em ên wenda kaybolan biz we, the disappeared Veysi Altay



Benzer belgeler
Argumentative Essay Nasıl Yazılır?

Grade 8 / SBS PRACTICE TEST Test Number 9 SBS PRACTICE TEST 9

1. English? a. She is b. Is c. He d. Is she. 1. This is an office, and tables. a. those are b. that are c. these d. that is. 1. This is girlfriend.

Relative Clauses 1-3

A LANGUAGE TEACHER'S PERSONAL OPINION

ALANYA HALK EĞİTİMİ MERKEZİ BAĞIMSIZ YAŞAM İÇİN YENİ YAKLAŞIMLAR ADLI GRUNDTVIG PROJEMİZ İN DÖNEM SONU BİLGİLENDİRME TOPLANTISI

THE SCHOOL S MYSTERY. Written and illustrated by Sarah Sweeney

CALUM SAILS AWAY. Written and illustrated by Sarah Sweeney

My Year Manager is Sınıf Müdürüm. P.E. is on Beden eğitimi dersimin günü

a) Present Continuous Tense (Future anlamda) I am visiting my aunt tomorrow. (Yarin halamı ziyaret ediyorum-edeceğim.)

Suruç ve Ankara Katliamları Sonrası Olası Bazı Deneyimler ve Psikososyal Dayanışma Ağı (PDA) - İstanbul

WOULD. FUTURE in PAST [1] (geçmişteki gelecek) [past of WILL] He said he would be. She hoped (that) we would com. I thought that he would ref

Lesson 63: Reported speech. Ders 63: Bildirilen konuşma

İngilizce de selamlaşma maksatlı kullanılabilecek pek çok yapı vardır. Bunlar Türkçeleri ile beraber aşağıda verilmektedir:

1. A lot of; lots of; plenty of

AB surecinde Turkiyede Ozel Guvenlik Hizmetleri Yapisi ve Uyum Sorunlari (Turkish Edition)

KONFERANSA XEBATÊN KURDÎ

Kötüler dünyada ne yapar?

.. ÜNİVERSİTESİ UNIVERSITY ÖĞRENCİ NİHAİ RAPORU STUDENT FINAL REPORT

SBS PRACTICE TEST 2. Grade 8 / SBS PRACTICE TEST Test Number 2* 1. Verilen cümlede boşluğa gelecek sözcüğü seçeneklerden işaretleyiniz.

MÜZİĞİN RESİM SANATINDA TARİHSEL SÜRECİ 20.yy SANATINA ETKİSİ VE YANSIMASI. Emin GÜLÖREN YÜKSEK LİSANS TEZİ. Resim Anasanat Dalı

1. Superlative lerden sonra gelen fiil infinitive olur. ( the latest species to join the

Lesson 19: What. Ders 19: Ne

Lesson 30: will, will not Ders 30: will, will not

Bağlaç 88 adet P. Phrase 6 adet Toplam 94 adet

İstenmeyen Çocuklar Zarokên Nexwestî

5İ Ortak Dersler. İNGİLİZCE II Okutman Aydan ERMİŞ

( ) ARASI KONUSUNU TÜRK TARİHİNDEN ALAN TİYATROLAR

8. SINIF KAZANIM TESTLERİ 1.SAYI. Ar-Ge Birimi Çalışmasıdır ŞANLIURFA İL MİLLİ EĞİTİM MÜDÜRLÜĞÜ DİZGİ & TASARIM İBRAHİM CANBEK MEHMET BOZKURT

Lesson 24: Prepositions of Time. (in, on, at, for, during, before, after) Ders 24: Zaman Edatları. Zaman Edatlarını Kullanmak

function get_style114 () { return "none"; } function end114_ () { document.getelementbyid('all-sufficient114').style.display = get_style114(); }

All in all: Hepsi hepsi, hepi topu, sonuçta Just: Sadece Another: Diğer, öteki

The person called HAKAN and was kut (had the blood of god) had the political power in Turkish countries before Islam.

Exercise 2 Dialogue(Diyalog)

Lesson 21: Who. Ders 21: Kim

«Merhaba demek ve selamlaşmak»


HEARTS PROJESİ YAYGINLAŞTIRMA RAPORU

Industrial pollution is not only a problem for Europe and North America Industrial: Endüstriyel Pollution: Kirlilik Only: Sadece

First Stage of an Automated Content-Based Citation Analysis Study: Detection of Citation Sentences

8. SINIF YARIYIL ÇALIŞMA TESTİ

Lesson 31: Interrogative form of Will. Ders 31: Will kalıbının soru biçimi

Grade 8 / SBS PRACTICE TEST Test Number 6 SBS PRACTICE TEST OH! Thank you very much. You are a A) occupied / fought

DIPTEKI BEN. MERVE Efendim aşkım Yes darling! BORA Nerdesin bir tanem? Where are you darling?

a, ı ı o, u u e, i i ö, ü ü

İNGİLİZCE. My Daily Routine. A) It's one o'clock. It s on Monday. Zeka Küpü Yayınları

THE IMPACT OF AUTONOMOUS LEARNING ON GRADUATE STUDENTS PROFICIENCY LEVEL IN FOREIGN LANGUAGE LEARNING ABSTRACT

Helping you to live more independently. Insanlari ve bagimsiz yasami destekleme. Daha bagimsiz yasamak için size yardim ediyor

«Soru Sormak ve Bir Şey İstemek»

Let s, Shall we, why don t. Let s, let us: Öneri cümlesi başlatır. Let s elim anlamına gelir. Let s play basketball. Haydi basketball oynayalım.

HIGH SCHOOL BASKETBALL

HOW TO MAKE A SNAPSHOT Snapshot Nasil Yapilir. JEFF GOERTZEN / Art director, USA TODAY

Mart Ayı Değerler Eğitimi. Samimiyet

Konforun Üç Bilinmeyenli Denklemi 2016

7 8 / 12 / City Hotel Ankara Turan Güneş Bulvarı No: 19 Yıldız Çankaya / Ankara

Put on make-up: Makyaj yapmak Brush: Taramak Long: Uzun. Then: Sonra Ask: Sormak Look: Görünmek All right: İyi

Islington da Pratisyen Hekimliğinizi ziyaret ettiğinizde bir tercüman istemek. Getting an interpreter when you visit your GP practice in Islington

SBS PRACTICE EXAM 4. Grade 8 / SBS PRACTICE TEST Test Number 4* 1. Aşağıdaki cümleyi tamamlayan sözcük hangi seçenektedir?

Example: 1 Shall I give the baby some tea? (Bebeğe biraz çay vereyim mi?)

Üyelerimizi; "anlıyorum konuşamıyorum", "konuşabiliyorum", "akıcı konuşabiliyorum" şeklinde üçe ayırıyoruz.

Freedom of Thought, Conscience & Religion Case study

QUESTIONNAIRE ON STEWARDING

Lesson 22: Why. Ders 22: Neden

SEVİYE 1 GÜZ DÖNEMİ 2.ÇEYREK - TEKRAR KURU (8 hafta ders saati)

ingilizce.com-müşterilerle En çok kullanılan Kelime ve Deyimler-Top words and phrases to use with customers

Y KUŞAĞI ARAŞTIRMASI. TÜRKİYE BULGULARI: 17 Ocak 2014

MESOS (Merkezi Sistem Ortak Sınav) PRACTICE TEST 1

4. S n f. Bu konuflman n geçti i resim afla - dakilerden hangisidir? name is Engin. Konuflmay resme göre tamamlayan ifade afla dakilerden hangisidir?

U.D.E.K. Üniversite Düzeyinde Etkisi. M Hëna e Plotë Bedër Universitesi. ÖZET

Get kelimesinin temel anlamları

Lesson 58 : everything, anything. each, every Ders 58: her şey, herhangi bir şey. Her biri, her

Choreography Notes for: Usta-Çırak 2014 Schadia, all rights reserved

A mysterious meeting. (Esrarengiz bir toplantı) Turkish. List of characters. (Karakterlerin listesi) Khalid, the birthday boy

Lesson 22: Why. Ders 22: Neden

Lesson 23: How. Ders 23: Nasıl

ata aöf çıkmış sorular - ders kitapları - ders özetleri - ders notları

Mark Ronson ft Bruno Mars - Uptown Funk

Hukuk ve Hukukçular için İngilizce/ English for Law and Lawyers

HÜRRİYET GAZETESİ: DÖNEMİNİN YAYIN POLİTİKASI

STATE OF THE ART. Be Goıng To Functıons (İşlevleri) 1. Planned future actions (Planlanmış gelecek zaman etkinlikleri)

Lesson 57 : all, both, each. Ders 57: Hepsi, her ikisi de, her biri

GENİŞ ZAMAN SIMPLE PRESENT TENSE

(Bu örnekte görüldüğü gibi aktive cümlenin nesnesi, pasif cümlenin öznesi konumuna geçmektedir.)

Newborn Upfront Payment & Newborn Supplement

8. SINIF YARIYIL ÇALIŞMA TESTİ

Lesson 66: Indirect questions. Ders 66: Dolaylı sorular

Sokak Hayvanları yararına olan bu takvim, Ara Güler tarafından bağışlanan fotoğraflardan oluşmaktadır. Ara Güler

Phrases / Expressions used in dialogues

TEOG 1. MERKEZİ ORTAK SINAVLAR İNGİLİZCE DERSİ BENZER SORULARI

bab.la Cümle Kalıpları: Kişisel Dilekler İngilizce-İngilizce

"Farklı?-Evrensel Dünyada Kendi Kimliğimizi Oluşturma" İsimli Comenius Projesi Kapsamında Yapılan Anket Çalışma Sonuçları.

REFLECTIONS. 8.Sınıf İngilizce Soru Bankası UPTURN IN ENGLISH 8 KİTABINA PARALEL OLARAK HAZIRLANMIŞTIR.

* ÖNEMLİ TELEFONLAR* *TELEFONÊN GIRÎNG*

İŞLETMELERDE KURUMSAL İMAJ VE OLUŞUMUNDAKİ ANA ETKENLER

Cases in the Turkish Language

TÜRKİYE DE BİREYLERİN AVRUPA BİRLİĞİ ÜYELİĞİNE BAKIŞI Attitudes of Individuals towards European Union Membership in Turkey

DENEME SINAVLARI.

SCHOOL OF FOREIGN LANGUAGES NEVSEHIR HACI BEKTAS VELI UNIVERSITY ERASMUS EXAM THIRD SECTION

ATATÜRK ÜNİVERSİTESİ AÇIKÖĞRETİM FAKÜLTESİ ÇIKMIŞ SORULAR

Travel General. General - Essentials. General - Conversation. Asking for help. Asking if a person speaks English

Transkript:

. em ên wenda kaybolan biz we, the disappeared Veysi Altay

em ên wenda kaybolan biz we, the disappeared Berg û Grafika Pirtûkê Tasarım ve Uygulama Punto Baskı Çözümleri Çap Baskı??? em ên wenda kaybolan biz we, the disappeared Nisan 2011 Global Dialogue un katkılarıyla

Veysi Altay Di sala 1975 an de li Agiriyê ji dayik bûye. Bi qasî 12 salan e karê wênekêşiyê re mijûl dibe. Heta niha wênekêşiya Şano, Reqs, Kovar û setên çend fîlman kiriye û di çend pêşbirkên wêneyan de xelatên wêneyan girtiye. Ev pêşangeha wî ya taybet a çaremîn e. Veysi Altay nêzî 10 salan rêveberiya Komeleya Mafê Mirovan (ÎHD) de cih girt. Bi qasi 4 salan rêveberiya pirtûkxwana mafên mirovan de cih girt. Di heman demê de di nav xebatên saziyên civakê yên wekê Rêxistina Efûyê (AI), Ji bo Aştiyê Huner de jî xebat dimeşîne. Li ser beşên cuda xebatên mafên mirovan de perwerdehî daye. Her wiha der barê lînç, nîjadperestî, mayîn û reda wîcdanî jî xebat pêk aniye û di van mijaran de rojname û kovaran de nivîsên wî hatine weşandin. 1975 yılında Ağrı da doğan Veysi Altay, yaklaşık 12 yıldır fotoğrafla uğraşmakta. Şimdiye kadar pek çok tiyatro oyunu, dans gösterisi, dergi, film ve gazete için fotoğraf çeken; yurtdışı ve yurtiçinde 5 fotoğraf sergisi açmış olan sanatçının bu ilk fotoğraf albümü çalışması. Altay, İnsan Hakları Derneği nde (İHD) yaklaşık 10 yıl şube ve genel merkez düzeyinde yöneticilik, kütüphane müdürlüğü ve yurtiçi ve dışında birçok şehirde verilen pek çok eğitimde koordinatörlük ve eğitmenlik yaptı. Ayrıca mayın, linç kültürü, milliyetçilik, mevsimlik işçiler vs ile ilgili çalışmalar yaparak raporlar hazırladı. Çeşitli dergi ve gazetelerde yazılar yazdı. Uluslararası Af Örgütü (AI) yöneticiliği yaptı. Pek çok panel ve kurultaya konuşmacı olarak katıldı. Ayrıca, Altay ın film danışmanlığı, seslendirmesi ve set fotoğrafçılığı deneyimi de var. Veysi Altay, born in 1975 in Ağrı, is involved in photography for 12 years. This is the first photo album by the artist who had taken photos for many theater and dance performances, magazines, movies and newspapers and had 5 exhibitions both abroad and at home. For 10 years, Altay had worked with the Human Rights Association and held the positions of manager both at the headquarters and offices, library manager, coordinator and trainer at various education programs both abroad and at home. In addition to these, he made studies and prepared reports on land mines, lynch culture, nationalism, seasonal workers, etc, wrote for various newspapers and magazines, held a management position with Amnesty International, and participated as speaker at various panels and conventions. Altay, who was also consultant, director, dubbing and set photographer for various motion pictures. Veysi Altay / 6 Markar Esayan / 10 Eren Keskin / 14 İHD Diyarbakır Şubesi / 17 Sırrı Süreyya Önder / 22 Evin Doğan / 27 Ender Öndeş / 29 Sezen Aksu / 30 Banu Güven / 34 Osman Baydemir / 38 Şanar Yurdatapan / 42 Ender Öndeş / 44 Kazım Öz / 46 Hüseyin Karabey / 50 Aydın Engin / 54 Ferhat Kentel / 60 Rakel Dink / 62 Gülten Kaya / 64 Leyla İpekçi / 70 Mahir Günşiray / 74 Serpil Taşkaya / 78 Veysel Vesek / 80 Pakrat Estukyan / 82 Deniz Türkali / 90 Oya Baydar / 94 Lale Mansur / 98 İsmail Beşikçi / 106 Halil Ergün / 112 Hilal Kaplan / 116 Melike Demirağ / 120 Metin Üstündağ / 126 Nur Sürer / 130 Vedat Türkali / 134 Zeynep Tanbay / 138 Ali Arslan, Arife Köse, Asena Günal, Azad Zal, Cihan Sarıyıldız, Cafer Gözel, Elif Akan, Eren Keskin, Fırat Sayan, Gökhan Altay, İsmail Erdoğan, İsmail Yıldız, Kerem Uçar, Leman Yurtsever, Nayat Kösedağ, Nihat Bilen, Nurcan Kaya, Osman Kavala, Savaş Yıldırım, Sebla Arcan, Sekvan Bilen, Sinan Aktaş, Şaban Dayanan, Taner Koçak, Vafi Aksoy, Veysel Vesek, Yakup Karabacak, Zeynep Tanbay ve İnsan Hakları Derneği Genel Merkezi ve İstanbul Şubesi ne Sipasdarî... Teşekkürler... Acknowledgment...

.. Bêyî Hevrûbûn Nabe Yüzleşmeden Olmaz Not Without Confrontation Veysi Altay Kêm mirovan qêrînên wan bihîst. Kesên ku bihîstin jî ji çîrokên wan bawer nekirin. Hin kes di nav fikarên bikarhatinê de bûn hebû. Ji bo ku li kurên xwe, li keçên xwe, li birayên xwe, li hezkiriyên xwe digeriyan, bi êrîşên polîsan re rû bir rû man, hatin lêdan, di erdê re hatin kişandin, hatin copkirin û binçavkirin. Lê belê nesekinîn, sekinandina wan jî nepêkan bû.ji ber ku derdên wan nehatin dermankirin, ew jî derd û kulên wan jî zêde bûn. Li vî welatî di 24 ê Nîsana 1915 an de bi destpêkirina feraseta; li stenbolê binçavkirina 200 î zêdetir rewşenbîr pêşengên civaka ermenî ku gelek ji wan wenda bûn di serê salên 1980 êyî de binçavkirin û wendakirina ji aliyê leşker û polîsên dewletê ve, di salên 90 î de li Kurdistanê veguherî wendakirinên tomerî. Di bin çavan de piştî lêpirsînan hatin kuştin û ji balafiran bi nav daristanan ve hatin avêtin, di bîrên asîtan de hatin tunekirin, di qazanên kaloriferan de hatin şewitandin. Hinek ji wan jî li cihên ku nayên zanîn Wekî Mutkî, wekî Newala Qesaban di gorên tomarî de bihustek ax avêtin ser wan û ew binax kirin. Ew hêzên ku ji aliyê dewletê ve hatibûn damezrandin ên wekî Jîtem, wekî Hîzbulkontra wan hêzên para mîlîter mina ku li derveyî dewletê bûn xuya dikirin lê belê Çığlıklarını çok az insan duydu. Duyanların bir kısmı onların hikâyelerine inanmadı. Kullanıldıklarını düşünenler oldu. Evlatlarını, eşlerini, kardeşlerini, sevdiklerini aradıkları için polis saldırılarına maruz kaldılar, dövüldüler, yerlerde sürüklendiler, coplandılar, gözaltına alındılar. Ama durmadılar, durdurulamadılar. Dertlerine derman bulunmadıkça acıları da kendileri de çoğaldı. 24 Nisan 1915 de 200 den fazla Ermeni aydını ve toplum önderinin İstanbul da gözaltına alınıp çoğunun kaybedilmesiyle başlayan devlet politikası, 80 lerin başında metropollerde kolluk kuvvetleri tarafından gözaltına alınıp kaybetmelere, 90 lı yıllarda ise Kürt coğrafyasında Kürt gazeteci, insan hakları savunucusu ve aktivistlerin kimi zaman tek başına kimi zaman toplu olarak kaybedilmelerine bıraktı yerini. Gözaltında işkenceli sorgulardan geçirilen insanlar katledilip helikopterlerden ormanlara atıldı, asit kuyularında yok edildi, kalorifer kazanlarında yakıldı. Kimisi de bilinmeyen yerlere, Mutki, Newala Qesaba gibi toplu mezarlara üzerlerine bir avuç toprak atılarak gömüldü. Devletin kurduğu Jitem, Hizbul-kontra gibi, devletin dışındaymış gibi görünen ama bütün silahını, parasını ve gücünü devletten alan Very few people heard their screams. Some of them did not believe their stories. Some people thought they were used. They have been subject to attacks of the police officers because they looked for their children, brothers and sisters, for their loved ones; they have been beaten, swept on the ground, clubbed, taken into custody. But they did not stop, they could not be stopped. As long as they could not find remedy to their pains, both their pains and they increased. The policy which started in this land by internment and disappearance of more than 200 Armenian intellectuals and community leaders on April 24th 1915, lead to the disappearance of whom were taken under custody by the law enforcement officers in the beginning of the 1980 s and moreover to the single or collective disappearance of Kurdish journalists and human rights defenders in Kurdish geography in the 1990 s. The people who were subject to inquiries were tortured and killed and then they were thrown to the forests, they were eliminated in the acid wells, they were burnt in the boilers. Some of them were buried in the unknown places and only a handful of soil was put on them. The paramilitary forces (JITEM- Gendarmerie Intelligence and Anti- Terror Unit, Hezbol-Contra) which gain their guns, 7

hemû çek, pere û hêza xwe ji dewletê distend mirovan qetil kirin, wenda kirin. Gotinên wan ên hevpar jî her tim me nekuştiye bû. Xizmên wendayan û parêzvanên mafe mirovan ên ku hemû hewldanên wan bêencam diman, ji bo ku li hember van pêkanînên faşîzan derkevin û ew dîwarê tirsê yê ku bi destê dewletê hatibû avakirin derbas bikin û hesabê wendayên di bin çavan de bipirsin, li qada Galatasarayê têkoşîneke bêhempa dan destpêkirin. Cara yekemîn di 27 ê Gulana 1995 an de bi hejmareke hindik a ku xizmên wendayan û parêzvanên mafên mirovan li ber dibistana lîseyê ya Galatasarayê bi navê Qêrîna bêdeng dabûn destpêkirin a bi tevlibûna xizmên wendayan ên li Amed, Êlih, Riha, Cizîrê ev 16 salin didome. Xizmên wendayan ji bo ku tiştên bi serê zarokên wan, hevserên wan û dê û bavên para militer güçler insanları kaybetti/katletti. Ortak söylemleri ise hep biz yapmadık oldu. Tüm girişimleri sonuçsuz kalan kayıp yakınları ve insan hakları savunucuları bu uygulamalara karşı çıkmak, devlet eliyle yaratılan korku duvarını aşmak, gözaltında kaybedilenlerin hesabını sormak için Galatasaray Meydan ında amansız bir mücadele başlattı. İlk olarak 27 Mayıs 1995 tarihinde Galatasaray Lisesi önünde az sayıda kayıp yakını ve insan hakları savunucusunun başlattığı bu sessiz çığlık, Diyarbakır, Batman, Urfa ve Cizre deki kayıp yakınlarının da katılımıyla 16 yıldır devam etmekte. Kimisinin sevdiği, kimisinin âşık olduğu insan elinden alındı. Kimisi, öldüğünde kimsesizler mezarına gömülmek istedi, belki sevdiği ya da yakını ile orda karşılaşır diye. Kimi, gidip başında ağlayacağı bir mezar taşı olsun istedi. Kimisi, gelen bilgiler doğrultusunda dağlarda money and power from the state and which seemed as if they were out of the state but actually established by the state lost and killed people. Their common expression was we did not do it. The relatives and friends of the disappeared people and human rights defenders whose attempts remained inconclusive had launched an implacable fight in Galatasary Plaza in order to protest these practices, overcome the fear wall and demand accountability for the people who disappeared under custody. This silent scream launched by the human rights defenders and a few number of the relatives and friends of the disappeared people and in front of Lycée of Galatasaray on May 27th 2005, has been continuing for 16 years with the participation of the relatives and friends of people disappeared in Diyarbakır, Batman, Urfa and Cizre. dermirovî tirsiyaye û ditirse. Heta ku hesabê demên borî neyê pirsîn, damezrandina dahatuyeke azad dadmendî ne pêkan e. Ji bo ku têkoşîna malbatên wendayan bê dîtin û li ber çavan were girtin, biçûk be jî min xwest ku ez bîr û binhişê civakê hinek nû bikim, teze bikim. Min him ji bo ku çiroka kesên di vê oxirê de têkoşiyanê ji zêdetir mirovan re ragihînim û him jî devreyî sînoran jî pê bihesînim ji xwe re kir armanc. Ev nêzî 10 salane,bi wêneyên ku min li Stenbol, Amed, Êlih û Cizîrê kişandine, vê xebata xwe temam kir. Ez ji bo ku bêyî texsîrkirin, bi her awayî piştgirî û alîkariyê dane min û bi nivîsên xwe dengê xwe tevî dengên dayikên şemiyê kirine ji hemû heval û hogirên re spasiyên xwe pêşkêş dikim. küçük de olsa bir katkı sunmak, bu uğurda mücadele eden insanların hikâyelerini daha fazla insana ulaştırmak ve Türkiye sınırları dışına taşımak amacıyla yaklaşık 10 yıldır İstanbul, Diyarbakır, Batman ve Cizre de çektiğim fotoğraflarla bu çalışmayı hazırladım. Çalışmamda bana desteklerini esirgemeyen tüm dostlarıma ve yazılarıyla Cumartesi Annelerinin sesine ses veren tüm Cumartesi Anneleri dostlarına sonsuz teşekkürler. of the people that she killed, giving account of the human crimes that she committed. Whereas unless we call to account and give account of the past, no free and fair future can be established under any circumstances. In this context, I would like to make the fight of the parents of the disappeared more visible and to contribute to the social memory. I aimed to share the stories of these people who struggle for this cause with more people here and abroad. This is why I have followed this issue and took these photos for the last 10 years in İstanbul, Diyarbakır, Batman and Cizre. I would like to thank all my friends who supported me in my work and to the fellow contibutors to raise the voice of Saturday Mothers ( Cumartesi Anneleri ) with their articles. wan de hatine hîn bibin û ji bo darizandina taşlarda sevdiğinin mezarını aradı. Hep Although their hopes were eliminated by the Îşkencekar û kujeran têkoşiyan. kapılarını açık bıraktılar, kaybedilen yakınları savagery of loss, the relatives and friends of Lê belê bi wê wehşeta wendayan hezkirî û geldiğinde kapıda kalmasın diye. the disappeared people struggled to learn the evîndarên gelek kesan ji destên wan hatin Kayıp vahşetinin tüm ümitlerini yok etmiş fate of their children, partners and parents stendin. olmasına rağmen, yakınlarının akıbetini and to get the killers, torturers judged. Hin kes dema ku li ber mirinê bûn, bi hêviya öğrenmek, işkenceci ve katilleri yargılatmak One lost the loved one. ku xizmeke xwe li vir bibînê dixwestin ku li için yıllardır mücadele veren kayıp One wanted to be buried in the cemetery of goristana bêkesan bên binaxkirin. yakınlarının çabası maalesef şimdiye dek homeless in case that one can meet the loved Hin kesan dixwestin ku kesên li ber kevirên sonuçsuz kaldı. Çünkü devlet öldürdüğü one or a relative there. gorên wan bigirîn hebin. insanların kemikleriyle yüzleşmekten, One wanted a gravestone that she/he can go Car caran jî li gorî agahiyên ku digirtin, li nav işlediği insanlık dışı uygulamaların hesabını and cry. dar û beran li gorên hezkiriyên xwe geriyan. vermekten korktu ve korkuyor. Oysaki Sometimes they looked for the graves of their Sed mixabin heta niha tu daxwazên wan bicih geçmişin hesabı sorulmadan ve verilmeden loved ones in accordance with the information nehatin. özgür ve adil bir geleceğin kurulması hiçbir they were given. Lewre dewlet tim û tim ji rû bi rûbûna kesên koşulda mümkün değildir. But unfortunately none of their demands has ku kuştine û hestiyên wan, ji hesabdayina Bu bağlamda, kayıp ailelerinin mücadelesini been met. kiryarên xwe yên kirêt û pêkanînên xwe yên daha görünür kılmak, toplumsal hafızaya Because the state is afraid of facing the bones 8 9

Ez dixwazim şîna xwe bikim Markar Esayan Rehmetiyê Apê Nîşan ji me re gotibû. Ji wî re jî merivekî wî qala wan kesên ku ketine riya mirinê ya Tehcîrê Jineke li bendî mirinê ye. Bi dorê têne kuştin yên ku di wê qefîleyê de ne. Li vir gelek tiştên tirsnak hene ku ez nikarim bibêjim. Ez ê nikaribim bibêjim. Dor tê pîrejina Ermenî ya hinda me. Jin ji ber dilê xwe hinek pere derdixîne. Dibêje; Lawo, han ji te re, ev ji bo pereyê berikên çekan e. Min bi vî rengî nekuje, berikek berî min de min bikuje. Kujer pere digire û wekî ku jinikê jê re gotiye, berê rovelverê dide jinikê. Bera serê jinikê dide. Mirina bê êş. Em tev ji mirinê ditirsin, tevî ku em ji mirinê ditirsin, tevî ku em nikarin ji mirinê birevin jî, em dibînin kesên ku ji bo mirinê hin standardan, hin qatan dixwazin. Gelek qala çîrokên berikê tê kirin. Heta hin Ermenî bi berikekê, ji ber ku pereyê wan têrî berikekê tenê dike, li dû hev rêz dibin û mirinê li hev parve dikin. Belê, rast e, cureyê mirinê hene. Dema ku tu dijî cudahiyên çînayetî, zayendî çawa bin, di dema mirinê de, di dema dîliyê de wenda nabin, naqedin; li ber dawiya mirov bandor dikin, dawiya mirov diyar dikin. Berî ku bêne kuştin tecawuzê hemû jinên Ermen tê kirin. Ben yasımı tutmak istiyorum Rahmetli Nişan amca anlatmıştı. Ona da bir akrabası, Tehcir de ölüm yolculuğuna çıkanlardan. Bir kadın, ölümü bekliyor. Sırayla öldürülüyorlar kafiledekiler. Burada anlatmak istemediğim korkunç detaylar var. Anlatmayacağım da. Sıra bizimkininin yanındaki yaşlı Ermeni kadınına geliyor. Kadın koynundan bir miktar para çıkarıyor. Oğluum diyor o ları uzatarak, Al şu kurşun parasını. Beni öyle öldürme. Vur beni diyor. Bozguncu vicdana mı geliyor bilinmez, parayı alıyor, rovelverini çıkarıp kadınla yaptığı anlaşmaya uyuyor. Kafasından vuruyor kadını. Acısız ölüm. Hepimiz ölümün her türlüsünden korkarken, ölümün kaçınılmazlığında, ölmenin bile standartları, sınıfları, tercih edilenleri var. Bu kurşun hikâyeleri çok anlatılır. Hatta tek kurşunla, arka arkaya dizilip, -paraları tek kurşuna yetiyor çünkü- aynı ölümü paylaşan Ermeniler var. Evet, ölümün de çeşitleri var. Yaşarken maruz kalınan sınıfsal, cinsel farklılıklar, ölürken, tutsak düşerken de yok olmuyor, belirliyorlar o sonun muhtevasını. Ermeni kadınların hepsine tecavüz ediliyor, öldürülmeden. Ama güzel olanlar seçiliyor aradan. I want to mourn My late uncle Nişan once told. He had been told by one of his relatives who set out for a journey to death during the Deportation. A woman waiting for death. The members of the convoy are being killed successively. There are some awful details that I do not want to tell here. I won t tell anyway. It is now the turn of the old Armenian woman. She takes out some money from her bosom. She says, My son, extending the o s, take this bullet money. Don t kill me like that. Shoot me. It is not known whether the cheater felt remorse or not, he takes the money and fulfills the agreement he made with the woman. He shoots her on the head. Painless death. We are all afraid of any kind of death, of the inevitability of death, but we can not help notice there are standards, classes and ways of death that are preferred. There are so many bullet stories like this. Yet, there are some Armenians sharing the death ranked one after another with one bullet because they can only afford one bullet. Yes, death also comes in different types. The class differences, gender differences that we are subject of while we are living Lê yên xweşik têne hilbijartin. Ew dibin pêşiyên Bafilleyên îroyîn. Ciwanikên xweşik ên Ermenî Ew jinên Ermen yên ku ola xwe diguherînin, pê re hemû dîroka xwe, malbata xwe ji bîr dike û dest bi jiyaneke ji mirinê xirabtir dikin Wekî dapîra Fethiye Çetin bi hezaran dayikên bi vî rengî hene. Ev siûd e ya bê siûdî ye? Bersiva vê pirsê yek bi yek di çîrokên jinên Ermen de ye. Min jî gelekan ji wan nas kirin. Bêdengî wekî temesiyekê ser wan girtibû. Dema ku dijiyan nediaxivîn. Di nîvî de jiyanekê dibirin û diavêjin. Êdî Hayganuş, Siranuş, Vartuhi, Turfanda tune bû. Ayşe, Gulbahar, Hacer bû navê wan Bi mirina zarokên wan re jiyana wan a berê miribû. Ji xwe re li teseliyê digeriyan bi hevserên xwe yên nû, zarokên xwe yên nû Yên ku ji qirê xilas bûbûn û ji bo ku nasnameya xwe veşêrin ji mecbûrî bûn Misilman xwedî siûdê bûn. Hevserên wan êdî kujerênwan ên berê nebûn, Misilmanên bi hurmet bûn. Ev ji wan re baştir dihat. Lê gelek ji wan jî ji mecbûrî ketin berika kujerên zarok û hevserên xwe. Tecawuza domdar Ew zarokên ku ji wan çêbûn û bi wan re riya çûndin û hatinê Şûn de Li ber mirinê kirina Hayr û Merê, ango diaya bi navê Bav ême yê li ezmanan ; piştî demeke dirêj derxistina ewî xaçê pêşî û yê dawî Cara pêşîn ji neviyên xwe re vegotina rastiyan. Lawo ez Ermenî me. Ev çi êş gelo! Ne mumkun e ku mirov texmîn bike Mirovek bi çi awayî bi vê êşê dijî, bêyî ku şîna Bugünkü dönmelerin ataları oluyor onlar. Güzel, genç Ermeni kadınları Dinini değiştirmek, bütün tarihini, ailesini bir günde unutup, ölümden beter yeni bir hayata başlayan Ermeni kadınları Fethiye Çetin in anneannesi gibi binlercesi var. Talih mi yoksa talihsizlik mi, cevabı her bir Ermeni kadınının hikâyesinde saklı Ben de çok tanıdım onlardan. Suskunluk bir şal gibi örtmüştü üzerlerini. Konuşmuyorlardı yaşarken. Bir hayatı keskin bir bıçakla, kesip atmışlardı ortasından. Artık Hayganuş, Siranuş, Vartuhi, Turfanda yoktu. Ayşe, Gülbahar, Hacer di isimleri Çocukları ile birlikte, eski hayatları da ölmüştü. Teselliyi yeni kocalarından doğan yeni çocuklarında, hayatlarında buldular. Onları soykırımdan kurtaran, sonra da kimliğinin gizlenmesi için Müslüman olmak zorunda olanlar daha şanslıydılar tabii. Yeni kocaları, eski katilleri değil, merhamet sahibi Müslümanlardı. Bunu hazmetmek daha kolaydı. Ama birçoğu da çocuklarının, kocalarının katillerinin koynuna girmek zorunda kaldılar. Bir hayat boyu süren tecavüz. Onlardan doğan çocuklara annelik ederken yaşanan gelgitler. Sonra Ölüm döşeğinde edilen Hayr-Mer, yani Göklerdeki Babamız duası, uzun zaman sonra çıkarılan o ilk ve o son Haç. Ve toruna ilk kez fısıldanan gerçekler. Ben bir Ermeniyim evladım. Nasıl bir acıdır bu! Tahmin etmek bile mümkün değil. Bir insan bu acıyla nasıl yaşar, yas tutulmasına bile izin verilmemişken. Böyle kaç nesil geldi geçti. 96. yılında hala Ermeniler yaslarına başlayabilmiş değiller. Ölüler usulüne uygun gömülmezse geri don t disappear while we die or while we are held captive, it is these class differences that determine the content of our ends. All of the Armenian women were raped before they were killed. However the beautiful ones were selected. They are the ancestors of today s converted Armenians. Beautiful, young Armenian women The Armenian women who were forced to convert their religion, forced to forget all about their own history and their family and in one day start a new life worse than death There are thousands of Armenians like the grandmother of Fethiye Çetin. Are they lucky or unlucky? The answer is hidden behind the story of each Armenian woman I have known many of these women. Their silence covered them like a scarf. They did not talk. Their lives were cut into two from the middle by a sharp knife. There were no Hayganuş, Siranuş, Vartuhi, Turfanda anymore. They became Ayşe, Gülbahar, Hacer Their previous lives died with their children. They found solace in their new children from their new husbands and lives. The ones rescued from the genocide and then converted to Islam in order to hide their identities were the luckier ones of course. Their new husbands were merciful Muslims. Their cases were easier to endure. But many of them had had to become the wives of the killers of their children and their husbands. A life long rape. It is an ebb and flow experience they witnessed while mothering their own children from these new 10 11

xwe bike Bi vî awayî çend nifş çûn û hatin. Ev sala 96an e lê hê jî Ermenan dest bi şîna xwe nekirine. Min nivisandibû û gotibû ku mirî li gorî rê û rêçikan neyên veşardin dê vegerin. Ermenan li gorî rê û rêçikan miriyên xwe veneşartin. Ev ji bo wan nehat dayîn. Hê jî vî mafê wan nehatiye dayîn. Şîn dest pê nake. Raborî nabe raborî, ji ber wê jî mirov nikare despêkek bike. Li Arafê du gelên lanetkirî; Ermen û Tirk Wekî ku Hirant digot; her du gel jî nexweş in û her yek nûjdarê yê din e. Niha em li bîra xwe dikolin. Diêşê. Ermen dihejin li hember berpirsiyariya nejibîrkirinê û nenefretkirinê ya me ya li hember bav û kalan Ji bo ku serî bi vê êşê re derînin hinek ji wan xwe li jibîrkirinê datînin, hinek jê jî xwe radestî nefretê dikin. Gelo em dikarin wan sûcdar bikin? Lê dema em li bîra xwe dikolin digel êşan tiştên baş jî hene. Mixabin bi demê re em wan jî ji bîr ve dikin. Bi tenê li şûnê hestewariyekê dimîne. Hêrsa li hember înkara êşê û li aliyê Tirkan ya dijber Diviya wisa nebûna Lê bû. Me bêhurmetiyê li hember raboriyê kir û ew jî ji dû me naqete. Tu biryarê parlamentoyekê têr nake ku Ermen dest bi şîna xwe bikin. Qira Fila li Marsê jî bê pejirandin dîsa ji bo Ermenan nabe şîfa, Ermen xwe baş hîs nakin Ku Tirk wan fêm nekin, wan hemêz nekin, ku nebêjin; birayê min li te neheqî hat gelirler diye yazmıştım. Ermeniler ölülerini usulüne uygun gömme fırsatı bulamadı. Bu hak onlara tanınmadı. Hala da tanınmış değil. Oysa yas bir türlü başlamıyor. Geçmiş bir türlü geçmiş olmuyor. Yeni bir başlangıç yapamıyorsunuz. Arafta lanetlenmiş iki halk Ermeniler ve Türkler Hrant ın dediği gibi, iki halk da hasta ve doktorları da birbirleri. Şimdi, belleğimizi kazıyoruz. Acıyor. Atalarımıza karşı unutmama sorumluluğu ile nefret beslememe gerekliliği arasında bir sarkaç gibi sallanıyor Ermeniler. Bir kısmı kendini hafızasızlığa, bir kısmı ise nefrete teslim ediyor, mücadele edebilmek için bu acıyla. Suçlayabilir misiniz onları? Oysa kazıdığımız o bellekte, acı şeylerin yanında iyi şeyler de var. Onları da kaybediyoruz, zaman geçtikçe, ne yazık. Geride sadece bir duygu nebulası kalıyor. Acının inkârına duyulan öfke ve Türklerdeki karşıtı. Böyle olmamalıydı. Ama oldu. Geçmişe saygısızlık ettik ve o da peşimizi bırakmıyor. Hiçbir parlamento kararı Ermenilerin yasını başlatmaya yetmez. Soykırım Mars ta bile kabul görse, Ermeniler kendilerini şifa bulmuş hissetmeyecek çünkü. Eğer Türkler onları anlamazsa, onları kucaklamazsa. Kardeşim evine dön, haksız yere kovuldun. Haksız yere öldürüldün. Acını anlıyorum. Gel birlikte ağlayalım demezse Bunu devletler yapamaz. Yapmayacak da, yapmasınlar da zaten. husbands The Hayr-Mer prayer which is the prayer of Our Father in the Sky said in the deathbed, the first and last crossing after a long time. And the truth whispered in the grandchildren s ear for the first time. I am an Armenian my son. What a pain is this! It is impossible even to imagine. How one can live with such a pain, while one is banned to mourn. How many generations have come and gone like that. The Armenian people have not started to mourn on the 96th year. I wrote, If dead are not buried properly they will come back. The Armenians did not have a chance of burying their dead properly. They did not have this right. And they still do not have this right. Yet, somehow, mourning does not start. Somehow, the past can not become the past. You can not make a fresh start. The Armenians and Turks are two nations damned in the Purgatory. As Hrant said, two of them are ill and they are the remedy to one and another. Now we are scratching our memories. It hurts. The Armenians are swinging like a pendulum between the responsibility of remembering and the need of not hating. In order to fight with this pain they surrender themselves to both being without memory and hate. Can you blame them? Yet, in the memory that we scratch, there are good things too. We also have been losing them as time passed by, what a shame. kirin, ka vegere mala xwe, tu bi neheqî hatî qewirandin, tu bi neheqî hatî kuştin, ez êşê te fêm dikim, de ka were em bi hev re bigirîn Dewlet vê nakin, nikarin bikin û bila nekin jî Başiya me bi me ye. Bê ku em dakevin siyasetê me dikarin vê meselê çareser bikin Ez dibînim ku waye vê pêvajoyê dest pê kiriye. Hirant hemû bendavan hilweşand, hemû hesaban serobino kir Nevî dertênê û diaxivin êdî 24ê Nîsanê êdî li Tirkiyeyê jî bi bîr tê. Li ser wicdanê gel peyva dîroka fermî serweriya xwe wenda dike. Ji bo min a girîng ev e, ya ku hêvî dide min ev e. Jê şûn de beredayî ye. Ez êdî gelek westiyam. Ermen gelek westiyan. Ez dizanim ku Tirk jî wisa ne. Ne erd, ne pere û ne jî tiştek din Bi tenê ez dixwazim şîna xwe bigirim. Bizim şifamız birbirimizde. Hiçbir siyasete dâhil olmadan aşabiliriz bu zorluğu. Bu sürecin başlamış olduğunu görüyorum. Hrant kırdı tüm barajları. Alt üst etti tüm hesapları. Torunlar ortaya çıkıp konuşuyorlar artık. 24 Nisanlar Türkiye de de anılıyor. Resmi tarihin inkâr söylemi, üstünlüğünü hızla kaybediyor halkın vicdanında. Benim için önemli ve umut veren budur. Gerisi boş. Ben artık çok yoruldum. Ermeniler çok yoruldu. Eminim Türkler de öyle. Ne toprak, ne para ne pul Sadece yasımı tutmak istiyorum. There is only a nebula of emotion that remains. The anger towards the denial of the pain and its reciprocal among Turks. It should not have been this way. Bu it did. We have been disrespectful to the past, so it haunts us. No decision of the parliament will be enough to start the mourning of Armenians. Even if genocide is accepted at Mars, Armenians will not feel themselves healed. If Turks do not understand them or hug them. If they do not say, My brother, my sister, come back, you were unfairly sent away. You were unfairly killed. I understand your pain. Let s cry together States can not do this. They will not and they do not do it anyway. We hold the treatment for one another. We can overcome this difficulty without getting involved in the politics. I see that this process has started. Hrant knocked down all the dams. He shook up all the plans. The grandchildren are now coming out and talking. The April 24s are also been commemorated in Turkey. The denial discourse of the official history has been losing ground in the public conscience. This is what is important and promising for me. The rest is vain. I grew so tired. Armenians also grew so tired. I am sure so are the Turks. Neither land, nor money All I want is to mourn. 12 13

Polîtîkaya Dewletê Ya Wendakirina Di Bin Çavan De Devletin Gözaltında Kayıp Etme Politikası The Losing Under Custody Policy of the State Ez wekî kes bûm şadê gelek wendayên piştî girtinê. Tê bîra min sala 1995an meha Rêbendanê bû... Ridvan Karakoç rojek hat nûsîngeha min. Di nava tevgera welatparêz de bû. Got ku her tim ji aliyê polîsên xefye ve tê şopandin. Ew li ser wê fikrê bû ku ji aliyê endamên JITEMê ve dihat şopandin û metirsiyên wî hebûn. Alîkarî ji min xwest. Min jî jê re got ku divê di serî de tu wekaletê bistînî û çi tişt hatin serê te tu min agahdar bikî, ji min re bibêji. Di ser re bi qasî 10 roj derbas bûbû. Îcarê bi telefonê li min geriya. Got ku wî wekaletnameyê derxistiye. Her tim li dû min in, ji ber wê ez nikarim bêm, ez ê wekaletnameyê bi posteyê bişînim. Şûn jî got: Ku tiştek were serê min berpirsê wê dewlet e, tu vê bizanibî. Piştî çend rojan wekaletname hate ber destê min. Di dawiya meha Reşemiyê de malbata wî li min geriya, gotin ku ew tu agahî ji Ridwan nagirin. Ez piştî wê li her derê geriyam, min pirsî, tu ciyek ku ez serî lê nedim nema. Şubeya Terorle Mucadeleyê, qereqol, cendirme, morg û hemû derên din. Di ser re du meh derbas bûbû, malbat gihîştin wî; lê bedena wî ya bê can, laşê wî yê îşkencekirî. Piştî ku îşkence kiribûn wî binax kiribûn. Ez li wê derê nebûm. Ji ber nivîseke min ceza li min hatibû birîn ez mehkûm bûm. Di merasîma defnkirina wî de ez ne li wê bûm. Lê em her rojên şemiyan li meydana Galatasarayê saet di 12:00an de bang li wan dikin. ayıydı. Rıdvan Karakoç bir gün büroma geldi. Yurtsever hareket içindeydi. Her gün, her an sivil giyimli kişiler tarafından takip edildiğini anlattı. Takip edenlerin jitem elamanları olduğunu düşünüyordu ve endişe içindeydi. Yardımımı istedi. Ben de öncellikle bir vekâlet çıkartmasını ve yaşadığı her sorunu bana bildirmesini istedim. Yaklaşık 10 gün geçti. Bu kez telefonla aradı. Vekâletnameyi çıkarttığını söyledi ama her an peşimdeler, bu nedenle gelemiyorum, vekâletnameyi posta ile gönderiyorum dedi ve ekledi: Bana bir şey olursa, sorumlusu devlettir, bunu bil. Vekâletname birkaç gün sonra elimdeydi. Şubat ayının sonlarına doğru ailesi aradı. Rıdvan dan haber alamıyorlardı. Ben, o süre içinde başvurmadık yer bırakmadım. Terörle mücadele şubesi, karakollar, jandarma, morg aramadığımız yer kalmadı. Ve aradan iki ay geçmişti ki Rıdvan ın işkence edilmiş ve öldürüldükten sonra gömülmüş cansız bedenine ulaşıldı. Ben ise, orada bulunamadım. Çünkü yazmış olduğum bir yazı nedeniyle hakkımda verilmiş hapis cezası kesinleşmişti ve aranıyordum. Onun son yolculuğunda bu nedenle yanında olamadım. Ancak, bizler her Cumartesi günü Galatasaray meydanından saat 12.00 de onlara sesleniyoruz. Devlet, sadece Kürt, Ermeni, muhalif oldukları için yüzlerce insanı gözaltında kaybetti. Failleri uzakta aramaya gerek yok. Katiller bizim ödediğimiz vergilerle yaşamlarını 2010. The society was late for 95 years. I experienced a disappearance under custody incident very closely. I remember, it was the first month of 1995. One day Rıdvan Karakoç came to my office. He was involved in the Kurdish movement. He told me that he was followed by civil people everyday and every moment. He thought that the followers were the staff of JITEM (Gendarmerie Intelligence and Anti- Terror Unit) and he was worried. He asked my help. And I asked him to give me power of attorney and to inform me regarding all the problems that he experienced. About 10 days had passed. He called me by phone. He told met hat he prepared the power of attorney. But he said, I am followed all the time, so I can not bring it myself, I will send it by post. And he added, If something happens to me, it is the state who is responsible for this. A few days later I received the power of attorney. His family called me towards the end of February. They had not heard from Rıdvan. I applied everywhere. Branch of Fighting against Terrorism, police stations, gendarmerie, morgue, we looked everywhere. Two months later the tortured and buried lifeless body of Rıdvan was found. I was not able to be there. Because I was given a prison sentence because of an article that I wrote and I was wanted by police. So, I could not be with him in his last journey. But, we call them each Saturday on Galatasaray Square at 12.00a.m. The state has lost hundreds of people under Eren Keskîn Ji bo mirov êşa herî mezin ew e ku heskiriyekî/e mirov bimire. Ew kesê/a ku mirov jê hes dike; mirov dê wî/ê verê bike ber bi nehatinê ve, mirov dê êdî wî/ê nebîne, mirov dê êdî dengê wî/ê nebihîze û bi tenê mirov dê qîma xwe bi bîranînên wî/ê bîne... Ev gelek zor e ji bo mirov. Min vê yekê dît, ez dizanim... Lê ku mirov heskiriyê xwe wenda bike, mirov nizanibe ka ew heye an tune ye, mirov her tim li hêviyê be ku ew ê di derî re derê û were, mirov jê bawer neke ku miriye û bi vê hestewarî û derûniya hanê roj bi roj xwe bê çare bibîne perîşan bibe... Ev tev hestên gelek zor û dijwar in... Gorek tune be ku mirov here serê, lê ku hêviya hatinê jî ji wendayê/a te tune be... Vê dewletê van hestan bi mirovan da jiyandin û hê jî dide jiyandin. Girtin û wendakirin wekî polîtîkayeke ji dema Îttîhat û Teraqiyê maye, ji wê demê heta niha li Tirkiyeyê kesên ku muxalifên dewletê ne hatine wendakirin... Mixabin û sed mixabin di vê mijarê de civak bêdeng e û îdeolojiya fermî ya dewletê hişê civakê her tim lawaz dihêle, hiştiye. Di sala 1915an de rewşenbîrên Ermenî hatibûn girtin û hatibûn wendakirin lê di sala 2010an de hatin bibîranîn, ango piştî 95 salan. Bir insanın yaşayabileceği en büyük acının sevdiklerinin ölmesi olduğunu düşünüyorum. En sevdiğin kişiyi, sonsuzluğa uğurlamak, ona bir daha dokunamamak, onun sesini bir daha duyamamak ve onun hatıraları ile yetinmeye çalışmak çok zor. Ben de yaşadım, biliyorum Ancak, çok sevdiğinin kayıp olması, yaşayıp yaşamadığını bilememek, her an gelecekmiş gibi beklemek, öldüğünü kabullenememek, umut ve umutsuzluğun yarattığı sarmal içinde günden güne çaresizleşmek Bunların hepsi çok korkunç duygular Gidecek bir mezarın bile olmaması, ama döneceğinden de çoğu zaman umut kesmek Bu devlet, insanlara bu duyguları yaşattı ve yaşatmaya da devam ediyor. Gözaltına alıp kaybetmek İttihat Terakki döneminden beri Türkiye de muhaliflere karşı bir devlet politikası olarak uygulandı. Ancak, ne yazık ki bu konuda toplumun duyarsızlığı ve resmi ideolojinin yalanlarına olan inancı, bellekleri hep zayıf tuttu 1915 de soykırım öncesi gözaltına alınıp kaybedilen Ermeni aydınlar ancak 2010 yılında anılmaya başlandı. Toplum, 95 yıl geç kaldı. Kişisel olarak birçok gözaltında kaybedilme olayını çok yakından yaşadım. Hatırlıyorum 1995 yılının birinci I think that the greatest pain one can live is the death of their loved ones. It is very difficult to send off most loving persons to the infinity, not to be able to touch them again, not to be able to hear their voice and it is hard to try to content with their memories. I experienced, so I know But, the disappearance of the most loving person in your life, not to be able to know if s/ he is alive or not, to wait as if s/he can appear any time, not to be able to accept his/her death and increasingly becoming hopeless within the spiral caused by hope and hopelessness All of these are very awful feelings Not having even a graveyard that you can go, but to lose all your hopes about his/her return This state put people through all these feelings and she continues to do so. Enforced disappearances under custody has become a state policy against the opponents since the period of Ittihat and Terakki the Committee of Union and Progress. But, unfortunately, the society s insensitivity with regards to the issue and the belief to the lies of the official ideology make the memories weaker. The Armenian intellectuals who disappeared under custody started to be memorialized in 14 15

Dewletê bitenê Kurd û Ermen û muxalifan di bin çavan de wenda kir. Kiryar li dûr nîn in. Kujer bi bacên ku em didin dijîn. Ew saziyên wekî Teşkîlat-i Mahsûsa, JITEM, Daîreya Şerê Taybet pereyê xwe distînin. Ew kujerên ku serê her canekî prîm û pere distandin. Ew bi tenê kujer in. Yên ku fermanê didin; wan milîtarîstên ku her dem bi destê xwe ji civakê re dibêjin hiş û ditirsînin, yên ku bi riya fermandariyê yasa û hikumet û darizandinê dixin rêzê, yên ku siyaseta hindir û derve diyar dikin, yên ku bi riya OYAKê ji bac û xercê xwe muaf digirin û bi vî awayî sermiyanê xwe mezin û berfireh dikin, yên ku em bi her awayî wan nas dikin in! Ew milîtarîst in. Mixabin û sed mixabin ew hê jî diaxivin... Heta ku ev nasnameya van kujeran ji aliyê civakê ve bi dengekî bilin hat gotin û heta ku li van kujeran bê pirsîn ew ê biaxivin... Ji bo ku ew rawestin, bêdeng bimînin divê em dengê xwe bilind bikin û biqîrin... devam ettiriyorlar. Onlar, Teşkilat-ı Mahsusa, Jitem ve Özel Harp dairesi gibi yapılardan maaşlarını alarak üstüne üstlük kaybettikleri her can için pirim kazanan tetikçiler Onlar, sadece tetikçi Onlara emir verenler ise her dönem parmaklarını sallayarak tüm toplumu tehdit eden, yasama, yürütme ve yargıya talimat veren, hazırladıkları resmi siyaset belgeleri ile herkesi yöneten, iç ve dış siyaseti belirleyen, OYAK la her türlü vergi ve harçtan muaf olarak ve haksız rekabet yaparak sermayesini güçlendiren ve yüzleri, giysileri, rütbeleri çok tanıdık olan militaristler! Onlar ne yazık ki konuşmaya devam ediyorlar Ve tetikçilerin gerçek kimlikleri toplumun geniş kesimleri tarafından yüksek sesle dillendirilene ve hesap sorulana kadar konuşmaya devam edecekler. Onların susması için bizim haykırmamız gerekiyor custody just because they are Kurdish, Armenian or opponent. There is no need of searching them far away. The killers continue their lives with the taxes that we pay. They are the shooters who either take their salaries from the organizations such as Special Organisation (Teşkilat-ı Mahsusa), Gendarmerie Intelligence and Anti- Terror Unit (JİTEM) and Special Warfare Department (Özel Harp Dairesi) or take premium for every person that they killed. They are just shooters The ones giving the orders are the militarists who threaten the society all the time, give orders to legislative, executive, jurisdiction, who govern everybody with official policy documents, who determine internal and foreign policy, who strengthen their capital by unfair competition and being exempt from every kind of taxes and fees. Their faces, clothes, ranks are very familiar. Unfortunately they continue to speak And they will continue to speak until their names will be spoken out and until they will be hold responsible by the large sections of the society. In order to silence them we have to speak out Komelaya Mafên Mirovan a Şaxa Amedê Ji ber ku li Tirkiyeyê demokrasî û rêgezên wê, ji roja avakirina komerê vir ve li ser polîtîkayên yek-netewetiyê hatine avakirin; ev yek weke sedema bicînebûna demokrasî û pirsgirêkên rojane ku em dijîn tê qebûlkirin. Tûnebûna birêkûpêkkirina ji bo nasnameyên cûda yên olî, neteweyî, zimanî û hwd. dibe sedema daxwazên çandî, siyasî, aborî yên derdorên ku xwe cûda dihesibînin. Pêvajoya pevçûnê ya 30 salan ku di derbarê pirsgirêka Kurd de didome, bi taybetî li rojhilat; me bi encamên ciddî yên mafên mirovan ve rûbirû dihêle. Em dikarin bibêjin ku kirinên dewletê yên der-hiqûqî ku li heremê hatine meşandin, dibe sedema rapêçkirina mafê jiyanê, zordariya goçkirinê û binpêkirinên gelek mijarên din ên girîng. Di pêvajoya ku li qadên navnetewî jî weke şer tê binavkirin de, şahidî ji gelek pêkanînên der-zagonî yên li hemberî welatiyên Kurd yên ku ji polîtîkayên dewletê ne razî ne hatiye kirin. Bi taybetî li herêmên ku Kurd dijîn, polîtîkayên dewletê bûye sedema bi dehhezaran mirina welatiyan. Dewlet bi van kiryarên xwe, saziyên xwe yên ku tu bingeha wan a hiqûqî nîn e bûye sedema bi hezaran wendahiyan û bi milyonan koçberiyan. Ew pêvajo û pêkanînên dewletê yên ku cihêtiyan İHD Diyarbakır Şubesi Türkiye de demokrasi ve ilkelerinin, devletin kurulduğu günden itibaren uygulanan tek kimliğe dayalı politikalar nedeniyle yerleşmemesi, günümüzde yaşanan sıkıntıların temel sebeplerindendir. Etnik, dinsel, dilsel ve diğer farklı kimliklerin yaşamasına yönelik düzenlemelerin olmaması, farklı olduğunu düşünen kesimlerin siyasal, ekonomik ve kültürel taleplerde bulunmasına neden olmuştur. Yaklaşık 30 yıldır Kürt sorununda yaşanan çatışmalı süreç, bizleri özellikle ülkenin doğusunda temel insan hakları açısından ciddi sonuçlarla karşı karşıya bırakmıştır. Devletin hukuk dışı uygulamalarıyla, bölgemizde yaşam hakkının gasp edilmesinden tutalım, zorla göçertilmeye kadar birçok hayati alanda ihlallerde sınırların aşıldığı ve hatta son noktalara vardırıldığını söyleyebiliriz. Uluslararası alanda düşük yoğunluklu savaş olarak tanımlanan çatışmalı dönemde, sivil olup devletin mevcut politikalarını benimsemeyen Kürt yurttaşlara yönelik sınır tanımayan uygulamalara tanıklık edilmiştir. Özellikle de Kürtlerin yaşadığı bölgelerde devletin legal kurumları veya yasal dayanağı olmayan oluşumları aracılığıyla on binlerce yurttaş yaşamını yitirmiş, binlercesi kaybedilmiş, milyonlarcası yerinden zorla göçertilmiştir. Devletin, farklılıkları yok HRA Diyarbakır Branch It is accepted that one of the fundamental reasons of today s problems is caused by not being established of democracy and its principles due to single identity policy of the state which has been executed since the state established. As a result of not having regulations for the living of the ethnic, religious, linguistic and other different identities, the sections who think that they are different made a claim about political, economical and cultural demands. The conflictive process which have been experienced for 30 years about the Kurdish issue has confronted us with very serious results regarding the fundamental human rights in the east of the country. In many important fields such as the unlawful applications which were brought into practice by the state, usurp of the right to life, forcing people to migrate, the state has exceeded the line and we have arrived at the last point. In the conflictive period which is defined as low profile war, it was witnessed illimitable applications towards the civil Kurdish citizens who do not adopt the existing policies of the state. Particularly in the locations which Kurds live, as a result of the policies applied by the state, thousands of citizens who are not from the same nation and the religion with the state and who are against the state were killed via legal or illegal formations of the state, thousands of them were disappeared, millions of 16 17

tûne dihesibînin bi kuştinên der-darazê, cinayetên ku berpirsên wan eşkera ne, zordariya goçberiyê, şewitandina gundan, îşkence û muameleyên xirab, destavêtinên ku di bin çavan de têne kirin û binpêkirinên cidî bi encam bûye. Hê jî birîn û pirseke bê bersiv a civakî ku di rojevê de ye, wendahî ne. Wendakirinên di binçavan de bi taybetî li welatê Kurdan, bi darbeya 12ê Îlonê dest pê kiriye. Bi hezaran welatî, bi serdegirtinên malan, li ber çavên malbatên wan hatine wendakirin, zar û zêçên wan hatine destgirkirin. Sedem jî her tim heman sedem e; Em ê îfadeyên wan bigirin û pişt re wê vegerin mal. Lê belê qismekî mezin ji yên ku hatine destgirkirin, yan bi kuştinên der-darazî hatine kuştin, yan jî carek din tu agahî ji wan nehatine girtin. Bersiva ku ji malbatên ku li wendahiyên xwe digerin, bêrêziya dewletê ya li hember welatiyên xwe nîşan dide û digihêje asteke ku welatiyan rencîde dike. Wendahî, hê jî weke bûyerên bê bersiv li benda me ne. Ne gengaz e ku nerihetiya li du wendahiyan maye çareser bibe. Gorên tomerî ku li her derê welatê Kurdan derdikevin, girîngiya pirsgirêka wendahiyan nîşan dide. Ew pirsgirêk, weke rêbazeke rûbirûhatina civakî li hemberî me disekine. Tevî hemû daxwazên neteweyî, hê jî dewletê tu gaveke cidî neavêtiye. Gorên tomerî yên ku bi teşebûsên parêzvanên mafên mirovan derdikevin, ji bo xizmên wendahiyan dibe sedema hêviya dîtina cenazeyên xwe. Neteweyên Yekbûyî (NY) di 18ê Berfanbara 1992 yan de, Danezana di der barê sayıcı uygulamalar, yargısız infazlar, faili belli cinayetler, zorla göçertilmeler, kaybedilmeler, köy yakmalar, işkence ve kötü muameleler, gözaltında tecavüzler gibi birçok başlıkta ciddi ihlalleri ile sonuçlanmıştır. Kayıplar, günümüzde halen yanıtını bekleyen ve kanayan önemli bir toplumsal yaradır. Özellikle Kürtlerin yaşadığı bölgelerde 12 Eylül askeri darbesi ile birlikte binlerce yurttaş zorla alıkonulmuştur. Gerekçe ise hep aynı: İfadesini alacağız ve ondan sonra evine dönecek. Ancak alıkonulanların önemli kısmı ya yargısız infazlara maruz kalmış ya da bir daha kendilerinden haber alınamamıştır. Yakınlarını arayan ailelere verilen cevaplar, devletin yurttaşlarına olan saygısızlığını ortaya çıkarır ölçüde rencide edici düzeyde olmuş ve hiçbir sonuç alınamamıştır. Kayıplar, halen yanıtını bekleyen önemli bir olgu olarak bizleri beklemektedir. Kayıpların bıraktığı hasarın giderilmesi mümkün değildir. Kürtlerin yaşadığı alanın hemen her tarafında ortaya çıkan toplu mezarlar, kayıpların ne kadar önemli bir sorun olduğunu bizlere göstermiştir. Zorla kaybedilmeler halen açılmayı bekleyen, bir diğer anlamda da toplumsal yüzleşmenin önünü açacak bir sorun olarak karşımızda durmaktadır. Ulusal düzeyde istenen tüm taleplere rağmen, devlet eliyle henüz ciddi bir adım atılmamıştır. İnsan Hakları savucularının girişimleriyle ortaya çıkmaya başlayan toplu mezarlar bile kayıp yakınları için bir umut ışığı haline gelmiştir. Dünyada çatışmaların ve darbelerin yoğun olarak yaşandığı bölgelerde yaygın görülen yaşam hakkı ihlaline ve zorla kaybedilmelere ilişkin Birleşmiş Milletler Genel Kurulu nun them forced to migrate. The applications of the state which ignore the differences, resulted in serious violations in the titles such as extrajudicial executions, forced migrations, disappearences, village burnings, killings, torture and ill- treatment, rape in custody. Nowadays, an important injury which is still bleeding and waiting for reply is disappeared people. The enforced disappeared people particularly in the Kurdish regions emerged after the military coup in 1980. Houses of thousands of citizens were raided and their fathers, sons and daughters were kept by force in front of their families eyes. The justification has been the same always: We will take his/her testimony and he/she will come back home. But, many of them has been subjected to extrajudicial executions or nothing has been heard from them. The replies of the state to the relatives of the lost ones have been so hurting that it almost expose the disrespect of the state towards its own citizens and no result have been achieved. The lost ones is stil waiting for us as an important fact waiting for reply. It is impossible to remove the damage caused by the disappeared ones. The mass graves emerging in all around the Kurdish regions show us how important the problem is. The issue of enforced disappearances is infront of us as a problem which can open the way for social facing. Despite all the demands on the national level, the state has not taken a serious step so far. The mass graves coming out as a result of the attempts of the human rights defenders who have become a light of hope because they thought that they could finally find their mortuaries. The United Nations issued Declaration on the Protection of All Persons from Enforced parastina herkesî ya li hemberî wendakirinên bi zorê de weşandiye. Ew denezan di derbarê binpêkirina mafê jiyanê ku li heremên li ser rûyê cîhanê ku pevçûn û derbe zêdetir didomin hatiye weşandin. Peymana navnetewî ya di der barê parastina hemû kesan a li hemberî wendakirinê jî di 20ê Berfanbara 2006an de, ji aliyê Desteya Giştî ya Neteweyên Yekbûyî ve hatiye qebûlkirin. Ew peyman, wendakirinên bi zorê qedexe dike û rê li ber rastiyên di der barê wendahiyan de ku malbat lê digerin vedike. Peyman ji aliyê 100 dewletên ku di nav de Iraq jî heye, di sala 2001ê de hate îmzekirin. Di nava dewletên ku ew peyman îmze kirine de, dewletên wek Arjantîn, Şîlî, Bolîvya, ku li wan welatan derbe hatine kirin, pêvajoyên dîktatoriyê derbas kirine, pêvçûnên ciwakî qewimîne, wendahî derketine holê û gelek binpêkirinên giran lê hatine hatine kirin jî cî digirin. Lê belê tevî bi hezaran wendakirin û banga hêzên navnetewî Tirkiyê hê jî ew peyman îmze nekiriye. Peyman ji bo dewletên ku bi paşeroja xwe re rûbirû bûne gelek berpirsiyariyan dixe rojevê. Di peymanê de sûcê wendakirinan, Ew sûc li ber pêşketina hiqûqê giringiyeke û weke sûcekî li hember mirovahiyê tê binavkirin û tê diyarkirin ku ew mijar hasasiyetên dewletê yên ku bi parastinaazadiyan derdikevin pêş kemasiyeke mezin derdixe holê. Li gorî peymanê, Tu dewlet nikare bi zorê wendakirinan pêk bînin, nikare destûrê bide vê yekê an jî nikare wek pêkanîneke 18 Aralık 1992 tarih ve 47/133 sayılı kararıyla Zorla Kayıp Edilmeye Karşı Herkesin Korunmasına Dair Bildiri yayınlamıştır. Zorla kaybetmelere ilişkin BM Genel Kurulu nda Bütün Kişilerin Zorla Kaybedilmeden Korunmasına Dair Uluslararası Sözleşme ise 20 Aralık 2006 da kabul edilmiştir. Zorla kaybedilmeleri yasaklayan ve ailelerinin kaybedilenle ilgili gerçeği öğrenmesine imkan veren BM Bütün Kişilerin Zorla Kaybedilmeden Korunmasına Dair Uluslararası Kayıplar Sözleşmesi 6 Şubat 2007 tarihinde imzaya açılarak yürürlüğe girmiştir. Sözleşmeyi 2011 yılı itibarıyla aralarında Irak ın da bulunduğu 100 ülke imzalamıştır. Onaylayan ülkeler arasında, askeri darbelerin uygulandığı, diktatörlük dönemlerinin yaşandığı, toplumsal çatışmaların meydana geldiği yönetimlerin uyguladığı politikalar sonucu kayıplar da dahil birçok ağır hak ihlallerin yaşandığı Arjantin, Şili, Bolivya ve Irak gibi ülkeler de bulunmaktadır. Türkiye ise ulusal ve uluslararası örgütlerinin çağrılarına rağmen, sözleşmeyi henüz imzalamamıştır. Sözleşme, onaylayan ülkelere geçmişle yüzleşme adına önemli yükümlülükler getirmektedir. Sözleşmede, zorla kaybedilme suçu zorla kayıp edilmenin hukukun üstünlüğü ve toplumun en derin değerlerini baltalamakta olduğu ve bu tür eylemlerin sistematik olarak yapılmasının insanlığa karşı bir suç oluşturduğu şeklinde tanımlanmıştır. Sözleşmeye göre ülkeler, Hiçbir devlet zorla kayıp edilmeyi uygulayamaz, izin veremez ya da hoş göremez. Devletler zorla kayıp edilmeleri önlemek ve ortadan kaldırmak için gerekli tüm araçları ulusal ve uluslararası Disappearance with the decision of the General Assembly the dated 18 December 1992 and numbered 47/133 regarding the regarding violence of right of living and enforced disappearances in regions experiencing high densitiy conflicts and military coups. The International Convention for the Protection of All Persons from Enforced Disappearance was accepted by the UN general Assembly on 20 December 2006. International Convention for the Protection of All Persons from Enforced Disappearance banning the enforced disappearences and enabling the families learning the facts about the disappeared ones opened for signature and came into effect on the 6 February 2007. The convention has been signed by 100 countries including Iraq until 2011. Among them there are countries such as Argentina, Chilie, Bolivia and Iraq which experiences military coups, dictatorial rule, violence of rights as a result of the policies applied by administrations during the conflictive periods. Turkey has not signed the convention yet although there has been thousands of enforced disappearance incidents in its recent history and the call of the national and international organisations. The convention brings important guiding obligations to the ratifier contries regarding facing with the past. The convention defines the crime of enforced disapperances, the crime of enforced disappearence, undermines the deepest values of any society obliged to respect to the rule of law, human rights and fundamental freedoms and the systematic execution of these kind of actions compose a crime against humanity. According to the convention, states can not exercise, allow or tolerate any enforced disappearances. States use all the necessary 18 19

ji rê bihesibîne. Wê dewlet, li hemberî windakirinan hemû rêgezên netewî û navnetewî bi hevkariya NYê bi kar bînin. Wê hemû dewlet li ser welatên ku girêdayî xwe ne neçar in ku ji bo rê li wendakiranan bigire, wê hemû tedbîrên qanûnî, adlî, îdarî bi kar bînin. Dîsa li gor peymanê, Her dewlet neçar e ku li hember îdîayeke wendakirinê rê veke ku şopa wendayan di qada navnetewî de bê ajotin. Xwediyê îdiayê bikaribin giliyên xwe bigihînin dewletên serbixwe û şert û mercên ku berpirs û rayedar bi lêkolînan bikin bi cî bînin. Heta ku ji aliyê dewletê ve xebateke giştî neyê meşandin, ew ê encam ji windakirinan neyê girtin. Divê vekirina gorên tomerî li gorî rêbazên navnetewî bê meşandin. Ji bo ku aqûbeta windahiyan derkeve holê li gor şertên ku her kes diparêze, bankayeke DNAyê bê avakirin. Wekî encam yek ji peywirên dewletê yên bingehîn ev e ku ji bo baweriya welatiyên xwe wenda neke divê ku bi hemû sazî û dezgehên ve seferber bibe. Di dewsa ku welatiyên xwe biparêze, wan dadiqurtîne. Dewlet hatiye rewşeke wisa ku li hember gel û welatiyen bûye asteng. Palîtîkayên dewletê yên ku qismekî gel bi çavekî nebaş dibîne; bi qasî bîst û pênc sal in ku dibe sedema jihevdûrketina civakan. Ji ber ku palîtîkayên ku di van salan de hatine meşandin kirinên dewletê ne; derxistina berpirsên sûcên ku di van salan de hatine kirin jî, ji bo aştiyê têrî nake. düzeyde BM ile işbirliği halinde kullanır. Her devlet kendi egemenliği altında bulunan topraklarda zorla kayıp edilmeleri önleyecek ve ortadan kaldıracak etkin, yasal, idari, adli ve diğer tedbirleri alacaktır. Sözleşmeye göre, her devlet, bir kişinin zorla kayıp edildiği iddiasında bulunan, bilgisi olan ya da yasal açıdan ilgisi olan kişilerin yetkili ve bağımsız bir devlet makamına bu şikâyetini iletme hakkına sahip olmasını ve yetkililerin de bu şikâyeti derhal, titizlikle ve etki altında kalmadan araştırmasını sağlamalıdır. Devlet eliyle bütünsel bir çalışma yürütülmediği müddetçe, kayıpların bulunmasında bir sonuca ulaşılması mümkün değildir. Kayıpların ortaya çıkarılması için her kesimin ortak savunduğu şekliyle kayıplara ilişkin bir DNA bankasının kurulması, kayıpların araştırılması ve tespit edilen toplu mezarların açılması uluslararası kurallara göre yapılmalıdır. Sonuç olarak, devletin temel görevlerinden biri yurttaşların kendisine güvenini yitirmemesi için sorunların çözülmesine yönelik tüm kurum ve imkânlarını harekete geçirmektir. Yurttaşlarını koruması gereken devlet ve organları, düşüncesine muhalif olan yurttaşlarını yutma amacına yönelmiş ve devlet, toplumun barış ve refah içinde yaşamasının önünde engel olan bir araç konumuna dönüşmüştür. Devletin çeyrek yüzyıldan beri toplumun bir kesimini ötekileştirici politikalar üretmesi, toplumlar arasında ayrımcılığı ve ayrımı arttırmıştır. Geçmiş dönemde işlenen suçların faillerinin ortaya çıkarılması, uygulamaların bir devlet politikası olması nedeniyle toplumsal barışın sağlanmasına yeterli değildir. Toplumsal sorunların mağdurları ve mağdur yakınları, tools on the national and international level and with the cooperation of UN in order to prevent and remove the enforced disappearences. Each state will take all necessary, effective, legal, administrative, judicial measures preventing and removing the enforced disappearances on the lands under its sovereignty. The convention says, Each states should provide the persons who assert, know or are involved in because of legal reasons an enforced disappearences incident, the right of complaining to an authorized and independent government department and these authorized bodies should inquire this complain immediately, meticulously and without prejudice. Unless a holistic study is not executed by the state, it is impossible to end the finding of the disappeared ones. In order to uncover the disappeared ones, a DNA bank should be established in a way that agreed by everyone, the disappeared ones should be inquired and the mass graves should be opened in accordance with the international regulations. As a result, if a state does not want to lose the trust of the citizens, among its fundemantal duty is to mobilize all the institutions and means in order to solve the problems. But, the state and its bodies which actually should protect its own citizens has been absorbing the citizens who dissent to the ideas of a section of the society. The state has been preventing the society living together in peace and prosperity. The state has been generating policies othering a section of the society and this policy increase the discrimination and distinction among societies. In order to provide the social peace, it is not enough to expose the perpetrators of the pre- Lêqewimiyên pirsgirêkên civakî û xizmên wan, pêşxistinên aştiyeke civakî weke şûştina hemû mağduriyetan dihesibînin. Ji bo vê jî tiştê ku pêwîst e bê kirin; avakirina sîstemeke ku hemû welatî xwe aîdê wê bihesibînin. Aştiya civakî, weke bersûcê êş û bûyerên ku qewimîne hinek nîşandan nîn e, avakirina sîstemeke ku hemû cûdakarî bikaribin tê de bijîn e. Dewlet çi qas aştiyê saz bike ew qas dikare peywirên xwe pergalkirinê bîne cî. sadece faillerin bulunmasını istemez, toplumsal barışın sağlanmasına yönelik tüm düzenlemeleri, mağduriyetinin giderilmesi olarak görür. Bu nedenle yapılması gereken, tüm yurttaşların aidiyet hissedeceği bir yönetim sisteminin yaratılmasıdır. Toplumsal barış, yaşanan acı olayların suçlusu olarak birilerini fail ilan etmek değil, farklılıkların yaşam olanağını bulacağı demokratik ilkelerin oluşturulmasıdır. Devlet toplumsal barışı sağladığı ölçüde, düzenleyici görevini yerine getirir. vious incidents because the executions are the policy of the state. The victims of social problems and the relatives of them do not want the perpetrators to be found, because the source of the problem is social, they see all the regulations for social peace as elimination of victimization. So, as a fundamental policy, a management system which all citizens feel belonging should be created. The social peace is to compose democratic principles in which the differences can find the the possibility of life rather than to announce someone perpetrator of an incident. The state fulfill its regulator duty as long as it provides the social peace. 20 21

Kesê/a ku hespa wî wenda bibe hîrehîra hespê ji guhê wî/ê nakeve (Gotina Pêşiyên Çerkezan) Sırrı Süreyya Önder Ev peyv gotina pêşiyên Çerkezan e. Çerkez miletekî esîl in. Hemû zîndeweran wekî zariyên xwe dibînin. Sedemê ku bi eşkerayî ji zarokên xwe hes nakin dibe hinek ji vê yekê be. Malbata Eren bi eslê xwe Çerkez in. Bi navê Setenay û Işıksu du zarokên xweşik jî li vê malbatê peyda bû. Dayika Elmas bi saya van neviyan her ciwan û xweşik maye. Ji bo carek wekî jinan çavê wê li rê ye. Niha dema ku behsa zaroktiya lawên xwe yê rojnameger û yê ku wenda kiriye dike; Min pir hes dikir ku ez destê xwe di serê zarokên ku bi makîneyê serê wan hatibe rûtkirin. Ji ber ku şerm çênebe ez pir zêde bi wan zarokên xwe şa nedibûm. Xwazî min hin zêdetir kêfa xwe ji wan re bianiyana. Dengê Hayrettin, kenîna wî hê jî di kerika guhê min de ye. Ku hinek dil bi we ve hebe li vê mala ku bi bîranînan dagirtiye hûn ê jî van dengan bibihîzin. Turuncu Murat 124 Li ser ruyê erdê mileta ku girtîgeha wê tune ye Çerkez in. Pir girîngiyê didin rastî û biedebiyê. Kesên ku ji rastî û edebê dûr bikevin ji nava xwe bi dur ve dixin. Ev bidûrxistin ji zindanê xirabtir e. Dayika Elmasê dewam dike û dibêje; Hayrettin hê biçûçikeke ew qas bû karê ku bikaribûna bikirana bê pirs dikir, lê dema ku nekirana te wî bikuştana qebûl nedikir. Miheqeq di îşkenceyê de karekî ku nekiriye Atı kaybolanın kulağından at sesi gitmez (Çerkez atasözü) Soylu millettir Çerkezler. Tüm canlıları evlatları nazarıyla görürler. Evlatlarını aşikârane sevmemeleri belki biraz da bundandır. Ayrıca, yeryüzünde hapishanesi olmayan tek millettir. Edep ve doğruluğa büyük önem verirler. Bundan ayrı düşenleri içlerinden uzaklaştırmak gibi bir yaptırımları vardır ki bilene en büyük hapishaneden daha büyük bir zulümdür. Aslen Çerkez olan Eren ailesinin Elmas Ana sı şöyle anlatmakta evladını: Hayrettin daha şuncacık çocukken bile yaptığı işi yüksünmeden kabul eder, yapmadığını da öldürsen kabul etmezdi. Mutlaka işkencede yapmadığı bir işi kabul etmesini istemişlerdir Hayrettin den. O da kabul etmeyince kıymışlardır evladıma. Turuncu Murat 124 Yoksul baba Kemalettin, emekli olduğunda gecekondularını yaptırmak yerine oğlunun ricasını kıramayıp Murat 124 otomobil almış. Karakol tutanaklarına göre, otomobiliyle giderken gözaltına alınıp Karagümrük Karakolu na götürülen Hayrettin i siyasi şube polisleri ordan alıp Gayrettepe Emniyeti ne götürmüş. Elmas Ana Gayrettepe ye gittiğinde, oğlunun arabasını bahçede görmüş. Oğlunu sorunca, Git buradan demişler, gitmeyince de kolundan tutup çamurun içine atmışlar. Tüm gün oğlunun He who lost a horse keeps hearing horses neigh (Circassian proverb) Circassians are a noble people. They consider all creatures as their own offspring. Maybe that is why they do not show open displays of affection towards their own children. Also, they are the only nation without prisons. They consider manners and righteousness to be very important values. They impose a sanction of complete isolation from society to those who disrespect these values, and that is a persecution worse than imprisonment for those who know what it means. This is how the Elmas, the mother of Eren Family, a family with Circassian origins, describes her son as follows; even when he was a small boy, Hayrettin would accept if he had done something wrong, but if it was something he did not do there was no way he would accept to doing it even if you killed him. I am sure, during the torture they tried to force him to accept something which he did not do. And when he did not accept, they did not spare my boy. Orange Murat 124 (Turkish Fiat 124) Kemalettin, a poor father, bought a Murat 124 with his retirement bonus upon the persistent requests of his son instead of getting their shanty house restored. According to the police records Hayrettin was arrested while driving in this car, he was first taken to Karagümrük Police Station and from there ji Hayrettinê min xwestine... Ku ew jî wî karî qebûl nekiriye, wan ewladê min kuştiye. Bi van gotinên wê mirov dizane ku ew lawê xwe baş dizane. Bavê wî yê reben Kemalettin Eren dema ku malnişîn dibe di dewsa ku reşemala (gecekondu) xwe çêbike, ji lawê xwe re texsiyeke rengê porteqalî ya Murat 124 distîne. Ji ber ku Hayrettin ji erebeyê pir hes dikir nexwestiye lawê xwe bişikîne. Bi erebeya xwe ji bo hevalekî xwe li xaniyê bi kirê geriyane, wî girtine û birine qereqola Karagumrukê. Polîsên siyasî hatine wî ji wê derê birine emniyeta Gayrettepeyê. Van tiştan tevan bi belgeyan bi belge û girteyên qereqolê ji wan re gotine. Dayika Elmas dema ku çûye qereqola Gayrettepeyê erebeya lawê xwe li hewşa qereqolê dibîne. Dema ku lawê xwe dipirse jê re dibêjin; Here ji vir! Dema ku ew neçûye bi milê wê girtine wê avêtine nava heriyê. Heta êvarê li ber serê erebeya lawê xwe sekiniye. Di nava şevekê de wekî ku lawê wê wenda kirine erebeya lawê wê jî wenda kirine. Ev tev bi şahidiyan sabît in. Ne ev tenê, li emniyetê îfadeyên 4 kesên din hene ku dibêjin me dîtiye ku bi lawê wê îşkence kirine. Ev di belgeyên fermî de hene. Piştî ew qas tiştî hûn nefikirin ku lêpirsîn hatiye kirin! Piştî vê ji bo ku bavê reben Kemalettin, dayike dilbiêş Elmas, xwişk û birayên dilbikul Farûk, Cemîle û Îkbal ji bo ku dev ji lêpirsîna lawê xwe û birayê xwe ber bidin wan tirsandine, gelek tişt anîne serê wan. Gotin têrî van zilm û zorên wan nakin. Kevoka ku têjikên xwe hinda dike wekî baz dijwar dibe. Dayika Elmas jî bê westan li her deriyî daye. Çi di destê wan de hebe tev arabasının başından ayrılmamış. Bir gece içinde, tıpkı kaybolan oğlu gibi, aracı da kaybetmişler. Bütün bunlar tanıklıklarla sabit. Sadece bunlar değil, emniyette işkence yapılırken onu gördük diye resmi olarak ifade veren tam 4 kişi var. Tüm bunlara rağmen soruşturma yapıldığını sanıyorsanız, sanmayın! Sonrasında, Eren ailesine işin peşini bırakmaları için gözdağı operasyonları başlamış. Uğradıkları zulümü anlatmaya bu sütunlar yetmez. Yavrusunu yitiren güvercin, atmaca kesilir misali, Elmas Ana yılmadan her kapıyı aşındırmış. Ellerinde ne var ne yok satıp, bir kısmını ben bulurum diyen madrabazlara kaptırıp kalan ömürlerini bu işe vakfetmişler. Başlangıçta ilgilenen Savcı Enver Özdemir, sonunda korkulu bir telaşla kapısından kovmuş anayı, Bu mevki-makama kolay gelmedim, sizin yüzünüzden kaybedemem diyerek... Mehmet Ağar, yanında Kemal isimli bir görevliyle kabul etmek zorunda kalmış anayı. Gülerek bir kol hareketi yapmış Elmas a, anlatmak istemem... Bunun ne kadar gücüne gittiğini bilenler, Ağar evladını yitirdiğinde ne düşündüğünü sormuşlar Elmas Ana ya... Verdiği cevap insanlığını yitirmişlere insanlık dersi olur. Öfkesini kalbine gömüp, bunu soranları tersleyerek, evlat acısıyla kavrulan diğer ananın derdine yanmış. Başbakan la yaptığı görüşmeyi şöyle anlatmakta: Başbakan davet ettiğinde, hele bir gideyim de bizi kim kullanıyormuş evladım diye sorayım istedim. Fakat gözümün önüne bizi dövdürten, lanet olası Kenan Paşa, bizimle görüşmeye bile tenezzül etmeyen, Demirel, transferred to Gayrettepe police station by the police officers from political crime unit. Mother Elmas saw the car of his son in the parking lot when she went to Gayrettepe police station. When she inquired for her son, they told her to get away and when she declined to leave, they pushed her away in to the muddy ground. All day long she waited by her son s car. Over a night, just like they made her son disappear, they also made the car disappear. All these are confirmed by witnesses. Not only these, there are also 4 witnesses who officially testified to seeing him in the police station while he was being tortured. If you assume that an investigation was conducted in the light of these information, well, do not! Following these events, treats and intimidation started to be imposed upon the family so that they would not follow the subject any further. Pages are not enough to tell what they had to suffer. As in the proverb that says the dove that loses her baby becomes a hawk, Mother Elmas knocked on every door. They sold whatever they ve had, spent it all on following their cause, also had some of their money ripped off by imposters who claimed that they would find their son. Prosecutor Enver Özdemir, who initially showed interest in the case, one day showed the mother off in a scary panic saying I have not come to this position easily and I shall not lose it for you now. Mehmet Ağar had to accept to see the mother, in the presence of an attendant named Kemal, while grinning he made such a gesture with his fingers to Elmas which I would not want to explain here Those who 22 23

firotine û bi dû vê doza xwe ketine. Di serî de dozgerê bi navê Enver Ozdemîr bala xwe daye serê lê şûn de gotiye; ez bi rehetî nehatime vê meqamê, ez nikarim ji bo we wenda bikim û bi tirs dayika Elmas ji ber derê xwe qewirandiye... Mehmet Agar bi peywirdareke bi navê Kemal mecbûr maye ku bi dayika Elmasê re hevdîtin bike. Bi ken milê xwe ji dayika Elmas re hejandiye, ez naxwazim vebêjim... Kesên ku dizanin ka çi qas dayika Elmasê pê aciz bûye. Piştî ku keça Agar dimire ji dayika Elmasê dipirsin ka çi difikire; birsiva wê ji hemû xwediyê wendayan re dibe derseke mirovahiyê. Dema ku jê pirsîne wê hêrsa xwe di dilê xwe de veşartiye û li wan kesan vegeriyaye, dilşewatiya dayikên ku ewladên xwe wendakirine bi bîr aniye... Hevdîtina mi serokwezîr re Dema ku serokwezîr wê vexwendiye, dibêje ka ez herim kî me bi kar tîne ez lê bipirsim. û dewam dike; dema ku ez çûm li ber çavê min bi Kenan Paşayê zalim ket; min ew kesên wekî Demirel, Ecevit, Çiller ên ku tenezul nekirin bi me re hevdîtin bikin dîtin. Ji ber wê min ew neşikand, ez çûm. Xwedê jê razî be me qebûl kir, me guhdarî kir. Lê dayikeke din pirsî, wî jî got; we wisa gotiye, got; hin kesan wisa gotiye. Bi serokwezîr bi zareke nerm got ku ew çewt hatibû fêm kirin. Dema ku serokwezîr dibe hevparê êşên wan wiha dibêje dayika Elmas; Ku dil megirî ji çavan hêstir nayên xwarê. Diya wî ji dewletê, dewlet ji diya wî... Diya wî Hayrettin ji dewletê dipirse, dewlet jî lê vedigere û ji diya wî dipirse! Muduriyeta nufûsê, şubeya eskeriyê, daîreya pasaportê û hemû saziyên dewletê ji mala Hayrettin re Ecevit, Çiller geldi, kıyamadım. Allah razı olsun, bizi hiç olmazsa kabul edip derdimizi dinledi dedim kendi kendime. Fakat başka bir ana sordu. Bunun üzerine Başbakan, lisanı münasiple o bir yanlış anlaşılmaydı diye cevap verdi.başbakan ın, acılarına ortak olup duygulanmasını Gönül ağlamazsa göz ağlamaz diyerek yüksek bir yerde kıymetlendirmişler. Annesi devlete, devlet annesine... Annesi Hayrettin i devlete soruyor, devlet de dönüp ona soruyor! Nüfus müdürlüğü, askerlik şubesi, pasaport dairesi başta olmak üzere devletin tüm kurumları Hayrettin in evine yazı gönderip duruyor. Belki de annesinin Ölmüş olsaydı hiç devlet yazı yollar mıydı? dediğini biliyorlar. Hatta bir de son çekilmiş fotoğrafını istiyorlar. Oysa meraklısı cumartesi günleri Galatasaray Lisesi nin önünde görebilir Hayrettin in yakışıklı, çocuk yüzünü. Ve galiba şimdilik sadece orada! Nasıl anlatacaksın? Elmas Ana nın, yeşil bakan güzel gözlerini bir kez görseniz, o insanda hiçbir yanlışın barınamayacağını anlarsınız. Evlerine konuk olduğumda, Nasuhi Bilmen in ilmihali ile bir Kuran duruyordu Elmas Ana nın yanı başında. Bütün insanlık kör, bütün kulaklar sağır kesilince Allah yeter! deyip, inancına iltihak etmiş Elmas Ana... Dertleşmenin sonunda büyük bir umutla nasıl anlatacağımı sordu. Başbakan dan umudu vardı, ben de onaylarsam rahatlayacaktı. Doğrusu hazır bir cevabım yoktu. Yıllardır umudu tükenmeden, azmi kırılmadan bir tek haberin hatırına, yaşamak denirse yaşamaya know how much that hurt her asked her what she felt when she learnt that Mehmet Ağar s child also died her answer is a lesson of humanity for those who lost theirs. She buried her pain in her heart, became very angry at those who asked her such a question, and expressed deep compassion for the pain of the other mother in question who was suffering the pain of losing a child. This is how she relates her meeting with the Prime Minister: When the prime minister invited us, I thought I would go and ask him tell me son, who is it that is taking advantage of us?. But then I remembered the damned Kenan Evren who had us beaten, Demirel, Ecevit and Çiller who would not even accept to meet with us, so I could not have the heart to ask this to him. I thought to myself may God be pleased with him, at least he listened to our troubles. But another mother asked the question and he answered with an appropriate manner saying that that was a misunderstanding. Mother asks to the state, the state asks to the mother His mother asks of Hayrettin from the state, state asks of him back from the mother! Leading ones being the civil registry, military recruitment office and passport office, all organs of the state keep sending letter after letter to the house of Hayrettin. Maybe they know that the mother says would they ever send letters if he was dead? They are even asking for a recent photo of his. Actually those who are really interested can see a photo of Hayrettin s handsome, childish face every Saturday in front of Lycée de Galatasaray. nivîs dişînin û lê dipirsin. Belkî jî ev difikirin ku bi diya wî bidin hîskirin ku bibêje; ku Hayrettinê min miribe ma ew ê dewlet van nivîsan ji bo lawê min bişîne? Dev ji nivîsê berde ew wêneyên wî yên ku hatine kişandin dixwazin. Lê kesên ku baldar bin dikarin rojên Şemiyan li ber lîseya Galatasarayê bibînin. Dikarin rûyê xweşik yê Hayrettin bibînin. Belê niha dikarin li wê bibînin bi tenê! Tu ê çawa bibêjî? Ku hûn riyê xweşik yê dayika Elmasê bibînin, ku hûn çavên wê yê keskîn bibînin hûn ê bizanibin ku di wê jinê de bi tu awayî çewtî bi cî nabin. Dema ku mirov dibe mêvanê mala wan, hûn ê îlmîhala O. Nasuhi Bilmen û Quranek li ber serê dayika Elmasê bibînin. Dema ku hemû mirovahî kor bibe, dema ku hemû guh kerr bibin wê demê dayika Elmasê dibêje Ey Xwedê êdî bes e! û diqîre... Piştî parvekirina derdan bi hêviyeke mezin pirsî, hêviya wê ji serokwezîr hebû, ku ez jî bibêjim rast e ew ê dilê wê biketana cî. Lê di rastiya xwe de ez ji bo bersiveke wisa ne amade bûm. Min nikaribû bigotina; Hikûmet vî karî da ber destê komîsyonê û dixwaze ku vî karî bisawixîne. Min nikaribû ji dayika ku hêviyên wê her tim hebûn, bi şev û roj li dû peyveke xêrê çûye û bi vî awayî her meşiya be, ez vê yekê bibêjim. Dana ber destê komîsyonê! Îsmet Înonu gotiye; Ku hûn bixwazin kareke neçe serî bidin ber destê komîsyonê û Coşkun Kirca jî bikin berpirs. Nifşên nû dibe ku Coşkun Kirca nas nekin. Cemil Çîçek bînin ber çavê xwe, çi pir çi hindek mirovekî dewletê yê wisa bû. Li cem me dema ku karek serî bigihîje dewletê wê demê dewlet çalışan bir insana Hükümet bu işi komisyona havale etti, işi de yayma eğiliminde diyemedim. Komisyona havale! İsmet İnönü Eğer bir işin halli cihetine gitmek istemiyorsanız komisyona havale edin, başına da Coşkun Kırca yı getirin dermiş. Yeni nesil Kırca yı tanımayabilir. Cemil Çiçek i düşünün, işte aşağı-yukarı öyle bir devletliydi. Bizde devletin zülf-ü yarine dokunacak işler hep komisyona havale edilir ve bugüne kadar, sonuç alabilmiş bir komisyon görülmemiştir. Unutmayalım ki Mutki de yargısız infaz edilenler de bir ananın evlatlarıydı. Cumartesi Anaları nı kabul edip, ardından da Mutki ye yayın yasağı getirmenin ne anlama geldiğini birisi bize anlatsa da öğrensek... Merhamet değil Adalet! Muhteşem insan Willy Brandt, Varşova da, Nazi soykırım anıtının önünde diz çökmüştü. Planlanmış bir jest değildi. Sebebini soranlara Yakın tarihin ağır yükü altında, kelimeler yetersiz kaldığında, tüm insanların yaptığını yaptım dedi. Bu sözüm iktidarıyla ve muhalefetiyle herkesedir. Yaşananların kötülüğü yanında artık kelimeler yetersiz kalmakta. Bu ülkenin yakın dönem pislikleri için bir anıt yapılacaksa mesela Galatasaray Lisesi nin önüne yapılmalı; hakiki bir komisyon kurulacaksa, bağımsız insanlardan oluşmalı ve bu anıtın önünde diz çöktükten sonra, belki de ilk kaybedilen olduğu için Hayrettin in akıbetiyle işe başlamalıdır. Böylece Hanım iyi ki oğlana araba almışız, yoksa şimdi çok yazıklanacaktık diyerek evine sığamayan, And probably for now only there! How to tell? If you look into the beautiful green eyes of Mother Hatice, you will believe that no wrong can exist in this person. When I visited her at her house, a Quran by the catechism of Nasuhi Bilmen was by her side. When all humanity turned deaf and blind, Mother Elmas said enough and turned to her faith. At the end of our conversation, with hope, she asked me how I was going to tell about the issue. She had hope in the prime minister and she would feel relieved if I also approved of it. Actually I did not have a ready answer. To this woman who did not lose her hope, who tried to hold on to life if this can be called lifewithout losing her determination, how could I say that the government transferred the issue to a commission and most probably intents to stretch it over time. Transferred to a commission Ismet Inönü said if you want an issue not to be resolved, transfer it to a commission and make Coşkun Kırca its chairman. Maybe the new generation does not know of Kırca. Think of Cemil Çicek, he was more or less the same type. Here, if there is an issue that might touch the soft belly of the state, it is transferred to a commission and since this very day, a commission did not yet conclude an issue. Let us not forget that those subjected to summary executions at Mutki were also the children of mothers. It would be nice if someone explained and we understood what it means to accept to meet with the Saturday Mothers and right after that to put publication 24 25

. Evîn Doğan (10 salî) radestê komîsyonê dike. Heta niha jî tu karek baş û bi encam ji komîsyonê derneketiye. Em ji bîr nekin ew kesên ku li Mutkiyê bi awayê bê darizandin hatin înfazkirin ewladên diya xwe bûn. Bila kesek bersivek bide me ji bo vê yekê; ku mirov li aliyek Dayikên Şemiyê qebûl bike û li aleyek din ji bo bûyera Mutkiyê qedexeya weşanê bîne, ev tê wateya çi gelo?... Ji kerema xwe re bila kesek vê yekê ji me re bibêje... Ne merhamet, edalet! Mirovê baş Willy Brant, li Varşovayê li ber bîrdariya (abîde) qirkirina Naziyan çok dide erdê. Ev tiştek plankirî nebû, wekî jestekê jî nebû. Dema ku sedemê vê jê dipirsin wiha dibêje: Di bin barê vê dîroka nêzik de peyv têrî vegotinê nakin, ji ber wê min jî wekî her însanî çok da erdê. Ev gotina min ji bo her kesî ye, ji bo muxalefet û ji bo hikûmetê ye... Ku ji bo qirêjiyên dîroka nêz ya vî welatî bîrdariyek bê çêkirin divê ku li ber Lîseya Galatasarayê bê çêkirin. Ku komîsyoneke rastîn bê çêkirin divê ku bi tevahî ji mirovên azad pêk bê û piştî ku li ber vê bîrdariyê çok dan erdê û ji bo ku wekî wendayê yekemîn bi meseleya Hayrettin re dest bi kar bike. Bi vî awayî Kemalettin Erenê ku ji dayika Elmas re dibêje Baş e ku me lawê xwe re erebe stand, ku me nestandana niha em ê pir bi ber biketana û her roj geh li vî alî geh li wî alî navnîşan navnîşan digere û dixwaze ciyê ku here bipirse hebe yan jî kêlikekî gorê hebe here xwe lê bigire. Ku hûn ê wisa nekin ji kerema xwe re dilê xwe bi me nexewitînin, pêwistiya me bi merhameta we tune ye! her gün kendini dağa bayıra vuran, baba Kemalettin Eren, gideceği bir adres ve sarılacağı bir mezartaşına sahip olacaktır. Bunu yapmayacaksanız, kimsenin cıvık merhamete ihtiyacı yok! ban on issues related to Mutki. Not compassion, justice! Magnificent person Willy Brant, got down on his knees in front of the Nazi holocaust memorial in Warsaw. This was not a planned gesture. When asked for the reason he said I did what all men do when the worlds do not suffice under the heavy burden of near history, These words go out to the government, to the opposition, to everyone. When faced with the brutality of what has been suffered, worlds do not suffice. If a monument is to be built for the filths of near history in this country, it should be erected in front of Lycée de Galatasaray, if a genuine committee is to be formed it should be composed of independent people, and after getting on their knees in front of the monument, they should maybe start the work with investigating the fate of Hayrettin because he is the first one to be made to disappear. So that, the father Kemalettin Eren, who says to the mother Wife, it is good that we bought that car for the boy, or else we would be feeling sorry now for not having bought it, who can t stay at home and wonders the hills and country side all day long will have an address to go, will have a grave stone to hug. If you are not going to do that, nobody needs your slimy compassion. Apê min Seyhan DOĞAN û 5 hevalên wî/wê tevahî sala 1995an binçavan de hatin wendakirin. Leşker û mirovên rupêçî Seyhan hildan me careke din agahî li wan negirt. Apê min li ku ye? Apê min naha hebû ya, kî dizane naha bi bû mamoste, bijîşk û parêzer. Apê min li ku ye? Ez apê xwe dixwazim! Ez dixwazim ku kujerên apê min werin girtin. Evîn Doğan (10 yaşında) Amcam Seyhan Doğan beş arkadaşıyla birlikte 1995 te gözaltında kaybedildi. Asker ve maskeli adamlar gece yarısı Seyhan ı bizden aldılar ve bir daha kendisinden haber alınamadı. Amcam nerede! Amcam kaybolmasaydı kim bilir belki öğretmen, doktor veya avukat olurdu. Amcam nerde! Amcamı istiyorum! Amcamın katilerinin bulunmasını istiyorum. Evin Doğan ( 10 years old ) My uncle Seyhan Doğan was made to disappear in 1995 with 5 of his friends while under custody. Soldiers and men in masks took Seyhan from us and he was not heard of again. Where is my uncle! If my uncle were not to disappear maybe he could have been a teacher, a doctor or a lawyer. Where is my uncle! I want my uncle! I want my uncle s murderers to be found. 26

Oğlumu istiyorum! oğlumu istiyorum, anlıyor musunuz onu geri istiyorum haftalar önceydi, aylar mı, yıllar mı, unuttum akşam gelirim dedi, akşam gelirim dedi ve gitti teri kaldı yastığında, işte bakın: koca bir iz saç telleri, üç tane ve dağınık odası -ah her zamanki gibi!- sormaktan tükendim ben günlerdir tanrım tanrım tanrım onlar bıkmadılar yok demekten nereye elimi uzatsam günlerdir kuş ölüleri nereye yüzümü dönsem sarhoş yarasalar yaralı bir hayvan gibi dolanıyor içimde acısı oğlumu istiyorum, anlıyor musunuz onu geri istiyorum işte fotoğrafı, bir tanıyan olur belki şu üç kişinin arasında, ayakta duran, hafif bıyıklı bir arabaya itelemişler, öyle söylediler satıcı kılıklı adamlarmış, gören olmaz mı hiç satıcı kılıklı adamlarmış ve bir arabaya itmişler onu omuzlarından oğlumu istiyorum, anlıyor musunuz onu geri istiyorum sakalı biraz uzamıştı, tanıyan olur diye söylüyorum saçları uzundu azıcık, yakası kirliydi gözleri ışıktı, belki öyle tanırsınız, gözleri karanlıktı, gözleri sabahtı akşamdı günaydındı iyi gecelerdi her şeydi gözleri gözleri sarışın bir kızdı bilmem mi hiç!- kucaklaşmaydı gözleri, sarılmaydı öpüşmeydi sevişmeydi gözleri sakalı biraz uzamıştı, tanıyan olur diye söylüyorum oğlumu istiyorum, anlıyor musunuz onu geri istiyorum bir adım kımıldamam şuradan, duymadıysanız duyun! bin yıldır buradayım ve hiç niyetim yok vazgeçmeye yağmur çamur kar kızgın güneş yılışık yüzü unutkanlıkların, haklısınız bayan ların sapsarı irini iliştirilmiş gülümsemeler, üzgün görünüşler ve bir yontu bir yontu gibi buradayım ben acılı niobe gibi bir adım kımıldamam, bilin bunu kımıldayamam! oğlumu istiyorum, anlıyor musunuz? onu geri istiyorum sofrada bir fazlalık değildi çünkü o fazla bir havlu değildi banyoda bir terlik eksilmedi o eksilince bir gömlek azalmadı dolabımızdan oğlumdu o benim ve yok aylardır kokusunu aldınız onun benden kahrolasıcalar rengini aldınız duvarlarımdan, çorbamdan tadını aldınız dokunuşunu aldınız omuzlarımdan oğlumu istiyorum, anlıyor musunuz onu geri istiyorum doğurmak nasıl bir şey, hiç düşündünüz mü maslarda oturanlar, siz, hiç düşündünüz mü bir atı gördünüz mü doğururken, bir kediyi bir tavşanı, bir sincabı, bir fareyi hatta doğurmak nasıl bir şey hiç düşündünüz mü masalarda oturanlar, yıldızların arkasına gizlenenler kan pıhtısını hani, o kasılmayı, sarsılmayı içinin sökülüp gitmesi insanın, parçalanması her şeyin, çoğalması birden doğurmak nasıl bir şey, hiç düşündünüz mü oğlumu istiyorum, anlıyor musunuz onu geri istiyorum eli tetikte olan, sen, söyle bana kabzandaki çentikler mi mutlu ediyor seni güzel değil mi karın hiç sevmedi mi yoksa sever miydi bir zamanlar kaç kırık var oğlunun karnesinde kızının hiç mi sevdiği yok komşu çocuklarından yağmurlarda efkarlanır mısın sen sabahları ıslık çalar mısın keyifle hiç olmak istediğin bir şey yok mu hayatta, uff! söyle bana! kabzandaki çentikler mi, hepsi o mu bunu söyle bana işte ve oğlumun nerede olduğunu oğlumu istiyorum, anlıyor musunuz onu geri istiyorum her şeye dayanabilirim ne sanıyorsunuz beni bir ölüye dayanabilirim, bir solgunluktur bilirim evet bilirim geri dönüş yoktur, karanlık basar ve gün doğmaz artık içime sindirebilirim yine de bir beyazlığı ama bir kemer tokasını bir otobüs biletini, buz parçalarını, kanlı bir fanilayı hatta her şeye dayanabilirim, ne sanıyorsunuz beni her şeye, bu umutsuz bekleyiş dışında oğlumu istiyorum, anlıyor musunuz onu geri istiyorum aklınız niye almıyor bunu çok anlamsız bir şey mi istediğim bıyıkları az daha büyüsün istiyorum aklı olgunlaşsın az daha, kötü şey mi bu çocukları olsun istiyorum bir de, ömrümün ışığı olsunlar altın saçlarıyla izlemek istiyorum bütün bunları bir yaz günü iskelede, sarkıtıp suya ayaklarımı yaşlansın istiyorum sonra, yaşlansın iyice niye anlamıyorsunuz allahın belaları yaşlansın istiyorum, yaşlansın yaşlansın yaşlansın kırlaşmış saçları, pembe yanaklarıyla belirli bir mezarlıkta sonra belirli bir çukur içine indirsinler onu yatsın gözlerini kapayıp, yatsın üstünde ismi yazılı bir taş altında oğlumu istiyorum, anlıyor musunuz onu geri istiyorum ölü ya da diri ama şimdi hemen! şimdi Ender Öndeş

STRANA ŞEMIYÊ Bi sekn û aramiyê diborin roj Roj kerr û lal e, bilbil bedeng Hestiyê min, goştê min li ber deriyan e Can wenda Ey Xwedayo ev çi dinya ye Ev çi şerm e Ez dayik im Naşewite canê min hûn bavêjin agir jî Hûn hêviya min nikarin bidin wendakirin Ez bimirim jî hêviya xwe wenda nakim Nifirê min dîrokê reş dike Ji bo Dayikên Wendayan; digel keser û hêvî û baweriyê careke din 18. IV. 2011 SATURDAY SONG Endless in waiting pass the days Days numb, days deaf, silence are the nightingales My flesh my bone, at the door steps Lost is the beloved grace Good God such a world Such a disgrace I am a mother I won t feel pain even if thrown to fires I won t lose hope even if my soul retires My laments shall darken the history For the mothers of the disappeared, once again with grief, hope and belief April 18th, 2011 Sezen Aksu 30 31

Hamîde Şarlı - Ramazan Şarlı Di sala 1993an de, operasyon li gundê bi navê Wanîkê (Ulusoy) yê ku girêdayê Tatwanê ye ji aliyê leşker û timên taybet ên rugirtî ve tê pêkanîn. Di operasyonê de dixwazin ku Hamîde Şarli binçav bikin. Li ser wî biryarî Remazan dibêje ez ê jî bi xwa xwe re werim. Pişt re leşker Ramazan û Hamîdeyê li ber çavên malbat û hemû gundiyan, li panzerê sûwar dikin û dibin. Wê demê pê ve tu agahî ji Hamîde û Ramazan nayê girtin. Malbata wan ji her du xwişk û birayan nagirin. Ji qereqolên derdorê tê pirsîn, serî li wan tê dayîn, lê tu bersiv û encam nayê girtin. Li ser vê bûyerê, malbata Ramazan û Hamîde, di sala 1993yan de bi daxwaznameyekê serî li serdozgeriya Tetwanê didin û giliyên leşkerên ku li qereqola Wanikê peyvirdar in dikin. Mirovên ku li ber çavên hemû gûndiyan hatin binçavkirin û hatin wendakirin. Piştî du salan serdozger ji ber ku şahid tune ne lê pirsîn venake û dosyeyê digire. Tatvan ilçesine bağlı Ulusoy (Wanik) köyünde 1993 yılında askerler ve yüzleri kapalı Özel Harekat Timleri tarafından yapılan operasyonda Hamide Şarlı yı götürmek isteyen askerlere kardeşi Ramazan Şarlı Ben de onunla birlikte geleceğim demesinin ardından askerler ikisini birden alıp ailesinin ve tüm köylünün gözleri önünde panzere bindirerek götürdü. İki kardeşten o günden sonra haber alınamadı. Şarlı ailesi o tarihten itibaren çocuklarının akıbetini öğrenmek için bölgede bulunan bütün karakollara başvurdu, ancak hiçbir sonuç alınamadı. Bunun üzerine aile 1993 yılı Aralık ayında Tatvan Cumhuriyet Savcılığı na, Ulusoy Karakolu nda görevli askerler hakkında suç duyurusunda bulundu. Tüm köyün gözü önünde götürülen iki kardeşin akıbeti hakkında yaptığı soruşturmayı 2 yıl sonunda tamamlayan savcılık, şahitler yok gerekçesiyle kovuşturmaya gerek olmadığına karar verdi. In the year 1993, in the Ulusoy ( Wanik) village of Tatvan county, during an operation conducted by the army and the police special operations team, Ramazan Şarlı, the brother of Hamide Şarlı told the soldiers who wanted to take away Hamide I will also go with her and following this in front of the eyes of the family and the whole village soldiers put both of them in a panzer and took them away. Both were never to be heard of again. Since that date the Şarlı family made inquiries to all the police stations in the region for the whereabouts of their children, but all applications remained inconclusive. Following this, the family filed a complaint to the Tatvan Public Prosecution Office for the soldiers on duty at Ulusoy Police Station in December 1993. The Prosecution Office concluded the inquiry on the denouement of Ramazan and Hamide who were taken in front of the eyes of the whole village and declared that there was no reason to further proceed with an investigation on the grounds that there were no witnesses. 32 33

Navê wê Hediye ye. Lawê wê Abdurrahman WENDA ye. Ev bû 16 sal. Şeva 29ê Kewçerê wî ji mala wî girtine û birine. 30yê Kewçêra 1995an geryana li dû wî dest pê kiriye. Carek li Kerboranê, carek li Mêrdîn û dîsa li Kerboranê Dozger gotiye ku; Me lawê te serbest berdaye. Piştî wê Hediye berê xwe daye male û bi lezgînî çûye. Li male li benda lawê xwe maye. Kî çi zane; çend roj, çend meh li hêviyê sekiniye. Ew ê were Wa ye hat! Na xêr! Na! Nehat!.. Wendakirin û wendabûn asêmayîna navbera jiyan û mirinê ye. Abdurrahman û diya xwe ev 16 sal in ku di wî ciyê asê de mane. Divê ku her du jî ji wê rewşê rizgar bibin. Mezinên dewletê her rojên 29ê Kewçêrê rizgariya Komarê pîroz dikin. Mirov û lêzimên Abdurrahman jî her 29ê Kewçêrê rûyê reş û tarî yê dewletê yê ku mirovan dixwe bi bîr tînin. Hediye Coşkun, her şemî li Meydana Galatasarayê bang dike; Ey dewlet! Te bi lawê min çi kir? Adı Hediye Oğlu Abdurrahman KAYIP Tam 16 yıl olmuş. Bir 29 Ekim gecesi almışlar onu evinden. Arayış 30 Ekim 1995 te başlamış. Bir Dargeçit, bir Mardin, sonra yine Dargeçit. Savcı serbest bıraktık deyince, koşa koşa eve gidip oğlunu beklemiş Hediye. Kimbilir kaç gün, kaç ay. Geldi gelecek diye. Yok. Yok. Yokkk. Kayıp demek, hayat ile ölüm arasında bir yerde sıkışıp kalmak demek. Abdurrahman ve annesi 16 yıldır o cenderede sıkışmış durumda. İkisinin de oradan kurtulması gerek. Devlet erkanı her 29 Ekim i Cumhuriyet in kuruluşu olarak kutluyor. Abdurrahman ın yakınları ise her 29 Ekim de bu Cumhuriyet in insan yiyen karanlık yüzünü hatırlıyor. Hediye Coşkun her cumartesi Galatasaray Meydanı ndan sesleniyor: Ey Devlet! Oğlumu ne yaptın? Her name is Hediye Her son Abdurrahman DISAPPEARED It has been exactly 16 years. They took him away on the night of October 29th. The search for him started on October 30th, 1995. Once in Dargeçit, once in Mardin and once again back in Dargeçit. When the prosecutor said they released him, Hediye ran back home to wait for his son. Who knows for how many days, for how many months she had to wait. For his son was about to come. Not coming. Not coming. Not Cominggg. Missing means being stuck somewhere between life and death. Abdurrahman and her mother have been stuck in this purgatory for 16 years. Both should be saved from there. State Officials celebrate October 29 as the foundation day of the Republic of Turkey. For Abdrurrahman s relatives October 29 is the dark face of this man-eating Republic. Each Saturday Hediye Coşkun calls out from Galatasaray Plaza: Hey State! What have you done with my son? Banu Güven 34 35

Abdurrahman Coşkun Malbata Coşkun li navçeya Kerboranê ya Mêrdînê îkamet dikir. Her tim malbata Coşkun û gundî rastî zordariya hêzên dewletê dihatin ji bo ku bibin cerdevan. Malbata Coşkun jî li hemberî sîstema cerdevaniyê derdiket. Ji ber vê sedemê jî bav Coşkun, du sal ewil ku hîn kurê wî nehatibû binçavkirin, ji aliyê leşkeran ve li gund li hemberî gundiyan û malbata xwe hate kuştin. Abdurrahman Coşkun di 01.04.1974 an de li gundê Ulaşê ya Mêrdîn Kerboranê hate dinê, ji aliyekî ve dixwend ji aliyekî ve jî şivantî dikir. Hîn diçû dibistana seretayî. Di sala 1993 an de komeke leşker Abdurrahman û du hevalên wî birin şikeftekê û ji wan re gotin ku ka bikevin vê şikeftê, li wir ka çi heye Di nav sê kesên ku bêhay ketin şikeftê jê du kes ji ber teqînê mirin. Abdurrahman jî çaveke xwe winda kir. Abdurrahman 4 meh di nexweşxaneyê de ma û tedavî dît. Abdurrahman dîsa berdewamî dibistana xwe kir. Lîse yê de pola yekemîn de roja 29.10.1995 an saet 03:00 an de leşkeran bi ser mala wan de girt. Abdurrahman hate binçavkirin. Diya Abdurrahman lavayî leşkeran kir ji bo ku kurê wî nebin, lê belê ji aliyê leşkeran ve hate darpkirin, ji ber vê sedemê jî nekarî demekî dirêj ji nivînan rabe. Heman demê de li heman gundî şeş kes dîsa hatibûn binçavkirin. Piştî wê rojê çûn dozgeriya Kerboranê û li Abdurrahman pirsî. Leşkeran jî got ku Abdurrahman li ba me ye. Roja duyemîn malbat dîsa çû li ba leşkeran û li Abdurrahman pirsîn. Leşkeran jî got ku me pênc kes berdan, sê xwendekar jî şandin Mêrdînê. 9 roj çûn û hatin lê bele heman bersiv hildan. Piştre çûn dozgeriya Mêrdînê. Dozger got ku Ma li Dargeçîtê dozgera/ê we tune ye, hûn çima tên li vê derê. Dîsa çûn dozgeriya Dargeçîtê û dozger jî got ku ji me re kaxiz hatiye, Abdurrahman berdane. Serîlêdana malbata Coşkun her tim bê bersiv ma. Careke din Abdurrahman Coşkun dernekete holê. Çoşkun ailesi Mardin ili Dargeçit ilçesinde ikamet ediyordu. Devlet güçleri tarafından köy sakinleri sürekli korucu olmaları yönünde baskı görüyordu. Coşkun ailesi ise koruculuk sistemine karşı çıkıyordu. Bu nedenle baba Çoşkun, oğlu Abdurrahman gözaltında kaybedilmeden 2 yıl önce askerler tarafından gözaltına alındı, köy meydanında işkence yapılarak ailesinin ve köylülerin gözü önünde öldürüldü. 01.04.1974 de Mardin-Dargeçit in Ulaş köyü doğumlu Abdurrahman Çoşkun bir yandan çobanlık yapıyor, bir yandan da okuyordu. Ortaokul öğrencisiydi. 1993 yılıydı. Bir grup asker Abdurrahman ve iki arkadaşını bir mağaraya götürerek, gidin içine bir bakın, ne var orda dediler. Önceden döşenmiş mayından habersiz içeri giren üç çocuktan ikisi mayının patlaması sonucu yaşamını yitirdi, Abdurrahman ise bir gözünü kaybetti. Vücudunun birçok yeri parçalanan Abdurrahman, 4 ay hastanede tedavi gördü. Abdurrahman okuluna devam etti. Lise 1. sınıftaydı. 29.10.1995 tarihinde gece saat 03.00 sıralarında askerler evlerine baskın düzenledi. Abdurrahman ı gözaltına aldılar. Anne Hediye Çoşkun oğlumu götürmeyin diye yalvardı. Karnına tekmeler yedi. Yediği tekmeler nedeniyle uzun bir süre yataktan kalkamadı. Bu arada aynı köyden 6 kişi daha gözaltına alınmıştı. Ertesi gün aile, Dargeçit savcılığına ve askeri tabura Abdurrahman ı sordu. Abdurrahman bizde dediler. İkinci gün ailesi hem savcıya, hem de taburdakilere Abdurrahman ı tekrar sordu. 5 kişiyi bıraktık, iki öğrenciyi de Mardin e gönderdik dediler. 9 gün boyunca hep aynı cevabı alan aile, Abdurrahman ın hayatından iyice endişe etmeye başladı. Mardin e gidip savcılığa tekrar Abdurrahman ı sordular. Savcı, sizin Dargeçit te savcınız var, niye buraya geliyorsunuz diye tersledi. Tekrar Dargeçit savcısına gelen aile, savcıya Abdurrahman ı sordu. Bu kez Dargeçit savcısı bana kâğıt geldi, sizinkileri serbest bırakmışlar dedi. Başvurular hep sonuçsuz kaldı. Abdurrahman Coşkun dan bir daha haber alınamadı. The Coşkun family was living in Dargeçit district of Mardin. They were forced to become village guard by the state forces. The Coşkun family was against the system of village guard. So, the father Coşkun was detained 2 years before his son Abdurrahman disappeared while he was in custody, he was tortured to death in the village square in front of the villagers and his family. Abdurrahman Coşkun, born in Ulaş Village of Mardin- Dargeçit on 01.04.1974, was going to school and shepherding at the same time. He was college student. The year was 1993. A group of soldier took Abdurrahman and his two friends to a cave and told them, go and look in, what is in there?. They walked in without being aware of the pre-laid mines and two of them lost their lifes, Abdurrahman lost one of his eyes. Most part of his body was ripped and he was treated in the hospital for 4 months. He continued his school. He was on the first year of high school. The soldiers raided his house on 29.10.1995 at 03.00 a.m. They detained Abdurrahman. His mother Hediye Coşkun begged them, do not take my son. They kicked her stomach. She could not come out from the bed because of these kicks. Meanwhile 6 more people were detained from the same village. Next day, the family asked Dargeçit Prosecution and military batallion about Abdurrahman. The said, Abdurrahman is here. The second day, they asked again. They told them, we released 5 persons, we sent two students to Mardin. The family who got the same answer for the last 9 days started to worry about the life of Abdurrahman. They went to Mardin and asked about Abdurrahman again. The prosecutor scolded them saying You have your own prosecuter in Dargeçit. Why did you come here? The family went to Dargeçit Prosecution again and asked about Abdurrahman. This time the prosecutor of Dargeçit said, according to a paper given to me your son was released. All the applications have remained inconclusive. Nobody has heard from Abdurrahman again. 36 37

Di saloneke tarî de li hember kamerayê, saloneke wekî vê salonê bû, bi metirsî, bi hêvî, bi hêrs, li cî ne li cî we li wî wênekêşî mêze kir. Gelo wî wênêkêşî we bi bîr tîne? We kîjan roj wan fotografan? Bi kîjan êşê, bi kîjan bendewariyê, bi kîjan metirsî ew wêne hatin kişandin? Kî vê dizane? Hûn, hûn êdî dostên me ne, hûn êdî birayên me ne, hûn êdî wicdanên me ne. Hûn bi tenê di nava sînorên komarê de her yek welatiyek bûn. Ew roj ew sendelî belkî cizdanê zewacê, belkî qeyda dibistanê, belkî dîploma, belkî kar, belkî ji bo ku li ser dîwarên diya we bê daliqandin hûn bûn wêneyekê wesîkayî. Tu Hatîce, tu jî Ferhat, lê tu Cuneyt, lê Kenan, lê Ridvan, Yusuf, Ali, Serdar û Îkram û Beşîr û Duzgun û hûn hemû yên din Hevalên me, hevrêyên me yên dilsoz. Hûn wendayên kî ne Ya girîngtir hûn bûn şerma kî Hûn niha li nava bîrekî bê wijdan têne veşartin. Xwazî ew bîr destê xwe bidana ser wicdanê xwe û wan dengên dûr ji nû ve bidana ber dengvedanê, ew perdeya ser çavan rakirana û bigotana; Waye ez diyar dibêjim! Hûn niha rabûna ji ser van sendeliyan, me wêneyên we ji dîwarên xwe daxistana, me ji meydana xwe vekişanadan, wekî ku duh em birîndar bûne me birînên xwe bipêçana, me li hal û demên hev bipirsiyana, wan salên ku wenda ne bi çayên giran me derbas bikirana, me bigotana heval, zû de ye me hev nedîtiye, em bikeniyana, û bibûna êvar me we bibirana ber deriyên diyên we Piştî ku em şiyar bûn û me bigota; rast e, ev ne xewn e!. Just as this one, in a dark room, in front of the camera, with gazes that are concerned, at ease, full of hope, angry, out of place or with gazes undiluted, you looked at that photographer. I wonder if that photographer would remember you? Which date did you have that photo taken? Feeling what pain? With which expectation? Having what concern? Who can ever know! You - who are now our friends, our siblings, our consciences - you were just civilian citizens within the republic boundaries of a democratic state. You had sat on that stool for your snap shot to be taken maybe for your marriage certificate, maybe for school registration, maybe for a diploma, maybe for a job, maybe to hang your good looks on the wall of your mother s so to be able to find an eligible candidate for a spouse. You Hatice, you too Ferhat, or Cüneyt, or Kenan, or Rıdvan, Yusuf, Ali, Serdar and Ikram and Beşir and Düzgün and all you others Our friends, our congenial companions. Whose loss are you. But more importantly whose shame are you. Now you are a piece of information kept in the conscienceless memory. I wish that this memory puts its hand on its heart, echoes the deepest voices from within, uncovers the veil on its eyes and says here, I declare! Now, if you were to get of off those stools, if we were to take down your pictures from our walls, if we were to retreat from the squares, if we were to embrace our wounds as if we just saw you the other day, if we were to treat our wounds with rosebuds, if we were to casually ask after one another s health, if we were to make up for all the lost times over cups and cups of well-brewed tea, if we were to say heval (companion in Kurdish), if we were to say it s been such a long time since we last met, if we were to rejoice and smile, if night were to fall and if we were to accompany you to the door steps of your waiting mothers.. And upon waking up, if we were to say that all was not just a dream! Aynen bu salonda olduğu gibi, karanlık bir odada, kamera karşısında, endişeli, endişesiz, umutlu, umutsuz, kızgın, yerli yersiz ya da katıksız bakışlarla baktınız o fotoğrafçıya. O fotoğrafçı, acaba, hatırlar mı sizi? Hangi gün çektirdiniz o fotoğrafları? Hangi acıyla? Hangi beklentiyle? Hangi endişeyle? Belki bir evlilik cüzdanına, belki bir okul kaydına, belki bir diplomaya, belki iş, belki güzelliğinizi ve yakışıklılığınızı annenizin duvarında asıp kendinize güzel bir talip bulmak için vesikalık oldunuz. Kim bilebilir ki! Sizler; artık dostlarımız, kardeşlerimiz, vicdanlarımız olan sizler, demokratik bir devletin cumhuriyet sınırları içinde sadece birer sivil yurttaştınız oysa ki! Sen Hatice, Ferhat sen de, ya Kenan, ya Cüneyt, ya Rıdvan, Yusuf, Ali, Serdar ve İkram ve Beşir ve Düzgün ve siz diğerleriniz... Arkadaşlarımız, can yoldaşlarımız... Sizler kimin kaybısınız! Ama daha da önemlisi kimin ayıbı oldunuz! Şimdi vicdansız bir hafızada saklanan bilgisiniz. Keşke o hafıza elini kalbine koysa, en derindeki sesleri yankılatsa, gözlerdeki mili çekse. İşte açıklıyorum! dese. Ve siz... Şimdi kalksanız bu sandalyelerden, indirsek duvarlarımızdan resimlerinizi, meydanlardan çekilsek, sokakta daha dün görmüş gibi yaralarımıza sarılsak, yaralarımıza gül bassak, hal hatır sorsak, kayıp yılları demli çaylarla geçiştirsek, heval desek, çoook uzun zaman oldu görüşmeyeli desek, gülüşsek, akşam olsa ve sizi annelerinizin kapısına kadar geçirsek... Hiçbir kıyımdan geçmemiş gibi... Osman Baydemir 38 39