FlKlHUSULÜ Şamil şahin Fıkıh usulü fıkıh bilgininin zihnini şer'i hükümleri, tafsili delillerden çıkarken hatadan koruyan bir bilim dalıdır. Fıkıh usulü Ashabu'l-Hilafın (mukayeseli hukuk bilginlerinin) şer'i mes'elelerde aralarında tartışırlarken kendi imamlarının mezhebierini savunmada dayanacak oldukları bir temel umdedir. Bu bilim dalı fıkıh bilgininin genel maslahata riayet ederken ve İslam teşri'ini tanırolarken yardım almak üzere başvuracağı bir araç ve araştırma karakterindedir. Fıkın usulünün yüce Allah'ın Kur'an'da ve Hz. Peygamber (s.a.v.)'in sünnetinde yer alan hükümlerini öğrenmede araç olan en önemli bilim dallarından olduğunu belirtmeliyiz. Fıkıh usulü aklın ve naklin bir arada kaynaştığı re'y'in ve şeri'atın beraberce bulunduğu bir bilim dalıdır. Bu bilim dalı hem şeri'ati ve hem de aklı birlikte göz önüne alır. Ne sadece İslam şeri'atinin kabul etmiş olduğu insan aklını esas alır, ne de insan aklının doğru bulmadığı desteklemediği kör bir taklide dayanır. ı Fıkıh usulü, terimi fıkıh ve usul olmak üzere iki kelimeden oluşan bir isim tamlamasıdır. Usul bilginleri bu isim tamlamasını alarak onu yukarıda niteliklerini vurgulamaya çalıştığımız teknik bir bilim dalına özel isim ve lakab olarak kabul etmişlerdir. Böylece bu ismin fıkıh usulü biliminde zikredilen bütün balıisieri şamil bir isim olmasını amaçlamışlardır. Bilginler fıkıh usulünü bu tamlamadaki anlamına uygun biçimde, fıkıh usulü fıkha giden yolu gösteren bir bilim dalıdır diye tanımlarlar. 1. el-gaziui, el-müstesfa, 3. -206- Buna göre fıkıh ilmi ictihad, tercih ve alıkarn bölümlerini içermez. Çünkü bu bölümler fıkıh usulünün araştırma alanına girerler. Buna karşılık fıkıh usulünü bir ilim olarak kabul eden bilginiere göre fıkıh yukarıda işaret ettiğimiz bölümleri içine alır. Çünkü onlar fıkhı şöyle tanımlarlar: Fıkıh, alıkarn istinbad etmeye ulaştıran kuralları bilme ilmidir. Kuşkusuz fıkıh ilmi bu ma'naya alınacak olursa yukardaki tanımda içerisine almadığı konuları, şimdi kapsayabilir. Fıkıh usulü ilminde eser veren yazarlar bu bilim dalını ta!ümlarlarken bazen bir isim tamlaması olan fıkıh usulü terimini gözönüne alarak, bazen de bu terimin bu bilim dalının özel lakabı olduğunu dikkate alarak tanımlamışlardır. 2 Ancak 2. Tanım; Herhangi bir ilmi öğrenmek isteyen kimseye açıklama, beyan etme ve o ilmin ma'nasının ne olduğunu ifade etme anlamına gelir. Bu nedenle usulcüler usule dair yazdıkları kitaplarının hemen başında fıkıh usulü teriminin ne anlama geldiğini açıklama ihtiyacı hissetmişlerdir. Bu nedenle fıkıh usulünü çeşitli biçimlerde tanımlamışlardır. Söz buraya gelmişken biz iki tanımı aktaralım: Fıkıh usulünün isim tamlamasının esas alınarak yapıldığı tanım: Fıkıh usulü terimi tamlayan ve tamlanandan oluşan bir isim tamlamasıdır. Şu halde fıkıh usulü teriminden maksat, fıkhın delil olma açısından delilleridir. Delil denince bunun içine icmali ve tafsili deliller girer. Bu açıdan bakılınca fıkıh usulü ilmi tercihten, ictihaddan ve alıkarndan sözetmez. Fıkıh usulünün bir de belli bir ilim
FIKIHUSÜLÜ dalının adı olması i 'tibariyle isim tamlaması göz önüne alınmaksızın yapılmış tanımı vardır. Bu tanıma göre fıkıh usulü tafslli delilleri incelememekle birlikte tercih ve ictihadı inceler. Fıkıh usulünün bir ilim dalının adı olduğu gözönüne alınarak yapılan tanımı: Bu tanımda yukarıda işaret ettiğimiz gibi fıkıh usulü ifadesi özel bir şer'i ilmin ismi olarak ele alınır. Buna göre usulcüler fıkıh usulünü tanımlamada belli başlı iki ekole ayrılırlar: Birinci ekol: Fıkıh usulü terimini belli bir ilim dalının bilinen kurallarına isim olarak verirler. Bir başka ifadeyle fıkıh usulü denildiğinde, belli bir ilim dalının içinde araştırılan külli mes'eleler kasdedilir. Bu görüşü savunan bilginlerden biri İmam Fahruddin er Razi'dir. er-razi fıkıh usulünü şöyle tarif eder: "Fıkıh usulü fıkhın icmali yollarından bu yollarla nasıl hüküm çıkarılacağından ve hükmü elde edecek olan kimsenin nasıl bir kişi olmasından sözeden bir ilim dalıdır" (el-mahsul, 1,5). İmamel-Amidi el-ihkam'ında fıkıh usulünü şöyle tarif ediyor: Fıkıh usulü fıkhın dellllerinden, bu delillerin şer'i hükümlere delalet cihetlerinden ve hüküm çıkaran müctehidin halinden tafsili olarak değil, icmali bir biçimde sözeden bilim dalıdır." el-ihkam fi Usuli'l-Ahkflm, I,4. b. İkinci ekole gelince, bu ekol fıkıh usulü teriminden fıkhın kurallarını kavramayı kastediyor. Bir başka ifadeyle, onlara göre fıkıh usulü demek fıkhın kurallarını kavrama ve delil yardımıyla onları tasdik etmeyi kastediyorlar ya da hüküm çıkarma melekesine fıkıh usulü diyorlar. -207- bilginierin arasında fıkıh usulünün tanımını yaparken İbn Hacib (H. 646) ve onun yolunda gidenlerde olduğu gibi fıkıh usulü terimini belli bir ilmin özel ismi olarak ele alıp buna öncelik veren bilginler vardır. Sadru'ş-Şeri'a ve onu izleyen bilginlerde olduğu gibi yukarıdaki yaklaşımın tam tersini izleyen alimler de mevcuttur. Her iki grubun da bu konuda kendilerine hak verdirecek haklı sebepleri vardır. Fıkıh usulü terimini belli bir ilim dalının özel ismi olarak ele alıp buna öncelik veren bilginiere göre ilmi ma'nayı göz önüne alarak ilim dallarının özel isimlerinde maksat ilmi ma'nadır ve bu maksat daha önceliklidir. O özel ismin, isim tamlaması açısından durumu basit'in mürekkebe olan durumu gibidir. Basit'in tanınıp bilinmesi mürekkebin tanınıp bilinmesinden daha önce- Hacib'in yukarıda vermiş olduğu tanımı benimseyerek fıkıh usulünü şöyle tanımlar: "Fıkıh usulü tahkiki bir biçimde kendisine ulaşılan kuralları bilme ilmidir." Sadru'ş-Şeri'a, Bu ikinci yaklaşım İbn el-hacib'in "Muhtasar"ında şu şekilde ifade olunuyor: "Fıkıh usulü şer'i ve füru'a ait hükümleri tafsili delillerinden İstinbad edip çıkarınaya yarayan kurallan bilmektir." İbn el-hacib, Muhtasaru'l-Müntehf, I, 18. Nitekim Sadru'ş-Şeri'a, İbn el Şerhu't Telvth a'le't-tavdth, I, 20. el-ensan Fevatihi'r-Rahamut'ta yukarıdaki yaklaşımı benimseyerek fıkıh usulünü şöyle tanımlar: "Fıkıh usulü fıkhi mes'eleleri delillerinden istinbad etmeye insanı ulaştıran kuralları bilme ilmidir." el-ensari, Fevfltihi'r-Rahamut, I, 14.
KUR'AN MESAJ! ilmi ARAŞTIRMALAR DERGiSi, Ağustos, Eylül, Ekim, 98, Sayı: 10, ll, 12 liklidir, derler. Bunun tersini savunan bilginiere gelince onlar da görüşlerini şöyle savunurlar. İsim tamlamasından anlaşılan anlam bizzat söylenen, ifade edilen anlamdır. Belli bir ilim dalının ismi olan lakab anlamı ise menkül anlamdır. Dış dünyada menkulden önceki ma'na menkülden daha önceliklidir. Şu halde buna öncelik verilmesi daha uygundur. Eğer lakab anlamı öncelikli olsaydı bu duruma fıklıın bir kez tanımın bir parçası olarak -tanımı bir kez de kendi başına tanıma muhtaç bağımsız bir kelime olduğu için- tamlamadaki anlamını tanımiayarak iki kez tarif edilmesi gerekirdi. Oysa isim tamlamasını esas aldığımızda böyle bir sakınca ortaya çıkmaz çünkü fıkıh bu durumda iki kez tarif edilmez. Zira isim tamlaması esas alındığında fıkıh kelimesi bağımsız bir kelime olarak zaten biliniyor. Lakab olarak tanıma geçildiğinde fıkıh kelimesi bir kez daha tanımlanmaz. Tam tersine, isim tamlamasında bağımsız bir kelime olarak verilmiş olan ma'nasına havale edilir ve bu havale işlemi de makbul ve ma'kül görülür. Fıkıh usulü teriminin isim tamlaması ve lakab olarak tanımlamasında iki yönden fark vardır: 1-Fıkıh usulü terimine lakab olarak baktığımızda karşımızda bir ilim buluruz. Bunu isim tamlaması olarak ele aldığımızda fıkıh usulü bizzat ilim değil, ilme götüren bir araç olur. 2-Fıkıh usulünü lakab olarak ele aldığımızda içinde üç unsurun bulunması şart olur. Bunlar delaletlerin bilinmesi, bunlardan nasıl yararlanılacağı ve yararlanan kişinin bir başka ifadeyle müctehidin duru-. 208- mu. Terimi isim tamlaması olarak ele aldığımızda o zaman karşımıza bilinmesi anlamı çıkar. Fıkıh usulü için yapılan ve tercilıe şayan olan tanım şudur: Fıkıh usulü şer'i hükümleri, tafsill delillerden çıkarmaya insanı ulaştıran kurallar bütünüdür. Şimdi bu tanımı ele alıp inceleyelim. Fıkıh usulü dediğimizde iki kelimeyle karşılaşıyoruz: Fıkıh ve usul. Usul Arapça'da asl kelimesinin çoğuludur. Asl sözlükte üzerine birşey bina edilen kök, temel demektir. Bu bina ediş ister herhangi bir duvarın temel üzerine, bir tavanın duvarın üzerine bina edilmesi gibi maddi olsun, isterse ma'lül'ün illet üzerine, medlül'ün delil üzerine bina edilmesi gibi akli olsun, farketmez. Sözlükte yukarıda işaret ettiğimiz anlama gelen "asi" kelimesi alimierin örfünde tercihe şayan olan, külll kaide, delil gibi başka anlamlara nakledilmiştir. Asi kelimesinin nakledildiği bütün bu anlamlar onun sözlük anlamıyla uyum göstermektedir. Asl kelimesi fıkıh kelimesiyle isim tamlaması yapıldığında yukarıda işaret ettiğimiz herhangi bir köke ve temele dayanma kavramının akli olduğunu hemen anlarız. Akli bir kavrama dayanan kimsenin onun deliline dayanmış olduğunu belirtmekte yarar görüyoruz. Fıkıh kelimesine gelince, sözlük anlamı anlamak, kavramak demektir. Nitekim Kur'an'da kelime bu sözlük anlamında kullanılmaktadır. Bir örnek olarak Hud süresinin doksan birinci ayetini buraya aktaralım: L... ~~-.s- ~ -, ';; Go :. ~: '. ç 1)\J,
FIKIHUSÜLÜ ~... J)j "Dediler ki : Ey Şuayb! Söylediklerinin çoğunu anlamıyoruz" Ayet metninde anlamıyoruz anlamında olarak kullanılan kelime "fıkh" kökünden türerne "ma nefkahu" kelimesidir. İbn Atiyye tefsirinde "fıkh" kökünün üç türlü kullanıldığını ifade ederek her kullanırnın anlamını belirtir. Buna göre "fekahe" demek o başkasını geçerek daha önce anladı demektir. "fakihe" demek anladı demektir. "fakuhe" ise fıkıh, kavrayış ve anlayış onda huy haline geldi demektir. Fıkıh kelimesinin terim anlamı: Fıkıh şer'i-ameli hükümleri tafsili delillerine dayanarak bilmek demektir. Burada "bilmek" kelimesinden kastedilen bütün alıkarnı hiç istisnasız bilmek değil, aksine onları bilme melekesidir. Bu tanım fıkıh bilgininin bazı hükümleri bilmemesi ile çelişmez. Nitekim rivayet olunur ki İmam Malik (M. 795) (r.h.) kendisine sorulan kırk sorunun otuz altısına "bilmiyor,um" şeklinde cevap vermiştir. Yukarıdaki tanımda arneli hükümler şeklinde yapılan kayıtlama i'tikadi ve ahlaki hükümleri fıkıh biliminin dışında tutmak içindir. Nitekim i'tikadi ve ahlaki hükümleri kelam ilmi ile tasavvufilmi araştırır. Kaide kelimesini ele alalım: Kaide külli (tümel) bir önermedir ki onun kapsamına giren bütün parçaların hükmü bu kılideden elde edilir. Sözgelimi "emir vücub ifade eder" dediğimizde bu bir külli önermedir ve bütün emirler için doğrudur. Emrin vücı1b ifade ettiğini şu ayet-i kerimeden anlıyoruz: -209- \~\) J.ıı 1~1 ı_;:.t~.jı ~~ ~ ~ ~... c~ ;.\lt ~Jf) :.ı;.) "Ey iman ede'nlert' Allah'a itaat edin, peygambere ve sizden olan ulü'l-emr'e (idarecilere) de ita'at edin.,,s Bu ayeti okuyan müctehid okuduktan sonra kendi kendine bu bir emirdir, her emir vücı1b ifade eder şu halde bu emir de vücı1b ifade ediyor: Şu halde Allah'a, onun peygamberine ve bizden olan idarecilere ita'at etmek vacibdir diyerek sonuca gider. Kaide, kaziyye, asl, dabıd, kanun hep aynı ma'nadadır. Ahkam'a gelince, alıkarn kelimesiyle burada mükelleflerin fiillerine dair ilahi hi ta bın eseri kastedilir. Farz, vacib, nedb, ibahe, kerahet, haramlık: Bunların fiilierine ilişkin şer'i hükümlerdendir. Herhangi bir sözleşmenin sahih veya batıl ya da fasid veya nafiz veya mevkı1f ya da lazım veya gayr-i lazım olması muamelat alanında cari olan şer'i hükümlerdendir. Yüce Allah'ın mükellefe namaz kılınayı ve zekat vermeyi emretmesi buna örnektir. Şu halde yüce Allah'ın bu hitabının eseri namaz ve zekattan her birinin farz olmasıdır. İşte bu farziyyet bir hükümdür. 4 İmam Şafi'i'ye (H. 204) göre hüküm Şari'in hitabının eseri değil, bizzat hitabın kendisidir. İmamlar arasındaki bu ihtilafın netice ve amel bakımından herhangi bir etkisi yoktur. Alıkamın "şer'i ahkam" şeklinde kayıtlanması hissi ve akli hükümlerin bunların dışında tutulması içindir. Mesela "ateş yakıcıdır" dediğimizde 3. Nisa, 4/59. 4. ez-zerkeşi, el-bahru'l-muhft, I, 17.
KUR'AN MESAJI İLMİ ARAŞTIRMALAR DERGİSİ, AğUstos, Eylül, Ekim, 98, Sayı: 10, ll, 12 bu bir hissi hükümdür. "Alem hadistir yani sonradan olmadır" dediğimizde bu da akli bir hükümdür. Hiss ve akli hükümlerin usul ilmiyle ilişkisi yoktur ama "namaz farz dır", "adam öldürmek haramdır" dediğimizde, bunlar birer şer'i hükümdür. Edille kavramına gelirsek, edille, delfl kelimesinin çoğuludur. Delil üzerinde sahih ve doğru bir bi cim d~ düşünüldüğünde insanı bir hükme götüren unsurdur diye tarif edilir. Sözgelimi yüce Allah Kur'an-ı Kerim'inde ~.. J /~~;.~ :2\ıı Jl~ "Muhakkak ki Allah adaleti... emreder." 5 buyurmaktadır. ve yine Kur'an'da: ~- 'J~'l)... ~ ((Sınırı aşmayın. " 6 buyurmaktadır. Birinci ayete bakıp üzerinde düşündüğümüzde, bu bakış bizi adaletli olmanın farz olduğu kana'atine, ikinci ayete baktığımızda ise zulmün haram olduğu kanı1'atine götürüyor. Edille kelimesinin "tafslli" şek-. linde nitelenmesi icmali delilleri hüküm dışında tutmak içindir. Tafsili delillerden maksat, her bir hüküm için muayyen ve özel olan delildir. Sözgelimi namazın farz oluşunun Kur'an'da yer alan "akimu's-salate=namazı tam kılın" 7 emrinden çıkarılması gibi. Burada işaret ettiğimiz delillerde olduğu gibi tafsili, şer'i alıkarnı çıkarmaya bizi ulaştıran kurallar bütününe "fıkıh usulü" denir. Tafsili dellllerden elde edilen şer'i-ameli 5. Nahl, 16/90. 6. Maide, 5/87. 7. Bakara, 2/43. -210- hükümleri bilmeye ise "fıkıh" adı verilir. 8 Mezhebierin yerleşmesinden sonra fakihler fıkıh usulünü iki yönde geliştirmişlerdir: 1-Mütekellimin'in veya Şafi'i'lerin Metodu: N az ari olarak ve her 'ıangi bir mezheb füru'unun etkisindl; kalmaksızın yapılan çalışmalar: Buna Şafi'i'lerin veya mütekellimlerin metodu denilir. Bu metod daha çok "Şafi'i metodu" olarak bilinir. çünkü bu işaret ettiğimiz metodu ilk izleyen kişi İmam Şafi'i olmuştur. Şafi'i'ler bu konuda diğer alimlerden önce. ~ser veren bilginlerdir. Yukarıda işaret ettiğimiz üzere bu metoda aynı zamanda mütekellimlerin metodu da denilir çünkü mütekellimler, fıkıh usulü çalışmalarında kelam ilminde uygulanmış oldukları etüd ve çalışma prensiplerinden yararlanmışlardır. Zira bu metoda göre eser veren yazarların çoğunluğu kelam bilginleri ve bizzat Mu'tezile alimleri idiler. Bu metodu izleyerek eser veren yazarlar nazari ve mantıki bir yöne yönelmişlerdir. Dolayısıyla onların çalışmalarında nazari varsayımlar çoktur. Bundan dolayı onlar "fıkıh usulü mes'elelerini fıkıhtan soyutlamışlar ve mümkün mertebe akli 8. el-amidi, I, 5-6; er-razi, el-mahsul, I, 78-81; el-karafi, Nefaisu'l-Usul, I, 13-15; Muhtasar İbn el-hacib, X,2; et-telvih 'ale't-tavdih, I, 13; İbn Melek, Şerhu'l-Menar, I, 22-24; Molla Hüsrev, MirkCıtul-V usul, 1-2; İrşadu'l-Fuhul, 3; el-ensari, Şerhu Müsellemü's-Sübut, I, 8; Muhammed Ebı1'n-Nı1r, Usulü'l-Fıkh, 1,7-19; Ali Hasbullah, Usulü't-Teşri'i'l-İslami, ll; Şa'ban İsmail, Usulü'l-Fıkh, 13-19.
FIKIHUSÜLÜ istidlale yani akıl yürütmeye yönelmişlerdir. Akıl yürütme metodu onların seçtikleri metodun bir gereği ve meşgul oldukları ilim dalının birinci özelliği oluyordu." 9 2-Hanefilerin veya fukahanın metodu: Bu ikinci metod Hanefilerin metodu olarak bilinir. Çünkü Hanefi fıkıh bilginleri bu metoda dayanarak kitap yazmayı benimsemişlerdir. Bu metod yukarıdaki başlıktan da anlaşılacağı üzere fukaha metodu olarak da bilinir. Hanefi alimleri b1,1 metodu izlemişlerdir. Çünkü önce geçen Hanefi imamları -İmam Şafi'i'nin öğrencilerine bıraktığı. gibi- belli bir kitapta toplanmış kılideler bırakmamıştır. Hanefi imamlarının öğrencilerine bıraktıkları füru 1 u çalışmalanndan ve değişik konulardaki bir çok fıkıh mesailinden ibarettir. Bazı kurallar ise bu füru'u çalışmalarının içerisine serpiştirilmiş vaziyettedir. Bundan dolayı Hanefi alimleri üstadlarından kendilerine nakledilen bu füru'u çalışmalara yönelmişler, bunların arasında birbirine benzer olanları bir araya getirip bunlardan gerekli kılideleri ve kuralları elde etmişlerdir. Böylece onlar buldukları kılideleri ve dabıtaları mezheplerinin usulü haline getirip bu kurallar vasıtasıyla imamlarından naklonulup gelen füru-u fıkıh çalışmalarını desteklerneyi ve cedel, münazara durumunda kendilerine bir silah olarak 10 kullanmayı amaçlamışlardır. 1 L_ 1 9. İbn Haldun, Mukaddime, 359. -211-10. Zekiyyuddin Şa'ban, u.. ulü'l-fıkhi'l İslami, 17.