Taksim'den Harbiye'ye seslenmek (3 Haziran)

Benzer belgeler
Cumhuriyet Halk Partisi

Türkçe Ulusal Derlemi Sözcük Sıklıkları (ilk 1000)

BAŞKAN DAN. Prof. Dr. Yasin AKTAY

Cumhuriyet Halk Partisi

ACR Group. NEDEN? neden?

TMMOB Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği 41. DÖNEMDE RESİMLERLE TMMOB

16 ŞUBAT 2011 CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ ÇETİN SOYSAL IN DİNLEMELERLE İLGİLİ BASIN AÇIKLAMASI

ÖMER GÜNEY CHP MENEMEN BELEDİYE BAŞKAN A.ADAYI

Demokrasi ve Sivil Toplum (SBK256)

Cumhuriyet Halk Partisi

Aç l fl Vural Öger Çok değerli misafirler, Konrad-Adenauer vakfının 23 senedir yapmış olduğu bu gazetecilik seminerinde son senesinde bizim de k

Başbakan Yıldırım, Ankara Sincan da halka hitap etti

KKTC SİYASİ ARAŞTIRMA RAPORU

CHP Yalıkavak Temsilciliğinin düzenlediği Kahvaltıda Birlik ve Beraberlik Mesajı

Fransa da ki saldırıya Bodrumdan tepki

Yenilenen Geçici Hayvan Bakım Merkezi açıldı

Avrupalı liderler baskıcı, Türk liderler ise dostane

YÖNETİŞİM NEDİR? Yönetişim en basit ve en kısa tanımıyla; resmî ve özel kuruluşlarda idari, ekonomik, politik otoritenin ortak kullanımıdır.

SİVİL TOPLUM ÖRGÜTLERİ VE STRATEJİK İLETİŞİM PLANLAMASI

TÜRKİYE DE KADINLARIN SİYASAL HAYATA KATILIM MÜCADELESİ VE POZİTİF AYRIMCILIK

SADETTİN ÖKTEN İÇİMDE AVM VAR!

GÖKYÜZÜNDE KISA FİLM SENARYOSU

BAŞBAKAN YARDIMCISI HAKAN ÇAVUŞOĞLU, BATI TRAKYALI GENÇLERLE YTB DE BULUŞTU Cuma, 13 Nisan :47

Kamu Yönetimi Bölümü Ders Tanımları

NEWSLETTER 12 TEMMUZ 2016 MİLLİ MEDYA KURULUŞLARINDA TEMİZLİK BAŞLIYOR!

Türkiye küçük Millet Meclisleri Haziran 2013 O.P. Raporu

Polis Taksim Meydanı'na girdi

BURSA KENT KONSEYİ BURSA BÜYÜKŞEHİR BELEDİYESİ NİN KATKILARIYLA

NEWSLETTER 24 TEMMUZ 2016 DARBE BİTTİ Mİ? SIRADA NE VAR?

TMMOB TEMSİLCİLERİNE AÇILAN DAVALAR

İstanbul Ticaret Üniversitesi ile Kadın ve Demokrasi Derneği ve Marmara Belediyeler Birliği Yerel Yönetimler Sertifika Programı

Mevzuat Değişikliklerinin Meslek Alanımıza ve Odamıza Yansıması

Kadına Yönelik Şiddet

MARUF VAKFI İSLAM EKONOMİSİ ENSTİTÜSÜ AÇILDI

Türkiye Odalar ve Borsalar Birliğinin Arabuluculuk Kanunu Tasarısı Hakkındaki Görüşü - Arabulucu.com

15 TEMMUZ DARBE GİRİŞİMİNE AZERBAYCAN DAN BAKIŞ

KADIN DOSTU KENTLER - 2

Her şeyi rant olarak gören AKP iktidarı ile onun yerel temsilcilerinin kentte, çevreye, doğaya karşı işledikleri suçların ardı arkası gelmiyor.

hemşehri hukuku: Hemşehri hukuku: Herkes ikamet ettiği beldenin hemşehrisidir. Hemşehrilerin, belediye karar ve hizmetlerine katılma, belediye faaliye

SİYASET BİLİMİ VE ULUSLARARASI İLİŞKİLER DOKTORA PROGRAMI DERS İÇERİKLERİ ZORUNLU DERSLER. Modern Siyaset Teorisi

SEDA ÜREN KURUMSAL


AĞUSTOS 2015 GÜNDEM ARAŞTIRMASI NA DAİR

T.C. ONDOKUZ MAYIS ÜNİVERSİTESİ SENATO KARARI KARAR TARİHİ TOPLANTI SAYISI KARAR SAYISI /

Kasım 2013 FAALİYET RAPORU. Prof. Dr. Aytuğ ATICI Mersin Milletvekili

SAĞLIKLI ŞEHİR HAREKETİ KADIN ÇALIŞMALARI Kasım Eylül 2011

SURİYE, IŞİD VE ASKERİ OPERASYONLA İLGİLİ SEÇMEN DÜŞÜNCELERİ

Gezi Parkı Araştırması. GEZİ PARKI ARAŞTIRMASI Kimler, neden oradalar ve ne istiyorlar?

11 EYLÜL SALDIRISI VE YENİ DÜNYA: SOĞUK BARIŞ DÖNEMİ

Demokrasi Nöbeti Araştırması

MetroPOLL Stratejik ve Sosyal Araştırmalar Merkezi A.Ş. Cinnah Caddesi No: 67/ Çankaya/ANKARA Tel: (312) Faks: (312)

Haziran 25. Medya ve Güven. Gündem. Tüm hakları gizlidir.

Sivil Toplum Geliştirme Merkezi KATILIMCI DEMOKRASİDE YEREL YÖNETİM-STK İŞBİRLİĞİ 1. TOPLANTI

Cezayir'den yükselen bir ses: Yalnızca İslam hükmedecek!

Hava-İş: İşten atılanlar işe alınana kadar mücadeleyi bırakmayacağız!

( 25 ŞUBAT - 2 MART 2017 )

TÜRKİYE NİN NABZI AĞUSTOS 2015 ERKEN SEÇİM ÖNCESİ SİYASAL DURUM DEĞERLENDİRMESİ

Yerel Yönetim Vizyonu. Emin Dedeoğlu , Eskişehir

EKİM 2014 KAHRAMANMARAŞ SELİM IŞIK

Bu araştırma, 24 Haziran 2018 de yapılacak Cumhurbaşkanlığı ve Milletvekili seçimlerinde seçmenin oy tercihlerini tahmin etmenin yanı sıra seçmenin

İş Yerinde Ruh Sağlığı

IŞIKFX Uluslararası Piyasalar Departmanı Günlük Yorum

: İstanbul Barosu Başkanlığı

Merakla Beklenen Anket Sonuçları Açıklandı

Türkiye nin Milli Güvenliği: Güncel Durum ve Gelecek

5-Element Eğitim ve Danışmanlık EĞİTİM KATALOĞU

İSTANBUL AYDIN ÜNİVERSİTESİ SİYASET AKADEMİSİ ANKARA TÜRKİYE NİN DEMOKRATİKLEŞME SINAVINI DERİNLEMESİNE TARTIŞTI!

Türkiye küçük Millet Meclisleri MAYIS 2018 Ortak Payda Raporu

İSTANBUL AYDIN ÜNİVERSİTESİ SİYASET AKADEMİSİ ANKARA TÜRKİYE DEKİ İFADE ÖZGÜRLÜĞÜNÜ VE STK LARIN DURUMUNU TARTIŞTI!

OKULLAR YENİ YAŞAM ALANLARIMIZ

Eşsiz Bodrum Tanıtım TIR ı Zonguldak ta

Başbakan Yıldırım, 25. İstişare ve Değerlendirme Toplantısı sonrası basın çadırını ziyaret etti

Devrim Öncesinde Yemen

2010 YILINA DAMGASINI VURAN OLAYLAR. Avrupa Birliği ve Avrupa Birliği ne giriş süreci. Terör olayları. Türkiye-İsrail krizi

Çarşamba İzmir Gündemi

Takdim. Bu, Türkiye nüfusu göz önüne alındığından her 90 kişiden birinin aday olması anlamına geliyor (TV, Haberleri, ).

Milli Eğitim Bakanlığı Eğitim Öğretim Yılı Yabancı Dil ve Pilot Okul Çalışmaları by İngilizce Öğretmeni Sefa Sezer İnönü Üniversitesi Siirt Üniversitesi Fırat Üniversitesi Ardahan Üniversitesi

Vatandaşlar koalisyonun kurulmamasından MHP yi sorumlu tutuyor. Marpoll Kamuoyu Araştırma Şirketi, Ağustos ayı gündem araştırma sonuçlarını açıkladı.

Emeğin İktidarını Birlikte Kuracağız

Hatta Kant'ın felsefesinin ismine "asif philosopy/mış gibi felsefe" deniyor. Genel ahlak kuralları yok ancak onlar var"mış gibi" hareket edeceksin.

Biz yeni anayasa diyoruz

SİYASET NEDİR? İnsan yaratılışı gereği sosyal bir varlıktır. İnsanlar eşit yaratılmamışlardır. SİYASET NEDİR?

Nasuh Mitap ı Ankara dan tanırım. Kendisi hakkında bir şey yazmayacağım.

CHP İLÇE BAŞKANI RECAİ SEYMEN TEKRAR ADAY

Çalışanlar sosyal medyayı nasıl kullanmalı?

18. bölüm. basında bursa il koordinasyon kurulu

ESP/SOSYALİST KADIN MECLİSLERİ

Nedim Şener'den belgelerle Fetullah Gülen kitabı

Halk devriminin düşmanları: diktatör rejim ve karşıdevrimci gerici güçler

Sosyoloji. Konular ve Sorunlar

3 Kasım 2002 Seçimlerine Doğru: Senaryolar ve Alternatifler...

BABA NERDESİN KAYBOLDUM

1999 dan 2007 ye Seçmen Tercihleri ve Değişim

İşten Atılan Asil Çelik İşçilerinin okuduğu basın açıklaması: 15/03/2012

Türkiye küçük Millet Meclisleri Nisan 2011 Raporu Libya ya Uluslararası Müdahale ve Türkiye

TÜRKİYE TİPİ BAŞLANLIK SİSTEMİ MODEL ÖNERİSİ. 1. Başkanlık Sistemi Tartışmasının Temel Gerekçeleri

Müdafaa-i Hukuk Hareketi bu hakları savunmak ve geliştirmek için kurulmuştur.

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI SAYIN ÖMER DİNÇER İÇİN DEMOKRATİK VATANDAŞLIK VE İNSAN HAKLARI EĞİTİMİ PROJESİNİN AÇILIŞ KONFERANSI KONUŞMA METNİ TASLAĞI

DEMOKRATİKLEŞME PAKETİ

Transkript:

Taksim'den Harbiye'ye seslenmek (3 Haziran) İnsanların yaşadıkları şehirlerin yönetimine katılması, demokrasinin en temel düzeyidir. O yüzden demokrasi, esas itibariyle, yerelde başlayan, yerelde kendini kanıtlayabilen bir süreç. Yerel düzeyde ise insanların ilk ilgilenmeleri beklenen yaşadıkları şehrin düzenlenmesi, geleceğinin planlanmasıdır. Ancak burada demokrasi ile şehrin planlanması arasındaki ilişki demokrasi lehine kurulduğunda yönetilmesi en zor işlerden biri haline geliyor. Çünkü halkın sürece katılımı konusunda ilkesel tutumlar alınmadığında şehirde bir planlamanın yapılması da pek mümkün olmuyor. O yüzden İbn Haldun, şehrin planlamasında güçlü ve yönetici devlet iradesinin önemi üzerine tarihten örneklerle sayfalar dolusu tahlil yazar. Türkiye'nin yerel siyasetinin çoğu kez en büyük handikapı da zaten vatandaşla gereğinden fazla yüzgöz olmaktan ve vatandaşın taleplerine karşı başta alınan ilkesel kararlardan çok kolay tavizler verebiliyor olmasıdır. Gecekondusu diken insanlar, demokrasi sürecinin içinde buldukları kanallarla hemen değilse bile kısa süre içinde şehre dayattıkları fiili durumu kanuni hale getirmenin yolunu buluyorlar. Sadece ekonomik düzeyi gecekondu sakinleri düzeyinde olanlar değil, sermaye sahipleri de yine siyaset ile ilişkilerini kolaylıkla şehrin planlamasına nüfuz etmenin, onu kendi istekleri doğrultusunda belirlemenin bir yolu olarak kurarlar. O yüzden demokrasi ile şehir planlaması arasındaki denge baştan gerilimli bir alandır. Popülizm kolaylıkla demokratik bir tutum kılığına girerek çıkabilir karşınıza. Avrupa ve Amerika şehirlerinde yerel yönetimlerin ne kadar güçlü olduğu konusundaki efsanelere isteyen istediği gibi inansın. Orada belirlenmiş son derece katı kurallar ve şehir planlaması içinde verilmiş kararlar hilafına bir çivi çakmaya müsaade edilmiyor. Bu alabildiğine katı kararlar belki sonuçta herkesin faydasına inandığı ve güvendiği bir konsensusla tamamlanıyor, ama ilk konulduğunda veya uygulandığında demokratik prosedürlerin izlendiğini kimse zannetmesin. Duvarın yıkılmasından sonra Berlin yeni baştan dizayn edildi. Bir sürü ağaç kesildi, bir sürü bina yıkıldı. Bugün Berlin'i ziyaret edenler, özellikle şehir merkezinde yirmi yıl önceki Berlin'den eser bulamazlar. Eski Berlin şehir merkezinin yerinde kurulan yeni binalar postmodern mimari söylemlerinin yoğun eleştirilerine de maruz kalıyor. Üstelik eleştirilerin bir kısmı bu konuda Berlin sekinlerinin yaşadıkları şehrin altının üstüne getirilmesine sadece seyirci kılındıkları, bu süreçte hiç bir tasarrufa sahip kılınmamaları da yatıyor. Sadece Berlin mi? Avrupa'nın bütün şehirleri biraz da İbn Haldun'un analizini doğrular şekilde gelişiyor. Yine de şehrin hem bütün sakinlerinin 'ortak iyi' sini gözeten, hem de bunu o sakinlerle Mümtazer Türköne'nin dikkat çektiği gibi maksimum bir 'yönetişim' içinde yürütmesi yeni demokrasi düzeyinin en önemli ifadesidir. Bu konuda gerek yeşil alanların çoğaltılması, ağaçlandırma gerekse de tarihi mekanların restorasyonu ve şehre kimlik katacak şekilde hayata kazandırılması kentsel dönüşüm kapsamında AK Parti belediyeciliğinin bir marka haline gelmiş olduğunu gözardı etmek büyük haksızlık. Bugün İstanbul başta olmak üzere Anadolu'nun bütün şehirleri gerçek anlamda bir şehircilik devrimi yaşıyor. Daha önce bu konuda bir sürü yazı yazdığımı hatırlıyorum. Bugün Konya, Gaziantep, Malatya, Kayseri, Ankara, Tokat, Niğde, Van, Çorum, Trabzon, Sivas, Erzurum, Eskişehir (Odunpazarı) ve sayamadığım daha bir çok şehir, tarih, modernlik ve yeşil alanın gerçek anlamda şehrin yapısına bütün ihtişamıyla geri döndüğü son derece başarılı örnekler. Eleştirilen, eleştirilebilecek yanları yok mu? Elbette ki var, nitekim bu eleştirilerin asıl büyük ve belirleyici etkisi bir sonraki yerel seçimlerde kendini hemen gösteriyor.

Taksim'deki Gezi Parkı konusunda İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin Meclis kararıyla geçmiş olan ve son seçimlerde AK Parti'nin halkla paylaştığı Taksim meydanı projesi bilinmeyen bir proje değil. Bu proje tamamlandığında Taksim'de sökülen ağaçların sadece yerleri değişmiş, ilaveten daha fazla ağacı da ihtiva edeceği de proje münderecatında ye alıyor. Buna rağmen konu, takdir edilmesi gerekir ki, son derece başarılı ama alabildiğine haksız bir biçimde 'ağaç kesme ve AVM dikme' olarak lanse edilebildi. Böyle lanse edilmesi bugün bilgisine daha net sahip olduğumuz projeye bakıldığında tam bir iftira, çarpıtma. Yine de bu, koparılan yaygaraya ikna olup Taksim'e koşan herkesi töhmet altında bırakmayı gerektiren bir şey değil. Hatta ağaç kesip AVM dikmeye karşı toplumda bir hassasiyetin var olmasına dair büyük sevinç de duymak lazım. Yeşilin korunmasına ve yaşadığı şehre sahip çıkma konusunda toplumda var olan bu hassasiyetten, emin olun bu ülkeye zarar gelmez. Bu hassasiyet, toplumun hayatiyetinin önemli bir işaretidir ve saygıdan başka hiç bir şeyi hak etmiyor, velev ki, bu kitleler birileri tarafından başarılı bir propaganda faaliyeti ile kandırılmış bile olsa. Bu propagandaya karşı yapılacak şey aslında basitti. Bu cazgır propagandadan çok daha etkili olacak mantıklı, güçlü ama mutlaka soğukkanlı bir tanıtım faaliyeti acilen devreye sokulmalıydı. Taksim alan projesine baktığımızda savunulmayacak bir proje olmadığını görebiliyoruz. Gerçekten de, hem yayalaştırma gibi modern kent değerleri açısından üst sırada yer alan bir düzenleme var, hem de şehrin tarihsel ve kültürel dokusunun çok daha iyi işleneceği bir mimari hem de bittiğinde yeşilin daha fazla yer aldığı bir düzenleme. Saklanmasını gerektirecek bir proje değil, saklanmıyor da, ama yeterince anlatılmıyor. Daha doğrusu mevzu açılmışken polisin sert müdahalesi ve biber gazları üzerinden anlatılıyor. Bu anlatım biçiminin nasılsa ikna edici olduğu hiç bir yerde görülmemiştir, burada da görülmemesi, tam aksi tesir yapmış olması şaşırtıcı değildir. Bu olaydan çıkarılacak çok ders var tabii. Yerim kalmadı ama şunu da söylemeden geçmeyeyim. Siyasette müzakere talebinin biraz altı kazındığında nasıl altındaki husumetleri açığa çıkardığı bu olay vesilesiyle çok net görüldü. Demokrat, tarafsız, hakkaniyetli gibi görünen birçok gazetecinin, sanatçının, ilerleyen saatlerde bile yangına körükle giden, olayı kışkırtan tavırlarının ağaç hassasiyetiyle veya hükümetin otoriterliğiyle hiç ilgisinin olmadığı çok açık. Onlar bu olay vesilesiyle Taksim'den Tahrir'e yol aradılar. Oysa Taksim'den bu yürüyüşle Tahrir'e değil Harbiye'ye gidilir, o yol da artık kapalı. Kaynak:http://yenisafak.com.tr/yazarlar/YasinAktay/taksimden-harbiyeye-seslenmek/37979

Gezi'de yeni olan ne? (9 Haziran) Gezi Parkı eylemleri, üzerinde epeyce konuşulacak, anlaşılmayı bekleyen yeni bir sosyal fenomen, bunda hiç kuşku yok. Sadece yeni kuşakların, 90 kuşağının önplana çıktığı veya çıkarıldığı yeni sosyoloji veya yeni kültürel ve siyasal söylem açısından değil. Kuşkusuz bu hiçbir şekilde ihmal edilmemesi gereken bir boyut. Türkiye'de yeni yetişen nesillerin sosyolojik farklılığı, ürettiği veya içinde yetiştiği yeni kültürler ilk defa bu olayla birlikte fark ediliyor değil. Esasen doksanlı yıllarda doğup 2000'li yıllarda gençliklerini yaşamakta olan nesillerin klasik sosyolojik yaklaşımları acze düşürecek, yeni açıklama çerçevelerini üretmeye zorlayacak bir çeşitlilikte olduğu çok önceden de söylenip duruluyordu. 2002 Genel seçimlerinde, Cem Uzan'ın dillere destan kampanyasıyla, eski kuşaklara boş, kime hoş geldiği meçhul söylemleriyle yüzde 7'yi alarak barajı zorladığı hadise de yepyeni bir hadiseydi ve hala izahı tam olarak yapılabilmiş değil. Üstelik o seçimlerde oy vermiş kuşaklar daha interneti doğru dürüst kullanıyor da değildi. Daha sonra 2007 tarihinde bir toplumsal hareket olarak 'tehlikenin farkında olanlar' seferberliğine koşan bir kuşak geldi. O kuşak için yapılan yorumları bugün açıp okuyun, bugün Gezi hareketi için söylenen sözlerle şaşırtıcı bir paralellik bulursunuz. O da, bir dizi sosyolog, köşe yazarı, siyaset bilimci için çok ama çok yeni bir hareket idi. Gelişen orta sınıfın yaşam tarzlarını korumak adına baskıcı iktidara karşı bir özgürleşme ayaklanmasıydı. Oysa o harekete katılanlar kendileri için bir hak ve özgürlük talep etmiyor, aksine başkalarının özgürlüğünün kısıtlanmasını istiyordu. Bu açıdan gerçekten belki de yeni sayılabilirdi. Ama o hareketin de yeni yanları kadar alabildiğine eski yanları istenseydi pekala önplana çıkarılabilirdi. O takdirde gökkubbe altında yeni bir şeyin olmadığı gerçeğini herkes daha kolay görürdü. Orduyu göreve çağıran ve çevrenin merkeze yürüyüşüne türlü nedenlerle direnmenin sembolü hareketler her dönem olmuştur. Her dönemde bu tür hareketlere benzer akademik, estetik, sosyolojik güzellemeler eksik olmuyor, tıpkı bugünün bu hareketinin envai çeşit güzellemesinin yapılıyor olduğu gibi. Peki, yeni hiçbir şey yok mu? Olmaz olur mu? Her hareket, her olay, kendi çapında, kendi bağlamında biriciktir. Kuşkusuz her olayın kendi hakkını ayrıca vermek gerekiyor. Bugün ortaya çıkan hareketliliğin başladığı yer nedir? Hangi aşamalarda hangi bileşenlerle eklemleniyor ve nereye doğru evriliyor? Ortaya bir dizi boyutu, veçhesi olan bir sosyal fenomen çıkıyor. Bunu hiç kimse tek bir analize, tek bir değerlendirmeye indirgeyemez. Taksim eylemcilerinin söylemsel anlamda, bir araya getirebildiği kesimler ve dayandığı yeni sosyal ilişkiler anlamında bir özgünlüğü olduğu muhakkak. Ancak sözkonusu olan gerçekten sadece Taksim Gezi Parkı'ndaki oluşumsa. Herkes biliyor ki, o hareketin Taksim dışına yansıması ile bağı giderek kopmaya yüz tutmuş durumda. Bu harekete dair yapılan güzellemelerin sahiplerinin büyük çoğunluğu daha önceki sahnelerden tanıdığımız oyuncular. 'Yok yok bunlar çok farklı' diyenlerin 6 sene önceki Cumhuriyet mitingleri için de aynı tahlilleri yaptıklarını hatırlıyoruz. O mitinglere katılanlar üzerine yapılan bütün sosyal ve sınıfsal analizlerin hepsi, adeta topyekûn bir halk ayaklanmasının olduğunu müjdeliyordu. Oysa sonradan ortaya konulan sandıktan bambaşka bir halk çıkmıştı. Nerede kalmıştı o orta sınıflar, gençler, kadınlar? Demek ki, burada yetişen böyle bir gençlik varsa da, buraya gelmeyen, başka yerde gezinen, bambaşka hislere sahip, üstelik aynı iletişim araçlarına açık, aynı medya dünyasına şahit, aynı

kültürü teneffüs eden başka bir gençlik de var. Taksim'de günlerdir toplumun, özellikle yeni nesillerinin adeta topyekûn değişmiş olduğunu, adeta yeniden formatlanmış olduğunu anlatan tahliller, önceden hiçbir hazırlık olmaksızın sadece 1-2 saat içinde organize olup Başbakan Erdoğan'ı havaalanında gecenin saat 2'sinde karşılamaya giden gençler için ne der acaba? Bu karşılama hangi duygusal, anlamsal, kültürel dinamiklerin bir tezahürü olabilir. Twitter ise onlar da en alasından kullanıyor, espriyse onlarda da var. Demek ki yeni gençliğin analizini yaparken, öyle bir örneklem alıp bu örneklemi bir siyasal kampın içine hapsetmek siyasal analiz değilmiş. Bu tür açıklamalar olup biteni daha önce defalarca ıskaladığı gibi yeniden ıskalamaya adaydır. Bu bile tek çözümleme yolu değil. Farklı açılardan da bakılabilir. Ancak bu eylem biçiminin incelenmeyi hak eden başka bir özgün boyutu da örgütlenme biçimi. Kabul etmek gerekiyor ki, hareketin bir aşamasında, hareketi kontrol edenlerin ürettiği müthiş sosyal baskılar kıyıda kenarda kalmış birçok kişiyi hareketin içine kattı. Akademisyenler arasında, sanatçılar arasında, gazeteciler, televizyonlar arasında ayrı ayrı bu sürece katılım konusunda açık baskıların uygulandığı görüldü. Hani şu, birilerinin mahalle baskısı dediği türden baskılar. Olayın dışında kalana deli, hain, gerici, yobaz muamelesinin yapılmasıyla başlayan, daha ötelere biraz pasif davrananların bile alabildiğine itibarsızlaştırılmaya çalışmasına uzanan bir baskı. Bu baskı, gücünü nereden alıyor? Bu başlı başına irdelenmesi gereken bir husus, ama bu konuya girmek için yerimiz kalmadı. Belki sonra devam ederiz. Kaynak:http://yenisafak.com.tr/yazarlar/YasinAktay/gezide-yeni-olan-ne/38062

Solun beklediği Mesih Taksim'de mi gelecek? (10 Haziran) Gezi Parkı eylemcilerinin taleplerini Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç'a ileten Taksim Dayanışma Platformu temsilcilerinin ilettikleri talepler listesi aslında hem bütün eylemlerin altındaki asıl niyeti ortaya çıkardı hem de o talepler listesinin açıklanması eylemlerin toplumsal karşılığıyla ilgili bütün havayı değiştirdi. Kanal İstanbul'dan 3. Köprü ve 3. Havaalanı'nın yapılmasına karşı muhalefetin ifade edildiği beyanatlar Gezi Parkı eylem sözcülerinin kendileri adına veya çevre adına değil iç ve dış çıkar çevreleri adına hareket ettikleriyle ilgili belgeyi de ele vermiş oldular. Çevreci hareketlerin alışıldık trajedisi de dünyanın her tarafında bu mudur? Yeşili korumak adına nükleer santrallere karşı çıkanların sonradan petrol lobileriyle irtibatları açığa çıkmamış mıydı? Gerçi o kadar saf olmayacaktık değil mi? Bu hareketin çevre duyarlılığı ile bir ilgisinin kalmış olduğuna inanan sanırım kalmamıştır. Buna rağmen başbakanın ısrarla samimi olarak çevre duyarlılığı ile harekete geçmiş olan, bu eylemlere bu havayla katılmış olanlar ile bu eylemleri bir operasyon gibi değerlendirenler arasında bir ayırım yapıyor olduğunu görmek gerekiyor. Üç gündür her zeminde yaptığı konuşmalarda bu ayırıma da bir meydan okuma tonunda gidiyor. Türkiye'de Başbakan Erdoğan'a çevrecilik konusunda ders verebilecek, ona birşeyler öğretebilecek bir babayiğit yoktur. Esasen bu alanda başbakanla yarışa girmeye kalkışan herkes kaybetmeye mahkumdur. Geçmişinde tam bir çevre katliamı olan ve bugün büyük bir yüzsüzlükle Gezi Parkı eylemlerine destekte önplanda olan sermaye çevrelerine karşı geçmişte verdiği ormanları koruma mücadelesi siyasi kariyerindeki en parlak sayfalardan. O yüzden başbakanın bu olayda çevre düşmanı gibi yansıtılmasına isyanı var ve 'varsa gerçekten bu iddialara ikna olmuş samimi insanlar, gelsinler benimle konuşsunlar, beraber çalışmayı vaad ediyorum' diyor. 'Demokratik taleplere, ifade özgürlüğüne can kurban' diyor, ama bu olayların kimler tarafından nasıl kullanıldığı hususunda da çok emin ve bundan sonra atacağı adımların bu ayırıma dayanacağını söyleyebiliriz. Stratejik Düşünce Enstitüsü'nde konuyla ilgili çalıştayda Siyaset Bilimci Doç. Dr. Kudret Bülbül bu ayırımı 'Taksim'le müzakere, şiddetle ve lobilerle mücadele' şeklinde özetledi. Taksim demişken, burada giderek kristalleşmeye doğru giden katılımcılar üzerinden yapılan profillemeler veya sosyolojik çıkarımlara tekrar dönelim. Birincisi, bu harekette tezahür ettiği söylenen 'yeni bir gençlik' nedir, özellikleri gerçekten ne kadar özgün? Türkiye'de vatandaş profili ilk defa bu gençlik biçimiyle mi ortada? Bütün bu soruların her biri uzun akademik makale veya tez konusu olacak mahiyette. Ancak daha önce de söylediğim gibi bu eylemlere büyük umut bağlamış, onları büyük bir değişimin müjdecisi gibi görmeye çalışanları hayal kırıklığına uğratmak istemem ama bu konuda yaptıkları analizlerin hepsi wishful thinking cinsinden, yani temenni kabilinden tahliller. Yani bu eylemci profilinin ne olduğuyla ilgili gerçeklerden ziyade bu tahlillerden, tahlilleri yapanların psikolojisi, anlam dünyası ve gelecek tasarımları anlaşılabilir. Bu tahlillere bakarak bu gençler anlaşılamaz. Neymiş, bu gençlerde espri varmış. Allah aşkına işin içinde gençlik hareketi varsa espri ne zaman eksik olmuş? Bir de oraya baktığınızda ilk gördüğünüz, o çok övdüğünüz espri mi yoksa her tarafa asılmış Vandalizm artığı, nobran ve küfürbaz sloganlar, duvar yazıları mı? O kakafonik görüntünün arasından eyleme dair güzelleme malzemesi bulmak için sadece gerçekten çok yaratıcı olmak gerekiyor.

Hepsini geçelim, böyle bir 'yeni söylemleriyle kurtarıcı-mesihi gençlik' bulabiliyorsanız bile, bunun neredeyse bütün Türkiye'nin gençliği olduğunu nerden çıkarıyorsunuz? Şimdiye kadar öğrettiğiniz sosyoloji bilgisi bunu mu söylüyor? O mekana gelen gençlerin çoğu tabii ki 90 kuşağı, babalarından ve sizden farklıdır, eyvallah. Lakin şu basit gerçeği de şimdiden görün ki, gelecekte daha büyük bir hayal kırıklığına uğramayın, bu gençlere yüklediğiniz kendi gençliğinizde bir türlü gerçekleşmemiş hayallerinizden başka bir şey görünmüyor tahlillerinizde. O hayallerden Allah bu dünyayı defalarca korudu, yine koruyacaktır. Zira Taksim'de bugün görmediğiniz bambaşka bir gençlik var, Taksim'deki gençlerden çok daha fazla kalabalık ve sosyolojik olarak geleceğin vatandaş tipolojisini çizmeye daha fazla aday. Kaynak:http://yenisafak.com.tr/yazarlar/YasinAktay/solun-bekledigi-mesih-taksimde-migelecek/38085

Organize İşler (17 Haziran) Toplumsal hadiseler sosyolojik dayanakları, zemini, ortamı yoksa, işin arkasında ne kadar güçlü örgütsel yapılar veya komplolar olursa olsun başarılı olamaz. Doğru, Bugün Gezi hadisesi üzerinden hareketlenen bir toplumsallığın var olduğu da bu açıdan kuşku götürmez bir gerçek. Hükümetin icraatlarına veya çok daha önceden ontolojik mevcudiyetine karşı başlangıçtan beri varolan kin ve nefretin malum bir toplumsallığı var. Kolay değil, yüzyılı aşkın bir süre kendilerini bu ülkenin efendileri sayanların 11 yıldır bu ülkenin zencileri tarafından idare edilmeyi kabullenmesi.. Bırakınız onlar tarafından idare edilmeyi, onlarla aynı ortamda bulunmayı bile kabullenecek bir tabiata sahip değil bunlar. Bu ülkenin insanları daha onların hayat tarzlarına en ufak bir müdahale edebilecek bir güce ve iktidara sahip değilken bile bu 'hayat tarzı korkakları' onlara hayatı zindan etmenin en acımasız, gaddar tedbirlerini almış, uyguluyorlardı. Yıllarca bu halkın çocuklarına üniversitelerin kapısını başörtüsü, katsayı ve türlü yollarla kapatanların çıkardığı 'hayat tarzı' şamatası aslında aşağı sınıftan gördükleri insanların varlığına karşı duydukları tahammülsüzlükten başka bir şey değil. Bu tahammülsüzlük de onları hiç bir insani, olumlu, demokratik, özgürlükçü değere bağlamıyor aslında. Olsa olsa onları ABD'de altmışlı yıllara kadar, Güney Afrika'da da doksanlı yıllara kadar geçerli olan ırkçı duygu ve uygulamalarla akraba kılıyor. Bu hareketlerin çağdaş dünyayla tek bağları bu. Hareketin bir toplumsallığı var tabi ve bu toplumsallık Gezi Parkı'ndaki bir kaç ağaç üzerinden harekete geçirildi. Olayın gelişim aşamalarında ortaya çıkan kirli ittifaklar bu toplumsallığın ne kadar manipüle edilmeye açık olduğunu ve ne kadar organize olduğunu gösteriyor. Aslında, hatırlayacak olursak, 2007 yılında düzenlenen Cumhuriyet mitinglerinin de bir toplumsallığının olmadığını kimse söylemiyordu. Danıştay cinayeti üzerinden harekete geçirilen kitlelerin bu olayın düzmece olduğunu öğrendiklerinde kandırılmış olmanın öfkesini hissedip bunu kendilerini kandıranlara yansıtmaları beklenirdi değil mi? Hayır, öyle olmadı, bunun yerine kandırılmaya zaten ne kadar gönüllü olduklarını gösterdiler. Aslında bu bile yeterince ibretlik bir olay olarak öğretici olmuştu zaten. Ama o olayda da bu olayda da daha öğretici olan, bütün bir toplumsal zemin üzerinde birilerinin ne kadar organize olabildiğiydi. Ne yazık ki Türkiye'de darbeciliğin, faşizmin, ırkçılığın ve sair arkaik değerlerin neredeyse ölümüne bir destekçi kitlesi var. Gezi olaylarının bir darbe teşebbüsü olduğundan artık kuşku duymuyoruz. Bu darbede belki de asker ayağı eksik olacak, belki işler yolunda gittiği takdirde ilerleyen aşamalardan birinde askerin de devreye girmesi için bir zeminin oluşması da öngörülüyordur planda. Belki buna da gerek olmayacağı düşünülüyordur, çünkü bütün darbelerin askeri olmasına alışık olduğumuzdan askersiz darbeye belli ki hiç aşina değiliz. Oysa Türkiye'de farklı zamanlarda sayısız askersiz darbe yapılmıştır. Hükümeti yönetemeyecek hale getirmek, sokak şiddetini tırmandırmak, bu şiddeti masum demokratik gösteriler ve halk ayaklanmaları gibi sunmak, polisin gösterici şiddetine muhalefetini faşizan devlet baskısı gibi sunmak... Olayın bütün aşamalarında Yaşar Taşkın Koç'un çok yerinde ifadesiyle özenle, bezenle 'çalışılmış hareketler' dikkat çekiyor. 'Masum Gezi Parkı eylemi' tipolojisi de çok iyi çalışılmış ve her aşamada da medya, sanatçı ve sosyal medya ayağından gereken organize desteği almaya devam ediyor. Koca koca bilim, sanat ve medya insanları Gezi Parkı'ndan sosyallik, mizahi dil, kardeşlik, dayanışma hikayelerini ballandıra

ballandıra uydurup anlatıyor ama oradaki banalliğe, seviyesiz küfürbazlığa, kine, nefrete dair ağzını hiç açmadığı gibi toz da kondurmuyor. Gezi Parkı dolayısıyla bütün yurt sathına yayılmaya çalışılan eylemlerde göstericilerin bariz saldırgan şiddet ve vandal tavırlarını görmezden gelip bütün o şiddet manzarasını pişkin pişkin polisin orantısız güç kullanımına indirgiyor. Polisin karşısına savaşa gider gibi hazırlanarak giden, önceden hazırlanmış molotof kokteylleri, havai fişek ve taşlarla saldıranların görüntüsünden polis şiddeti manzarası üretebilmek için gerçekten çok iyi çalışmış olmak gerekiyor. Nitekim artık bütün bu söylemlerin çalışılmış olduğuna, bütün bu olayların organize işler olduğuna dair tablo gittikçe netleşmiştir. Takke düşmüş kel görünmüştür. Büyük TV kanallarının saygın ve meşhur sunucularının bu olayda bütün saygınlıklarını yitirme pahasına bu işte nasıl görevli gibi çalıştıklarını herkes gördü. Polis şiddetine binlerce veryansın edip, bir defa bile eylemcilerin de neden, hangi hak arama adına bir kamusal alanı işgal edip burayı polise karşı ölesiye savunmaya veya başbakanlık konutunu Molotof kokteylleriyle, işaret fişeği ve taşlarla işgal etmeye çalıştığını sormuyor, sordurtmuyorlar. Bütün o gazete yazarları, TV sunucuları, sanatçılar ve tabii ki CHP genel başkanı, milletvekilleri polisin şiddeti durdurması için bolca çağrılar yapıp bir defa bile şiddete mahal olmadığını, Gezi Parkı sorunu çözülmüş olduğuna göre eylemlerini sonlandırmaları gerektiğini söylemedi. Aksine bütün yangınların üzerine körükle gittiler. Eylemcilerin şiddetini açıktan onaylayıp destek oldular. Organize işlerde herkes üzerine düşen rolü oynadı. Yeni Şafak'ın dün yayınladığı haber, olayın sosyolojisinden önce ne yazık ki, bu organizasyonlara odaklanmamız gerektiğini bir kez daha hatırlatıyor. Tıpkı 2004'te planlanan darbeye benzer bir planla karşı karşıya olduğumuzu ifşa ediyor bu haber. Gerçi bu haberi hiç bilmeseydik de aslında iyot gibi açığa çıkan aktörlere bakarak bu planı zaten anlamıştık, ama kuşkusuz bilmek başka. Kaynak:http://yenisafak.com.tr/yazarlar/YasinAktay/organize-isler/38185

Gezi'deki komplo ve sosyoloji (22 Haziran) Bugünlerde komplo söylemleri ile sosyolojik dinamiklere işaret eden söylemler arasındaki denge bir çok konuda olduğu gibi şaşırmış görünüyor. Toplumsal hareketlerin sosyolojik zeminlerine işaret etmek elbette ki bu zeminin her çeşit müdahaleye kapalı olduğunu söylemek demek değil. Tıpkı herhangi bir olayın muharrik aktörleri, planlayıcıları, hatta yöneticileri olduğunu söylemenin, o hareketin dayandığı sosyolojik zemin ve dinamiği yok saymayı gerektirmediği gibi. Taksim Gezi Parkı hadisesinin bir sosyolojik zemini var, tamam. Hükümetin siyasetlerine ve söylemlerine karşı güçlü bir itirazı olan kesimler var, bu da tamam. Üstelik bu kesimlerin son zamanlarda hükümetin söylemlerine karşı iyice öfkelenmiş oldukları, herhangi bir protesto fırsatını hiç kaçırmayacak şekilde motive olduklarını da anlıyoruz. Bunun üstüne, adeta gökten zembille inmiş gibi anlatılan bir Y kuşağı gençliğin yeni vatandaşlık vizyonu ve kültürüyle ilgili analizleri de dinledik, ona da tamam. Ama bütün bu analizlere sosyolojik çözümleme adına itibar ettikten sonra bizzat kendileri orman katliamcısı olan ve muhtemelen göstericilerin bile önemli bir kısmının kanını kredi faizleriyle emmekte olan bankacıların bu olaylara vermekte oldukları desteği sormaktan neden komploculuk uyarısıyla alıkonuluyoruz? Bu bankacılar, bu yüksek burjuvazi, bu eylemlere herkesin gözü önünde destek vermiyorlar mı? Gözümüz mü yanılıyor? Peki, bu faizciler, yeşil aşkıyla yanmış tutuşmuş da mı bu eylemlere destek veriyor, yoksa baştan beri mensup oldukları zümrelerle paylaştıkları bir hıncı mı ifade ediyorlar? Bu kalkışmada hayatları boyunca sermayeye kahretmekten başka bir slogan atmamış sosyalist, anti-kapitalist örgüt militanlarıyla, işçi ve memur sendikalarıyla hangi ortak zeminde bir araya gelebiliyorlar? 28 Şubat'tan itibaren bütün darbe teşebbüslerinde yer almış kadrolar bu olaylarda yerlerini alıyor. CNN, BBC, Alman dernekleri, Amerikalı Neo-Con kuruluşların ve İsraillilerin hepsinin Erdoğan'a karşı bir hınçları olduğu bir sır değildi. Bunların hepsinin bu olay dolayısıyla bir araya gelişleri gerçekten kendiliğinden olabilir. Hepsinin Erdoğan'la ilgili bir hesabı vardır ve bu olay dolayısıyla hepsi bu hesabı görebilecekleri zehabına kapılmış olabilirler. Ama öyle veya böyle bunların hepsinin benzer hiçbir olayda görülmeyecek bir işgüzarlıkla bu olayın üstüne atladıklarına dikkat çekmek sosyolojik analizden uzaklaşıp komplocu yaklaşıma sapmak anlamına mı gelir? Ne münasebet.. Şu kadarını söyleyebilirim: bu kadarını görüp 'komplo yoktur' ısrarını sürdürenlerin komplonun bir parçası entrikacılar olduklarından hiç kimse kuşku duymasın. Ve esas hepimizin zekâsıyla, aklıyla dalga geçenler bunlar. Şimdiye kadarki bütün müdahaleler, darbeler, operasyonlar sanki başka türlü olmuş gibi. Komplocu yaklaşım, hiçbir delili olmadığı halde, olup biten hadiselerin bütün boşluklarını delillendirilemeyen, uyduruk hadiselerle dolduran yaklaşımlara denir. Gözümüzün gördüğü, aleniyet kazanmış, enselenmiş entrikalar için komplo teorisine ihtiyaç yoktur. Allah'tan her şey gözümüzün önünde cereyan ediyor, olayın arkasında duranlar, durduklarını gizlemiyor, bütün pervasızlıklarıyla ve duygusal tavırlarıyla yerlerini, desteklerini ayan beyan belli ediyorlar. Bütün bu aleniyete rağmen komplo yoktur savunmasına kapılanlar hala entrika çevirmekle meşguller. Ayrıca komploculuk, esrarengiz güçlerin bitimsiz ve müteselsil gücünün devamlılığına inanır. Oysa

sosyolojik yaklaşım toplumda sayısız unsurun birbiriyle çekişme halinde olduğunu ve hiçbir zaman bir planlayıcı unsurun, aktörün, örgütün tek başına ilanihaye her şeyi istediği gibi kontrol edemeyeceğini de hesaba katar. Toplumda mühendislik faaliyeti yapan ve bunu bazen aleni bazen gizli yapan unsurlar elbette hep vardır, olacaktır, ama bu her şeyin onun uhdesinde cereyan edeceği anlamına gelmiyor. Bütün planlar hesaplanamayan pis bir gerçeklik karşısında sekteye uğrayabilir. Sosyoloji buna 'eylemin kast edilmemiş veya niyetlenilmemiş sonuçları' diyor. Komplocunun bir komplosu varsa, onun karşısında mutlaka başka komplolar da vardır. Hiç uzatmadan bitirelim, kısaca, şer güçlerin bir planı varsa Allah'ın da bir planı vardır. Kaynak:http://yenisafak.com.tr/yazarlar/YasinAktay/gezideki-komplo-ve-sosyoloji/38264

Her göz kırpanın peşine 'devrim' diye takılmak (24 Haziran) Gezi Parkı olayları hiç kuşkusuz her bakımdan değerlendirilmesi gereken boyutlar içeriyor. Geleceğin siyaseti bu olayla birlikte ortaya çıkan toplumsal taleplerin dilini, bu hareketlere katılan toplumsal kesimlerin sosyolojisini hesaba katmak zorunda kalacaktır. Bunu hesaba katmak, bu hareketlenmelerin tabiatını incelemek sadece yeni toplumsal kuşakların taleplerine karşılık verecek masum bir siyasetin yapacağı veya yapmakta olduğu bir şey değildir. Sosyoloji veya siyaset bilgisi sadece topluma hizmet aşkıyla yanıp tutuşmakta olan insanlara açık bir bilgi değildir. Tam da bu aşamada bilginin her zaman aydınlatıcı bir şey olmadığını, insanın kendi nefsinin esiri olmasının da başkaları üzerinde iktidar kurmasının da bir aracı olduğunu hatırlamakta fayda vardır. Gezi Parkı'ndan dersler alınması gerektiğini bilhassa hükümetin dersler alması gerektiğini söyleyenlerin çoğu en başta kendilerinin oradan almaları gereken yığınla ders olduğunu görmüyorlar bile. Oysa bu olay bütün boyutlarıyla incelendiğinde her aşaması kendileri için ibret sahneleriyle dolu. Gezi Parkı hadisesinde münhasıran park civarında toplanan ve meramlarını bu mekanda ifade etme yolunu bulanlar, hadisenin toplamından ufak çaplı 'bir devrimin göz kırpışı' sonucunu çıkarıyor ve bunun havasını atıyorlar, ama eylemlerinin şiddet ve Vandalizm olarak ifade edilmesinden rahatsızlıklarını ifade ediyorlar. Oysa Gezi eylemlerinin bu kadar ses getirmesinin, dünyada duyurulmasının ve bütün ülkenin gündeminde bu kadar yer tutmasının sebebi tam da o şiddet görüntülerinden başkası değil. Ortada, yüzün üzerinde belediye otobüsü, 300'e yakın özel araç ve yüzlerce işyerinin tahrip edildiği, yarısı polis olmak üzere 1000 kadar insanın yaralandığı ve ortalığın savaş alanına döndüğü görüntüler olmasa Gezi Parkı etrafında ifade edilen taleplerin sivil toplumun rutin talepleri düzeyinde kalacağını herkes tahmin edebilir. Böyle kaldığında ise ne Y kuşağı gençliği üzerine ne kent siyasetine katılım üzerine ne de yaşam tarzları siyaseti üzerine o kadar çok çözümleme duyacaktık. Dolayısıyla, Gezi Parkı eylemleri seslerini duyurmak için baştan itibaren şiddeti bir araç olarak tercih etti. Baştan itibaren Vandalizm ile araya mesafe konmaya çalışılmadı. Çünkü Gezi Parkı eylemi varlığını, sesini, gücünü hep o şiddete borçlu hissetti, haksız da sayılmazdı bunda. O yüzdendir ki, sürekli olarak polisin orantısız şiddetine yüklenilirken bir kez bile terörle iç içe olduğu aşikar örgütlerin rutin eylem biçimi olarak polisle şiddet gösterilerine toz dokundurulmadı. Polisin şiddeti olayın gündemde kalmasını, dünyaya duyurulmasını sağlıyor, ama polisin şiddetini harekete geçirmek için de çalışmak gerekiyor. Polis şiddetinden dolayı bir mağduriyet söylemin girişmesi tek kelimeyle sahtekarlık, ama bu işte hedeflenen neticeyi almak için ihtiyaç duyulan bir sahtekarlık. Tabi işin acı tarafı, 'devrim' yolunda taktik olarak benimsenen bu sahtekarlığın bir karakter haline gelmesinin kaçınılmaz olması. İçlerinde ukde kalmış bir devrimin hayalleri Gezi Parkı eylemleri vesilesiyle depreşmeye başlamış eski tüfek solcuların bugünlerde sergiledikleri performans da ayrı bir ibretlik durum. Bu hareketin maliyeti ve nereye götürdüğü hususunda hiç bir öngörüleri olmadığı açık. Gezi eylemlerine gençlerin katılımına yaptıkları övgüler, güzellemeler bir siyasi tartışmanın konusu olmaktan ziyade psikanalitik bir incelemenin konusu olacak türden. Açıkçası, altmış, yetmiş, seksenlerin sol

kuşaklarının dünya ile ilgili gerçekleşmemiş hedeflerinin ahir ömürlerinde 90 kuşağına haddinden fazla idealize edilerek yüklendiği görülüyor. Oysa yine kendilerine destek aramak üzere başvurulan dünyaca ünlü Fransız Komünistlerden Alain Badiou onları haklı olarak ve yol yakınken uyarıyor: 'Biz Fransa'nın emperyalist Batının diğer ülkelerinin entelektüel ve militanları sizden bizimkine benzer bir durumun ortaya çıkmasından sakınmanızı rica ediyoruz. Size, sevgili Türk arkadaşlarımıza diyoruz ki; bize yapacağınız en büyük iyilik bu ayaklanmanızın sizi bizim olduğumuzdan daha farklı bir yere götürdüğünü kanıtlamanızdır yani bugün bizim maddi ve entelektüel anlamda çürüyen yaşlı, hasta ülkelerimizin imkansız kalacağı bir durum yaratmaktır' (www.yarinhaber.net) Ne dersiniz, daha önce defalarca darbecilerin oyuncağı olarak cuntacıların yollarına taş döşeyen eski tüfek solcuların tecrübesi ve rehberliği bugün sokaklarda alkışladıkları gençleri farklı bir maceraya sürüklenmekten kurtarmaya yeterli gibi görünüyor mu? Badiou, Gezi Parkı eylemcilerine şu soruları da sormayı ihmal etmiyor: 'Türkiye'de Fransa'da da görüldüğü ve tekrarlanabileceği gibi din karşıtı kesimlerin de hizmet ettiği kapitalist oligarşiyi mi yıkmak istiyorlar? Ya da merkez Batı ülkelerinde orta sınıfın yaşadığı gibi mi yaşamak istiyorlar? Hareket toplumsal eşitlik ve özgürlük fikriyle mi yönlendiriliyor? Yoksa Batıtarzı bir 'demokrasinin' temel dayanağı olan ve sermayenin otoritesine tamamıyla bağlı olan yerleşik bir orta sınıf yaratma arzusu mudur?' Bu sorular sonuçta bir yerinden 'faiz lobisi'ni hatırlatıyor olmalı. Gezi Parkı eylemlerinin sonuçta celp ettiği ittifakın içinde en başta Türkiye'nin faiz şampiyonları olduğu sadece başbakan Erdoğan'ın bir iddiası değil, bizzat kendilerinin verdiği resim de söylüyor bunu. Kaynak:http://yenisafak.com.tr/yazarlar/YasinAktay/her-goz-kirpanin-pesine-devrim-diyetakilmak/38289

Halka karşı devrim? (29 Haziran) Gezi'ye romantik ve metafizik bir güzellik atfedenler, bu eylemlerle ilgili hiçbir sorgulamaya açık değiller. Geziye atfedilmiş aşırı anlam, ona kendilerinin de yakıştıramadıkları bütün hareketleri Geziyi temsil etmeyen istisna veya 'münferit' hadiseler olarak yok sayıyorlar. Oysa Gezi'ye kim ne anlam atfediyorsa o anlam için bile çok istisna sayılan hareketler (küfür, Vandalizm, şiddet, faşizm, ayırımcılık, İslamofobi vs) Gezinin ana damarını oluşturuyor, farkında bile değiller. Bu da aslında Gezi deneyimi hakkında bambaşka bir analiz de gerektiriyor. Birbirinden çok farklı siyasi ve ideolojik eğilimlere sahip insanlar Gezi diye bir ütopik muhayyile yaratmış oluyorlar; gerçeklerden çok kopuk, yakıştırılan özellikleriyle Gezi, birilerinin başında duman bir fenomen haline gelmiş oldu. Herkesin kendi kaybını aradığı, beklentilerini karşılamaya çalıştığı, görmek istediğini gördüğü, eksiğini tamamlamayı aradığı ilginç bir deneyim olarak yaşandı. 15 gün kadar devam eden bu deneyim hakkında muhtemelen ileride çok daha farklı şeyler dinleyeceğiz, belki birileri de 'ben de oradaydım' deyip yaşanırken bile binbir türlü algılanan Gezi'nin tarihini tekrar yazacak. Gezi'ye kim hangi niyetle, hangi amaçla, hangi motivasyonla katıldı, bir yerden sonra bunun değerlendirmeleri işin edebiyatına kalmış. İlk başta masum bir eylem miydi, sonradan mı bozuldu, katılanların hepsi kötü niyetli olabilir miydi, işin arkasında planlayıcılar var mıydı soruları aslında baştan sona absürt sorular. Bu soruların peşine takılarak varılacak bir yer yok, zekâ tüketen, aklı ziyana uğratan sorular. İşin sosyolojisi ile planlayıcıları veya yönlendiricilerini işaret etmek arasında bir çelişkinin var olduğunu da bu tarz soruların peşine takılınca ciddiye almak zorunda kalıyoruz. Gezi hadisesi önemli bir hadisedir, yaşamakta olduğumuz toplumun normal şartlar altında göremeyeceğimiz bir sürü güçlü ve zayıf yanlarını, farklı eğilimlerini, reflekslerini, değişen ve değişmeyen yanlarını görmemize vesile olmuştur. Değişmeyen yanlarından bahsettiğimiz zaman toplumda hiçbir şeyin değişmemiş olduğunu söylemek gerekmiyor. Değişen yanlarından bahsetmek de Türkiye'nin ve dünyanın bütün gerçeklerine bir format atılmış olduğu anlamına gelmiyor. Sonuçta içinde bolca darbelerin olduğu bir toplumsal-siyasi geleneğimiz var ve bu geleneğin içinden sıyrılmış değiliz. Gezi olaylarıyla yaşadığımız sokak olayları, şiddet görüntüleri, bayraklarıyla, pankartlarıyla boy gösteren örgütler başka bir âlemden gelmiş, postmodern dünyaya özgü yeni siyasetin aktörleri, hiç değil. Neresinden bakarsanız soğuk savaş yıllarının zihniyetine ait, siyah-beyaz dünyasından çıkmış gelmiş aktörler. Daha önce onlarcası yaşanmış darbe veya darbe teşebbüslerinin bir yerinde aynı aktörlerin kendilerine yazılmış bir rolü oynadığını da defalarca seyrettik. Aynısını defalarca seyrettiğimiz bu filmin ne olduğunu anlamak için tekrar seyretmeye hiç ihtiyacımız yok. Oysa sevgili Mustafa Akyol ve bu olayı kendiliğinden gelişen bir olay gibi görenler, defalarca seyrettikleri bu filmin hep bir yerlerini kaçırmış gibi davranıyorlar. Halleri fıkradaki Temel'in durumunu andırıyor nedense. Bir filme 20 defa bilet kesip seyretmeye giden Temel gişe görevlisinin dikkatini çekmiş, '20 defa seyretmeyi gerektiren ne buldun bu filmde?' diye sormuş. Temel, 'filmin bir yerinde kadın tam yüzünü dönüyor, görecem, derken aniden bir tren geçiyor. Her seyredişimde bu sefer yakalarım diye giriyorum, ama hep aynı şey oluyor' diyor. Gezi olaylarının toplamında bir darbe, bir operasyon iradesi olduğunu görmek için bu filmi 20 defa daha seyretmemiz gerekmiyor. Bu film zaten bize 20 defa seyrettirildi, hep aynı şey oluyor. Tabii ki bundan önceki bütün operasyonların bir yerinde Akyol gibi arkadaşların bu olayın kendiliğinden

cereyan ettiği izlenimi verecek senaryo replikleri veya ayarları da oluyor, tıpkı daha öncekilerde olduğu gibi. Bundan önceki bütün darbe teşebbüslerinde kendiliğinden geliştiği izlenimi verilmiş öğrenci olayları, toplumsal gösterilerin hepsinin önceden ayarlanmış, yönetilmiş ve yönlendirilmiş hareketler olduğunu görmedik mi? İsterseniz 28 Şubat'ın Ali Kalkancılarına, Müslüm Gündüzlerine, Aczmendilerine, isterseniz 12 Mart öncesinin Deniz Gezmişlerine, isterseniz 12 Eylül öncesinin Kahramanmaraş, Çorum, Sivas hadiselerine gidin. O olaylar da yaşandığı esnada halkın olağan hareketleri veya tepkileri olarak sunuluyordu, çünkü başka türlü zaten etkili olamazdı. Provokasyonun provokasyon olduğu bilindiğinde etkili olamıyor işte. Bu arada Gezi'de Devrim görmek isteyen sol çevreler benim 'her göz kırpanın peşine devrim diye takılmak' üzerine yazdığım yazıya fena içerlemiş. Mısır'dakine baştan beri devrim demiş biri olarak Türkiye'deki devrimi küçümsediğim için 'yandaş devrimci' unvanını bile yapıştırmışlar. Taksim ve Tahrir arasındaki karşılaştırma baştan beri tavuk ile darı ambarı ilişkisini andırıyor. O yüzden ciddiye alınası değil. Ancak bu kadar çok darı ambarı özlemi içinde olanları görünce ister istemez hatırlatmak gerekiyor: Türkiye'de devrim 2002 yılından beri, halkın katılımıyla oluyor zaten. Şu anda yaşadığımız hareketlilikler olsa olsa bu devrime karşı Mısır'daki baltacıların bir karşı-devrim girişimi. Üstelik bu benzetme bana ait değil, Mısırlı bir Tahrir devrimcisine ait. Türkiye'deki hareketlenmeye baktığında, Erdoğan'ı da bildiği kadarıyla anında bu benzetmeyi yaptı. Çünkü zaten devrim yapmış veya yapmakta olan bir halka karşı 2002'den beri defalarcası denenmiş olan karşı-devrim hamlelerinden biri bu. Kaynak:http://yenisafak.com.tr/yazarlar/YasinAktay/halka-karsi-devrim/38361

Sol, siyaset ve komplocu düşünce (1 Temmuz) Son zamanlarda yaşadıklarımız siyasetin anlamı üzerinde düşünmemizi de gerektirecek türden. Siyaset insana yakışan, insanı insan yapan en temel düzey, çünkü özü itibariyle insanın iradesine, aklına, çözüm yeteneğine, ötekinin varlığını bilmeye, tanımaya ve onunla anlaşmaya vurgu yapan bir düzey. Nihayetinde birbirini tanıyan tarafları gerektirir. Bu tarafları birbirleriyle birlikte sıkı bir rekabet hatta çatışma halinde bile olsa ortak bir yol veya zemin aramalarını gerektirir. Siyasal düzey üzerinde titrenilmesi gereken bir düzey, çünkü bu düzey tahrip veya tahrif olduğunda akıl, irade, özgürlük, barış, güven büyük zarar görür. Siyasal düzeyi aşındıran, tahrif eden farklı eğilimlere veya yaklaşımlara daha önceki bir çok yazımda değinmiştim. Halkı vesayet edilmesi gereken, rüştünü ispatlamamış bir yığın olarak gören... Veya toplumu bütüncül bir cemaat olarak tahayyül eden yaklaşımların her tür farklılık iddiasını bir fitne olarak resmetmesi, örneğin, siyasal aklın gelişimine kaçınılmaz olarak ket vurur. Siyasal aklı felç eden yaklaşımlar arasında gözönünde olup biten herşeyin arkasında daha üst planlayıcılar olduğunu farz eden komploculuğu da saymıştık. Komplocu düşüncenin sorunu dünyada hiç komplonun olmaması değildir. Aksine komplo kurma, toplumu bir mühendislik alanı gibi görmek bizatihi siyasetin de en önemli boyutlarından biridir. İnsanlar arasında örtülü veya açık ittifaklar, anlaşmalar olur. Komploculuğu sorun kılan, hiç bir delil olmadan, hiç bir somut veriye dayanmadan olup bitenleri asla kanıtlanamayacak mevhum ilişkilere veya uydurulmuş anlaşmalara bağlamaktır. Komplocu düşüncenin değişmez güç hiyerarşilerinin işlediğine dair teorik varsayımları vardır. Belli güç merkezleri vardır ve herşey onların planladığı gibi cereyan etmektedir. Bu yaklaşım, insana, topluma, iradeye bir yer ayırmaz, dolayısıyla siyaset, bu üstün güçler karşısında çaresiz bırakılır, alabileceği bir tedbir yoktur çünkü alacağı tedbirler bile o üstün güçlerin planlarının bir parçasıdır. Gezi olayları dolayısıyla gözönünde olmayan hiç bir ilişkiye veya ittifaka veya operasyona işaret etmedik. Olayların gelişimi, alevlendirilmesi, kışkırtılması, belli aşamalarda ittifak çemberinin genişlemesi ve daralması nedenleriyle birlikte hiç bir komplo teorisine ihtiyaç bırakmayacak kadar gözönünde cereyan etti. Sosyalistlerle, orman katliamcısı finans-kapitalistlerin demokratik ve ekonomik devrimi üstlenmiş bir hükümete karşı ağaç savunması adı altında el ele tutuşarak ayaklanmasında bir tilkilik görmeyeceğiz de ne yapacağız? Ya şimdiye kadarki bütün demokrasiye karşı darbe girişimlerinde ön saflarda yer alan aktörlerin bu olaylarda da ön saflarda yer alması nasıl bir teorik mülahazaya gerek bırakıyor ki? Komplonun teorisi sizin olsun, bize gördüklerimiz yetiyor zaten. Bu olayda solun üstlendiği rol apayrı bir değerlendirmeyi hak ediyor tabii. Gezi parkı eylemlerine atfedilen anlam, bu eylemlerden bir devrime ulaşma doğrultusunda uyguladıkları taktik ve strateji baştan sonra siyaseti tamamen iptal eden ve toplumun diğer bütün aktörlerini araçsallaştırıcı bir yaklaşıma dayanmak zorunda kalıyor. Bu yolun veya bu devrimin halkın hangi derdine deva olacağı, insanlara ne vaat etiği hiç önemli değildir. Asıl olan solun seçilmiş modern (veya postmodern) prenslerinin iktidara gelmesidir. Çünkü iktidardan uzak kalmaları onlar için bir türlü telafi edilemeyen diasporik bir ruh hali yaratmaktadır. Bu diasporanın giderilmesi, solun Zionuna, yani proleter diktatörlüğüne kavuşmasıyla mümkün olacaktır.

Gezi eylemlerinde solun görüntü verdiği hiç bir yerde siyaset yok, siyasetin ya komplocu bir zihinle iptali veya savaşkan bir dille reddi var. Aslında bu aşamada sol ve siyaset uyuşmazlığının ideolojik kökenleri üzerine benden önce davranıp nefis bir çözümleme yapan Taha Özhan'ın yazısından (dünkü Sabah gazetesi) devam edebilirsiniz. O yazıda ifade edilenler paralelinde şunu söyleyebilirim. Tabiatı itibariyle sosyalist sol siyasal düzeyin inkar edildiği en önemli komplocu sapmayı temsil eder. Çünkü dünyada olup bitenleri hiç bir zaman görünenden ibaret saymadığı gibi, sadece kendisinin bildiği izlenimi verdiği bir görünmez (gaybi) gerçeklik düzeyiyle açıklar. Aslında sadece solun akıllılarının gördüğü bu gerçeklik düzeyine kitleler inanmaya davet edilir. Siyasetin kendisi zaten kapitalizmin (veya egemen sınıfların) çıkarları için var olan ve onlara hizmet eden bir alandır. Siyaset düzeyinde yaşanmakta olan her şey aslında kapitalizm denilen bir tür mağaranın içinde cereyan eden hadiselerin bize yansımalarından (epifenomen) ibarettir. Bu düşünce biçimi doğası itibariyle hiç bir şekilde ispatlanamayan, teorik düzeyde tasvir edilen komplolara çok yatkındır. Türk solunun literatürünü, söylemlerine, haberlerine, analizlerine bakıldığında bu tarz bir komplo üretiminden başka bir şey görülmez. Bu düşünce düzeyinde, açıkçası, siyasala hiç bir yer kalmıyor. Aslında solun böyle bir metapolitik siyasallığa savrulması ekonomi-politik gibi bir alanı tanımasıyla büyük bir çelişki de arz eder. Çünkü 'Ekonomi-politik' iddianın kendisi, siyasalı ekonominin kalbine sokan bir vurguya sahip. Ekonomi-politik, ekonominin aslında bilimsel ve teknik bir konu olduğu, dolayısıyla insani farklılıklara açık olmadığı iddiasını reddeder. Buna göre ekonomik süreçlerin doğasının apolitik bir karakter taşıdığı iddiası, en yüksek ideolojik yanılsama olarak değerlendirilir. Buna rağmen siyasala açılan bu alan solu komplocu düşünceden, metapolitik sapmadan kurtaramıyor, çünkü sonuçta daha baskın çıkan ekonomik indirgemecilikten 'siyasal alan' olarak ayrıştırılan ve asıl belirleyici olan ekonomik düzeye tümüyle bağlı bir soyut alan varsayılmaktadır. Bu durumda birçok olayın kendi özerk niteliği görmezden gelinir. Her olay yine daha büyük bir hikâyenin bir parçası olarak kendi varlığının önemi hiçe sayılarak değerlendirilir. Görüyorsunuz, Gezi Parkı hadiseleri dolayısıyla gündeme gelen komplocu düşünce sapmasıyla esas kimin yüzleşmesi gerekiyor? Türk solu hem solun teorik kaynaklarından hem de Türkiye'nin kendi bağlamlarından dolayı ontolojik ve epistemolojik olarak komplo üretimine mahkum. Ama bu üretimde, nasıl oluyorsa başkalarına komplocu yaygarasını basmak da var. Kaynak:http://yenisafak.com.tr/yazarlar/YasinAktay/sol-siyaset-ve-komplocu-dusunce/38390