol superolateralinde ciltaltı yağlı dokuda 18x9 mm, 9x5 mm ve 6x4 mm ebadında solid-semisolid karakterde hipoekoik heterojen,belirgin vasküleritesi izlenmeyen lezyonlar görülmesi üzerine hasta plastik cerrahi bölümü ile konsülte edildi ve plastik cerrahi tarafından opere edilerek kitle eksize edilip, patolojiye gönderildi. Mikroskopisinde; kesitlerde çok katlı yassı epitel altında dermiste iç yüzeyi granüler tabakası belirgin çok katlı yassı epitel ile döşeli kistik dokunun lümeninde keratinöz lamellöz materyal izlenerek epidermal kist olarak rapor edilmiştir. Tartışma: Epidermal kistler vücutta en sık avuç içi ve parmaklarda meydana gelmekle beraber vücutta herhangi bir bölgede görülebilen gerçek kistik oluşumlardır. Epidermal kistlerin yalnızca % 7 si baş boyun bölgesinde bulunmaktadır. Edinsel epidermoid kistler, cerrahi travma sonrası yüzeyel epidermal dokunun dermis veya subkutan dokuya implantasyonu sonucu oluşur. Olgumuzda ise herhangi bir travma veya cerrahi işlem öyküsü yoktu. Semptomlar travmadan 6 ay ile 20 yıl kadar sonra ortaya çıkabilir. Kistin rüptüre olmasıyla şiddetli ağrı ve skar dokusu oluşabilir. Makroskopik olarak 3 cm den büyüktür genellikle iyi sınırlanmış, sert ve hafif mobildirler. Bazen kemik dokuda litik lezyonlar oluşturabilir. Malign veya enfeksiyöz bir olayı taklit edebilir ve hatalı müdahalelere sebep olabilir. İntralezyonal küretaj veya rezeksiyon yeterli tedavidir. Sonuç olarak birinci basamak aile sağlığı merkezlerinde bu tür şikayeti olan hastalarda malignite ekarte edilip hastanın o bölgeye travma veya cerrahi bir operasyon geçirip geçirmediği dikkatli bir şekilde sorgulanmalıdır ve ayırıcı tanıda düşünülmelidir PP ENFEKSİYOZ MONONÜKLEOZ TONSİLLİTİ : OLGU SUNUMU 168

169 Duygu Güzel, Esma Büşra Gacal, Ayşe Meltem Ergen, Murat Ünalacak, Bünyamin Işık Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Aile Hekimliği Anabilim Dalı Giriş ve Amaç: Enfeksiyöz mononükleoz; Epstein-Barr virüs enfeksiyonunun sebep olduğu ve başlıca adolesan ve yetişkinlerde görülen akut bir hastalıktır. Başlıca, Epstein-Barr virüsü ile enfekte B lenfositlerinin proliferasyonu ile karakterize bir hastalıktır. Klinik tablo; ateş, halsizlik, tonsillit ve lenfadenopatiyle karakterizedir. Amoksisilin veya ampisilin kullanımını takiben yaygın makülopapüler, ürtikeryal ve peteşiel döküntüler görülebilir. Tanıda destekleyici bulgular; mutlak veya göreceli lenfositoz, dolaşımda atipik lenfositler ve pozitif heterofil antikor testidir. Yorgunluk ve servikal lenfadenopati olmaması tanıdan uzaklaştırırken; damakta peteşi, splenomegali ve posterior servikal lenfadenopati büyük oranda enfeksiyoz mononükleozu destekleyici bulgulardır. Hastaların büyük çoğunluğunda aminotransferaz yüksekliği görülür ancak genelde takiplerde normal düzeylere geriler. Tonsillite, yüksek karaciğer fonksiyon testlerinin eşlik etmesi enfeksiyoz mononükleoz tanısını güçlendirir. Tanıda EBV VCA IgM ve monospot testleri kullanılır. Testlerin negatif çıkması halinde klinik şüphe kuvvetliyse testler tekrarlanmalıdır. Hastalık genellikle kendini sınırlayıcı karakterde olmakla birlikte nadir görülen komplikasyonları da bulunmaktadır. Bunlar; döküntü, hairy oral lökoplaki, splenik rüptür, havayolu obstrüksiyonu ve lenfoproliferatif hastalıklardır. Hastalığın tedavisi genellikle destekleyici tedavidir. Ses kısıklığı veya nefes almakta güçlük şikayetleri olursa hasta acile yönlendirilmeli ve steroid tedavisi verilmelidir. Karaciğer fonksiyon testleri yüksek tespit edildiğinde, değerler normal seviyelere gelene kadar takip edilmelidir. Olgu Sunumu: Öykü: Bilinen dahili hastalığı olmayan 18 yaşında bayan hasta, üç gün önce başlayan boğaz ağrısı, ateş, halsizlik, yorgunluk şikayetleri ile Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Aile Hekimliği Anabilim Dalı polikliniğine başvurdu. Hastanın yapılan fizik muayenesinde tonsilliti vardı. Hastanın genel durumu orta olduğu için hemogram ve biyokimya istendi. Hastaya penisilin tedavisi önerildi, hasta kabul etmeyince amoksisilin-klavulonik asit reçete edildi ve sonuçların değerlendirilmesi için kontrole çağrıldı. Hasta iki gün sonra kontrole geldiğine genel durumunda herhangi bir düzelme olmamıştı ve minimal karın ağrısı vardı. Hastanın tekrarlanan fizik muayenesinde tonsilliti devam ediyordu, submandibuler ve servikal lenfadenopatiler gelişmişti; ayrıca karaciğer 1-2 cm ele geliyordu ve traube kapalıydı. Hastanın tetkik sonuçlarında ; Hemoglobin: 13,3 gr/dl (11,7-15,5) ; Lökosit: 8 x10^3/μl (4,1-11,2), Lenfosit : 4,5 x10^3/ μl (1,2-3,6); Trombosit: 122 x10^3/ μl ( ) ALT: 303 U/ L (<35) ; AST: 245 U/L (<35) şeklindeydi. Hastanın lenfositozu olduğu ve karaciğer fonksiyon testlerinin yüksek olduğu göz önüne alındığında, hastanın Epstein Barr Virüs (EBV) tonsiliti olduğu düşünüldü ve tanıyı doğrulamak için EBV VCA Ig M ve monospot testleri istendi. Ayrıca karaciğer fonksiyon testleri yüksek çıktığı için kontrol amaçlı hepatit belirteçleri istendi. Hastanın antibiyotiği stoplandı ve semptomatik tedavi ile izleme alındı. İzlemde hepatit belirteçleri negatif olarak tespit edildi, EBV VCA Ig M ve monospot testleri pozitif çıkan hasta EBV tonsiliti olarak izleme alındı ve karaciğer fonksiyon testleri için takibe çağrıldı. Hastanın yaklaşık iki hafta sonra genel durumu düzeldi ve bir aylık izlem sonunda karaciğer fonksiyon testi normal düzeylere geriledi. Hastaya hepatosplenomegali kontrolü için abdominal ultrason önerildi. Grafik: Hastanın karaciğer enzimleri takip grafiği 169

170 ALT AST Tartışma ve Sonuç: İnsanlar günümüzde birinci basamak sağlık birimlerine rahatlıkla ulaşıp, sağlık hizmeti alabilmektedir. Hastalar sıklıkla erken dönemde başvurduğu için çoğu zaman aile hekimleri non-spesifik semptomlardan tanıya ulaşmaya çalışmaktadır. Ayrışmamış, farklılaşmamış, organize olmamış hastalar aile hekimliği polikliniğine sıklıkla başvurduğundan, birinci basamak hekimi görülme sıklığı düşük hastalıklara karşı dikkatli olmalıdır. Hastayı değerlendirme sonrası karar verme aşamasında birinci basamak hekimi hastalara kolaylıkla ulaşabilme ve iletişim kurabilme avantajını kullanarak tanı koymak için yeterli zaman elde edebilir. Bekle ve gör politikasıyla hastaları gözlemleme imkanına sahip olan hekim tanısından emin olabilir ya da doğru tanıya ulaşabilir. Tonsillit vakalarında, viral etkenler de göz önünde bulundurulmalı ve gereksiz antibiyotik kullanımının önüne geçilmelidir. Ayrıca doğru teşhis ile hastalığa özgü komplikasyonlar göz önünde bulundurulmalıdır. PP Elektronik Sigara; Vazgeçirmek İçin mi, Alıştırmak İçin mi? Uz.Dr.Merthan TUNAY Korkut Merkez ASM/MUŞ Giriş: Ülkemizde satışı yasak olmasına rağmen bazı ülkelerde sigara bıraktırma aracı olarak kullanılan ve yasal şekilde satışı yapılan elektronik sigaralar temel prensip olarak propilen glikolün buharlaştırılması ve içine eklenen nikotin ve aromalarla sigarayı taklit esasıyla çalışmaktadır. Kullanıcının nefesi çekmesiyle çalışan sensör, sigara içiyor hissiyatı oluşturan duman mekanizmasını çalıştırır. Son on yılda hızla tüketicisi artmış, pazar büyüklükleri milyar dolarları bulmuştur. Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) nün 2014 yılı elektronik nikotin ileten sistemler raporuna göre 2030 yılına kadar kullanımın 17 kat artacağı tahmin edilmektedir. Amerika Birleşik Devletleri nde üç milyona yakın, İngiltere de 2,6 milyon elektronik sigara kullanıcısı vardır. Avrupa Birliği ne üye pek çok ülkede ve ABD de kullanımı ve satışı legaldir. Bazı ülkeler sadece nikotin içeren solüsyonlarla satışı yasaklarken, ülkemizin de içinde olduğu bazı ülkelerde elektronik sigaralar tamamen yasaktır. Bazı ülkelerde satış yeri yalnızca eczanelerdir, sadece sigara bırakma tedavisi alanlara satışı hekim önerisiyle serbesttir. DSÖ ne göre dünya nüfusunun yarısı elektronik sigara satışının serbest olduğu 62 ülkede yaşamaktadır. Tablo 1: Ülkelere göre elektronik sigara satış izinleri Serbest Koşullu Serbest Yasak Ülkeler Almanya Macaristan İrlanda Portekiz İsveç İsviçre Estonya Türkiye Arjantin 170

171 İtalya Hollanda Romanya Slovenya İngiltere ABD* Avustralya Çin İsrail Yeni Zelanda Kanada* Danimarka Fransa Finlandiya Norveç Rusya Brezilya Kolombiya Malezya Meksika Uruguay Venezuella * Bazı eyaletlerde Ülkemizde 2008 yılında elektronik sigaralar tıbbi cihaz kategorisinde değerlendirilmiş, 2013 yılında yapılan yasal düzenlemeyle tütün içermeyen ancak taklit eder tarzda kullanılan sigara ürünü olarak kabul edilmiş, 4207 sayılı kanun kapsamında kullanımı yasaklanmıştır. Amerikan Aile Hekimleri birliği sigarayı bırakma aracı olarak kullanma fikri üzerinde çekinceler öne sürmüş, kullananların büyük kısmının sigara bırakma amaçlı bu ürünü kullanmadığını, pazarlama tekniklerinin çocuk ve gençleri hedef aldığını, kanserojen maddeler ihtiva ettiğini, halka açık alanlarda kullanımın yasaklanmasının uygun olacağını belirten makaleler yayınlamıştır. JAMA da yayınlanan yeni bir çalışma; e-sigara teşvikinin amacının kişileri sigara kullanımından vazgeçirmek değil, çocuk ve ergenleri sigara kullanımına teşvik etmek olabileceğini söylemiştir. İngiltere de halk sağlığı kurumu son yayınladığı elektronik sigara raporunda; İngiltere de 8 milyon sigara tüketicisi olduğunu, önlenebilir mortalite ve morbidite nedenleri içinde ilk sıranın sigara olduğunu, nikotin replasman tedavileri içinde elektronik sigaraların kullanılabileceğini, çocuk ve gençlerin elektronik sigaraya ulaşmasının engellenmesi için önlemler alınması gerektiğini, mevcut haliyle üzerinde daha çok çalışmaya ihtiyaç duyulsa da eldeki verilerle elektronik sigaranın sigara bırakma tedavisinde önerilebileceğini belirtmiştir. DSÖ raporunda ise elektronik sigaralar üzerinde henüz yeterince çalışma yapılmadığı, salınan nikotin seviyelerinin kesin belirlenemediği, nikotinin sakıncalarının bu ürünler için de geçerli olduğu, propilen glikolün solunum yollarında tahrişe neden olabileceği, gebelerde kullanılmaması gerektiği, toksik maddelerin salınımına yol açan güvensiz ürünlerin bulunduğu belirtilmiştir. Tablo 2: Elektronik sigara olumlu ve olumsuz yönleri Olumlu yönleri Olumsuz yönleri Sigarayı azaltmak ve bırakmada olası Henüz yeterince çalışma yapılmamış olması etkinlik Kanserojen maddeler içerebilmesi Daha az kanserojen madde Potansiyel sitotoksisite Daha az pasif içicilik Solunum yollarında irritasyon Nikotin overdozu Nikotin içeren formların bağımlılık yapma riski Sigarayı normalleştirme riski Aromalandırılmış ürünlerin çocuk ve gençlerde sigara kullanımını arttırması Henüz sigara kullanmamış bireylerde özendirici olması Likit yutulmasına bağlı artmış zehirlenme oranları Cihazlarda patlama, yanma riski Sonuç: Ülkemizde diğer ülkelerde olduğu gibi elektronik sigara tüketiminde bir artış olacağı varsayımıyla hareket edildiğinde, aile hekimlerinin sigara bırakmaya çalışan hastalarında bu ürünlerin olası etkilerini, dezavantajlarını bilerek hastalarını bilgilendirmeleri uygun olacaktır. Henüz üzerinde 171

172 Mide 15 th International Eastern Mediterranean Family Medicine Congress yeterince deneyim sahibi olamadığımız ve tartışmalı bu ürünler ciddi riskler içerebilir, bağımlılık yapabilir. Hastalara kanıta dayalı sigara bırakma yöntemlerinin tavsiye edilmesi öncelikli olmalıdır. PP 074 Sıçanlarda Asetil Salisilik Asitin Midede Oluşturduğu Yan Etkilere Karşı Kafeik Asit Fenetil Esterin (CAPE) Etkinliği Mehmet Halis Tanrıverdi 1,Hamza Aslanhan 1,Necmi Arslan 1,Uğur Fırat 2 1- Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi Aile Hekimliği AD, Diyarbakır, Türkiye 2- Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi Patoloji AD, Diyarbakır, Türkiye AMAÇ: Asetilsalisilik asid (ASA) toksikasyonu gastrointestinal sistemde bozukluklara, mental durum bozukluğuna, böbrek yetmezliğine ve ölüme neden olabilecek kadar ciddi değişikliklere neden olabilir. Kafeik asit fenetil ester (CAPE) ise antiinflamatuvar ve antioksidan özellikleri gösterilmiş bir maddedir. Bu çalışmada sıçanlarda aspirinin neden olduğu mide hasarının önlenmesinde CAPE' nin etkinliğini araştırmak amaçlandı. MATERYEL VE METOD: Çalışmaya 40 sıçan alınarak 5 grup oluşturuldu. Grup 1:İlaç uygulanmayan kontrol grubu, Grup 2: Aspirin oral 50 mg/kg. Grup 3: Aspirin oral 50 mg/kg ve CAPE ( oral 20 µg/kg ). Grup 4:Aspirin oral 100 mg/kg. Grup 5: Aspirin oral 100 mg/kg ve CAPE ( oral 20 µg/kg ). 6 gün sonunda sıçanlar sakrifiye edilerek mideleri çıkarıldı. Midelerinden alınan örneklerde biyokimyasal olarak total oksidan seviye (TOS), total antioksidan seviye (TAS) ve paraoksonaz-1(pon-1) düzeylerine bakıldı, histopatolojik olarak incelendi. BULGULAR: Serum Biyokimyasal Sonuçlar: Sıçan serum ve mide dokularındaki biyokimyasal sonuçlar Tablo 1'de gösterilmiştir. ASA tedavisi (50 ve 100 mg) kontrol grubu ile karşılaştırıldığına serum TAS ve PON-1 düzeylerini önemli ölçüde azaltmış ve TOS düzeylerini de artırmıştır. CAPE + ASA 50 ve CAPE + ASA 100 gruplarında, tek başına 50 ve 100 mg ASA verilen gruplara göre serum TOS düzeylerinde anlamlı bir azalma meydana gelmiştir (sırasıyla p = ve p = 0.001),serun TAS ve PON-1 düzeylerinde de anlamlı artışa neden olmuştur. Mide Biyokimyasal Sonuçlar: CAPE + ASA 50 ile ASA 50 grupları arasında PON-1 ve TAS düzeylerinde istatistiksel olarak anlamlı bir fark yoktu (p = 0.156, p = 0.294) fakat TOS açısından anlamlı bir farklılık vardı (p = 0.009).Sıçan mide dokularında PON-1 ve TAC düzeyleri ASA 50 ve ASA 100 gruplarında kontrol grubuna göre azalmıştı(tablo 1) fakat istatistiksel olarak anlamlı farklılık yalnızca ASA 100 ve kontrol grupları arasında vardı(sırasıyla p = ve p = 0.009).Ek olarak kontrol grubu ile karşılaştırıldığında TOS düzeyleri ASA 50 ve ASA 100 gruplarında önemli ölçüde artmıştır ancak istatistiksel olarak anlamlı farklılık sadece ASA 100 ve kontrol grupları arasında vardı(sırasıyla p = 0.115, p = 0.027). CAPE + ASA 100 grubu tek başına ASA 100 grubu ile karşılaştırıldığında sıçan mide TAC seviyelerinde önemli bir artışa(p = 0.012), TOS seviyelerinde de önemli bir azalmaya neden olmuştur. Aynı zamanda CAPE + ASA 50 grubunda, tek başına ASA 50 grubu ile karşılaştırıldığında mide TOS seviyelerinde önemli bir düşüş gözlenmiştir (p = 0.009). Tablo 1: Sıçan serum ve mide dokularındaki biyokimyasal sonuçlar Gruplar KONTROL ASA50 ASA50+CAPE ASA100 ASA10 0+CAPE PON-1 0,74±0,10 0,56±0,20 0,75±0,25 0,43±0,16 c 0,61±0, (U/mg protein) 23 TAS (mmol 0,73±0,13 0,55±0,24 0,76±0,34 0,38±0,20 c 0,72±0, Trolox Eq/g 21 g protein) TOS (mmol 20,56±10,81 28,43±7,21 20,34±3,88 d 32,83±3,34 a 22,32± 172

173 Serum 15 th International Eastern Mediterranean Family Medicine Congress H 2 O 2 Eq/g 7,59 g protein) OSI 28,40 ± 15,41 66,29 ± 41,51 a 29,89± 11,50 e 113,10± 67,13 c 31,73± 10,20 g PON-1(U/mg ±32, ±22,43 a ±21,98 d ±13,01 a protein) ±17,32 g TAS (mmol Trolox Eq/g protein) TOS (mmol H 2 O 2 Eq/g protein) 1.14±0, ±0,07 b 1.37±0,26 f 0.82±0,07 b 1.17±0, 26 h 57.13±12, ±30,15 b 79.82±21,33 d ±14,17 b 66.23± 12,28 h OSI 50,89 ± 12,51 185,73± 39,09 b 58,75± 14,12 f 198,31± 35,09 b 58,40± 15,98 h SONUÇ: Oksidatif stres, ASA kaynaklı mide toksisitesinde önemli bir rol oynar. CAPE ile tedavi, ASA kaynaklı mide toksisitesine karşı koruyucu olabilir. ANAHTAR KELİMELER: Asetilsalisilik asit, kafeik asit fenetil ester, mide, sıçan PP ASISTAN EĞITIMINDE ALTI ADIM YAKLAŞIMI Salim Özenç 1, Adem Parlak 2, Sedat Develi 3 1 Diyarbakır Asker Hastanesi Aile Hekimliği Servisi, Diyarbakır, Türkiye 2 Cumhurbaşkanlığı Muhafız Alayı BBM ve ASM, Ankara, Türkiye 3 Gülhane Askeri Tıp Fakültesi Anatomi ABD, Ankara, Türkiye Amaç: Aile hekimliği uzmanlık eğitimi kendi uzmanlık alanı ile ilgili izole bilgi, beceri ve tutumları öğrenmekten çok mesleki ve bireysel gelişimi göz önünde bulunduran bir yapıya sahiptir. Aslında eğitimin amacı aile hekimlerinin uzmanlık eğitimleri sürecinde ve sonucunda gelişim sağlayarak yetkin ve donanımlı doktorlar olarak mezun olmalarını sağlamaktır. Bu yazı ile aile hekimliği uzmanlık eğitimiyle ugraşmakta olan öğretim üyelerinin altı adım yaklaşımı hakkındaki farkındalıklarını artırmak amaçlanmıştır. Gereç ve yöntem: Uzmanlık eğitiminde öncelikle uzmanlık alanlarının ana görevleri ve çekirdek görev listeleri oluşturularak eğitim içerikleri belirlenmektedir. Uzmanlık eğitim süreci tanımlanmış yetkinlikler üzerinden yürüyen gelişimsel ve süreç yönelimli öğrenim teknikleri kullanılarak yapılmaktadır. Bu zemin üzerinde eğitim zengin klinik deneyimler üzerinden yürütülür ve bazı hizmet ortamları öğrenme ve değerlendirme ortamlarına dönüştürülür. Tıp eğitimi gibi öğrenmenin iş başında yapılandırıldığı fakültelerde klinik deneyim ve öğrenme sürecinde öğrenene, o andaki düzeyine uygun yönlendirme sağlanması esastır. Bu eğitim şeklinde sadece bilmek, gözlemek ve yapmak üzerinden giden eğitim etkinlikleri yeterli değildir. Bunun yerine tüm eğitim sürecinin sistematik ve düzenli olarak yapılandırılması gerekmektedir. Bu maksatla öncelikle eğitim öncesinde uzmanlık öğrencisi ve eğitici klinik deneyim ve öğrenme ile ilgili planlama yaparak hazırlık yaparlar. Bu planlama evvelce öğrenilmiş bilgi ve becerilerin tekrarı olmamalıdır. Sonraki aşamada öğrenci mevcut bilgilerine dayanarak yapılandırılmış bilgi ve becerilerini yaşarken eğitici yetkinlikler doğrultusunda önceden hazırladığı değerlendirme formu ile öğrenenin performansını değerlendirir. Öğrenen ve akranlarının dönütlerinden sonra eğitici de öğrenene dönüt verir. Verilen dönüt sonrası öğrencinin bilgi, beceri ve tutumlarını gözden geçirilerek yetkinliklerin yeniden yapılandırılması sağlanır. Böylece öğrenenin güçlü olduğu yeterliklerin yanında geliştirilmesi gereken yönleri de tespit edilmiş olur. Eğiticinin 173

174 yönlendirmesi ile öğrenci geliştirilmesi gereken alanlar üzerinden bireysel gelişim planı oluşturur. Bu aşamadan sonra eğitici bireysel gelişim planının uygulanmasını ve değerlendirmesini takip edecektir. Bulgular ve Sonuç: Uzun sureli, çok çaba gerektiren, maliyeti yüksek, multidisipliner bir yaklaşım gerektiren uzmanlık eğitimi bilginin yanısıra beceri ve tutum geliştirmeyi de hedeflemektedir. Bu nedenle eğiticilerimizin daha donanımlı aile hekimleri yetiştirmek için altı adım yaklaşımını günlük eğitimlerinde kullanmaları önerilmektedir. PP ASISTAN EĞITIMINDE NEREDEYİZ? ÖĞRENİM YÖNTEM VE TEKNİKLERİNİ YETERİNCE KULLANIYOR MUYUZ? Adem Parlak 1, Salim Özenç 2, Sedat Develi 3 1 Cumhurbaşkanlığı Muhafız Alayı BBM ve ASM, Ankara, Türkiye 2 Diyarbakır Asker Hastanesi Aile Hekimliği Servisi, Diyarbakır, Türkiye 3 Gülhane Askeri Tıp Fakültesi Anatomi ABD, Ankara, Türkiye Amaç: Uzmanlık eğitiminin amacı bilgi, hekimlik uygulamaları ve profesyonel tutum ve davranışlarda yetkinlik kazandırılmasının sağlanmasıdır. Bu maksatla alana yönelik öğrenme etkinliklerinin uygun tercihlerle, birbirini tamamlayacak şekilde ve bütüncül olarak düzenlenmesi ve yürütülmesi önem arz etmektedir. Bu yazı ile uzmanlık eğitimiyle ilgilenen öğretim üyelerine eğitim sürecinde kullanabilecekleri yöntem ve tekniklerin hatırlatılması amaçlanmıştır. Gereç ve yöntem: Uzmanlık alanlarına gore yetkinlik alanlarının neler olduğu belirlenmiştir. Bu bağlamda eğitim kurumları eğitim programlarını hazırlarken uzmanlık eğitimi için bazı yöntem ve tekniklerden faydalanmalıdırlar. Uzmanlık eğitimi sadece asistan ilgisi ile şekillenemeyecek kadar kompleks bir süreçtir. Bu süreçte dikkat edilmesi gereken bazı yöntemler şunlardır: 1. Teorik ders ve seminer: Uzmanlık alani ile ilgili bilgilere yönelik bilgiyi uygulama, olgu çözümlemesi ve değerlendirme gibi bilişsel ve metabilişsel süreçleri harekete geçirecek aktiviteler gerçekleştirilebilir. 2. Bağımsız öğrenme/hazırlık: Bu sürecin uzmanlık eğitiminin içerisine yerleştirilmesi sağlanmalıdır. Uzmanlık öğrencisinin boş vakitlerinde yapılacak şekilde planlanmamalıdır. 3. Disiplinlerarası öğrenim etkinlikleri: İlgili disiplinlerin eğitici ve uzmanlık öğrencileri ile yapılan seminer, panel, olgu tartışması, toplantılar ve konseyler gibi eğitimleri içerir. 4. Makale saati: Alanla ilgili kanıtlara ulaşmak, tartışmak, araştırma planlamak, istatistiksel analiz yapmak, makale ve rapor yazmaya yönelik kurslar ile yetkinliği sağlama ve geliştirme amaçlanır. 5. E-öğrenme: Formal öğrenme etkinlikleri içerisinde daha çok yardımcı eğitim materyali olarak kullanılmaktadır. 6. Refleksiyon oturumları: O hafta içinde bölümde yaşanan klinik deneyimlerin ve uzmanlık öğrencilerinin sergiledikleri performanların geriye dönük olarak değerlendirilmesidir. Haftada 1-2 saat, 1 veya 2 oturum olarak gerçekleştirilebilir. 7. Yapılandırılmış odaklı hasta viziti/hastabaşı eğitimi: Klinikte yatan hastalarla 2-3 uzmanlık öğrencisinin ve eğiticinin katıldığı eğitim amaçlı, çeşitli yeterliklere odaklanmış, ele alınacak olguların ve soruların önceden belirlendiği yapılandırılmış eğitimlerdir. 8. Kritik durum tartışmaları: Etik, iletişim/zor durumlarda iletişim, profesyonel ve profesyonel olmayan davranışlar, tıbbi hata, kanıta dayalı tıp gibi profesyonelliğe yönelik tartışmaların yapıldığı eğitimlerdir. 9. Yapılandırılmış olgu tartışmaları: Ön tartışma ve planlama ile grup tartışması şeklinde iki oturum olarak gerçekleştirilir. 10. İş başında yapılandırılmış öğrenim/iş başında gözlem ve değerlendirme: Eğitici uzmanlık öğrencisini gerçek klinik deneyimler esnasında gözler.ve sonrasında doldurduğu değerlendirme formu ile öğrenciye geri bildirimde bulunur. 11. Morbidite, mortalite toplantıları. 12. Beceri laboratuvarları/simulasyon merkezleri. 13. Prjeye dayalı öğrenme. 14. Bilimsel kongrelere katılım. 15. Gelişim dosyasına dayalı öğrenme. Bulgular ve Sonuç: Donanımlı uzman hekimler yetiştirmeyi hedefeyen akademisyenlerin ellerinde bu amaca uygun kullanabilecekleri çok sayıda yöntem ve teknik bulunmaktadır. Bu yazıda anlatılan yöntemlerden bazılarını kısmen de olsa günlük eğitim ortamlarında kullanmaktayız. Fakat bu teknikleri 174

175 bütüncül yaklaşım içinde kullanıyormuyuz? Gerekli düzenlemeler yapılarak bilgili, becerileri tam ve profesyonel durumlara yönelik gelişmiş tutumları olan hekimler yetiştirmek elinizde. Neden kullanmayasınız? PP Birinci Basamaktaki Bucak Aile Sağlığı Merkezinde Takip Edilen Morbid Obez Hastalarda Metabolik Sendrom Kriterleri ile Ruhsal Hastalık Riskinin Değerlendirilmesi Emin Akıllıoğlu 1, Kenan Topal 1, Kübra Akıllıoğlu 2 1 Adana Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi Aile Hekimliği Kliniği 2 Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Fizyoloji Anabilim Dalı GİRİŞ ve AMAÇ: Obez hastalarda metabolik sendrom ve ruhsal hastalık görülme sıklığının arttığı düşünülmektedir. Çalışmamızda, birinci basamakta Bucak Aile Sağlığı Merkezi nde takip edilen morbid obez hastalarda metabolik sendrom ve ruhsal hastalık görülme sıklığı arasındaki ilişkinin gösterilmesi amaçlanmıştır. GEREÇ ve YÖNTEM: Bu kesitsel araştırma Mart-Nisan 2016 tarihleri arasında birinci basamaktaki Bucak Aile Sağlığı Merkezinde takip edilen normal kilolu, fazla kilolu, obez ve morbid obez erişkinler üzerinde yapıldı. Hazırlanan yapılandırılmış bir veri toplama formu hastalara rutin muayene sırasında yüz yüze görüşülerek uygulandı. Katılımcıların sosyodemografik verileri toplandıktan sonra sigara kullanımları soruldu. Katılımcıların Erişkin Tedavi Paneli III (Adult Treatment Panel III) kriterlerine göre Metabolik Sendrom la ilgili verilerini toplamak için başlangıçta kan basıncı ölçümleri ile ağırlık, boy ve bel çevresini içeren antropometrik ölçümleri yapıldı ve Vücut Kitle İndeksleri (VKİ) hesaplandı. Bundan başka hastaların var olan trigliserit, HDL ve Açlık Kan Şekeri (AKŞ) değerleri kaydedildi. Katılımcılara hastane anksiyete ve depresyon ölçeği (HAD) uygulandı. Tanımlayıcı analizler yapıldıktan sonra karşılaştırmalar için iki bağımsız örneklemli t testi ve One Way Anova testi uygulandı. BULGULAR: Araştırmaya Bucak Aile Sağlığı Merkezinde takip edilen toplam 111 kişi dahil edildi. Katılımcıların 69 tanesi (%62.2) kadın idi. Katılımcıların ortalama yaşları 45.8±1.4 yıl idi (en küçük 18, en büyük 83 yaş). Katılımcıların 99 tanesi evli (%89.2) idi. Katılımcıların 91 tanesi ilkokul (%82.0), 8 tanesi orta okul (%7.2) ve 9 tanesi (%8.1) lise ve üstü eğitim almıştı. Katılımcıların 16 tanesi hiçbir işte çalışmıyordu (%14.4), 65 tanesi (%58.6) ise ev hanımı idi. Katılımcılarda 109 tanesi (%98.2) aylık 1300 TL den daha düşük gelire sahip olduklarını beyan etti. Katılımcıların 96 tanesi (%86.5) sigara kullanmıyordu. Sigara içenlere uygulanan Fagerström Nikotin Bağımlılık Testi puan ortalaması 4.3±1.54 idi. Katılımcıların ortalama ağırlıkları 83.0±1.8 kg (en az 40, en çok 129 kg) ve boylarının ortalaması 161±1.0 cm (en az 140, en çok 185 cm) idi. Katılımcıların hesaplanan VKİ ne göre 26 tanesi (%23.4, normal), 28 tanesi (%25.2, fazla kilolu) 30 tanesi 30-39,99 (%27.0, obez) 27 tanesi 40 ve üzeri (%24.3) morbid obez olarak bulundu. Katılımcıların ortalama bel çevreleri ±19.5 cm; erkeklerde 102.6±15.5 cm, kadınlarda 101.8±18.7 cm idi (t=0.255, p=0.799), ortalama HDL 50.5±21.4 mg/dl; erkeklerde 48.6±1.6 mg/dl, kadınlarda 51.6±2.3 (t=0.706, p=0.481). Katılımcıların ortalama trigliserit düzeyleri 176.6±111.0 mg/dl iken morbid obezlerde 212.0±85.3 (F= 4.119, p=0.045), ortalama AKŞ 84.8±22.1 mg/dl iken morbid obezlerde 89.9±34.8 mg/dl idi (F= 1.736, p=0.190) idi. Katılımcıların HAD A ortalaması 8.9±2.5 iken morbid obezlerde HAD A ortalaması 7.4±2.3 bulundu (F= 5.207, p=0.002), HAD D ortalaması 9.3±2.0 olarak bulunurken morbid obezlerde 8.9± 1.7 olarak bulundu (F= 1.451, p=0.232). SONUÇ: Çalışmamızda, katılımcıların cinslere göre bel çevreleri ve HDL düzeyleri arasında anlamlı bir fark bulunamadı. Morbid obezlerde trigliserit düzeyleri diğerlerine göre anlamlı olarak yüksek bulunurken AKŞ değerleri diğerlerine göre benzer bulundu. Diğer taraftan morbid obezlerde HAD ye 175

176 göre anksiyete riski diğer gruplara göre anlamlı olarak düşük bulunurken depresyon riski diğer gruplarla benzerdi. Anahtar Kelimeler: Obezite, metabolik sendrom, anksiyete, depresyon PP SAĞLIK ÇALIŞANLARINDA OBEZİTE PREVELANSI VE ETKİLEYEN FAKTÖRLER Nurten Ergüzel¹, Ayşe Turan², Ahmet Özer¹, Gülcan Sürer¹, Nureddin Özdener¹ ¹Adana İl Sağlık Müdürlüğü ² Çukurova Dr. Aşkım Tüfekçi Devlet Hastanesi GİRİŞ VE AMAÇ: Bu çalışma ile Adana İl Sağlık Müdürlüğü ve bağlı kurumlarda görev yapan sağlık çalışanlarının obezite sıklığı ve etkileyen faktörlerin saptanması amaçlanmaktadır. Planlanan araştırma ile sağlıkla ilgili her konuda bilinçli ve örnek olması gereken sağlık çalışanlarının ve kurumda çalışan diğer personellerin sağlıklı yaşam okur yazarlığı ve obezite ile ilgili durumlarının ortaya konulması hedeflenmektedir GEREÇ YÖNTEM: Araştırma gönüllü 523 çalışana yüzyüze anket formunu doldurularak yürütülmüştür.verilerin istatistiksel analizinde SPSS16.0 istatistik programı kullanılmıştır. Sonuçların istatistiksel analizlerinde tanımlayıcı istatistikler, sayısal değişkenlerde ortalama±standart sapma, kikare ve Fisher kesin olasılık testi kullanılmıştır.. P< 0,05 değeri anlamlı olarak kabul edilmiştir. BULGULAR: Katılımcıların %50.1 (262 kişi)'i erkek, % 49.9 (261 kişi) kadından oluşmaktadır. Yaş aralıkları yaş arası %35.9, yaş arası %35.2'dir. Ankete katılanların % 72.3 evli olup, %4.6 'sı doktor, %10.5'i ebe-hemşire, % 48.0 'i diğer sağlık hizmetleri,%14.1'i genel idari hizmetler, %4.4'ü teknik hizmetler ve %18.4'ü yardımcı hizmetler sınıfında görev yaptığını belirtmişlerdir. Araştırmaya katılanların eğitim durumlarında ilk sırada %33.1 'i önlisans, ikinci sırada ise %27.5'i ortaöğretim gelmektedir. Araştırmaya katılanların %71.1'i 3 araöğün yemekte, %64.1'i ise düzenli kahvaltı yapmakta ve %62.3 'ü düzenli öğle yemeği yemektedir. Öğle yemeğini %30.2 'si işyerinde, %50.3'ü tabldot olarak yemektedir. %35.9'unun hiç ara öğün yapmadığı, ara öğün yapanların %57.3 'ünün ise meyve yediği belirtilmiştir. Ara öğün atlama nedenlerini % 47.6 'sının alışkanlık edinemedikleri için yemediklerini belirtmişlerdir. Katılımcıların % 28.9'unun düzenli aktivite yaptığı, %76.2'sinin ise fiziksel aktiviteyi sağlık için yaptıklarını belirtmişlerdir. Herhangi bir hastalığı olanların akrabalarında da hastalık olgusu görülme oranı %62.5 olarak tespit edilmiş ve karşılaştırıldığında aralarında istatistiksel olarak yüksek derecede anlamlılık saptanmıştır (p<0.00). Cinsiyet ile hastalık karşılaştırması yapıldığında farkın anlamlı olduğu saptanmış olup kadınlarda hastalık görülme oranı yüksek bulunmuştur (p<0.03). Meslek dağılımı ile düzenli fiziksel aktivite yapma arasında istatistiksel olarak anlamlı fark saptanmış ve genel idari hizmetlerde görev yapan kişilerin fiziksel aktivite yapma oranları yüksek bulunmuştur (p< 0.02). Cinsiyet ile kilo vermeyi isteme arasında anlamlı fark saptanmış olup kadınlarda kilo verme isteği fazla bulunmuştur (p<0.00).cinsiyet, medeni durum ile BKİ arasındaki fark yüksek derecede anlamlı bulunmuş ve erkeklerde,evli olanlarda obezitenin daha fazla olduğu tespit edilmiştir (p<0.00, p<0.00). Eğitim düzeyi ile BKİ arasında ise anlamlı ilişki saptanmış ve eğitim düzeyi arttıkça obezite oranının azaldığı tespit edilmiştir (p<0.00). Meslek dağılımı ile BKİ arasında anlamlı ilişki saptanmış ve obez sınıfında olanların yardımcı hizmetler grubunda olan çalışanlar olduğu belirlenmiştir (p<0.00). Son bir ay içerisinde diyet yapanların fazla kilolu olduğu istatistiksel olarak saptanmıştır (p<0.00). SONUÇ: Sağlık sorunlarının içinde olan ve topluma örnek olması gereken sağlık personeline de bu konu ile ilgili eğitim verilmelidir.obezite ile mücadelede doğru mesajların ulaştırılması amacı ile işbirliği yapılarak bilgi ve bilinç düzeyi artırılmalıdır. Anahtar kelimeler: Beden kitle indeksi,obezite 176

177 PP E-ÖĞRENME: ASİSTAN EĞİTİMİNDE KOLAYCILIK MI? YARARLANILMALI MI? Adem Parlak 1, Salim Özenç 2 1 Cumhurbaşkanlığı Muhafız Alayı BBM ve ASM, Ankara, Türkiye 2 Diyarbakır Asker Hastanesi Aile Hekimliği Servisi, Diyarbakır, Türkiye Amaç: Aile hekimliği uzmanlık eğitimi yoğun bilgi akışını içeren, multidisipliner bir yaklaşımın öğrenilmesini gerektiren, rotasyonlarla örgülü, diğer uzmanlık dallarına gore daha geniş hasta profiline hitap eden birinci basamak yönelimli bir programdır. Günümüzde bilgiye ulaşımda teknolojik ve teknik yapının ilerlemiş olması nedeniyle farklı öğretim yöntemlerinin de kullanılabileceği unutulmamalıdır. Bu yöntemlerden biri de eğitici ve öğrenen arasındaki fiziksel uzaklığın neden olduğu iletişim sorununun bilişim teknolojileri kullanılarak aşılması olarak tanımlanan e-öğrenmedir. Bu yazı ile aile hekimliği eğitimiyle ilgilenen akademisyenlerin e-öğrenme hakkındaki farkındalıklarının artırılması amaçlanmıştır. Gereç ve Yöntem: Öğrenme kaynaklarının ve öğrenme etkinliklerinin elektronik ortamda sunulması, öğrenen merkezli olması, çoklu etkileşimlerin gerçekleştirilebilmesi, işbirliğini özendirmesi nedeniyle e- öğrenme bir çok akademisyen tarafından kullanılmaktadır. E-öğrenmede 3 farklı model mevcuttur. 1. Eş zamanlı model; eğitici ve öğrenen aynı zamanda farklı yerlerde olduğu bilgisayar yardımı ve internet vasıtasıyla iletişim kurdukları modeldir. Bu modelde öğrenen eğitici ve diger katılımcılarla metin, ses veya görüntü paylaşımı yaparak aynı anda iletişim kurabilmektedir. 2. Eş zamanlı olmayan model; bu modelde ders içeriği eğitici tarafından önceden hazırlanmakta, öğrenen kendisi için uygun zamanda hazırlanmış içeriğe erişebilmektedir. Bu modelde eğitici ve öğrenenler aynı zaman diliminde iletişim kurmak zorunda değildirler. Önceden belirlenmiş e-posta veya tartışma araçları kullanılarak soru ve bilgi paylaşımı mümkündür. 3. Karma model; eş zamanlı ve aş zamanlı olmayan model birlikte kullanılmaktadır. Bu modelde dersin bir kısmı eş zamanlı yapılabilirken diger kısmı eş zamanlı olmayan modeldeki gibi gerçekleştirilebilir. Bulgular ve Sonuç: E-öğrenmenin geleneksel öğrenime gore dah üstün bir yöntemdir. Aynı zamanda disipline dayalı, probleme dayalı, öğrenci merkezli ve diger sistemlerde de e-öğrenmeden yararlanılabilmektedir. Eğitim kurumu öğrenenden çok uzakta olsa bile eğitimin kesintiye uğramaması, öğretim ile ilgili geniş bir kaynak listesine ulaşabilme, farklı görsel ve işitsel zenginlikte eğitim materyali içermesi, öğrenme hızını bireysel farklılıklara gore ayarlayabilmesi, öğrenci merkezli olması, etkili geri bildirim alma, verme ve refleksiyon yapılmasına imkan vermesi, içeriğinin güncellenebiliyor olması ve çok boyutlu değerlendirme yapılabilmesi e-öğrenmenin neden kullanılması gerektiğini tanımlamaktadır. Aile hekimliği asistanlığı gibi çok fazla hastalığı bilmesi gereken hekimlerin bu yöntemlerden faydalandırılması aile hekimliği asistan eğitimine önemli bir katkı sağlayacaktır. PP HALSİZLİK ŞİKAYETİ İLE BAŞVURAN İLGİNÇ BİR ANEMİ HASTASI Hacer SALİ ÇAKIR 1, Kübra UÇAK 2, Gözde GÜNEŞ 3, Ayşe Rana PLATİN 3, Fatma KEREN 4 1. Şalpazarı Aile Sağlığı Merkezi, Trabzon 2. Sakarya Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Hastalıkları Kliniği, Sakarya 3. Sağlık Bilimleri Üniversitesi Ümraniye Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Aile Hekimliği, İstanbul 4. Sağlık Bilimleri Üniversitesi Ümraniye Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İç Hastalıkları Kliniği, İstanbul GİRİŞ: Multipl miyelom (MM) plazma hücrelerinin habis bir hastalığıdır. Lenfomadan sonra en sık görülen hematolojik malignitedir. MM plazma hücrelerinin başlıca kemik iliği(ki) nde, nadiren de diğer 177

178 organ ve sistemlerde artışı ve anormal immunglobulin(ig) üretimiyle karakterize hastalıktır. Sıklıkla üretilen monoklonal protein IgG (%52) ve IgA(%20) dır. Daha az sıklıkla Ig lerin hafif zincirleri veya çok nadiren diğer Ig ler üretilirler. Risk faktörleri: 65 yaş üstü olmak, siyah ırk, erkek cinsiyet, sebebi bilinmeyen monoglonal gamapati (MGUS) öyküsü, ailede MM öyküsü olmasıdır. Tablo 1. Uluslararası Myelom Çalışma Grubu (IMWG) Sistemik Tedavi Gerektiren-Aktif Multipl Miyelom Tanı Kriterleri Serum ve/veya idrarda M protein* ve ilikte klonal plazma hücreleri ve/veya dökümante edilmiş plazmositom VE Aşağıdakilerden bir ya da fazlası Hiperkalsemi (>11.5 mg/dl - >2.65 mmol/l) Renal yetersizlik (kreatinin >2 mg/dl - >177 mmol/l) Anemi (<10 gr/dl ya da mormalden 2 gr/dl düşük) Kemik hastalığı (litik lezyonlar ya da osteopeni) *Ölçülebilir M proteini olmayan hastalar serum serbest hafif zincir oranı bu kriterin yerine kullanılabilir. Serum ya da idrarda M proteini olmayan ve serum serbest hafif zincir oranı normal olan hastalarda bazal kemik iliği %10 klonal plazma hücresi içermelidir. En sık semptomlar; kemik ağrısı (genellikle sırt ve kaburgalarda), kemik kırıkları (genellikle omurgada), halsizlik ve çok yorgun hissetmek, çok susamış hissetmek, sık enfeksiyon geçirmek, ateş, kilo kaybı, bulantı ve kabızlık, sık idrara çıkmadır. Yeni tanı MM hastasının tedavi aşamasında ilk bakılması gereken hastanın kök hücre nakli adayı olup olmadığıdır. Genç hastalarda yüksek doz kemoterapi ve otolog kök hücre transplantasyonu standart tedavidir. VAKA: Bizim vakamızda halsizlik, kırgınlık şikayeti ile başvuran 64 yaşında bayan ele alındı. Bir ay önce halsizlik şikayeti ile hekime başvurmuş, anemi teşhisiyle üç ünite eritrosit süspansiyonu verilmiş. Gastroskopi yapılmış, normal değerlendirilmiş. Şikayetlerinin artması üzerine tarafımıza başvuran hastanın fizik muayenesinde boy: 157 cm, kilo: 100 kg, VKİ(vücut kitle indeksi): 40,5 kg/m2 ve skleraların soluk olması dışında anormal bulgu saptanmadı. Hasta ön laboratuvar tetkiklerden sonra hematolojiye danışıldı. LABORATUVAR BULGULARI: Hb:10,4mg/dl, Htc:31,4%, RBC:3.88, MCV:81fl, Fe:75, B12:155, Anti Glut.IgA:Negatif, Anti Glut.IgG:Negatif, Ig A: 43, Gaitada Hb:Negatif Kolonoskopi, kafa ve pelvis grafisi, toraks tomografisi normal değerlendirildi. Protein elektroforezi: Gama globulin bölgede hipogamaglobulinemi, Alfa2 katodik bölgede lipoprotein bandı, Gama katodik uçta belirgin monoklonal band. Kemik İliği Biyopsisi Patoloji Raporu: Olguda klinik bulgular gözönüne alındığında histopatolojik ve immünhistokimyasal bulgular, Plazma Hücreli Miyelom açısından minör kriterler arasında değerlendirilebilir. Morfolojik olarak İyi Diferansiye / Low Grade / Plazmasitik Varyant özellikleri göstermektedir. Vakanın Hematoloji kliniği tarafıından MM öntanısı ile takibine karar verildi. SONUÇ: Aile Hekimliği düşük prevalans hekimliğidir. Bireye odaklı hizmet veren, kapsamlı değerlendiren ve gereğinde diğer uzmanlık alanları ile koordineli çalışan uzmanlık alanıdır. Bu vakada hastanın tüm semptom ve belirtilerini önyargılı olmadan kapsamlı bir biçimde değerlendirilmesi gerektiği vurgulanmıştır. 178

179 PP 081- BİR ÜNİVERSİTE HASTANESİ HASTA HAKLARI BİRİMİ VERİLERİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ Necmi Arslan, Hamza Aslanhan, Ahmet Yılmaz, Pakize Gamze Erten Bucaktepe, Erkan Kıbrıslı, Tahsin Çelepkolu, Mehmet Halis Tanrıverdi Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi Aile Hekimliği Anabilim Dalı, Diyarbakır Amaç: Hasta hakları birimleri, hastaların aldıkları sağlık hizmetiyle ilgili şikayet, beklenti, bilgi edinme merkezleridir. Sağlık hizmetlerinde belli bir seviyede kalite yakalanması açısından hasta memnuniyeti önemlidir. Bu açıdan hasta hakları birimlerinin verileri sağlık birimlerinin hizmet kalitesi bakımından önemlidir. Bu araştırmada bölge hastanesi olan Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastaneleri Hasta Hakları Biriminin 5 yıllık verilerini irdelemeyi amaçladık. Yöntem: Bu çalışmada Dicle üniversitesi hastaneleri hasta hakları birimine 1 Ocak 2011 ile 30 Haziran 2015 tarihleri arasında gelen yazılı ve kayıt altına alınmış sözlü şikayetler retrospektif olarak incelendi. Bulgular: Hasta Hakları Birimi ne belirtilen tarihler arasında toplam 1691 şikayet başvurusu olmuştur. Şikayet edenlerin 1303 ü(%77.4) erkek, 388 i(%22.6) kadın idi. Şikayet dilekçelerinin 594 ü(%35.2) poliklinik, 456 sı(%26.9) klinik (servis), 61 i(%3.6) acil, 385 i(%22.7) laboratuvar ve görüntüleme, 123 ü(%7.2) idari hizmetlere yönelik ve 79 u(%4.6) diğer konularla ilgiliydi. Başvuru yapanların eğitim durumları; ilköğretim 616(%36.4), lise 600 (%35.4), üniversite 446 (%26.3), üniversite üzeri 21 (%1.2) idi. Başvuru yapanların yaş aralıklarına göre dağılımı 25 yaş altı 267(%15.7), yaş 298(%17.6), yaş 290(%17.1), yaş 278(%16.4), 41 yaş üstü 558(%32.9) idi. Hastaların yıllara göre şikayet oranları 2011 (%0.095), 2012 (%0.099), 2013 (%0.029), 2014 (%0.049) ve 2015 (ilk altı aylık dönemde) (%0.033) olarak gerçekleşti. Sonuç: Türkiye genelinde yapılan araştırmalarda yıllar ilerledikçe hasta şikayet sayılarında artma tespit edilmiştir. Bizim yaptığımız çalışmada ise yıllara göre başvuru sayısı giderek azalmıştır. Türkiye ve Dünyada artan bu sayının Dicle üniversitesi hastanesinde azalması, 2011 de alınan TSE ISO 9001:2008 kalite yönetim sistemi belgesi ve o günden beri uygulanan kalite standartları ve personel eğitimleri ile birlikte hasta memnuniyetinin artması olabilir. Dolayısıyla 1., 2. ve 3. basamak hastanelerde hasta memnuniyetinin artması için kalite birimlerine ihtiyaç olabilir. Anahtar sözcükler: Hasta hakları birimi, Hasta memnuniyeti, Kalite birimi PP YAŞLI BİREYLERDE İNFLUENZA AŞISI HAKKINDA TUTUM VE DAVRANIŞLAR Şeydanur ASLAN¹, Yaşar KOŞAR¹, Ümit ASLAN¹, Mustafa ÇELİK 1 ¹Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi Tıp Fakültesi Aile Hekimliği AD, Kahramanmaraş AMAÇ: Çalışmamızda Kahramanmaraş taki geriatrik popülasyonun aşılanma durumunu saptamak ve bu konuda farkındalık oluşturmak amaçlanmıştır. Birinci basamak sağlık hizmetlerinin temel unsurlarından biri olan koruyucu hekimlik uygulaması planlamasına da katkı sağlamaktır. GEREÇ VE YÖNTEM: tarihleri arasında KSÜ Tıp Fakültesi Aile Hekimliği polikliniğine başvuran 65 yaş ve üzeri bireyler çalışmaya dahil edildi. Çalışmaya katılmayı kabul eden 266 birey dahil edildi. Katılımcıların bilgilendirilmiş onamları alındıktan sonra yüz yüze görüşme tekniği ile anket formu uygulandı. Anket formunda; katılımcıların sosyodemografik verileri, influenza aşısı hakkındaki tutum ve davranışları sorgulandı. Çalışmada elde edilen bulgular değerlendirilirken, istatistiksel analizler için IBM SPSS Statistics 16.0 programı kullanıldı. BULGULAR: Çalışmaya katılan bireylerin (n=266) yaş ortalamaları 71,63± 5,61 idi. Katılımcıların %55 i erkek ve % 45 i kadın bireylerden oluşuyordu. Katılımcıların %11 i yalnız olarak, % 70 i çekirdek aile, %19 u geniş aile yapısı içinde yaşadıklarını belirtti. Katılımcıların % 31 i Okuryazar değildi; %37 nin okuryazar olduğu, % 26 nın ilköğretim eğitim düzeyine sahip idi. %75 inin en az bir kronik hastalığı vardı. 179

180 Katılımcıların % 30 u en az bir kere olmak üzere grip aşısı yaptırdığı tespit edildi. Hiç grip aşısı yaptırmayanlar ise tüm grubun %70 i idi. Aşı yaptırmayan katılımcıların % 33 ü aşıdan haberi olmadığı için ve %58 i aşıya ihtiyaç duymadığı için aşı yaptırmadığını belirtmiştir. Grip aşısı yaptırmaları için önerilme durumları incelendiği zaman, katılımcıların yaklaşık %30 na grip aşısı yaptırma konusunda öneride bulunulduğu ve %70 ine ise grip aşısı yaptırma konusunda öneride bulunulmadığı belirlendi. Öneride bulunulan grupta katılımcıların %46 sı aile hekimi, % 9 u göğüs hastalıkları uzmanı, %3 ü kardiyolog, % 13 ü eczacı, %28 i yakın çevresi, % 1 i diğer hastalardan öneri aldığını bildirmiştir. TARTIŞMA: Yaşlanma ile birlikte bağışıklık sistemindeki gerileme bireylerde hastalık sıklığında artışa ve bu hastalıklara bağlı komplikasyon ve ölümlere neden olabilmektedir. Günümüzde ileri yaş bağışıklama uygulamalarının en önemli gerekçesi bu yaş grubundaki bireyleri mortalite ve morbidite durumlarından korumaktır. Her yıl influenza ilişkili hastaneye yatışların %60 ından fazlası, influenza ilişkili ölümlerin %90 ı yaşlılarda meydana geldiği tahmin edilmektedir(1,2). CDC (Centers for Disease Control and Prevention), grip aşısının; hastalıkları, doktor ziyaretlerini, iş-okul kaybını bunun yanı sıra özellikle yaşlı hastalarda hastaneye yatış ve ölümleri azalttığını belirtiyor. CDC, 6 aydan büyük her birey için yıllık grip aşısını öneriyor(3) yıllarında 10 ülkede yürütülen bir araştırmada Türkiye deki grip aşılanma oranı %5 olarak saptanmıştır(4). Bizim çalışmamızda; daha önce bir kez bile grip aşısı olanların oranı %30 iken, bu yıl grip aşısı olanların oranı %18 idi. Aşılanma önerisi %46,3 oranıyla en fazla Aile Hekimlerinden gelmiştir. Bu oranı %27,5 ile çevredeki insanlardan öğrenme, %12,5 oranında ise eczacılar takip ediyordu. SONUÇ: Çalışmamızda elde ettiğimiz sonuçlara göre; aşılanmanın önündeki en büyük engel bireylerin aşılanmaya ihtiyaç duymuyor olmalarıydı. Hastalarına aşılanma konusunda en çok öneride bulunan hekim grubu Aile Hekimleridir. Diğer tıp disiplinlerinin de yaşlı sağlığını korumak amacıyla aşılanmayı daha fazla teşvik etmelidirler. İnfluenza aşısının faydaları konusunda hastalarımızda farkındalık oluşturmak, birinci basamak sağlık hizmetlerinin temel unsurlarından olan koruyucu hekimliğin önemli unsurlarından biridir. PP Importance of Geriatric Giants In Primary Care Didem Kafadar Bağcılar Training and Research Hospital, Istanbul, Turkey Aim: In patients aged 65 years or older, Giants of Geriatrics are the problems which should draw attention in dealing with elderly health. Cognitive impairment, immobility, urinary incontinence and prevelance of falls are called giants of geriatrics. These problems are linked with each other. The aim is to emphasize geriatric problems in primary care and evaluate how they are presented in literature. Methods: Pubmed and Google Academic has been searched for published articles about studies associated with geriatric giants between 1980 and Results: In studies it was found geriatric giants may be due to lack of awareness and inappropriate usage of drugs. Studies revealed that geriatric giants influence each other that immobility and incontinence are seen together where in another study falls and incontinence are present mostly in patients with cognitive impairment. If an elderly person suffers from one of the giants then it may be expected that another giant problem will be present in the same person. In an elderly patient problems of incontinence, confusion, limitations in mobility and history of falls should be explored. The patient would benefit if the family or carers are given advice about falls prevention in a patient with limited mobility or with cognitive impairment. Medication of the patients should be considered in terms of effectiveness and appropriateness. Oral health as well as frailty and sarcopenia are among newly considered geriatric giants. 180

181 Conclusion: Geriatric giants are seen as a threat to independance and quality of life of elderly patients. As primary care physicians when evaluating our elderly patients, if the patient present with one of the geriatric giants we should consider another possible co-existing geriatric problem as they influence each other. Another point is that if only one of the giant problems exist in a geriatric patient then as a primary care physician we should work with a multidisciplinary team to prevent or delay the future possible geriatric problems. PP Konvansiyonel Tıp mı Fonksiyonel Tıp mı: Scabies Olgusu Nimet GÖK 1, Melda MURAZ 1, Ersin AKPINAR 2 1) Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Aile Hekimliği ABD, Arş. Gör. Dr. 2) Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Aile Hekimliği ABD, Prof. Dr. GİRİŞ VE AMAÇ: Scabies, 1687'de nedeni bilinen ilk insan hastalığı olarak tanımlanmış olup 'Sarkoptes skabie hominis' in neden olduğu yaygın bir cilt parazitozudur. En sık ve en erken görülen bulgusu kişiyi uykudan uyandırabilecek kadar şiddetli gece kaşıntısıdır. Patognomik lezyonu Silion, deriden biraz kabarık kahverengimsi tünel lezyondur. Tünelin ucunda inci tanesi gibi içinde parazitlerin bulunduğu veziküller bulunmaktadır. Tanı koymak için iyi bir anamnez ve dikkatli fizik muayene yeterlidir. Bu çalışma Konvansinel tanı yöntemlerinin birinci basamakta karşılaşılan olgular için yeterli olup olmadığını araştırmak amacıyla yapılmıştır. OLGU: Ç.Ü.T.F Aile Hekimliği polikliniğine Mayıs 2015 tarihinde başvuran 65 yaşındaki kadın hasta son 1 haftadır tüm vücutta yaygın olan, gece gündüz değişmeyen kaşıntısının olduğunu belirtiyor. Daha önce benzer şikayeti olmayan hasta birinci basamak dahil birçok dış merkeze başvurmuş. Ancak gittiği merkezlerde alerji olduğu söylenerek kaşıntı semptomuna yönelik antihistaminik tedavi başlanmış (desloratadin tablet, hidrokortizon -17- butirat içeren krem). Hasta bu tedavilerden fayda görmediğini söyleyerek polikliniğimize başvurdu. Daha öncesinde bilinen Disk hernisi ve Nefrolitiazis öyküleri bulunan hastanın yapılan fizik muayenesinde vücutta papiller lezyonlar ve Pediculosis capitis ve corporis saptandı. Scabies tanısı koyduğumuz hastaya uygun tedavi verilip önerilerde bulunuldu. SONUÇ: Hekimler tarafından bir olgu değerlendirilirken bazen konvansiyonel tıp bazen fonksiyonel tıp kullanılmaktadır. Konvansiyonel tıbbın ana felsefesi hastalığın ana nedenlerini değil belirtilerini tedavi etmektir. Ana nedenlere yönelik olmadığı için etkisi geçicidir ve bunu yaparken yan etkileri olan birçok ilaç kullanılır. Fonksiyonel tıbbın ana felsefesi ise hastalığın belirtilerini değil ana nedenlerini tedavi etmektir. Tedavide ilaçlarla sınırlı kalmayıp diyet, beslenme gibi birçok tedavi yönteminden yararlanır. Olgumuzda da hastanın sadece semptomlarına yönelik tedavi verilmesi hastalığın tanısını geciktirmiş olup konvansiyonel tanı yöntemlerinin birinci basamaktaki bazı olgularda yetersiz olduğunu göstermiştir. Oysaki aile hekimleri hastaya bütüncül bakım hizmeti sunarak ve iyi bir anamnez ve fizik muayene sonucunda doğru tanıya ulaşabilirler. Birbirinden farklı organların birbirlerinden bağımsız bir 181

182 şekilde nasıl çalıştıklarını anlamaya çalışmak yerine, vücudun sistemik bir bütün olarak nasıl çalıştığını anlayarak bireyi bütün olarak ele alıp tedavi etmeye çalışmalıyız. Anahtar Kelimeler: Fonksiyonel tıp, Scabies, Aile hekimliği PP KARDİYAK REHABİLİTASYON VE AİLE HEKİMLİĞİ Fatma Gökşin Cihan*, Valerie Nangles** * NEÜ Meram Tıp Fakültesi Aile Hekimliği AD, Konya **North Middlesex University Hospital, Kardiyoloji, Londra Amaç: Tüm dünyada koroner kalp hastalıkları ölüm nedenleri arasında birinci sırada yer almaktadır. Kardiyak rehabilitasyon kalp hastalığı olan hastaların, multidisipliner bir ekip tarafından optimal fiziksel ve psikososyal sağlıklarını teşvik etmek, başarmak ve sürdürmek için desteklendiği bir süreçtir. Bu derlemenin amacı kardiyak rehabilitasyonda aile hekimlerinin rolü ile ilgili çalışmaları gözden geçirmektir. Gereç yöntem: Pubmed, Google scholar ve Cochrane veri tabanlarında tarama yapılarak bulunan makaleler değerlendirildi. Bulgular: Kardiyak rehabilitasyon (KR) egzersiz, eğitim ve psiko-sosyal destek vererek kardiyak hasta ve yakınlarının fayda görmesini amaçlayan multidisipliner, çok yönlü bir müdahaledir. Kalp hastalığı için risk faktörleri arasında yüksek tansiyon, yüksek kan kolesterolü, fazla kilolu ya da obez olmak, diyabet, sigara, fiziksel aktivite eksikliği ve depresyon ve diğer ruhsal sağlık sorunları yer alır. MI sonrası hastalar sonraki kardiyovasküler mortalite ve morbidite açısından özellikle yüksek risk altındadırlar ve etkili girişimler bu riski azaltabilir. KR, koroner kalp hastalığı olan hastalarda kardiyak mortalitede % 26 oranında azalma sağlar. Beta bloker ilaçların kardiyak mortalitede % 25 azalmaya sebep olduğu düşünülürse ilaçsız bir girişim olan kardiyak rehabilitasyonun kardiyak hastalarda yaşam üzerine olumlu etkilerinin ne kadar önemli olduğu anlaşılabilir. Kalp hastalığı geçirenlerin sağlıkla ilgili davranışlarını ve alışkanlıklarını değiştirmek, bilgi ve beceri kazandırmak, çalışma hayatlarına dönmeleri ve sosyal aktivitelere katılmaları için destek olmak KR nin ana hedeflerindendir. KR endikasyonları miyokard infarktüsü, angina, anjiyoplasti, koroner arter bypass grefti, diğer kardiyak cerrahi / kapak değişimi, toraks cerrahisi, kalp yetmezliği ve birincil korunmadır. KR ekibi: 1. Doktor (Aile hekimi, Kardiyolog ve kardiyovasküler cerrah) 2. Kardiyoloji hemşiresi 3. Fizyoterapistler 4. Diyetisyenler 5. Eczacılar 6. Klinik psikologlar 7. İş ve uğraşı terapistinden oluşmalıdır. Sonuç: Kardiyak rehabilitasyon, kalp krizi ya da kalp ameliyatından sonra iyileşmeyi sağlar, kalp problemleri ile ilgili gelecekteki hastaneye yatışları, kalp problemleri ve ölümü önlemeye yardımcı olur. KR sağlıklı bir diyet takibi, fiziksel olarak aktif olmak ve stresi yönetmeyi öğrenmek gibi sağlıklı yaşam tarzı değişikliklerini benimseyerek sağlık ve yaşam kalitesini artırmayı sağlar. PP 086- Sağlam Çocuk İzlemi Dr. Seda Sazak 1, Uz. Dr. Nisa ÇETİN KARGIN 1, Prof. Dr. Kamile MARAKOĞLU 1. 1 Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi Aile Hekimliği, AD Amaç: Bu bildiride, yenidoğan aşamasından itibaren çocuğun 6 yaşa kadar izlemi, dikkat edilmesi gereken hususlar konusunda bilgilendirme amaçlanmıştır. 182

183 Takip Aşaması: Takipler doğumda, ilk 48 saatte, 15. günde, 41. günde, 2.ay, 3. ay. 4. ay, 6. ay, 9. ay, 12. ay, ve 36. aylar şeklinde olmalıdır. İlk değerlendirmede bebek stabilize olduktan sonra bebeğin göbek ve göz bakımını yapılmalı,1 mg. Im K vitamini uygulanmalı. Bebek dikkatle tartılmalı, baş çevresini ölçülmeli. Bebekte doğumsal anomali olup olmadığına bakılır. Sarılığı var mı kontrol edilir. Mümkün olan en kısa sürede anne sütü alması için anneyle tensel temasını ve emzirilmesini sağlayacak ortam hazırlanmalıdır.1. ve 5. dakikada APGAR değerlendirmesi yapılır. Yenidoğan Tarama Programı (NTP) için kan alınmalı, Hepatit B aşısını yapılmalıdır. İşitme taraması hakkında bilgilendirme yapılmalı. 48. saatte tam sistemik muayenesi yapılmalı, varsa patolojik bulgular belirlenmelidir. Anneye bebek bakımı, hijyeni hakkında bilgi verilmelidir. Anneye ücretsiz D vitamini verilmeli ve bilgilendirme yapılmalıdır. 15., 41. gün ve 2., 3. ve 4. ay izlemlerinde bebek ilk kez görülüyorsa bebek bilgilerinin kullanıldığı kayıt sistemine girilmeli, tam bir fizik muayene yapılmalı, gelişimsel kalça displazisi risk faktörü varsa (kız bebek veya makat gelişse veya ailede GKD öyküsü varsa) USG ye yönlendirilmeli, dış genitaller muayene edilmeli. Daha önce D vitamini başlanıp başlanmadığı sorgulanmalı. Öykü, özgeçmiş ve çocuk-aile ilişkisinde çocuğun ihmal ya da istismar edilmiş olabileceğini düşündürecek tavır ve davranışlara dikkat edilmeli. Bebeğin gelişimi 2. aydan itibaren Gelişimi İzleme ve Değerlendirme Rehberi (GİDR) kullanılarak değerlendirilmelidir. Bebek prematüre ise 2. ay izleminde uygun yönergeleri kullanarak bebeğe profilaktik demir başlanmalı. Anneye danışmalık hizmeti verilmeli, bebeğin aşıları kontrol edilmeli eksik aşılar tamamlanmalı, aşı yan etkileri hakkında bilgilendirme yapılmalı ve 12 aylarda bunlara ek olarak bebek anemi yönünden değerlendirilmeli ay çocuk izlemlerinde çocuk 6 ayda bir kontrol edilir. Tam bir fizik muayene yapılır, çocuk anemi yönünden değerlendirilir. Anneye emzirme (2 yaşa dek), yaşına uygun beslenme değerlendirmesi, tuvalet eğitimi, iyotlu tuz, çocuk hijyeni, çocukların yanında sigara içilmemesi gerektiği, diş sağlığı, kazalardan korunma, üreme sağlığı hakkında danışmalık sağlanmalıdır. 4-6 yaş arası çocuk izlemi yılda bir yapılmalıdır. Çocuğa tam bir fizik muayene yapılmalı, anneye danışmalık hizmeti verilmelidir. Sonuç: Aile hekimliği prenatal dönemden ölüme kadar her aşamada bireyi yakından takip eden bir branş olarak sağlam çocuk izlemi büyük önem taşımaktadır. Çocuk izleminde fizik muayene, gelişim takibi, aşılama çok önemlidir. Aile hekimleri olarak her kontrolde bunlar dikkatli bir şekilde değerlendirilmeli, aileye danışmanlık hizmeti verilip, periyodik muayenenin önemi anlatılmalıdır. PP Birinci basamakta boğaz ağrısı hastalarında Modifiye Centor Skoru ile virüs ilişkisi Mıstık S. 1, Balcı E. 2, Gökahmetoğlu S. 3, Onuk F.A. 4 1 Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi, Aile Hekimliği AD, Kayseri 2 Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi, Halk Sağlığı AD, Kayseri 3 Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi, Mikrobiyoloji AD, Kayseri 4 Bünyamin Somyürek ASM, Kayseri Giriş: Boğaz ağrısının bakteriyel olup olmadığında kullanılan skorlardan birisi de Modifiye Centor Skoru dur. Halen Centor ve Modifiye Centor Skorları birçok ülkede kullanılmaktadır. Amaç: Bu çalışmanın amacı boğaz ağrısı ile gelen hastalardan etiyolojisi viral olan hastaların Modifiye Centor Skoru ile değerlendirildiğinde nasıl bir dağılım gösterdiklerinin belirlenmesidir. Yöntem: Bir yıl boyunca toplam 624 boğaz ağrısı hastasında boğaz kültürü alınıp nazofarinks sürüntüsünden de PCR analizi ile virüs tespiti yapılmıştır. Hastaların hikaye ve fizik muayene bulguları ile Modifiye Centor Skorları tespit edilmiştir. Analiz sonucu virus çıkan hastalarda Modifiye Centor Skoru hesaplanmıştır. Bulgular: Hastalardan üretilen virüsler Rinovirus, Adenovirus, Bocavirus, Coronovirus, İnfluenza A ve B, Enterovirus, Metapnömovirus, Parainfluenzavirus ve Respiratuvar sinsityal virustur. Bu viruslerin -1 ile 5 Modifiye Centor skoru arasında tüm skorları oluşturdukları görülmüştür. Hastaların 95 inde direk olarak antibiyotik yazılması önerilen 4 ve 5 skoru oluştuğu gözlenmiştir. 183

184 Sonuç: Modifiye Centor Skoru boğaz ağrısında bakterileri tespit etmekte kullanılmasına rağmen virusların da antibiyotik kullanımını gerektirecek skorlara ulaştıkları tespit edilmiştir. PP Birinci basamakta beklenmeyen Bebek Ölümü, MELAS sendromu Uz.Dr.Merthan TUNAY Korkut Merkez ASM/MUŞ Giriş: MELAS sendromu mitokondrial DNA daki mutasyonların neden olduğu inme benzeri episodlar, laktik asidoz, mitokondriyal miyopati ve multisistem organ tutulumu ile karakterize nörodejeneratif bir hastalıkdır1,2. Bu hastalıkta görülen akut gelişimli nörolojik defisitler inmeyi taklit edebilir. 1-3 Her iki cinsiyette eşit gözükür. Patofizyolojisinde endotel hasarı, damar oklüzyonu ve nöronal ölüm ve ya mitokondriyal disfonksiyon sonucu anaerobik mekanizmanın yol açtığı asidozun nöronal hasar yaptığı öne sürülmüştür. Hastalığın klinik bulguları her yaşta ortaya çıkabilir. Daha ileri yaş başlangıcı sık olmasına rağmen 2 yaş altı vakalar bildirilmiştir.4 Hastalığın bulguları klinik olarak inme, nöbetler, laktik asidoz, egzersiz intoleransı, demans, ekstremitelerde güçsüzlük, erken dönemde normal gelişme, kısa boy, hemiparezi veya hemianopsi, başağrısı, bulantı ve kusma, işitme kaybı, BOS proteininde artış, Diğer bulgular ise; miyoklonus, serebellar işaretler, periferik nöropati, kardiyomiyopati, pigmenter retinopati, oftalmopleji, optik atrofi, nefropati, kardiyomiyopati, Wolf-Parkinson-White sendromu, hirsutism ve kutanöz purpuradır.5 Olgu: 5 aylık kız hasta, ailesi tarafından 1 haftadır devam eden huzursuzluk, ağlama şikayetleri ile aile hekimine başvurdu. Takipleri düzenli yapılmış, ölçümleri normal sınırlarda tespit edilmiş, aşıları eksiksiz yapılmış. Anne baba arasında akrabalık yok. Ailede hastalık öyküsü yok. Diğer kardeşleri sağlam sağlıklı olan hasta, solunum ritminde anormallik ve taşikardi saptanması üzerine pediatri uzmanına sevk edildi. Yapılan muayenesinde cheyne-stokes tipi solunum, bilateral zayıf ışık refleksleri, tiz sesli sürekli ağlama saptanan bebek, kan gazında ph:7,23, PCO2:28,8, HCO3:12,2, laktat:8,6, kan şekeri:92mg/dl, WBC:13700 lenfosit hakimiyeti saptanması üzerine yoğun bakımda tedavi altına alınmıştır. Batın USG de anormal bulgu saptanmamış, Kranial USG de cavum septum pellucidum et vergae varyasyonu saptanmış. Difüzyon MR ve MR da Her iki kaudat nükleus seviyesinde ve serebellar hemisferde difüzyon kısıtlanması saptanmış, korpus kollozum agenezisi ile uyumlu görünüm, lateral ventrikülde korposefali görünümü saptanmış, metabolik hastalık lehine yorumlanmıştır. Hasta yoğun bakım izleminin 5.gününde exitus olmuştur. Sonuç: Ülkemizde bebek ölüm sayısı 2013 yılı verisine göre 13 bin 993 iken 2014 yılında 14 bin 821 e yükselmiştir.6 Ülkemizde bebek ölümlerinin büyük çoğunluğu önlenebilir nedenlerle olsa da nadir görülen hastalıklar bebek ölümlerine neden olabilmektedir. Aile hekimleri bebek ve çocuk izlem protokollerine uyarken, düşük prevalans hekimliği de yapmalı, nadir görülen hastalıklar konusunda dikkatli davranmalıdır. PP THE VACCINATION RATES AMONG THE ELDERLY Münevver TULUNAY, Esra AKKAN, Esra DURMUŞ, Cenk AYPAK, Süleyman GÖRPELİOĞLU Ankara Dışkapı Yıldırım Beyazıt Eğitim ve Araştırma Hastanesi Aim: Vaccine-preventable diseases among the elderly are major causes of mortality and morbidity. Vaccinations are reliable, efficient and cost-effective against these diseases. Seasonal influenza, 184

185 tetanus and pneumococcal vaccinations are recommended for the older population (1). The aim of this study is to show the frequency these three vaccinations among the elderly. Methods: The study was conducted in the Family Medicine Department of Dıskapı Training and Research Hospital between and Patients, aged 65 years, who had agreed to participate were enrolled in this study. A questionnaire form including questions about the demographic characteristics, health status and previous vaccinations was completed by allcthe participants. Descriptive statistical analysis was performed. Results: A total of 160 patients (63,1% female, 36,9% male) were included in this study. The mean age of the participants was 72,1±6,09 years. Among the study population 60 (37,6%) patients had at least one chronical disease such as diabetes mellitus, coronary artery disease or asthma/copd; 88 patients (55%) had two or more chronic diseases, only 12 (7,5%) people had no such disease. Twenty two (13,8%) patients had been vaccinated against influenza; 15 (9,4%) patients had been vaccinated against tetanus and only 1(0,6%) patient had been vaccinated against pneumococcal infections. There was no relationship between influenza vaccination status and the demographic characteristics or having a chronic disease (p 0.05). There was a relationship between gender, marital status and tetanus vaccination status. The patients who were male and married were more likely to be vaccinated against tetanus and influenza. Pneumoccocal vaccination rate was too low for analysis. The most frequent barriers against influenza vaccination were: not believing in its effectiveness (46,3%), being unaware of vaccine (35%) and not being able to reach the vaccine (10,8%) respectively. The most frequent barriers against tetanus and pneumoccocal vaccination were: being unaware of vaccination (83,4% vs. 86,7%) and not believing in its effectiveness (15,7% vs. 11,9%). Conclusion: We have found that the frequency of vaccination rate was very low among the elderly. Clinicians should inform people about recommended vaccinations and try to increase the vaccination rates to prevent severe infections among the elderly population. PP 090- NEONATAL KOLESTAZ; BİLİER ATREZİ OLGU SUNUMU Uz.Dr. Merthan TUNAY Korkut Merkez ASM/MUŞ Giriş: Kolestaz safra akımında azalma sonrasında histopatolojik olarak karaciğerde hepatosit ve safra kanallarında safra pigmentinin artışı, klinik olarak ise kan ve değişik dokularda, normalde safra ile atılması gereken bilirübin, safra asitleri ve kolesterol gibi maddelerin birikmesi ile seyreden bir tablodur. Anatomik bozukluklar, enfeksiyöz, metabolik hastalıklar, toksik ve genetik pek çok hastalık etyolojide bulunabilir.(tablo 1) Acil tanı gerektiren neonatal kolestaz nedenleri ekstra hepatik bilier atrezi, sepsis, ürosepsis, galaktozemi, trozinemi ve hipotroidi dir. Fizik muayenede vücut ölçümleri, Dismorfik bulgular(alagille, kromozom anomalileri), deri (döküntü, peteşi, hemanjiom), göz muayenesi (koriyoretinit, katarakt, makülada kırmızı leke), kardiyovasküler sistem(kalp sesleri, üfürüm), solunum sistemi muayenesi (pnömoni), karın muayenesi (asit, splenomegali, situs inversus), ekstremiteler (ödem, asimetri), nörolojik muayene (hipotoni, gelişim bozuklukları) değerlendirilmelidir. Tanı için ivedilikle tam kan sayımı, karaciğer fonksiyon testleri, idrar tetkiki, T4 ve TSH düzeyi, hepatobiliyer usg yapılmalıdır. Kanama kontrolü için K vit yapılmalıdır. Neonatal kolestaz nedenlerinden bilier atrezide yapılacak Kasai ameliyatı için 4 aydan sonra başarı şansı düştüğünden ayırıcı tanı ivedilikle yapılmalıdır. Bilier atrezide ekstrahepatik safra yollarının bir kısmı veya tamamı atreziktir. Sıklığı İngiltere de doğumda 1 dir. Eşlik eden anomali nadir rastlanan bir bulgudur. Neden olarak infantil obstruktif kolanjiopati, viral enfeksiyon, pankreatik reflü hipotezleri öne sürülmüştür. Tedavide hepato-porto- 185

186 enterostomi operasyonu(kasai) yapılır. Tanıda geç kalınması veya cerrahinin başarısızlığı karaciğer nakli gerektirmektedir. Bilier atrezi olgularının yaklaşık %20 sinde iyileşme sağlanır ve 10 yıllık sağkalım oranı %27-54 arasındadır. Tablo 1:Çocuk yaş grubunda Kolestaz nedenleri Karaciğer dışı nedenler Karaciğer içi nedenler Bilier atrezi İdiopatik Neonatal hepatit Neonatal sklerozan kolanjit Alagille sendromu Koledok kisti Konjetintal hepatik fibrozis Maligniteler Caroli hastalığı Metabolik nedenler Trozinemi Üre siklus defekti Wolmann hastalığı Gaucher hastalığı Fruktozemi Zelweger Sendromu İnfeksiyöz nedenler Sepsis Sifiliz Toksoplasmos Listerioz CMV Herpes virüs Hepatit B Koksaki virus Diğer nedenler Rotor, Dubin-Johnson sendromları, Budd Chiari, perinatal asfiksi, konjenital hipotroidi, kistik fibrozis, Menkes sendromu, Alfa-1 antitripsin yetersizliği, neonatal hemokramatozis, Primer sklerozan kolanjit, hipopituitarizm Olgu: 11 aylık erkek hasta, ilk aile sağlığı merkezi başvurusu 8 günlükken, muayenesinde sarılığı saptanmış, ek problem yokmuş, normal vajinal yolla doğmuş, gebelik takipleri sorunsuzmuş. Hastanın ikinci başvurusunda sarılığının devam etmesi üzerine pediatri uzmanına sevk edilmiş. Yapılan ölçümlerinde total bilüribin seviyesi 30 günlükken 8mg/dl olarak saptanmış takip önerilmiş. 45 günlükken akolik gaytası olan hasta tekrar pediatri polikliniğine başvurmuş. Bilüribin seviyesinde düşme olmadığı söylenmiş. Yapılan USG de safra yolları görüntülenememiş, bir özel sağlık kurumunda yapılan USG de ise safra yollarının normal olduğu söylenen hasta, üniversite hastanesine başvurmuş. Üç ay 24 günlükken bilier atrezi tanısıyla opere edilmiş Kasai operasyonu ve biyopsi yapılmış. Biyopsi sonucunda yaygın portal fibrozis, ve safra duktus proliferasyonu, portal kanallarda safra tıkaçları, hepatositlerde kolestaz ve yaygın dev hücre transformasyonu saptanmış. Hasta şuan rutin takiplerine gitmekte tedavi olarak ursodeoksikolik asit, K vitamini kullanmaktadır. Sonuç: Sağlık Bakanlığı nca yayınlanan Bebek, çocuk, ergen izlem protokolleri kitabına göre aile hekimlerinin Gün arası bebek izlemlerinde sarılığın devam etmesi durumunda bebekleri uzamış sarılık etiyolojisi araştırılması için pediatri uzmanına sevk etmesi gerekmektedir. Geç tanı konması halinde ödenen bedelin büyük olduğu bu hastalıklarda, aile hekimlerinin hastalarıyla daha sıkı iletişim kurması ve daha ayrıntılı bilgilendirme yapması olası gecikmelerin önüne geçebilir, bilier atrezi tanısının erken konmasını sağlayabilir. PP BİRİNCİ BASAMAKTA OBEZİTE YÖNETİMİ: OLGU SUNUMU Uz.Dr. Merthan TUNAY Korkut Merkez ASM/MUŞ Giriş: Obezite, Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) tarafından vücutta sağlığı bozacak ölçüde anormal veya aşırı yağ birikmesi olarak tanımlanmaktadır.1 Yetişkin erkeklerde vücut ağırlığının ortalama % 15-20'sini, kadınlarda % 25-30'unu yağ dokusu oluşturmaktadır. Erkeklerde bu oranın % 25, kadınlarda ise % 186

187 30'un üzerine çıkması durumunda obezite söz konusudur. DSÖ verilerine göre dünyada 1,3 milyar kilolu birey, 500 milyondan fazla obez birey vardır ve her yıl 2,8 milyon kişi kiloluluk ve obezite ile ilişkilendirilmiş hastalıklardan hayatını kaybetmektedir.2 Tüm diyabetli hastaların %44 ü, iskemik kalp hastalıklarının %23 ü ve bazı kanserlerin %7-41 i obezite ile ilişkilendirilmiştir.2 Ülkemizde ise Satman ve TURDEP Çalışma Grubu nun yaptığı TURDEP-I ve II çalışmaları sonuçlarına göre kadınlarda obezite %32,9 dan %44,2 ye erkeklerde ise %13,2 den %27,3'e çıkmış ve benzeri bulgular tüm erişkin yaş grupları için de saptanmıştır. TURDEP II ye göre kilolu nüfus kişi, obez nüfus kişi olarak bulunmuştur.3 Türkiye Endokrin ve Metabolizma Derneği kılavuzuna göre obezite tedavisinde yöntemler; tıbbi beslenme tedavisi (günlük enerji alımı kcal azaltılır), fizik aktivite egzersiz ( 3-5 kez/hafta, 30 dakika süreli orta derecede egzersiz ile başlanır ve arttırılarak 5-7 gün/hafta 60 dakikalık süreye çıkılır), davranış değişikliği tedavisi, ilaç tedavisi, bariyatrik cerrahi tedavi olarak tanımlanmıştır.4 Olgu: 46 yaşında erkek hasta, aile sağlığı merkezine fazla kilolarından rahatsız olduğu için başvurdu. Hastaya obezite, obezitenin neden olduğu hastalıklar, tedavi yöntemleri hakkında bilgi verildi. Hastanın beklentileri, yaşam şekli, alışkanlıkları, ailede obezite öyküsü, kilo verme girişimleri, aile desteği sorgulandı. Hasta öyküsünde hareketsiz bir yaşam tarzı olduğunu, evli, 3 çocuklu, devlet memuru olarak memleketinde çalıştığını, ekonomik olarak sıkıntıları olmadığını, sigara hiç kullanmadığını, ilaç kullanımı olmadığını belirtti. Fizik muayenesi yapıldı. Yapılan ölçümlerinde ağırlığı 132 kg, boyu 172 cm, bel çevresi 137 cm, kalça çevresi 110 cm, tansiyon değeri 136/74-128/80 mm Hg, nabız 78 atım/dk saptandı. Vücut kitle indeksi 44,61, bel-kalça oranı 1,24 olarak hesaplandı. Laboratuvar ölçümleri AKŞ: 104 mg/dl, LDL: 134 mg/dl, HDL: 38 mg/dl, Trigliserit: 127 mg/dl, TSH: 1,71 IU/mL, AST: 24 IU/L, ALT: 41 IU/L. Hastaya EKG çekildi, kardiyoloji uzmanına konsülte edildi. Hastaya 5 gün boyunca süregelen yaşantısına devam etmesi ve bu süreçte pedometre kullanması, yediği öğünleri kaydetmesi istendi. Bu süre sonunda kontrole çağrıldı. Günlük adım sayısı ve aldığı kalori hesaplandı. 6 aylık süreçte % kilo kaybı hedefi ile porsiyon hesabı yapılarak beslenme programı düzenlendi. Kalori hesabı yapıldı, günlük ortalama kalori tüketimine göre 750 kcal azaltılarak örnek haftalık diyet verildi. Haftada 5 gün 30 dakikadan başlamak üzere orta dereceli egzersiz önerildi. Başlangıç için haftada bir kontrol önerildi. 4. kontrolünde fizik muayene ve vücut ölçümleri tekrarlandı. İlk ay sonunda vücut ağırlığı 6 kg azalmıştı bel çevresi 134 cm, kalça çevresi ise 109 cm olarak ölçüldü. Hazır gıdalardan uzak durduğunu, meyvesebze tüketimini arttırdığını, günlük yürüyüşlerini rahatlıkla yapabildiğini belirtti, hasta hali hazırda takiptedir. Sonuç: Ülkemizin en büyük sağlık sorunlarından biri olan obezite ile mücadelede en büyük görev şüphesiz aile hekimlerindedir. Günümüzde pek çok kronik hastalığın temelinde hatalı davranışlar yer almaktadır. Hemen hemen tüm kronik hastalıklarda tedavi rehberleri ilk sıraya davranış değişikliğini koymuşlardır. Aile hekimleri disiplinlerinin özellikleri nedeniyle bireylere en yakın, sürekli ve kapsamlı bakımı verirler. Aile hekimlerinin sağlıklı yaşam tarzı değişikliği konusunda hastalarına yardımcı olmaları temel görevleridir. PP 092- Obstructive Sleep Apnea Syndrome and Symptoms in Patients with Varicose Vein: The Effect of Regular Pressured Varicose Vein Stocking Usage Derya Atik 1, Hilal Karatepe 1, Cem Atik 2 Sevgi Ünal 1 Arzu Erkoç 3 1 Osmaniye Korkut Ata University, School of Health, Nursing Division, Osmaniye, Turkey 2 MD, PhD, Private New Life Hospital, Osmaniye, Turkey 3 Recep Tayyip Erdoğan University, School of Health, Nursing Division, Rize, Turkey Introduction: The most commonly seen symptoms of varicose veins, which develop because of venous insufficiency, are; pain, feelings of increased weight, burning, edema, tingling, night cramps, itching, pigmentation, and venous ulcers. All of those symptoms affect the sleep quality and general quality of 187

188 life of patients with varicose vein negatively, and may cause loss of workforce and time. In literature, in patients with chronic venous insufficiency (CVI) and Obstructive Sleep Apnea Syndrome (OSAS) who use compressed varicose vein stockings, the liquid accumulation in the legs during morning hours was stated to be lower, and the amount of fluids flowing to the neck area during night hours was observed to decrease, which was stated to cause a reduction in the number of apnea and hypopnea numbers throughout the night. Varicose vein is a problem frequently encountered by all health professionals. Directing and informing patients on the treatment of varicose veins is very important. For this reason, we planned to investigate the effect of pressured varicose vein stockings on the OSAS frequency and symptoms of patients with varicose veins. Materials and Methods: The study was designed according to the pretest posttest single study group pattern from among experimental research methods. 80 patients were included in the sample. In gathering data for the study, a questionnaire on socio demographic and clinical characteristics, The Berlin Sleep Questionnaire, and the Sleep Quality Scale (PUKO) were used. Data was evaluated using the SPSS 21.0 (SPSS Inc., Chicago, IL, USA) statistics program. Descriptive data was given in arithmetic means ± standard deviations (SD), numbers, and percentage distributions. In examining the relationships between the variables the Paired Samples t-test and Cross tabs were used. Results: Most of the patients were married women, high school graduates, full time workers who didn t use tobacco or alcohol, officers, housewives, or manual laborers. More than half of the patients had a positive history of varicose vein in their families. Most of the patients were seen to be overweight with a CEAP classification of 3. The OSAS risk was identified by having two positive points out of three categories in the Berlin Sleep Questionnaire, which included snoring related questions, patent answered questions on apnea and daytime sleepiness and hypertension and BMI measurements. A month of varicose vein stocking use was seen to decrease OSAS risk (p<0.05). When the OSAS risk distributions of the patients were examined according to BMI, those with lower OSAS risk were seen to be normal or overweight, and those with high OSAS risk were seen to be mostly overweight and obese. A statistically significant difference between low and high OSAS risk groups according to BMI was found (p<0.01). Even though statistically meaningful decreases in pain, cramp, edema, itching, weight feeling and leg fatigue perceptions were seen in patients (p<0.05). Conclusion: The results of the study showed that varicose veins are seen more in women, those who stand up excessively, those with genetic predilection, and those that are overweight or obese. We scientifically determined that symptoms and OSAS risk decreased increased when compressive varicose vein stockings were regularly used. Additionally, patients with high OSAS risk were found to be mostly female patients and overweight or obese patients. Using compressive varicose vein stockings is an indispensible element of conservative treatment in individuals with varicose veins. Even though using compressive varicose vein stockings is not a definitive treatment for varicose veins and OSAS, it contributes importantly to quality of life. PP TERÖR SALDIRILARININ GERİDE BIRAKTIKLARINA DAİR BİR OLGU SUNUMU Dr. Dilara Genç Demirağ 1, Doç. Dr. Serdar Süleyman Can 2, Dr. Zuhal Koç Apaydın 3, Yrd. Doç. Dr. Tuncer Kılıç 1 1 Yıldırım Beyazıt Üniversitesi, Aile Hekimliği Anabilim Dalı, Ankara. 2 Yıldırım Beyazıt Üniversitesi, Psikiyatri Anabilim Dalı, Ankara. 3 Ankara Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Psikiyatri Kliniği, Ankara. GİRİŞ: Terör, rastgele veya sembolik olarak seçilmiş bir grup mağdur kullanılarak toplumun genelinde kronik korku durumu oluşturmak amacıyla gerçekleştirilen saldırılardır. Terör saldırıları sonucu oluşan fiziksel yaralanmalara mental sorunlar da sıklıkla eşlik etmektedir. Bununla beraber, yapılan 188

189 çalışmalarda fiziksel yaralanma olmaksızın terör olaylarına şahit olanlarda da artmış oranda post travmatik stres bozukluğu (PTSB) görüldüğü gösterilmiştir. OLGU: Bu olgumuzda Ankara da meydana gelen 17 Şubat 2016 ve 13 Mart 2016 tarihli terör olaylarına şahit olan bir hastamızdan bahsedeceğiz. Yirmi beş yaşında kadın hasta, yaklaşık bir aydır devam eden kabus görme, çarpıntı, koşan insanlar gördüğünde panik olma şikayetleri ile kliniğimize başvurdu. Özgeçmişinde hipotiroidi dışında özellik olmayan hastamızın daha önce psikiyatri başvurusu bulunmamaktaydı. Soy geçmişinde de dayısında organik nedenli psikoz dışında özellik yoktu. Hastamız Ankara Kızılay da bir kozmetik mağazasında çalışmakta olup, 17 Şubat 2016 ve 13 Mart 2016 tarihlerinde gerçekleşen terör olayları sırasında işyerindeymiş. 17 Şubat 2016 tarihli terör olayında gürültüleri duymuş, çok sayıda ambulansın olay yerine doğru gittiğini görmüş. 13 Mart 2016 tarihli terör olayında ise patlamayı görmüş. Patlamanın ardından olay yerindeki insanlar sığınmak amacıyla hastamızın çalıştığı mağazaya doğru koşmuşlar. Hastamız içeriye koşarak giren çok sayıda insan gördükten sonrasını hatırlamıyormuş. Çevredeki insanların söylediğine göre işyerinden çıkarak olay yerine doğru yürümüş, hastamızı iş arkadaşları durdurmuşlar. O günden sonra koşan birilerini gördüğünde panik oluyor ve çarpıntısı oluyormuş, sürekli kötü bir şey olacakmış gibi hissediyormuş ve gece kabus görerek uykudan uyanıyormuş. Hastanın ruhsal durum muayenesinde duygulanımı anksiyözdü. Konuşma miktar ve volümü normaldi. Düşünce içeriği şahit olduğu terör olaylarıyla ilgiliydi. Çağrışımları amaca uygundu. Gerçeği değerlendirme ve yargılaması sağlamdı. Psikofizyolojisinde insomnia ve özellikle hatırlatıcılara maruz kaldığında ortaya çıkan çarpıntı mevcuttu. Hastaya akut stres tepkisi ön tanısı ile terapötik görüşme yapıldı. Sertralin 50 mg/gün tedavisi başlanarak iki hafta sonra kontrole çağırıldı. TARTIŞMA : Terör sembolik hedef topluluğuna verdiği fiziksel hasarın dışında toplumun geniş kesiminde kronik korku durumuna yol açar. Yapılan çalışmalarda terör olaylarına şahit olanlarda artmış oranda PTSB görüldüğü gösterilmiştir. 3 Ocak 2008 de Diyarbakır da gerçekleşen terör saldırısına şahit olanlar üzerinde yapılan bir çalışmada 1. ayda muhtemel PTSB varlığı ile 3. ay sonunda PTSB varlığıarasında anlamlı pozitif ilişki bulunmuştur. Bizim olgumuzda olduğu gibi erken dönemde başvuran ve travma sonrası stres belirtileri gösteren hastalar ileride PTSB geliştirmeye aday hastalar olacağından gerekli psikiyatrik destek verilmeli ve takip edilmelidir deutoya Adası nda gerçekleşen terör olayına şahitlik edenler üzerinde yapılan bir çalışmada travma hatırlatıcılarına maruz kalmak ile PTSB kriterlerini karşılama arasında anlamlı ilişki bulunmuştur. Bizim hastamız travma hatırlatıcısı olarak koşan insanlar görmeyi tanımlamaktaydı. Travma hatırlatıcıları ile baş etme yollarının öğrenilmesi PTSB gelişimini önlemede önemli bir rol oynayacaktır. Sonuç olarak ülkemiz ve dünyanın konjonktürel durumu itibarı ile yaygın bir terör tehdidi karşısında bulunmaktayız. Sağlık çalışanları olarak bu durum bizleri yeni psikopatolojilerle baş etmek durumunda bırakmaktadır. Bu nedenle travma hastaları ve mağdurları hakkında nasıl bir yaklaşım sergilenmesi gerektiği hakkında bilgi ve deneyimlerimizi artırmamız bir zorunluluk haline gelmiştir. Bu vakada sadece travmaya maruz kalanlar değil şahit olanlarda da çeşitli psikopatolojiler görülebileceği anlatılmaya çalışılmıştır. PP Dizüri Şikayetiyle Gelen Yeni Tanı Diyabet Tanısı Alan Hasta, Olgu Sunumu Murat Yıldız 1, Seval Müzeyyen Ecin 2, Agah Bahadır Öztürk 3 1 Adıyaman Kahta Göçeri Devlet Hastanesi Aile Hekimliği Polikliniği, 2 Adıyaman Kahta Göçeri Devlet Hastanesi Dahiliye Polikliniği 3 Adıyaman Üniversitesi Tıp Fakültesi Aile Hekimliği ABD, S.B. Adıyaman Üniversitesi Eğitim ve Araştırma Hastanesi Giriş: Aile hekimleri, esas olarak yaş, cinsiyet ve rahatsızlık ayrımı yapmaksızın tıbbi bakım arayan her bireye kapsamlı ve sürekli bakım sağlamadan sorumlu kişisel doktorlardır. Aile hekimleri rahatsızlıkların 189

190 toplum içindeki prevalansı ve insidansıyla belirlenen özgün karar verme sürecini kullanabilmelidir.1 Diyabet prevalansı tüm dünyada giderek artmaktadır. Ülkemizde yapılan TURDEP-II çalışmasında diyabet sıklığı 20 yaş üzeri grupta %13,7 olarak belirlenmiştir.2 IDF 2013 verileri, dünyada 382 milyon diyabetli bireyin yaşadığını ve 2035 yılında diyabetli nüfusun 592 milyona ulaşacağını göstermektedir3 Çoğunlukla Tip 2 diyabet hastalarına uzun yıllar tanı konmaz ve hastalık yavaş yavaş gelişir ve erken evrelerde hastalar klasik diyabet semptomlarını yeterince farketmezler.4 Diyabetes mellitusun poliürü, polidipsi, polifaji veya iştahsızlık, halsizlik, çabuk yorulma, ağız kuruluğu, noktüri gibi kalsik semptomları ile, daha az görülen; bulanık görme, açıklanamayan kilo kaybı, inatçı enfeksiyonlar, tekrarlayan mantar infeksiyonları, kaşıntı gibi semptomları bulunmaktadır5 Bu olgu sunumumuzda dizüri, kötü kokulu vajinal akıntı, kaşıntı şikayetiyle başvuran hastaya, yeni tanı diyabet teşhisi konulmasında multidisipliner yaklaşımın öneminin vurgulanması amaçlandı. Olgu: 37 yaşında ev hanımı, kadın hasta, polikliniğimize idrar yaparken ağrı, yanma, kötü kokulu vajinal akıntı, kaşıntı şikayeti ile başvurdu. Hastanın bilinen bir hastalığı yoktu. Soygeçmişinde annesinde Diyabet hastalığı olduğu öğrenildi. Yapılan fizik muayenesinde boy: 158 cm, kilo:75 kg, vücut kitle indeksi: 30,04, TA:117/78 nabız:86 ve diğer sistem muayenelerinde patolojik bir bulgu saptanmadı. Şikayetine yönelik istenen tam idrar tetkikinde dansite:1,015, Ph:5,0, Glukoz:+++, Protein:negatif, Keton: negatif, Nitrit:negatif, Bilirubin:negatif, Ürobilinojen: negatif Eritrosit:negatif, Lökosit:negatif olarak geldi. TİT te üç pozitif glukoz gelmesi üzerine hastadan parmak ucu şeker ölçümü yapıldı. Sonucun kalibrasyonu düzenli kontrol edilen hastanemizde kullanılan cihazla nicel ölçüm yapılamayacak kadar yüksek düzeyde gelmesi üzerine, hastadan detaylı kan tahlili istendi. Kan tahlillerinde Lökosit:8,0, Hemoglobin:13,6, Hematokrit:40,0, Trombosit: , Glukoz:709,44, Kreatinin:0,47, AST:25,9, ALT:45,69, Alkalen Fosfataz:149,05 tespit edildi. Hastaya kontrol altında olmayan diyabet hastalığı tanısı konuldu. Hastaya acil serviste gerekli tıbbi müdahaleler yapıldı ve medikal tedavisi uygulandı. Acil serviste müşahede de takibe alınan hastanın, medikal yaklaşımla kan şekeri düzeyleri kontrol edilebilir seviyelere düşürüldü. Hastaya tıbbi durumu hakkında detaylı bilgilendirme yapıldıktan sonra yataklı serviste takip edilmek üzere kliniğe yatışı önerildi. Hasta evde bakması gereken yatalak çocuğu olduğunu söyledi ve yatışı kabul etmedi. Hastaya yatarak tedavi alma ret formu imzalatıldı. Diğer şikayeti olan vajinal kötü kokulu akıntı problemine yönelik muayenesi yapılan hastaya Vaginal kandidiyazis tanısı konuldu. Medikal tedavisi reçete edildi. Hastaya tanısı konulan diyabet hastalığına yönelik detaylı eğitim ve bilgilendirme yapıldı. Hasta acil servisten poliklinik kontrolü önerilerek taburcu edildi. Poliklinik kontrolünde değerlendirilen hastaya kliniğe yatarak takip edilmesi tekrar önerildi. Klinikte takibe alınan hastanın yapılan kan tetkiklerinde: Glikolize Hemoglobin (HbA1C): 15,2, Total kolesterol:154 mg/dl, trigliserid:130 mg/dl, LDL:91 mg/dl, VLDL:26 mg/dl olarak sonuçlandı. Kc ve Bb fonk. Testleri normal sınırlarda olan hastaya diyabet hastalığı tanısı konuldu. Klinik takibinde vital bulguları stabil seyreden hastaya ölçülen kan şekeri düzeylerinin takibi ile insülin tedavisi planlandı ve metformin başlandı. VKİ değerlendirilen hastaya medikal tedavisine ilaveten yeni tanı hastalığı da göz önüne alınarak tıbbi beslenme tedavisi ve egzersiz programı planlandı. Klinik takiplerinde sorun yaşanmayan ve kan şekeri regülasyonu sağlanan hasta tekrar bilgilendirilme yapılarak, bir ay sonra poliklinikten kontrol edilmek üzere önerilerle taburcu edildi. PP SAĞLIK BİLİMLERİ FAKÜLTESİ KIZ ÖĞRENCİLERİNDE PREMENSTRÜEL SENDROM SIKLIĞI VE BAŞ AĞRISI İLİŞKİSİ Züleyha Kıyunat 1, Ayça Çetinbaş 2, Serdar Öztora 1, Ayşe Çaylan 1, H. Nezih Dağdeviren 1 1. Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi Aile Hekimliği Anabilim Dalı 2. Trakya Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Beslenme ve Diyetetik Bölümü 190

191 GİRİŞ-AMAÇ: Menstrüasyon kadınların yaşamlarındaki yaklaşık yıllık bir bölümü kapsayan, her ay düzenli olarak yaşadıkları fizyolojik bir olaydır. Premenstrüel sendrom; menstruel döngünün luteal fazında meydana gelen fiziksel, duygusal, davranışsal ve bilişsel semptomların bir arada görüldüğü değişiklikler olarak tanımlanmaktadır ve bu değişiklikler genellikle menstruasyonun başlamasından sonra kaybolma eğilimindedir. Premenstrüel sendromun bileşenlerinden birisi olan, toplumda ağrılı durumlar içerisinde oldukça yaygın olarak görülen baş ağrısı, sağlık hizmetlerinin kullanımını ve maliyetlerini arttırması bakımından önemli derecede ekonomik yük oluşturan ve iş gücü kayıplarını ciddi boyutlara ulaşmasına sebep olan bir problemdir. METOT: Araştırmanın Trakya Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi nde eğitim-öğretim yılı içerisinde öğrenim gören gönüllü kız öğrencilere yapılması planlanarak, araştırmacı tarafından hazırlanan anket formu ve ölçek fakülte binası içinde yüz yüze doldurularak uygulanmıştır. Bu çalışmanın örneklemini gönüllü, 18 yaş ve üzerinde, Trakya Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi nde öğrenci olan 79 kişi oluşturmaktadır. Katılımcılara sosyodemografik özellikleri, menstrüasyon durumu ve baş ağrısını sorgulayan 30 soruluk anket formu ve 44 soruluk Premenstrüel Sendrom Ölçeği (PMSÖ) uygulandı. BULGULAR: Çalışmaya toplam 79 kişi katıldı. Çalışmaya katılanların yaş ortalaması 19,78±1,15 yıl (min. 18, max. 24) olarak saptanmıştır. PMSÖ ile elde edilen verilere göre, adet gören öğrencilerin %27,3 ünde premenstrüel sendrom (PMS) olduğu saptanmıştır. Ölçekten elde edilen puanların ortalaması 93,27±36,17 puan (min. 44, maks. 209 puan), ortanca değer 86 puan olarak hesaplandı. Adet görenlerin %62,3 ünde adet başlangıcından önceki 2 gün ve adetin son günü arasında baş ağrısı olduğu tespit edilmiş olup, baş ağrısı ve PMS varlığı arasındaki ilişki değerlendirildiğinde istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık olduğu saptanmıştır (p<0,05). Öğrencilerde PMS varlığında günlük yaşamlarının etkilenmesi arasında istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki olduğu belirlenmiştir (p<0,05). TARTIŞMA: PMS varlığının öğrencilerin günlük yaşamlarını etkilediğini saptadığımız çalışmamız, PMS nin işlevselliği ve verimliliği azalttığını gösteren diğer literatür bulgularını destekler niteliktedir. Perimenstrüel baş ağrısı olan kadınların çoğunda PMS bulgularının görüldüğü ve bu baş ağrısının uzamış östrojen etkisinin ortadan kalkması sonucunda tetiklenmesi yönündeki literatür bilgileri ile uyumlu olarak çalışmamızda da PMS ve baş ağrısı arasında anlamlı bir ilişki olduğu bulunmuştur. SONUÇ: Birinci basamakta tanı ve tedavisinin mümkün olduğu PMS özellikle baş ağrısı ile birlikte görüldüğünde genç kızların günlük yaşamlarını olumsuz yönde etkileyen bir problem olarak karşımıza çıkmaktadır. PMS nin çeşitli problemlerin bir araya geldiği bir bütün olduğu düşünülerek, bütüncül bir yaklaşım izlenerek, biyopsikososyal olarak ele alınmasının PMS ile baş etmeye yönelik etkili olacağı düşünülmektedir. PP BİYOPSİKOSOSYAL YAKLAŞIMIN SİNEMA ÖRNEĞİ: PATCH ADAMS Numan Güvenç 1, Hamit Sırrı Keten 2, Oğuz Işık 3, Mustafa Haki SUCAKLI 1 1. Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi, Aile Hekimliği Ana Bilim Dalı, Kahramanmaraş 2. Kürtül Aile Sağlığı Merkezi, Kahramanmaraş 3. Beyoğlu Aile Sağlığı Merkezi, Kahramanmaraş 1998 tarihinde ABD de gösterime giren sinema filmi Patch Adams duygusal ve didaktik öğeler taşır. Yaşanmış bir hayat hikâyesine dayanan filmin başrolünde Robin Williams vardır. İntihar eğilimli biri olarak girdiği psikiyatri kliniğinde gördüklerinden sonra Hunter Adams (Robin Williams) yani patch (Lakabı) kendine yeni bir amaç edinmiştir. Klinikten çıktıktan sonra bu amacı gerçekleştirmek için, tıp fakültesine öğrenci olarak girer. Okulda başarılı bir öğrenci olmasına rağmen, idealleri fakültenin klasik akademisyenlerince onaylanmaz ve tepki görür. Amacı, hasta doktor ilişkisine yeni bir boyut 191

192 kazandırarak, problemlere farklı bir açıdan bakmak ve tedaviye katkıda bulunmaktır. Yoksul hastalar için bağışlarla özel bir klinik açmaya kadar girişimlerini sürdüren Adams, tedavi hizmetlerinde yaptıklarıyla ünü ülke çapına yayılmıştır. Hayatın tümü eve dönmektir diye başlar film, kaybolmuşluğu; günlerce eve dönmek için kar altında daireler çizerek evin yolunu aramaya benzetir Hunter. Dante ye göndermeler yaparak, hayatın doğru yolu bulma serüveni olduğunu vurgular. İşte bu iç fırtınalarla psikiyatri kliniğine yatırılan Hunter ilk tanıştığı dahi deli hastadan, Arthur dan bir soru alır, elini göstererek kaç parmak görüyorsun der ve serüven başlar. Psikiyatri kliniğinde ilk doktor görüşmesinde hasta yaklaşımında bir eksiklik hisseder, sanki hastalar makinedir ve doktorlar tamircidir, yani herşey somuttur. Halbuki onu buraya taşıyan herşey soyuttur ve tedavi olmak için geldiği hastanede hayal kırıklığı yaşar. Bir gece Hunter dahi deli Arthur u ziyaret eder, iletişimi ret eden Arthur un kahve akıtan bardağını yama yapıştırır. Bunun üzerine Arthur kendini açar ve yeniden dört parmağını göstererek saydırır bu sefer gözlerini parmaklara değil arkaya kendine odaklamasını ister ve kaç parmak görüyorsun diye sorar. Hunter bu sefer doğru cevap verir sekiz parmak görüyordur, odak değişince görüntü çiftleşmiştir. İletişimin temelinin karşı tarafın ihtiyacını anlamaya dayalı olduğunu, kahve bardağına yama yaparak sembolize eden filmde artık baş karekterin adı Patch yani yama olmuştur ve filmin mottosu çıkar probleme odaklanma insana odaklan. Filmde kalıp iletişim kurallarıyla kalıp ilişkiler kurulacağına bu yüzden hasta doktor ilişkisinde kalıp dışı iletişim yöntemleri uygulanması gerektiği, aksi halde, sağlıklı bir iletişim olmadan, hastanın iyileşmeden hastalığının iyileşmeyeceği vurgulanıyor. Sade biyolojik yaklaşımın yanında psikososoyal yaklaşım tamda bu mottoyla örtüşmektedir. Biyopsikososyal yaklaşım ise bir tıp disiplini olan Aile Hekimliğinin omurgasıdır. Filmde sade biyolojik yaklaşımla biyopsikososyal yaklaşımın sert çatışmaları vardır. Sade biyolojik yaklaşımın tezi, doktorun hastasıyla duygusal bir iletişimde olmasının onu mesleğinin profosyonelliğinden uzaklaştıracağıdır. Filmde biyopsikososyal yaklaşımın sembolü Patch ise Tıbbın amacının yaşam kalitesini artırmak için hastaya aynı seviyeden bakmak gerektiğini bunun ise etkili iletişimle gerçekleşeceğini, etkili iletişimin şartının da maddeye değil ruha hitabetle başlayacağını, ardından maddenin açılacağını savunmuştur. Patch Adams tıbbiyeli öğrencilere biyopsikososoyal yaklaşımın öğretilmesi amacıyla kullanılması gereken bir sinema sanatı örneğidir, sadece iyi huylu bir doktorun hayat hikayesi değildir. PP AYAKTAN TANI VE TEDAVİ ORTAMLARINDA ASİSTAN EĞİTİMİNİN YAPILANDIRILMASI Adem Parlak 1, Salim Özenç 2, Sedat Develi 3 1 Cumhurbaşkanlığı Muhafız Alayı BBM ve ASM, Ankara, Türkiye 2 Diyarbakır Asker Hastanesi Aile Hekimliği Servisi, Diyarbakır, Türkiye 3 Gülhane Askeri Tıp Fakültesi Anatomi ABD, Ankara, Türkiye Amaç: Uzmanlık eğitiminin bir kısmı poliklinik şartlarında gerçekleşmektedir. Bu nedenle poliklinik ortamlarının da eğitim verilebilecek şekilde yapılandırılması önem arzetmektedir. Bu yazı ile eğiticilerin ayaktan tanı ve tedavi ortamlarında eğitim özelliklerini hatırlamaları ve eğitim modelleri hakkında bilgi sahibi olmaları amaçlanmıştır. Gereç ve yöntem: Ayaktan tanı ve tedavi ortamlarında asistanlar sık görülen ve yatış gerektirmeden tedavi edilebilecek bir çok hastalıklarla karşılaşarak profesyonel bilgi, beceri ve tutumlarını geliştirmektedirler. Ancak ayaktan tanı ve tedavi ortamlarında etkin bir eğitim sağlanması için eğiticilerin/akademisyenlerin de bazı hususlara dikkat etmeleri gerekmektedir. Ayaktan tanı ve tedavi ortamları genellikle hastanın ihtiyaçlarına gore düzenlenmiş ve eğitim açısından plansızdır. Bu gibi ortamlarda asistanların eğitim ortamına uyumunu sağlamak, performanslarını izlemek, zamanında geri 192

193 bildirim vermek ve sorumluluk almalarını sağlamak akademisyenin en önemli görevidir. Bu görevleri yerine getirebilmek için akademisyenlerin / eğiticilerin iyi bir planlama yapmaları gerekmektedir. Bu ortamlarda yeterli ve etkin eğitim verilebilmesi için; eğiticilerin ve öğrencilerin bu konuda eğitim almaları sağlanmalı, yürütülen programın hedefleri açıklanmalı, ekip üyeleri ile asistanlar tanıştırılmalı, eğitimle ilgili muayene odasının dışında bir yer belirlenmeli, kliniğe başlamadan once geçmiş deneyimler ve şuandaki öğrenme ihtiyaçları belirlenmeli, eğitim modeli belirlenerek hasta ile asistanın karşılaşması sağlanmalı, olumlu öğrenme ortamı sağlanmalı, anında geri bildirim verilmelidir. Ayaktan tanı ve tedavi ortamlarında eğitim planlanırken şu modellerden faydalanılmaktadır: Geleneksel model, mikrobeceri modeli ve SNAPPS.Geleneksel modelde standart bir biçimde hazırlanan vaka asistan tarafından sunulmaktadır. Eğitici hasta öyküsü ve fizik muayene bulgularının daha iyi kavranması için ayırıcı tanıya gidilmesi ve tedavi planı oluşturulması için sorular yöneltirler. Eğitici bu modelde otoriterdir. Eğitim hedefleri geneldir ve her bir öğrencinin düzeyini dikkate almaz. Mikrobeceri modelinde eğitimin kontrolü hem eğitici de hem de öğrencidedir. Bu modelde öğrenci olguyla ilgili düşüncelerini ifade etmekte, öğrencinin bilgi ve akıl yürütmesi değerlendirilmekte, olguya özel genel kurallar öğretilmekte, öğrencinin doğru yaptıkları ile ilgili geribildirim verildikten sonra eksik yönleri düzeltilerek yapıcı bir geri bildirim verilmektedir. SNAPPS modeli; öğrenci tarafından başlatılıp yürütülmektedir. Eğitici sadece rehberlik yapmaktır. Fakat bu modelin uygulanması için eğiticinin ve öğrencinin de eğitim alması gerekir. Öğrenci, öğrenme hedefini vakaya gore belirler, disiplinli, düzenli, günlük ve hasta odaklı olmalıdır. Anlaşılacağı üzere SNAPPS ve mikrobeceri modelleri öğrenci merkezli olup eğitim için daha uygundurlar. Bulgular ve Sonuç: Ayaktan tanı ve tedavi ortamlarında yapılandırılmış eğitim verilmesi eğitici ve asistan arasındaki ilişkiyi geliştirmekte, asistanın bireysel ihtiyacına yönelik klinik deneyim kazanmasına aracılık etmekte, öğrencinin çok sayıda hasta görmesini ve ayırıcı tanı yapabilmesini sağlamakta, ekip içi iletişiminin güçlenmesine katkı yapmakta, öğrencilerin benzer klinik problemlerle bir çok kez karşılaşmasını sağlamakta ve üst düzey bilişşsel öğrenmenin gerçekleşmesini sağlamaktadır. PP H1N1 İNFLUENZA ENFEKSİYONUNUN YOĞUN OLDUĞU AYLARDA ANTİBİYOTİK REÇETELEME DURUMU Eda Gül Şahin, Selin Samsum, Setenay Dilara Yazır, Elif Hilal Ünverdi, Murat Ünalacak, Bünyamin Işık Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Aile Hekimliği Anabilim Dalı Giriş: Grip; çoğunlukla boğaz, burun, bronşlar ve akciğeri etkileyen ve bir hafta içinde sonlanan viral bir enfeksiyondur. Karakteristik olarak yüksek ateş, kas ağrısı, baş ağrısı, non-prodüktif öksürük boğazda yanma ve burun akıntısı gibi semptomları vardır. Kolaylıkla insandan insana damlacık yolu ile bulaşır. Birçok enfekte insan, gribi 1-2 hafta içinde medikal tedaviye ihtiyaç duymadan atlatır. En çok çocuk, yaşlı, ciddi komorbiditesi olan kişilerde önemli komplikasyonlara neden olabilir.1 Çalışmamızda değişen hava koşullarında ve dünyada domuz gribinin, doğal olarak da domuz gribi ile ilgili haberlerin arttığı aylarda, polikliniklerimize boğazda yanma, ateş, öksürük, burun-geniz akıntısı ile başvuran hastaların antibiyotik ihtiyaçlarının belirlenmesi ve gerçek tedavi gereksinimi olan hastaların domuz gribi yoğunluğunun arttığı aylar ile olan ilişkisinin incelenmesi amaçlanmıştır. Materyal-Metod: Çalışmamız retrospektif bir çalışmadır. Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Aile Hekimliği Ana Bilim Dalı Polikliniklerine Ocak-Şubat 2016 aralığında başvuran 1662 hasta dosyası taranmış ve üst solunum yolu enfeksiyonu ya da alt solunum yolu enfeksiyonu tanısı alan 566 olgu çalışmaya dahil edilmiştir. Hasta yaşı, cinsiyeti, şikayeti, konulan tanısı, antibiyotik kullanımı, ikinci başvuru olup olmadığı ve ikinci başvuru mevcut ise bu başvuruda antibiyotik reçete edilip edilmediği kayıt edilmiştir. 193

194 Bulgular: Çalışmaya dahil edilen 566 olgunun 351 (%62.02) tanesi Ocak ayında olup; bunların da 340 (%96.86) ı üst solunum yolu enfeksiyonu, 11 (%3.14) i alt solunum yolu enfeksiyonu tanısı almıştır. 351 olgudan şikayetlerinin geçmemesi üzerine tekrar başvuru yapan olgu sayısı 36 (%10.25) dır. Bu 36 olgunun 15 (%41.66) ine tedavi verilmemiş olup, 6 (%16.66) sına mevcut tedavisine devam önerilirken, 13 (%36.11) üne ilk kez antibiyotik başlanmış olup, 2 (%5.55) sine de antibiyotik değişikliği yapılmıştır. Toplam antibiyotik reçete sayısı 194 (%55,27) tür. 194 reçetenin 68 (%35,05) i amoksisilin klavulanik asittir. Çalışmadaki 566 olgunun geriye kalan 215 tanesi Şubat ayında olup; 204 (%94.88) ü üst solunum yolu enfeksiyonu, 11 (%5.12) i alt solunum yolu enfeksiyonu tanısı almıştır. 215 olgudan 23 (%10.7) ü şikayetlerinin geçmemesi üzerine tekrar başvurmuş, 7 (%30.43) sine ilk kez antibiyotik tedavisi başlanmıştır, 13 (%56.52) üne yeni bir tedavi verilmemiştir, 3 (%13.04) ünün de antibiyotiği değiştirilmiştir. Toplam antibiyotik reçete edilen olgu sayısı 79 (%36,74) dur. 79 reçetenin 62 (%78,48) si amoksisilin klavulanik asittir (Figür 1, Tablo 1) ASYE Figür 1. Ocak Şubat aylarında başvuru sayıları ve tanılara göre dağılımları ile reçete edilen antibiyotik sayıları ve dağılımları Tablo 1. Ocak Şubat aylarındaki başvuru sayısına göre antibiyotik reçete edilme oranları Başvuru Sayısı Antibiyotik Reçete Sayısı % Ocak Ayı Şubat Ayı Tartışma: Dünya Sağlık Örgütü verilerine göre Türkiye de domuz gribi vakalarının görülmesi 2016 yılı ilk 4 haftasında artarken sonraki 4 haftada belirgin oranda azalmaktadır (Figür 2).2 Yaptığımız çalışmada Ocak ayı influenza vaka sayısı Şubat ayı vaka sayısına göre Dünya Sağlık Örgütü nün verileri ile korele olarak yüksektir. Ancak, influenza viral bir enfeksiyon olmasına rağmen antibiyotik reçete oranı Ocak ayında Şubat ayına oranla belirgin olarak yüksek bulunmuştur. Bu belirgin farkın nedeninin medyada çıkan domuz gribi haberleri ve hastalardaki tedirginliğin hekimlerdeki yansıması olabileceği düşünülmüştür. Hastaların influenza konusunda bilinçlendirilmesi ve gereksiz antibiyotik kullanımının zararlarının anlatılmasının hem hastalardaki tedirginliği, hem antibiyotik yazımı konusundaki ısrarları ve hekim üzerindeki psikolojik baskıyı azaltacağı düşünülmüştür. 194

195 Figür 2. Dünya Sağlık Örgütü nün Türkiye de domuz gribi verileri PP NADİR BİR İNTESTİNAL OBSTRÜKSİYON NEDENİ: MECKEL DİVERTİKÜL TORSİYONU Ahmet ÜNAL 1, Hakan ERPEK 2, Erkan KARACAN 2, Murat DEMİR 2, Akay EDİZSOY 2, Şadi BALLI 2 1 Aile Hekimliği Anabilim Dalı, Adnan Menderes Üniversitesi, Aydın 2 Genel Cerrahi Anabilim Dalı, Adnan Menderes Üniversitesi, Aydın GİRİŞ: Omfalomezenterik kanal artıkları erişkin yaşta çok nadir görülmektedir;ancak genel insidansı tam olarak bilinmemektedir.omfalomezenterik kanal artıkları içinde içinde en sık görülen Meckel divertikülüdür(md).bunların çoğunluğu insidental olarak saptanır.burada torsiyone olarak intestinal obstrüksiyona neden olan bir MD olgusu sunuldu. VAKA SUNUMU: 47 yaşında erkek hasta,3 gündür devam eden karın ağrısı ve gaz gaita çıkaramama şikayeti ile müracaat etti.yapılan muayenesinde batında distansiyon,hassasiyet,rebound ve defansı vardı.rektal tuşede rektum boş olarak tespit edildi.barsak sesi yoktu.lökosit değeri 10620/mm3,üre:16 mg/dl,kreatin:0.72mg/dl idi.ayakta direkt batın grafisinde ince barsak düzeyinde multipl hava sıvı seviyeleri vardı.abdomen bilgisayarları tomografide ileal anslarda distansiyone görünüm ve terminal kesimde aniden incelme ve eşlik eden mezenterik yağlı planlarda hafif dansite artışı ve lineer tarzda serbest sıvı(ileus?) saptandı.daha önce geçirilmiş operasyon anamnezi olmayan hasta akut karın ön tanısı ile ameliyata alındı.ameliyat esnasında uzun bir Meckel divertikülünün olduğu ve bu divertikülün kendi ekseni etrafında dönerek ileum mezosuna yapıştığı ve bu dönme esnasında divertikülün distal kısmındaki barsak ansının lümeninde ileri derecede daralma ve kısmi beslenme bozukluğu olduğu tespit edildi.yapışıklıklar ayrılıp,divertikül detorsiyone edildikten sonra barsakta pasaj probleminin ortadan kalktığı görüldü.barsak ansının beslenmesinin iyi olduğunun tespit edilmesi üzerine divertikülektomi yapıldı.patolojiye gönderilen materyalin incelemesinde içerisinde intestinal ve pankreas dokusu içeren MD saptandı.postoperatif problemi olmayan hasta 8. günde taburcu edildi. TARTIŞMA: MD vitellin kanalın tam olarak kapanmaması sonucu oluşur.genel olarak toplumun %2 sinde görülmektedir.çoğunlukla asemptomatiktir.md nde hayat boyu komplikasyon gelişme oranı 195

196 %4-6 arasında değişmektedir.hastalarda gastrointestinal kanama,intestinal obstrüksiyon,inflamasyon,invajinasyon,umblikal fistül yada perforasyon gibi komplikasyonlar gelişebilmektedir.bu hastalar karın ağrısı,bulantı,kusma,ateş gibi yakınmalarla başvururlar ve en çok akut apandisit ile karışırlar.hastalarde karın radyografisi,abdominal ultrasonografi ve abdomen bilgisayarlı tomografi yardımcı olabilir.md düşünülen olgularda anjiografi ve sintigrafi büyük oranda tanı koydurabilir.semptomatik olgularda ise olgumuzda uygulandığı gibi cerrahi kesin çözümdür. SONUÇ: Sonuç olarak intestinal obstrüksiyonların çok nadir de olsa nedenlerinden biri MD dir.bu nedenle intestinal obstrüksiyon düşünülen hastalarda ayırıcı tanıda akıldan çıkarılmamalıdır. PP Family Medicine Rotation Has Affirmative Role in Family Medicine Residency Choice: Views of Final Year Students at a Medical School Ak Muharrem 1 1 Zirve University EBN School of Medicine, Gaziantep, Turkey. Introduction: Legal regulations are on the agenda of Turkish lawmakers in Turkey to equalize the rights of preventive medicine specialists with the general practitioners. To become a formally educated family medicine specialists preventive medicine specialists must complete the requirements such as preparing and presenting a thesis to the Jurors, 4 to10 nights each month working in the hospitals, and serving in the urban and mostly rural areas selected by the Ministry of Health. On the other hand general practitioners do not need fulfill these requirements. Study Design and Participants : This is a descriptive study conducted with final-year medical students at Inonu University School of Medicine in the academic year The universe of the study was 53 6th- year students who either completed or were in rotations of General Surgery, Psychiatry, Internal Medicine, Pediatrics or Family Medicine. Questionnaire: In addition to demographic information such as age, gender, enrollment year of medical school, students were asked to rank the items that may influence their selection of family medicine residency. Students were given the options of as, very much effective, effective, some degree effect, less effective and no effect. General questions such as, if you would prefer family medicine residency what would affect your decision? were included. Questions about advantage in academic career, short duration of residency, a comprehensive knowledge about common diseases, no night duty, diversity of patients, relatively stronger physician-patient relationship were asked. Results: Almost 70 %of the participants were above the age 25. Female students were 12 (% 29, 39) in number and male students consisted the % 70, 7 (n: 29) of the participants. Majority of the students (% 68, 3) were originally from the city of Malatya. While % 65, 9 of the students were affiliated with the preparation course for the specialization in the medicine examination, 34, 1 (n: 14) of the students did not prefer to attend such courses. Of the students % 46, 3 (n: 19) had completed compulsory family medicine rotation, and % 53, 7(n: 22) had no experience with a family medicine specialty. Discussion: A number of factors may affect a medical students career choice such as high income, influence of family and friends and breadth of clinical skills required Final year medical students who have completed family medicine rotations had no prejudice against family medicine as a distinct specialty. Interestingly enough other than the factors addressed in this study and studies from all around the world, the new legislation if approved by the Supreme Court appears to have the greatest negative impact on medical students to select family medicine residency in Turkey. 196

197 PP 101- Grup Görüşmeleri ve Modelleri Uz.Dr. Merthan TUNAY Korkut Merkez ASM/MUŞ 15 th International Eastern Mediterranean Family Medicine Congress Grup görüşmesi kavramı hekimin bireysel görüşmeler yerine seçilmiş hasta gruplarına hizmet verdiği, zaman ve işgücünün verimli kullanımını sağlayan, benzer sağlık sorunları olan hastalara grup etkileşimi ile daha fazla destek sağlanabilen bir modeldir. Hekimlerin üzerinde giderek artan performans baskısı, sağlıkta planlamanın yetersizliği, artan kronik hastalık bakım yükü alternatif muayene yöntemlerine gereksinimi doğurmuştur. 90 lı yılların başında ilk olarak uygulanmaya başlanmıştır. Amerikan Aile Hekimleri Akademisi verilerine göre ABD de 2005 yılında aile hekimlerinin %5,7 si grup görüşmeleri uygularken, 2010 yılında oran%12,7 ye yükselmiştir. Ülkemizde sağlıkta dönüşüm programının uygulanmaya başlamasıyla 2002 den 2010 yılına kadar birinci basamakta görülen hasta sayısı 2,5 kat artmıştır, aynı dönemde birinci basamakta çalışan hekim sayısı sadece %11 artmıştır. Hekim başına gerçekleşen görüşme sayısında ve dolayısıyla iş yükünde önemli artışa neden olan bu durum alternatif muayene yöntemlerinin önemini ortaya koymaktadır. Sağlığı geliştirici, hastalıklardan koruyucu, iyileştirici, esenlendirici ve destekleyici bakımı sunmakla görevli aile hekimleri bireysel görüşmelere alternatif grup görüşmeleri ile zaman ve işgücünün verimli kullanımını sağlayabilirler. Türkiye kronik hastalıklar ve risk faktörleri sıklığı çalışması 2013 verilerine göre birinci basamakta çalışan hekimlerin kronik hastalıkların yönetimi konusunda yaşadığı en önemli güçlük hastaların ilaç tedavisine (yüzde 61) ve ilaç dışı tedavilere (yüzde 25) uyum sağlayamamasıdır. Hastaların düzenli kontrole gelmemesi, Sağlık Uygulama Tebliğinden kaynaklanan sorunlar, hastaya yeterince zaman ayıramamak ve birinci basamağa gereken önemin verilmemesi yüzde 13 lük bölümü oluşturmaktadır. Karmaşık kronik hastalıklarda hastaların güçlendirilmesi için grup üyelerinin birbirlerine sağladıkları motivasyon ve destek, kendi kendine bakımı öğrenmede, hastalıkla başa çıkma sürecinde grup görüşmelerini tercih edilen bir uygulama haline getirmiştir. Tablo 1. Grup Görüşmelerinin Yararları Hekimler Hastalar Artmış hasta memnuniyeti Güçlendirilmiş hasta Güçlü Hasta-Hekim ilişkisi Yaşam kalitesinde artış Acil servis başvurusunda azalma Obezite, kan basıncı ve kolesterolde azalma Artmış glisemik kontrol, HbA 1C düzeyinde azalma Konsültasyon isteminde azalma İlaç tedavisine uyumda artış Özsaygıda artış Hastalıkları hakkında daha fazla bilgi edinirler. Diğer hastaların tecrübe ve deneyimlerini kazanırlar Hekime ulaşım kolaylaşır. Uzun vadeli sağlığı geliştirir. Özgüveni arttırır. Sorular için fırsat sağlar Hastalıklarıyla mücadele için daha fazla motive olurlar Yaşam kaliteleri artar ABD de sıklıkla uygulanan 3 temel tip grup görüşmesi vardır. Cooperative Health Care Clinics (CHCC), Drop-In Group Medical Appointments (DIGMA), Physical Shared Medical Appointments (PSMA).(Tablo 2) Tablo 2. Grup görüşmesi modelleri CHCC DIGMA PSMA Temel hedef Sadece takip Takip görüşmeleri ve Muayene ve grup 197

198 görüşmeleri veya Muayene görüşmeleri Çoğunlukla Hasta grubu multimorbid geriatrik Kronik hastalıklar Kronik hastalıklar veya kronik hastalar Katılımcı grubun hastalıkları Eğitim içeriği önceden kararlaştırılmış mı? Homojen Heterojen Heterojen Evet Hayır Hayır Belirlenmiş düzenli Hastalar ne zaman aralıklarla(aylık-15 Sadece tıbbi Sadece tıbbi katılır? günlük) veya tıbbi gereksinim varsa gereksinim varsa gereksinim olduğunda İdeal grup büyüklüğü Hekim, hemşire, Hekim, yardımcı yardımcı sağlık Hekim, hemşire, kayıt sağlık personeli, Gerekli personel personeli, gereksinim personeli, davranış kayıt personeli, duyulduğunda konuk terapisti psikolog, sosyal konuşmacı çalışmacı Cooperative Health Care Clinics(CHCC): Genellikle kronik hastalığı olan veya sıklıkla tıbbi kaynaklara ihtiyacı olan yaşlı hastalara bakım sağlamak amaçlı kullanılır. Hekim, hemşire kalan katılımcıların vital bulgularını ve diğer ölçümlerini alırken, her hasta için tek tek beşer dakika ayırır. CHCC genellikle 2 ila 2,5 saat arasında sürer ve bir defada en fazla 20 hasta ile yürütülür. Hasta verilerini toplamak ve kişisel oturumları iletmek için yaklaşık 30 dakika ayrılmalı; geriye kalan zaman da grubun ilgilendiği konuları, endişeleri ortaya çıkarmak, eğitim materyallerini temin etmek ve katılımcıların sorularını yanıtlamak için harcanmalıdır. Bu gruplar ihtiyaca göre aylık veya 3 ayda bir olarak bir araya getirilir. CHCC mutlaka en az bir hekim içerirken ayrıca beraberinde çeşitli uygulayıcıları da içerebilir. CHCC hasta ve sağlayıcı tarafından gönüllü olarak yürütülen bir tedavi sistemidir. Belki de bu modelin en büyük gücü kanıta dayalı olmasından gelir. Bu tür grup görüşmeleri hasta-hekim ilişkisini geliştirir, katılımcıların memnuniyetini üst düzeye çeker, sağlık hizmetinin kalitesini artırdığı gibi hastane ve acil servislere düşen iş yükünü azaltır. Bunlarla birlikte CHCC modeli interaktif etkileşimi sürdürebilmek, salt eğitim veren bir eğitim programının ötesine geçebilmek için devamlı takip ve katılımcıları her yönden destekleyebilmek için çaba harcamayı gerektirir; aynı zamanda etkin hizmet sunabilmek için deneyim şarttır. Physical Shared Medical Appointments(PSMA): Diyabet, astım, koah, kalp yetmezliği gibi kronik hastalıklarda kullanılan hastaların hastalıklarıyla başa çıkma yöntemlerini geliştirme ve problem çözme yeteneklerini arttırmaları amacıyla kullanılan davranış değişikliği hedeflenen bir grup görüşmesi yöntemidir. Bu model 1999 yılında fizik muayeneyi birinci basamakta veya özelleşmiş alanlarda, mevcut kaynakları kullanarak geliştirme ihtiyacından doğmuştur. Böylelikle bu model dâhiliye hekimlerine, aile hekimlerine veya başka herhangi bir uzmanlık alanından hekimlere fizik muayeneye ayrılan aynı zaman diliminde iki veya üç kat daha fazla etkinlikte çalışma olanağı sunmaktadır. Burada; fizik muayeneye erişimi geliştirmek, bir yandan hasta mahremiyetini korurken diğer yandan hekim ve 198

199 hasta memnuniyetini ve bakımın kalitesini artırmak amaçlanmaktadır. PSMA çoğunlukla grup görüşmesi bünyesinde, pek çok sayıda hastaya, aynı anda fizik muayene uygulama modelidir. Bu model, fizik muayenenin hastaya özel kısmının ayrı bir muayene odasında, hastaya şahsi olarak uygulanması ile belirli seviyeden hasta mahremiyetini de sürdürmeyi hedefler. PSMA yı, diğer grup görüşmeleri modellerinden ayıran en önemli özellik; PSMA nın tam fizik muayeneyi etkin bir şekilde, hasta mahremiyetini de koruyarak, destekleyici ve bilgilendirici bir grup bünyesinde sunmayı hedeflemiş olmasıdır. Drop-In Group Medical Appointments(DIGMA): DIGMA modeli 1996 yılında hekimlerin aynı çalışma süresi içinde daha fazla hastaya sağlık hizmeti verebilme ihtiyacından doğmuş olup zamanla bu yöntemin hem hekim hem hasta memnuniyetini artırması ile geliştirilmiştir. DIGMA hekime, hastaların bireysel kısa hasta görüşmelerinde yeteri kadar ortaya koyamadıkları psikolojik ve davranışsal sağlık ihtiyaçlarını belirleme fırsatı sağlar. DIGMA lar ihtiyaçlara, hedeflere, uygulama tarzına ve hekimin hasta görüşmesi seçimine göre özelleştirilir. Katılımcılar tamamen hekimin kendi hastalarından oluşur, başka bir tıbbi merkezden hasta kabul edilmez. DIGMA lar esasen hekim, davranışsal sağlık uzmanı ve hastalardan oluşan; hastaların kendi hekimiyle yürüttüğü genişletilmiş tıbbi randevu sistemidir.. Her DIGMA oturumunda hekime; psikolog, sosyal çalışmacı, evlilik ve aile terapisti, hemşire ve sağlık eğitmeni gibi davranışsal terapistten bir veya birkaçı eşlik eder. Oturumlar 60, 90 veya 120 dakika sürer; haftalık veya iki haftada bir gerçekleştirilir. Bunun yanında günlük, iki haftalık, aylık DIGMA lar da mümkündür. Tipik olarak hasta ile yürütülür, beraberinde 2-6 kişi kadar hastaların eşleri, aile üyeleri, arkadaşları veya bakıcıları oturumlara katılabilir. Her hafta tıbbi ihtiyacı olan veya herhangi bir sorusu olan farklı hastalar gruba katılabilir. EP 1 - KRONİK BÖBREK YETMEZLİKLİ HASTALARDA EĞİTİM DÜZEYİNİN UYKU KALİTESİ ÜZERİNE ETKİSİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ Özlem Top1, Serdar Öztora2, Ayşe Çaylan2, H. Nezih Dağdeviren2 1: Edirne Halk Sağlığı Müdürlüğü, Edirne 2: Trakya Üniversitesi, Aile Hekimliği AD, Edirne 199

200 Giriş ve Amaç: Kronik böbrek yetmezlikli hastalarda uyku problemleri giderek artmaktadır. Birçok faktör uyku kalitesini etkilemektedir. Eğitim düzeyinin uyku kalitesi üzerine etkisini değerlendirmek amacıyla 16 sorudan oluşan sosyodemografik anket ve 24 sorudan oluşan Pittsburgh Uyku Kalitesi İndeksi, Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesinde diyaliz tedavisi alan 100 gönüllü katılımcıya uygulandı. Bu çalışmanın amacı eğitim düzeyinin uyku kalitesi üzerine etkisi olup olmadığının araştırılmasıdır. Yöntem: Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesinde diyaliz tedavisi alan 18 yaş ve üzeri 53 erkek, 47 kadın olmak üzere toplam 100 gönüllü olgu çalışmanın evrenini oluşturdu. Katılımcılara sosyodemografik özelliklerin sorgulandığı 16 soruluk anket formu ve Pittssburgh Uyku Kalitesi İndeksi (PUKİ) uygulandı. Pittsburgh Uyku Kalitesi İndeksi puanı 5 ve üzerinde olanlar kötü, 5 in altında olanlar ise iyi uyku kalitesine sahip olarak değerlendirildi Bulgular: Çalışmaya katılan hastaların eğitim durumu incelendiğinde 13 ü (%13) okur-yazar değildi, 4 ü (%4) okur-yazardı, 50 si (%50) ilkokul, 8 i (%8) ortaokul, 16 sı (%16) lise, 4 ü (%4) yüksekokul, 4 ü (%4) üniversite, 1 i (%1) diğer okul mezunuydu. İlkokul ve altı eğitim düzeyi olan 61 kişiden 19 u iyi uyku kalitesine sahipken ilkokul üstü 30 kişiden 19 u iyi uyku kalitesine sahipti. Sonuç: Diyaliz hastalarında uykuya dalamama, sık uyanma, uykuyu sürdürememe gibi uyku bozuklukları sık görülmektedir. Katılımcılardan eğitim düzeyi yüksek olanların daha iyi uyku kalitesine sahip olduğu saptanmıştır. Eğitim, hastaların hastalıklarıyla ilgili daha çok bilgiye sahip olmalarını, karşılaştıkları problemleri daha kolay çözebilmelerini, hastalığa bağlı gelişen semptomlarla daha etkin başedebilmelerini sağlamaktadır. Hasta eğitimleri yoluyla katılımcıların hastalıkları hakkındaki farkındalıkları artırılarak daha kaliteli uyku ve yaşam şartlarına kavuşmaları sağlanabilir. Diyaliz hastalarında daha verimli uyku elde edebilmek için uyku kalitesini etkileyen diğer faktörlerin araştırılarak daha geniş kapsamlı çalışmalar yapılması gerekmektedir. EP 2 - BONZAİ KULLANIMINA SEKONDER GELİŞEN AKUT MİYOKARD İNFARKTÜSÜ: OLGU SUNUMU Dr. Uğur Özkan 1,Dr. Özlem Top 2 1: Trakya Üniversitesi, Kardiyoloji AD, Edirne 2: Edirne Halk Sağlığı Müdürlüğü, Edirne GİRİŞ: Bonzai sentetik bir kannabinoid olup ucuz ve kolay ulaşılabilir olması nedeniyle kullanımı yaygınlaşmıştır. Sentetik kannabinoid olarak tanımlanmakla birlikte içeriği hakkında kesin bir bilgi bulunmamaktadır. Bu da Bonzainin esrardan farklı yöntemlerle elde edilmesine bağlanmaktadır. Keyif verici özelliğinin yanında varsanılar, algıda zayıflama, duygu durum değişikliği, bağımlılık, kan basıncında artma ve yeni yeni bildirilen myokard enfarktüsüne neden olmaktadır (1,2,3). 200

15. Uluslararası Doğu Akdeniz Aile Hekimliği Kongresi / 26 29 Mayıs 2016. 26 Mayıs 2016 Perşembe A Salonu

15. Uluslararası Doğu Akdeniz Aile Hekimliği Kongresi / 26 29 Mayıs 2016. 26 Mayıs 2016 Perşembe A Salonu 15. Uluslararası Doğu Akdeniz Aile Hekimliği Kongresi / 26 29 Mayıs 2016 09:00-13.00 Kayıt 26 Mayıs 2016 Perşembe A Salonu 13:00 13:30 Açılış Töreni 13:30 14:15 Açılış ı Prof. Dr. Murat Ünalacak, Prof.

Detaylı

Postmenopozal Kadınlarda Vücut Kitle İndeksinin Kemik Mineral Yoğunluğuna Etkisi

Postmenopozal Kadınlarda Vücut Kitle İndeksinin Kemik Mineral Yoğunluğuna Etkisi Özgün Araştırma / Original Investigation Postmenopozal Kadınlarda Vücut Kitle İndeksinin Kemik Mineral Yoğunluğuna Etkisi Effect of Body Mass Index on the Determination of Bone Mineral Density in Postmenopausal

Detaylı

KANSER HASTALARINDA ANKSİYETE VE DEPRESYON BELİRTİLERİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ UZMANLIK TEZİ. Dr. Levent ŞAHİN

KANSER HASTALARINDA ANKSİYETE VE DEPRESYON BELİRTİLERİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ UZMANLIK TEZİ. Dr. Levent ŞAHİN T.C. SAĞLIK BAKANLIĞI İZMİR KATİP ÇELEBİ ÜNİVERSİTESİ ATATÜRK EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ AİLE HEKİMLİĞİ KLİNİĞİ KANSER HASTALARINDA ANKSİYETE VE DEPRESYON BELİRTİLERİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ UZMANLIK TEZİ

Detaylı

22 Mayıs 2015 Cuma. 23 Mayıs 2015 Cumartesi. Prof. Dr. Füsun Yarış Salonu. B Salonu C Salonu D Salonu E Salonu F Salonu.

22 Mayıs 2015 Cuma. 23 Mayıs 2015 Cumartesi. Prof. Dr. Füsun Yarış Salonu. B Salonu C Salonu D Salonu E Salonu F Salonu. Bilimsel Program Prof. Dr. Füsun Yarış Salonu 22 Mayıs 2015 Cuma 15.00-17.30 Kayıt 17.30-18.00 Açılış Töreni B Salonu C Salonu D Salonu E Salonu F Salonu (Ebe - Hemşire ları) 18.00-18.50 Prof. Dr. Güzel

Detaylı

Dr. Semih Demir. Tez Danışmanı. Doç.Dr.Barış Önder Pamuk

Dr. Semih Demir. Tez Danışmanı. Doç.Dr.Barış Önder Pamuk T.C. İZMİR KATİP ÇELEBİ ÜNİVERSİTESİ ATATÜRK EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ İÇ HASTALIKLARI KLİNİĞİ GEÇİRİLMİŞ GESTASYONEL DİYABETES MELLİTUS ÖYKÜSÜ OLAN BİREYLERDE ANJİOPOETİN BENZERİ PROTEİN-2 ( ANGPTL-2

Detaylı

TÜRKiYE'DEKi ÖZEL SAGLIK VE SPOR MERKEZLERiNDE ÇALIŞAN PERSONELiN

TÜRKiYE'DEKi ÖZEL SAGLIK VE SPOR MERKEZLERiNDE ÇALIŞAN PERSONELiN Spor Bilimleri Dergisi Hacettepe]. ofsport Sciences 2004 1 15 (3J 125-136 TÜRKiYE'DEKi ÖZEL SAGLIK VE SPOR MERKEZLERiNDE ÇALIŞAN PERSONELiN ış TATMiN SEViYELERi Ünal KARlı, Settar KOÇAK Ortadoğu Teknik

Detaylı

Hemşirelerin Hasta Hakları Konusunda Bilgi Düzeylerinin Değerlendirilmesi

Hemşirelerin Hasta Hakları Konusunda Bilgi Düzeylerinin Değerlendirilmesi Sağlık Akademisyenleri Dergisi 2014; 1(2):141-145 ISSN: 2148-7472 ARAŞTIRMA / RESEARCH ARTICLE Hemşirelerin Hasta Hakları Konusunda Bilgi Düzeylerinin Değerlendirilmesi Assessıng Nurses Level of Knowledge

Detaylı

Bilim Uzmanı İbrahim BARIN

Bilim Uzmanı İbrahim BARIN ERCİYES ÜNİVERSİTESİ HASTANELERİNDE YATAN HASTALARIN HASTANE HİZMET KALİTESİNİ DEĞERLENDİRMELERİ Bilim Uzmanı İbrahim BARIN Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastaneleri AMAÇ Hasta memnuniyeti verilen

Detaylı

Değerli meslektaşlarım,

Değerli meslektaşlarım, Değerli meslektaşlarım, TA H E K 2 0 1 6 2001 yılında temelleri atılan Trakya Aile Hekimliği Kongresi büyümeye devam ediyor. Trakya Ailesi olarak siz değerli katılımcıların ilgisi, desteği ve güvenine

Detaylı

BİR ÜNİVERSİTE HASTANESİ NDE YAPTIRILAN DOĞUMLARIN İNCELENMESİ

BİR ÜNİVERSİTE HASTANESİ NDE YAPTIRILAN DOĞUMLARIN İNCELENMESİ TAF Preventive Medicine Bulletin, 2006: 5 (6) ARAŞTIRMA RESEARCH ARTICLE BİR ÜNİVERSİTE HASTANESİ NDE YAPTIRILAN DOĞUMLARIN İNCELENMESİ Atilla Senih MAYDA*, Türker ACEHAN**, Suat ALTIN**, Mehmet ARICAN**,

Detaylı

Özel Bir Hastanede Diyabet Polikliniğine Başvuran Hastalarda İnsülin Direncini Etkileyen Faktörlerin Araştırılması

Özel Bir Hastanede Diyabet Polikliniğine Başvuran Hastalarda İnsülin Direncini Etkileyen Faktörlerin Araştırılması Özel Bir Hastanede Diyabet Polikliniğine Başvuran Hastalarda İnsülin Direncini Etkileyen Faktörlerin Araştırılması 20 24 Mayıs 2009 tarihleri arasında Antalya da düzenlenen 45. Ulusal Diyabet Kongresinde

Detaylı

22- KASIM 2013, CUMA

22- KASIM 2013, CUMA PROGRAM 22- KASIM 2013, CUMA Salon 1 17:30-20:30 İNSÜLİN KURSU İnsülinlere Genel Bakış Tip 1 Dm da Olgularla İnsülin Tedavisi Tip 2 Dm da Olgularla İnsülin Tedavisi Çocuk Hastalarda İnsülin Tedavisi Salon

Detaylı

Okul Öncesi (5-6 Yaş) Cimnastik Çalışmasının Esneklik, Denge Ve Koordinasyon Üzerine Etkisi

Okul Öncesi (5-6 Yaş) Cimnastik Çalışmasının Esneklik, Denge Ve Koordinasyon Üzerine Etkisi Okul Öncesi (5-6 Yaş) Cimnastik Çalışmasının Esneklik, Denge Ve Koordinasyon Üzerine Etkisi Kadir KOYUNCUOĞLU, Onsekiz Mart Üniversitesi, Beden Eğitimi ve Spor Yüksek Okulu, Çanakkale, Türkiye. koyuncuoglu45@gmail.com

Detaylı

daha çok göz önünde bulundurulabilir. Öğrencilerin dile karşı daha olumlu bir tutum geliştirmeleri ve daha homojen gruplar ile dersler yürütülebilir.

daha çok göz önünde bulundurulabilir. Öğrencilerin dile karşı daha olumlu bir tutum geliştirmeleri ve daha homojen gruplar ile dersler yürütülebilir. ÖZET Üniversite Öğrencilerinin Yabancı Dil Seviyelerinin ve Yabancı Dil Eğitim Programına Karşı Tutumlarının İncelenmesi (Aksaray Üniversitesi Örneği) Çağan YILDIRAN Niğde Üniversitesi, Sosyal Bilimler

Detaylı

TÜRK TORAKS DERNEĞİ İSTANBUL ŞUBESİ EYLEM PLANI 2014-2015

TÜRK TORAKS DERNEĞİ İSTANBUL ŞUBESİ EYLEM PLANI 2014-2015 TÜRK TORAKS DERNEĞİ İSTANBUL ŞUBESİ EYLEM PLANI 2014-2015 ŞUBE PROJELERİ Proje Adı tarih Hedef İzlenecek strateji Sorumlu kişiler Kistik fibrozis Kasım- Erişkin Göğüs Hastalıkları uzmanlarının bu Kistik

Detaylı

ÖZET Amaç: Yöntem: Bulgular: Sonuçlar: Anahtar Kelimeler: ABSTRACT Rational Drug Usage Behavior of University Students Objective: Method: Results:

ÖZET Amaç: Yöntem: Bulgular: Sonuçlar: Anahtar Kelimeler: ABSTRACT Rational Drug Usage Behavior of University Students Objective: Method: Results: ÖZET Amaç: Bu araştırma, üniversite öğrencilerinin akılcı ilaç kullanma davranışlarını belirlemek amacı ile yapılmıştır. Yöntem: Tanımlayıcı-kesitsel türde planlanan araştırmanın evrenini;; bir kız ve

Detaylı

ÖZGEÇMİŞ. Görev Kurum/Kuruluş Yıl Araştırma Görevlisi. Erzincan Üniversitesi Sağlık Yüksekokulu. Maltepe Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu

ÖZGEÇMİŞ. Görev Kurum/Kuruluş Yıl Araştırma Görevlisi. Erzincan Üniversitesi Sağlık Yüksekokulu. Maltepe Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu ÖZGEÇMİŞ 1. Adı Soyadı : Rabia SAĞLAM 2. Doğum Tarihi : 17. 10. 1984 3. Unvanı : Dr. Öğr. Üyesi 4. Öğrenim Durumu : Doktora Derece Alan Üniversite Yıl Lisans Hemşirelik Atatürk Üniversitesi 2003-2007 Toplum

Detaylı

ÖĞRETMEN ADAYLARININ PROBLEM ÇÖZME BECERİLERİ

ÖĞRETMEN ADAYLARININ PROBLEM ÇÖZME BECERİLERİ ÖĞRETMEN ADAYLARININ PROBLEM ÇÖZME BECERİLERİ Doç. Dr. Deniz Beste Çevik Balıkesir Üniversitesi Necatibey Eğitim Fakültesi Güzel Sanatlar Eğitimi Bölümü Müzik Eğitimi Anabilim Dalı beste@balikesir.edu.tr

Detaylı

KAMU PERSONELÝ SEÇME SINAVI PUANLARI ÝLE LÝSANS DÝPLOMA NOTU ARASINDAKÝ ÝLÝÞKÝLERÝN ÇEÞÝTLÝ DEÐÝÞKENLERE GÖRE ÝNCELENMESÝ *

KAMU PERSONELÝ SEÇME SINAVI PUANLARI ÝLE LÝSANS DÝPLOMA NOTU ARASINDAKÝ ÝLÝÞKÝLERÝN ÇEÞÝTLÝ DEÐÝÞKENLERE GÖRE ÝNCELENMESÝ * Abant Ýzzet Baysal Üniversitesi Eðitim Fakültesi Dergisi Cilt: 8, Sayý: 1, Yýl: 8, Haziran 2008 KAMU PERSONELÝ SEÇME SINAVI PUANLARI ÝLE LÝSANS DÝPLOMA NOTU ARASINDAKÝ ÝLÝÞKÝLERÝN ÇEÞÝTLÝ DEÐÝÞKENLERE

Detaylı

HEMODİYALİZ HASTALARININ GÜNLÜK YAŞAM AKTİVİTELERİ, YETİ YİTİMİ, DEPRESYON VE KOMORBİDİTE YÖNÜNDEN DEĞERLENDİRİLMESİ

HEMODİYALİZ HASTALARININ GÜNLÜK YAŞAM AKTİVİTELERİ, YETİ YİTİMİ, DEPRESYON VE KOMORBİDİTE YÖNÜNDEN DEĞERLENDİRİLMESİ HEMODİYALİZ HASTALARININ GÜNLÜK YAŞAM AKTİVİTELERİ, YETİ YİTİMİ, DEPRESYON VE KOMORBİDİTE YÖNÜNDEN DEĞERLENDİRİLMESİ 22.10.2016 Gülay Turgay 1, Emre Tutal 2, Siren Sezer 3 1 Başkent Üniversitesi Sağlık

Detaylı

ABSTRACT $WWLWXGHV 7RZDUGV )DPLO\ 3ODQQLQJ RI :RPHQ $QG $IIHFWLQJ )DFWRUV

ABSTRACT $WWLWXGHV 7RZDUGV )DPLO\ 3ODQQLQJ RI :RPHQ $QG $IIHFWLQJ )DFWRUV ÖZET Amaç: Araştırma, Aile Planlaması (AP) polikliniğine başvuran kadınların AP ye ilişkin tutumlarını ve bunu etkileyen faktörleri belirlemek amacıyla yapılmıştır. Yöntem: Tanımlayıcı tipteki bu araştırma

Detaylı

ŞİZOFRENİ HASTALARINDA TIBBİ(FİZİKSEL) HASTALIK EŞ TANILARININ DEĞERLENDİRİLMESİ

ŞİZOFRENİ HASTALARINDA TIBBİ(FİZİKSEL) HASTALIK EŞ TANILARININ DEĞERLENDİRİLMESİ ŞİZOFRENİ HASTALARINDA TIBBİ(FİZİKSEL) HASTALIK EŞ TANILARININ DEĞERLENDİRİLMESİ Dr. Mehmet Emin Demirkol Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı AMAÇ Bu çalışmada

Detaylı

Gebelikte beden kitle indeksi ve kilo değişimi ile albuminüri arasındaki ilişki

Gebelikte beden kitle indeksi ve kilo değişimi ile albuminüri arasındaki ilişki Gebelikte beden kitle indeksi ve kilo değişimi ile albuminüri arasındaki ilişki Özlem Banu Tulmaç, Zeynep Özcan Dağ, Yüksel Işık, Cemile Dayangan Sayan, Funda Erdoğan, Nevin Sağsöz Kırıkkale Üniversitesi

Detaylı

ÖZGEÇMİŞ. Derece Bölüm / Program Üniversite Yıl

ÖZGEÇMİŞ. Derece Bölüm / Program Üniversite Yıl ÖZGEÇMİŞ 1. Adı Soyadı : Fadime ÜSTÜNER TOP 2. Doğum Yeri ve Tarihi : Osmaniye 20.06.1977 3. Unvanı : Öğretim Görevlisi 4. Öğrenim Durumu : Derece Bölüm / Program Üniversite Yıl Y. Lisans Sağlık Bilimleri

Detaylı

HEMODİYALİZ HASTALARINDA HUZURSUZ BACAK SENDROMU, UYKU KALİTESİ VE YORGUNLUK ( )

HEMODİYALİZ HASTALARINDA HUZURSUZ BACAK SENDROMU, UYKU KALİTESİ VE YORGUNLUK ( ) HEMODİYALİZ HASTALARINDA HUZURSUZ BACAK SENDROMU, UYKU KALİTESİ VE YORGUNLUK (2.0.20) Gülay Turgay, Emre Tutal 2, Siren Sezer Başkent Üniversitesi Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksekokulu, Diyaliz Programı

Detaylı

T. C. MUĞLA SITKI KOÇMAN ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ 2014 2015 EĞİTİM - ÖĞRETİM YILI DÖNEM III

T. C. MUĞLA SITKI KOÇMAN ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ 2014 2015 EĞİTİM - ÖĞRETİM YILI DÖNEM III T. C. MUĞLA SITKI KOÇMAN ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ 2014 2015 EĞİTİM - ÖĞRETİM YILI DÖNEM III HALK SAĞLIĞI VE AİLE HEKİMLİĞİ DERS KURULU ( 6. ) DERS KURULU ( 27 NİSAN 05 HAZİRAN 2015) DERS PROGRAMI T.

Detaylı

BESTE ÖZGÜVEN ÖZTORNACI

BESTE ÖZGÜVEN ÖZTORNACI BESTE ÖZGÜVEN ÖZTORNACI İLETİŞİM BİLGİLERİ Adres: Seyhan Mh. 556/6 Sk. No:4 D:8 Buket Apt. Akıncılar Buca-İzmir Telefon: 0555 453 63 05 E-mail: besteozguven@gmail.com KİŞİSEL BİLGİLER Doğum Yeri ve Tarihi:

Detaylı

BASKETBOL OYUNCULARININ DURUMLUK VE SÜREKLİ KAYGI DÜZEYLERİNİN BELİRLENMESİ

BASKETBOL OYUNCULARININ DURUMLUK VE SÜREKLİ KAYGI DÜZEYLERİNİN BELİRLENMESİ KKTC YAKIN DOĞU ÜNİVERSİTESİ SAĞLIK BİLİMLERİ ENSTİTÜSÜ BASKETBOL OYUNCULARININ DURUMLUK VE SÜREKLİ KAYGI DÜZEYLERİNİN BELİRLENMESİ Edim MACİLA BEDEN EĞİTİMİ VE SPOR PROGRAMI YÜKSEK LİSANS TEZİ LEFKOŞA,

Detaylı

ÜNİVERSİTE ÖĞRENCİLERİNİN BAŞARILARI ÜZERİNE ETKİ EDEN BAZI FAKTÖRLERİN ARAŞTIRILMASI (MUĞLA ÜNİVERSİTESİ İ.İ.B.F ÖRNEĞİ) ÖZET ABSTRACT

ÜNİVERSİTE ÖĞRENCİLERİNİN BAŞARILARI ÜZERİNE ETKİ EDEN BAZI FAKTÖRLERİN ARAŞTIRILMASI (MUĞLA ÜNİVERSİTESİ İ.İ.B.F ÖRNEĞİ) ÖZET ABSTRACT Muğla Üniversitesi SBE Dergisi Güz 2001 Sayı 5 ÜNİVERSİTE ÖĞRENCİLERİNİN BAŞARILARI ÜZERİNE ETKİ EDEN BAZI FAKTÖRLERİN ARAŞTIRILMASI (MUĞLA ÜNİVERSİTESİ İ.İ.B.F ÖRNEĞİ) ÖZET Erdoğan GAVCAR * Meltem ÜLKÜ

Detaylı

TÜRK TORAKS DERNEĞİ ASTIM ALLERJİ ÇALIŞMA GRUBU EYLEM PLANI ÇALIŞMA GRUBU PROJELERİ

TÜRK TORAKS DERNEĞİ ASTIM ALLERJİ ÇALIŞMA GRUBU EYLEM PLANI ÇALIŞMA GRUBU PROJELERİ TÜRK TORAKS DERNEĞİ ASTIM ALLERJİ ÇALIŞMA GRUBU EYLEM PLANI 2018-2020 ÇALIŞMA GRUBU PROJELERİ Proje Adı tarih Hedef İzlenecek strateji Sorumlu kişiler DEVAM EDEN PROJELERİMİZ: İkinci Ve Üçüncü Basamak

Detaylı

T.C. İZMİR KATİP ÇELEBİ ÜNİVERSİTESİ ATATÜRK EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ İÇ HASTALIKLARI KLİNİĞİ

T.C. İZMİR KATİP ÇELEBİ ÜNİVERSİTESİ ATATÜRK EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ İÇ HASTALIKLARI KLİNİĞİ T.C. İZMİR KATİP ÇELEBİ ÜNİVERSİTESİ ATATÜRK EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ İÇ HASTALIKLARI KLİNİĞİ AnkilozanSpondilitli hastalarda sigara kullanımı ve radyografik progresyon arasındaki ilişkinin gözden

Detaylı

ÖZGEÇMİŞ. Derece Bölüm / Program Üniversite Yıl. Görev Ünvanı Görev Yeri Yıl. VKV Amerikan Hastanesi Eylül 1998 - Şubat, 2000

ÖZGEÇMİŞ. Derece Bölüm / Program Üniversite Yıl. Görev Ünvanı Görev Yeri Yıl. VKV Amerikan Hastanesi Eylül 1998 - Şubat, 2000 ÖZGEÇMİŞ 1. Adı Soyadı : Ülkü ÖZDEMİR 2. Doğum Yeri ve Tarihi : Giresun 18.11.1976 3. Unvanı : Öğretim Görevlisi 4. Öğrenim Durumu : Derece Bölüm / Program Üniversite Yıl Y. Lisans Sağlık Bilimleri Enstitüsü,

Detaylı

6 EKİM 2016, PERŞEMBE

6 EKİM 2016, PERŞEMBE 6 EKİM 2016, PERŞEMBE GİRİŞ VE KURSLAR 13:30-17:00 DİYABET TEKNOLOJİLERİ KURSU Salon 2 17:30 AÇILIŞ 17:45-18:45 AÇILIŞ PANELİ Tip 2 diyabet ve kardiyovasküler risk Oturum Başkanları: Berrin Çetinarslan,

Detaylı

UÜ-SK AİLE HEKİMLİĞİ ANABİLİM DALI HİZMET KAPSAMI

UÜ-SK AİLE HEKİMLİĞİ ANABİLİM DALI HİZMET KAPSAMI Rev. No : 03 Rev.Tarihi : 28 Şubat 2012 1 / 5 1 HİZMET KAPSAMI: Aile Hekimliği Anabilim Dalı yaş, cinsiyet, yakınma, hastalık ayrımı yapmaksızın, yaşamın bütün evrelerinde ve süreklilik içinde, sağlığın

Detaylı

ADOLESANA VERİLMESİ GEREKEN KORUYUCU SAĞLIK HİZMETLERİ. Doç Dr Müjgan Alikaşifoğlu

ADOLESANA VERİLMESİ GEREKEN KORUYUCU SAĞLIK HİZMETLERİ. Doç Dr Müjgan Alikaşifoğlu ADOLESANA VERİLMESİ GEREKEN KORUYUCU SAĞLIK HİZMETLERİ Doç Dr Müjgan Alikaşifoğlu Sağlık Hizmetlerinin Özellikleri Ergenin yaşına, gelişim düzeyine uygun Bireysel, kültürel ve sosyoekonomik farklılıklara

Detaylı

ÖZGEÇMİŞ. Yabancı Dil: İngilizce. Uluslararası dergilerde yayınlanan makaleler

ÖZGEÇMİŞ. Yabancı Dil: İngilizce. Uluslararası dergilerde yayınlanan makaleler ÖZGEÇMİŞ Adı : Derya Soyadı: : Özcanlı Atik Doğum Yeri : ADANA-Kozan Doğum Tarihi : 01.03.1981 Medeni Hali : Evli Tel: 0534 970 1568 E-posta: deryaatik@osmaniye.edu.tr EĞİTİM DURUMU: Mezun Olduğu Üniversite:

Detaylı

AİLE HEKİMLİĞİ ANABİLİM DALI 2014-2015 AKADEMİK YILI EĞİTİM PROGRAMI

AİLE HEKİMLİĞİ ANABİLİM DALI 2014-2015 AKADEMİK YILI EĞİTİM PROGRAMI AİLE HEKİMLİĞİ ANABİLİM DALI 2014-2015 AKADEMİK YILI EĞİTİM PROGRAMI TARİH KONULAR HAZIRLAYAN 1.9.2014 SINAV 4.9.2014 Aile Hekimliği Disiplini ve Temel Özellikleri Doç. Dr. Zuhal Aydan Sağlam 11.9.2014

Detaylı

Bariatrik cerrahi amacıyla başvuran hastaların depresyon, benlik saygısı ve yeme bozuklukları açısından değerlendirilmesi

Bariatrik cerrahi amacıyla başvuran hastaların depresyon, benlik saygısı ve yeme bozuklukları açısından değerlendirilmesi Bariatrik cerrahi amacıyla başvuran hastaların depresyon, benlik saygısı ve yeme bozuklukları açısından değerlendirilmesi Selçuk Özdin 1, Aytül Karabekiroğlu 2, Arzu Alptekin Aker 2, Recep Bolat 2, Servet

Detaylı

Normal ve Sezaryen Doğum Yapan Kadınların Doğum Konfor Düzeyine Göre Karşılaştırılması

Normal ve Sezaryen Doğum Yapan Kadınların Doğum Konfor Düzeyine Göre Karşılaştırılması Normal ve Sezaryen Doğum Yapan Kadınların Doğum Konfor Düzeyine Göre Karşılaştırılması Meryem METİNOĞLU Namık Kemal Üniversitesi Sağlık Yüksekokulu Hemşirelik Bölümü Giriş Doğum kadın hayatında yaşanılan

Detaylı

HATHA YOGANIN VE KALiSTENiK EGZERSiZLERiN STATiK DE GE ÜZERiNDEKi ETKiLERi

HATHA YOGANIN VE KALiSTENiK EGZERSiZLERiN STATiK DE GE ÜZERiNDEKi ETKiLERi Spor Bilimleri Dergisi Hacettepe 1. ofsport Sciences 2003,14 (2), 83-91 HATHA YOGANIN VE KALiSTENiK EGZERSiZLERiN STATiK DE GE ÜZERiNDEKi ETKiLERi Ummuhan BAŞ ASLAN, Ayşe L1VANELlOGLU Hacettepe Üniversitesi,

Detaylı

SAĞLIK ÇALIŞANLARIN GÜVENLİĞİ VE ETKİLEYEN FAKTÖRLER (TÜRKİYE NİN GÜNEYDOĞU ANADOLU BÖLGESİNDE BEŞ FARKLI HASTANE ÖRNEĞİ)

SAĞLIK ÇALIŞANLARIN GÜVENLİĞİ VE ETKİLEYEN FAKTÖRLER (TÜRKİYE NİN GÜNEYDOĞU ANADOLU BÖLGESİNDE BEŞ FARKLI HASTANE ÖRNEĞİ) SAĞLIK ÇALIŞANLARIN GÜVENLİĞİ VE ETKİLEYEN FAKTÖRLER (TÜRKİYE NİN GÜNEYDOĞU ANADOLU BÖLGESİNDE BEŞ FARKLI HASTANE ÖRNEĞİ) Yrd. Doç. Dr. Nilgün ULUTAŞDEMİR *, Öğr. Gör. Habip BALSAK ** * Avrasya Üniversitesi,

Detaylı

1. Amaç: Bu talimat, UÜ-SK ya başvuran çocuk hastalara detaylı tıbbi değerlendirme yapılmasına yönelik bir sistem oluşturmayı amaçlamaktadır.

1. Amaç: Bu talimat, UÜ-SK ya başvuran çocuk hastalara detaylı tıbbi değerlendirme yapılmasına yönelik bir sistem oluşturmayı amaçlamaktadır. 1 / 5 1. Amaç: Bu talimat, UÜ-SK ya başvuran çocuk a detaylı tıbbi değerlendirme yapılmasına yönelik bir sistem oluşturmayı amaçlamaktadır. 2. Kapsam: Bu talimat çocuk ın değerlendirilmesine ilişkin faaliyetleri

Detaylı

Atrial Fibrilasyon dan Gerçek Kesitler: WATER (Warfarin in Therapeutic Range) Registry den İlk Sonuçlar

Atrial Fibrilasyon dan Gerçek Kesitler: WATER (Warfarin in Therapeutic Range) Registry den İlk Sonuçlar Atrial Fibrilasyon dan Gerçek Kesitler: WATER (Warfarin in Therapeutic Range) Registry den İlk Sonuçlar 1. Ege Üniversitesi İlaç Geliştirme Ve Farmakokinetik Araştırma-Uygulama Merkezi (ARGEFAR) 2. Central

Detaylı

SPİNAL CERRAHİ HEMŞİRELİĞİ SEMPOZYUMU & SPİNAL CERRAHİ VE ENSTRÜMANTASYON HEMŞİRELİĞİ KURSU

SPİNAL CERRAHİ HEMŞİRELİĞİ SEMPOZYUMU & SPİNAL CERRAHİ VE ENSTRÜMANTASYON HEMŞİRELİĞİ KURSU SPİNAL CERRAHİ HEMŞİRELİĞİ SEMPOZYUMU & SPİNAL CERRAHİ VE ENSTRÜMANTASYON HEMŞİRELİĞİ KURSU SP NAL CERRAH HEM REL SEMPOZYUMU SP NAL CERRAH ve ENSTRÜMANTASYON HEM REL KURSU De erli Meslekta larõm, Türk

Detaylı

BİRİNCİ BASAMAKTA AKILCI LABORATUVAR KULLANIMI

BİRİNCİ BASAMAKTA AKILCI LABORATUVAR KULLANIMI BİRİNCİ BASAMAKTA AKILCI LABORATUVAR KULLANIMI Doç. Dr. Ayşe Palanduz Aile Hekimliği Anabilim Dalı DERS PLANI TARİH DERS 07.09.2015 Sağlık Hizmetlerinin Basamaklandırılması ve Birinci Basamak Sağlık Hizmetleri

Detaylı

Başlık: Yanık Olgularında Enfeksiyon Gelişim Nedenleri ve Enfeksiyonların Önlenmesi Üzerine Yapılan Çalışmalar

Başlık: Yanık Olgularında Enfeksiyon Gelişim Nedenleri ve Enfeksiyonların Önlenmesi Üzerine Yapılan Çalışmalar Başlık: Yanık Olgularında Enfeksiyon Gelişim Nedenleri ve Enfeksiyonların Önlenmesi Üzerine Yapılan Çalışmalar Amaç : Bu derlemenin amacı, yanıklı olguların tedavisi surecinde gelişen enfeksiyonların tanımı,

Detaylı

Yrd. Doç. Dr. Fatih Özcan ÖZGEÇMİŞ

Yrd. Doç. Dr. Fatih Özcan ÖZGEÇMİŞ Yrd. Doç. Dr. Fatih Özcan ÖZGEÇMİŞ Adı Soyadı Doğum Yeri Mesleği Uzmanlığı Yabancı Dil : Fatih : Özcan : Çorum : Tıp Doktoru : Aile Hekimliği : İngilizce İletişim Adresi: Manisa Celal Bayar Üni. Tıp Fakültesi

Detaylı

20-23 Mayıs 2009 da 45. Ulusal Diyabet Kongresi nde Poster olarak sunuldu.

20-23 Mayıs 2009 da 45. Ulusal Diyabet Kongresi nde Poster olarak sunuldu. Özel Bir Hastanede Diyabet Polikliniğine Başvuran Hastalarda İnsülin Direncini Etkileyen Faktörlerin Araştırılması 20-23 Mayıs 2009 da 45. Ulusal Diyabet Kongresi nde Poster olarak sunuldu. Özlem Serenli,

Detaylı

ACOG Diyor ki! HER GEBE TAKİP SÜRECİNDE EN AZ BİR KEZ PERİNATAL DEPRESYON AÇISINDAN TARANMALIDIR. Özeti Yapan: Dr. Semir Köse

ACOG Diyor ki! HER GEBE TAKİP SÜRECİNDE EN AZ BİR KEZ PERİNATAL DEPRESYON AÇISINDAN TARANMALIDIR. Özeti Yapan: Dr. Semir Köse ACOG Diyor ki! HER GEBE TAKİP SÜRECİNDE EN AZ BİR KEZ PERİNATAL DEPRESYON AÇISINDAN TARANMALIDIR. Özeti Yapan: Dr. Semir Köse Perinatal Depresyon gebelik süresince veya gebeliği takip eden ilk 12 ay boyunca

Detaylı

Maternal serum 25 OH vitamin D düzeylerinin preterm eylem ve preterm doğumda rolü var mıdır?

Maternal serum 25 OH vitamin D düzeylerinin preterm eylem ve preterm doğumda rolü var mıdır? Maternal serum 25 OH vitamin D düzeylerinin preterm eylem ve preterm doğumda rolü var mıdır? Medipol Mega Üniversite Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum ABD Lebriz Hale Aktün, Yeliz Aykanat, Fulya Gökdağlı

Detaylı

POSTPARTUM DEPRESYON VE ALGILANAN SOSYAL DESTEĞİN MATERNAL BAĞLANMAYA ETKİSİ

POSTPARTUM DEPRESYON VE ALGILANAN SOSYAL DESTEĞİN MATERNAL BAĞLANMAYA ETKİSİ POSTPARTUM DEPRESYON VE ALGILANAN SOSYAL DESTEĞİN MATERNAL BAĞLANMAYA ETKİSİ Sevil Şahin 1, İlknur Demirhan 1, Sibel Peksoy 1, Sena Kaplan 1, Gülay Dinç 2 1 Yıldırım Beyazıt Üniversitesi, Sağlık Bilimleri

Detaylı

KANSER HASTALARINDA PALYATİF BAKIM VE DESTEK SERVİSİNDE NARKOTİK ANALJEZİK KULLANIMI

KANSER HASTALARINDA PALYATİF BAKIM VE DESTEK SERVİSİNDE NARKOTİK ANALJEZİK KULLANIMI T.C. SAĞLIK BAKANLIĞI İZMİR KATİP ÇELEBİ ÜNİVERSİTESİ ATATÜRK EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ AİLE HEKİMLİĞİ KLİNİĞİ KANSER HASTALARINDA PALYATİF BAKIM VE DESTEK SERVİSİNDE NARKOTİK ANALJEZİK KULLANIMI UZMANLIK

Detaylı

The Study of Relationship Between the Variables Influencing The Success of the Students of Music Educational Department

The Study of Relationship Between the Variables Influencing The Success of the Students of Music Educational Department 71 Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi, Yıl 9, Sayı 17, Haziran 2009, 71-76 Müzik Eğitimi Anabilim Dalı Öğrencilerinin Başarılarına Etki Eden Değişkenler Arasındaki İlişkinin İncelenmesi

Detaylı

T.C. İSTANBUL AYDIN ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ BİREYSEL DEĞERLER İLE GİRİŞİMCİLİK EĞİLİMİ İLİŞKİSİ: İSTANBUL İLİNDE BİR ARAŞTIRMA

T.C. İSTANBUL AYDIN ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ BİREYSEL DEĞERLER İLE GİRİŞİMCİLİK EĞİLİMİ İLİŞKİSİ: İSTANBUL İLİNDE BİR ARAŞTIRMA T.C. İSTANBUL AYDIN ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ BİREYSEL DEĞERLER İLE GİRİŞİMCİLİK EĞİLİMİ İLİŞKİSİ: İSTANBUL İLİNDE BİR ARAŞTIRMA DOKTORA TEZİ Cafer Şafak EYEL İşletme Ana Bilim Dalı İşletme

Detaylı

ÖZGEÇMİŞ. (Ünvanı,Adı Doç. Dr. Sevinç Polat (sfpolat@mynet.com) Doğum Yeri: Şenkaya / ERZURUM Doğum Tarihi: 05. 08. 1965 Milliyeti: TC.

ÖZGEÇMİŞ. (Ünvanı,Adı Doç. Dr. Sevinç Polat (sfpolat@mynet.com) Doğum Yeri: Şenkaya / ERZURUM Doğum Tarihi: 05. 08. 1965 Milliyeti: TC. ÖZGEÇMİŞ (Ünvanı,Adı Doç. Dr. Sevinç Polat (sfpolat@mynet.com) Soyadı) Doğum Yeri: Şenkaya / ERZURUM Doğum Tarihi: 05. 08. 1965 Milliyeti: TC Medeni Evli Durumu: Adres: Bozok Üniversitesi, Sağlık Yüksekokulu,

Detaylı

İLK 1000 GÜNDE UYGULANAN BESLENME POLİTİKALARI VE GELECEK NESİLLERE ETKİSİ

İLK 1000 GÜNDE UYGULANAN BESLENME POLİTİKALARI VE GELECEK NESİLLERE ETKİSİ İLK 1000 GÜNDE UYGULANAN BESLENME POLİTİKALARI VE GELECEK NESİLLERE ETKİSİ Dr. Sema ÖZBAŞ Türkiye Halk Sağlığı Kurumu Çocuk ve Ergen Sağlığı Daire Başkanı Sağlık Bakanlığı Teşkilat Şeması Türkiye Halk

Detaylı

Doç. Dr. Ahmet ALACACIOĞLU

Doç. Dr. Ahmet ALACACIOĞLU T.C. SAĞLIK BAKANLIĞI ĠZMĠR KATĠP ÇELEBĠ ÜNĠVERSĠTESĠ ATATÜRK EĞĠTĠM VE ARAġTIRMA HASTANESĠ Ġç Hastalıkları Kliniği Eğitim Sorumlusu: Prof. Dr. Servet AKAR GASTROĠNTESTĠNAL STROMAL TÜMÖRLERDE NÖTROFĠL/LENFOSĠT

Detaylı

Özel Bir Hastane Grubu Ameliyathanelerinde Çalışan Hemşirelerine Uygulanan Yetkinlik Sisteminin İş Doyumlarına Etkisinin Belirlenmesi

Özel Bir Hastane Grubu Ameliyathanelerinde Çalışan Hemşirelerine Uygulanan Yetkinlik Sisteminin İş Doyumlarına Etkisinin Belirlenmesi Özel Bir Hastane Grubu Ameliyathanelerinde Çalışan Hemşirelerine Uygulanan Yetkinlik Sisteminin İş Doyumlarına Etkisinin Belirlenmesi Sibel Yıldırım*, İlknur İnanır**, Zerrin Kaya*** * Acıbadem Hastanesi,

Detaylı

AMELİYATHANE HEMŞİRELERİNİN SAĞLIKLI YAŞAM BİÇİMİ DAVRANIŞLARININ (SYBD) BELİRLENMESİ *

AMELİYATHANE HEMŞİRELERİNİN SAĞLIKLI YAŞAM BİÇİMİ DAVRANIŞLARININ (SYBD) BELİRLENMESİ * AMELİYATHANE HEMŞİRELERİNİN SAĞLIKLI YAŞAM BİÇİMİ DAVRANIŞLARININ (SYBD) BELİRLENMESİ * İlkay COŞKUN GÜNER** Fatma DEMİR *** Kabul Tarihi: 12.07.2005 ÖZET Günümüzde insanların günlük yaşamlarının yaklaşık

Detaylı

Dünyanın En Önemli Sağlık Sorunu: Kronik Hastalıklar. Dr. H. Erdal Akalın, FACP, FIDSA, FEFIM (h)

Dünyanın En Önemli Sağlık Sorunu: Kronik Hastalıklar. Dr. H. Erdal Akalın, FACP, FIDSA, FEFIM (h) Dünyanın En Önemli Sağlık Sorunu: Kronik Hastalıklar Dr. H. Erdal Akalın, FACP, FIDSA, FEFIM (h) Sağlık Sisteminde Karışıklığa Yol Açabilecek Gelişmeler Bekleniyor Sağlık harcamalarında kısıtlama (dünya

Detaylı

ÖZGEÇMİŞ VE ESERLER LİSTESİ

ÖZGEÇMİŞ VE ESERLER LİSTESİ ÖZGEÇMİŞ VE ESERLER LİSTESİ ÖZGEÇMİŞ Adı Soyadı: Öğr. Gör. Uzm. Berin Bayraklı Doğum Tarihi: 01.01.1967 Öğrenim Durumu: Yüksek Lİsans Yabancı Dil: İngilizce Medeni Durum: Evli-2 çocuk sahibi Derece Bölüm/Program

Detaylı

Temel Hemşirelik Uygulamalarına İlişkin Hizmet İçi Eğitimin Değerlendirilmesi

Temel Hemşirelik Uygulamalarına İlişkin Hizmet İçi Eğitimin Değerlendirilmesi Okmeydanı Tıp Dergisi 28(3):146-15, 12 doi:.5222/otd.12.146 Araştırma Temel Hemşirelik Uygulamalarına İlişkin Hizmet İçi Eğitimin Değerlendirilmesi Hacer Özkul Özel *, Demet Yurtsever **, Sevginaz Mutlu

Detaylı

HEMODĠYALĠZ HASTALARININ UMUTSUZLUK DÜZEYLERĠ

HEMODĠYALĠZ HASTALARININ UMUTSUZLUK DÜZEYLERĠ HEMODĠYALĠZ HASTALARININ UMUTSUZLUK DÜZEYLERĠ *Derya BaĢaran ** Özlem ġahin Altun *Diaverum Özel Merzifon Diyaliz Merkezi **Atatürk Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Psikiyatri HemĢireliği AD GİRİŞ

Detaylı

ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ BESLENME ÜNİTESİ BESLENME DEĞERLENDİRME KILAVUZU

ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ BESLENME ÜNİTESİ BESLENME DEĞERLENDİRME KILAVUZU ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ BESLENME ÜNİTESİ BESLENME DEĞERLENDİRME KILAVUZU KLK-HAB-BES İlk yayın Tarihi : 15 Mart 2006 Revizyon No : 04 Revizyon Tarihi : 03 Ağustos 2012 İçindekiler A) Malnütrisyon

Detaylı

MEME KANSERLİ KADINLARDA CİNSEL YAŞAM DEĞİŞİKLİKLERİNİ ETKİLEYEN FAKTÖRLERİN BELİRLENMESİ

MEME KANSERLİ KADINLARDA CİNSEL YAŞAM DEĞİŞİKLİKLERİNİ ETKİLEYEN FAKTÖRLERİN BELİRLENMESİ MEME KANSERLİ KADINLARDA CİNSEL YAŞAM DEĞİŞİKLİKLERİNİ ETKİLEYEN FAKTÖRLERİN BELİRLENMESİ Aytül Yüntem Uzm. Hem.Nermin Güdüloğlu Uzm. Hem.Ayşegül İnce Uzm.Hem.Elif Akbal Prof. Dr.Haluk Onat Prof. Dr. Necdet

Detaylı

Değerli Meslektaşlarımız,

Değerli Meslektaşlarımız, Değerli Meslektaşlarımız, Acil Tıp Uzmanları Derneği ve Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Acil Tıp Anabilim Dalı nın ortaklaşa gerçekleştirdiği 8. Acil Tıp Kış Sempozyumuna sizleri davet etmekten büyük

Detaylı

Doç.Dr. Emine EFE. Akdeniz Üniversitesi Antalya Sağlık Yüksekokulu eefe@akdeniz.edu.tr

Doç.Dr. Emine EFE. Akdeniz Üniversitesi Antalya Sağlık Yüksekokulu eefe@akdeniz.edu.tr Türkiye de Bazı İllerde Çocuk Servislerinde Çalışan Doktor ve Hemşirelerin 0-6 Ay Arası Bebeklerin Yatış Pozisyonları Konusundaki Bilgi ve Uygulamaları Akdeniz Üniversitesi Antalya Sağlık Yüksekokulu eefe@akdeniz.edu.tr

Detaylı

HEMODİYALİZ HASTALARININ HİPERTANSİYON YÖNETİMİNE İLİŞKİN EVDE YAPTIKLARI UYGULAMALAR

HEMODİYALİZ HASTALARININ HİPERTANSİYON YÖNETİMİNE İLİŞKİN EVDE YAPTIKLARI UYGULAMALAR HEMODİYALİZ HASTALARININ HİPERTANSİYON YÖNETİMİNE İLİŞKİN EVDE YAPTIKLARI UYGULAMALAR Feray Gökdoğan 1, Duygu Kes 2, Döndü Tuna 3, Gülay Turgay 4 1 British University of Nicosia, Hemşirelik Bölümü 2 Karabük

Detaylı

Halis Akalın, Nesrin Kebabcı, Bekir Çelebi, Selçuk Kılıç, Mustafa Vural, Ülkü Tırpan, Sibel Yorulmaz Göktaş, Melda Sınırtaş, Güher Göral

Halis Akalın, Nesrin Kebabcı, Bekir Çelebi, Selçuk Kılıç, Mustafa Vural, Ülkü Tırpan, Sibel Yorulmaz Göktaş, Melda Sınırtaş, Güher Göral Halis Akalın, Nesrin Kebabcı, Bekir Çelebi, Selçuk Kılıç, Mustafa Vural, Ülkü Tırpan, Sibel Yorulmaz Göktaş, Melda Sınırtaş, Güher Göral Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik

Detaylı

Bir Üniversite Kliniğinde Yatan Hastalarda MetabolikSendrom Sıklığı GŞ CAN, B BAĞCI, A TOPUZOĞLU, S ÖZTEKİN, BB AKDEDE

Bir Üniversite Kliniğinde Yatan Hastalarda MetabolikSendrom Sıklığı GŞ CAN, B BAĞCI, A TOPUZOĞLU, S ÖZTEKİN, BB AKDEDE Bir Üniversite Kliniğinde Yatan Hastalarda MetabolikSendrom Sıklığı GŞ CAN, B BAĞCI, A TOPUZOĞLU, S ÖZTEKİN, BB AKDEDE Psikiyatrik hastalığı olan bireylerde MetabolikSendrom (MetS) sıklığı genel popülasyona

Detaylı

FETAL HAYATTAN ÇOCUKLUĞA ĠLK 1000 GÜNDE BESLENME VE AĠLE HEKĠMLĠĞĠ SĠSTEMĠNDE HEMŞĠRENĠN ROLÜ

FETAL HAYATTAN ÇOCUKLUĞA ĠLK 1000 GÜNDE BESLENME VE AĠLE HEKĠMLĠĞĠ SĠSTEMĠNDE HEMŞĠRENĠN ROLÜ FETAL HAYATTAN ÇOCUKLUĞA ĠLK 1000 GÜNDE BESLENME VE AĠLE HEKĠMLĠĞĠ SĠSTEMĠNDE HEMŞĠRENĠN ROLÜ Yrd.Doç.Dr. Gülten KOÇ Hacettepe Üniversitesi Hemşirelik Fakültesi Doğum-Kadın Hastalıkları Hemşireliği Anabilim

Detaylı

Acil Servise Başvuran Doğurganlık Yaş Grubu Kadınlardan İstenilen β-hcg Testinin Pozitifliğinin Araştırılması

Acil Servise Başvuran Doğurganlık Yaş Grubu Kadınlardan İstenilen β-hcg Testinin Pozitifliğinin Araştırılması ARAŞTIRMA Doğurganlık Yaş Grubunda β-hcg Testinin Araştırılması T A D Acil Servise Başvuran Doğurganlık Yaş Grubu Kadınlardan İstenilen β-hcg Testinin Pozitifliğinin Araştırılması β-hcg Test Positivity

Detaylı

ÖZGEÇMİŞ VE ESERLER LİSTESİ

ÖZGEÇMİŞ VE ESERLER LİSTESİ ÖZGEÇMİŞ VE ESERLER LİSTESİ 1. KİŞİSEL BİLGİLERİ Adı Soyadı : Bahar (VARDAR) İNKAYA Doğum Yeri ve Tarihi : Salihli/MANİSA, 16.03.1980 Ünvanı : Öğretim Görevlisi Adres : Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Sağlık

Detaylı

ÖZET Amaç: Yöntem: Bulgular: Sonuç: Anahtar Kelimeler: ABSTRACT The Evaluation of Mental Workload in Nurses Objective: Method: Findings: Conclusion:

ÖZET Amaç: Yöntem: Bulgular: Sonuç: Anahtar Kelimeler: ABSTRACT The Evaluation of Mental Workload in Nurses Objective: Method: Findings: Conclusion: ÖZET Amaç: Yapılan bu çalışma ile Gülhane Askeri Tıp Fakültesi Eğitim Hastanesinde görevli hemşirelerin zihinsel iş yüklerinin değerlendirilmesi ve zihinsel iş yükünün hemşirelerin sosyo-kültürel özelliklerine

Detaylı

YOĞUN BAKIM HEMŞİRELERİNİN İŞ YÜKÜNÜN BELİRLENMESİ. Gülay Göçmen*, Murat Çiftçi**, Şenel Sürücü***, Serpil Türker****

YOĞUN BAKIM HEMŞİRELERİNİN İŞ YÜKÜNÜN BELİRLENMESİ. Gülay Göçmen*, Murat Çiftçi**, Şenel Sürücü***, Serpil Türker**** YOĞUN BAKIM HEMŞİRELERİNİN İŞ YÜKÜNÜN BELİRLENMESİ Gülay Göçmen*, Murat Çiftçi**, Şenel Sürücü***, Serpil Türker**** *Fulya Acıbadem Hastanesi Sorumlu Hemşire, **Fulya Acıbadem Hastanesi Yoğun Bakım Sorumlu

Detaylı

Hastaların Hemşirelik Hizmetlerinden Memnuniyeti

Hastaların Hemşirelik Hizmetlerinden Memnuniyeti Kocatepe Tıp Dergisi Kocatepe Medical Journal 14: 69-75/Mayıs 2013 ÖZGÜN ARAŞTIRMA / RESEARCH STUDY Hastaların Hemşirelik Hizmetlerinden Memnuniyeti Afyon Kocatepe Üniversitesi, Ahmet Necdet Sezer Araştırma

Detaylı

Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastaneleri

Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastaneleri YATAN HASTALARDA, HASTANE HİZMET KALİTESİNİN RETROSPEKTİF OLARAK DEĞERLENDİRİLMESİ ERCİYES TIP ÖRNEĞİ Uzm. İbrahim BARIN Prof. Dr. Murat BORLU Başmüdür Özcan ÖZYURT Müdür Aydemir KAYABAŞI İstatistikçi

Detaylı

İNFERTİL ÇİFTLERDE, İNFERTİLİTE TEDAVİSİ ESNASINDA ERKEKLERDEKİ PSİKOSOSYAL DURUMUN İNCELENMESİ

İNFERTİL ÇİFTLERDE, İNFERTİLİTE TEDAVİSİ ESNASINDA ERKEKLERDEKİ PSİKOSOSYAL DURUMUN İNCELENMESİ T.C AFYON KOCATEPE ÜNİVERSİTESİ SAĞLIK BİLİMLERİ ENSTİTÜSÜ İNFERTİL ÇİFTLERDE, İNFERTİLİTE TEDAVİSİ ESNASINDA ERKEKLERDEKİ PSİKOSOSYAL DURUMUN İNCELENMESİ Nilüfer TOK KADIN HASTALIKLARI VE DOĞUM HEMŞİRELİĞİ

Detaylı

PALYATİF BAKIM Yrd. Doç. Dr. Hüseyin CAN

PALYATİF BAKIM Yrd. Doç. Dr. Hüseyin CAN PALYATİF BAKIM Yrd. Doç. Dr. Hüseyin CAN İKÇÜ Tıp Fakültesi Aile Hekimliği Anabilim Dalı İKÇÜ Atatürk Eğt ve Arş. Hastanesi Aile Hekimliği Kliniği Kanser Hastalarında Palyatif Bakım ve Destek Servisi Sunum

Detaylı

MELLİTUS HASTALIGI VE HEMŞİRELİK BAKıMı

MELLİTUS HASTALIGI VE HEMŞİRELİK BAKıMı ATATÜRK SAGLIK MESLEK LİsESİ HEMŞİRELİK BÖLÜMÜ SON SINIF ÖGRENCİLERİNİN DİABETES MELLİTUS HASTALIGI VE HEMŞİRELİK BAKıMı HAKKINDAKİ BİLGİ DÜZEYLERİNİN İNCELENMESİ Sibel KARA CA * ÖZET Bu araştırma İzmir

Detaylı

İnfertilite ile depresyon ve anksiyete ilişkisi

İnfertilite ile depresyon ve anksiyete ilişkisi İnfertilite ile depresyon ve anksiyete ilişkisi Y R D. D O Ç. D R. M İ N E İ S L İ M Y E TA Ş K I N B A L I K E S İ R Ü N İ V E R S İ T E S I TIP FA K Ü LT E S İ K A D I N H A S TA L I K L A R I V E D

Detaylı

29 Kasım 2018 Perşembe Salon A

29 Kasım 2018 Perşembe Salon A 29 Kasım 2018 Perşembe Salon A Saat Konu ve Konuşmacılar 14.00-16.00 OTELE GİRİŞ Açılış Konuşmaları Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti - Türkiye Cumhuriyeti Acil ve Aile Hekimliği Çalıştayı Prof. Dr. Başar

Detaylı

SEZARYEN İLE DOĞUM YAPAN ANNELERİN EPİDURAL ANESTEZİ SEÇME NEDENLERİNİN İNCELENMESİ

SEZARYEN İLE DOĞUM YAPAN ANNELERİN EPİDURAL ANESTEZİ SEÇME NEDENLERİNİN İNCELENMESİ SEZARYEN İLE DOĞUM YAPAN ANNELERİN EPİDURAL ANESTEZİ SEÇME NEDENLERİNİN İNCELENMESİ Meryem Karataş*, Aysun Çakır Özçelik*, Canan Sarı*, Sevinç Kaymaz* *Liv Hospital Ulus GİRİŞ Kadın sağlığı açısından gebelik

Detaylı

Yoğun Bakım Ünitesinde Gelişen Kandida Enfeksiyonları ve Mortaliteyi Etkileyen Risk Faktörleri

Yoğun Bakım Ünitesinde Gelişen Kandida Enfeksiyonları ve Mortaliteyi Etkileyen Risk Faktörleri Yoğun Bakım Ünitesinde Gelişen Kandida Enfeksiyonları ve Mortaliteyi Etkileyen Risk Faktörleri Emel AZAK, Esra Ulukaya, Ayşe WILLKE Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi, Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik

Detaylı

SERVİKAL YETMEZİĞİNDE MCDONALDS VE MODDIFIYE ŞIRODKAR SERKLAJ YÖNTEMLERININ KARŞILAŞTIRILMASI

SERVİKAL YETMEZİĞİNDE MCDONALDS VE MODDIFIYE ŞIRODKAR SERKLAJ YÖNTEMLERININ KARŞILAŞTIRILMASI İZMİR KATİP ÇELEBİ ÜNİVERSİTESİ ATATÜRK EĞİTİM ARAŞTIRMA HASTANESİ KADIN HASTALIKLARI VE DOĞUM ANABİLİM DALI EĞİTİM SORUMLUSU:PROF.DR.SEFA KELEKÇİ SERVİKAL YETMEZİĞİNDE MCDONALDS VE MODDIFIYE ŞIRODKAR

Detaylı

NÖROŞİRÜRJİ HEMŞİRELİĞİ DERNEĞİ 14. BİLİMSEL KONGRESİ KONGRE PROGRAMI SÖZEL VE POSTER BİLDİRİ SUNUMLARI

NÖROŞİRÜRJİ HEMŞİRELİĞİ DERNEĞİ 14. BİLİMSEL KONGRESİ KONGRE PROGRAMI SÖZEL VE POSTER BİLDİRİ SUNUMLARI NÖROŞİRÜRJİ HEMŞİRELİĞİ DERNEĞİ 14. BİLİMSEL KONGRESİ KONGRE PROGRAMI SÖZEL VE POSTER BİLDİRİ SUNUMLARI Nöroşirürji Hemşireliği Derneği 14. Bilimsel Kongre Programı NÖROŞİRÜRJİ HEMŞİRELİĞİ DERNEĞİ YÖNETİM

Detaylı

TIBBİ HİZMETLER BAŞKANLIĞI DİYABETİMİ YÖNETİYORUM PROJESİ DİYABET YÖNETİMİ KURSU RAPORU

TIBBİ HİZMETLER BAŞKANLIĞI DİYABETİMİ YÖNETİYORUM PROJESİ DİYABET YÖNETİMİ KURSU RAPORU TIBBİ HİZMETLER BAŞKANLIĞI DİYABETİMİ YÖNETİYORUM PROJESİ DİYABET YÖNETİMİ KURSU RAPORU (AİLE HEKİMİ, AİLE SAĞLIĞI ELEMANI, TOPLUM SAĞLIĞI MERKEZİ HEKİMİ, TOPLUM SAĞLIĞI MERKEZİ SAĞLIK PERSONELİ) Prof.

Detaylı

KKTC YAKIN DOĞU ÜNİVERSİTESİ SAĞLIK BİLİMLERİ ENSTİTÜSÜ

KKTC YAKIN DOĞU ÜNİVERSİTESİ SAĞLIK BİLİMLERİ ENSTİTÜSÜ KKTC YAKIN DOĞU ÜNİVERSİTESİ SAĞLIK BİLİMLERİ ENSTİTÜSÜ 14-17 YAŞ ARASINDAKİ GENÇLERİN FİZİKSEL UYGUNLUKLARININ VE GÜNLÜK AKTİVİTE DÜZEYLERİNİN BELİRLENMESİ Coşkun ULUSOY BEDEN EĞİTİMİ VE SPOR PROGRAMI

Detaylı

TUĞBA YARDIMCI YARDIMCI DOÇENT

TUĞBA YARDIMCI YARDIMCI DOÇENT TUĞBA YARDIMCI YARDIMCI DOÇENT E-Posta Adresi : tugbayardimci@hotmail.com Telefon (İş) : 3682715588 Telefon (Cep) : Faks : Adres : Sinop Üniversitesi Sağlık Yüksekokulu Hemşirelik Bölümü/Sinop Öğrenim

Detaylı

Kronik Hepatit B Tedavisi Zor Olgular

Kronik Hepatit B Tedavisi Zor Olgular Kronik Hepatit B Tedavisi Zor Olgular Dr. Faruk KARAKEÇİLİ Erzincan Üniversitesi Tıp Fakültesi Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı 22.01.2016 HATAY Tedavisi Zor Olgular! Zor hasta

Detaylı

Doç. Dr. Selahattin KIYAN Acil Tıp Okulu (ATOK) Başkanı Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Acil Tıp AD Eğitim Sorumlusu

Doç. Dr. Selahattin KIYAN Acil Tıp Okulu (ATOK) Başkanı Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Acil Tıp AD Eğitim Sorumlusu Doç. Dr. Selahattin KIYAN Acil Tıp Okulu (ATOK) Başkanı Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Acil Tıp AD Eğitim Sorumlusu Uzm. Hem. Gülbin YILMAZ Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Acil Servis Başhemşiresi Prof.

Detaylı

KULLANILAN MADDE TÜRÜNE GÖRE BAĞIMLILIK PROFİLİ DEĞİŞİKLİK GÖSTERİYOR MU? Kültegin Ögel, Figen Karadağ, Cüneyt Evren, Defne Tamar Gürol

KULLANILAN MADDE TÜRÜNE GÖRE BAĞIMLILIK PROFİLİ DEĞİŞİKLİK GÖSTERİYOR MU? Kültegin Ögel, Figen Karadağ, Cüneyt Evren, Defne Tamar Gürol KULLANILAN MADDE TÜRÜNE GÖRE BAĞIMLILIK PROFİLİ DEĞİŞİKLİK GÖSTERİYOR MU? Kültegin Ögel, Figen Karadağ, Cüneyt Evren, Defne Tamar Gürol 1 Acibadem University Medical Faculty 2 Maltepe University Medical

Detaylı

28-30 Nisan 2011. Swiss Otel The Bosphorus, Istanbul

28-30 Nisan 2011. Swiss Otel The Bosphorus, Istanbul 28-30 Nisan 2011. Swiss Otel The Bosphorus, Istanbul Değerli Meslektaşlarımız, Beş yıl önce İstanbul Kartal Aile Hekimliği Günleri ile çıktığımız yolda sizlerden aldığımız güç ve heyecan ile bu yıl 6.

Detaylı

SAĞLIK BİLİMLERİ TEMEL ALANI

SAĞLIK BİLİMLERİ TEMEL ALANI SAĞLIK BİLİMLERİ TEMEL ALANI Ön İncelem e Heyeti Puanı Akademik Teşvik Komisyonu Puanı Unvan Adı Soyadı Birimi Beyan Edilen Puan Gürsel Öztunç 72.21 72.21 52.613 Evşen Nazik 80.66 80.66 46.662 Sultan Alan

Detaylı

BİRİNCİ BASAMAKTA DİYABETİK AYAK İNFEKSİYONLARI EPİDEMİYOLOJİSİ VE ÖNEMİ. Doç. Dr. Serap Çifçili Marmara Üniversitesi Aile Hekimliği Anabilim Dalı

BİRİNCİ BASAMAKTA DİYABETİK AYAK İNFEKSİYONLARI EPİDEMİYOLOJİSİ VE ÖNEMİ. Doç. Dr. Serap Çifçili Marmara Üniversitesi Aile Hekimliği Anabilim Dalı BİRİNCİ BASAMAKTA DİYABETİK AYAK İNFEKSİYONLARI EPİDEMİYOLOJİSİ VE ÖNEMİ Doç. Dr. Serap Çifçili Marmara Üniversitesi Aile Hekimliği Anabilim Dalı BİRİNCİ BASAMAKTA GÜNCEL DURUM > 6330 Aile Sağlığı Merkezi

Detaylı

AİLE HEKİMLERİ İÇİN GÖĞÜS HASTALIKLARI

AİLE HEKİMLERİ İÇİN GÖĞÜS HASTALIKLARI AİLE HEKİMLERİ İÇİN GÖĞÜS HASTALIKLARI, Prof. Dr. Muzaffer METİNTAŞ,, Doç. Dr. Akın KAYA 1. Baskı 2011 ISBN : 978-605-88844-6-5 2011 Sentez Matbaacılık ve Yayıncılık Ltd. Şti. Büyük Sanayi 1. Cadde Çavuşoğlu

Detaylı

Basın bülteni sanofi-aventis

Basın bülteni sanofi-aventis Basın bülteni sanofi-aventis 7 Kasım 2007 ULUSLARARASI DİYABET TEDAVİ PRATİKLERİ KAYIT ÇALIŞMASI NIN (IDMPS) TÜRKİYE SONUÇLARI HEDEF TEDAVİ KALİTESİNİ ARTIRMAK ÇALIŞMANIN AMACI ve YÖNTEMİ Uluslararası

Detaylı

GENÇ BADMiNTON OYUNCULARıNIN MÜSABAKA ORTAMINDA GÖZLENEN LAKTATVE KALP ATIM HIZI DEGERLERi

GENÇ BADMiNTON OYUNCULARıNIN MÜSABAKA ORTAMINDA GÖZLENEN LAKTATVE KALP ATIM HIZI DEGERLERi Spor Bilimleri Dergisi Hacettepe J. ofsport Sciences 2002, 13 (4), 22-31 GENÇ BADMiNTON OYUNCULARıNIN MÜSABAKA ORTAMINDA GÖZLENEN LAKTATVE KALP ATIM HIZI DEGERLERi A1pan CINEMRE* Caner AÇiKADA Tahir HAZıR

Detaylı

Ş.KARAAĞAÇ İLÇESİ TOPLUM SAĞLIĞI MERKEZİ 2011 YILI FALİYET RAPORU

Ş.KARAAĞAÇ İLÇESİ TOPLUM SAĞLIĞI MERKEZİ 2011 YILI FALİYET RAPORU Ş.KARAAĞAÇ İLÇESİ TOPLUM SAĞLIĞI MERKEZİ 2011 YILI FALİYET RAPORU İlimizde 17 OCAK 2007 Tarihinde Aile Hekimliği uygulamasına geçilmiştir.toplum Sağlığı Merkezi ve Aile Hekimleri koordineli bir şekilde

Detaylı