Abdülbaki Gölpınarlı'yla Tanımam Beni Mevlânâ Aratırmalarına Yönlendirdi Prof. Dr. Tevfik Subhani Sayın Subhani, sohbetimizi baında bize biraz kendinizden bahseder misiniz? Ben, 1317 (1938) yılında Tebriz in Sorhab mahallesinde dünyaya geldim. lkokul, ortaokul ve liseyi Tebriz de bitirdim. Lisansımı Tebriz Edebiyat Fakültesi Fars Dili ve Edebiyatı Bölümü nde yaptım. Daha sonra Tahran da Terbiyet-i Muallim Öretmen Okulu nda yüksek lisans yaptım. 1969 yılında stanbul a geldim. Rahmetli Tahsin Yazıcı ile görütüm ve onunla beraber çalıtım. Onun gözetiminde bir doktora tezi hazırladım. 1974 te stanbul Üniversitesi nde Arapça ve Farsça bölümünde doktora yaptım. Benim tez konum ehnamede Kadın ve arap idi. Bugüne kadar basılmadı, ancak ben bastırmayı düünüyorum. Hazırladım, inaallah bastıracaım. Ben buraya gelmeden önce lise öretmeniydim. slam nkılâbı nın muvaffakiyetinden sonra ran a dönünce 1358/1980 yılından itibaren Gilan Üniversitesi ne atandım. 8 yıl orada çalıtıktan sonra Peyam-i Nur Üniversitesine geçi yaptım. Aynı zamanda Gilan Üniversitesi Fars Dili ve Edebiyatı Bölümü nde kürsü bakanıydım. 1366/1988 yılında Peyam-ı Nur Üniversitesi ne kürsü bakanlıına atandım. 1375/1996 veya 1376/1997 yılında profesör oldum. Emekliye ayrıldıımda Peyam-ı Nur Üniversitesi nde bakandım. Orada bazı ders kitapları hazırladım. Hocam, bildiimiz kadarıyla sizin çok güzel çalımalarınız var. Özellikle Mevlânâ yla ilgili, tasavvufla ilgili, irfanla ilgili Türkçe den Farsça ya tercüme ettiiniz çok sayıda eser var. Bu konuya ne zaman baladınız? Balama hedefiniz neydi? Bu konuyu izah eder misiniz? Bu konunun en önemli nedeni Mevlânâ nın ulu ve ve çok canlı ahsiyeti oldu. O zaman rahmetli Abdülbaki Gölpınarlı hayatta idi. Onunla ilk karılamam 1970 yılında oldu. O zaman kendisini Edebiyat Fakültesi nde gördüm. lk görüte o beni beendi. Ben de Hoca dan çok holandım. Mevlânâ ya da ainaydım. Zaten edebiyat mezunu olan birinin Mevlânâ yı tanımaması imkansız bir ey. Hoca nın Mevlânâ üzerinde çalıtıını düündüm. Onun bazı kitaplarını aldım ve kendisine bazı sorular sordum. Sonra baktım Abdülbaki Hoca, ran edebiyatı üzerinde çok çalımı. Hoca nın kitaplarını iki kere okudum. Eserlerinin Farsça ya çevrilmesi Fars edebiyatına çok eyler
kazandıracaını düündüm. Bu nedenle ben okumaya devam ettim. lk önce Hoca nın, ilk baskısı 1951 yılında tek cilt olarak yapılmı olan Mevlânâ Celaleddin in Hayatı, Felsefesi ve Eserleri adlı kitabını bir kitapçıda buldum. Onu aldım ve okudum. O kitabı Türkiye yolculuklarımda ve ran yolculuklarımda çeitli zamanlarda tercüme ettim, kitap bitti. Sonra bu kitabın aynı yayınevi (nkılap ve Aka) tarafından üçüncü baskısının yapıldıını örendim. Çok aradım, ama bulamadım üçüncü baskıyı. Hoca ya uradım üçüncü baskıyı temin etmesini istedim. Vallahi bende bir tane var. Onu kendim not almak için kullanıyorum. Ama ben onu Salı günü getireyim, eklediim yerlerden senin için fotokopi alalım dedi. Salı günü geldi. Süleymaniye Kütüphanesi ne gittik. O sabah elektrik yoktu, bekleyecektik elektrik gelecekti biz fotokopi yaptıracaktık. O zaman Beyaz Saray vardı. imdi yıkılmı yerine pasaj yapılmı. Orada bir kitapçı vardı. Ona uradım, o kitapçı elden kitap almıtı, o kitapların içinde Mevlânâ Celaleddin in Hayatı, Felsefesi ve Eserleri nin üçüncü baskısını buldum. Oradan Süleymaniye Kütüphanesi ne rahmetli Hoca ya telefon ettim: Hocam siz zahmet etmeyin ben kitabı buldum dedim. Kitabı biraz karıtırdım, balangıcı çok farklı deildi fakat orta kısımlarında fark vardı. Kitabı üçüncü baskı üzerinden yeniden hazırladım. Kitabın konusu, yazarı ve üslubu deerliydi. Tercümesi de belki fena deildi. Kitabın ikinci, üçüncü baskılarıda yayınlandı. Son günlerde yani bundan iki hafta önce yeni baskısı için dizgisini yaptık ve indeks hazırladık. Belki iki ay sonra dördüncü baskısı yapılır. Mevlânâ dan sonra Mevlevilik aynı yazarın Mevlana Celaleddin in Hayatı, Felsefesi ve Eserleri adlı eserinin ikinci cildidir. Bu kitabın önemli tarafı 2005 yılında bile kendi konusunda tek sayılmasıdır. Avrupa da ran da, Türkiye de Mevlevî tarihi üzerine bu kitaptan daha etraflı bir kitap yazılmamıtır. Yalnız biraz konusu aırdır. Rahmetli Abdülbaki de seneler geçmesine ramen kendi konusunda deerli bir kitap olduunu yazıyor. Ben 2003 de onu yeniden gözden geçirerek bastırdım. Ondan sonra Abdülbaki Bey in altı ciltlik Mesnevî erhi var. Onu Türkler için hazırladı. Mesnevî yi önce Türkçe ye çevirdi, sonra kendi tercümesinin bazı beyitlerini erhetti. Ben bu beyitleri Farsça ya çevirmenin gerekli olup olmadıını hocalara sordum. Bazıları lazım dediler, bazıları gerek yok Mesnevî zaten bellidir dediler. Ben oylama yaptıktan sonra baktım ki birkaç hoca tercüme olmasının gerekliliini söylüyor tamamını tercüme ettim. Hem iirleri Farsça ya çevirdim hem de erhi. Sonra üç kii bu ii beendiklerini söylediler. Ben de aldıımız kararın doru olduundan emin oldum. Rahmetli Zerrînkûb öyle söyledi: Bu iirlerin tercüme edilmesi yeni Mesnevi örenmeye balayan gençler için çok gerekli ve deerli bir çalımadır. Bizim Tebriz deki hocamızda bu iten memnun olmutu. imdi beinci baskıya hazırlanıyor. Hocam bugüne kadar çok sayıda tercüme çalımanız oldu. Tercüme ettiiniz kitaplar hakkında bizi kısaca bilgilendir misiniz?
Sırayla hatırladıım kadarıyla Abdülbaki Bey den bir kitap tercüme ettim 1950 de. O zaman Abdülbaki Bey 50 yaındaydı. Türkiye de de o zaman çok karııklık vardı. Divan Edebiyatı Beyanındadır adlı bir kitap, o zamanın durumunu anlatmıtır. Sonra Abdülbaki Bey in iki tane güzel kitabı vardı. Bir tanesi 100 Soruda Türkiye de Mezhepler ve Tarikatler ikincisi 100 Soruda Tasavvuf ben o ikinci konuyu seçtim ve 100 Soruda Tasavvuf u tercüme ettim. O sorular hesaplı sorulmu. Abdülbaki Bey in kendi sorduu soruları kendisi cevaplandırmı. Çok deerli bir çalımadır. ki kere basıldı. Sonra Abdulbaki Bey den Farsça ya tercüme ettiim Mevlânâ hakkında baka bir kitap hatırlamıyorum. Benim hatırladıım kadarıyla, tarikatlarla ilgili olarak çevirdiiniz bir kitap da Necmettin-i Kübra adlı bir eser. Bize biraz o eserden bahseder misiniz? O eser tercüme deil, edisyon kritikti. Ben Bursa da Ulucami Hüseyin Çelebi Kütüphanesi nde rastlamıtım o esere. Onun Arapçası nı ran Meclis Kütüphanesi de buldum, fakat noksandı nüshası. Ben Bursa da eser üzerine çalıırken onun tek nüsha olduunu hiç düünmemitim. Eser 754-5 civarında istinsah edilmi, on yedi adet risalenin bulunduu bir mecmua-i resâilinin içindeydi. Bunlardan biri Necmettin Kübra ya, dier on altısı ihabeddin Sühreverdi ye aitti. O zaman Bursa da fotoraf çıkarma ansımız yoktu. Onu bir gün istinsah ediyor, ertesi gün karılatırma yapıyordum. O yazmayı yanılmıyorsam on günde istinsah ettim, karılatırdım ve ran a götürdüm. Aratırdım, hiçbir kütüphanede ikinci bir nüshasına rastlamadım. Gilan Kütüphanesi nde (Ret Kütüphanesi) bir nüshası var, fakat o baka bir tahlil; aynı eser, ama baka tahlil. Sonra Necmettin Kübra nın eseri Arapça yazdıını, sonra rica üzerine Farsça ya tercüme ettiini anladım. Eserin Farsçası nın adı al-ha im al- Ha if min levmat al-lâ im. Ret Kütüphanesi ndeki nüsha, Necmettin in kendi tercümesi, Bursa daki ise hakkında hiçbir bilgi bulamadıım Muvaffak b. Mecd al-hassi adlı bir zatın tercümesi. Kendi söylediine göre Necmettin in on iki has talebesinden biriymi. Harezm den Horasan a gelmi, Horasan sûfîleri ile görümü, çok iyi aırlanmı. Bakmı yapacaı birey yok irticalen -kendisi böyle söylüyor- Arapça dan Farsça ya çevirmi. Mütercim bu kitabı ranlı Kubrevî sûfîlerine hediye olarak hazırlamı. Ben onun Arapçası nın bir nüshasını Meclis Kütüphanesi nde buldum. Arapçası yla birlikte hazırladım. Her sayfayı üçe böldüm, bata Farsça yı, ortada Arapça yı ve sonda da açıklanması gereken bazı kelimeleri aldım. Kitap yayınlandıktan sonra bir Kubrevî sufi bana mektup yazdı. Önsözün bazı hatalarını hatırlatı. Ben yeniden bir nüsha hazırlayıp yayınevine gönderdim. Maalesef kaybettiler kitap ikinci baskıya giremedi. Hocam, Mevlânâ biliyorsunuz ran ile Türkiye arsında ortak bir ahsiyet olarak bilinmektedir, fakat kullandıı dil Farsçadır. Bu balamda, Mevlânâ ve Mesnevî yle ilgili Türkiye deki çalımaları ran a nazaran nasıl deerlendiriyorsunuz? Mevlânâ ranlı mıdır, Türk müdür?
Mevlânâ ranlı da deil, Türk de. Mevlânâ dünyaya mal olmu bir insanıdır. imdi bakarsanız ran ve Türkiye, hatta Arap ülkeleri de dahil Mesnevî üzerine yapılan çalımaların bence en deerlisi ngiliz Nicolson un çalımasıdır. Biliyorsunuz Mesnevî nin ilk erhi Mevlânâ nın kendisine aittir. Fihi ma fih den sonra 8. yüzyılda Kemal b. Hüseyn-i Harezmî Mesnevî ye bir erh yazmıtır ki bu erh iki cilt halinde yayımlandı. O özel bir bakıla Mesnevî yi ele almı. Harezmî, Mevlânâ yı baka tarafa çekmek istemi. Onun için buradaki Mevlevîler bilhassa, Ehl-i Sünnet itikadına göre erh eden smail Ankaravî nin Mesnevî erhini kabul ederler. Ankaravî, ârih-i Kebir adıyla mehur olmutur. Onun erhi çok deerli bir erhtir. Fakat ne yazık ki deeri imdilerde bilinmeye balanmıtır. Türklerin Mesnevî ârihi Rahmetli Abdülbaki Gölpınarlı dır. Ankaravî, Mevlânâ nın, ems in ve Mevlevî Tarikatı nın asıl ve temel kitaplarını okumadan, Muhyiddin-i Arabî nin görülerine Mesnevî yi erhetmi. Mesnevî altı cilt, altı defterdir. Ankaravî, 9. yüzyılda Mevlânâ ya mal ederek Mesnevî nin yedinci defterini hazırlamıtır. Yedinci defterde 2600 den fazla beyit vardır. 1010 beytini Mesnevî nin altıncı defterinden aynen almılar. Beyitlerin bazılarında çok yanlı var. Ankaravî onu erh etmi. stanbul Mevlevîhanesi nden ona bir not göndermiler: Sen Mesnevî nin yedinci defterini erh ettin, ama eer bunu Daru l-mesnevîlerde tedrise kalkıırsan kürsünü kafanda paralarız. ran da da rahmetli Bediüzzaman Mesnevî erhine baladı. Fakat birinci defter bitmeden, 3300 beyti erh ettikten sonra vefat etti. erhe Dr. ehidî devam etti ve altı defteri de bitirdi. Bu erh de çok deerli erhlerden birisi. Bilhassa birisi Bediüzzaman ın eksik erhini tam manasıyla okur ve anlarsa Mesnevî nin baka erhlerine ihtiyacı kalmaz. Arap ülkelerinde de Mesnevî ye erh yapılmı. Örnein, Furuzanfer Kefafi diye birisi, Farsça ve Türkçe erhlerden faydalanarak iki ciltlik bir erh hazırlamı. Bence Kefafi nin erhi bitiremeden vefat ettiini düünüyorum. Baka çalımalarınız var mı? Peyam-ı Nur Üniversitesi için ders kitabı yazdım. Sonra Mesnevî nin Konya Dergâh ında bulunan en eski nüshalarından biri, 677 tarihli nüshayı ben ran a götürdüm. Mevlevî aratırmacılarınca bu nüsha, Mesnevî nin en eski ve en salam nüshalarındandır. stanbul ve Konya kütüphanelerinde Mesnevî nin bundan daha eski nüshaları da var, ama sadece birinci, ikinci ve altıncı defterleri içeren bir ciltlik bu yazma 677 yılında yani Mevlânâ nın vefatından be sene sonra bitmi. Nüsha hazırlandıktan sonra Kur an usulüne uyarak Mesnevî nin Mevlânâ huzurunda yazılan nüshasını defnetmiler. Bu nüshayı ben ran a götürdüm ve orada faksimile olarak yayımlattım. Türkiye de de iki defa bir orta boy, bir büyük boy olmak üzere iki defa faksimile baskısı hazırlandı. Ben o nüshayı yayıma hazırladım. Üç sene devamlı çalıtıktan sonra bir sözlük ve bir beyitler dizini ile bir cilt halinde yayımlattım. Çalımamın önemli tarafı udur; bu kitap Asya da ender hazırlanan kitaplardan birisidir, hatası az, belki
de hiç yoktur. Mesnevî nin üzerinde çok çalımam oldu. Bunun dıında, yeni bazı ufak tercümelerim var. Mesela, Yaar Nuri Öztürk ün önce doktora tezi olarak hazırladıı, sonra yayınladıı Hallac isimli eserini tercüme ettim. Sonra Abdülbaki Bey in 1930 da hazırladıı bir doktora tezi vardı, Melamilik ve Melamîler, onu Melamet ve Melametiyan adıyla Farsçaya çevirdim. Son çalımalardan birisi Moskova Kütüphanesi nde bulunan ahnâme nüshasıdır. Bu yazmaya dipnotlar ekledim ve geni bir indeks (özel isimler, mekan isimleri, ehir isimleri varsa çok kısa kitap isimleri vb.) hazırladım. Bu çalımam bir ya da bir buçuk ay sonra iki cilt halinde yayımlanacak. Bir de Moskova nüshasındaki beyit sırasına göre bir beyitler indeksi de hazırladım. Bence artık ahnâme okumak biraz daha kolaylaacak. Sizin Hindistan da bulunduunuzu da biliyoruz. Hindistan da da Fars dili ve edebiyatı ile ilgili çalımalarınız oldu mu? ki buçuk sene Hindistan da bulundum. J NU. Üniversitesi nde Farsça okutuyordum. Hindistan ın ranlılar için zamanında birinci ülke olduunu gördüm. Yani Hindistan da bulunan ranlı airlerimizin sayısı belki ran daki airlerimizden daha çoktu. Onun için o üniversitede Farsça okutmanın yanında, Hindistan da Fars edebiyatının konumunu incelemek yerinde olur diye düündüm. Ben o zaman Delhi deydim. Delhi ve Agra iki bakent olmu. Oralarda ben Fars edebiyatını takip ettim ve Hindistan da Fars Edebiyatı na bir Bakı adıyla bir kitap hazırladım. Kitabımda hep kaynaklara bavurdum, bir satır bile kendimden bir ey eklemedim. Urduca, ngilizce ve Farsça kaynaklara dayanan bir kitap hazırladım. Kitabımın çok beenildiini duydum. Tabii ben sadece Farsçanın Agra ve Delhi deki durumunu inceledim. Elbette Fars edebiyatı bilhassa Farsça iiri, Nizam ahiyan zamanında Bengal de çok yaygındı. Onlar îî hanedanıydılar. Delhi de çalıma olanaı biraz zor. Birisinin Bengal a gitmesi, oradaki belgeleri taraması ve deerlendirmesi gerek. Hindistan ve Pakistan Farsça elyazması eserler açısından da çok zengin. Mesela, Ahmed Munzevî Bey Pakistan daki Farsça elyazması nüshaların bir katalounu hazırladı. On üç ciltlik bu eserden baka onun iki üç ciltlik baka katalogları da var. Bu katalogların bir kısmını Munzevi Bey Hindistan da bulunduu zaman hazırlamı. Ben orada bulunduum süre içerisinde örenci arkadaların yardımıyla Urducadan bir iki kitap tercüme ettim. Birisi Bîdil-i Dehlevî hakkında Profesör Nebi Hadi nin yazdıı Abdulkadir Bîdil kitabını tercüme ettim. Sonra Esedullah Galip Bahadır, ah-ı Zafer in Meliku - urası diye bir kitap hazırlamı. Onun bir bölümünü tercüme ettim. Sonra ufak tefek iler yaptım. Ezcümle tarih profesörü Halil Ahmed Nizami nin otuz sayfalık küçük bir kitabını sayabilirim. Onu Aliger de Herey Var adıyla tercüme ettim. Ben Aliger e gitmeden önce birkaç kiiye Aliger de ne olduunu, orada nereleri görmek gertiini sordum. Aliger de hiçbir ey yok dediler. Aliger e gittim orada birisi karıladı beni. Onunla beraber Aliger Üniversitesi ne, Sir Seyid Ahmedhan ın türbesine ve baka yerlere gittik. Akam Mevlânâ Ebu l-kelam Azad kütüphanesini gördük. Gece saat yarımda
Profesör Nebi Hadi ile kütüphanenin önünden geçiyorduk. Salonda en az kırk elli talebenin ders çalıtıını gördük. Sonraki günlerde de dier kütüphaneleri gördüm. Dönerken trende kendi kendime düünüyordum; biz bunlara sorduk Aliger de ne var, hiç birey yok dediler. Ama baktım Aliger de herey var. Biri orada kitap arasa yirmi yirmi bir bin elyazması nüshanın bulunduu Mevlânâ Ebu l- Kelam Azad Kütüphanesi nde bulabilir. Birisi âlim arasa orada o da var. Yani Aliger de herey var. Ama kim ne isteyecek? Bir ufak Farsça makaledir Aliger de Herey Var. Son bir soru daha sormak istiyorum. Türkiye ile ran arasındaki ilikileri ne düzeyde görüyorsunuz? Bu ilikilerin daha da ileriye götürülmesi için ne gibi önerileriniz vardır? Türkiye ile ran arasındaki kültürel balar çok eskidir. Bazı zamanlarda ran ve Türk milleti arasında yüzyıllarca süren manevî ve millî baları koparmak için ufak tefek konular ortaya atmılardır. Ama imdiye kadar kopmamı ve hamd olsun imdi ran ile Türkiye arasındaki ilikiler daha derin ve daha salam bir ekil almı. Bir buçuk yıl önce ehriyar üzerine bir seminer düzenlenmiti. Ona katılmak için geldim. Orada gördüm ki, ran üzerine çalıan Türkler ve Türkiye üzerine çalıan ranlılar birbirlerini aramılar, bulmular. imdi seminer ve konferans düzenlemek için bahane arıyorlar. Bence bu iliki günbegün ilerleryip eski haline gelecek. ehriyer a geldiimizde aradık evine gittik. Bir koltukta geldi beraber oturduk. Hanımı biraz rahatsız oldu. Tahsin Bey ne yapıyorsun? dedi. Ben bir kaç senedir kendisini görmüyorum, onun için yanına oturacaım dedi. Sonra rahmetli ile uzun uzun sohbet ettik. Hanımı; Biraz sus Tahsin Bey, belki yorgundur dedi. Susamam bulmuken görümediimiz süreyi telafi edeceim dedi. Rahmetli çok deerli bir adamdı. Evinde konutuumuz zaman kütüphanesine iaret ederek, orada on iki tane Hafız ın en eski divanlarının fotokopisi var. Ben onları deerlendirmek, bastırmak istiyorum dedi. Ben o zaman Ankara ya geliyordum. Bana Millî Kütüphane de u numarada bir Hafız divanı var dedi. Onun filmini ben aldım Tahsin Bey e götürdüm. O on iki taneden birisiymi, ama imdi hiç hatırlamıyorum kaçıncısıydı. Tahsin Bey vefat ettikten sonra o nüshaları ne yaptılar bilmiyorum. naallah stanbul a gittiimde eine sorarım. -Hocam birde özel bir sorumuz olacak size. Kaç tane çocuunuz var, torununuz da varmı? -Benim iki kızım var. Büyük kızımın iki tane erkek çocuu, küçük kızımın da bir tane kız çocuu var. Yani üç tane torunum var. Zamanınızı bize ayırdıınız için çok teekkür ederiz.