Avrupa'daki Birlik Tartışmaları'na Sunulan Bildiriler ve Değerlendirmeler 1990



Benzer belgeler
Türkçe Ulusal Derlemi Sözcük Sıklıkları (ilk 1000)

Nasuh Mitap ı Ankara dan tanırım. Kendisi hakkında bir şey yazmayacağım.

bilgilerle feminizm hakkında kesin yargılara varıp, yanlış fikirler üretmişlerdir. Feminizm ya da

Murat Çokgezen. Prof. Dr. Marmara Üniversitesi

1999 dan 2007 ye Seçmen Tercihleri ve Değişim

Vekiller Heyeti Kararı, Sıkıyönetim Komutanlığı ve Milli Güvenlik Konseyi'nce Kapatılan Siyasi Partiler

OKUL MÜDÜRÜMÜZLE RÖPORTAJ

Russell ın Belirli Betimlemeler Kuramı

3. Global SATELLITE SHOW HALİÇ KONGRE MERKEZİ STK, Kurum ve Kuruluşlarımızın Değerli Başkan ve Temsilcileri,

Karl Heinrich MARX Doç. Dr. Yasemin Esen

ÜNİTE:1. Sosyolojiye Giriş ve Yöntemi ÜNİTE:2. Sosyolojinin Tarihsel Gelişimi ve Kuramsal Yaklaşımlar ÜNİTE:3. Kültür ve Kültürel Değişme ÜNİTE:4

SANAT FELSEFESİ. Sercan KALKAN Felsefe Öğretmeni

Engellilere Yönelik Tutumların Değiştirilmesi ZEÖ-II 2015

KİTAP GÜNCESİ VIII. GELENEKSEL KİTAP GÜNLERİ SAYI:3

ENSAR VAKFI EĞİTİM PLATFORMU (EVEP) SEMİNER ATÖLYESİ ITESTPLUS EĞİTİM PLATFORMU - IT+# !!!!!!!!!!! TEOG - YGS-LYS NEDİR?GS-LYS Nedİr?

Bugün kadın ve erkeğin daha eşit olacağı bir toplumda yaşamak için sen ne yapacaksın?

ZORUNLU GÖÇLER, SÜRGÜNLER VE YOL HİKAYELERİ: ULUPAMİR KIRGIZLARI ÖRNEĞİ ZORUNLU GÖÇLER, SÜRGÜNLER VE YOL HİKAYELERİ: ULUPAMİR KIRGIZLARI ÖRNEĞİ

Nâzım Hikmet - Yosif Abramson mektuplaşmasını sunuş

TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu

TÜSİAD YÖNETİM KURULU BAŞKANI HALUK DİNÇER İN KADIN-ERKEK EŞİTLİĞİ HAKKINDA HER ŞEY KISA FİLM YARIŞMASI ÖDÜL TÖRENİ KONUŞMASI

ÖRGÜTSEL DAVRANIŞTA GRUP SÜRECİ: TAKIM ÇALIŞMASI Doç. Dr. Cevat ELMA

Nasıl? Fark etmez! Ne kadar? Sonsuza kadar! Niçin? Çünkü böyle mutlu olabilirsin!

ÜNİTE:1. Sanayi Sonrası Toplum: Daniel Bell ÜNİTE:2. Alain Touraine: Modernlik ve Demokrasi ÜNİTE:3. Postmodern Sosyal Teori ÜNİTE:4

Karar Verme ve Pazarlama Bilgisi: Yönetim Kurulu Odasına Giden Yol

KPSS'de çok konuşulan 'vitamin' sorusu ve çözümü

22. Baskı İçin... TEŞEKKÜR ve BİRKAÇ SÖZ

KARİYER YÖNETİMİ. Kariyer teorisi iki nokta üzerinde odaklanmaktadır. Öğr. Grv.. M. Volkan TÜRKER

İşten Atılan Asil Çelik İşçilerinin okuduğu basın açıklaması: 15/03/2012

TÜRKİYE DE İŞ DÜNYASINDA ÇALIŞANLAR SOSYAL MEDYAYI NASIL KULLANIYOR?

ZAMAN YÖNETİMİ. Gürcan Banger

Takdim. Bu, Türkiye nüfusu göz önüne alındığından her 90 kişiden birinin aday olması anlamına geliyor (TV, Haberleri, ).

Kızla İlk Buluşmada Nasıl Sohbet Edilir? Hızlı Bağ Kurma Teknikleri

11. HAFTA 2.ARAŞTIRMA İNCELEME YAZILARI

Cezayir'den yükselen bir ses: Yalnızca İslam hükmedecek!

Economic Policy. Opening Lecture

Etkinlik Temelli Öğrenme

kişinin örgütte kendini anlamlandırmasına fırsat veren ve onun inanış, düşünüş ve davranış biçimini belirleyen normlar ve değerler

Bu süreç devrimci hareket için zararlı mıdır? Tam tersine, yararlıdır.

21 yıllık tecrübesiyle SiNCAN da

MARUF VAKFI İSLAM EKONOMİSİ ENSTİTÜSÜ AÇILDI

L Oréal in Dijital Dönüşümü

Beğenin beğenmeyin: Yalçın küçük bunları yazıyor.

Böylesine anlamlı ve sevinçli bir günde sizlerle birlikte olmaktan mutluluk duyuyorum. Türkiye İş Bankası adına sizleri kutluyorum.


ÖRGÜT SAĞLIĞI OKULDA SAĞLIK, İKLİM VE. Sağlıklı örgüt için gerekenler: Yrd. Doç. Dr. Çetin Erdoğan. Örgüt Sağlığı. Örgüt Sağlığı.

Yeni bir dönem açılıyor: Mali çöküş, depresyon, sınıf mücadelesi

ÖRGÜTSEL DAVRANIŞ DORA KİTABEVİ, EYLÜL 2018, 302 SAYFA

RAPORU HAZIRLAYANLAR: Azime Acar & Ender Bölükbaşı


(DRAFT COPY) DEMOKRATİK TEPKİLER REHBERİ

İstanbul Tıp Fakültesi Sosyal Sorumluluk Projeleri

Milli Devlete Yönelik Tehdit Değerlendirmesi

İNSAN KAYNAKLARI YÖNETİMİ


Giriş Bölüm 1. Giriş

Her yıl kaç vize veriliyor? Türkiye deki Alman temsilcilikleri her yıl yaklaşık 160 bin vize veriyor.

Sivil Toplum Geliştirme Merkezi KATILIMCI DEMOKRASİDE YEREL YÖNETİM-STK İŞBİRLİĞİ 1. TOPLANTI

1.Kameranın Toplumsal Tarihi. 2.Film ve Video Kameraları. 3.Video Sinyalinin Yapılandırılması. 4.Objektif. 5.Kamera Kulanım Özellikleri. 6.

İnsanı Diğer Canlılardan Ayıran Özellikler

Ateş Ülkesi'nde Ateşgâh Ateşgâh ı anlatmak istiyorum bu hafta sizlere. Ateş Ülkesi ne yolculuk ediyorum bu yüzden. Birdenbire pilot, Sevgili yolcular

PÜF NOKTALARI: SINIF İÇİNDE ÖĞRENCİLERİN KATILIM HAKKININ GERÇEKLEŞMESİNİ SAĞLAMAK

Şef Makbul Ev Yemekleri'nin sahibi Pelin Tüzün Quality of magazine'e konuk oldu

Zirve Takvimi


(b) Bir kanıtlamadır. Burada (çünkü) bir öncül belirticidir ve kendisinden sonra gelen yargının öncül olduğunu gösterir.

İbrahim Yalçın ın Biz kaç kişiyiz sorusuna kendi açımdan cevap vermeye çalışayım

14. ÇALIŞMA EKONOMİSİ VE ENDÜSTRİ İLİŞKİLERİ KONGRESİ

Kadınlar Ne İster? Erkekler Ne Verir?

Atatürk ün Kişisel Özellikleri. Elif Naz Fidancı

TÜRKİYE - AFRİKA EKONOMİ FORUMU AÇILIŞ TÖRENİ KONYA 9 MAYIS İş Dünyası ve STK ların Değerli Başkan ve Temsilcileri,

Siyasi Parti. Siyasi iktidarı ele geçirmek ya da en azından ona ortak olmak amacıyla örgütlenmiş insan topluluklarına siyasi parti denir.

SOSYAL TABAKALAŞMA SOSYAL TABAKALAŞMA Taylan DÖRTYOL Akdeniz Üniversitesi Uygulamalı Bilimler Fakültesi Pazarlama Bölümü

TMMOB DANIÞMA KURULU 2. TOPLANTISI YAPILDI

Necla Akgökçe den bilgi aldık. - İlk olarak ülkede kadınların iş gücüne katılım ve istihdam konusuyla başlayalım isterseniz

Liderlikte Güncel Eğilimler. Konuşan Değil, Dinleyen Lider. Şeffaf Dünyada Otantik Lider. Bahçevan İlkesi. Anlam Duygusu Veren Liderlik

Projenin Adı:Pascal-Fermat Olasılık Mektupları

yeni kelimeler otuzsekizinci ders oluyor gezi genellikle hoş geldin mevsim hoş bulduk ilkbahar gecikti ilkbahar mevsiminde geciktiniz kış mevsiminde

TÜSİAD Gençlik Platformu

AİLE ve EVLİLİK EĞİTİM PROGRAMI PROJE DOSYASI

İMAN/İNANÇ ve TANRI TASAVVURU GELİŞİMİ JAMES FOWLER

Deniz Kantarcıoğlu Anaokulu Rehber Öğretmeni. «Okula Uyum»

EKONOMİ POLİTİKALARI GENEL BAŞKAN YARDIMCILIĞI Eylül 2013, No: 74

İCAT NEDİR? İnsanların gereksinimlerini karşılamak için ortaya koydukları tüm yeni gelişimler icattır.

Siyasette kutuplaşma. Ahval 13/8/2018

10. hafta GÜZELLİK FELSEFESİ (ESTETİK)

İçindekiler. Giriş. Bölüm 1: MINDFUCK ya da olasılıklarımız ve gerçek yaşamımız arasındaki boşluk 15

TÜSİAD YÖNETİM KURULU BAŞKANI CANSEN BAŞARAN SYMES IN " TÜRKİYE DE ENFLASYON DİNAMİKLERİ: FIRSATLAR VE RİSKLER KONFERANSI AÇILIŞ KONUŞMASI

6. Uluslararası Sosyal Güvenlik Sempozyumu İzmir de Başladı

TÜRKİYE TİPİ BAŞLANLIK SİSTEMİ MODEL ÖNERİSİ. 1. Başkanlık Sistemi Tartışmasının Temel Gerekçeleri

AKTIF (ETKİN) ÖĞRENME

Sizin Fikriniz Sizin Projeniz

SOSYAL FOBİ. Sosyal fobide karşılaşılan belirtiler şu şekilde sıralanabilir.

EĞİTİM ÖĞRETİM YILI SORGULAMA PROGRAMI

Çeviri Köyü Projesi Hakkında. Çeviri Köyü Projesi, insana ve doğaya önem veren bir yaşam alanı oluşturma gayesi ile yola çıktı.

Enternasyonalist Komünist Birlik (EKB)

8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü, Kapitalist Sömürü Sistemini Yıkmak için Örgütlenme ve Mücadelenin adıdır!

Kafkasya ve Türkiye Zor Arazide Komfluluk Siyaseti

TV LERDEKİ PROGRAMLARA ÇIKANLAR KURAN OKUMASINI BİLMİYOR

Duygusal ve sosyal becerilere sahip Genç profesyoneller

Transkript:

Birlik mi? Rekompozisyon mu? Avrupa'daki Birlik Tartışmaları'na Sunulan Bildiriler ve Değerlendirmeler 1990 "Çatı Partisi" girişimi ve tartışmaları vesilesile unutulmuş bir girişimin tarihini ve derslerini hatırlatmak için 19 yıl sonra yeniden yayınlama Mayıs 2009 YAZAN: DEMİR KÜÇÜKAYDIN köxüz DİJİTAL YAYINLAR İNDİR BAS DAĞIT

Birlik mi? Rekompozisyon mu? İçindekiler BİRLİK TARTIŞMALARI ÜZERİNE... 4 Birlik = Bölünme: Unutulan Bir Denklem... 4 "Kuruçeşme"nin Tarihteki Olası Yeri... 6 "Kuruçeşme"nin Hayalleri... 8 Parti Konusunda Üzerinde Düşünülmesi Gereken Bazı Sorular... 11 "Sosyalistlerin Birliği" Kimin İçin Gerekli?... 13 AVRUPA'DAKİ "BİRLİK TARTIŞMALARI"NIN GAYRI RESMİ VE ÖZNEL BİR TARİHİ... 14 Sunuş... 14 Toplantı'ların Tarih Öncesi... 16 Frankfurt Toplantısı... 19 İlk Bocholt Toplantısı... 23 Avrupa'da Kadınlar... 27 Komisyon Çalışmaları... 29 Son Bocholt Toplantısı... 34 HANGİ KONULAR, NASIL BİR ÖNCELİK SIRASINA GÖRE, HANGİ BİÇİMLER ALTINDA ELE ALINMALI?... 37 PROGRAM ANLAYIŞLARI... 43 MARKSİZM VE GÜNÜMÜZ DÜNYASI... 48 2

GÜNÜMÜZ VE MARKSİZM KONUSUNDA TEBLİĞLER VE TARTIŞMALAR ÜZERİNE BİR DEĞERLENDİRME... 53 Sunuş... 53 Günümüz Dünyası ve Marksizm İlişkisi Hangi bağlamlarda Ele Alınabilir... 54 Marksizm Nedir? İşçi Hareketi ve/veya Sosyalizm mi?... 57 Marksizm, Hangi Marksizm?... 58 Marksizmin Hangi Veçhesi... 60 SOSYALİST DEMOKRASİ TARTIŞMALARINDA PEK TARTIŞILMAYAN BAZI SORUNLARI AÇMA DENEMESİ... 65 Sunuş... 65 Sosyalist Demokrasi Tartışması'nın Bazı Metodolojik Sorunları... 66 Proletarya Diktatörlüğü Deneylerinde Hangi Problemler Çözülmeye Çalışılmıştı?... 70 Görüşlerin Seçmenler İçindeki Oranının Temsilcilere Yansıması ile Seçilenlerin Her An Geri Alınabilmesi Sorunlarının Çelişkisi... 71 Diğer Emekçi Tabakaların Oy Hakları ve Ağırlıkları Sorunu... 72 İş Yerlerine Göre Sovyetler Günümüzde İşçi Sınıfının İradesini Yansıtmaya Ne Ölçüde Hizmet Eder... 73 Partiler Sorunu... 74 Diğer Baskı Biçimleri ve Sosyalist Demokrasi... 74 Doğrudan Demokrasi Olanakları... 75 Sosyalist Demokrasi'nin İlkesi ve Maddi Temeli... 76 (KURUÇEŞME'YE MEKTUP)... 79 3

Birlik Tartışmaları Üzerine Birlik = Bölünme: Unutulan Bir Denklem "Birlik"!.. Son ayların ve yılların büyülü sözcüğü. Herkes birlikten yana. Peki niçin birlikten yana da bölünmeden yana değil? Tartışmaların adı niçin "Bölünme Tartışmaları" değil de "Birlik Tartışmaları"? Adı "Bölünme Tartışmaları" olsa daha mı yanlış olurdu? Burjuva aydınlanmacıları, soyut bir insan özü anlayışından hareketle bütün insanların iyi doğduğunu ama onların bazılarını toplumun kötü yaptığını söylerlerdi; Hegel de, bu yaklaşımın yanlışlığını göstermek için, "bütün insanlar kötü doğarlar, onların bir kısmını iyi yapan toplumdur" gibilerden bir şeyler söylemiş. Aslında bu önerme de, aynı yaklaşım çerçevesinde en azından birincisi kadar doğrudur; hatta birincisinin ve kendisinin saçmalığını gösterdiği için, birincisinden çok daha doğrudur. Benzer bir yaklaşım "Birlik Tartışmaları" adına da uygulanabilir. Tartışmaların adı "Bölünme Tartışmaları" olsaydı, en azından "Birlik Tartışmaları" kadar doğru, hatta her birliğin aslında bir bölünme olduğunu hatırlattığı; saçma bir birlikçilik yarışması ve bölücülük suçlaması olanağını ortadan kaldıracağı için, yüz kat daha doğru olurdu. Evet, tekrar, o unutulmuş, "eski", diyalektiği biraz hatırlamak gerekiyor. "Birlik" kavramı, kendisi aynı zamanda kendi zıttı olan bir kavramdır, tıpkı üretim gibi. Üretim, aynı zamanda tüketimdir de. Herhangi bir ürün üretilirken, hammadde, enerji, iş gücü tüketilir. Ya da herhangi bir ürün tüketilirken, artıklar, çöpler, işgücü üretilir. Aslında üretim ve tüketim, bir ve aynı sürecin iki yüzünden, hatta bakış açımıza göre değişen iki farklı adlandırılışından başka bir anlam taşımazlar. Üretim sözcüğünün kullanıldığı her yere, aynı rahatlıkla tüketim sözcüğünü koyarak, aynı doğrulukta önermeler elde edilebilir. Soruna böyle, artık unutulan diyalektik bir bakış açısıyla bakılınca, kimi çok parlak gibi görülen adlandırmaların, aslında hiç bir şeyi açıklamadığını daha açık görmek mümkün olabilir. Tipik bir örnek: "Tüketim Toplumu" kavramı. Aynı topluma "Üretim Toplumu" dendiğinde hiç de farklı bir şey söylenmiş olmaz. Sadece aynı sürece başka bir koordinat sisteminden bakarak bir isim verilmiş olur. Bir şeyin tüketilmesi için üretilmiş olması gerekir. "Tüketim Toplumları" aynı zamanda "Üretim Toplumları"dır. Peki o halde, niye "Üretim Toplumu" denmiyor da "Tüketim Toplumu" deniyor? Bunun nedeni, bilimsel değil, psikolojik ya da ideolojik kaygılarda bulunabilir. Aslında "Tüketim Toplumu" kavramıyla kastedilen, insanın mutluluğu ve yaşaması için hiç de gerekli olmayan şeylerin bol miktarda üretildiği bir toplumdur. Fakat kastedilenin bu olması halinde de, Tüketim Toplumu (veya Üretim Toplumu) kavramları ile açıklanmak istenen arasında bir açıklama ilişkisi ortaya çıkmaz. Çünkü, üretim veya tüketim toplumu 4

kavramı, üretilen veya tüketilen şeylerin niteliğini değil, sadece niceliğini bir ölçü olarak ele alır. Eğer tarihte her toplumun aynı zamanda üretim ve/veya tüketim toplumu olduğunu; bu anlamda modern uygarlığın bir istisna oluşturmadığını; ama "tüketim toplumu" derken, örneğin bol miktarda çöp üreten bir toplum kastedildiğini bilir; "tüketim toplumu" kavramının aslında anlamsız ve yanlış, hiç bir açıklayıcı değeri olmayan bir kavram olduğunu bir an bile aklımızdan çıkarmazsak; ve tüketim sözcüğünün üretime göre daha prejoratif, kötüleyici, aşağılayıcı bir anlamı olduğu için, yani bilimsel değil; tarihsel, ideolojik veya psikolojik nedenlerle "üretim toplumu" değil de "tüketim toplumu" dediğimizi unutmazsak; kastedilenin kısa bir şekilde ifadesini sağladığı için, tıpkı Avrupa Ekonomik Topluluğu yerine AET denmesi gibi, bir kot olarak kullanmak ekonomi sağlayabilir. Aynı ilişki Birlik ve Bölünme için de geçerlidir. Niçin "Birlik Tartışmaları" da "Bölünme Tartışmaları" değil veya niye "Sosyalist Birlik" diye bir dergi çıkarılıyor da "Sosyalist Bölünme" diye değil? Birincisi ikincisinden daha mı doğru? Hayır. Sadece psikolojik ve ideolojik bir avantaj sağlanıyor. "Bölme" ya da "bölünme" olumsuz bir anlam taşır. Her birlik bölünmedir. Bölünmesiz birlik, birliksiz bölünme mümkün değildir. İnsanları herhangi bir kritere göre bölmek isteyin, onları aynı zamanda birleştirmiş olursunuz. Kanarya sevenler derneği kurmak, kanarya sevenleri birleştirmek istiyorsanız, kendinizi kanarya sevmeyenlerle bölmek, kanarya sevmeyenlerin birliğin içinde yer alamayacağını belirtmek, en açık biçimde bölücülük yapmak zorundasınızdır. Ama diyebilirsiniz ki, "biz kanarya sevmeyenlerle de bölünmek istemiyoruz, onlar da derneğimize üye olabilirler". O zaman da, kanarya sevmeyenlerin derneğe üye alınmasını istemeyenlerle bölünmüş olursunuz. Birlikçi olmanın bölücü olmaktan başka bir yolu yoktur. Bölücü olmanın da birlikçi olmaktan başka yolu yoktur. Nasıl her üretim eylemi aynı zamanda tüketim ise, nasıl her temizleme eylemi aynı zamanda bir pisleme eylemi ise, her birlik eylemi de bir bölme eylemidir. Aslında sorun hiç bir zaman üretimci ya da tüketimci, temizlikçi ya da pislikçi, bölünmeci ya da birlikçi olmak değildir. Biri olduğunuzda otomatikman onun zıttı da olursunuz. Sorun neyin üretilip neyin tüketildiğidir; neyin kirletilip neyin temizlendiğidir; neyle birleşilip neyle bölünüldüğüdür. "Bütün Sosyalistler Birleşsin", "bunu istediğimiz için "Birlik Tartışmaları" diyoruz" mu diyorsunuz? Ama o "Bütün Sosyalistler" içinde "Bütün Sosyalistlerin" birleşmesinin ancak devrimci bir program bazında olursa doğru olacağını düşünenler de vardır. Bunlarla bölünmeden "Bütün Sosyalistler Birleşsin" tezinizi savunamazsınız. Demek ki hedefiniz, o güzel "bütün sosyalisler" değil, örneğin en azından, devrimci bir program gerekmeden birleşebileceğine inananlardır. O zaman da adınızı, niye daha dürüstçe örneğin "birleşmenin ancak devrimci bir program temelinde olacağını düşünen sosyalistlerle bölünen sosyalistler" olarak adlandırmıyorsunuz? Bu daha mı yanlış olurdu? Hayır, aksine gerçekliği daha açık ifade ettiği için bin kat daha doğru olurdu. Evet artık böyle, provakatif adlandırmalara, insanların ön yargılarına, psikolojilerine değil, zekalarına, düşüncelerine hitap eden adlandırmalara ve dile ihtiyaç var. 5

Artık "Elbiselerimi, tabakları yıkıyorum" değil, "Elbiselerim ve tabaklarla suyu kirletiyorum" demeliyiz. Bu çok daha düşündürücü ve uyarıcı. Artık örneğin "Sosyalist Birlik" değil, "Sosyalist Bölünme"yi çıkarmak gerekiyor. "Sosyalist Birlik" toplantıları değil "Sosyalist Bölünme" toplantıları örgütlemek gerekiyor. Bu isimlerin hiç biri daha doğru ya da daha yanlış değildir ama hiç olmazsa çağın ihtiyaçlarına daha uygun, daha düşündürücüdürler. "Birlik" sözcüğü neyle birleşilip neyle bölünüldüğünü gizlemeye yarar, ama "Bölünme" sözcüğü tam da neyle bölünüldüğü dolayısıyla neyle birleşildiği sorusunu kışkırtır. Soru şudur: neyle birleşiliyor, neyle bölünülüyor; neyle birleşmek, neyle bölünmek gerekir? "Kuruçeşme"nin Tarihteki Olası Yeri Artık "Kuruçeşme Süreci" diye adlandırılan "Birlik Tartışmaları" Türkiye Solu'nun kendi ölçüleri ve tarihi açısından bakıldığında, sadece var oluşuyla bile başlı başına bir başarı olarak görülebilir. Bu tartışmalar, Türkiye'deki Sosyalist kadroların gerek nitelik, gerekse nicelikçe en önemli bölümünü kapsamıştır. Türkiye ve Avrupa'da tartışmalara katılan, bildiriler sunan isimlere bakıldığında, 1960'lardan beri mücadele içinde bulunmuş ve hala politik olarak aktif kadroların hemen hepsinin doğrudan ya da dolaylı olarak tartışmalar içinde olduğu görülür. 1960'larda TİP saflarında mücadeleye başlamış; FKF ve DEV - GENÇ deneylerini yaşamış; 12 Mart'ı hapiste ya da gizlilikte geçirmiş; 1974 sonrasının muazzam kitleselleşme dalgasında genellikle bir örgütün yönetiminde bulunmuş; 12 Eylül dönemini yine hapis, sürgün veya illegalite koşullarında geçirmiş kadroların, yani sol hareketin son 20-30 yıllık birikiminin büyük bölümü bu tartışmalarda doğrudan veya dolaylı yer aldı. 1960'lar bir yana bırakılırsa son yirmi yılda ilk kez böylesine geniş ve değişik çevreleri içine çekebilen bir tartışma yaşandı. Teorik bakımdan da durum pek farklı değildir. Özellikle "Devrimci Blok"un metinlerine bakıldığında, savunulan teorik tezlerin genel ortalamalarıyla Türkiye sol hareketinin son 30 yıllık tarihinde ulaşılan en ileri noktayı temsil ettikleri kolaylıkla görülebilir. Bu isimler, ortaya çıkan metinler düşünülünce sadece bu tartışmaların bile sosyalist harekete muazzam bir itilim, bir dinamik kazandırması umulurdu. Ama bütün bu beklentiler gerçekleşmemiştir; umuttan ziyade bir bezginlik egemendir; kimse sonuçtan memnun değildir. Aslında Kuruçeşme'nin kahramanca diye nitelenebilecek bir yanı da vardır. Türkiye ve Dünyada Marksizmin diskredite olduğu bir dönemde, en azından "Devrimci Kanat"ın metinleri bakımından, devrimci sosyalizme doğru, Marksizme doğru, akıntıya karşı bir çabadır da. Fakat bütün bu kahramanca yanına rağmen, onun garip, ifadesi güç, traji komik denebilecek bir yanı da vardır. Sanki bütün o tartışmalar bu dünyanın dışında yapılıyor gibidir. Onun bu yanı denebilir ki, sosyalizmin, Marksizmin trajedisinden, bu trajedinin sonuçlarını yaşamasından kaynaklanıyor. Bir an için, dünya tarihsel açıdan baktığımızda, onun 6

gerçekten çok geç kalmış bir çaba olduğu görülüyor. Hayat Türkiye Sosyalistlerinin teorik evriminden çok daha hızlı evrilmiştir. *** Modern fizik evrenin oluşumunun ilk dönemlerini anlayabilmek için teleskoplarla daha uzağa, labaratuarlarda daha sıcağa ulaşmaya çalışıyor. Teleskoplar ne kadar ileriye bakarsa zaman içinde o kadar geriyi görüyor. Labaratuarlarda ne kadar yeni sıcaklıklara ulaşılırsa o kadar eski sıcaklıklara ulaşılmış oluyor. Stalinizm denen o korkunç, ve çok kullanıldığı için artık korkunçluğunun çapı kavranılmaz olan yozlaşma sonucunda dünyaya gözlerini stalinist teoriyle açmış ve onu marksizm sanan marksistler ne kadar ilerlerlerse o kadar geriye varıyorlar ya da tersinden ifade edersek, marksizmin tarihinde ne kadar geriye giderlerse o kadar ileriye ulaşmış oluyorlar. 68 kuşağının teorik serüveni bir bakıma zaman içinde geriye doğru bir yolculuktur, ama bu geriye doğru yolculuk aslında onun kendi hareket noktasına göre ileriye doğru bir gidiş anlamına gelmektedir. Bizler önce metafizik burjuva sosyolojilerini marksizm sanarak işe başladık; sonra Mao, Stalin, Politzer'leri keşfettik; onlardan öğrendiklerimizi marksizm sandık. Birkaç on yılımızı da onların marksizminin marksizm olmadığını anlamakla kaybettik. Marx, Engels, Lenin, Troçki, Lüxemburg'ların marksizmine, yani suyun kaynağına ulaşmamız; zaman içinde daha geriye gidişimiz; daima daha eski teorisyenleri buluşumuz bizim kandi hareket noktamız açısından hep bir ilerlemenin ifadesi oldu. Bütün bu teorik çabanın elbette bir tek hedefi vardı, yaşadığımız çağın sorunlarını anlayıp çözebilmek için daha sağlam ve gelişkin bir teoriyle donanmak. İşte 68 kuşağının trajedisi bu noktada başlıyor. Tarih bizi beklemiyordu, o kendi yolundan muazzam bir hızla gidiyordu. Bizlerin aşağı yukarı 30 yıllık bir çabamıza malolan, yaşadığımız dünyayı açıklayabilmek için otantik ve devrimci marksizmi yeniden keşfedişimiz süresinde, yaşadığımız dünya öylesine değişmişti ki, biz onları keşfettiğimiz sıra, artık o araçlar yaşadığımız dünyanın sorularına cevap verme yeteneğini yitirmişti. Bütün hayatımızı verdiğimiz çaba sonunda ulaştığımızın birdenbire artık pek az işe yararlığını görmek; bunu kabullenmek gerçekten kolay değil. Çoğumuz bu gerçeği görmek istemiyoruz. Kolay değil, bir kuşağın en verimli çağlarına mal olmuş bir çabanın birden bire pek az işe yaradığını görmek ve bunu kabullenip her şeye yeniden başlayabilmek. Gerçek durumu kavrama cesaretini gösteremeyince, gerçekleri bizlerin çabasını anlamlı kılacak biçimde görmeye çalışıyoruz ve giderek bir hayal aleminde yaşamaya başlıyoruz. Bu ise 68 kuşağının gelecek yükselişlere bir soluk verebilmesi, onların ufkunu açabilmesi olanağını yok ediyor. Olan bir bakıma, bilgisayar alanında son yıllarda çok sık raslandığı gibi, kimi keşiflerin daha piyasaya çıkmadan moral yıpranmaya uğrayıp değersizleşmelerine benziyor. Uzun çabalar sonucu, stalinist dejenerasyondan azade marksizmi keşfeder gibi oluyoruz, ama bu arada toplum öyle değişmiş ki, bu keşfettiğimiz biçimi ve problematikleriyle marksizm artık o toplumun sorunlarına pek az cevap veriyor. O sorunları kavrayabilmek ve onlara cevap verebilecek bir ilerlemeyi marksist teoride başarabilmek için ne zamanımız ne de birikimimiz var. Böylece dünyaya gözlerini o toplumun sorunlarıyla açmış yeni kuşaklarla 7

ortak sorunları tartışma, bir bağ kurma olanağını yitiriyoruz. İşin ilginci, bizler için muazzam çabalara mal olmuş sonuçlar, yeni kuşaklar için kendiliğinden öyle. Örnek mi? Öu sosyalist demokrasi konusu. Bizlerin muazzam teorik ve pratik çabalarla ulaştığımız sonuçlar, yeni ve hatta yenilerin apolitik kuşakları için zaten kendiliğinden öyledir. Bunu birkaç yıl önce Fransa'da gerçekleşen öğrenci hareketi kanıtladı. Kapitalizm küçük burjuva hayalleri devrimci örgütlerin çabasından çok daha hızla ve büyük ölçülerde yok ediyor. İşte artık "Kuruçeşme" diye bilinen "Birlik Tartışmaları" girişiminin trajedisi tam da buradadır. Türkiye solunun ölçülerine ve hareket noktalarına göre, özellikle "Devrimci Kanat"ın çıkardığı ürünler bakımından gerçekten muazzam bir ilerlemedir. Ama bu muazzam ilerleme, dünya tarihi bakımından 1920'lerin otantik marksizminin ulaştığı sonuçlara ulaşmaktan başka bir şey de değildir. Ama bu arada 70 yıl geçmiştir ve bu 70 yıl boyunca dünya öyle değişmiştir ki, o sonuçlar bu günün dünyasının sorunlarına cevap veremez olmuşlardır; moral yıpranmaya uğramışlardır. Tarih marksistlerden yeni sorular sormayı bekliyor. Kuruçeşme ise, eski sorulara yeni ve belki de en ileri cevapları verebilmiştir ama yeni soru soramamıştır. Kuruçeşme'nin bütün zaafları onun bu niteliğinden kaynaklanmaktadır. Ne var ki, katılanlar, onu Türkiye sosyalist hareketinin kendi hareket noktaları ve sorunları açısından değerlendirdikleri için bu niteliğini görmemekte, zaaf ve başarılarını başka yerlerde aramaktadırlar. Onun temel zaafı 1920'lerin devrimci marksist pozisyonlarıyla günümüz dünyasının ve Türkiye'sinin sorunlarına cevap bulunabileceğini düşünmesindedir. Bu nedenledir ki teorik tartışmalara yeni bir soluk, toplumun entellektüel hayatına yeni bir canlanma getirebilmekten uzak kalmıştır. Tarih herhalde Kuruçeşme'yi verdiği cevaplardan dolayı değil, sormadığı sorulardan dolayı bir yerlere koyacaktır. "Kuruçeşme"nin Hayalleri "Kuruçeşme" herhangi bir grubun doğrusal büyüme hayaline son vererek yola çıkmıştı, fakat zaten önceden pratik tarafından son verilmiş bu hayalin yerine yeni hayaller geçirmekten başka bir şey yapmadı. Nedir bu yeni hayaller? Bir kaçı şöyle sıralanabilir: Eski paradigmalara bölünmüş olanların birleşebileceği hayali; örgütlerin bir birleşmeye çekilebileceği ve örgütlerden ayrılanlarla birleşebileceği hayali; birleşilse bunun mücadeleyi geliştireceği hayali. Aslında bu üç hayal birbirine sıkıca bağlıdır ve sürekli olarak birbirini doğurur. Herhangi birinden hareketle diğerleri üretilebilir. Örgütler'den başlayalım. Aslında "Kuruçeşme" yi başlatan çağrı ve bu süreç, sosyalistler arasında var olan, temeli olan bir sürecin üst yapısı gibidir. Sosyalistlerin büyük bir bölümü için örgütsel yapılarla kopuşma ve stalinizmle hesaplaşma birlikte gelişiyordu. İşter istemez her örgüt içinde, örgütsel yapıları sorgulayanlarla eski biçimleri ve teorik temelleri savunanlar şeklinde yatay bir bölünme dalgası yaşanıyordu. Elbet bu bölünmede, sorgulama 8

ve örgütlerin dışına kayış, tıpkı narodniklerle marksistlerin bölünmesinde narodnizmden kopmanın bir kısım marksistler için burjuva reformizmine kayış anlamına gelmesi gibi, kimileri için devrimci ve radikal pozisyonların terki anlamına da geliyordu. Ancak, toplumsal ölçülere göre bu sağa kayış, pekala hareketin kendi evrimi bakımından devrimci biçimler içinde olabilir ve içinde bulunulan momentte önemli olan bu yanıdır. Örneğin örgütlerde genellikle daha inançlı ve militan tiplerin kalması, politik olarak daha radikal olmaları onların hareketin gelişiminin önünde bir engel olmaları gerçeğini değiştirmez. Bugün için önemli olan, hareketin kendi gelişimi açısından tutucu olanın yenilgiye uğratılmasıdır. Örgütlerden kopuş ve eleştiri öylesine yaygınlaşmış ve büyük bir kitleyi kaplamıştı ki, örgütlerin dışındaki eleştirel kadrolar, örgütlerdeki kadrolardan daha büyük bir nicelik ve niteliğe ulaşmışlardı. İşte bu nesnel gelişimdir ki, her biri bu kategoriye uyan üç kişinin çağrısının hemen hemen bütün solu içine alacak bir tartışma platformu yaratması sonucunu vermiştir. Eğer örgütler hala eski güclerini koruyor ve gelişme potansiyeli gösteriyor olsalardı; eğer örgütlerin dışındaki eleştirel sosyalist kadrolar, örgütlerin topundan dana büyük bir nitelik ve niceliğe ulaşmamış olsalardı bu çağrı alayla karşılanıp, uzayın sağır boşluklarında kaybolur giderdi. Kuruçeşme süreci bir bakıma bu nesnel eğilimin gelişmesine hizmet eden bir biçim, bir "üst yapı" olmalıydı. Ama o bu niteliğini doğru değerlendirmedi ve hayallerinin kurbanı oldu. Örgütlerle örgüt dışı kadrolar arasında var olan çatışmayı örtmeye, görmezden gelmeye çalıştı ve kendi dayandığı temeli erezyona uğrattı. Kuruçeşme eski örgütsel yapıların hepsine karşı açıktan bir tavır almalı, onları kendilerini dağıtmaya çağırmalıydı. Elbette hiç bir örgüt kendini dağıtmayacaktı, ama böylece tüm o eski örgüt ve yapılarla bölünebilen; hepsinden daha büyük bir nicelik ve nitelikteki kadroları kapsayan değişik bir ayrım çizgisi ortaya çıkarılmış olacak, böylece en ileri, geleceğe yönelik unsurların mayalanabilmesi için bir ortam sağlanmış olacaktı. Kuruçeşme bu cesareti gösteremedi. Kuruçeşme hem örgütleri hem de örgütsüzleri birleştirmeye kalktı. Örgütlerin, örgütsüzlerin bu girişiminde kendilerine yönelik bir tehlike gördüklerini ama güçsüz oldukları için dişlerini henüz gösteremediklerini anlamazlıktan geldi. Örgütler kaybedilmeden ve karşıya alınmadan örgüt dışı olanların kazanılması mümkün olamazdı. Örgütleri kazanmak isteyen de, örgütsüzleri kaybederdi. Kuruçeşme'nin başına gelen tam da bu oldu. Bu tıpkı mücadelede hem liberal burjuvaziyi hem de örneğin ulusal kurtuluş hareketini aynı bayrak altında toplama çabasına benzer. Dimitrov'un faşizme karşı halk cephesi anlayışının dayandığı bu mantık, kaba arimetikten öteye geçmez; liberal burjuvazinin önündeki eksi işaretini görmez. Onu kazanma çabasının devrimci köylülüğü yitirme sonucu vereceğini görmezden gelir. Kuruçeşme de "tutucu" ve "reformist" örgütlerle, "devrimci, radikal" örgüt dışı unsurlerı bir araya getirmeye çalıştı. Sonuçta yitirdiği ve demoralize ettiği redikal örgüt dışı unsurlar oldu; güçlendirdiği ise örgütler. Elbet burada tutuculuk, reformistlik ve radikallik hareketin kendi gelişimi açısından söz konusudur, genel sınıfsal ve politik konum 9

açısından değil. Kuruçeşme bölünmeyi devrimci reformcu temelinde yapmaya kalkarak hiç de devrimci gibi davranmamıştır. Bugün, sosyalist hareketin rekompozisyon döneminde önemli olan programatik olarak devrimci ya da reformist olmak değildir; eski sorulara devrimci ya da reformist cevaplar vermek değildir; eski sorular, yapılar karşısında devrimci olmaktır. Bu devrimci oluş otomatik olarak politik devrimci konmlarla çakışmaz, hatta çok daha sağ sonuçlar taşıyabilir. Ama bir rekompozisyon döneminde önemli olan politik reformizm değildir. İşte Kuruçeşme, politik olarak bir reformizm devrimcilik ayrım çizgisi çekmeye kalkarak, hareketin gelişimi karşısında engel olanlarla uzlaşmasını, devrimci olmayan korkak davranışını gizlemeye çalışmıştır. Böyle yaparak da eski yapılara karşı devrimci tavırda olanları kaybetmiş ve işin kötüsü onları TKP gibi reformistlerin demagojisine teslim etmiştir. Bir benzetmeyle bu tutuculuğu açıklamak denenebilir. Bir Kafka politik olarak hiç de hiç de devrimci değildi, ama roman tekniği bakımından, modern dünyadaki yabancılaşma gerçekliğinin özünü imgelerle verebilmek bakımından gerçekten büyük bir devrimciydi. Buna karşılık, Kafka'nın çağdaşı yüzlerce solcu romancı vardı, ama bunların hiç biri değişik problemlerin özünü vermek gibi bir soruna sahip değillerdi ve romanın kendi gelişimi bakımından aslında korkunç tutucuydular. Romanın gelişimi, eski bukağılarından kurtulması için burada doğru tavır, eski soru ve biçimlerin çerçevesini aşamayan solcu ve radikallere karşı, eski soru ve biçimlerin kabuğunu parçalayan ama politik olarak hiç de devrimci olmayanlarla saf tutmaktan geçerdi. Benzer durum sol hareketin gelişimi için de geçerlidir. Kuruçeşme Kafka gibi hiç de "devrimci" olmayanlarla devrimcilere karşı açıktan cepha alabilecek devrimci cesareti gösterebilmeliydi. Bunu yapamadı. Sol hareketin kendi gelişimi açısından tutucularla, yani örgütlerle uzlaşmasını gizlemek için politik olarak reformistlerde sahte bir düşman yarattı ve kendine sahte bir zafer bahşetti. Sol hareketin gelişiminin önündeki gerçek engellerle, tutucularla bölünme cesaretini gösteremediği için reformistlerle bölündü. Bölünme çizgisini zor olandan değil kolay olandan çekmeye kalktı. Aslında bunu bilinçli yaptığı da söylenemez, bunun ardında o çocuksu birlik hayali yatar. Bu solun birleşebileceği hayali, en azından radikal solun, örgütleriyle, kişileriyle birleşebileceği hayali hiç de bir örgütün büyüyüp diger örgütleri özümleyerek gelişeceği hayalinden daha çocuksu değildir. Bu hayalin çocuksuluğunu da yine bir benzetmeyle anlatmaya çalışalım. Bilinir, Muhammet öncesi dönemde, "cahiliye devri"nde, arap aşiretleri arasında sürekli kavgalar olur, birlik teşebbüsleri de bunun yanı sıra hiç bitmezdi. Hatta kimi konjonktürlerde büyük bir bölümü kapsayan birlikler de kurulabilirdi. Am bütün bunların hiç birisi, kan kardeşliği temeline göre bölünmüş aşiretleri bir araya getirememişti, getirseydi bile, tarihe muazzam bir atılım veren bir hareket yaratamazdı. Bunu Muhammet başarabildi, ama nasıl? Hiç de aşiretleri birleştirmeye çalışarak değil, aksine onları var eden paradigmayı, kan ve soy kardeşliğini anlamsızlaştırarak, karşıya alarak. Bütün o aşiretleri bölen bölünmeyle bölünerek, kan kardeşliği yerine din 10

kardeşliğini geçirerek. Din kardeşliği bayrağı altında, kan kardeşlerini kan kardeşlerine karşı, oğulları babalara karşı savaşa sürebildi. İnsanlar, din kardeşliği, kafir/müslüman ayrımı temelinde, kan kardeşliği paradigması temelinde hiç bir zaman birleşemeyecek unsurlar bir araya getirilebildiler. Sadece bir araya gelmekle kalmadılar tarihi bir hareket yarattılar. Türkiye'nin sosyalist örgütleri, Muhammet öncesi aşiretlere benzetilebilir. Tıpkı Arabistan'ın aşiret düzeninin sallanmaya başlaması ve birçok peygamber habercilerinin orada burada boy göstermesi gibi, örgütlerin düzeni sallanıyor ve insanlar örgütlerini terk ediyorlar. Böyle bir durumda hala o aşiretlerin birleşmesi hem da aşiret dışına kayanlarla birleşmesi için çalışmak: hem bir hayalin peşinde koşmak, hem de gerçek devrimcilikten Muhammet kadar olsun nesibini alamamış olmak demektir. O örgütler birleşemezler ve birleşseler bile sosyalizm uğruna mücadeleye yeni bir soluk vermekten ziyade daha büyük bir engel oluştururlar. Kuruçeşme'nin yapması gereken Muhammedin yaptığını yapmaktı: örgütleri bölen bölünmelerle bölünmek; yani reformizm devrimcilik tarzında değil, örneğin, eski paradigmalara göre oluşmuş reformizm devrimcilik bölünmesiyle bölünmekti. Kuruçeşme bunu yapamadı ve sahte bir peygamber olmaktan öteye gidemedi. Aşiretlerin birleşebileceği hayali; birleştikleri takdirde mücadeleye yeni bir atılım ve soluk verebilecekleri; çağın sorularına cevaplar getirebilecekleri hayali ve kan kardeşliğini kabul edenlerle artık eski kan kardeşleriyle pek bir kardeşlik duygusu kalmamışların birleşebilecekleri hayali: Kuruçeşme bu hayalleri gerçekleştirmek için yaptıklarından dolayı değil; bu hayalleri yıkmak için yapmadıklarından dolayı değerlendirilmelidir. Tarih "Kuruçeşme"yi reformcu platformlara karşı gerçekten radikal ve devrimci platformlar çıkarabildiği için değil; eski sorunlar ve yapılar karşısında devrimci ve cesur davranmadığı için bir yerlere koyacaktır. Parti Konusunda Üzerinde Düşünülmesi Gereken Bazı Sorular Devrimci Marksist gelenek içinde devrimci bir işçi partisinin ne zaman nasıl kurulması gerektiği konusunda pek dikkati çekmemiş iki değişik gelenek vardır aslında. Bu geleneklerden birincisi esas ifadesini Marx ve Rosa Luxemburg'da bulur. Buna göre, devrimci bir işçi partisi mücadelenin yükselişine dayanmalı; yükselen bir hareketin ifadesi olmalıdır. Bir yükselişin olmadığı bir dönemde bu tür örgütleri kurmaya ya da yaşatmaya çalışmak sonuçta gelecek yükselişin sorunlarını kavramaktan uzak küçük sektler üretmeye yarar. Marx'ın pratik tavrı da hep bu yönde olmuştur. 1848 devrimi öncesinde ve yükselişi sırasında Komünistler Birliği'ni kurmuşlar, mücadele etmişlerdir. Ancak devrimin yenilgisinden sonra, kısa bir süre toparlanma denemelerinde bulunmuşlarsa da, bir süre sonra kendilerine harhangi bir dernekte bile çalışmayı yasaklamışlar; faaliyetlerine son vermişlerdir. Yıllarca enerjilerini küçük bir sektin problemlerine harcamaktansa, gelecek bir yükseliş için teorik hazırlığa ayırmışlardır. Ne zaman ki işçi hareketi yeniden yükseliş belirtileri göstermeye başlamış, bu yükselişle birlikte Birinci Enternasyonal'in kuruluşuna girişmişlerdir. Bu örgüt 11

yükselen bir işçi hareketine dayanmış ve onun ifadesi olmuştur. Ancak 1871 Paris Komünü yenilgisinden sonra, hareketin tekrar gerilemesi ve Enternasyonal'in de ister istemez tekrar sektlerin mücadele alanı olması eğiliminin belirmesiyle birlikte bu örgütü kapatmakta hiç de tereddüt etmemişlerdir. Marx ve Engels için örgüt kutsal, dokunulmaz bir tabu değil, bir araçtır. Diğer gelenek en önde gelen savunucu ve uygulayıcılarını Lenin ve Troçki'de (özellikle 1920'lerden sonraki Troçki'de) bulur. Bu anlayışa göre, bir gerileme dönemi dahi olsa, küçük bir çekirdeği; bir organizmayı yaşatmak; gelecek yükselişi hazırlıklı karşılayabilmek için zorunludur. Özellikle Troçki, Ekim Devrimi'nin başarısı ve Rosa'ların başarısızlığını böyle açıklar. Kendisi de daha sonra Dördüncü Enternayonal'i, Lenin'den edindiği bu derse göre, hiç bir devrimci kitle hareketi yükselişinin olmadığı koşullarda; "çağın gece yarısı"nda aynı nedenle örgütlemiş ve onun bu çabası karşısında, örneğin İsaac Deutscher Marx'ın pozisyonuna benzer bir tavrı savunarak bu örgütün kurulmasına karşı çıkmıştır. Tarih hangi tavrın daha doğru olduğuna henüz bir cevap vermiş değildir. Elbet her iki tavrın da kendine göre avantaj ve dezavantajları bulunmaktadır. Aslında Lenin'in örgüt anlayışının yanlış yorumlarla tabulaştırılması bu alanda yapılabilecek çok verimli araştırmaların yolunu tıkamış, tartışmaları engellemiştir de. Örneğin Lenin'in partisinin başarısı ne ölçüde, önceden, ne pahasına olursa olsun bir çekirdek olmasıyla açıklanabilir? Bu konuda Troçki'nin yorumu ne ölçüde doğrudur? Aslında 1907'den sonraki yıllarda fiilen örgüt yoktur da; örgütün canlanışı işçi hareketinin yükselişine rastlar. Bu işin bir yanı. Bir de bu güne kadar gözlerden kaçan diğer yanı var: aslında RSDİP'nin gerçek yaşamı ve başarısı Marx'ın tavrını doğrular niteliktedir. Ondokuzuncu Yüzyıl'ın sonlarından itibaren, dalga dalga yükselen, zaman zaman yenilgilerle kısa süreli gerilemelere uğrasa da sürekli bir yükseliş eğilimi gösteren bir işçi hareketi vardır Rusya'da. RSDİP de bu yükselişin ifadesidir. Yükselen bu işçi hareketi olmasaydı, Lenin'in en yaratıcı teori ve taktikleri, tıpkı 1907-12 arasında olduğu gibi küçük grupların çatışmaları içinde yiter gider, hiç de devrime falan yol açmazdı. Keza, 1917 yılında, uzun hazırlık döneminde yetiştirilmiş elemanların, yükselişe en az ayak uydurabilenler olmaları gerçeği de gözden uzak tutulmamalıdır. Yükselen bir yığın ve işçi hareketine dayanmadan, sırf devrimci teorik pozisyonlarla uzun gerileme dönemlerinde bir örgütü ilerideki bir kabarış için hazır tutmaya çalışmanın nasıl tüketici bir iş olduğunu; ve ne ölçüde yığınların mücadelesini yükselttiğini ya da yükseltmediğini en iyi Dördüncü Enternasyonal'in tarihinde görmek mümkündür. Sonuç hiç de parlak değildir. Acaba bir örgüt olmasaydı, sonuç bugün daha mı kötü olurdu? Buna hemen bir cevap vermek kolay değildir. Kaldı ki, Dördüncü Enternasyonal'in dayandığı Bolşevik gelenek hala 1968'lerin dünyasının sorunlarına bile bir program sunabilen bir düzeye sahipti; henüz olaylarca aşılmamıştı. Bu nedenle de 1968'lerin dünyasının devrimci kabarışından etkilenebilmiş ve bu kabarışı etkileyebilmişti. Türkiye ve Avrupa'da Birlik Tartışmaları'nın yürütülmesi sırasında hemen herkes Lenin/Troçki yaklaşımıyla Birlik ve Parti sorununa yaklaşmış, kimse bu yaklaşımı sorgulamayı aklından bile geçirmemiştir. 12

Örneğin hiç kimse yükselen bir işçi ve kitle hareketinin olup olmadığı; varsa, bunun ne türde örgütsel ve politik ihtiyaçları olduğu gibi bir analizden yola çıkarak bir parti gerekip gerekmediği sorununu tartışmamıştır. Herkes için bir aksiyom durumundadır yükselme olsa da olmasa da bir partiyi el altında bulundurmak. Bu varsayımı da tartışmak gerekiyor; hem de bu günün dünyasına 1968'lerde Troçkist geleneğin sunduğu kadar olsun bir program ve sistemli teori sunamadığımız gerçeğiyle birlikte. "Sosyalistlerin Birliği" Kimin İçin Gerekli? Nesnel bir hareketin incelenmesiyle ne tür bir örgütlenmeye ihtiyaç olabileceği türünden bir problemin olmaması sadece "örgüt her koşulda olmalıdır" anlayışıyla da açıklanamaz, çünkü çok önemli bir bölüm örgütlerin dışındadır da. Burada sorunun insani ve psikolojik bir boyutu da vardır. Aslında binlerce sosyalistin, devrimin ya da kitlelerin ihtiyaçları açısından değil, sadece kendi açılarından bir örgüte ihtiyaçları vardır. Bir mücadeleye verilmiş yıllar; yapacak başka bir şeyi olmama; siyaset dışında başka bir şeyden anlamama; hayata anlam verecek bir çabaya duyulan ihtiyaç vs.. Bütün bu nedenlerle herkesin bir örgütlenmeye ihtiyacı var. Hatta yüzlerce militan bir örgüt aparatı olmadığı takdirde şu dünyada yaşama şansı bile olmayan bir insan durumundadır. Bu insanlar elbette yaşamlarının kaynağı olan bu yapıları ve anlayışları dişleriyle, tırnaklarıyla savunacaklardır. Bütün bunlar insanca ve anlaşılabilir ihtiyaçlardır. Ama bizler sosyalist isek ne kendimizi ne de yığınları kandırmamamız gerekir. Aslında yığınların, yükselen bir hareketin veya devrimin ihtiyacı olup olmadığı için değil, - çünkü bu konuyu bilimsel bir şüpheyle tartışmış değiliz-, kendi ihtiyacımız için bir örgüt, birlik veya parti kurmak istediğimizin bilincinde olmalıyız. Bu aşırı bir yargı gibi görülebilir, ancak birlik istemlerinin gerekçeleri dikkatlice okunursa, şecaat arzeden merdi kıpti gibi, birliğin tam bu nedenle istendiği görülebilir.bu durumun kavranamamış olması "Birlik Tartışmaları"nda garip sonuçlar yaratmış durumda. Bir parti yükselen bir hareketin ifadesi olabilir. O takdirde programatik saflıktan ziyade, hareketin canlılığı ve dinamizmine bakılır; onun içinde saf tutulur. 1960'ların TİP'i böyleydi ve örneğin Dr. H.Kıvılcımlı ona karşı böyle bir tavır içindeydi. Ya da bir parti. bir program temelinde kurulabılır. Bu takdirde de inançlar ya da ideolojiler değil, somut hedefler ve talepler birleştirici unsur oluştururlar. Bunun dışında modern toplumda toplumu değiştirecek bir güç oluşturmanın yolu yoktur. Halbuki birlik ya da legal parti tartışmalarında ne kitle hareketinden söz eden var ne de somut hedefler ve programdan. Hatta legal partiyi savununlar, program olmasa bile olabileceğini söylüyorlar. Peki bu partinin ya da birliklerin ayırıcı kriteri ne olacaktır? "Sosyalist olmak", "kendine sosyalist demek". Bunlar ise inanca, ideolojiye dayanan tanımlamalardır. İnsanları ideoloji ya da inançlarına göre birleştirmenin gereksiz ve olanaksız olduğu hala anlaşılmış değil demek. Sorunun böyle konulmuş olması, birliğin sosyalistlerin bir ihtiyacına vevap verdiğini 13

gösterir; insanca bir ihtiyaca. Ama bunun için parti kurmaya kendini ve başkalarını aldatmaya ne gerek var. Sosyalistler derneği gibi bir şey de kurulabilir; parti namıyla yapılabilecek her şeyi yapabilir ve belki kamu oyunda sözünün ağırlığı olan bir birlik olabilir. Avrupa'daki "Birlik Tartışmaları"nın Gayrı Resmi ve Öznel Bir Tarihi Sunuş Türkiye'de "Kuruçeşme Süreci" ya da "Birlik Tartışmaları" denen girişimin bir benzeri ya da paraleli Avrupa'da da yaşandı. Türkiye'de bu süreç içinde yaşananlar iyi kötü belgelenmiş ve kayda geçmiş durumda: dergi ve gazetelerde çıkan yazılar; "Birlik Tartışmaları" serisi biçiminde yayınlanan tebliğler; toplantıların video kayıtları, ilgi duyan herkesin kolaylıkla ulaşabileceği kaynaklar. Avrupa'daki toplantılar sözkonusu olunca durum tamamen başka. Toplantıların başında sunulan tebliğlerin ve toplantı zabıtlarının yayınlanması yönünde karar alınmasına rağmen bu iş yapılmadı ve yapılması için de kimse üzerine düşmedi. Bunun nedeni ne toplantıların sonuçlarının, etkisinin ne de bildirilerin içeriğinin başlangıçta umulan düzeyi tutturamaması, bildiri sahiplerinin bile kendi yazdıklarından pek memnun olmamalarıydı. Aslında bildirilerin ve toplantı protokollerinin yayınlanmamış olması bir kayıp sayılmaz. Yayınlansaydı kimse okumuzdı, kazara bu satırların yazarı gibi enayiler çıkıp ta yüzlerce sayfa bildiriyi keçiboynuz yer gibi okumak zorunda olanlar çıksaydı "okumasaydım bir şey kaybetmiş olmazdım" diye düşünürdü. Yazılanların belki ilerde tarihçiler için bir belge değeri olabilirdi, ama bu tür meraklı arşivci veya araştırmacılar için de, tebliğlerin fotokopileri ve konuşmaların teyp kayıtları biraz kafa yormakla ve birkaç ilişkiyle kolaylıkla elde edilebilir durumdadır. Birkaç arkadaş sunduğumuz tebliğleri ve toplantılar süreci içinde veya ona bağlı olarak yazdığımız yazıları hiç olmazsa bir kitapçık halinde yayınlamaya karar verdiğimizde kitapçığın sadece tebliğ ve yazıların bir derlemesini değil, Avrupa'daki tartışmaların kısa bir özetini de içermesinin iyi olacağını düşündük. Başından beri bütün toplantılara katıldığım; katıldığım bütün toplantıları banta kaydettiğim ve ayrıca Hazırlık Komisyonu'nda yer aldığım için, iş başa düştü. Pek az işi bu kadar sıkıcı ve motivasyondan yoksun bir şekilde yapmaya çalıştığımı hatırlıyorum. Öyle bir dönemde yaşıyoruz ki, dünyada gelişen olayları izlemek ve ne olduğunu kavrayabilmek bile muazzam bir çaba gerektiriyor. Her şey hızla eskiyor. Böyle bir dönemde, artık katılanlarının bile hatırlamadığı bir toplantılar dizisini anlatmak insana 14

15 saçma geliyor. Yazarına bile bir yük gibi gelen iş okuyucuya kimbilir nasıl gelir? Acaba kimse okur mu? Okusa da anlar mı? Bu işi hem kendim, hem de belki bir yerlerde hala bulunubilecek okuyucu için daha çekilebilir, daha canlı kılabilmek için objektif ve resmi bir protokolden ziyade sübjektif ve gayrı resmi bir denemenin tek çıkış yolu olduğu sonucuna ulaştım. Bilmiyorum ne ölçüde doğru bir sonuç bu. Aslında anlatılacak şeyin kendisi ve içeriği değişik bir biçimi zoruyor. Olayın traji komik boyutu ve yaşanan yabancılaşmanın çapı ister istemez o özü yansıtabilecek değişik bir biçim ihtiyacını ortaya çıkarıyor. Bu özelliğini Elif Gönül Tolon iyi tesbit etmiş. Ööyle yazıyor: "Kuruçeşme bir romana girmeli. Çalışmaları yürütecek kurulun adı bile "tuhaf ve ironik bir biçimde" Kafka tarafından konmuş gibidir:"...tartışmaları düzenleme kurulu". Yahut da Çehov'un olağanüstü keskinlikteki o şahane hikayelerinden biri olabilirdi. İki taraf -ya da bir çok taraf- tartışır. Ama karşısındaki onu anlamaz. Konuşmasını sürdürür, bu kez daha az anlaşılır. Bazan bir şeyler iletebilir, gel gör ki o da ters anlaşılmıştır. Taraflar hangi tarafta iseler, o tarafta durmaya ve konuşmaya devam ederler. Bütün bu dikkate değer çabalardan yorulurlar. Soğuk ve bürokratik odalarda çok fazla konuşmaktan sıkılırlar. Ciddi ve özellikle kafaca meşgul bir pozda tavana, duvarlara, birbirlerinin suratına bakarlar. Sonra oturup yazılar yazarlar. Bunlar daha önce dergilerinde yazdıkları yazıların tıpkısıdır. Ama özenle yeniden kaleme alınmıştır. Bir cemile olarak birbirlerinin yazılarına imza atarlar. Taraflar pozisyonlarını bozmamaya devam ederler. Bu sırada içlerinden biri, Vlademir Petroviç Somov, sandalyesinden kaykılır, saçlarını karıştırır, "iyi gidiyor, iyi gidiyor! diye mırıldanır. "Ama istersen şöyle de anlatabilirim; "Sosyalistlere" bildirgesi sosyalistlerin birliğinin ve buradan, sosyalist hareketle işçi sınıfının birliğinin hayati bir önem taşıdığını tesbit ediyordu. Bu amaçla yürüteceği faaliyetini sonuç alıncaya kadar sürdüreceğini belirtiyordu. Bu keyifle yola çıkılınca, neredeyse bu bir yıllık süre içinde, sanki Türkiye yokmuş ve sanki siz Türkiye'de değilmişsiniz de, çok önemli değişimler içinde bulunan bir dünyadaki Türkiye'de değilmişsiniz de, göğe asılı yalıtık bir platform üzerindeymişsiniz gibi davranabilir misiniz? Buzlu camdan bir küre içindeymişsiniz gibi, "birliğin tarihsel ve teorik arka planını" tartışmakla yetinebilir misiniz?..." 1 Kişi olarak benzer bir yabancılaşmayı ben de hissettim toplantılar boyunca, artan dozlarda, ve gözümün önünden bir tablo hiç gitmedi. Bu tabloyu görmedim, bir yerde böyle bir tablo olduğunu okumuştum. Tablonun adı İkarus'muş. Güneşli bir gök, dağlar, ovalar, çalışan insanlar vs. bütün tabloyu dolduruyormuş. Tablonun bir yerinde, küçük sinek boku kadar bir leke varmış. Dikkatlice bakılınca bu leke gibi görülen yerde, İkarus'un balmumundan kanatları erimiş bir halde düşüşü görülüyormuş. Toplantılarda, Avrupa'nın çeşitli yerlerinden gelmiş ve giderek sayısı azalan bizlerin durumunu biraz bu İkarus'a bentettim durdum. Bilmiyorum gerçek yorum hangisidir, ama böyle bir tablo bana iki türlü yorumlanabilir gibi 1 Elif Gönül Tolon, Kuruçeşme Romana Girmeli "Sosyalist Birlik" Sayı:12, Nisan-Mayıs 1990, s. 54-56. 15

geliyor. Birincisi, gerçek büyük atılımlar yapılır ve denenirken kimsenin onların farkında olmadığı; ikincisi, kimilerinin kendilerini adadıkları işlerin gerçek hayatla ilgisizliği; ya da gerçek hayat içindeki yerinin bir sinek bokundan fazla olmadığı. Toplantıların başında birinci yoruma eğlimliydim, sonuna doğru ikinci yorum ağırlık kazandı. Ancak amacım roman yazmak değil. Avrupa'daki tartışmaların nasıl olduğu hakkında kısaca bilgi vermek. Bunu kendi öznel yargılarımla yapacağım. Toplantı'ların Tarih Öncesi Şu "Birlik Tartışmaları"nın tarihi kadar bir tarih öncesi de vardır aslında. Kökleri Niğde cezaevinde kurulan "Mahkum Sendikası"na; Bağımsız Sosyalist Adaylar'a, Avrupa'da Sosyalist Forum çerçevesinde tam da bugünkü konseptle tartışmalar yapma, ortak dergi çıkarma önerilerine kadar gider. Kısaca bu tarih öncesin en azından Avrupa bölümünden bahsetmeden Tarihi anlamak biraz zor olabilir. 1980'li yılların ortasından itibaren Avrupa'daki mülteciler arasında farklı düzeylerde ve eş zamanlı olmayan Stalinizmle hesaplaşmalar, örgütlerden kopmalar ve bölünmeler yaşanmaya giderek örgüt dışı ve eleştirel unsurların ağırlığı artmaya başlamıştı. O zamanlar henüz Türkiye'de Devrimcilerin çoğu cezaevlerindeydi ve pek bir yayın da yoktu. Kurtuluş'la bölünmeden çıkmış olan Sosyalist İşçi Avrupadaki militanlarının teorik eğitimleri için belirli konuları olan tartışma toplantıları yapmaya başlamıştı. Alışılmış geleneğin dışında, stalinist yozlaşma öncesinin devrimci marksizminin demokratik geleneklerinden de esinlenerek bu toplantılara kendi örgütünden olmayan çevreleri de çağırıyor ve onların tartışmalara aktif olarak katılmalarını teşvik ediyorlardı. Bu durum artan oranda tek tek bağımsız unsurların ilgisini çekmeye devam ediyor ve yılda bir keç kez yapılan bu toplantılara giderek değişik çevrelerden insanlar katılmaya başlıyorlardı. Bu çevre aynı zamanda Sosyalist İşçi adlı derginin yanı sıra Sosyalist Tartışma adlı bir teorik dergi de çıkarıyordu. Bir diğer çevre, eski Vatan Partisi geleneğinden gelen, bir kısmı Dördüncü Enternasyonal üyesi, bir kısmı Troçkist olmasa bile en azından onlara olumlu bakan kişilerden oluşan ve Devrimci Marksist Tartışma Defterleri adlı teorik dergiyi çıkaran, dergi sayfalarında çeşitli hareketlerden devrimcilerle röportajlar da yayınlayanlardı. Bunlardan başka bir de Devrimci Halkın Birliği, Halkın Kurtuluşu gibi hareketlerden kopmuş kişi ve cevrelerin stalinizmle hasaplaşma ve tartışmaların yürütüleceği bir dergi çıkarma projesi vardı. Stalinizme karşı eleştirel ve devrimci marksist pozisyonları savunmaya, öğrenmeye ve tartışmaya eğilimli üç ayrı derginin yayınlanmasındansa bu üç girişimin bir dergi çıkarmaları ekonomi ve yaygınlık sağlayabilirdi. Böylece bir ortak dergi çıkarma projesi, Sosyalist Forum'daki tartışmalarla iç içe geçti ve bu çevreler yılda bir kaç kez Sosyalist Forum çerçevesinde toplantılar yapmaya devam ettiler. 16

17 Bu arada Halkın Kurtuluşu'nda yeni bir bölünme olmuş, 1968'den kalan bazı kadroları da Sosyalist Forum'un sürekli katılanları arasına girmişlerdi. Sosyalist Forum da artık sadece Sosyalist İşçi'nin bir girişimi olmaktan çıkmış, ortaklaşa tertiplenen bir tartışma forumu haline gelmişti. Böylece Sosyalist Forum çevresinde Avrupa'da yaşayan, politik olarak nisbeten aktif, Stalinizmden kopuşmuş, genellikle troçkist de olmayan çevre ve kişilerin en azından yılda bir kaç kez buluştukları ve tartıştıkları gruplaşma olmuştu. Bu gruplaşma elbette daha geniş çevreleri tartışmalara çekebilmek için bir çok girişimler yaptı. Özellikle Kurtuluş'u da çekebilmek için. Ama Kurtuluş bu çağrılara çevap vermeye bile gerek görmedi. Bunun bir çok nedeni vardı. Birincisi, Kurtuluş troçkistlerle bir arada toplantı yapar durumda olmak istemiyordu. Onlar karşısında hiç bir zaman bir Dev-Yol veya TKP'li karşısındra kurabildiği teorik ve moral üstünlüğü kuramadığı; teorik eklektisizmi daha bir ortaya çıktığı için. Diğer yandan bu çevrelerin nicel gücü çok değildi, onlarla bir toplantıya katılmak ve örgütlemek çok daha güçlü ve Kurtuluş'un esas gözünün olduğu çevre ve örgütlerle ilişkileri daha bozabilir, onlarla diyalog olanaklarını zedeleyebilirdi. Kurtuluş'un bu gibi reflekslerle hareket edeceği bilindiğinden, sadece bir araya gelip bir diyalog kurabilmek için, isterse gayri resmi, rahat bir atmosferde oturup sohbet etme biçiminden, Kurtuluş'un toplantıyı örgütleyip bizleri de davet etmesine kadar bütün olası biçimler önerilmiş olmasına rağmen bunların hepsi geri çevrildi ya da cevap bile verilmedi. Kurtuluş'un bile böyle davrandığı çağrılar karşısında diğer örgüt ve çevrelerin nasıl davranacağı tahmin edilebilir. Çoğu cevap vermedi veya "Troçkistler bizimle bir araya gelerek meşrulaşmak istiyorlar" türünden gerekçelerle reddetti. Aynı sıralarda TKP ve TİKP'ye yakın kimi çevrelerde de daha eleştirel tavırlar görülmeye, sesler duyulmaya başlanmıştı. Bu çevreleri de çağırma önerileri ise Sosyalist İşçi'nin "Stalinist ve reformistlerle tartışacak bir şeyim yok" vetolarıyla geri çevrildi 2. Bu arada ortak dergi projesi de yine Sosyalist İşçi'nin razı gelmemesi yüzünden hiç bir zaman gündemden inmemesine rağmen kabul edilmedi. Kabul edilmeyiş gerekçesi Kurtuluş'un birlikte toplantı yapmamasıyla aynıydı aslında. Troçkistlerle bir arada dergi çıkarmak; onlarla bir arada görünmek istemiyorlardı. 3 Dergi projesiyle birlikte Sosyalist Forum toplantılarına artan ilgi, bu projenin geri çevrildiğinin açığa çıkmasıyla birlikte giderek azaldı ve daha seyrek ve cansız olarak 2 Aynı Sosyalist İşçi bir kaç yıl sonra "Birlik Tartışmaları"nda orada önerilen isimlerle tartışıyordu. Tarihin garip alayları bunlar. İnsan politikada büyük lokma yemeli büyük laf etmemeli. 3 Bu, bu satırların yazarına bir hazırlık toplantısında açıkça söylendi. Doğan Tarkan'a "Doğan bizleri bir tür yük olarak görüyorsun" dediğimde "Evet öyle" demişti. Bu tavır, yani "sizlerle bir arada bulunuyorsam buna minnettar olmalısınız, bunun benim için ne kadar büyük bir fedakarlık olduğunu anlamalısınız" tavrı ile hala karşılaşıyoruz. Aynı tavrı Kurtuluş adına toplantılarda konuşan Bülent Uluer'in hemen hemen bütün konuşmalarının mesajıdır adeta. Açıkça söylenmese de hep şu ima yapılmıştır: "Dev yolcular, dev solcular ve diğerleri bize niye şu troçkistlerle, TKP'lilerle bir aradasınız diyip duruyorlar. Bu fedakarlıklara katlanıp buraya gelmişiz. Sizleri adam yerine koyup oturmuşuz, buna minnettar olacak yerde hala problem çıkarıyorsunuz." Kurtuluş ve Sosyalist İşçi düşman kardeşler olmalarına rağmen stillleri, yaklaşımları öylesine birbirine benziyor ki insan şaşırıp kalıyor. 17

sürmeye devam etti. Sosyalist Forum böyle bir iniş gösterirken, bu sefer TKP ve TSİP'te Sovyetler'de olanların etkisiyle ortaya çıkan değişmeler sonucunda Kurtuluş ve TKEP'in de katılımıyla ortaklaşa tartışmalar ve açık oturumlar düzenlemeye başlarlar. Neler yaptıkları ve neler planladıkları yayınlanan bir çağrıda şöyle açıklanıyor: "13-14 Mayıs tarihinde düzenlenen hafta sonu seminerlerinde dile getirilen, sol içinde böylesi tartışma toplantılarının sürdürülmesi yolundaki ortak eğilim doğrultusunda, ikinci toplantının 8-9 Temmuz tarihlerinde düzenlenmesi kararlaştırılmıştır. Toplantının organizasyonu ile ilgili yapılan görüşmede, toplantılarda ele alınacak sorunların, tartışmaların belli bir konuda yoğunlaşmasına olanak verecek bir biçimde belirlenmesi ve toplantılara daha geniş çevrelerin katılımının sağlanması yolundaki öneriler dikkate alınmıştır. "8-9 Temmuz tarihindeki toplantıda "Ülkemizde nasıl bir sosyalizm?" konusunun tartışılmasına karar verilmiştir. Daha sonraki toplantılarda, "Türkiye ve Türkiye Kürdistanı'nı günümüzde nasıl değerlendiriyoruz?" ve ardından "Nasıl bir parti anlayışı?" sorunlarının tartışılması düşünülmektedir. "Toplantıda değişik sol akımların temsilcilerinin 30 dakikalık tebliğler sonması ve daha sonra tartışmanın, katılan herkesin katkılarına açık olarak sürdürülmesine karar verilmiştir. Toplantıya daha geniş bir çevrenin katılımını sağlamak amacıyla girişimler sürdürülecektir." 4 Bu iyi niyetli ve masum bildirinin, yukarıda anlatılan Tarih Öncesi bilinirse pek öyle masum olmadığı daha iyi görülür. Bildiriye göre bu toplantılara daha "geniş çevrelerin katılımı" arzulanıyor ve bu yönde "girişimler" yapıldığı belirtiliyor. Ne yazık ki bu doğru değildir. TKP ve TSİP'i bir yana bırakabiliriz. Onlar ayrı bir dünya ve çevreden geliyorlar, gerçekten dedikleri gibi Avrupa'da belli çevrelerin yıllardır "Sosyalist Forum" diye tartışma toplantıları yapıtıklarını ve hatta benzer konuları tartıştıklarını bilmeyebilirler. Ancak Kurtuluş bunun varlığını biliyordu, çeşitli defalar bu toplantılara devat edilmişler, beraber toplantı örgütleme önerileri yapılmıştı. Ayrıca birçok Kurtuluşçunun Sosyalist Forum'a katılan ve tertipleyenlerle kişisel arkadaşlık ilişkileri vardı. Pekala bu iki çevrenin birlikte tartışmalar örgütlemesini düşünebilirlerdi. Hadi diyelim bunu istemediler, ama en azından bu tartışmalara dinleyici olarak davet edebilirlerdi. Ama "daha geniş çevreleri katma" girişimlerinin sürdüğü iddialarına ragmen, Sosyalist Forum içinde yer alanlar toplantılara devat edilmemişlerdir. Anlaşılan "geniş çevre" ile anlatılmak istenen troçkizm zehirine bulaşmamış çevreler. Ama bütün bunlar o bildiride gerçeğin ifade edilmediğini, şu Sosyalist Forum çevrelerinin ya da "troçkistler"in bu tartışmalardan olabildiğince uzak kalmasının en azından tercih edildiğini gösterir, dolayısıyla bildirideki ifadelerin doğru olmayan manüplasyoncu niteliğini. İşte bu tavır, yani şu Sosyalist Forum etrafında toplanmış, içlerinde troçkistler de olan ama haksız olarak adları troçkiste çıkmış çevreleri tartışmaların ve girişimlerin dışında ve 4 10.06.89 tarihli ve "Sayın..." başlıklı davetiye. İmzalar: Bülent Uluer, Hasan Çebi, İlkay Demir, Engin Erkiner, Erdal Talu. 18

19 uzağında bırakma tavrı Avrupa'daki tartışmaların doğuştan günahını oluşturacak, hatta daha başında tartışmaları tehlikeye sokacaktır. Frankfurt Toplantısı Yukarıda aktarılan bildiride üçüncü toplantının Frankfurt'ta "Türkiye ve Türkiye Kürdistanı'nı günümüzde nasıl değerlendiriyoruz?" başlığı altında yapılacağı belirtiliyordu. Toplantının tarihi 30 Eylül 1 Ekim olarak tesbit edilmiştir. Daha önceki toplantılarda bir türlü nedense ulaşılamamış "çevreler"e sihirli bir el değmişçesine hemen ulaşılmaya başlanmış ve herkes bu tartışma toplantılarına davet edilmiştir. Ancak davet edilen hiç kimseye, bu toplantıda Türkiye'de başlayan birlik tartışmaları konusunun da gündeme alınacağı gibi bir şey söylenmemiştir. Herkes olağan bir "hafta sonu semineri"ne davet edilmektedir. Bu arada Nisan ayında Türkiye'de Birlik Tartışmaları başlamıştır. Avrupa'daki sürgünler de bu tartışmaları merak ve heyecanla izlemekte, benzer bir girişimin Avrupa'da da yapılabileceği; en azından onu desteklemek yolunda bir şeyler yapmak gerektiği düşüncesi herkesin kafasından geçmektedir. İnsanlar biraz da bu toplantının bir buluşma vesilesi olarak değerlendirilebileceği ve Türkiye'deki girişime benzer ya da yardımcı olmak için neler yapılabileceği üzerine yoklamalar ve danışmalarda bulunabileceğini düşünerek gelmişlerdir. 5 Toplantı gerçekten oldukça yüksek katılımlı (tahminen 200-300 kişi) ve çok çeşitli çevrelerden insanların bulunduğu bir toplantıdır. Sosyalist Forum'a katılan çevre de gelmiştir. Cuma akşamı kafeteryada oturulurken Sosyalist İşçi'den Doğan Tarkan bu toplantının gündemine Türkiye'deki Birlik tartışmaları ve Avrupa'da neler yapılabileceğinin sokulması gerektiğini; herkesin bu beklentiyle geldiğini ama toplantıyı tertipleyenlerin o ana kadar böyle bir eğiliminin görülmediğini söyler. Sosyalist Forum'un müdavimleri arasında olan diğerleri ise, öyle olsa da, bunun gündemi belli bir toplantı olduğunu; adamların nezaket gösterip kendilerini davet etmiş olduklarını; onların önceden belirlenmiş bir programa göre yürüttükleri bir toplantı olduğunu, dolayısıyla böyle bir toplantının gündemini değiştirmeye kalkmanın doğru bir davranış olamayacağını; ancak aralarda özel olarak, insanların bir araya gelmiş olmasından yararlanarak Türkiye'ye ilişkin neler yapılabileceği görüşülebieceğini; 5 Bu toplantı hakkında şu dergilerde şu yazılar çıktı: Taner Akçam, "Frankfurt'ta İman Tazelemesi - Sosyalist Terapi Toplantısı", Sokak, Sayı:8; İmzasız, "Avrupa'da Solcular Toplanarak Eğlenmeye Başladılar", Toplumsal Kurtuluş, Sayı:27; İsmail Yıldırım - Temel Demirer, "Yurtdışındaki Sosyalistlerin Frankfurt Tartışmaları", 10 Eylül, Sayı:3. Bu haberlerin hepsi gerçekliği tahrif etmektedir. Taner Akçam sonraki hiç bir toplantıya katılmadı. Toplumsal Kurtuluş'tan bir temsilci sadece ilk Bocholz toplantısına katıldı. Ama 10 Eylül'deki yazıyı yazan ve yazıda toplantıyı "uzatmalı mültecilik çözümsüzlüğünün zorlama çözüm arayışları" olarak niteliyen Temel Demirer hapsine katıldı. Hatta her konuda da bir tebliğ sundu. "Uzatmalı mülteci çözümsüzlüğüne" çözüm bulabildi mi acaba? 19

eğer toplantıyı tertipleyenler böyle bir konuyu gündeme almayı özel konuşmalardan sonra kabul ederlerse o koşullarda konuşulabieceği mealinde itirazlarda bulunurlar ve bunun üzerine D. Tarkan da ısrarlı olmaz ve o tavrı benimser. Ertesi gün toplantıyı açan Aydın Engin, Tertipleyen Kurul adına, Türkiye'deki birlik tartışmaları dolayısıyla ve bazı arkadaşların ricasıyla toplantının ikinci günü öğleden sonrasının Türkiye'deki gelişmeye ilişkin olarak Avrupa'da neler yapılabileceğinin görüşülmesine ayrılmasının düşünüldüğünü, gelenlerin buna ne diyeceğini sorar ve büyük çoğunluğun onayıyla konu pazar günü öğleden sonra için gündeme alınır. Bundan sonra önceden tesbit edelmiş konuda konuşmacılar sözlerini söylerler. Çoğu hazırlıksızdır ve konuşmacılar arasına adını orada yazdırmıştır. Ama önceden belirlenmiş hazırlıklı konuşmacılar da aslında kafalarındaki sorunları, konuyla ilgili olsun olmasın sıralamaktan başka bir şey yapmazlar. İkinci gün öğleden sonra esas konu geldiğinde ne yapılacağının görüşülmesi beklenirken "Yurtdışındaki Sosyalistlere Çağrı" başlıklı, tarihsiz ve altında Oya Baydar, İlkay Demir, Engin Erkiner, Ahmat Kaçmaz, Veysi Sarısözen, Orhan Silier, Bülent Uluer, Server Tanilli'nin imzaları olan bildiri okunur. 6 Bildiri ilk bakışta bu girişimlerin tarih öncesini bilmeyenler için masumane bir bildiri gibidir. Ancak insanların önüne ansızın bir bildiri getirilmiştir. İşin ilginci Türkiye'deki tartışmalara aktif olarak katılan ve onları destekleyen Sosyalist Forum çevresindeki kişi ve hareketlerin hiçbirisine böyle bir bildirinin hazırlandığı bile söylenmemiştir. Bu uslup hiç de Türkiye'deki tartışmaları başlatan 18'lerin uslubuna benzememektedir. Bildiri çok önceden hazırlanmış idiyse, niçin daha toplantıya gelmeden bu konu ve bildirinin toplantının gündemine alınacağı söylenmemişti? Eğer son anda hazırlandıysa, niçin o toplantıda iki günden beri bulunan insanlar yoktu bu toplantıyı düzenleyen çevreler dışında. Kaldı ki, son anda aceleye getirip böyle bir bildiri sunmanın ne gereği vardı. Herkesin bulunduğu toplantıda çok geniş bir katılımla tartışılıp destekleyen herkesin imzasının bulunduğu bir çağrı yapmak daha iyi olmaz mıydı? Oradakilerin hepsi böyle şeyleri akıl edecek politik tecrübeye sahiptiler. Kurtuluş'çuların 7 çok sevdiği deyimle "her işin bir raconu vardı", ama nedense bu sefer raconuna uymayanlar onlardı. Açık ki Kurtuluş ve Dev Yol geleneğinde bir uslup oluşturmuş; tipik kendini beğenmiş, üstten bakan, Atatürk'ün "komünizm gerekiyorsa onu da biz yaparız" diyen bakanı gibi, "gerekeni biz yaparız; biz yaparsak olur" tavrıydı ortadaki. Açıktı ki, yine Kurtuluş'un bir manüplasyonu söz konusuydu, nasıl bu tartışma toplantılarına önceden Sosyalist Foruma katılan çevreleri en azından önermeyerek katmak istememiş ise, simdi de böyle bir çağrının imzacıları arasında bulunmalarını istememişti. Avrupa'da Stalinizmle karşı eleştirel çevrelerin tartışma yürüttüğü tek forumu yok saymışlardı. Türkiye'de bu çevrelerin ve anlayışların paralelleri çağrıyı yapanlar arasındayken, burada aynı çevreler ansızın ortaya çıkmış bir bildiriyle dışarda bırakılıyordu. Söz aldım ve pek sert olmayan bir eleştiriyle yetinerek, bu durumun ortadan kalkması için 6 Bu bildiri birçok dergide yayınlandı daha sonra. Örneğin Sosyalist Birlik, Ekim 1989, Sayı:7 7 "Kurtuluşçular" dan ziyade Avrapa'daki Kurtuluşçular, hatta Mahir Sayın, Bülent Uluer demek daha doğru olabilir belki. Bütünüyle o harekete haksızlık etmemek gerekir. 20