5) KAMU DENGESİ VE BÜTÇE AÇIKLARININ FİNANSMANI

Benzer belgeler
5) KAMU DENGESİ VE BÜTÇE AÇIKLARININ FİNANSMANI

5) KAMU DENGESİ VE BÜTÇE AÇIKLARININ FİNANSMANI

Finansal Piyasalar ve Bankalar


Piyasa Türleri. Nihai Mal Piyasaları Reel Kesim. Üretim Faktör Piyasaları Reel Kesim. Para ve Sermaye Piyasaları Finansal Kesim

ORTA VADELİ PROGRAM

5) KAMU DENGESİ VE BÜTÇE AÇIKLARININ FİNANSMANI

MENKUL KIYMET YATIRIMLARI

KURUMLAR KISA ÖZET KOLAYAOF

Finansal Hesaplar İstatistik Genel Müdürlüğü

İÇİNDEKİLER YAZAR HAKKINDA

Finansal Sistem ve Bankalar. 1. Bankacılık İşlemleri ve Banka Türleri. 2. Dünya da ve Türkiye de Bankacılığın Gelişimi

CİGNA FİNANS EMEKLİLİK VE HAYAT A.Ş. PARA PİYASASI LİKİT KAMU EMEKLİLİK YATIRIM FONU DÖNEMİ ALTI AYLIK RAPORU

SERMAYE PİYASALARI VE FİNANSAL KURUMLAR

5.21% -11.0% 25.2% 10.8% % Eylül 18 Ağustos 18 Eylül 18 Ekim 18 AYLIK EKONOMİ BÜLTENİ ÖZET GÖSTERGELER. Piyasalar

SERMAYE PİYASASI HUKUKU

QNB FİNANS PORTFÖY BİRİNCİ SERBEST (DÖVİZ) FON'NA AİT PERFORMANS SUNUM RAPORU. Fon'un Yatırım Amacı

MAKROEKONOMİK ANALİZİN ALTYAPISI: TEMEL MAKROEKONOMİK İLİŞKİLER

Makro Veri. TÜİK tarafından açıklanan verilere göre -5,6 puan olan dış ticaretin büyümeye katkısını daha yüksek olarak hesaplamamızdan kaynaklandı.

İÇİNDEKİLER BİRİNCİ ÜNİTE EKONOMİK VE FİNANSAL SİSTEM İKİNCİ ÜNİTE PARANIN ZAMAN DEĞERİ

MAKROİKTİSAT BÖLÜM 1: MAKROEKONOMİYE GENEL BİR BAKIŞ. Mikro kelimesi küçük, Makro kelimesi ise büyük anlamına gelmektedir.

Dar Kapsamlı Sermaye Piyasası Mevzuatı ve Etik Kurallar

FİNANSAL PİYASALAR VE KURUMLAR. N. CEREN TÜRKMEN

REPO İŞLEMLERİNE İLİŞKİN ESASLAR HAKKINDA TEBLİĞ (III-45.2) (6/12/2015 tarihli ve sayılı Resmi Gazete de yayımlanmıştır.)

Yılları Bütçesinin Makroekonomik Çerçevede Değerlendirilmesi

QNB FİNANS PORTFÖY BORÇLANMA ARAÇLARI FONU'NA AİT PERFORMANS SUNUM RAPORU. Fon'un Yatırım Amacı

300 yılı aşkın uzmanlığımızla bugün olduğu gibi yarın da yanınızdayız. SABANCI ÇALIŞANI GÜVENCE PLANI YATIRIM FONLARI TANITIM KILAVUZU - BİREYSEL

Küresel gelişmeler, Türkiye ekonomisi ve bankacılık sektörü. 21 Ocak 2015

T.C. ZİRAAT BANKASI A.Ş. 173 Gün Vadeli Banka Bonosu Ve 383 Gün Vadeli Tahvil İhracı Tanıtım Sunumu

GSYH

Artış. Ocak-Haziran Oranı (Yüzde) Ocak-Haziran 2014

Finansal Piyasa Dinamikleri. Yekta NAZLI

Bu sunum, borç stoku ve borçlanma ile ilgili güncel bilgileri. kamuoyuna kapsamlı olarak sunmak amacıyla hazırlanmıştır.

BANKALAR TARAFINDAN YAPILACAK REPO VE TERS REPO İŞLEMLERİNE İLİŞKİN ESASLAR HAKKINDA YÖNETMELİK TASLAĞI

ANADOLU HAYAT EMEKLİLİK A.Ş GRUPLARA YÖNELİK GELİR AMAÇLI KAMU BORÇLANMA ARAÇLARI EMEKLİLİK YATIRIM FONU YILLIK RAPOR

FİNANSAL SİSTEM VE FİNANSAL PİYASALAR

QNB FİNANS PORTFÖY PARA PİYASASI FONU'NA AİT PERFORMANS SUNUM RAPORU. Fon'un Yatırım Amacı

2012 yılı merkezi yönetim bütçesine bakış

300 yılı aşkın uzmanlığımızla bugün olduğu gibi yarın da yanınızdayız. MUTLU BİRİKİM PLANI (PLAN 158) YATIRIM FONLARI TANITIM KILAVUZU

2012 YILI OCAK-EYLÜL DÖNEMİ BÜTÇE GERÇEKLEŞMELERİ 2012 YIL SONU BÜTÇE TAHMİNLERİ 2013 YILI MERKEZİ YÖNETİM BÜTÇE TASARISI MEHMET ŞİMŞEK MALİYE BAKANI

T.C. ZİRAAT BANKASI A.Ş. Banka Bonosu İhracı Tanıtım Sunumu. Hazine Yönetimi Genel Müdür Yardımcılığı Finansal Piyasalar Bölüm Başkanlığı

TÜRKİYE CUMHURİYET MERKEZ BANKASI TABLO LİSTESİ

KATILIMCILARA DUYURU

TÜRKİYE SERMAYE PİYASASI. 23 Kasım 2011

ÜNİTE:1. Para ve Finansal Sistem ÜNİTE:2. Mali Varlık Fiyatlarının Belirlenmesi ÜNİTE:3. Finansal Kurumlar ve Piyasalar ÜNİTE:4

HAZİNE MÜSTEŞARLIĞI EKONOMİK ARAŞTIRMALAR GENEL MÜDÜRLÜĞÜ

Bölüm 1 Firma, Finans Yöneticisi, Finansal Piyasalar ve Kurumlar

FİNANSAL SERBESTLEŞME VE FİNANSAL KRİZLER 4

QNB FİNANS PORTFÖY AMERİKAN DOLARI YABANCI BORSA YATIRIM FONU'NA AİT PERFORMANS SUNUM RAPORU. Portföy Yöneticileri Fon Toplam Değeri

SERMAYE PİYASASI KURULU İKİNCİ BAŞKANI SAYIN DOÇ. DR. TURAN EROL UN KAMU ALTYAPI YATIRIMLARININ SERMAYE PİYASALARI ARACILIĞIYLA FİNANSMANI KONULU

Dolaysız ölçme. Dolaylı ölçme. Toplam üretim yaklaşımı. Toplam harcama yaklaşımı Toplam gelir yaklaşımı

Bölüm 1 (Devam) Finansal Piyasalar & Kurumlar

CİGNA FİNANS EMEKLİLİK VE HAYAT A.Ş. STANDART EMEKLİLİK YATIRIM FONU DÖNEMİ ALTI AYLIK RAPORU


AKTİF TOPLAMI 153, , , , , ,818. İlişikteki açıklama ve dipnotlar bu mali tabloların tamamlayıcı bir unsurudur.

7,36% 5,1% 15,4% 10,1% 87,1 57,1 2,7 17,75% Mayıs 18 Nisan 18 Mayıs 18 Haziran 18

FİNANS PORTFÖY BIST-30 ENDEKSİ HİSSE SENEDİ YOĞUN BORSA YATIRIM FONU'NA AİT PERFORMANS SUNUM RAPORU. Fon'un Yatırım Amacı

ANADOLU HAYAT EMEKLİLİK A.Ş PARA PİYASASI LİKİT EMEKLİLİK YATIRIM FONU(KAMU) YILLIK RAPOR

BİRİNCİ BÖLÜM TÜRKİYE EKONOMİSİNE PANORAMİK BAKIŞ...

FİNANS PORTFÖY TÜRKİYE YÜKSEK PİYASA DEĞERLİ BANKALAR HİSSE SENEDİ YOĞUN BORSA YATIRIM FONU'NA AİT PERFORMANS SUNUM RAPORU

GRAFİK LİSTESİ. Grafik I.7.

Kamu Kesimi. Ünite 04: Kamu Maliyesindeki Gelişmeler

AKTİF TOPLAMI İlişikteki açıklama ve dipnotlar bu finansal tabloların tamamlayıcı bir unsurudur.

İÇİNDEKİLER SUNUŞ İÇİNDEKİLER BİRİNCİ BÖLÜM KALKINMA VE FİNANS

DEVLET PLANLAMA TEŞKİLATI GENEL EKONOMİK HEDEFLER VE YATIRIMLAR 2006

Grafik-4.1: Cari Açığın GSYH ye Oranı (%)

TURKISH BANK A.Ş. KONSOLİDE BİLANÇOSU

Bir şemsiye fon kapsamındaki her bir alt fonun tüm varlık ve yükümlülükleri birbirinden ayrıdır.

TURKISH BANK A.Ş. KONSOLİDE OLMAYAN BİLANÇOSU

MNG BANK A.Ş. BİLANÇOSU

Cari işlemler açığında neler oluyor? Bu defa farklı mı, yoksa aynı mı? Sarp Kalkan Ekonomi Politikaları Analisti

HAZİNE MÜSTEŞARLIĞI EKONOMİK ARAŞTIRMALAR GENEL MÜDÜRLÜĞÜ

-2.98% -7.3% 19.7% 13.5% % Şubat 19 Ocak 19 Şubat 19 Mart 19

Finansal Hesaplar 2013

ŞEKERBANK T.A.Ş. KONSOLİDE BİLANÇO BİN YENİ TÜRK LİRASI

31 Aralık 2012 Tarihinde Sona Eren Hesap Dönemine Ait Finansal Tablolar ve Bağımsız Denetim Raporu

TÜRKİYE ODALAR VE BORSALAR BİRLİĞİ

İKTİSADİ GÖRÜNÜM VE PARA POLİTİKASI. 25 Mayıs 2016 Ankara

ANADOLU HAYAT EMEKLİLİK A.Ş GELİR AMAÇLI KARMA BORÇLANMA ARAÇLARI EMEKLİLİK YATIRIM FONU(EURO) YILLIK RAPOR

TEB PORTFÖY BİRİNCİ DEĞİŞKEN FON

KATILIMCILARA DUYURU

FİNANS PORIFÖY EUROBOND BORÇLANMA ARAÇLARI FONU

NDEK LER I. Finansal stikrarın Makroekonomik Unsurları II. Bankacılık Sektörü ve Di er Finansal Kurulu lar

KONSOLİDE BİLANÇO AKTİF TOPLAMI

internet adreslerinden

ANKARA EMEKLİLİK A.Ş. DENGELİ EMEKLİLİK YATIRIM FONU FON KURULU FAALİYET RAPORU

TEB PORTFÖY İKİNCİ DEĞİŞKEN FON

Dar Kapsamlı Sermaye Piyasası Mevzuatı ve Meslek Kuralları

QNB FİNANS PORTFÖY BİRİNCİ DEĞİŞKEN FON'NA AİT PERFORMANS SUNUM RAPORU. Fon'un Yatırım Amacı

DENİZBANK A.Ş. VE BAĞLI ORTAKLIKLARI

Rezerv para Rezerv Parasal taban Parasal Parası AKTİF: PASİF: Rezerv para Parasal Taban, Merkez Bankası Parası

I. Uluslararası Parasal Ortam 1

31 Aralık 2012 Tarihinde Sona Eren Hesap Dönemine Ait Finansal Tablolar ve Bağımsız Denetim Raporu

YILBAŞI (%) KURULUŞ (%) TEMMUZ

ÇALIK YATIRIM BANKASI A.Ş. ENFLASYONA GÖRE DÜZELTİLMİŞ KONSOLİDE OLMAYAN BİLANÇOSU

300 yılı aşkın uzmanlığımızla bugün olduğu gibi yarın da yanınızdayız. PLAN 113 YATIRIM FONLARI TANITIM KILAVUZU

QNB FİNANS PORTFÖY BİRİNCİ HİSSE SENEDİ FONU FON (HİSSE SENEDİ YOĞUN FON)'NA AİT PERFORMANS SUNUM RAPORU. Fon'un Yatırım Amacı

TÜRKİYE EKONOMİSİNDEKİ SON GELİŞMELER

Haftalık Menkul Kıymet İstatistikleri Raporuna İlişkin Yöntemsel Açıklama

Prof. Dr. Güven SAYILGAN Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi İşletme Bölümü Muhasebe-Finansman Anabilim Dalı Öğretim Üyesi

Transkript:

5) KAMU DENGESİ VE BÜTÇE AÇIKLARININ FİNANSMANI 5.1 Kamu Kesimi Genel Dengesi KAMU KESİMİ GENEL DENGESİ MERKEZİ YÖNETİM BÜTÇE İDARELERİ KAMU İKTİSADİ TEŞEBBÜSLERİ İŞLETMECİ KİT LER TASARRUFÇU KİT LER YEREL YÖNETİMLER FONLAR DÖNER SERMAYELER İŞSİZLİK SİGORTASI SOSYAL FONU GÜVENLİK KURULUŞLARI ÖZELLEŞTİRME KAPSAMINDAKİ KURULUŞLAR ÖZELLEŞTİRME İDARESİ BAŞKANLIĞI Kamu Kesimi Genel Dengesi, kamu harcamaları kamu gelirleri arasındaki dengeyi tanımlar. Eğer, kamu gelirleri ile kamu harcamaları birbirine eşit ise, Kamu Kesimi dengededir. Eğer, kamu gelirlerinin fazla olmasından kaynaklanan bir eşitsizlik söz konusu ise kamu kesimi fazlalık veriyor demektir. Eğer, bu eşitsizlik kamu harcamaları lehine ise kamu kesimi açık veriyor demektir. Kamu Kesimi Türkiye'de uzunca bir süredir kamu gelirleri ile kamu harcamaları arasındaki eşitsizlikten kaynaklanan bir Kamu Açığı sorunu yaşamaktadır. Bu açık, kamu gelirleri tarafından karşılanamayan harcamaları tanımlamaktadır, ki ilgili kamu açığının finansmanı, yani kamu gelirleri ile finanse edilemeyen kamu harcamaları için kamu kesiminin borçlanması gerekir. Bu nedenle, Kamu Açığı, bir anlamda Kamu Kesimi Borçlanma Gereği olarak da adlandırılır. Kamu Kesimi Borçlanma Gereği/GSYH oranı Maastricht Kriterlerine göre, AB ülkeleri için % 3 olarak tespit edilmiştir. Türkiye de, bu oran 2001 krizi öncesinde % 14 ile 20 arasında gerçekleşmiştir. Kamu kesiminin belli başlı gelir kaynakları şunlardır; Vergi Gelirleri Vergi Dışı Normal Gelirler Özel Gelir ve Fonlar Bu ana gelir kalemlerinin yanısıra, Bütçe İdareleri içerisinde, ağırlığını devlet üniversitelerinin oluşturduğu Özel Bütçeli İdareleri'nin gelirleri, Sosyal Güvenlik Sistemi'nin topladığı sosyal güvenlik primleri (parafiskal gelirler) de gelir kalemi olarak kabul edilebilir. 107

Kamu harcamaları da üç kategoride toplanabilir: Cari Harcamalar (Personel ve Diğer Cari) Yatırım Harcamaları Transfer Harcamaları Bu gelir ve harcamalara yönelik kategoriler tüm Kamu Kesimi Genel Dengesi için geçerli olmakla birlikte, aynı gelir ve harcama kalemleri Bütçe içerisinde de yer almaktadır. 5.2 Kamu Kesimi Kamu Kesimi 2006 yılından itibaren yeni bir sınıflandırma çerçevesinde ele alınmaktadır. Buna göre kamu kesimi Genel Yönetim adı altında 3 ana başlıkta ele alınmaktadır. Bunlar ise Merkezi Yönetim, Mahalli İdareler ve Sosyal Güvenlik Kurumlarıdır. Geçmişte kullanılan Konsolide Bütçe kavramına yakın olan kavram Merkezi Yönetim Bütçesidir ve günümüzde kamu kesiminin mali performansı bu tanım üzerinden değerlendirilmektedir. 5.3 Merkezi Yönetim Bütçesi Bu tanım kapsamında da 3 alt başlık bulunmaktadır: Genel Bütçeli İdareler, Özel Bütçeli İdareler ve Düzenleyici Denetleyici Kurumlar. Genel Bütçeli İdareler Cumhurbaşkanlığı seviyesinden başlayarak TBMM, Yüksek Yargı organları, Başbakanlık, Genel Kurmay Başkanlığı ve tüm bakanlıklarından oluşur. Ayrıca, Hazine Müsteşarlığı, DPT, TÜİK, DTM gibi diğer ekonomik kuruluşlar da bu kategori içerisinde yer alır. İç ve dış borç faiz ödemeleri nedeniyle bugün genel bütçeli idareler içerisinde en büyük ödenek Hazine Müsteşarlığı'ndadır. Müsteşarlığı Maliye Bakanlığı takip eder. Genel bütçeli idareler gelirleri arasında vergi gelirleri (dolaysız ve dolaylı vergiler), vergi dışı normal gelirler (kurumlar hasılatı ve devlet payları, devler mülklerinin gelirleri, v.s.), özel gelir ve fonlar ile iç borç gelirleri yer alır. Özel Bütçeli İdareler Üniversiteler, çeşitli Fonlar ve TRT, TSE gibi çeşitli diğer kurumlardan oluşur. Düzenleyici ve Denetleyici Kurumlar ise RTÜ, EPDK, Rekabet Kurumu gibi birimlerdir. Özel bütçeli idarelerin gelirleri ise faaliyet konusu işlemlerinden elde edilir. Bütçe giderleri ise; cari harcamalar, yatırım harcamaları ve transfer harcamaları diye üç gruba ayrılabilir. Cari harcamalar personel harcamaları; yani maaş ve ücret ödemeleri ile diğer cari harcamalardan oluşur. Diğer caru harcamalar içerisinde kırtasiye, akaryakıt ve demirbaş masraflarının yanısıra, Türkiye'nin iç ve dış güvenliğine yönelik harcamalar da diğer cari harcamalar alt kategorisi içerisinde görülür. Yatırım harcamaları, devletin okul, hastahane, otoyol anlamında alt ve üst yapı yatırımlarını temsil ederken, transfer harcamaları içerisinde KİT'lere yapılan transferler, Sosyal Güvenlik Sistemi'ni yapılan transferler, tarım desteklemesi ve hepsinden önemlisi iç ve dış borç faiz ödemeleri yer alır. Bütçe, Yüksek Planlama Kurulu'nda son halini aldıktan ve Bakanlar Kurulu tarafından incelenip onaylandıktan sonra, bir sonraki yıl uygulanmak üzere, bir önceki yılın en geç 17 Ekim akşamına kadar TBMM'ne bir yasa tasarısı olarak sevk edilir. Bütçe bir yasa tasarısı olarak önce Meclis Bütçe ve Plan Komisyonu'nda görüşülür ve onaylandıktan sonra, Genel 108

Kurul'a iner. Genel Kurul'da da kabul görmesi halinde yasalaşır ve yürürlüğe girer. Bütçe yasa tasarısı içerisinde yer alan ödenekler, Meclis'te onaylanması halinde ilgili hükümete bütçe idareleri için yapabilecekleri harcamalar için verilen yetkiyi temsil eder. Yani, hükümet Meclis tarafından onaylanmadığı müddetçe ödeneklere bağlı harcamaları yapamaz ve bütçede yer alan gelirleri toplayamaz. 5.4 Bütçe Açığı Bütçe Harcamaları'nın Bütçe Gelirleri'nden fazla olması halinde ortaya çıkan eşitsizliğe bütçe açığı denmektedir. Esasen, denk bütçe politikası söz konusu ise -ki 1923 ile 1950 arası bu politikaya uyulmaya çalışılmıştır- bütçenin açık vermemesi gerekir. İktisat literatüründe Keynesyen iktisat politikası bağlamında tartışılan denk bütçe kavramı da önemsenmelidir. Buna göre, kamu harcamaları vergiler ile finanse edilirse denk bütçe söz konusudur ve denk bütçe çarpanı da her zaman 1 e eşittir. Dışa açık bir ekonomide denk bütçe çarpanı (mps+mpi) / (mps+mpi) biçiminde yazılabilir. Başka bir ifadeyle, gerçekleştirilen ilave kamu harcamaları ancak kendi boyutunda bir milli gelir artışı yaratacak, çarpan mekanizmasının etkisi olmayacaktır. Bu yaklaşımında etkisiyle özellikle 2. Dünya Savaşı sonrasında tüm dünyada denk bütçe politikalarından uzaklaşılmıştır. Kamu harcamalarının tamamen vergilerle finanse edilmesi durumunda veya diğer deyişle denk bütçede para miktarı bu durumdan etkilenmeyecektir. Bu bağlamda, kamu açığı kamu harcamalarından vergilerin çıkarılması veya parasal tabandaki değişime borç stokundaki değişimin eklenmesi yoluyla hesaplanmaktadır. Eğer vergiler ile kamu harcamaları birbirine eşitse, ne parasal tabanda ne de borç sokunda bir değişiklik olmayacaktır. Ancak kamu açığı varsa ve parasal tabanda da bir değişim yoksa bu durumda kamu borç stokunda bir artış gözlemlenecektir. Türkiye de de açık bütçe politikası uygulaması 1950'li yıllarda tüm dünyada yaygınlaşmıştır. Bütçe açığı, özünde bütçe harcamalarının bütçe gelirleri tarafından finanse edilemeyen bölümüdür. Diğer bir deyişle, bütçe açığı bütçe gelirleri ile finanse edilemeyen harcama anlamına gelir ve bu harcamanın yapılması için borçlanma yoluyla kaynak yaratılması gereklidir. 5.5 Bütçe Açığının Finansmanı ve Bütçe Nakit Açığı Bütçe açığının finansmanından Hazine Müsteşarlığı sorumludur. Bütçe açığı İç Borçlanma ve Dış Borçlanma yoluyla finanse edilir. İç Borçlanma iki ana başlıkta toplanır; Kısa Vadeli İç Borçlanma ve Uzun Vadeli İç Borçlanma. Kısa Vadeli İç Borçlanma deyince, 1997 yılına kadar iki kısa vadeli iç borçlanma metodu söz konusuydu. Hazine Müsteşarlığı, ya Merkez Bankası'ndan Kısa Vadeli Avans alma metodu ile ya da Hazine Bonosu satarak kısa vadeli borçlanma gerçekleştirirdi. 1997 yılı Temmuz ayında gerçekleşen tarihi Merkez Bankası- Hazine Müsteşarlığı Protokolu'na kadar, bütçe açığının finansmanı için Hazine'nin Merkez Bankası'ndan kısa vadeli avans kullanması enflasyonist etki yaratmaktaydı. Tarihi protokol ile, önce Hazine'nin Merkez Bankası'ndan kısa vadeli avans kullanma olanağı dondurulmuş; ardından Hazine Merkez Bankası'na olan kısa vadeli avans kullanımı nedeniyle olan borcunu 109

peyder pey kapatmıştır. Başka bir biçimde ifade edilecek olursa günümüzde Hazine nin TCMB ndan doğrudan borçlanma olanağı bulunmamaktadır. Bu nedenle, bugün geçerli olan bütçe açığı finansman modeli Dış Borçlanma (Tahvil Cinsinden), Kısa Vadeli İç Borçlanma olarak Hazine Bonosu cinsinden borçlanma, Uzun Vadeli iç Borçlanma olarak Devlet Tahvili cinsinden borçlanma ve 'Diğer'dir. Bütçe açığının gerçek anlamda iç ve dış borçlanma yoluyla finanse edilmesi gereken kısmı ise Bütçe Açığı değil, Bütçe Nakit Açığıdır. Bulunması için, bütçe açığına emanet ve avanslardaki net değişim rakamı eklenir. Avans bir kamu harcamasının gerçekleştirilmesi için bütçeye gider yazılmadan nakit ödenmesine verilen addır. Emanet ise mali yıl sonuna kadar verile emri olmasına rağmen ödenememiş tutarlardır. Eğer, emanete alınan ödemeler, kamunun yaptığı çeşitli avans ödemelerinden fazla ise bütçe açığı büyür. Tersine, emanetlerin değeri, avansların toplamından küçük ise bütçe açığı küçülür. Bütçe Açığına emanet ve avanslardaki net değişim eklendikten sonra bulunan değer Bütçe Nakit Dengesi (Hazine Dengesi) denir, ki esas iç ve dış borçlanma yoluyla finanse edilmesi gereken açık Bütçe Nakit Açığıdır. Hazine Müsteşarlığı, artık Merkez Bankası'ndan kısa vadeli avans yolunu kullanmadığı için, bütçe nakit açığını iç borçlanmada bono ve tahvil yoluyla gerçekleştirilen iç borçlanmayla ve dış borçlanmayla finanse etmeye çalışır. Kamu kesimini analizinde kullanılan bir başka önemli gösterge de birincil denge veya faiz dışı denge kavramıdır. Bütçe gelirleri ile faiz dışı bütçe harcamaları karşılaştırılarak hesaplanmaktadır. Doğal olarak bütçe birincil açık veya birincil fazla verebilmektedir. Özellikle birincil açık verildiğinde içinde bulunulan yıl için de borçlanma gereği ortaya çıkmaktadır ki bu da mali disiplin açısından olumsuz bir duruma işaret etmektedir. Yıllar itibariyle, bütçe açığının finansmanı için yapılan iç ve dış borçlanma, Türkiye'nin her yıl ödediği iç ve dış borç ana para ve faiz ödemeleri nedeniyle, Türkiye'nin borç servisini 80 milyar dolar seviyelerine taşımıştır. Bu nedenle, Kamu Kesimi bütçe açığının bir kısmını veya vadesi gelen iç ve dış borçlarının bir kısmını, iç ve dış borç faiz ödemeleri hariç tutulduğunda verilen bütçe fazlalığı ile finanse etmektedir. Bu durum, faiz dışı bütçe dengesi veya fazlası veya tüm kamu kesimi dikkate alınır ise, faiz dışı kamu dengesi veya fazlası olarak adlandırılmaktadır. IMF'inde ciddiyetle izlediği bu değer birincil denge olarak da bilinmektedir. Başka bir şekilde tanımlamak gerekirse, bütçeden gerçekleştirilen faiz harcamaları hariç tutularak hesaplanan bütçe dengesine faiz dışı bütçe dengesi denilmektedir. Bir ülkede kamu maliyesinde faiz dışı fazlanın olması, kamu borçlanma gereksiniminin bir bölümünün bütçeden finanse edildiği anlamına gelmektedir. Türkiye, 2001 krizi sonrasında enflasyonla mücadele programında faiz dışı bütçe fazlası için GSMH'ya oran olarak % 6.5'lik bir fazlalık hedefini belirlemiştir. Bütçe açığının finansmanı nedeniyle iç borç servisi ve stoku sürdürülemez bir noktaya ulaşır ise, burada iki olağanüstü yöntem Konversiyon ve Konsolidasyon öne çıkmaktadır. Konversiyon iç borç stokunun faiz, vade ve itfa şeklinden herhangi birini değiştirmek olarak tanımlanabilir. Uygulamada daha çok faizi değiştirmek yönündedir. Kamu borç miktarını değiştirmeden, borç yükünü hafifletmeyi hedefler. Konsolidasyon, vadesi yakın olan ve/veya kısa vadeli kamu borçlarının uzun süreli veya süresiz bir borç şekline dönüştürülmesi sürecidir. Zorunlu olarak ta, isteğe bağlı olarak ta uygulanabilir. 110

MALİ DİSİPLİN VE MALİ KURAL: Mali disiplin Kamu kesimi dengesinin sürdürülebilir düzeyde korunmasıdır. Daha detaylı olarak tanımlamak gerekirse, bütçe açıklarının kontrolü ve sürdürülebilir borçlanma dinamiğine ulaşılmasıdr. Kamu kesiminin orta vadede mali disiplinle ilgili kararlarında hangi sınırlar arasında hareket edebileceğini düzenleyen unsurlara ise mali kural adı verilmektedir. Maliye politikası araçları üzerinde yasal bir temele dayandırılmış sınırlamalar olarak mali kurallar 1990 larda dünyada yaygınlaşmaya başlamış ve günümüzde 81 ülkede mali kural uygulanmaktadır. Bu kapsamda en bilinen uygulama ise Avrupa Birliği nin Maastricht kriterleridir. Bu kriterlerden ikisi mali kural uygulaması kapsamındadır. Euro alanındaki ülkelerin kamu açıkları/gsyh oranının %3 ü ve borç stoku/gsyh oranının %60 ı geçememesi bir çok başka ülkenin kamu kesimi performanslarının değerlendirilmesinde dahi kullanılmaktadır. Daha geniş bir açıdan bakıldığında ülkelerin kamu açıkları ve borç stoku kurallarının yanı sıra harcama ve gelir kurallarına da yöneldikleri görülmektedir. Buna göre; Açık Kuralları: Denk Bütçe Kuralı, Altın Kural (yatırım harcamaları hariç denk bütçe), Bütçe açığını sınırlayıcı kurallar. Borç Kuralları: Brüt veya net kamu borcu üzerine sınır getiren düzenlemeler. Harcama Kuralları: Toplam Harcama üzerine sınır getirilmesi, reel - nominal harcama büyümesine sınır getirilmesi veya faiz dışı harcamalar gibi belirli harcama gruplarına sınır getirilmesi yönündeki düzenlemeler. Gelir Kuralları: Genel vergi yüküne bir tavan getirilmesi, beklenmeyen gelir artışı tahsisine yönelik düzenlemeler. Uygulamada ülkeler daha çok açık ve borç kuralına dayalı mali kuralları tercih ediyor. Türkiye de IMF programları uygulanmasına rağmen kapsamlı bir vergi ve harcama reformu yapılamadığından mali disiplinin sürdürülebilirliği konusu sürekli gündeme gelebilmektedir. Mali disiplinin sürdürülmesi doğrultusunda atılan bir diğer adım da Orta Vadeli Programın (OVP) açıklanmasıdır. OVP ile Türkiye kamu maliyesinde elde ettiği mali disiplini sürdürme yönündeki iradesini ortaya koymaya çalışmıştır. Mali Kural Kanun Tasarısı Taslağı: Orta Vadeli Program da (OVP) bütçe disiplinin sağlanması ve kamu kesimi açığının orta vadede kontrol altına alınması için 2011 yılı bütçe döneminden itibaren kamu mali yönetiminin belirlenen mali kural dahilinde uygulanmaya başlanacağı açıklanmıştır. Bu kapsamda, Mali Kural Kanun Tasarısı Taslağı 11 Mayıs 2010 tarihinde kamuoyuna sunulmuştur. Kamu maliyesi politikalarına uzun vadeli öngörülebilirlik getirmeyi, ekonomide güven ve istikrarı güçlendirmeyi, artan kredibiliteyle beraber risk priminin düşmesini sağlayarak kamu borçlanma maliyetini azaltmayı, kamunun uzun vadede finansman ihtiyacını netleştirerek özel sektörün daha uzun vadeli ve daha düşük maliyetli kaynaklara ulaşmasını sağlamayı ve mali disiplin anlayışını kalıcı hale getirmeyi amaçlayan Mali Kural a göre, herhangi bir yılda genel yönetim açığının GSYH ye oranı, bir önceki yıl genel yönetim açığının GSYH ye oranına genel yönetim açık uyarlamasının eklenmesi suretiyle hesaplanan değeri aşamaz. Açıklanan taslağa göre Orta Vadeli Program ve Mali Planda, mali kurala göre hesaplanan üç yıllık genel yönetim açık tavanı belirlenecek, tavanın hesaplanmasında kullanılan bir önceki yıla ilişkin açığın GSYH ye oranında ve/veya ilgili yıl reel GSYH artış oranında bir değişiklik olması halinde genel yönetim açık tavanı güncellenerek kamuoyuna duyurulacak, mali kuraldan sapma olup olmadığı, o yıl için gerçekleşen genel yönetim açığının GSYH ye oranı ile kesin tavan mukayese edilerek yapılacak, genel yönetime ilişkin mali veriler üçer aylık ve yıllık olarak Maliye Bakanlığı 111

tarafından Mali Kural İzleme Raporu ile kamuoyuna açıklanacaktır. Mali Kural İzleme Raporu nda yer alan verilerin doğruluğu, güvenilirliği ve önceden belirlenmiş standartlara uygunluğu bakımından değerlendirilmesi Sayıştay tarafından yapılarak sonuçları Raporun yayımından itibaren üç ay içinde kamuoyuna duyurulacaktır. Mali Kural ın yasalaşmasıyla bütçe açığının kontrol altına alınması konusunda önemli bir adım atılmış olacaktır. Maliye politikalarının bu şekilde şeffaflaşmasının ekonomik istikrar ve büyümeye olumlu katkı yapması beklenmektedir. Ancak 2010 yılı içinde yasalaşması beklenen Mali Kural yasa tasarısı ertelenmiştir. Söz konusu yaklaşım tekrar TBMM gündemine gelene kadar OVP çerçevesinde ve bütçe performansı bağlamında Türkiye ekonomisindeki mali disiplin konusu tartışılacaktır. 112

6) MALİ SİSTEMİN UNSURLARI Ulusal ekonomiyi ayakta tutan üç farklı piyasa türünden birisi olan Finans Piyasaları, bir bütün olarak ele alındığında, Mali Sistemi oluşturmaktadır. Mali Sistem, ulusal ekonomide elinde fon fazlası bulunan kesimler ile, bu fonlara ihtiyaç duyan kesimlerin bir araya getirildiği bir yapı olarak tanımlanabilir. Eğer, her ulusal ekonominin bir mali sistemi söz konusu olmasaydı, fon arzı gerçekleştiren kesimler ile bu fonlara talep gösteren kesimler kurallara bağlı olmaksızın bir araya gelecek ve bu nedenle fonların etkin kullanımı engelleyecek bir dizi sorun ortaya çıkacaktı. FON ARZ EDENLER (Bireysel ve Kurumsal Tasarruf Sahipleri) ARACI KURUMLAR FON TALEP EDENLER (Bireysel ve Kurumsal Tüketiciler ve Yatırımcılar) HUKUKİ MEVZUAT VE DENETLEYİCİ (REGÜLATÖR) KURUMLAR Bu nedenle Mali Sistem'in sağlıklı bir şekilde çalışması, oluşturulan hukuki mevzuatın çağdaşlığı ve uygulanabilirliği ile regülatör konumundaki üst kurumların etkinliği ile doğru orantılıdır. Türkiye, bu alanda Mali Sistem'in kurumsal yapısı boyutunda ciddi mesafeler katetmiş bir ülke konumundadır. Mali Sistem'i tanımlar iken, Mali Sistem'i oluşturan alt piyasaları tanımlamakla işe başlamak doğru bir yaklaşım olacaktır. Bu noktada ilgili alt piyasaları, Bankacılık Sektörü, Sigortacılık Sektörü, Sermaye Piyasası, Finansal Kiralama Sektörü, Faktoring Sektörü ve Forfeyting Sektörü olarak sıralamak mümkündür. Her bir alt sektör ekonomide biriken atıl fonların, kullanılmayı bekleyen tasarrufların ekonomiye kazandırılmasında farklı araç ve yöntemleri kullanmaktadır. Bankacılık sektörü, fon arz eden bireysel ve kurumsal tasarruf sahiplerinin birikimlerini mevduat veya borçlanma kağıtları vasıtası ile oluşturduğu havuzda toplayacak ve bu fonlara talep duyan kesimleri kredi mekanizması vasıtası ile karşılayacaktır. Mevduat toplama yetkisi olan bankaları, ticari bankalar veya mevduat bankaları olarak adlandırmaktayız. Ticari bankalar (mevduat bankaları) mevduat kabul etme ve kredi verme işlemleri nedeniyle kaydi para yaratmaktadırlar. Bu bağlamda söz konusu kurumların aldıkları kararlar ve politikaları çerçevesinde ülkedeki para miktarının belirlenmesinde doğrudan etkili olmaktadırlar. Buna karşılık, mevduat toplama yetkisi olmayan ve bu nedenle reel ekonomiye kullandıracağı kaynakları orta ve uzun vadeli borçlanma yoluyla, yani sermaye piyasası araçlarına dayalı olarak yaratan bankalara da yatırım (ve ayrıca kalkınma) bankaları diyoruz. Sigortacılık sektörü, aynı fonları bu fonlara sahip olan kesimleri çeşitli risklere karşı korumak yoluyla havuzda biriktirmektedir. Tanımlanan risklere bağlı olarak elinde fon olan bireysel ve kurumsal tasarruf sahiplerinden temin edilen primler yoluyla oluşan prim havuzu gerçekleşen risklerin finansmanında ve çeşitli alanlarda yatırımlarda kullanılmaktadır. Bu yolla sigortacılık sektöründe biriken kaynaklar ekonomiye kazandırılmaktadır. 113

Sermaye piyasası, kurumlara menkul kıymetler aracılığı ile kaynak temin etme olanağı veren bir piyasadır.yatırımlarını gerçekleştirmek ve/veya işletme sermayesini güçlendirmek zorunda olan kurumlar ya bireysel ve kurumsal tasarruf sahiplerini ortaklığa davet ederek ya da kendilerinden bu tasarrufları borçlanma yoluyla temin ederek, bu işlemler esnasında ise tasarruf sahiplerine bu işlemi belgeleyen veya kanıtlayan bir menkul kıymet takdim ederler. Menkul Kıymetler Ticaret Hukuku'nda kıymetli evraklar kapsamında olan belgelerdir. Finansal kiralama sektörü, gerçekleştirdiği işlemler vasıtası ile, ekonomideki atıl fonların, tasarrufların ekonomiye yatırımların desteklenmesi amacıyla kazandırılmasını sağlayan bir alt sektördür. Günümüzde, belirli bir yatırımı gerçekleştirmek için gerekli olan kaynağın büyüklüğü ve teknolojideki hızlı gelişmeler, yatırımcıları sabit sermayeyi oluşturan unsurları temin ederken mülkiyetini satın almak yerine bunları finansal kiralama yoluyla temin etmeye yönlendirmektedir. Finansal kiralama sektörü, bu yolla mülkiyetin temini nedeniyle büyük bedel tutan yatırımların daha küçük bedeller ile gerçekleştirilmesini sağlamakta ve yatırımcıların ellerindeki sabit sermaye değerlerini teknolojik ömürleri tamamlandığında, ekonomik ömürleri tamamlanmadan değiştirebilmelerini sağlamaktadır. Bu nedenle, küresel rekabet açısından bu sektör giderek önemini arttırmaktadır. Faktoring ve forfeyting sektörleri ise, reel sektörde oluşan ticari iç ve dış piyasa alacaklarının vadesinden önce tahsilatını sağlayan ve bu nedenle ticari işletmelerin nakit akımlarının iyileştirilmesine, işletme sermayelerinin desteklenmesine yardımcı olan alt sektörlerdir. Başka bir ifadeyle, genellikle mal ve hizmet satışından (ihracatından) doğan ve belirli bir ödeme planına göre tahsil edilebilecek olan alacakların bir finans kurumu tarafından satın alınması işlemlerine bu adlar verilmektedir. Bu iki sektör arasındaki fark, ticari alacağın vade yapısı ile karşımıza çıkmaktadır. Tahsilatına 1 ile 180 gün kalmış iç ve dış piyasa ticari alacakları faktoring, tahsilatı 180 günden daha uzun ticari alacaklara ise forfeyting sektörü bakmaktadır. Dolayısı ile bu farklı 6 kurumsal yapı vasıtası ile Mali Sistem'e ulaşan fon arzı, farklı araç ve yöntemler kullanılarak bu fonlara talepte bulunan kesimlere aktarılmaktadır. Bu aktarım esnasında yapılan işlemlerin kurallara uygun bir şekilde yapılıp yapılmadığını denetleyen, işlemlerin gerçekleştirilmesine platform oluşturan regülatör ve denetleyici kuruluşlar Türkiye'de güçlü bir yapı sergilemektedir. Sermaye Piyasası Kurulu, İstanbul Menkul Kıymetler Borsası, Takasbank, Türkiye Sermaye Piyasası Aracı Kuruluşları Birliği, Bankacılık Denetleme ve Düzenleme Kurulu, Bankalar Birliği şeklinde bir çırpıda sayılabilecek kuruluşlara sigortacılık, finansal kiralama ve faktoring sektörlerindeki işlemleri denetleyen diğer kurumları eklemek mümkündür. Bu alt piyasalarda faaliyet gösteren aracı kurumlar ayrıca oluşturdukları dernekler ile de sektörlerin geliştirilmesine yönelik çalışmalar gerçekleştirmektedirler. Bu kurumsal denetleme mekanizması içerisinde Merkez Bankası, Hazine Müsteşarlığı ve Maliye Bakanlığı'na bağlı birimlerin hayati önemi de gözardı edilmemelidir. Alt sektörlerde fon arzı ile fon talebinin buluşmasını sağlayan aracı kurumlar veya aracı kuruluşlar, kimi eserlerde yardımcı kuruluşlar sıfatı ile de tanımlanmaktadır. Bankacılık sektöründe mevduat ve yatırım bankaları, sigortacılık sektöründe hayat ve hayat dışı branşlarında faaliyet gösteren şirketler, sermaye piyasasında aracı kuruluşlar olarak 114

tanımlayabileceğimiz bu kuruluşlara, yatırım ortaklıkları, bireysel emeklilik kuruluşları, sosyal güvenlik kuruluşları, kooperatifler, risk sermayesi şirketleri, portföy yönetim şirketleri, gayrimenkul yatırım ortaklıkları, yatırım danışmanlığı şirketleri, ipoteğe dayalı gayrimenkul edindirme şirketleri gibi kimisi Türkiye'de faaliyet gösteren, kimisi ise sisteme dahil olma aşamasındaki diğer kurum türleri de eklenebilir. Mali Sistem'e yönelik olarak gerçekleştirilebilecek bir diğer ayrım kullanılan araçlara bağlı olarak Para Piyasası ve Sermaye Piyasası ayrımıdır. Para piyasası literatürde genel olarak kısa vadeli fon arz ve talebinin karşılaştığı piyasa olarak tanımlanmaktadır. Bu nedenle, kısa vadeli finansal araçların veya enstrümanların işlem gördüğü bir piyasa olarak tanımlanması hatalı olmayacaktır. Sermaye piyasası ise, orta ve uzun vadeli fonların el değiştirdiği bir piyasa olarak tanımlanmaktadır ve bu piyasada işlem gören araçlar da benzer şekilde tanımlanmaktadır. Ancak, bu net tanımlara rağmen, kimi ekonomistler bazı finansal araçları hangi piyasa altında değerlendirmeleri gerektiği konusunda farklı görüşler ortaya koymaktadır. Para piyasasında işlemler ya ülkenin yerel parası cinsinden ya yabancı para cinsinden ya da kıymetli madenlere dayalı olarak gerçekleştirilmektedir. Bu çerçevede, TL cinsinden işlemlerde tasarruf sahipleri mevduat yoluyla birikimlerini değerlendirebilirler. Mevduatın yanısıra, bankalararası TL piyasası (TL Interbankı) ve bankaların gelecekteki ticari alacaklarını vadesinden önce menkul kıymetleştirerek tasarruf sahiplerine takdim etmeleri sonucunda ortaya çıkan Varlığa Dayalı Menkul Kıymetler (VDMK) ve yeniden satınalma anlaşması anlamına gelen REPO işlemleri de TL cinsinden para piyasası işlemleri kapsamı içerisinde ele alınabilir. Bununla birlikte, VDMK menkul kıymetleştirilmiş bir değer olması nedeniyle, bazı uzmanlar tarafından sermaye piyasası aracı olarak da ele alınmaktadır. Aynı durum, Hazine bonosu için de geçerlidir. Hazine bonosu Hazine Müsteşarlığı'nın kısa vadeli borçlanma enstrümanıdır. Kısa vadeli olması nedeniyle bir grup uzman hazine bonolarını para piyasası enstrümanı olarak görmekte, bir kısım uzman ise hazine bonosu bir menkul kıymet olduğu için bu enstrümanı sermaye piyasası içerisinde değerlendirmektedir. Ancak, ağırlık hazine bonosunun TL cinsinden para piyasası enstrümanı olarak tanımlanması yönündedir. Bir diğer enstrüman REPO ise bir bacağı para piyasasında, bir bacağı sermaye piyasasında olan bir enstrümandır. Menkul kıymetlere dayalı bir yeniden satın alma anlaşması olması nedeniyle, her iki piyasa arasında yer alan bir enstrüman olarak değerlendirilmektedir. Bununla birlikte, vade yapısı nedeniyle REPO işlemleri de para piyasası işlemi olarak adlandırılabilir. TL cinsinden para piyasası işlemlerinde TL İnterbank piyasasının yanısıra bir başka yeni oluşturulmuş piyasa, TR Libor piyasasıdır. TR Libor piyasasının hedefi, ekonominin tüm aktörlerinin kullanabileceği bir gösterge faiz oranı (TR Libor Oranı) oluşturabilmektir. olarak 1 günden 1 yıla kadar farklı vadelerde sunulan teklif oranları, TR Libor piyasası belirli bir işlem hacmine oturduğunda, ekonomide her konuda kullanılabilecek bir faiz oranı seti oluşturulmasını sağlayacaktır. Tasarruf sahipleri ellerindeki fonları yabancı para cinsinden ve kıymetli maden cinsinden de para piyasasında değerlendirme olanağına sahiptir. Kıymetli maden cinsinden işlemler de ise, her türlü altın ve gümüş alım-satımı, İstanbul Altın Borsası vasıtası ile yapılan işlemler 115

ve iki bankanın uyguladığı Altın Mevduatı Hesabı uygulaması kıymetli maden cinsinden işlemlere örnek olarak gösterilebilir. Sermaye Piyasası alanında ise enstrümanlar ve/veya işlemler Birincil Piyasa İşlemleri ve İkincil Piyasa İşlemleri olmak üzere iki önemli kategoriye ayrılmaktadır. Birincil piyasa işlemleri, sermaye piyasasında alım-satımı yapılan herhangi bir menkul kıymetin ilk defa tasarruf sahiplerinin ilgisine ve alımına sunulması anlamına gelmektedir. Bireysel ve kurumsal tasarruf sahiplerinin ortaklığa davet edildiği hisse senedi satışlarında özel sektör açısından birincil piyasa işlemi halka arz, bir kamu sektörü kuruluşlarının hisse senedi satılıyor ise özelleştirme olarak adlandırılmaktadır. Borçlanma amacıyla bono-tahvil satışı söz konusu ise, birincil piyasada özel sektör satışı bono-tahvil arzı, Hazine Müsteşarlığı tarafından yapılan bono-tahvil satışları ise Hazine İhalesi ve Hazine Halka Arzı olarak tanımlanmaktadır. Hazine halka arzlarında alım bedeli düşük tutularak küçük tasarruf sahiplerinin de hazine bonosu veya devlet tahvili almalarına olanak sağlanmaktadır. Gayrimenkul yatırım ortaklıklarının ilk hisse senedi satış işlemleri de bu kategoriye girmektedir. İkincil piyasa işlemlerinde ise, yatırım fonları ve yatırım ortaklıkları birincil piyasa vasıtası ile tasarruf sahiplerine sunulan menkul kıymetlerin bir araya getirilmesi ile oluşturulmuş finansal yapılara örnek olarak gösterilebilir. Türkiye'de ikincil piyasa işlemlerinde tek yetkili kurum İstanbul Menkul Kıymetler Borsası'dır. Borsa nezdinde, hisse senedi, bono-tahvil ve repo piyasası işlemleri gerçekleştirilmektedir. Bono-tahvil piyasasında şu an için sadece Hazine Müsteşarlığı tarafından ikraz edilmiş olan menkul kıymetlerin ikinci el alım-satım işlemleri gerçekleştirilir iken, repo işlemlerinde de yine Hazine borçlanma kağıtları ile işlem gerçekleştirilmektedir. Birincil piyasa işlemlerinde etkinliği artırmak, ikincil piyasaların işleyişini kolaylaştırmak amacıyla, Hazine ve Merkez Bankasının borçlanma senedi ihracı ve döviz müdahalesi türü işlemlerinde sadece belirli kriterlere göre seçtiği banka ve/veya bazı kuruluşları taraf olarak kabul ettikleri sistem ise piyasa yapıcılığı sistemi olarak adlandırılmaktadır. Vurgulanması gereken son nokta, Mali Sistem'de gerçekleştirilen işlemlerin vade yapılarına göre de bir ayırıma tabi olabilecekleridir. Buna göre, işlemlerin anlık veya günlük olmasına bağlı olarak spot işlemler ve zamana yayılması veya ilerideki bir tarihe dayalı olarak gerçekleştirilmesi nedeniyle vadeli işlemler olarak adlandırılması da mümkündür. Türkiye de, yıllardır yüksek enflasyon ve siyasi-ekonomik belirsizlik vadeli piyasaların gelişimini engelleyici bir etki yaratmaktaydı. Türkiye'nin bu sorunları atlatması ile birlikte, her finansal enstrüman için oluşturulabilecek vadeli piyasalar, ekonomide fiyat istikrarının yerleşmesinde önemli katkılar sağlayacaktır. Nitekim, Türkiye nin üretim ve ihracat boyutunda önemli yer tutan tarım malları başta olmak üzere, hisse senedi, faiz ve döviz fiyatlarına yönelik olarak, uzun süredir hayata geçirilmesi beklenen Vadeli İşlemler ve Opsiyon Borsası 4 Şubat 2005 tarihinde resmen başlamıştır. FORWARD İŞLEMLERİ: Döviz piyasasında bir banka ile müşterisi arasında, dövizin, ulusal para karşılığında, gelecekteki bir süre sonrasında teslim koşuluyla alım veya satımı için bugünden yapılan sözleşmelere, forward sözleşmesi (vadeli döviz sözleşmesi) denir. Forward sözleşmelere, döviz kurlarıyla ilgili gelecekteki belirsizlikler nedeniyle gereksinim 116

duyulmuştur. Ayrıca forward sözleşmesi, fiyatlar önceden kararlaştırıldığında, söz konusu işlemcileri (banka ve müşterisi), öngörülen süre içinde, kur değişmesi riskine de karşı korur. FUTURES İŞLEMLERİ: Bu işlemler, bazı uluslararası borsalarda gerçekleştirilen ve standart miktarlardaki dövizlerin, standart tarihlerde teslimini öngören döviz alış ve satış sözleşmelerini kapsar. Sözleşmelerin döviz cinsleri, vade ve miktar açısından standartlaştırılmış olması, piyasadaki işlem hacmini ve likiditeyi arttıran en önemli etkenlerdendir. Futures sözleşmelerinin karşı tarafı, takas odasıdır. Dolayısıyla, aynı borsada gerçekleştirilen tüm futures sözleşmelerinin karşı taraf riskleri, takas odasının güvencesi nedeniyle standartlaştırılmış ve hatta ortadan kalkmış olur. Ayrıca, future işlemlerinde, marj hesabı uygulaması (margin) vardır ve sözleşmenin değeri günlük olarak piyasadaki kur değişmelerine bağlanmıştır (marked to the market). Future işlemleri piyasalarında günlük ödeşme (daily settlement) sistemi uygulanır. Yani, kurlardaki değişmelerden dolayı sözleşmenin değerindeki artışlarsözleşme sahibine isterse- peşin ödenir; sözleşmenin değerindeki düşüşlerin de borsaya ödenmesi gerekir. Futures piyasaları, spekülasyona açık piyasalardır. Forward ve futures işlemleri, spekülasyon ve riskten korunma amaçlı kullanılırlar. SWAP İŞLEMLERİ: Swap, iki taraf arasında yapılan ve içinde hem spot, hem de forward işlemlerin yer aldığı bir değişim anlaşmasıdır. Bu işlem türünde, forward işleminde olduğu gibi, vadede kesin alış ve satış işlemi mevcut olmayıp, yalnızca dövizler veya faizler belirli bir süre el değiştirmektedir. Uygulamada, Faiz Swap'ı, Para ve Döviz Swapları ve Mal Swapı görülmektedir. Swap'ın bir diğer tanımı, iki tarafın ödemelerini önceden belirlenmiş esas ve kurallar çerçevesinde ödemelerini karşılıklı olarak değiştirmeleridir. OPTIONS SÖZLEŞMELERİ: Bir mali varlığı veya malı sabitleştirilmiş bir fiyattan belirli bir vadede (vade içinde veya sonunda) alma veya satma hakkı doğuran sözleşmelerdir. Döviz opsiyonları, forward veya futures işlemleri gibi bir zorunluluk değil, bir tercihtir. Müşteri, sözleşme sona erdiği tarihte anında teslim kuru (spot kur) kendi lehine ise, sözleşmeyi uygulamkatan vazgeçip o günkü spot piyasada işlem yapabilir. Ayrıca forward ve futures işlemleri sdece bankalarda veya örgütlü borsalarda yapılabilirken, döviz opsiyonları hem örgütlü borsalarda hem de bırsa dışında (tezgahüstü piyasada) yapılabilir. 117

7) MAKRO EKONOMİK GÖSTERGELER VE YORUMU 7.1 Makro Ekonomik Göstergelerin Analizi Günümüzde, ulusal ekonomileri ve dünya ekonomisini analiz edebilmek için kullanmakta olduğumuz makro ekonomik göstergeleri, ekonomik büyüme yi ölçmeye yönelik 118

göstergeler, ülkelerin dış ekonomik ilişkileri ile ilgili dinamikleri görmemizi sağlayan Ödemeler Dengesi ve Dış Ticaret Göstergeleri ve finans piyasalarındaki gelişmeleri izlediğimiz finansal göstergeler gibi ana kategorilere ayırmak mümkündür. Bunun yanı sıra, makro ekonomik göstergeleri kategorize etmek açısından kullanılabilecek ikinci bir ayırım, muhtemel bir makro ekonomik risk veya kriz tehdidini önceden gösterebilen öncü gösterge olma niteliğindeki makro göstergeler ve açıklanma süresi veya kapsamı açısından öncü gösterge olma niteliği taşımayan göstergeler olarak ikiye ayırmak da mümkündür. Dünya ekonomisinde, hızlı karar alma sürecindeki etkinliği açısından en fazla öncü gösterge niteliği taşıyan makro gösterge üreten ulusal ekonomi ABD ekonomisidir ve bu noktada, öncü gösterge niteliğindeki göstergeler, halen ABD ekonomisinde üretilen ve özellikle ABD Merkez Bankaları Sistemi FED in faiz kararına ciddi ölçülerde yön veren veriler grubunu temsil etmektedir. Nitekim, ABD de Michigan Üniversitesi nin hesaplanmasında öncülük ettiği, Tüketici Güven Endeksi ve Bireysel Tüketim Endeksi değerleri veya yeni konut siparişleri ve yeni fabrika siparişleri benzeri veriler, bu verilere örnek gösterilebilir. Bununla birlikte, nasıl ki insanoğlu bugünkü teknoloji ile depremlerin ne zaman olacağını belirleyemiyorsa, ekonomik krizlerin belirtilerini ve ekonomik krizler ile ilgili olasılık ölçümlerini saptamakta da halen belirli zorluklar yaşanmaktadır. Bununla birlikte, makro ekonomik göstergelerin içerik ve kalitesinin arttırılması ile, veriler açıklanma hızına bağlı olarak, söz konusu göstergelerin olası bir makro ekonomik krize yönelik olarak uyarı sinyali verme kabiliyeti artmaktadır. Bu noktada temel sorun, yapısal sorun kapsamına giren ekonomik problemlerin krize ne zaman ve ne şekilde dönüştüğünün önceden saptananamasında odaklanmaktadır. Bu zorluğun nedenlerinden birisi, farklı ülkelerin krize giriş süreçlerinin çoğu zaman birbirlerine benzerlik arz etmemesi ise, bir diğer neden de ülkelerin istatistik kurumları tarafından üretilmekte olan istatistiklerin çeşitli nedenlere bağlı olarak kalite ve açıklanma sürelerinin ciddi farklılıklar arz etmesidir. 1970 li, 80 li ve hatta 90 lı yıllarda, gelişmekte olan ekonomilerin çoğunda, ülke ekonomisinde giderek kronikleşen yapısal sorunlara siyasi otoritenin gösterdiği duyarsızlık, krizlerin ortaya çıkış ve derinleşme nedeni olarak tanımlanabilir. Ancak, siyasi otoritenin duyarsızlığına, özel sektörün duyarsızlığının ve küresel sorunların etkilerinin de eklenmesi, krizlerin derinleşmesinde etken olabilmiştir. Nitekim, 1990'lı yıllarda Türkiye'de yapısal sorunların izlediği süreç, yani yapısal sorunların bir krize dönüşmesi süreci, yukarıda saydığımız nedenlerin bir araya gelmesi açısından, bu konuda çarpıcı örneklerden birisini oluşturmaktadır. Genel olarak ekonomideki yapısal sorunlara gösterilen bu duyarsızlığın yanısıra, bu sorunların çözümüne yönelik politika ve araç-yöntem tercihlerindeki hatalar da; daha açık bir ifade ile uygulanan para ve kur politikasındaki yanlış tercihler de krizlerin çıkışında ve derinleşmesinde etkili olmuştur. Yanlış politika tercihlerinin sonuçları açısından, 1970'li yıllarda Petrol Krizleri'nin yarattığı sorunları gidermede tercih edilen çözümler ve 1997 yılında patlak veren Asya Krizi'nde oluşan süreç en önemli örnekleri oluşturmaktadır. Gelişmiş ekonomilerde şeffaflaşan Merkez Bankacılığı uygulamaları ve gelişmekte olan ekonomilerde aynı algılamanın 1990 lı yılların sonlarında ve 2000 li yılların başlangıcında kabul görmesiyle, ekonomi yönetimindeki istikrar ve sorumlu yönetim anlayışı, makro ekonomik göstergelerin hassasiyetini bir kat daha arttırmış ve makro ekonomik göstergelerdeki ipuçları, olası dalgalanmalar (türbülans) ve krizler için çoğu zaman öncü gösterge niteliği taşımaya başlamıştır. Gelişmekte olan ülkelerde, tüm şeffaflaşma 119

çabalarına rağmen, kayıt dışı ekonominin neden olduğu makro ekonomik deformasyon, ve makro ekonomik göstergelerin açıklanma periyodundaki gecikmeler, halen söz konusu verilerin öncü gösterge olma özelliğini zayıflatmaktadır. Bu çerçevede, makro ekonomik göstergeleri üç ana kategoride bir araya getirmek suretiyle, ekonomik konjontürün analizine yöneliki öncü göstergeleri oluşturmak mümkün gözükmektedir. Bu üç ana kategoriyi aşağıda sıragelen başlıklar altında, tek tek ele almak yararlı olacaktır. 7.1.1 Ekonomik Büyüme ile İlgili Makro Göstergeler Uluslararası alanda bir ülke ekonomisinin performansını gösteren en temel makro ekonomik veri, GSMH büyümesi veya diğer bir deyiş ile ekonomik büyüme hızı değerleridir. Her ülkenin istatistik kurumu tarafından hesaplanan GSMH verilerinde, birbirini takip eden iki yılın çeyrek dönem GSMH değerleri veya tüm yılı temsil eden yıllık GSMH değerleri karşılaştırılarak, ekonomik büyüme hızı hesaplanır. Söz konusu ekonomik büyüme hızı verileri, örnek vermek açısından, ülke ekonomisinin büyüme hızının ivme kaybettiğine; yani, ilgili ülke ekonomisinin birkaç çeyrek dönem veya birkaç yıl üst üste % 1 ile 3 arası bir oranda büyüdüğüne, büyümenin yatay bir seyir izlediğine işaret ediyorsa, ülke ekonomisinin durgunluğa (ing. stagnation) girdiğini ifade etmekteyiz. Halk dilinde bu süreç 'ekonomide soğuma' olarak da tanımlanmaktadır. Eğer, ulusal ekonomi, bu tür bir yatay düzeyde büyüme sürecinin de ötesinde, son derece hızlı bir ekonomik yavaşlamaya, hatta büyümenin % 0 a ulaştığı ve/veya % 0 ın dahi altında negatif bir büyümeye işaret ediyorsa, bu süreci büyümenin gerilemesine bağlı olarak resesyon (ing. recession) olarak tanımlamaktayız. Eğer, ekonomi hem büyümede durgunluk, hem de enflasyon ve işsizlik oranında aynı zaman diliminde bir yükselme gözlemliyor ise, bu süreci de stagflasyon (ing. stagflation) olarak adlandırmaktayız. Her ülkenin Merkez Bankası açısından, en tehlikeli ve yorucu süreç anlamına gelen stagflasyon, uygulamaya konulan para ve maliye politikası önlemleriyle eğer çözümlenemez ise, söz konusu sürecin bir krize, bir depresyona dönüşebildiği de görülmektedir. Hatta, ekonomiler uzun soluklu bir resesyon sürecinin sonuncunda da krize, depresyona girebilmektedirler. Bu noktada, ekonomik büyüme hızını ölçmede, tekrarlamak gerekirse, iki temel gösterge öne çıkmaktadır. Göstergelerden bir tanesi, Gayri Safi Milli Hasıla (GSMH - ing. GNP), yani daha farklı bir ifade ile net olmayan ulusal üretim; ikinci gösterge ise, Gayri Safi Yurtiçi Hasıla (GSYİH - ing. GDP), yani daha öz Türkçe bir ifade ile net olmayan yurtiçi üretimdir. İki verinin temel farkı, Net Dış Alem Faktör Gelirleri'dir. Yani bir ülkenin yurtdışında yaşayan vatandaşlarının o ülkeye kazandırdığı üretim faktör gelirleri ile, yine o ülkede çalışan yabancıların kendi ülkelerine transfer ettikleri üretim faktör giderleri arasındaki net farktır. GSMH, ülkelerin istatistik kurumları tarafından üç temel yöntemle hesaplanmaktadır. Yöntemlerden ilki Üretim Yoluyla GSMH Hesaplama Yöntemi dir. Dünyada en sağlıklı olduğu düşünülen ve en yaygın kullanılan yöntem budur. Keza, eski adıyla DİE, yeni adıyla TÜİK, 3 er aylık dönemler halinde ve yıllık bazda GSMH değerlerini bu yöntemle hesaplanan tablo aracılığı ile kamuoyuna açıklamaktadır. Bu yöntemin dışında, diğer iki yöntem sırasıyla Gelirler Yoluyla GSMH Hesaplama Yöntemi ve Harcamalar Yöntemiyle GSMH Hesaplama Yöntemi dir. Söz konusu hesaplama yöntemleri GSYİH için de kullanılabilir. TÜİK GSYİH kısaltması yerine, dört harften oluşan GSYH kısaltmasını kullanmaktadır. Bu nedenle, metnin geri kalan bölümlerinde GSYH kısaltması kullanılacaktır. 120

Dünyada en yaygın kullanılan yöntemin Üretim Yoluyla hesaplama yöntemi olmasının nedeni, diğer iki hesaplama yöntemi olan Gelirler Yoluyla ve Harcamalar Yöntemiyle hesaplama metotlarının, bünyelerinde kayıt dışı ekonominin etkisini barındırmalarından kaynaklanmaktadır. Buna göre, Gelirler Yoluyla hesaplama yöntemi, 4 üretim faktörü olan Doğal Kaynaklar ın Rant, Ücret, Faiz ve Kar gelirlerinin düzenli olarak muhasebe kayıtlarına girmesini gerektirmektedir ki, söz konusu gelirlerin bir bölümü Türkiye gibi kayıt dışı ekonomi sorunu olan ülkelerde yeterince kayıt altına girmemektedir. Harcamalar Yöntemiyle hesaplamada da, toplam tüketim harcamalarının ve toplam yurtiçi tasarrufların tam kayıt altında olmaması, yine kayıtdışılığa bağlı olarak sorun yaratmaktadır. Bu nedenle, en sağlıklı yöntem olarak Üretim Yoluyla hesaplama yöntemi kullanılmaktadır. Ulusal ekonomide mal ve hizmet üretiminde ana rolü üstlenmiş olan ana sektörlerin Türk ekonomisine gerçekleştirdiği katma değer katkısının ölçülmesi ile başlamaktadır. Ülke ekonomisini ayakta tutan ana sektörlerin yarattığı katma değerden bir istatiksel mantığa dayalı olarak izafi banka hizmetleri değeri düşülmektedir. Buradaki mantık, temel kredi borç-alacak ilişkisi çerçevesinde belirli bankacılık hizmetlerinin zaten diğer sektörlerin muhasebe kayıtlarına geçtiği ve katma değer verilerine yansıdığıdır. Bu nedenle, mali kuruluşlar dışında kalan diğer sektörlerin verilerinde yer alan bankacılık işlemlerinin GSMH'nın toplamına mükerrer olarak yeniden girmesini engellemek için, bir istatiksel yönteme dayalı olarak banka hizmetlerinin değeri 'izafi' olarak hesap edilir ve ana sektörlerin yarattığı toplam katma değerden düşülür. Bu değerin üzerine devletin anayasal hizmetlerini üreten kamu kurumlarının yarattığı katma değer, ayrıca vakıf ve dernekler gibi kar amacı olmayan özel hizmet kuruluşlarının kısıtlı miktardaki mal ve hizmet üretiminin değeri eklenir. Toplam Yurtiçi Üretim Değeri'nin üzerine devletin ithalattan elde ettiği (gümrük vergisi ve ithalattan alınan KDV) vergi gelirleri eklendiğinde GSYH elde edilir. İthalat Vergisi nin toplama eklenmesi suretiyle GSYH ya ulaşılmasının nedenini açıklamak gerekir ise, üretim yoluyla ulaşılan GSMH değeri, bir üretim değeri olmasının yanı sıra, aynı zamanda bir gelir değeridir. Çünkü, GSMH yı temsil eden mal ve hizmetler piyasa fiyatları üzerinden satıldıktan sonra ortaya çıkan nakit değer bir gelir değeridir ve amaç, bu gelir değerinin mal ve hizmetlerin üretiminde görev almış olan üretim faktörleri arasında paylaştırılmasıdır. Bu temel noktadan hareket ile, ithalat vergisinin toplam ifadesinin üstüne eklenmesi, söz konusu ithalattan elde edilen vergi gelirinin, söz konusu ithal mal ve hizmetlerin Türkiye Cumhuriyeti nin sınırlarından içeri girmesi için verdiği izin karşılığında, talep ettiği ve hak ettiği bir vergi geliri olmasıdır. Ama, bu durum söz konusu ithalat vergisi gelirinin Türk halkının hak ve talep ettiği bir gelir olduğu gerçeğini değiştirmemektedir. Gayri Safi Yurtiçi Hasıla'nın üzerine ise Net Dış Alem Faktör Gelirleri'nin eklenmesi sonrasında ise GSMH'ya ulaşılmasıdır. Her Türk vatandaşının Türkiye Cumhuriyeti sınırları içerisinde çalışma zorunluluğu yoktur. Başka ülkelerde üretim faktörü olarak çalışıp, o ülkelerin milli gelirlerinden pay alan Türk vatandaşları, döviz cinsinden elde ettikleri bu gelirlerin bir kısmını veya tamamını Türkiye ye gönderir ise, bu gelir Türkiye için Dış Alem(den Gelen) Faktör Gelirleri dir. Aynı şekilde, Türkiye de çalışan yabancılar açısından da, onların Türkiye deki milli gelirden pay alıp, yurtdışına kendi ülkelerine gönderdikleri gelir, Türkiye için Dış Alem(e Giden) Faktör 121

Giderleri dir. Bu durumda, Dış Alem Faktör Gelirleri (-) Dış Alem Faktör Giderleri= Dış Alem Net Faktör Gelirleri olarak karşımıza çıkmaktadır. Ekonomik Büyüme Hızının Ölçülmesi: Bir ulusal ekonomide büyüme hızının ölçülmesi, birbirini takip eden iki yılın GSMH değerleri karşılaştırılarak veya çeyrek dönemler itibariyle, bir önceki yılın çeyrek dönemi ile bir sonraki yılın aynı çeyrek dönemi karşılaştırılarak hesap edilir. Ancak, burada kritik olan konu, hangi GSMH veya GSYH değerlerinin karşılaştırılacağıdır. Eğer, dünya ekonomisinde, ülke ekonomilerinde enflasyon ve deflasyonun deforme edici etkisi olmasaydı, mal ve hizmetlerin fiyatları hiç değişmeseydi, fiyatlar genel seviyesi hep aynı kalsaydı; birbirinden faklı GSMH değerleri hesap etmek gerekmeyecekti. Oysa, günümüzde kimi ekonomiler enflasyonun, kimi ekonomiler ise deflasyonun deformasyon etkisine maruz kalmaktadırlar. Bu durum, istatistik kurumları tarafından, hem söz konusu fiyat hareketlerinden kaynaklanan etkiyi içinde barındıran, hem de söz konusu etkiden arındırılmış iki ayrı GSMH veya GSYH değerinin hesap edilmesini gerektirmektedir. Bu çerçevede, içinde fiyat hareketlerinden kaynaklanan etkiyi barındıran veriye Cari Fiyatlarla GSMH, fiyat hareketlerinden kaynaklanan etkiden arındırılmış veriye ise Sabit Fiyatlarla GSMH denmektedir. Cari Fiyatlarla GSMH Nominal GSMH, Sabit Fiyatlarla GSMH ise Reel GSMH olarak da ifade edilmektedir. Nominal GSMH: Ulusal ekonomide üretimi gerçekleştirilen yüzbinlerce mal ve hizmetin üretim miktarlarının hesaplamının yapıldığı yıla karşılık gelen üretim değerleri ile piyasa fiyatları çarpılarak bulunan değerdir. Cari piyasa fiyatları kullanılarak hesaplanan GSMH olduğundan, içinden onlarca yıldır süregelen enflasyonun saptırıcı, yanıltıcı, negatif etkisini barındırmaktadır. Bu nedenle, 2005 yılında TL den 6 sıfır atılana kadar, artık katrilyon lira mertebesine gelmişti ve telafuzu dahi zor oluyordu. Söz konusu cari fiyatlarla hesap edilmiş ve Nominal GSMH ünvanını taşıyan GSMH değeri kullanılarak hesaplanacak olan büyüme hızı oranı da Nominal Büyüme Hızı oranı olacaktır ki, bu durum yanıltıcı sonuçlara neden olur. Bir örnek vermek açısından, 2006 yılı GSMH değerini ele alalım. Ekonomistler, 2006 yılı GSMH sını, nominal değer olarak, eski ifadesiyle 562 katrilyon lira, yeni ifadesi ile 562 milyar TL olarak beklendiğini ifade etmişlerdir. 2005 yılının açıklanmış olan nominal GSMH değeri ise 486,4 milyar TL dir. O halde, 562/486 milyar TL; 2006 yılında ekonominin % 15,6 büyüdüğüne işaret etmektedir. Oysa, birbirini takip eden iki yılın nominal GSMH değerlerini karşılaştırarak büyüme oranını bulmaya çalışmak zaten yanlıştır. Çünkü, nominal değerler üzerinden yapılan karşılaştırmada, içinde enflasyonun şişirici etkisini taşıyan Nominal GSMH değerleri, yani, Cari Fiyatlarla hesap edilmiş GSMH değerleri kullanılmaktadır. Bu nedenle, tekrarlamak gerekirse, gerçek büyüme hızı oranının bulunması için, sabit fiyatlarla hesap edilmiş GSMH değerlerinin kullanılması gerekir. Yani, enflasyonun şişirici, saptırıcı, yanıltıcı etkisinden arındırılmış Reel GSMH değerleri karşılaştırılarak, ülkenin gerçek büyüme hızı oranı bulunmalıdır. Reel GSMH: Bir ülkenin Reel GSMH değerlerinin hesaplama yöntemi, bir noktaya kadar Nominal GSMH değerlerinin hesaplama yöntemine benzemektedir. Yani, ulusal ekonomide üretimi gerçekleştirilen yüzbinlerce mal ve hizmetin üretim miktarlarının o yıla karşılık gelen üretim değerleri dikkate alınmaktadır. Ancak, Nominal GSMH dan Reel GSMH değerini farklılaştıran detay, söz konusu yüzbinlerce mal veya hizmetin değerinden oluşan Reel 122

GSMH değeri hesaplanırken, üretim rakamlarının, söz konusu mal ve hizmetlerin sabit fiyatlarıyla çarpılmasıdır. Bu durum, Reel GSMH nın hesaplanmasında en sağlıklı yöntem olan Baz Yıl yöntemini tarif etmektedir. Baz Yıl nasıl seçilmektedir diye sorgularsak, Baz Yıl ülke ekonomisinin makro dengeler açısından hayli sağlıklı olduğu, enflasyon ve büyüme gibi makro ekonomik göstergelerin değerlerinin hayli dengeli ve kabul edilebilir olduğu yılların arasından seçilmektedir. Yani, seçilen Baz Yıl bir hareket noktası veya kilometre taşı gibi kullanılmaktadır. TÜİK tarafından 2007 yılının 3. çeyreğine kadar, GSMH serisi ve Reel GSMH değerlerinin hesaplanmasında, kullanılan baz yıl 1987 yılı olmuştur. 8 Mart 2008 tarihinde ise, TÜİK tarafından Türkiye Ekonomisi için ekonomik büyüme hızının hesaplanma yönteminin değiştiği açıklanmıştır. Bu doğrultuda, 1998 yılı, 1987 yılı yerine yeni Baz Yıl olmuştur. Bir başka önemli değişiklik ise, Türk ekonomisininde ekonomik büyüme hızını 1998 Bazlı olarak, 1999-2007 döneminde Reel GSYH değerleri üzerinden hesaplamak olmuştur. Yani, artık Türkiye de Reel Büyüme Hızı Oranı GSMH üzerinden değil, GSYH üzerinden hesaplanacaktır. Baz Yıl Yöntemi nde, 2006 yılının Reel GSMH sı hesaplanırken, 2006 yılının mal ve hizmet üretim değerlerini 1987 yılı fiyatları ile, baz yılın fiyatlarını sabit fiyat olarak alıp hesaplama gerçekleştirilmektedir. Böylece, 1988-2006 döneminde Türk ekonomisinde yaşanmış olan enflasyonist etkinin tümü, Nominal GSMH değerini şişiren, büyüten etkinin tümü hesaplanın dışında kalmakta, enflasyon etkisi arındırılmış olmaktadır. Böylece, sağlıklı bir veri hesap edilmektedir. Bu çerçevede, sabit fiyatlarla, ya da 1987 fiyatlarıyla hesap edilmiş olan 2005 ve 2006 yılı Reel GSMH değerleri karşılaştırılmak suretiyle, Türkiye nin gerçek büyüme oranı bulunmaktadır. Reel büyüme hızı oranı hesap edilirken kullanılabilecek bir diğer yöntem ise, Deflatör Oranı yöntemi olabilir. Bu yönteme göre, Türkiye nin 2006 yılı Nominal GSMH tahmini değeri olan 562 milyar TL, kabaca ortalama enflasyon değeri olarak tanımlanabilecek Deflatör Oranı na bölünerek, 2006 yılı Nominal GSMH değeri, 2005 yılı fiyatları ile hesap edilmiş bir değere dönüştürülür. Örneğin, DPT nin 2006 yılı için açıklamış olduğu deflatör oranı % 9 dur. Buna göre, söz konusu deflatör oranı kullanılarak 2006 yılının Nominal GSMH değeri olan 562 milyar TL, 562/1,09 işlemi ile 515,6 milyar TL ye, yani 2005 yılı cari fiyatları ile 2006 yılı Nominal GSMH değerine dönüştürülür. Bu durumda, 2005 yılı cari fiyatları ile hesap edilmiş olan 2006 yılı Nominal GSMH değeri, yine 2005 yılı cari fiyatlarıyla hesap edilmiş olan 2005 yılı Nominal GSMH değerine bölündüğünde, yani 515,6 milyar TL 486,4 milyar TL ye bölündüğünde, büyüme hızı oranı % 6 çıkmaktadır. Reel büyüme oranını hesap etmenin bir yolu da, hayli tartışmalı olmakla birlikte, Ortalama Dolar Kuru yöntemidir. Buna göre, 2006 yılı Nominal GSMH değeri olan 562 milyar TL, 2006 yılının ortalama dolar kuruna bölünür ve çıkan değer varsayalım ki, 389,7 milyar dolar çıkar. Aynı işlem, 2005 yılının Nominal GSMH sı olan 486,4 milyar TL ise 2005 yılının ortalama dolar kuruna bölünerek tekrarlanır ve o işlemden de 362,8 milyar dolarlık bir değer çıkar. Bu durumda, 389,7/362,8 işlemi % 7,4 lük bir büyüme oranına işaret etmektedir. Neden diğer yöntemlere göre hesap edilen % 6 reel büyüme hızı oranına göre yüksek bir değer çıktı? Çünkü, Türk ekonomisinde dolar kurundaki değişim oranı enflasyon oranının altında kalıyor. Bu nedenle, ortalama dolar kuru yöntemiyle hesaplama her zaman riskli olacaktır. Bu nedenle, en tavsiye edilebilecek Reel Büyüme Hızı Oranı hesaplama yöntemleri Baz Yıl yöntemi ve Deflatör Oranı yöntemleri olarak ifade edilebilir. 123