Sadriddin Aynî (Buhara, 1878-1954) Özbek ve Tacik dillerinde eserler veren, Özbek Sovyet edebiyatının ilk temsilcilerinden ve Tacik Sovyet edebiyatının kurucusu kabul edilen Sadriddin Aynî, 1878 yılında Buhara Emirliğinde Gıc-duvan şehrine bağlı Saktare köyünde doğdu. Buhara'daki Mir Arab, Badalbek ve Kökeldaş medreselerinde eğitim gördü (1890-1900). Ailesi fakir olduğu için hizmetkârlık ettiği yıllarda, Sadri Ziya mahlası ile şiirler yazan efendisinin evindeki edebî sohbetlerin tesiriyle kendisi de şiir yazmaya başladı. On sekiz yaşına kadar yazdığı şiirlerinde Süflî, Muhtâcî ve Cünûnî mahlaslarını, daha sonra ise Aynî mahlasını kullandı. Dostu Mirza Abdülvâhid ile beraber özel mektep açarak zengin çocuklarına para karşılığında, fakir çocuklarına meccânen ders verdi. 1909 yılında, Tehzîbü's-Sıbyân adlı okuma kitabını hazırladı. Eski eğitimden yana olanların Şikâyeti üzerine mektep kapatıldı, Sadriddin Aynî ve dostu takibata maruz kalınca Buhara'dan kaçtılar. Başka şehirlerde de mektep açarak aynı şekilde eğitim faaliyetlerini devam ettirdiler. 1915 yılında polis tarafından sorgulanınca tekrar Buhara'dan kaçan Aynî, Kızıltepe'de çırçır fabrikasında çalışmaya başladı. 1917 yılında, Buhara Emirliğinin memurları tarafından tutuklanarak hapsedildi. 1919-1921 yıllarında, Tacik dilinde yayımlanan Şu'le-yi İnqılâb ve Özbek dilinde yayımlanan Mehnetkeşler Tavuşı adlı gazetelerde çalıştı. Meşreb ve Tayaq dergileriyle başka gazetelerde satirik ve popüler yazılar neşretti. 1922 yılında, mektepler için Özbek dilinde Qız Bala yaki Halide adlı okuma kitabını yazdı. Bu yıllarda yazdığı şiirleri içinde Türkistan Ölkesige, Turan Marşı ve Mahmudhoca Behbûdî ile kardeşinin öldürülmesi üzerine kaleme aldığı mersiyeleri meşhur oldu. Sadriddin Aynî, sosyal ve edebî faaliyetlerinde bir Ceditçi olarak tanındı. Onun bu yönünü, Turancılık, Türkistancılık ve Türklük ruhuyla yazdığı şiirlerinde ve bazı nesir yazılarında görmek mümkündür. Fakat Özbek ve Tacik Sovyet edebiyatçıları, onun bu yönünü açıkça ele almadılar, "aldanmışlık" olarak değerlendirdiler. Buhara Cellâdları (1922) ve Adina (1924) romanları, Buhara İnqılâbı Üçün Tarihiy Materyallar (1919-1920) ve Buhara Manğıt Emirliğinin Tarihi (1921) gibi tarihî eserleri, Aynî'ye usta bir yazar olarak geniş şöhret kazandırdı. Tacik dilinde yazdığı Dâhunda (1930) adlı eseri, Tacik Sovyet edebiyatının roman türündeki ilk örneği olarak kabul edildi. Özbek dilinde yazdığı ve Özbeklerle Tariklerin 1825-1933 yılları arasındaki tarihî hayatlarını hikâye ettiği Qullar (1934) adlı romanı büyük bir alâka gördü, başka dillere de tercüme edildi. Romanda, insanları kul hâline getiren eski toplum hayatı ve adaletsizliklerle dolu sistem, zulüm ve şefkatsizlik manzaraları hâlinde gözler önüne serildi. 1935 yılında kaleme aldığı Eski Mek-teb romanında ise, Buhara Emirliği dönemindeki eski mekteplerin ve eski eğitim anlayışının, modern çağın gerektirdiği insanlan yetiştirmekten aciz kaldığı, bunun da millet hayatı için bir facia olduğu dile getirildi. Aynı şekilde 1939 yılında yazdığı Süd-hornifi Ölimi adlı romanı da geniş alâka gördü. Sanat hayatının son döneminde dört bölüm hâlinde yazdığı Esdelikler (1949-1954) adlı hatıra eserinde, eski Buhara'yı ve kendi gördüklerini anlattı. Bir edebiyat araştırmacısı profesör olarak Firdevsî, İbn Sina, Rûdekî, Sa'dî, Ali Şîr Nevâî, Bîdil, Mûkımî gibi klâsik şairler hakkında ilmî yazılar neşreden Sadriddin Aynî, 1943 yılında Özbekistan İlimler Akademisinin fahrî üyeliğine seçildi, Tacikistan İlimler Akademisinin ilk başkanı oldu (1951-1954). 1954 yılında vefatetti. 9-mart küni tan qaranğısıdan başlab Buhara arkıda yeni tertib bilen adam öldirişge kirişildi. Biz, yeni tertib bilen adam öldirişni tasvir qılışdan burun, eski tertibde adam öldiriş haqıda azgine tohtab öti-şimiz kerek: Evvelgi künlerde ark içidegi adam qamaladigen havliçelernin her birinin orta belide bir handaq qazıgen ediler. Öldirişge qarar qılıngen bendilernin qol-ayaqlarını çilvir bilen bağlab, heliği handaqmn her ikki tamamdan başlarını handaq boyıge qılıb yatqızıb, cellâd şâgirdleri basıb turadılar. Cellâdlar qayralgen ötkir pıçaqlannı heliği yatqızılgen ben dilernin kekirdeklerige suqub, bir-ikki burgenden keyin suğurub aladılar. BUHARA CELLATLARI'ndan 9 Mart günü, sabahın alaca karanlığından itibaren Buhara sarayında, yeni usûlde adam öldürülmeye başlandı. Bizim, yeni usûlde adam öldürmeyi tasvir etmeden önce, eski usûle göre adam öldürme üzerinde biraz durmamız icap etmektedir: Eskiden saray içinde insanların hapsedildiği küçük avluların her birinin orta yerinde bir hendek kazıyorlardı. Ölüme mahkûm edilen tutuklular, el ve ayaklan sağlam bir iple bağlandıktan sonra hendeğin her iki tarafından başlan hendeğin içine gelecek şekilde yatırılır; cellât çırakları da ayaklarıyla bastırırlar. Cellâtlar, çarka tutulmuş keskin bıçaklarını, yatırılmış tutukluların boğazına sokarak, bir iki defa büktükten sonra çıkarırlar.
Cellâd şâgirdleri başı kesilgen bendinin "canı" çıqqungeçe um basıb turadılar. U ölib, bütünley tinçlengenden keyin, unın öligini ayağıdan alıb, südreb, ncriraqqa eltib tösleydiler ve urun câyıge-handaq boyıge başqa bendini bağlab yatqızıb, cellâd pıçağıge hâzırleb basıb turadılar. Yeni tertib bilen öldirişde esâsiy rolni dâr ve arqan oynar edi. Dâr uzunlıgı ve yoğanlıgı üyru'n balarlandey bölgen üç dane hâdeden qurıladı. Bu hâdelerden ikkitesi bir-bira vidan tört metr uzaqlıkda simyağaçdey tikke qıhb, tübi yerge kömiledi, üçinçi tosınnı heliği ikki yağaç üstige köndelen bağlaydılar, köndelefi hâdenin orta beliğe bir temir gargaranı perçinleydiler, savun sürtib sılhqlangen çidemli kendir arqannı heliği gargaradan ötkezediler. Asıladigen bendini dâr astıge keltirib, bayagi arqannı bir uçını sırtmaq qılıb, unın boynıge saladılar ve gargaradan ötkezilgen arqannın başqa bir uçını pestge qarab tartadılar. Şunday qıhb, bendinin gevdesi yerden köteriledi, boynı banb ğarğarage tireledi, ayağı yerge taman aşıladı, öz ağırlığı bilen, sılliqlangen arqanrun sırtmağı boynını boğadı, közi kâsesiden çıqadı, burnıdan şarıllab qan keledi, tüsi qap-qara talaqqa aylanadı... Bendinin canı çıqışıge yaqmlaşgeç, arqan boşatıladı, bendinin gevdesi yerge tüşib tipirçileydi... Bir nece minütden keyin, u hayat alâmeti körsetedi: kökregi tez-tez köterilib tüşib, nefes yolı açıladı, közleri yardem tilegendey teverekdegi adamlarge termiledi... Bendi tinçlenib, nefes ala başlageç, tekrar arqan tarhladı, tekrar gevde yerden köteriledi, tekrar boyın barıb ğarğarage tireledi... Tekrar azab-uqubetli ölim, köz körmegen, qulaq eşitmegen dehşet bilen körine başlaydı... Şunday qılıb, her bendini bir nece merte asıb, boğıb, qange suvsagen emir ve erkânı devletnin humarları qanıqqandan keyin bütünley öldirib teşlerdiler. Bu tertib bilen adam öldirişde, emir ve urun devlet erkânı qarâr bergenidey-bendinin qanını tök-mesden öldiriş ve şunm ile berever, uru "ibret bolarlık" azabuqubetler bilen öldiriş maqsadlan qolge kirşe hem, az vaqtde köp adamnı öldirib, yefii bendiler üçün cây boşatış maqsadıda tosqınlık qılar edi. Şumn üçün havliçelerde qurılgen darlardan başqa "reghâne" atalgen âbhânelerden biride hem yene bir dar arttırıldı. Biz hikâyemiznin başlanışıda âbhânelernin aldıdan ötib ketgen edik, amma ulamın tüzilişlerige ve içkerilerige e'tibâr etmegen edik. Surun üçün reghâne ve u yerdegi hâletni tasvir qılışdan burun, umumen âbhâneler üstide bir az tohtab ötişimiz kerek. Buhara arkı dervâzehânesidegi dalannın çap tamanıge qunlgen hücreler (öz nâmı bilen aytgende âbhâneler) Buharanm en qattıq qamaqhâneleriden bolıb, ular Buhara arkı bina bölgende u bilen birge qurılgen ve oşa vaqtdan qamaqhânelik vazifesini edâ aılıb kelediler. Cellât çırakları, başı kesilen tutuklunun "canı" çıkıncaya kadar ayaklarıyla üzerine basıp beklerler. Tutuklu ölüp de tamamen hareketsiz kaldıktan sonra, cesedini ayağından sürükleyerek uzağa götürüp atarlar ve onun yerine, hendek kenarına başka bir tutukluyu bağlayarak yatırır, cellâdın bıçağına hazır hâle getirip üzerine basıp beklerler. Yeni usûle göre adam öldürmede asıl rolü, darağacı ve ip oynuyordu. Darağacı, ev inşaatında kullanılan üç uzun ve kalın ağaçtan kurulurdu. Bu ağaçlardan ikisi, birbirinden dört metre uzaklıkta telefon direği gibi dik konularak alt kısmı toprağa gömülür. Üçüncü ağacı, diğer iki ağacın üstüne aykırı şekilde bağlarlar. Aykırı yerleştirilen ağacın orta yerine bir demir makara perçinlerler; sabun sürerek kaygan hâle getirilen sağlam bir kendir ipini bu makaradan geçirirler. Asılacak tutukluyu damgacının altına getirerek makaradan atılan ipin bir ucunu ilmek yapıp boynuna geçirirler, diğer ucunu da aşağı doğru çekerler. Bu şekilde vücudu askıya alınan tutuklunun boynu makaraya dayanır, ayaklan aşağı sarkar, vücudunun ağırlığından dolayı kaygan ilmek boynunu boğar, gözleri yuvasından dışarı fırlar, burnundan kan fışkırır, rengi kapkara ciğer gibi olur... Tutuklu can vermek üzereyken ip gevşetilir, vücudu yere düşüp çırpınmaya başlar... Birkaç dakika sonra tutuklu canlanmaya ve göğsü hızla inip kalkmaya başlar; nefes yolu açılır, gözleri yardım dilenircesine etrafındaki adamlara çevrilir... Tutuklu sakinleşip de nefes almaya başlayınca ip tekrar çekilir, beden tekrar asılır, boyun tekrar makaraya dayanır... İşkenceli ölüm, gözün görmediği, kulağın işitmediği dehşetle tekrar görünmeye başlar... Bu şekilde her tutukluyu birkaç defa asıp boğarak kana susayan emir ve devlet erkânının ihtirasları tatmin olduktan sonra tamamen öldürüp atarlar. Bu şekilde, tutuklunun kanını dökmeden ve herkese "ibret" olacak biçimde işkence ederek öldürmek, buna karar veren emir ve devlet erkânının arzularını yerine getirmiş olmakla birlikte, kısa zaman içinde çok adam öldürerek yeni tutuklulara yer açmak maksadına da engel teşkil ediyordu. İşte bunun için küçük avlularda kurulan darağaçlarmdan başka, "reghâne" adı verilen ve son derecede rutubetli olan zindanlardan birinde, başka bir darağacı daha kuruldu. * * Biz hikâyemizin başında, bu çok rutubetli zindanların önünden geçiyorduk; ancak bunların yapılışına ve iç kısımlarına dikkat etmiyorduk. Bu sebeple "reghâne "yi ve oradaki vaziyeti tasvir etmeden önce, genel olarak bu çok rutubetli zindanlar üzerinde biraz durmamız gerekmektedir. Buhara sarayının cümle kapısının yanındaki nöbetçi kulübesinden saray avlusuna kadar uzanan üstü ve iki yanı kapalı tünel şeklindeki yolun sol tarafına kurulan hücreler, yani "âbhâne" adı verilen rutubetli zindanlar, Buhara'nın en berbat hapishanelerinden olup sarayla birlikte inşa edilmiş ve o zamandan beri de hapishane olarak kullanılmaktadı r.
Bu hücreler tar, qaranğu bolıb, hava kiredigen birante hem tüynügü bolmageniden, ularra "hücre" vaki "üyçe" deyişden köre "taşdan yasalgen gor" deseler münâsibraq bolardı. Bu hücreler yaki taşgorlar qatarınm en âhırıdaark saqçılarmm başlığı bölgen topçıbaşmm havliçesi yanıdagı hücre, başqalarıge köre bir az kenraq tüşgen edi. Bu hücre hem qurılgen vaqtde, başqa hücrelerdek qamaqhâne qılmışı közde tutılgen; lekin u bir az kenraq bolıb, unda qamalgen bendinin bir az tinç ya-şaşı mümkin bolgeniden, ötgen zamanlarda undan bu yolda faydalanmagenler. Yağıngerçilik künlerde arknın yol ve yoleklerige sepiş üçün kerek bölgen qumlarra şu hücre içige kirgizib qoygenler. Şuran üçünhembu hücrege "Reghâne" nâmını bergenler. Amma 1918 yıl mart ayıdagı pala-partış qamaşlar vaqtide, reghâne hem "tola huquqlı" qamaqhâne bolgenidey, adam öldirişni yeni tertibde ötkezilgen vaqtda u yerde hem bir dâr qurıldı. Reghânede qurılgen dâr havliçelerde qurılgen darlar kebi bolmay, bir az başqaçaraq edi. Bunda eşikçenin tepesiden-üynin şiftige yapışıb turgen câyıdan bir tüynük açdılar, oşa tüynükke temir ğarğara ötkezdiler. Savun sürtilgen kendir arqannın bir uçını sırtmaq qılıb, gargara üstiden ötkezib, reghânege teşlediler, ikkinçi uçı bolsa taşqarıdan tar-tışge tayyarlenib qoyıldı. Reghânede turgen cellâd asıladıgen bendinin boynıge arqannm sırtmağını saladı; taşqarıdagı cellâd bolsa, arqannm taşqarıdagı uçıdan tartadı, şunday qüıb, bendim havliçedegiden beşbetter azab-uqubetler bilen öldirer ediler. Reghâne dârıge adam asışda zindandan çıqanlıb cellâdlik işige salmgen, lekin adam öldirişde unca kette tecribesi bolmagen ve köngli yumşaqraq cellâdlar qoyılgen edi. Reghânede işleydigen cellâdlarnm içkeridegisi, gordey qaranğı hücrede özi öldireyatgen adamnm közi özige tikilgenini kör-megenidey, taşqandagiler hem devar arqasıda tel-veselenib can bereyatgen öz maqtullerini körmesdiler, şuran üçün ulamın qol ve yürekleri titremesdi. Reghânede köpraq heç bir cellâd öldirişni öz boynıge almaydıgen ve günahsızlığı cellâdlargeçe açık sezilib turgen bendilerni asıb öldirer ediler. 9-martda reghânede asıb öldirilgen mazlum bendiler qatarıda, biz on altı yaşar Bâqi bilen on toq-qız yaşar Mahmudnı köremiz. Eke-üke bölgen bu ikki yaş balanın havlıları üçinçi marta emir adamları ve mullalar tamamdan basılgen, ata-anaları, halaları, Seyfiy namlı tört yaşar bir ükeleri ve süt emer bir qızçe singilleri vahşiylerçe öldirilgen ediler. Bu facia başlangeni heman, âqıbeti nime bolışını sezib, Bâqi bilen Mahmud qaçışge muvaffaq bölgen ve havlıları yaqmıda bölgen bir mazarnın eski bir sa-ğanasıge kirib, yaşırmıb yatgenden keyin, balalar açlık ve suvsızlıkka çıdayalmey u yerden çıqdılar ve çıqqan heman emir adamlarının qollarıge yolıqıb, Dar ve karanlık olan bu hücrelere, hava alabilecek hiçbir deliği de olmadığı için "hücre" veya "küçük oda" yerine, "taştan yapılmış mezar" demek daha doğru olur. Bu hücreler veya taş mezarlar sırasının en sonunda, saray muhafızlarının başı olan "topçubaşı"nın avlusu yanındaki hücre, diğerlerine göre biraz daha genişçeydi. Bu hücre de inşa edilirken diğerleri gibi hapishane olarak düşünülmüş, ancak biraz geniş olduğu için orada hapsedilen tutuklunun da biraz rahat edebileceği ihtimalinden dolayı eski dönemlerde buradan hapishane olarak faydalanümamıştır. Yağışlı günlerde sarayın yollarına serpmek için gerekli olan kumu buraya koyarlar. Bunun için de bu hücreye, "reghâne" derler. Ancak 1918 yılı Mart ayındaki karmakarışık tutuklamalar döneminde, reghâne de "hukuka tam uygun" bir hapishane haline getirildikten başka, yeni usûle göre adam öldürmeye başlanınca orada da bir darağacı kuruldu. Reghânede kurulan darağacı, küçük avlularda kurulanlar gibi olmayıp biraz daha farklıydı. Burada küçük kapının üstünden, oda tavanının köşesinden bir delik açtılar. Açılan deliğe bir de demir makara yerleştirdiler. Sabun sürülen kendir ipinin bir ucunu, ilmekli bağlayarak makaranın üstünden geçirip reghâneye sarkıttılar; diğer ucu ise dışarıdan çekecek şekilde hazırlandı. Reghânede duran cellât, asılacak tutuklunun boynuna ipin ilmeğini geçirir, dışarıdaki cellât ise ipin dışarıda kalan ucundan çeker, böylece tutukluyu avludakinden daha beter işkencelerle öldürürlerdi. Reghânedeki damgacına adam asma işinde, zindandan çıkarılarak cellâtlık görevi verilen, fakat adam öldürmede pek o kadar fazla tecrübesi olmayan yumuşak kalpli cellâtlar görevlendirilmişti. Reghânedeki cellâtların içeride çalışanı, bir mezar gibi karanlık hücrede öldürdüğü adamın gözlerinin üzerine çevrildiğini görmediği gibi, dışarıdakiler de duvarın arkasında büyük bir acıyla can veren maktullerini görmezlerdi; bunun için de onların ne elleri titrerdi, ne de yürekleri. Reghânede daha çok hiçbir cellâdın öldürme vebalini üzerine almadığı ve suçsuzluğu cellâtlara varıncaya kadar herkes tarafından açıkça hissedilen tutukluları asıp öldürürlerdi. 9 Mart günü, reghânede asılarak öldürülen mazlum tutuklular arasında, biz on altı yaşındaki Baki ile on dokuz yaşındaki Mahmud 'u görüyoruz. Ağabey-kardeş olan bu iki genç çocuğun evleri, üçüncü defa emirin adamları ve mollalar tarafından basılmış, anne ve babalan, teyzeleri, Seyfi adlı dört yaşındaki bir kardeşleri ve henüz memedeki bir küçük kızkardeşleri, vahşice öldürülmüşlerdi. Bu facianın başında, akıbetin nasıl olacağını fark eden Baki ile Mahmud, kaçmayı başararak evlerinin yakınında bulunan bir mezarın eski sandukasına girip saklandılar, sonra açlık ve susuzluğa dayanamayıp oradan çıktılar ve çıkar çıkmaz da emirin adamlarının eline dü-
âbhâne namlı qamaqhânelernifi birige qamaldılar. Bu yaş balalarnı öldirişni heç bir cellâd boynıge almageç, ular hem reghânege kirgizilib, u yerdegi qaranğılıkda bölgen dârge asıldılar. (Eserler - Buhara Cellâdlan, c.i, Taşkent-1963) BEHBÛDİY EFENDİNİ ESKE TÜŞÜRÜB, QÂTİL VE ÇATLGÂHİGE HİTABEN Ey, medfeni insaniyet, ey, maqteli ahrâr, Ey, merkezi vahşâniyet, ey, mekmeni eşrâr! Minlerçe yiğitler başını tenden ayırdın, Minlerçe esâretzede oğlanları qırdin! Qan tök, yene qan tök, yene qan tök! Yene qan tök!! Qan seli bilen âqıbetülemr yarıl, çökü! Qan tök-de, çömül qange, yıqıl qange, boğul, öl! Tâ qanma bulğanmasm âzâde biran qul. Ey, dev-ü cehalet üyi, ey qan-la tolan dâr! Şâd ol bükün! Amma bu künün ertesi-de bar! Bir desti riya, desti cefâ, desti hıyanet! Mümkünmü seni eylese kettikçe sıyanet?.. Yoq! Yoqü Kelür elbet, kelür elbet, kelür elbet Zâlimleri tard etmeğe, mahv etmeğe nevbet!!! Ey, qâtile! Ey, fâcire! Ey,, fitnei Turan! Turan Eli fitnen ile olsunmu perişan? Minlerçe yiğit başını keltek bile ezdin, Minlerçe yiğit na'şını sarcın kebi tizdin; Zindanlara minlerçe tiriklerni çürütdin, Tizâb ile minlerçe ölüklerni eritdin... Qur'ânnı, şeriatnı ayaq astına bastın, Behbudi kebi dâhiyi Turanm-da astın! Baş kes, yene baş kes, nece kün keyfü safa sür, Lâkin közünü aç! Kelesi künlerini kör! Bilgilki, bu ehmâl emes, ehmâli ilâhiy, Bilgiî, ebediy qalmayacak munça melâhiy. Bir kün kelir elbet, kelir elbet, kelir elbet Ey, hâine, öç almağa âcizlere nevbet! Ey, maqteli ahrâr, ey, memkeni eşrâr, Qan tök, yene qan tök, Qan tök-de, yarıl, çök! Bir desti hıyanet Eylermi sıyanet Dâim seni? -Asla! Bir kün kelir elbet Âcizlere nevbet Öç almağa senden, Ey, menbaı nekbet! Korsem oşa künni.,. Nisan-1920, Semerkand şerek âbhâne denilen bu rutubetli zindanlardan birine hapsedildiler. Bu genç çocukları öldürme görevini hiçbir cellât üzerine almayınca, onlar da reghâneye sokularak o karanhkyerdeki darağacında asıldılar. BEHBUDİ EFENDİ'Yİ HATIRLAYIP KATİLİNE VE KATLEDİLDİĞİ YERE HİTABEN Ey, insanlığın mezarı, ey, hürriyetçilerin öldürüldüğü yer, Ey, vahşetin merkezi, ey, kötülerin pusu kurdukları yer! Binlerce yiğidin başını vücutlarından ayırdın, Binlerce esâretzede kahramanı kırdın! Kan dök, yine kan dök, yine kan dök! Yine kan dök!! Kan seli ile nihayet sonunda sen de yarıl, çök!!! Kan dök de, gömül kana, yıkıl kana, boğul, öl! Tâ ki kanına bulanmasın temiz hiçbir kul. Ey, cehaletin ve devin yuvası, ey kanla dolan yer. Şâd ol bugün! Ama bugünün yarını da var! İkiyüzlülüğün eli, zulmün eli, hıyanetin eli Mümkün mü seni etsin ebediyyen muhafaza?.. Hayır! Hayır!! Gelir elbet, gelir elbet, gelir elbet Zâlimleri tardetmeye, mahvetmeye nöbet!!! Ey, katil kahpe! Ey, fahişe! Ey, Turan 'in fitnesi! Turan Eli senin fitnenle olsun mu perişan? Binlerce yiğidin başını odunla ezdin, Binlerce yiğidin naaşım arşın gibi dizdin; Zindanlarda binlerce diriyi çürüttün, Kezzap ile binlerce ölüyü erittin... Kur 'ân 'ı, şeriatı ayaklar altına aldın, Behbûdîgibi Turan dâhisini de astın! Baş kes, yine baş kes, sayısız gün keyif, safa sür, Lâkin gözünü aç! Gelecek günlerini gör! Şunu bil ki, bu güç değil, ilâhî bir güç, Bil ki, ebediyyen sürmeyecek bunca eğlence. Bir gün gelir elbet, gelir elbet, gelir elbet Ey, hâin kahpe, öç almaya âcizlere nöbet! Ey, hürriyetçilerin öldürüldüğü, kötülerin pusu kurduğu yer, Kan dök, yine kan dök, Kan dök de, yarıl, çök! Hıyanetin eli Eyler mi muhafaza Daima seni? -Asla! Bir gün gelir elbet Âcizlere nöbet Öç almaya senden, Ey, musibet kaynağı! Görebilsem O günü...