sinifsizdergi@yahoo.com



Benzer belgeler
Türkçe Ulusal Derlemi Sözcük Sıklıkları (ilk 1000)

Necla Akgökçe den bilgi aldık. - İlk olarak ülkede kadınların iş gücüne katılım ve istihdam konusuyla başlayalım isterseniz

3. Global SATELLITE SHOW HALİÇ KONGRE MERKEZİ STK, Kurum ve Kuruluşlarımızın Değerli Başkan ve Temsilcileri,

AB 2020 Stratejisi ve Türk Eğitim Politikasına Yansımaları

İş Yeri Hakları Politikası

EMEK ARAŞTIRMA RAPORU-2

İşgücü Piyasasında Gelişmeler: Döneminde Kadınlar ve Erkeklerin İstihdamı ve İşsizliği Ne Yönde Değişti? 1

BURSA KENT KONSEYİ BURSA BÜYÜKŞEHİR BELEDİYESİ NİN KATKILARIYLA

YENİLENEBİLİR ENERJİ KAYNAKLARIMIZ VE ELEKTRİK ÜRETİMİ. Prof. Dr. Zafer DEMİR --

Demokrasi ve Sivil Toplum (SBK256)

İşsizlik ve İstihdam Raporu-Ağustos 2016

Maliye Bakanı Sayın Mehmet Şimşek in Konuşma Metni

İşsizlik ve İstihdam Raporu-Eylül 2016

İ Ç İ N D E K İ L E R

İŞÇİLERİN 3 ACİL TALEBİ VAR!

ENERJİ GÜNDEMİ SAYI 57 MART Enervis, 10. Enerji Verimliliği Forum ve Fuarı'nın iki farklı etkinliğinde konuşmacı olarak yer alıyor

Nasıl Bir ÜNİVERSİTE. Nasıl Bir REKTÖR. İstiyoruz. Eğitim Sen Yükseköğretim Bürosu (YÖB) Mayıs 2012

İKİ AYDA 500 BİN YENİ İŞSİZ Krizin Tahribatı

ŞEHİR YÖNETİMİ Şubat 2018

TMMOB Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği 41. DÖNEMDE RESİMLERLE TMMOB

BELGESİ. YÜKSEK PLANLAMA KURULU KARARI Tarih: Sayı: 2009/21

EUROSTUDENT ULUSAL ARAŞTIRMASI: TÜRKİYE SONUÇLARI

Göller Bölgesi Aylık Hakemli Ekonomi ve Kültür Dergisi Ayrıntı/ 60

19 EYLÜL MÜHENDİS, MİMAR, ŞEHİR PLANCILAR DAYANIŞMA GÜNÜ

NEDEN. Türk ye Cumhur yet Cumhurbaşkanlığı S stem

Kamu Yönetimi Bölümü Ders Tanımları

İŞSİZLİKTE PATLAMA!: AKP İşsizlikle Mücadelede Başarısız!

İŞSİZLİK HIZLA ARTARKEN İSTİHDAM ARTIŞI YETERSİZ KALDI

ENGELLİLERE YÖNELİK SOSYAL POLİTİKALAR

İNSAN KAYNAKLARI YÖNETİMİ

GENÇ, KADIN ve ÜNİVERSİTE MEZUNU İŞSİZLİĞİNDE VAHİM TABLO!

İşsizlik İstikrarlı Biçimde Yükseliyor! Son 10 Yılın En Yüksek İşsiz Sayısı

İSO YÖNETİM KURULU BAŞKANI ERDAL BAHÇIVAN IN KONUŞMASI

Araştırma Notu 12/124

İŞ GÜVENCEMİZE VE GELECEĞİMİZE SAHİP ÇIKIYORUZ!

TABİAT VARLIKLARINI KORUMA GENEL MÜDÜRLÜĞÜ ENERJİ VE ÇEVRE POLİTİKALARI AÇISINDAN RESLER VE KORUNAN ALANLAR. Osman İYİMAYA Genel Müdür

BÖLGESEL YENİLİK ve KALKINMA AJANSI DESTEKLERİ

İşten Atılan Asil Çelik İşçilerinin okuduğu basın açıklaması: 15/03/2012

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI SAYIN ÖMER DİNÇER İÇİN DEMOKRATİK VATANDAŞLIK VE İNSAN HAKLARI EĞİTİMİ PROJESİNİN AÇILIŞ KONFERANSI KONUŞMA METNİ TASLAĞI

Meslekî ve Teknik Eğitim Genel Müdürlüğü (E- Mezun 2017 Raporu) Haziran 2018 Ankara

ENERJİ DÖNÜŞÜMÜ ENERJİ TÜKETİMİ

İŞSİZLİK VE İSTİHDAM RAPORU- EYLÜL 2018 İŞSİZLİK TIRMANIYOR. Gerçek İşsiz Sayısı 6 Milyon. İşsiz Sayısı Bir Yılda 192 Bin Arttı

Resmi Gazete Tarihi: Resmi Gazete Sayısı: 26313

Kadın İstihdamı: Sorun Alanları, Çözüm Önerileri. Ülker Şener

Yükseköğretim Kurumlarımızın Mühendislik Fakültelerinin Kıymetli Dekanları ve Çok Değerli Hocalarım..

Konya Sanayi Odası. Ocak Enis Behar Form Temiz Enerji twitter/enisbehar

TÜRKİYE DE İŞ DÜNYASINDA ÇALIŞANLAR SOSYAL MEDYAYI NASIL KULLANIYOR?

KRİZ İŞSİZ BIRAKIYOR

Sürdürülebilir Kalkınma - Yeşil Büyüme. 30 Mayıs 2012

KRİZ ÜÇ KOLDAN SARSIYOR ENFLASYON-KÜÇÜLME-İŞSİZLİK

RAKAMLARLA KONYA İSTİHDAMI FEYZULLAH ALTAY

Kooperatifçilik Genel Müdürlüğü

ULUSLARARASI İŞÇİ DAYANIŞMASI DERNEĞİ. Meslek Liseliler Ne Yaşıyor? Ne İstiyor? Boyun Eğme. Mücadele Et!

Uluslararası Yükseköğretim Hareketliliği ve Türkiye nin Konumu temalı Toplantı İstanbul TOBB Plaza da Gerçekleşti

İŞLETME VE YÖNETİM BİLİMLERİ FAKÜLTESİ GİRİŞİMCİLİK BÖLÜMÜ

AB ve Türkiye Sivil Toplum Diyaloğu - IV Tüketicinin ve Sağlığın Korunması Hibe Programı

WORLD FOOD DAY 2010 UNITED AGAINST HUNGER

TARİHİ REKOR İŞSİZ SAYISI 7 MİLYONU AŞTI! HALKIN DERDİ BAŞKANLIK DEĞİL İŞSİZLİK!


İKLİM MÜCADELELERİ. bu küresel sorunlarla yüzleşmede kilit bir rol oynayacak, eğitme, tecrübeye ve uzmanlığa sahiptir.

Bursa SYK Ozlem Unsal, BSI Group Eurasia Ülke Müdürü 14 Ekim 2015, Bursa. Copyright 2012 BSI. All rights reserved.

ENERJİ SİSTEMLERİ MÜHENDİSLİĞİ PROF. DR. EMİN TACER BAHÇEŞEHİR ÜNİVERSİTESİ

Koç Üniversitesi nde neler oluyor?

TÜRKİYE TİPİ BAŞLANLIK SİSTEMİ MODEL ÖNERİSİ. 1. Başkanlık Sistemi Tartışmasının Temel Gerekçeleri

KİTAP GÜNCESİ VIII. GELENEKSEL KİTAP GÜNLERİ SAYI:3

ÇALIŞMA YAŞAMININ GELECEĞİ GİRİŞİMİNDEN SORUMLU BİRİM 2017

TV LERDEKİ PROGRAMLARA ÇIKANLAR KURAN OKUMASINI BİLMİYOR

ALMANYA DA 2012 MAYIS AYI İTİBARİYLE ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK ALANINDA MEYDANA GELEN ÖNEMLİ GELİŞMELER. 1. İstihdam Piyasası

TÜRKİYE DE MÜHENDİSLERİ N SORUNLARI VE MÜHENDİS

8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü, Kapitalist Sömürü Sistemini Yıkmak için Örgütlenme ve Mücadelenin adıdır!

"Kentsel Dönüşümün Anahtarı Kooperatiflerde"

Türkiye de Dünya Bankası: Öncelikler ve Programlar

Çalışma hayatında barış egemen olmalı

ÜNİVERSİTE SANAYİ İŞBİRLİĞİNİN GELİŞTİRİLMESİ ve İYİ UYGULAMA ÖRNEKLERİ SEMİNERİ

Temiz üretimin altı çizilmeli ve algılanması sağlanmalıdır

Altın Ayarlı İslâmi Finans

İKLİM DOSTU ŞİRKET MÜMKÜN MÜ?

YENİ YAYIN ULUSLARARASI ÖRGÜTLER HUKUKU: BİRLEŞMİŞ MİLLETLER SİSTEMİ

SAÐLIKTA ÖZELLEÞTÝRME

Biliyor musunuz? Enerji. İklim Değişikliği İle. Mücadelede. En Kritik Alan

Cumhuriyet Halk Partisi

Giovanni dışında bütün örenciler çok çalışıyor. O hiç çalışmıyor ama sınıfın en başarılı öğrencisi. Çok iyi Türkçe konuşuyor.

İşsizlik Dikiş Tutmuyor İşsizlikte Kriz Günlerine Dönüş

TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu

Sayın Mehmet CEYLAN BakanYardımcısı Türkiye Cumhuriyeti Çevre ve Şehircilik Bakanlığı

ASIL KRİZ İŞSİZLİKTE! Geniş Tanımlı İşsiz Sayısı 7 Milyona Yaklaştı

KAPİTALİZMİN İPİNİ ÇOK ULUSLU ŞİRKETLER Mİ ÇEKECEK?

HALKLA İLİŞKİLERİN AMAÇLARI

Enerji Yatırımları ve Belirsizliklerin Önemi

ENERJİ ALTYAPISI ve YATIRIMLARI Hüseyin VATANSEVER EBSO Yönetim Kurulu Sayman Üyesi Enerji ve Enerji Verimliliği Çalışma Grubu Başkanı

2013 YILI Faaliyet Raporu

Devrim Öncesinde Yemen

KAMU POLİTİKASI BELGELERİ

YÖNETİM KURULU BAŞKANI MUSTAFA GÜÇLÜ NÜN KONUŞMASI

Asgari ücret 1900 net! DİSK ten basın açıklaması

TÜRKİYE DE ENERJİ SEKTÖRÜ SORUNLAR ve ÇÖZÜM ÖNERİLERİ. 25 Kasım 2015

Bu resmi ne yönden yada nasıl gördüğünüz,nasıl yorumladığınız çok önemli! Çünkü medya artık hayatımızın her alanında ve her an yanı başımızda!

25 KASIM KADINA YÖNELİK ŞİDDETE KARŞI DAYANIŞMA GÜNÜ

ULUSLARARASI ÖRGÜTLER

İçindekiler. Değişim. Toplumsal Değişim. Değişim Eğitim ilişkisi. Çok kültürlülük. Çok kültürlü eğitim. Çok kültürlü eğitim ilkeleri

Transkript:

olarak değişen yapısı ve buna uygun nasıl bir örgütlenme sorularına reçeteler tipi cevaplar yerine, bu konunun tartışılması fikriyatıyla hareket ettik. 2. sayımızda kendini her an hatırlatan kadın sorununa dikkat çekmeye çalıştık. Birçoğumuzun ilgi alanı spor ve çevre meselesine dair de iklim değişikliği yazısıyla bir başlangıç yapmış olduk. merhaba Sınıfsız ın 2.sayısıyla iki aylık bir ayrılığın ardından buluşuyoruz yine. İlk sayımıza gelen olumlu, olumsuz eleştiriler için öncelikle teşekkürle başlayalım. 1. sayımızdan bu yana gündem hızla değişse de değişmeyen tek gerçek kapitalist barbarlık düzeninin biz gençleri sömürmeye devam etmesi gerçeği. Bu sayımızda ana gündem gençliğin değişen yapısı ve yeni bir gençlik hareketi yaratmanın zorunluluğu ve araçları. Dergi içerisinde sıklıkla karşılaşacağınız işçiöğrenciler konusu, gençliğin toplumsal Yeni YÖK tasarısı gençlik hareketinin en yakıcı gündemi olarak karşımızda durmakta. Bilişim ve teknolojiye komünizmin özgürlük dünyasından bakan yazılarımızın her sayımızda yer almasını istiyoruz. Kapitalist paylaşım savaşında Suriye arenası hala sıcak, ayrıca İsrail in Filistin e yaptığı saldırı da bölgenin savaşa gebe durumunu bir daha gösterdi. Ölün, öldürün komutuyla başlayacak olan her türlü saldırıya karşı gençleri bu komutları verenlerin dünyasını başlarına yıkmaya davet ediyoruz. Sınıfsız ın ilk sayısı ile yeniden gördük ki gelişkin bir yayın yaratmak için kolektif bir emeğe ihtiyacımız var. Yayının hem okuru hem yazarı hem dağıtıcısı olmak tüm Sınıfsız cıların sorumluluğu. Sınıfsız yayına hazırlanırken iki güzel haber aldık. İşçi sınıfından iki zafer haberi, BEDAŞ ve Süreyyapaşa Hastanesi işçilerinin direnişlerinin kazanımla sonuçlandığı haberleri geldi. Zafer direnen işçilerin olacak, diyoruz ve direnişçi işçileri kutluyoruz. facebook.com/sinifsizdergi twitter.com/sinifsizdergi sinifsizdergi@yahoo.com 2 İşçi Meclisi - Yerel Süreli Siyasi Dergi - Özel Sayı:4 - Fiyat: 1o Kr. Pina Basım Yayım San. ve Tic. Ltd. Şti. adına sahibi Hüseyin Kezik Sorumlu Yazı İşleri Müdürü: Ali Filizler Adres: Bereketzade Mah. Büyükhendek Cad. Portakal Sok. No: 2/11 Beyoğlu/İstanbul Tel: 0 212 251 20 89 Hesap No: İş Bankası Koca Mustafapaşa Şubesi 1105 0792812 Baskı: Özdemir Matbaası Adres: Davutpaşa Cad. Güven Sanayii Sitesi C Blok No:242 Topkapı/İstanbul Tel: 0212 577 54 92

YÖK ün Yeni Yasa Tasarısı Üniversitelerin 4+4+4 üdür! 12 Eylül ürünü olarak 6 Kasım 1981 de kurulan Yüksek Öğretim Kurulu, 31. yılı biterken kaldırılması yönündeki toplumsal mutabakata rağmen varlığını sürdürmekte, hatta sahip olduğu merkezi iktidar yeniden yapılandırma çalışmalarıyla daha fazla güçlendirilmek istenmektedir. Sermayenin değişen yapısı ve ihtiyaçları doğrultusunda oluşturmak istediği insan modelini ve üretilecek bilgiyi eski YÖK aracılığıyla karşılamanın imkânsızlığını göz önünde bulundurarak yükseköğretimin yeniden yapılandırılması yoluna gidilmiştir. Bu yapılandırma sonucu yükseköğretimin işlevi, toplumla organik bağ kuramayan, toplumsal aidiyeti olmayan, yalnızlaşmış, iktidar ve güce tapınan, varlığı koşulsuz uyum sağlamak olan insanları yaratmak olacaktır. Bilindiği üzere YÖK, 14 Eylül 2012 de Yeni Bir Yükseköğretim Yasasına Doğru başlığıyla bir metin yayınlamış ve daha sonra bu metin çerçevesinde bir yasa taslağı önerisi hazırlamıştır. Atılan bu adımlar ile genel olarak eğitimin içeriğinin dönüşmesi, bilimsel özgürlüğün, kurumsal özerkliğin ve demokratik işleyişin tamamen ortadan kalkması ve bu yapının pekiştirilmesi hedeflenmektedir. Aslına bakarsanız bu bilimsel özgürlük, kurumsal özerklik ve demokratik işleyiş zaten yoktu, bilimler de, kurumlar da, işleyiş de, sermaye birikimi ve rejimin önceki biçimine göre düzenleniyordu. Bugün ise, burjuvazi ve küresel mali oligarşisine, salt azami kar için bilim özgürlüğü, sermaye birikimi temelinde, merkezi devlet aygıtından belli bir özerklik tanınmış oluyor ve tabii üniversiteler planında burjuvazi ve azami kar için geri düzeyde burjuva demokrasisi tam da bundan başka bir şey değil. Bu yasa taslağıyla topluma dayatılmak istenen ilkeleri şu şekilde sıralayabiliriz: Çeşitlilik, Kurumsal özerklik ve hesap verebilirlik, Performans değerlendirmesi ve rekabet, Mali esneklik ve çok kaynaklı gelir yapısı, Kalite güvencesi Çeşitlilik Burjuvazi ve mevcut iktidarın Her İlde Bir Üniversite politikasıyla 168 üniversitenin açılmasıyla birlikte üniversiteler arası fiziksel donanım, altyapı ve nitelik farkının derinleşmesi ciddi bir sorunken (Tunceli Üniversitesi nde 200 e yakın öğrencinin barınma sorunu nedeniyle okulu bırakmak zorunda kalması) bu sorunları çözmek yerine, devlet ve vakıf üniversitelerine ilaveten; şirket statüsünde özel üniversiteler kurulabilmesi ve yabancı yükseköğretim kurumlarının fakülte, enstitü ve meslek yüksekokulu açabilmesinin planlandığı görülmektedir. Bunun yanısıra yükseköğretim kurumlarının statüleri başlığında öne çıkarılan bir başka konu kurumsallaşmış ve kurumsallaşmakta olan üniversite ayrımına gidilmesi. Buradan da görüleceği üzere üniversitelerin ticarileşmesi, bilginin metalaşması ve büyük bir yedek iş gücü oluşturulması gerçekleşmekle kalmıyor, bunun da ötesinde, üniveristeler birer artıdeğer üretim alanı olarak mali oligarşik azami kar üretiminin bileşeni haline geliyor ve tüm bunlar bize çeşitlilik adıyla yutturulmaya çalışılıyor. Kurumsal Özerklik ve Hesap Verebilirlik Üniversitelerde kurumsal özerklik olmadan akademik özgürlükten bahsedilemez. Bu modelin özerklik ve hesap verebilirlik ilkesi çerçevesinde 11 üyeden oluşacak Üniversite Konseyi nde Bakanlar Kurulu ve Yükseköğretim Kurulu nun ilgili üniversite profesörlerinden seçtiği ikişer üyeye ve bulunduğu ilde en çok vergi veren ve/veya en çok bağış yapan 1 üyeye yer verilmesi (Örneğin İstanbul Üniversitesi nin başına Ali Ağaoğlu, Boğaziçi Üniversitesi nin başına Acun Ilıcalı gibi sermayedarların gelebilmesi), YÖK metninde öngörülen özerklik anlayışını açıkça ortaya koymaktadır. Sermaye ve siyasal iktidardan bağımsız olması gereken üniversiteler, tersine bu güç odaklarına teslim edilmektedir. Temel kuruluş amacı üniversitelerin yönetiminin üniversitelerin kendi bileşenlerinden alınıp burjuva devletin politikalarıyla sınırlandırılması olan YÖK, getirdiği bu yeni özerklik tanımı ile özerklik kavramının içini tamamen boşaltmaktadır. Hesap Verebilirlik: Kime ve Nasıl? Üniversitenin yönetimini kendi bileşenlerine kapatmayı kurumsallaştırma önerisi getiren YÖK, üniversitelerin istediği koşulları sağlaması için küresel tekelci ve mali oligarşik ajanslar tarafından denet- 3

lenmesini ve onlara hesap vermesini öngörüyor. Sermayenin ihtiyacı doğrultusunda her üniversite kar amacı güden kuruluşlar haline gelirken, nitelikli niteliksiz her bilgiyi paraya çevirmeyi hedefleyen bir mantıkla hareket etme çabası görülmektedir. Performans Değerlendirmesi ve Rekabet Sermaye ve mevcut iktidarın üretimi artırmak istemesi ve güvencesiz çalıştırılmanın zemin taşları olan performans denetim sistemiyle birlikte sağlık, eğitim, finans ve tüm kamusal alanlarda olduğu gibi üniversitede çalışan idari ve teknik personelin haklarına yönelen saldırılar, akademisyenleri de içine alacak şekilde artmaktadır. Performans değerlendirme ilkesinin akademik faaliyetlerden idari işlere kadar personelin ilgili amir ya da amirler tarafından değerlendirmeleriyle oluşan puanlama ve denetim sistemini getireceği, dolayısıyla iş güvencesini ortadan kaldıracağı, rotasyon olarak ifade edilen sürgüne yol açacağı bilinmektedir. Bu puanlamalar YÖK ün internet sitesinde yayınlanacak ve hoca çalışkan mı yoksa tembel mi diye puanlar verilecek. Yapılan yayın sayısı artacak ama bilimsel çalışma sayısı azalarak araştırmacı kavramı ortadan kalkacak. Kapitalizmin temel işleyişine paralel olarak üniversiteler de seri ve niteliksiz bilgi üreten birer fabrika haline dönüştürülecek. (Ek olarak da elit üniversiteler de teknokentleriyle sermayenin isterleri ve siparişleri doğrultusunda nitelikli bilgi, ar-ge, proje vs. üretecekler.) Öne çıkan önerilere baktığımızda iş güvencesini kaldırmaya dönük ifadeler hemen göze çarpmaktadır. Mali Esneklik ve Çok Kaynaklı Gelir Yapısı Finansal çeşitlilik ve üniversitelerin kendi kaynağını kendisi oluşturması söylemi, üniversiteleri işletmeye dönüştürme mantığının bir parçasıdır. Üniversitelerin kendi bölgesinden ve mezunlarından katkı alması ve uluslararası projeler üreterek kaynak sağlamaları temel hedef haline getirilmiştir. Bu bütçeleme tarzı her bir akademik etkinliği metalaştırdığı gibi denetlemeyi de performans üzerinden yapmaktadır. Bu bütçeleme tarzı bugünkü haliyle toplumsal hizmetleri nitelikli bir şekilde üretmek yerine üniversiteleri piyasa koşullarına tutsak, niteliksiz üretim yapan bir işletmeye çevirmektedir. Bir taraftan harçların kaldırıldığı söylenirken diğer taraftan YÖK metninde üniversitelerin kendi öğrenim ücretlerini belirleyecekleri belirtilmektedir. Kalite Güvencesi Kalite, hesap verebilirlik, performans, yönetişim vb. kavramlar, bunların hepsi neoliberal sermaye karlılığı standartlardır. Kalite, metnin temel kavramlarından birisi haline getirilmiştir. Yasa taslağını elimize aldığımızda neredeyse her maddede kalite sözcüğüyle karşı karşıya kalmaktayız. Örneğin felsefe bölümünde herhangi bir ideoloji hakkında bir bilgi veya düşünce üretildiğinde sermaye bu bilgi veya düşünceyi kendi çıkarlarına uyup uymadığı, para getirip getirmediği mantığıyla değerlendirip bir kalite statüsü belirler. Aynı şekilde toplum yararına olup sermayenin yararına olmayan bir bilgiye de paçavra gözüyle bakar. Eğitimde İki Sınıf Karşı Karşıyadır Tasarı 4+4+4 ün 4 üncü ayağıdır.üretim ilişkilerinin baştan aşağıya yeniden yapılanması çerçevesinde kritik bir alan olmasıyla, hem de sermaye açısından başlı başına bir sınıf egemenliği, diktatörlüğü, hegemonyası bileşeni olmasıyla eğitim ideolojik-siyasal bir sorundur. Kapitalist eğitim sistemindeki düzenlemeler, salt ekonomik-akademik-sendikal bir sorun değildir. Üretim mantığı değiştiği anda istihdam rejimi, yönetim ve denetim anlayışı, kalite derecelendirmesi de değişmektedir. İçinde yaşadığımız kapitalist üretim tarzında üretim süreçlerinin öznesi olan işgücünün yaratılması eğitim ile olur ve bazı üretim süreçlerinin gerçekleşebilmesi için gerekli işgücü kısa zamanda oluşturulabilirken bazı üretim süreçleri için gerekli işgücünün yaratılması uzun zamanlar alır. Uzun sürece yayılmış eğitim politikalarınıda eğitimde dönüşüm adıyla Bologna sürecinide kapsayacak şekilde 4+4+4+4 de görmekteyiz. İlk 4 için girişimcilik dersinin yer almasının istenmesi, 4 sınıftan itibaren üniversiteye kadar her yıl sınav getirilmek istenmesi, büyük üniversitelerin kendi sınavlarıyla almasının önerilmesi, bilgi ekonomisi, yaşam boyu öğretim ve eğitim, hareketlilik, uluslararası tanınırlık, rekabet, kalite kavramları sürekli vurgulanarak topluma dayatılmak istenmesi sonucunda eğitimin ve demokrasinin kime neye hizmet ettiğini görmek o kadar da zor olmasa gerek. Üniversiteler toplumsal bilgi üretimi yapan, aydın ve uzman eleman yetiştiren, gerçeği araştıran, teknoloji üretimine katkıda bulunan kurumlardır. Bütün eğitim ve araştırmaları toplum lehine ve kamu yararına yönelik olmalıdır. Üniversiteler; kamu hizmeti vermekte olup finansmanı kamu tarafından karşılanan kurumlar olmalıdır. Her şeyden önce üniversiteler kâr amaçlı kuruluşlar değildir ve akademik faaliyet de kar amaçlı bir iş değildir. Dolayısıyla finansmanı kamu bütçesinden karşılanmalıdır.yök metninde önerilen bilgi lisanslama ofisleri de kabul edilemez. Bilgi satılamaz paylaşılır. Dolayısıyla yalnızca nitelikli, parasız ve özgürce ulaşılabilir nitelikteki farklı uygulama ve gelişmeler kabul edilebilir. Kendi kaynaklarını kendi üreten girişimci üniversiteyi öngören Bologna Süreci nden derhal çıkılmalı ve bu süreç çerçevesinde başlatılan uyum çalışmaları durdurulmalıdır. 4

Zor olan hangisi? Bilgisayar ve bilişim işin içine girince teknik kelimeler ve cümleler arka arkaya sıralanır. Bu yazıyı allayıp pullamadan gerçek hayatta yaşadıklarım üzerine yazmaya çalıştım. 2004 yılında Bilgisayar Teknolojisi ve Programlama bölümünü kazandım. Bölümü kazanana kadar bilgisayarla hiçbir alakam ve bilgim yoktu. Okula başladığımda öğrencilerin çoğu bilgisayardan anlıyordu, evlerinde vardı veya bir şekilde bilgisayar kullanmışlardı. Bilgisayar bölümünde okumama rağmen e-mail bile gönderemiyordum. Neyse arkadaşlardan öğrendik e-mail atmayı ve bir sürü şeyi. İlk kullandığımız bilgisayarda Windows 98 işletim sistemi vardı. Daha sonra yeni bir dizüstü bilgisayar aldım. Vista kuruluydu. Görüntüsü mükemmeldi. Programcı olduğum için bir tane program yüklemem gerekti. Program Vista da çalışmadı, sürekli hata verdi. Çözümü Windows XP kurmada buldum. Daha önce Vista da kuramadığım program Windovs XP de sorunsuz çalışmaya başladı. Ancak XP nin kendisi hata vermeye başladı. Virüs, donma ve yavaşlama. Neyse ki bilgisayar işiyle uğraşıyordum. Sorun tekrarladıkça format atıyordum. Bilgisayar arızalandı. Garanti kapsamında beş defa tamire gitti. En sonunda üst versiyon yeni bir bilgisayar gönderdiler. İçinde Vista kuruluydu! Bana gerekli programları çalıştırmadığı için kaldırıp XP kurmaya çalıştım ama bir türlü olmadı. Kurulum esnasında sürekli mavi ekran hatası veriyordu. Bende mecburen Vista ya geri dönmek zorunda kaldım. Herhangi bir uygulamayı açtığımda dakikalarca bekliyordum. Bilgisayar hantal çalışmaya başladı. Bir ara bir arkadaşım Ubuntu dan bahsetmişti. Ben de internetten yeni sürümünü indirip kurmaya karar verdim. Kurulumu yaptım, internetten de güncelledim. İlk başta karışık geldi. Daha sonra Ubuntu forumuna kayıt oldum. Her sorunumu oraya yazdım ve kısa zamanda cevap aldım. Birkaç haftada iyi bir Ubuntu kullanıcısı oldum. Aylarca kullandım, yavaşlama, çökme, mavi ekran hatası hepsini unuttum. Özellikle virüs bulaşmıyor, bulaşsa çalışmıyor, çalışsa da Linux un yapısından ve güvenliğinden kaynaklı sisteme zarar veremiyor. Windows işletim sistemli bir bilgisayar kullandığımda yavaş olduğu için sıkılıyorum. Linux/ Ubuntu da en beğendiğim şey bir programı ya da uygulamayı kuracağınız zaman Ubuntu Yazılım Merkezi simgesini tıklıyorsunuz, programın adını yazıyorsunuz, kur butonuna tıklıyorsunuz, kuruluyor. Windows ta maalesef böyle değil, programı internetten arayacaksın, güvenli bir siteden indirmiyorsan virüslü olma ihtimali var, indiriyorsun sonra kuruyorsun, ileri, kabul ediyorum vs. demek zorunda kalıyorsunuz. Linux işletim sistemlerinde öyle sorununuz yok, programları dünyanın her yerinden binlerce gönüllü tarafından geliştiriliyor. Sürekli güncelleme yapabiliyorsunuz. Bir güvenlik açığı olduğunda açık kaynak kodlu olduğu için kısa zamanda açık tespit edilip kapatılabiliyor. Windows ta aylarca beklemek zorunda kalabilirsiniz, birkaç progamcı tarafından geliştirildiği için ancak aylar sonra yamaları yayınlanabiliyor. O zamana kadar da bir sürü sıkıntı yaşamış olursunuz. Kullandığınız bir program Windows un yeni bir sürümüyle çalışmayabilir. Bu nedenden dolayı kullandığınız programın yeni işletim sistemine uyumlu hale gelmesini beklemek zorundasınız. Linux işletim sistemlerinde öyle bir sorununuz yok, her versiyonunda programların çalışma özellikleri var. Sürücü (ses kartı, ekran kartı vs) kurma sorununuz da olmayacak, bütün sürücüleri kurulmuş oluyor. Bilgisayara yeni bir parça (kamera, yazıcı vs.) taktığınızda direk çalışıyor. Linux un nimetlerini say say bitmez. Linux tabanlı işletim sistemleri (Ubuntu, Debian vb), kar amacı gütmeyen, tamamen ücretsiz ve dünyada milyonlarca insanın paylaşımıyla geliştirilmiş bir işletim sistemi kullanmanızı tavsiye ediyorum. Özgürlüğe ve paylaşıma bir adım atmış olursunuz. Şimdi Microsoft/Windows bağımlılığından kurtulma zamanı. 5

Çalışan Öğrenciler/Öğrenci İşçiler Allah kimseyi hem okuyup hem de çalıştırmasın *: Öğrenciler ve iş kazaları Foti Benlisoy* Türkiye de iş kazaları denen cinayetlerin neredeyse bir katliam, bir sınıf kırımı düzeyinde olduğu hemen hepimizin bildiği acı bir gerçek. Dolayısıyla 21 yaşındaki Abdullah İnce adlı bir genç işçinin böyle bir kazada katledilmesi yeni bir şey değil belki. Ancak İnce nin kısa yaşamındaki bir detay onun öldürülmesine başka bir boyut da katıyor. İnce, Niğde Üniversitesi Maden Mühendisliği Bölümü öğrencisiydi ve harç parasını çıkarabilmek ve ailesine yardımcı olabilmek için Kırşehir deki Petlas Lastik Sanayi nde iş yapan Mimsan adlı taşeron firmada çalışıyordu. İnce, 3 Haziran da başladığı işin 15. gününde, iskelede çalıştığı sırada dengesini kaybederek 25 metreden aşağıya düşmüş ve daha sonra kaldırıldığı hastanede kurtarılamamış. Eğitim masraflarını denkleştirebilmek ya da ailesine katkıda bulunabilmek için çalışmak durumunda kalan ve çalışırken iş kazaları sonucu ölen ilk genç değil maalesef İnce. Geçen yıl Mart ayında İzmir Büyükşehir Belediyesi nin dış cephe boyasını yapan işçiler Nesih Taşkın ve Mehmet Toprak, iskelenin çelik halatının kopması nedeniyle yedinci kattan düşerek yaşamlarını yitirmişlerdi. Ölen işçilerden 26 yaşındaki Nesih Taşkın, daha önce ekonomik güçlük nedeniyle Iğdır Üniversitesi ndeki eğitimini yarım bırakmak zorunda kalmış, 2010 yılında kazandığı Amasya Üniversitesi ndeki kaydını ise yine harç parasını ödeyemediği için dondurmuştu. Taşkın, bu parayı biriktirmek için de inşaatlarda çalışıyordu. Bir başka örnek, 2010 yılının Ağustos ayında yine harç parası için inşaatta çalışırken hayatını kaybeden Muğla Üniversitesi öğrencisi 22 yaşındaki Ömer Çetin di. Aslında iş kazaları denen sınıf cinayetleri nasıl dikkatsizliğin ya da kimi üzücü tesadüflerin ürünü değilse, bu iş cinayetlerinde giderek daha fazla öğrencinin hayatını kaybetmesi de istisnai bir durum değil. Komünist Manifesto daki meşhur burjuvazi şimdiye kadar onurlandırılmış ve hürmetle karşılanmış tüm etkinlikleri çevreleyen hâleyi çekip aldı. Doktoru, hukukçuyu, rahibi, şairi, bilimadamını ücretli işçiye dönüştürdü ifadesinin sonunda anılan örneklere üniversite öğrencilerini de katmak hiç de abes olmayacaktır bugün. Gerçekten de yükseköğrenimin meslek hayatı öncesinde yaşanan ayrıksı bir dönem olmaktan giderek çıkması, yani eğitim görürken iş piyasasında yer almanın yaygınlaşması ve dolayısıyla da öğrencilik hayatıyla meslek hayatı arasındaki ayrımın silikleşmesi, öğrencilik deneyimini dönüşüme uğratan en önemli faktör. Günümüzde gittikçe artan sayıda öğrenci, öğrenim hayatının aslında aynı zamanda ucuz işgücü olarak istihdam edilme dönemi olduğunu görüyor. Gerek üniversite dâhilindeki emeğin esnekleşmesi gerekse üniversitenin dışarıya esnek emek temin eder olması itibariyle üniversite bizatihi esnek emek üreten bir fabrika haline gelmiş durumda. Esasında günümüzde öğrenci olmak emek piyasasında belli bir konumu ifade ediyor; emek piyasasına sunulan bedenler nasıl farklı kategorilere dahil edilip sınıflandırılıyorsa (kadın, göçmen vs.) günümüzde öğrencilik de emek piyasasında spesifik bir konumu ima etmektedir. Öğrenci-çalışan esnek, güvencesiz, düşük ücretli işlerde çalışan, niteliksiz, ucuz ve itaatkâr emek anlamını taşıyor. 1980 lerden itibaren yarı zamanlı, esnek, güvencesiz işlerin sayısındaki artış ve bunlarla tam zamanlı, güvenceli işler arasında gerek ücretler gerekse çalışma koşulları bakımından ciddi bir fark oluşması süreciyle öğrencilerin prekaryalaşması-proleterleşmesi paralel ilerleyen süreçler. Türkiye de bu proleterleşme-prekaryalaşma sürecinin ilerlemekte olduğunu, üniversite öğrenimi gören birçok öğrencinin garsonluk ya da çağrı sektörü gibi hizmet sektörünün yarı zamanlı, düşük ücretli alanlarında çalıştığını söylemek mümkün. En çok medya, çağrı merkezi, perakende, mağazacılık ve sağlık sektörleri yarı zamanlı üniversite öğrencisi arıyor. Bunların arasında da en fazla tercih edilen iş kolları çağrı 6

merkez müşteri temsilcisi, kasa görevlisi, satış danışmanı, fast food elemanları, garson, grafiker, veri giriş operatörü, tanıtım elemanı, stand fuar hostesi ve satış sonrası destek elemanı. Birkaç örnek vermek mümkün: Çağrı merkezi (call center) sektöründe yaklaşık 40 bin kişi istihdam edilmekte ve bunların dörtte birine yakını, çoğu öğrenci olan yarı zamanlı çalışanlardan oluşuyor. Genç emek piyasasına hâkim olan vasıfsız, geçici, güvencesiz işlere adını veren (McJobs Mcİş) McDonald s restoranlarında çalışan 4.000 e yakın kişinin yaklaşık yüzde otuzunu öğrenciler oluşturuyor. Bu sayının da aşağı yukarı yüzde onu üniversite öğrencilerinden oluşuyor. İstanbul daki restoranların sayısının fazla olması nedeniyle en çok yarı zamanlı öğrenci bu şehirde çalışıyor. Defacto mağazalarında bugüne kadar toplam 4.020 öğrenci yarı zamanlı çalışmış. Şu an ise yaklaşık 1.412 öğrenci çalışan var. Anadolu şehirlerindeki mağazalarda yarı zamanlı çalışan öğrencilerin daha çok olduğu Defacto da öğrenciler ders programlarını ayarlamaları durumunda reyon, depo ve kasa yöneticiliği de yapabiliyor ve öğrencilere saat ücreti olarak ödeme yapılıyor. CarrefourSA da ise üniversitelerin yoğun olduğu İstanbul, Eskişehir, Bursa, Ankara, Adana, Mersin, İzmir, Denizli, Tekirdağ gibi illerde çok sayıda yarı zamanlı çalışan üniversite öğrencisi mevcut. Burger King restoranlarında istihdam edilen 2 bin 600 kişiden iki bini yarı zamanlı olarak çalışıyor. Bunların önemli bir kısmı öğrenci ve müşterinin yoğun olduğu öğle, akşam saatleri, haftasonu, evlere servis hizmetinde ve call center da tercih ediliyorlar. En çok lise mezunu ve üniversite öğrencisi olanlar tercih ediliyor. Kongre ve fuar hostesliği (stand hostesliği) de öğrencilerin yoğun olarak istihdam edildiği ve hızla büyüyen bir sektör. Öyle ki organizasyonlara eleman sağlamak amacıyla son zamanlarda çok sayıda ajans kurulmuş. İmtiyazlı ve özgüvenli bir toplumsal dönüşüm faili olarak aydın-öğrenci kimliği erozyona uğrarken öğrenciler tıpkı geniş emekçi kitleler gibi rekabet basıncını günümüzde yaşamlarında çok daha somut bir biçimde teneffüs ediyor. Bu durum öğrencilerin kolektif olarak kendi kaderini tayin etme becerilerinde belirgin bir tahribatı beraberinde getiriyor. Diğer yandan, öğrenci olmak bir imtiyazlılık hali olmaktan çıkınca öğrencilerin sorunlarıyla emekçi sınıfların sorunları arasındaki sınır çizgisi belirsizleşmeye başlıyor. Dolayısıyla da gençlik ile çalışanların ortak mobilizasyonu günümüzde dışsal bir dayanışma ilişkisinden ziyade ortak nedenlerden kaynaklanabiliyor. Gençlik muhalefeti geçmişte emekçilerle bağ kurabilmek için mutlaka siyasal bir dolayıma ihtiyaç duyarken bugün talepleriyle hatta ortaya çıktığı andan itibaren sosyal meseleyi gündemin baş sırasını yerleştirmesiyle toplumun daha geniş kesimleriyle ittifak kurabilmekte, onların sempatisini toplayabilmekte avantajlı bir konumda bulunuyor. Emekçi muhalefetiyle hızla bütünleşme, hatta Şili ya da Quebec örneklerinde olduğu gibi onu kışkırtma potansiyeline sahip bir öğrenci-gençlik hareketi elbette şimdilik sadece bir ihtimalden ibaret. Ancak bu ihtimali gerçek kılmak Abdullah İnce ye, Nesih Taşkın a, Ömer Çetin e ve daha birçoklarına olan borcumuz artık. * Adnan Menderes Üniversitesi Su Ürünleri Bölümü öğrencisi olup 15 yaşından beri kafelerde barlarda çalışan bir genç arkadaşın ifadesi Ulusal istihdam stratejisi ile öğrenciler (ve kadınlar) arasında yeni bir patlama yapacak kısmi zamanlı çalışan öğrenciler örgütlenmesi en zor kesimlerden biridir. İşyerlerinden örgütlenmeleri zordur, çok dağınık, sirkülatif ve geçici olarak çalışırlar, önemli bir bölümü de yakınlarının, akrabalarının, tanıdıklarının işyerlerinde çalışırlar. Diğer taraftan okuldan örgütlenmeleri de kolay değildir, çünkü tanımı gereği, ders dışında okulda da duramazlar. Buna karşın kendi okudukları okullarda kısmi zamanlı çalışan öğrencilerin direniş deneyimleri var. Özellikle AVM ler, markalı restoran zincirleri, mağaza fuar satış görevlisi gibi yerlerde direniş hem tekellerin en kritik gördüğü marka/imaja attığı çizik, hem de en ağır kölelik koşullarında üniversite öğrencilerinin yaptığı direniş olduğunda, yankısı toplumda, özellikle de yıkıcı işçileşme süreçleri içerisindeki orta sınıflarda yankısı ve etkisi farklı oluyor ve olur. Gerçekçi düş gücümüz olmalı: Bir zamanlar güncelliğini halen koruyan diplomalı işsizler mitingi gündem olmuştu, bugün ise çalışan öğrenciler/ öğrenci işçiler mitingi niye gündem olmasın? Ne 4+4+4 süreci ve mitinginde, ne 6 Kasım/Eğitim-Sen in, ne de 9 Kasımcıların, ne Genç-Sen in gündeminde çalışan öğrenciler yok. Tıpkı KESK in ağız ucuyla tüzüğüne alıp kılını kıpırdatmadığı esnek/güvencesiz öğretmenler, sağlıkçılar gibi, geleneksel öğrenci hareketi de bu yarasının deşilmesinden pek hoşlanmıyor. Fakat herkesin bildiği fakat berbat bir uzlaşma halinde yokmuş gibi davrandığı bu yarayı görünür kılmanın, göze batırmanın zamanı geldi de geçiyor bile 7

Hissedilen Ama Bilinmeyen Olgu: İklim Değişikliği Karar vermeliyiz. İnsanlar mı doğaya aittir, doğa mı insana aittir? Bu soru aslında sosyalizm mi, kapitalizm mi sorusunun ekolojik tezahürüdür. Kapitalizmin emperyalizm aşamasına geçişi ve sanayi devriminin tüm dünyada yaşanması ve her türlü üretim ilişkisinde egemen olmasıyla dünyamızda iklim değişimi de hızlanıyor. Küresel ısınmanın yarattığı iklim değişikliğinin esas sebebi sera etkisidir. Güneşten gelen ışınların büyük kısmı atmosferden geçerek yeryüzünü ısıtır, bir kısmı da yansır. Yansıyan ışınların bir kısmı sera gazları olarak adlandırılan karbondioksit ve metan gazları tarafından tutularak ısınmayı sağlar. Sera gazlarının gereğinden fazla olması bu ısıyı arttırarak yerkürenin daha fazla ısınmasına ve doğal dengenin daha da bozulmasına yol açmaktadır. Hava durumu henüz 19. yüzyılın sonlarından bu yana kayıt altına alınmaya başlasa da, yerbilimciler tarafından insan yaşamı başlamadan önceki dönemlere ait bilgiler de bulunuyor. Dünya, insanlık ortaya çıkmadan önce defalarca iklim değişimini yaşamış ve varlığı silinse de hafızalarımızdan silinmeyen canlı türleri bu değişime ayak uyduramayarak yok olmuştur. BM nin 2001 de düzenlediği Hükümetler Arası İklim Değişikliği Paneli (1PCC) tarafından ortaya konulan rapora göre, küresel sıcaklıkta 2100 yılına kadar ortalama 1 ilâ 3,5 derecelik bir artış olacağı belirtilmektedir. 2007 de düzenlenen panelin raporunda ise 2100 e kadar sıcaklık 1,8 ile 4 derece artacak. 2001 yılında yayımlanan raporda küresel ısınmada insan etkisinin faktörlerden biri olabileceği ifade edilirken, 2007 deki raporda %90 insan eseridir denmektedir. Ama daha doğru bir ifade ile insanlar arası ilişkilere damgasını vuran kapitalizmin eseridir. Gelecekte olması beklenen iklim değişikliğinin esas sebebi, geçmiş dönemlerde yaşanmış olan iklim değişiklikleri gibi doğal etkilenmeler ve yarattığı bozunumlar değil, 18. yüzyılın ikinci yarısından bu yana dünya çapında yaşanan sanayileşmenin etkisi olacak. BM ve kapitalizme yedeklenen bilim insanları çevre sorunlarını indirgeyerek bireysel önlemlerle çözülebileceğini düşünüyor. Bir yandan akkorlu ampuller üretilip ucuza satılırken tasarruflu ampüller 10 kat 20 kat fiyata satılıp tasarruflu kullanın deniyor, su ısıtıcılar satılırken tüketimden bahsedilmiyor, ekonomik bütçeye ayarlı C sınıfından F sınıfına kadar fazla enerji tüketen beyaz eşyaların üretimi yasaklanmayıp düşük fiyatlarla teşvik ediliyor. Bu koşullarda tasarruftan söz etmek ne şiş yansın ne kebap metazorisinden öteye geçmiyor. Kapitalistlerin çevre sorununa bakışı da ayrı bir sorundur. Yaptırımsız ve geçerliliği olmayan Kyoto protokolleri, karbon salınımını piyasalaştırarak borsa kurmak burjuvazinin çevre sorununa bakışını en net olarak görebileceğimiz nice hususlardan sadece ikisi. Burjuva sınıfının çevre duyarlılığı karbon alım satımlarının düşüşü, Kyoto nun kitlelerde yanlışlıkla ilgi uyandırması, tasarrufsuz tasarruf cihazlarının kar payı, hidroelektrik santrallerinin kurutmadığı dereler ve yerel köylü direnişleri, yapılaşmayla katledilecek ormanlar sorunu, fosil yakıtlar ile sürdürülen enerji sektörü için katledilecek halklar sorunu. İşte size kapitalistlerin ekolojik sorunları... Bugün özellikle Karadeniz bölgesinde HES yapımlarının yoğunlaşması, yereldeki bilinç düzeyinin gelişimini ve toplumsal bir muhale- 8

fetin örülmesini tetiklemiştir. Sadece HES lere karşıtlık üzerinden gelişen programsız, politikasız ve plansız muhalefet değerli olmasına karşın, yetmeyecektir. Doğayla insan ilişkisinin artık karşıt olmadığı, birlikte uyum içerisinde içiçe geçirecek bir politik hat örülmelidir. Buna, yarın için bugünden başlamalıyız. Çevre politikalarının ve burjuvazinin egemenliğindeki doğal yaşamın bu haliyle sürdürülemeyeceği aşikârdır. Sorun acil ve yakıcıdır. İklim değişiklikleri sanıldığının aksine yavaş yavaş yaşanmamaktadır. Son buz çağı yaşandığında ısınmanın çoğu sadece üç yılda gerçekleşmiştir(jonathan Naele-Küresel Isınmayı Durduralım, Dünyayı Değiştirelim, Syf.22). Küresel ısınmanın yavaşlatılması ve karbon salınımının azaltılması için elektrik çok önemlidir. Daha sonraki sayılarımızda detaylı olarak gireceğimiz enerji konusunda 3 parametre doğanın kaderini belirlemektedir: Enerjinin üretimi, iletimi ve dağıtımı. Birinci parametremiz olan enerjinin üretim biçimi, kapitalist dünyada piyasanın bekası ve yüksek karlılık için en vahşi şekilde yapılmaktadır. Bir nükleer reaktörün elektrik üretirken harcadığı maliyet-atıkları saklama, işletme maliyeti vs.- ürettiğinden daha fazla olması gibi, çelişkilerin en yoğun yaşandığı alan üretim kısmıdır. Bugün üretimin %90 dan fazlası sürdürülebilir olan kaynaklardan yapılmaktadır. Sürdürülebilir kaynaklar deyince kastedilen geri dönüşümü olmayan, yakılınca doğaya kalıntı ve karbon gibi çeşitli zararlı gazları salan kaynaklardır. En önemlisi hepimizin bildiği petrol, kömür ve doğalgazdır. Üretimin çok küçük bölümü yenilenebilir kaynaklardan, yani sonsuz olarak kabul edilen güneş, su, rüzgâr, biyoyakıt vs. gibi kaynaklardan gerçekleştirilmektedir. Üretimin yenilenebilir fakat temiz şekilde sağlanması çok önemlidir. İşte bizim politikamız, meslek odalarının vs. gibi salt anticilik üzerinden siyaset yürüten muhalefetten farkımız burdadır. Yenilenebilir kaynak olarak su da girmektedir ama dereleri kurutan, suyun kullanımını mülkleştiren HES lere, ya da biyoyakıt denilerek karbon salınımına tekrar olumsuz yönde katkıda bulunan yenilenebilir kaynaklardan söz etmiyoruz. Üretimin temiz enerjiyle sağlanabilmesi bugünün teknolojisiyle bile mümkündür. Tek engel tekelci kapitalistlerin bırakmak istemedikleri rantlarıdır İkinci parametremiz ise enerjinin iletimi konusudur. İletim konusundan pek söz edilmese de günümüz teknolojilerinde kayıpsız iletim sağlamak mümkün hale gelmektedir. Buradaki esas husus kayıpsızlığı sağlamak için yerinden üretim stratejisidir. Bugün binaların çatılarına monte edilen 1 metre çapındaki mini bir rüzgâr türbini ile bir dairenin elektrik enerjisi karşılanmaktadır. Alternatif olarak güneş enerjisinin de oldukça verimli ve yerinden sağlanması çok mümkündür. Almanya nın Freiburg şehrindeki güneş enerjisiyle enerji ihtiyacını sağlayan fabrikalar ve futbol sahası örnektir. Üçüncü parametremiz ise enerjinin tüketimi konusudur. Bu konu basit bir bireyci tasarruf önerisiyle burjuvazinin kurumlarından sıkça beynimize sokulmak isteniyor. Su ısıtıcısını acil olmadıkça kullanma, doğayı kurtar! çağrısı hepimize gurur kaynağı olabiliyor. Greenpeace, Tema kredi kartı numaramızı biraz daha fazla sorabilirler, bu alanda birincilik hangisinde bilmiyoruz, ama ikisinin de bizi kurtarmayacağı kesindir. Asıl enerji israfına yol açan neden tüketim kültürü ile yapılan kapitalist üretimde harcanan kontrolsüz sorumsuz enerjidir. İşte bu değişmeden sorun çözülmeyecektir. Enerji tüketimini toplumsal düzeyde değişikliğe uğratmamız gerekiyor. En başta da toplumsal üretin ve yaşamın yeniden kurulması. Örneğin toplu taşımaların yeniden tasarımı, tüm gereçlerin en tasarruflusunun kullanılması ve enerji olarak fosil yakıt kullanan tüm yakıtların acilen yasaklanması vs. akla geliyor. Mimarideki gelişmeler ile tasarlanan pasif evler (yalıtım sayesinde ısınma için enerji gerekmeyen ev modelleri) vb. örnekler yolumuzu bulmada ve çiğnenmemiş yolda ilerlememizi kolaylaştıracaktır. Enerji konusu yaşadığımız dünyanın dengelerini değiştirecektir. Çelişkiler içerisinde boğulacak olan burjuvazi doğayı hak etmemektedir. Kendi kaderimizi tayin etmemiz için acilen harekete geçmeliyiz. 9

Bizi Programlıyorlar! Bugün gelinen noktada burjuvazinin neoliberal dönüşümünden en çok etkilenen kesimlerden biri de gençlerdir. Hayat değişiyor, gençliğin yapısı da hızla değişiyor. Bilinçli bir gençlik hareketi mayalanması yaratmak için, bu gerçeği çözümleyerek buradan ileriye doğru yeni bir strateji ve örgüt biçimi çıkarmak şart. Küresel tekelci kapitalist sistem aç kurtlar gibi gençlere saldırıyor, onları kontrol ediyor, kendi sistemine bağlıyor. Ülkemizde ne yazık ki birçok gençlik hareketi de bugün burjuva demokrasisine yedeklenmekte ve çözülmektedir. Gençliğe karşı küresel tekelci kapitalist saldırı ve kontrolün bir de gençlikte stratejik dönüşüm programları boyutu var. Sanayiden tarıma, eğitimden sağlığa, kadından kamu yönetimi ve devlete, tüm toplumsal sınıf ve kesimleri kapsayan mali oligarşik stratejik dönüşüm programları olur da, gençlik için olmaz mı? Tıpkı Yoksulluk Yönetişimi programları gibi, 90 ların sonlarında gençlerde yeniden huzursuzluk belirtilerinin artmaya başlaması ( Antiküreselleşmeci hareket vd) üzerine, Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı gibi küresel mali oligarşik organların yönergeleriyle, tüm ülkelerde Ulusal Gençlik Stratejileri ve Gençlik Koordinasyon Merkezleri (Gençlik Konseyleri, Gençlik Meclisleri vb) kurulmaya başlandı. 1998 2008 yılları arasında 155 ülkede ulusal gençlik politikaları ve ulusal gençlik konseyleri/ parlamentoları kuruldu, çok sayıda ülkede gençlik yasası ve gençliği koruma yasası çıkarıldı! Türkiye, resmen bir ulusal gençlik stratejisi ne ve gençlik yasası na sahip olmayan nadir birkaç ülkeden biri olsa da, bu küresel mali oligarşik gençlik stratejisi nin tüm gereklerini yerine getirmektedir. AB Komisyonu Gençlik Raporu ( Beyaz Kitap ) ve Gençlik Programı çerçevesindeki Ulusal Ajans Gençlik Programı, Gençlik Hizmetleri Dairesi Başkanlığı, Birleşmiş Milletler Kalkıma Programı ve Yerel Gündem 21 ile birlikte bir dizi küresel tekelin birlikte oluşturduğu Hayata Artı Gençlik Fonu, Gençlik Sivil Toplum Kuruluşları ve Kamu Sektörü Eşgüdüm Projesi, Gençlik Meclisi, Gençlik ve Spor Bakanlığı ile belediyelerin hızla yaygınlaştırdığı Gençlik Merkezleri, Bilgi Üniversitesi gibi bir dizi üniversitede kurulan Gençlik Çalışma/Araştırma Birimleri, burjuva partilerin etkinleştirdiği gençlik teşkilat ve kolları ve tabii Dünya Bankası, Amerikan Kalkınma Ajansı vb.nin ön ayak olduğu inanç temelli gençlik organizasyonları, çok çeşitli küresel ve Türkiye den tekellerin yürüttüğü ya da sponsorluk yaptığı gençlik projeleri bunlar arasındadır. Bu küresel mali oligarşik eşgüdümlü gençlik programlarının başlıca hedefi gençliğin ekonomik, toplumsal, siyasal, ideokültürel olarak sisteme içerilmesidir. Bu konuda gençlik üzerinde yapılan mühendislik faaliyeti gençliğin ana akıma yerleştirilmesi (mainstreaming youth) olarak tanımlanmaktadır. (Bunlar bizim tercümemiz değil, küresel mali oligarşik kurumların gençlik raporları ve yönergelerinde, apaçık biçimde yapılan resmi ifadelerdir: Gençliğin içerilmesi ve Gençliğin ana akıma yerleştirilmesi kilit kavramları, çeşitli üniversitelerin Gençlik Araştırma Raporlarının tamamında da çıkış noktasıdır.) Gençlerin sosyal ve siyasal katılımını artırma çabaları da cabasıdır. Seçme-seçilme yaşının 18 e düşürülmesi, partilerin gençlik kollarının genişletilmesi, gençlik meclisi, gençlerin stk lara katılımını artırma, cemaatler, neoliberal muhafazakâr/dindar gençlik, esnek/kısmi istihdam biçimleri, meslek teknik okulların ve yüksekokulların artırılması, genç ev kadınları- 10

nı eğitim ve emekgücü piyasasına çekme, çalışmayan gençlerin özelleştirilen Genel Sağlık Sigortası(GSS) kapsamına alınması, öğrenci gençlerin de kendi içinde çok katmanlı, çok parçalı hale getirilmesi adımları örnek gösterilebilir. Yani gençliğin tüm kesimlerine yönelik ekonomik, sosyal, siyasal, ideo-kültürel olarak izlenen bu politika ve mekanizmaların tümü, gençliği sistem tarafından izlenebilir/ kontrol edilebilir hale getirmenin gayretidir. Emekçi sınıf ve kesimlerden gençlerin artan hareketlenme ve isyanlarına karşı siyasal, idari, ailevi, neomuhafazakar/dini baskılar da hızla yeniden yükselişe geçti. Organize sanayi bölgelerinde en vahşice öğütülen genç işçilerin artan örgütlenme girişimlerine karşı baskılar, yıkıcı proleterleşme süreci içindeki eğitimli/işsiz gençlerin hareketlenmelerine kapitalizm Bana kapitalizm derler; benim dilimi anlamak istiyorsanız, dershanelere, özel okullara, sınavlara bakın. Benim adım kapitalizm; liseden başlayarak yarış atı gibi sınavdan sınava koştururum sizi. Sürekli eğitim diyerek sizi sürekli kendime hazır hale getiririm. Bana kapitalizm derler; en temel hak olan eğitimi aldım, paralı hale getirdim. Benim adım kapitalizm; üniversiteleri patronların hizmetine verdim; parasız eğitim isteyenleri de cezaevlerine tıktım. Benim adım kapitalizm, vatanınızı gerçekten seviyorsanız Suriye savaşında benim adıma ölmelisiniz, gençleri savaşa yollamak ve kendime yeni pazarlar açmaktır benim işim. Benim adım kapitalizm, sizleri geleceksizlik ve işsizlik sopasıyla döverek suskun birer genç haline getirdim. Benim adım kapitalizm; bireyci, bencil karşı baskılar, kamu okul ve üniversitelerinin neoliberalizasyonuna direnen öğretmen, öğretim üyesi ve öğrencilere karşı büyüyen baskılar, kent yoksulu, ezilen ulus ve göçmen gençlerin hareket ve isyanlarına karşı büyüyen baskılar, görünmez olan genç kadınların dünyaya gözlerini açmaya ve görünürleşmeye başlamasına karşı patriyarkal baskı ve şiddetin yükselmesi de boyut değiştiren, ivmelenen şiddete örnektir. Dünya çapında gençlerin başlıca muhalefet ve eylem organizasyonu kanallarından biri haline gelen internet, sosyal medya ve sosyal paylaşım sitelerine giderek büyüyen sansür, soruşturma, baskı, yasak ve fikri özel mülkiyet düzenlemelerinin gençlik hareketinin ivmelenmesini sağlayacak, ou toplumsallaştıracak kanallardan biri olduğunu atlamamak gerekir. gençler yaratarak sistemimin devamını teminat altına aldım. Ben kapitalizm; siz genç işçileri daha çok severim, daha uzun mesai saatleri çalışır ve yorulmazsınız, o nedenle genç nüfüs artsın diye her aileden en az üç çocuk isterim. Ben kapitalizm; sizin beyinlerinizi uyuşturup düşünmenizi ve isyan etmenizi engellemek için her türlü uyuşturucu maddeyi satarım size, hem de o işten de para kazanırım. Ben kapitalizm; aşk ve sevgiyi metaya dönüştürüp siz gençlere pazarlarım, en çok parayı da uydurduğum Sevgililer Günü nde kazanırım. Benim adım kapitalizm; genç kadınları taciz ederim, tecavüz ederim, sonra da hiç birşey yapmayan hukuk kitabımla sizleri suçlar, tecavüzcüleri aklarım. Benim adım kapitalizm; siz gençlere eğlence için bir gün verdim o da 19 Mayıs (tatil işte), diğer günler eğlenmeye gerek yok daha çok çalışmanız lazım. Benim adım kapitalizm; tiyatro, müzik, sanatın her dalını siz gençler için paralı hale getirdim, çalışıp aldığınız üç kuruşu da bana geri veresiniz diye. 11

Sendika Yakıcı İhtiyaç mıdır? Öğrenci gençliğin değişen yapısı ve öğrencilerin hızla proleterleşmesi süreci yeni bir gençlik örgütlenmesi ihtiyacını da bereberinde getirmektedir. Sınıfsız olarak bu ihtiyacın ne olduğuna ve nasıl olması gerektiğine dair bir tartışmayı başlatmak ve sürdürmek niyetindeyiz. Öğrenci-işçiler sendikası yakıcı bir ihtiyaç, olmazsa olmaz bir zorunluluk haline gelmiş midir? Peki ya Genç-Sen çalışan öğrenciler sorununa hiç ilgi göstermediği gibi en dar anlamıyla bir öğrenci sendikası olmayı da başarmış mıdır? Sınıfsız olarak bugün açısından bir öğrenci sendikasının gençlik hareketinin kilit bir örgütlenme aracı olduğunu düşünmekteyiz. Dönüşen öğrenciliğin, genç olmanın sorun ve dinamiklerinin kesinlikle üstünden atlamayacak, bunları da kapsayacak, fakat dev çaplı yığınsallaşan/yığınsallaşacak çalışan öğrenciler/öğrenci işçilerin kitle sendikalarının -Genç-Sen deneyiminden de gerekli dersleri çıkartarak- oluşturulması acil bir gündemdir. Öğrencilerde öğrencilik düşünce ve kültürü halen belirleyici olmak ve daha bir süre de baskın olmaya devam edecek olmakla birlikte, önümüzdeki süreçte, giderek öğrencilikte de işçilik temel olmaya başlayacak, öğrencilik kültürünü de bu doğrultuda yeniden şekillendirecektir. Son derece dağınık çalışan gençleri, okullardan, üniversitelerden örgütlemek bugün halen nisbeten daha kolaydır. Birçok ülkede son dönemlerde yığınsal öğrenci hareketlerinde (İtalya, Şili, Kanada vd) öğrenci sendikaları yığınsallaşmada önemli roller oynadılar. Bunlar içinde Kanada daki CLASSE, Kanada da 4 yıla yayılan intörn öğrenciliğin de pilot ülke uygulaması yapılıyor olmasıyla, öğrencileri zihin işçileri olarak tanımlayan ve diğer iki geleneksel öğrenci sendikasını da peşinden sürükleyen, hareketin militan ve öncü gücü olarak incelenmeye değer. Bir diğer önemli örnek Tunus ta eğitimli -mimarlık fakültesinden mezun olmuşişsizin işportacılık yapmaya çalışırken zabıta baskısına karşı kendisini yakmasıyla Arap ülkelerindeki isyanlar tetiklenmişti. Onun anısına kurulan üniversite mezunu işsizler sendikasıdır. Sürekli eylem halindeler ve hemen her eylemleri polis saldırısına uğruyor, ama şimdiden kitleselleşmeye başlayan oldukça saygın ve militan bir mücadele veriyorlar ve uluslararası bir kamuoyu desteğine sahip olmuş durumdalar. Bizce önümüzdeki yıllarda üniversitelerdeki öğrenci hareketi dalgaları, artık salt öğrenci değil, işçi öğrenci dalgaları olacaktır. Bu yönde hızlı hareket edilmezse de, sosyal neoliberal dinci sendikalar, hele ki Anadolu daki üniversiteler söz konusu olduğunda, bu alanı da parsellemeye başlayacaktır. Sendika fikrinin ana temelinde yatan bakış açısı kuşkusuz ideolojik-siyasal-örgütsel bir işçi gençlik çekirdeğinin yaratılabilmesidir. Bugün emek gücü piyasası, çalışma ve eğitim rejimlerinin artan ölçüde içiçe geçtiği gibi giderek tam kaynaşması, mezun olan solcu, devrimci öğrencilerin dağılıp gitmesi yerine tam tersi, iki yönden gençlik ve sınıf çalışmasını içiçe geçirmek ve bütünleştirmek, sürekliliğini sağlamak açısından da yeni olanaklar yaratmaktadır. YÖK ün deyişiyle, meslek teknik liseleri ve Uygulamalı Bilimler Fakültelerinin yerel iş ve piyasaların içine gömülmesi, yani her anlamda (proje üretimi, işçi üretimi, kültürel şekillenme vd) kaynaşmasıyla, organize sanayi bölgeleri ve yerel sanayi ve hizmet bölgelerindeki işçi eylemleriyle, bunlarla kaynaşmış okul ve üniversitelerde de örgütlenme ve eylemler de bütünleşme eğilimine girebilecektir. Sınıfın bir bileşeni olarak gençliğin sadece okulda değil yaşamın bütününde sınıf mücadelesini sürdürmesini sağlayacak, öğrenciyken de işçiyken de içinde olduğu, sınıfın çıkarı için mücadelesini sağlayacak, yönetecek bir örgütlenme olarak düşünülmeli öğrenci sendikası. 12

Çare-Sizsiniz! Kadının emeğinin ucuz ve görünmeyen emek olması sorunu, özgür zaman sorunu kadınların yüz yüze kaldığı belli başlı sorunlardan bir tanesi ve bu katlanarak devam ediyor. Sistem kadını bir yanıyla fabrikalara/ bürolara çekerken, öte yandan burjuva hükümet ve geri kalan siyasal partiler, mahkemeler, sivil toplum kuruluşları ve gerici kadın örgütleri bile 3 çocuk önerileriyle, mahkeme kararlarıyla, evlilik kurumunun ve kutsal ailenin korunumuyla ilgili söylem ve uygulamaları kadının esas üretici rolünde olduğu yerin, esas işçiliğinin yerinin ev olduğunu vurguluyor ve öyle de kalmasını istiyorlar. Bir kadın işçinin ücreti aynı koşullarda bir erkek işçinin ücretinden daha az olduğu için, erkekle aynı ücreti alabilmesi için kadının daha yoğun iş yükünün ve sorumluluğunun olması gerekiyor. Mesela, yemekhane çalışanı mutfakta işi bitmeden paketlemede çalışıyor. Bu şekilde az işçiyle fazla iş ve hiçbir mecburiyeti olmamasına rağmen gece 1 e kadar mesaiye kalıyor. Karşı çıktığında da işten atılma korkusu devreye giriyor. Biz emeğimizin değerini akıttığımız alın terinden biliyoruz. Evet, erkek işçilerin aldığı ücret bizim nihai hedefimiz olmamalı, ama bu eşitsizlik bozulmalı. Bu eşitsizliğe karşı farkındalık yaratacak, sessizliği yırtacak olan gene bizim birlikteliğimizdir. Sorun sadece eşit olmayan ücret değil tabii ki, kadınların bu zorlu çalışma koşullarında karşı karşıya kaldıkları ve onurlarının kırıldığı en büyük sorun psikolojik ve fiziksel tacizlerdir. Psikolojik taciz cins ayrımı gözetmeksizin yapılmaktadır, fakat kadınlar üzerinde uygulanışı erkeklere oranla daha fazladır. Fiziksel taciz ise neredeyse sadece kadınların başına gelen ve çeşitli şekilleri olan taciz yöntemidir. İstenmeyen dokunmalar, sözler, bakışlar vb çoğaltılabilir. Tabii tacize uğramış kadının üzerindeki toplumsal baskıyı da düşünürsek, çalışma arkadaşlarının (patron ve amir başta olmak üzere) tacizine uğrayıp ses çıkaramamaları ve devamında yinelenen ve yargılanan olma çaresizliği yaşanmaktadır. Ve de hem cinslerinin saldırısı, tacize uğramayan kadının bana dokunmayan yılan bin yaşasın mantığı hemcinsinin yakıcı sorununa yabancılaşarak en büyük cezalandırmayı yapıyor. Bütün bunların içinde sorunu derinleştiren nokta ise bunların artık işçiler arasında kanıksanarak yılgınlığa yol açmasıdır. Çaresizlik ifadesini tırnak içinde belirtmemizin sebebi tüm ahlaki yoksunluğun bulandırıldığı kadınerkek cins temelli ilişkilerin sınıfın birliğiyle bozulabilecek kadar güçsüz bir tanım olmasıdır. Kadının çalışması, değer üretmesi onun emeğini görünür kılmadığı gibi fiziksel ve psikolojik olarak yıpratıyor. Bir de mesai bitimi var ki Günümüz çalışan kadını; ev, eş, çocuk ve işten oluşan dört vardiyalı bir işçidir aslında; akşam eve dönüşte erkek evde dinleniyor, kendine zaman ayırıyor, kendini geliştiriyor. Kadın ise asli görevi olan ev mesaisine başlayarak erkek için boş zamanın yaratıcısı olur. Kendine ayıracak zamanı kalmaz. Kadının üzerindeki taciz/tecavüz saldırıları, işyerinde patronun işçisi evde kocasının işçisi konumu, etken değil edilgen birey oluşumu, bir türlü görünemeyen emeği, serbest zamanı olmaması, sorunların kaynağı aynı kapıya çıkıyor. Kadının temel görevi evinin, eşinin, çocuklarının ve gerekiyorsa bütün ailesinin bakımıyla ilgilenmesini isteyen kapitalist toplum ilişkilerini yırtmaktan geçiyor. Kapitalizm, ne serbestlik dünyası ne de bireysel özgürlükler ideolojisidir. Özgür olmayan toplumlarda bireysel özgürlüklerin tanımını bile bulamayız. 13

Futbolun Socrates i 57 yaşındayken hayata gözlerini yuman futbolun gelmiş geçmiş en önemli orta saha oyuncularından Socrates şöyle anlatıyordu adının öyküsünü: Babam Amazon un fakir ailelerinden birisindendi. Kendi başına okumayı öğrenmiş, Antik Yunan felsefesiyle ilgilenirdi. Çocuklarına Yunan filozofların ismini vermek istedi. Bana da Socrates i uygun gördü. Lakabı ise doktor du. Futbol oynarken aynı zamanda tıp fakültesini de bitirmiş ve üzerine felsefe doktorası da yapmıştı. Sadece adı ve futboluyla değil, aynı zamanda felsefeye olan düşkünlüğü, entelektüel bilgisi ve ülkesinin demokrasiye geçmesi için verdiği siyasi mücadele ile de bir filozof gibiydi. Oyunu okuma, topuk pası verme, vücut ve top tekniğini bir arada kullanma gibi yetenekleriyle futbola ayrı bir estetik katmıştı. Brezilya da 1964 yılında yaşanan askeri darbe sonrasında, babasının yakalanmamak için evlerindeki Bolşevik kitapları yakmasını unutamayan Socrates Ben bir darbe çocuğuyum diyor. Siyasete karşı artan ilgisi bu dönemden itibaren ülkesindeki demokrasi mücadelesine verdiği kesintisiz desteği doğuruyor. Bu bazen ülkede yaşananlara müdahale anlamına geldi, bazen ise futbol sahası içinde yaşananlara itiraz etmek anlamına. 1978 yılında transfer olduğu Corinthians takımında, yönetimin oyunculara yeterince söz hakkı tanımamasına karşı takım arkadaşı Vladimir ile topluca hareket etme esasına dayanan Corinthians Democracy hareketini başlattı. Futboldaki ilk sendikalaşmayı ve futbolcu haklarını dile getirerek; Bu saatten sonra devrim, sadece globalizmin halkı uyutma aracı olan futbol sayesinde olur demişti. Corinthians 1982 yılında eyalet kupasını kaldırırken oyuncuların formalarında Demokrasi yazıyordu. Socrates Fidel Castro, Ernesto Che Guevara ve John Lennon için idollerim diyordu. 1984 yılında 1,5 milyon kişinin toplandığı bir mitingde meclisin cumhurbaşkanlığı seçimiyle ilgili değişikliği onaylaması halinde, Brezilya yı terk edeceğini açıkladı. Coşkuyla karşılanan açıklamayla darbe sonrası yapılan ilk özgür seçimlere uzanan sürece desteğini sunmuş ve Brezilya da özgürlük isteyenlerin idolü haline gelmiş oldu. Bu seçimlerde Yeni anayasa değişikliği kabul edilir ve ülke yönetimi sivillere verilirse Avrupa dan gelen teklifleri geri çevireceğim diyen Socrates in istedikleri gerçekleşmeyince, oyuncu soluğu İtalya nın Fiorentina ekibinde alır. Politik zaferlerim sportif zaferlerimden daha önemlidir. Bir maç 90. dakikada sona erer, ama hayat devam eder diyordu filozof. Belki en iyi futbolculardan biri olarak değil, ama futbolcudan çok daha fazlası olarak, futbol dünyasında derin bir iz bıraktı. O bir futbol filozofu ydu: Futbol değişti çünkü Brezilya değişti. Kentli bir ülke olduk. Önceleri oyun oynama imkânı sınırsızdı, istediğiniz her yerde oynayabilirdiniz. Şimdi oyun alanı bulmak zor. Rio plajlarında oynayan çocuklar da bağımsız değildir. Escolinhasların, yani plaj futbolu idman kulüplerinin üyesi olmak zorundalar. Çocuklar artık futbol oynamayı sahipsiz çayırlarda öğrenemiyorlar, çünkü sahipsiz arazi kalmadı. diyordu. Futbolu futbol yapan aslında sahanın içinden ziyade sahanın dışından gelen güzelliklerdir. O farklıydı işte tam da bu yüzden Bizim diyarlarda referandumların, boş vaatlerin süsü olan darbelerden hesap sorma işini kendi ülkesinde o ve arkadaşları üstlenmişti. Diktatörlere çalım atmak savunmacılara çalım atmaktan çok daha zor sözünü söyleyerek önündeki maçlara bakmayıp ardından gelenlere bir ışık tutmuştu mesajlar verdiği şık bandanasıyla. O bandanada kendi görüşlerini aktaran, demokrasiyi ve sosyalizmi dile 14

getiren mesajlar yazılıdır. Babasının ona verdiği isim gibi bir ismi o da oğluna verdi. Oğluna Fidel dedi. Latin Amerika da kader değiştiren isimlerin başına yazılan Fidel, bir gün ona Küba Milli Takımı nı çalıştırır mısın? dediğinde o yoldaşına Zevkle ama tek bir şartla, Kübalı bir işçi ücret olarak ne kadar alıyorsa o kadar paraya çalışarak demişti. Yoldaşların bu sözleşmesi nedendir bilinmez bir türlü yerine gelmedi. Demokrasiye aşina ruhu ve aile geleneği ile hayatta da bir sözü vardı onun. Arkadaşlarıyla Brezilya ya getirdiği demokrasiye Corinthians Demokrasisi deniyordu. Yaptıklarının büyüklüğünü ve sıradışılığını anlamak için arkadaşlarıyla açtığı şu pankartı bir düşünmekte fayda var: Tüm siyasi tutsaklara özgürlük! Futbola siyaset bulaşmasın diyerek tüm siyasi vesayeti yeşil çimlerin üzerine yığanların hoşlanmadığı bir şeyler vardı onda. O siyaseti bulaştırmayın diyen derin siyasilerden burada da bol bol var zaten. Siyaset yapsın diye meclise yollananlar bile ben bilmem büyüklerimiz bilir derken bu işin buralardaki olurunu da gösteriyor bize. Sahaya göstermelik kan bağışları şiddet karşıtı pankartlarla çıkıp göstermelik hareketler dışında hiçbir varlığını göremediğimiz, bağırlarımıza bastığımız futbolculara benzemiyor Demokrasi pankartı ile çıkıp halkı oy kullanmaya darbecileri yıkmaya çağıran Sokrates örneği. Futbolculuğu bıraktıktan sonra diğer mesleğine yani doktorluğa devam etti. Köy köy dolaşıp yoksulları tedavi ettiği söylenir dururdu. Efsane gibi bir hikâyeydi bu, ama bunun efsane olmadığı, bir gerçek olduğunu hasta yatağında yatarken onu ziyarete gelen yüzlerce yoksul köylü çocuğunu görünce anladı herkes. Erken oldu gidişi, öldüğünde alkole yenik düştüm dostlar, yoldaşlar itirafı kaldı bize yadigâr, aslında söz de vermişti en azından son zamanlarında uzak duracağına alkolden ama olmamıştı. Bir 4 Aralık günü haber ajanslara düştüğünde, tüm dünyanın dört bir yanından yalan olması için yakarışlar yükseliyordu sessizce. Ama gerçekti, Doktor Farklı formalar giydi belki ama o hep Corinthianslı Doktor du. İnceci diye bir tabir varsa ondan başkasına da yakışmıyordu aslında. Galeano ne diyordu onun için Gölgede ve Güneşte Futbol kitabında: Sokrates tıpkı bir turna kuşu gibiydi, uzun bacakları ve çabuk yorulan ayakları vardı, ama topuk paslarını vermede onun üstüne yoktu; istese penaltıları bile topuğuyla atabilirdi. Bu Brezilya benim milli takımım değil, Dunga Brezilya nın en gerici bölgelerinden gelen biri ve takımı da kendi gibilerle doldurdu. Onun takımı muhafazakâr ve bürokratik bir yapıya sahip, o yüzden ben de sizin gibi sevmiyorum bu Brezilya yı derken hiçbir zaman boş konuşmayacağını kanıtlıyordu adeta. Müşterileştirilen taraftarlar ve onları bu pazara çağıran futbolcuların karşısında tüm zerafetiyle dikilip halkını demokrasiye çağıran Sokrates! Doktor Che den Doktor Socrates e artık yoktu! Bize Corinthians Demokrasisi ni bıraktı, kimileri Brezilya ya dese de inanmayın; o demokrasi tüm insanlığa kaldı, darbelere karşı sesini yükseltmek isteyen halklar için! Hiçbir futbolcudan siyasi tutsaklara özgürlük demelerini, yoksulluk adına bir şeyler söylemelerini, gencecik çocukların yaşlarının büyütülerek asılmalarının hesabını sormasını beklemiyoruz Ama en azından kendileriyle alakalı ya da tribündeki onları bağırlarına basmak için hiçbir şart koşmayan taraftarlar için bir şeyler söylemek çok da zor olmasa gerek! Pahalı deplasman biletleri, iç saha biletlerindeki fahiş fiyat artışları, taraftarlarına tribünlerde uygulanan kontrolsüz orantısız polisgüvenlik şiddeti ya da en olmadı deplasman yasağına karşı birkaç kelime de mi zor diyorum ve aklıma o büyülü cümle geliyor; bunların değerlendirmesini büyüklerimiz bilir (Hakan Karakoca ya yazıya olan katkısı için teşekkürlerimizle) 15

Nanoteknoloji Bugün dünyada çok hızlı gelişen bir teknoloji var: Nanoteknoloji. Yunancada cüce anlamına gelen nano çok küçük yapısal maddelerin üretimi, araştırılması ve bunlardan yararlanılmasının teknikleri üzerine çalışan bir bilim teknolojisidir. Nanoteknolojinin kapitalist kullanımı ise çok daha hızlı meta üretimi, çok daha az emek ihtiyacı ile çok daha az masraflı sömürü demektir. Rekabetin aşırı keskinleştiği ve insanların nesneye dönüştüğü bu pazarda nanoteknoloji bizlerin eliyle üretilen, bizim ücretli kölelik düzenine olan bağımlılığımızın daha çok üretiminden başka bir şey olamaz. Bugün teknoloji (tek bir neden olmasa dahi) üretim organizasyonlarına büyük etkisiyle yeni bir küresel düzen ortaya çıkartmıştır. Üretime ve tüm alanlara nanoteknolojinin hızlı bir giriş yapmış olmasıyla birlikte aşırı bir yıkım, sınıfsal saldırı ve yağmalama, geleceksizlik, güvencesizlikle beraber emeğin değerini de en aza indirgemekte ve işçiler için kapı önleri, öğrenciler ve yoksullar için daha da kronik hal alan umutsuzluk ve okumanın güvence olmaktan çıktığı yarınsızlık, en temel ihtiyaçlarımızı dahi tüketmekte zorlandığımız ve fiziksel aşırı yorgunluk ve köleleştirme, yerini kafa işçilerinin almasıyla büyüyen tahammülsüzlük, zihinsel yorgunluk çeken insanlar, bunun daha çok keskinleşmesiyle gelişiyor. Kafa işçiliğine doğru ağır bir proleterleşme eğilimi bugünkü kapitalizmin ana yörüngesidir. Bugün diğer teknolojilerden nanoteknolojinin ayırt edici yanı, montaj, taşıma, malzeme vb. insanlar tarafından tek tek yapılırken bütünde kendi kendini üreten bilgisayarlı makine sistemlerine geçilmiş olmasıdır. Nanoteknoloji bununla kalmıyor, insanın makine üzerindeki denetimini de elinden alıyor; dolayısıyla insanın makineleri değil, sanki makinelerin insanları yöneteceği bir evreye hızlı bir şekilde geçilmiş oluyor. Diğer yandan sadece üretimdeki denetim değil, aynı zamanda bilgisayarlı otomasyon sistemleri ile insan emeği üzerindeki denetim de robotik tahrip edici bir köleleştirmeyle gelişiyor. Bugün sömürülen kafa işçileri üzerindeki robotlaştırma ve makineleştirme, insanın kendine dahi ayıracak zamanın olmaması ile daha çok psikolojik bunalımlarla bilgisayarın eklentisi haline gelen bilişimci kafa işçilerinin intiharlara eğilimini doğurmasıyla büyüyor. Makine programları arasında kalan bilişimciler bununla da kalmayarak daha çok hücre tipi, yabancılaşmış, asosyalleşmiş, teknisistleştirici bir yaşamda büyük sağlık sorunlarıyla da baş başa kalıyor. Biz gençler, işsiz ve geleceksizler aşırı derecede her gün daha çok bu bilişsel rekabet düzeyine çekilmek ve açlıktan ölmek ile tehdit edilir durumdayız. Hayatlarımız daha kolaylaşacağı yerde metalar dünyasının aşırı üretim krizlerinin altında daha çok kalarak eziliyor, sömürülüyoruz. Bugün kapitalizmin sınırları aşan, aynı zamanda rekabetine rekabet katarak kendi sonuna biraz daha yaklaşan bir pazar durumu, yeni bir kapitalist dünya durumu var. Bu yeni dönemde yeni mücadele koşulları yaratmaktaki eksikliğimizin farkına varabilmek, bireyci, grupçu hareketlerden arınıp sınıf mücadelesine vereceğimiz omuz ile gelişip büyüyen bir evre olmalıdır, olacaktır da 16

Sınıfları Yok Edecek Sınıfa Yapılan Çağrıya Cevabımdır Bu Mektup İşçi sınıfı saflarından Sınıfsız Dergi ye ve hayali sınıfsız bir dünya yaratmak olan tüm yoldaşlara merhaba. Geçen sayıda sınıfları yok edecek sınıfa yapılan çağrıya cevabımdır bu mektup. Sınıfsız bir dünya kurma mücadelesinde Sınıfsız Dergi nin dallanıp budaklanarak gelişmesi, köklerinin güçlenmesi amacıyla size, bir okuyucu gözünden hem de bir işçi-öğrenci gözünden dergiye dair eleştirilerimi sunmaya, daha iyiye ulaşma yolunda bir köprü vazifesi görmeye çalışacağım. Öncelikle belirtmek isterim ki eksik ya da fazla bu dergide yazılanların amacında olan ulvilik, yani sınıfsız bir dünya kurma isteği onu her şeyin önünde, çok değerli kılmaktadır. Liseli, üniversiteli ve işçi-gençler tarafından kağıda dökülen buradaki düşünceler boş bir eylemlilik değildir. Bizler zihin dünyamızı geliştirmek, yarınlara dair yeni alternatifler üretmek zorundayız ki burjuva sınıfının baskı ve sömürülerine karşı koymamız ancak bu yolla gerçekleşecektir. Onların elinde baskı ve zorbalık araçları varsa, bizim elimizde kağıdımız, kalemimiz, yeni bir hayata dair ideallerimiz, umutlarımız ve en önemlisi bizi sömürenlere karşı duyduğumuz öfkemiz ve bunların toplamından oluşan bir düşünce sistematiğimiz vardır. Ve içi hayat dolu olan bu düşünceleri hiçbir zorluk, hiçbir engel alt edemeyecektir. Onların zorbalığı arttıkça bizim düşüncelerimiz yeni zihinlerde ve daha gür bir şekilde filizlenecektir. Sonuçta burjuvazi kendi sonunu, proleterya ise yeni dünyasını aynı anda ve aynı hızda ilmek ilmek örmektedir. Proleteryanın sınıfsız bir dünya kurma amacında çıkarılan Sınıfsız Dergi yarınları kurmada ve bugünün sorunlarına dair çözümler geliştirmede önemli bir araçtır. Birçok kişinin eline ulaşan dergi öğrenci sorunlarından kadın sorununa, işçilerden öğrencilerin işçileştirilmesine, savaşlardan sömürülere kadar birçok konuya parmak basarak çıkmıştır. Ve sınıfsız derginin ilk sayısı bu açıdan başarılı olmuştur denilebilir. Ancak şunu da belirtmekte fayda var ki ülkemizde her gün yaşanan çatışmalara, yıkımlara, hak gasplarına, özellikle muhaliflere ve Kürt halkına ve çeşitli etnik-dini azınlıklara yönelik saldırılara cevaben daha geniş içerikli ve çözüm önerileri de içeren yazıların yazılması gerekmektedir. Yani güncele daha çok parmak basılmalı, bu amaçla derginin periyodu iki aydan daha kısa sürelere indirilmelidir. Tabii ki daha sık çıkacak bir dergide daha çok yazara ve daha çok görüşe ihtiyaç vardır. Bu amaçla tüm Sınıfsız okurlarının, sistemle ilgili problem yaşayan ve buna çözüm bulmak isteyen tüm sınıfdaşlarımızın çekinmeden kalemlerini kuşanmaları ve yazmaları dergiyi daha iyi yerlere taşıyacaktır. Son olarak getireceğim öneri, bazı konularda bütünlüklü ardarda yazıların yazılması konusudur. Kadın sorunu, eğitim sorunu, emperyalist savaşlar, işçi sorunu (ki bunlar daha da çoğaltılabilir) gibi konularda daha sistemli ve sorunun her noktasına parmak basacak şekilde seri yazıların kaleme alınması ve bunların üzerinden kampüslerde, panellerde, çeşitli toplantılarda veya yine mektup yoluyla (ama bu sefer tek tek yazıların üzerinden) eleştiri ve tartışmaların yürütülmesi bizim zihin dünyamızın gelişmesi ve daha iyi bir çözüme ulaşma yolunda bize büyük katkı sağlayacaktır. Sınıf bilincimizin güçlenmesi ve bunun bütün SINIF a yayılması amacıyla Gazi Üiveristesi nden Sınıfsız okuru 17

İTÜ: Güvencesizliğe karşı sınıf bilincinin yaşanarak öğrenildiği bir okul İTÜ Ayazağa kampüsünde 50/d saldırısına karşı direnişte olan asistanlarla yaptığımız röportajı yayınlıyoruz. Asistanlar adına sorularımızı Murat Özbulut (araştırma görevlisi) ve Sema Alaçam (araştırma görevlisi) cevapladı. Sınıfsız: Öncelikle 50/d saldırısızyla ne zamandır karşı karşıyasınız? Murat: 1998 yılında araştırma görevlilerinin 50/d ile atanmaya başlanmasıyla birlikte böyle sıkıntıların gündeme geleceği öngörülebiliyordu. Çünkü 50/d maddesinin özünde araştırma görevlilerinin iş güvencesi hakkının ortadan kaldırılması yatmaktadır ve YÖK eline geçtiğini düşündüğü her fırsatta, rektörlüklere her türlü baskıyı yaparak, araştırma görevlilerinin işten çıkarılmasının yollarını aramıştır/aramaktadır. Bu ilk olarak Temmuz 2008 de YÖK ün yürürlüğe koyduğu bir yönetmelik ile başlamıştır. Bunun ile doktorasını tamamlayan araştırma görevlilerinin, akademik hayatlarına üniversitelerinde devam edebilmeleri için, öğrencilik şartının olmadığı ve görece daha güvenceli bir kadro olan 33/a maddesine göre atanmaları için yeniden kadro açılması şartını getiriyordu. Yönetmeliğin yürürlüğe konmasıyla birlikte araştırma görevlileri hem demokratik eylemlerle hem de hukuksal süreçler işletilerek direnmiş ve kararın Danıştay tarafından yürütmesi durdurulmuştur. Bu kararda 50/d ve 33/a maddelerine göre istihdam edilen araştırma görevlilerinin tamamen aynı işi yaptıkları, dolayısıyla doktorasını bitiren 50/d li araştırma görevlilerinin, 33/a maddesine göre atanmaları için yeniden kadro açılmasına gerek olmadığı belirtilmektedir. Bugün ise bu arayış, 6111 sayılı torba yasa kanununda azami süreleri sınırlandıran, atılmayı kaldıran ama öğrencilik haklarını yüksek lisansta 3, doktorada 6 yıl ile sınırlandıran yasa üzerinden sürmektedir. Yararlanılamayacağı söylenilen bazı öğrencilik hakları; öğrenci pasosu alımı, öğrencilere tanınan bazı sağlık hakları gibi haklardan oluşmaktadır. YÖK, 50/d kadrosuna atanabilmeyi de bu öğrencilik haklarından sayarak rektörlüklere bu süreyi dolduran araştırma görevlilerinin sözleşmelerinin yenilenmemesi görüşünü bildirmiş ve İTÜ de bir anda 81 araştırma görevlisinin işinden olmasının yolu açılmıştır. Bu yazının bazı üniversitelerde uygulamaya konulmadığını belirtelim. İTÜ yönetimi ise bu süreci adeta sahiplenerek, aynı ay içerisinde azami süreyi aşmış olan araştırma görevlilerine ilişik kesme yazılarını bile göndermeden maaşlarını yatırmamaya başlamıştır. Araştırma görevlileri, ağustos ayından beri her ay acaba bu ay maaş yatacak mı? sorusu ile yaşamakla birlikte eylemliliklerine başlamıştır. Peki siz ne zamandır direniştesiniz? İlk eylem olarak 13 Eylül de yaklaşık 500 kişi ile rektörlüğe bir yürüyüş yaptık ve uygulamanın durdurulmasını, ilişiği kesilen arkadaşlarımızın işlerine iade edilmesini ve doktorasını bitiren 50/d li araştırma görevlilerinin, 33/a ya geçişlerinin engellenmemesini talep eden bir basın açıklaması yaptık. Rektörlük aynı gün araştırma görevlisi temsilcisinin de olduğu bir komisyon topladı. Komisyonun herhangi bir karar verme gücünün olmaması sebebiyle, bir oyalama olduğunu biliyorduk. Nitekim Rektörlük komisyonun 33/a maddesine geçiş için koyduğu kriterleri bile çok yumuşak bulmuştur. Biz ise eylemlerimize devam ettik ve 15 Ekim de bir yürüyüş düzenledik. Aynı gece bir şenlik düzenledik ve fakültede sabahladık. Sonucunda 1 Kasım da Rektörlük 33a ya geçiş için belli kriterler getirdi. Bunlar, bölüm kurullarının 2/3 ünün onayını alma, bölümdeki toplam araştırma görevlisi sayısının ancak %33 ünün 33/a lı araştırma görevlisi olabileceği, yani 33/a maddesine göre atanabileceği gibi kriterlerdi. Bunlar içinde bizim için en kötüsü, bölüm kurulu kararlarının üzerinde bir değerlendirme komisyonunun oluşturulması maddesiydi. Yani Bölüm Kurulları nın üzerinde oluşturulacak, 5 kişiden oluşan bir değerlendirme komisyonunun nihai kararı verecek olması. Çünkü getirilen bu kriterle birlikte, bölümlerin kadro yapılandırması demokratik olmayan bir şekilde üstten bir kurul tarafından belirlenmektedir. Bu kriter içerisinde de oldukça muğlak ifadeler bulunmaktadır. Örneğin bu kurulun oluşturulması hangi nesnel şartlara göre 18

yapılmaktadır? Ya da kendi fakültesinden olmayan ve karşısındaki araştırma görevlisini hiç tanımayan profesörlerden oluşan bu kurul, neye göre karar verecektir? gibi soruları daha da arttırmak mümkün. Bu kriterlerin ortaya konulmuş olması bile bir geri adım ve kazanım olarak görülebilir ancak konulan kriterlerle çok az kişinin 33/a maddesine atanabileceğinin net olarak farkındayız. 18 Ekim den itibaren sürekli bir eylemlilik için önce 1 ay boyunca Rektörlük önünde çadır kurduk. 15 Kasım da 2000 kişi ile Rektörlüğe yürüdük. 2 gün sonra haftasonu sınavlarına girmedik. Daha görünür olmak ve kalıcılığımızı göstermek için daha merkezi bir yere taşındık. Direnişimizi daha da büyüttük ve burada yaklaşık 3 haftadır -ki bunun son 2 haftası 24 saat kesintisiz bir şekilde- kalmaya başladık. 26 Kasım da Maçka da da bir şenlik yapıldı ve bu 1 günlük iş bırakma gibi oldu. Nejat Yavaşoğulları da bize destek verdi. Epey coşkulu ve güzel bir eylemdi. İTÜ dışında diğer üniversitelerdeki asistanlarla ilişkiniz ya da direnişin ortaklaşmasına yönelik bir çalışmanız varmı? 29 Kasım da İÜ de yaklaşık 300 araştırma görevlisi ile forum düzenlendi. ODTÜ de yeni YÖK yasasının tartışıldığı bir forum düzenlendi. A.Ü de bir panel yapıldı ve yakında yurt genelinde yeni YÖK yasasına karşı ortak eylemler yapılacak. Şu an için en sert saldırı İTÜ de olmasına rağmen, aslında sorunun başta tüm araştırma görevlilerinin olmak üzere tüm üniversite bileşenlerinin sorunu olduğunu düşünüyoruz. Sema: YÖK Başkanı Pek çok sivil toplum kuruluşunun da görüşlerini alarak böyle bir yasa tasarısına giriştik demişti. Bakılınca bu sivil toplum kuruluşlarının içinde üniversiteler, akademisyenler, sendikalar yer almamaktadır. Üniversite bileşenlerine ve topluma görüşleri sorulmamaktadır. Bu raporda, yeni YÖK yasa tasarısında olan pek çok önerinin yanı sıra, devlet üniversitelerinin uzun vadeli bir strateji sonunda sözleşmeli personel rejimine geçmesinin gerektiği yazılıdır. Dolayısıyla üniversite çalışanlarının özlük haklarına yapılan saldırıların belirli aralıklarla tekrarlandığını görmekteyiz. Daha önce, güvencesiz olan, sözleşmeli olan 50/d ve 33/a lı kadrolarından birisinden diğerine atanmasını kısıtlamışlardı. Mücadelelerle de bir nebze geriletilmişti, yönetmelik Danıştay kararı ile iptal edilmişti. Aynı durum bir gecede çıkartılan torba yasayla yapılmaya çalışılıyor. İTÜ de torba yasa keyfi bir biçimde azami süre yi aşan araştırma görevlileri lisansüstü öğrenimleri devam etse dahi işten atılmalıdır şeklinde yorumlanmıştır. İTÜ den önce YTÜ de azami süre gerekçesiyle işten çıkarılmalar yaşanmıştı. Ancak bu kadar topyekun bir saldırı değildi, yani İTÜ de birdenbire 81 kişi ilişiklerinin kesileceğini öğrendi. Sonra yapılan uygulamalar ve hukuksuzluklarla 200 kişinin işten çıkmasının önünü açan uygulamalarla karşılaştık. Bu İTÜ ile de sınırlı kalmıyor. Yeni YÖK Yasa Tasarısı da bunun meşrulaştırılmasıdır. Direnişinizin boyutu nedir ve bundan sonrası için nasıl bir yol izliceksiniz? Paneller aracılığıyla yayılıyor. Ayrıca 25 Aralık ta İstanbul da bir basın açıklaması yapılacak yeni tasarı ile ilgili. Direnişin bu noktaya gelmesi de kolay değildi. İnsanlar bu yıkımı ve kaybı yaşamadığı sürece bu durumu gündemlerine almıyorlar pek. Maalesef işten atılmalar başladığı zaman ancak mücadele başlıyor. Gönül ister ki her çalışan güvencesizliği tatmadan, işten atılmadan önce, emeğinin proleterleştiğinin bilincinde olsa. Son olarak sizin dışınızda üniversitedeki diğer bileşenler direnişinizine nasıl yaklaşıyor? Direnişi ortaklaştırmak gerekmiyor mu? Aldığınız diplomanın sizin meslek icranız için yeterli olmaması, çalışma hayatına daha geç yaşlarda dahil olmanız ve böylelikle işsizliğin gizlenmesi, daha uzun süreler eğitim masrafı yapmanız, sertifikalandırma sistemlerine tabi olmanız gibi boyutları da içeren bir süreç bu. Üretimin parçalanması ve yeni uzmanlık alanlarının oluşması üniversitelerde de o meslek edindiren bütünsel eğitim ihtiyacının ortadan kalkmasına ve emeğin de parçalanmasına yol açıyor. Bu dönüşümde yalnızca ve yalnızca sermaye yararı dikkate alındığında, teknik üniversitelerin tenekeleşmesi riskini beraberinde getiriyor. Yani gelir getirmeyecek olan çalışma alanlarının ortadan kalkması, sosyal bilimler ve eleştirel düşünce üreten bakış açısının yok olması, araştırmalarda toplum yararının gözardı edilmemesi, eğitim ve bilimin her aşamasının metalaşması, ömür boyu öğrenme adı altında da metalaşan her paketin sertifika olarak satışa sunulması gibi yansımalara neden olacak. Üniversitelerin sermayenin ihtiyacına göre yeniden şekillendirilmesi sürecinin de bedeli, en güvencesiz üniversite çalışanlarına ödettirilmek isteniyor. İTÜ de şöyle bir deneyimimiz oldu. 13 Eylül de yaptığımız basın açıklamasından sonra işten atılan arkadaşımızın işe iadesi, yapılan usulsüzlüklere son verilmesi taleplerimizle üniversite genelinde imza kampanyası başlatmıştık. Tek tek bütün üniversite bileşenlerine yemekhaneler önünde masa açarak imzalarını toplamak için gittik. İlk desteği idari çalışanlardan, taşeron çalışanlardan gördük, bizim çalışma arkadaşlarımızdan çok daha çabuk ve tereddütsüz imzaladılar ve kampanyamıza destek verdiler. Bu anlamda yeni YÖK tasarısı için pilot bölge olarak seçilmiş olan İTÜ nün, güvencesizliğe karşı sınıf bilincinin yaşanarak öğrenildiği bir okul olduğu söylenebilir.. Bize zaman ayırdığınız için teşekkür ederiz. 19