AVRUPA İNSAN HAKLARI MAHKEMESİ "TUMLUKOLÇU- TÜRKİYE DAVASI" (Başvuru no: 33621/09) Hazırlayan: Suat KAYA * A- İNCELEME KONUSU KARAR: Tumlukolçu v. Türkiye davasında, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (İkinci Daire) asağıdaki hâkimlerden oluşmaktadır: Dragoljub Popović, Baskan, Paulo Pinto de Albuquerque, Helen Keller, hakimler ve Françoise Elens-Passos, Daire Yazı İsleri Müdür Yardımcısı, 27 Ekim 2012 tarihinde gizli olarak müzakere edilmis olup, aynı tarihte kabul edilmis olan asağıdaki kararı bildirir: USUL 1. Türkiye Cumhuriyeti Devleti aleyhine açılan (33621/09) no lu davanın nedeni, Türkiye Cumhuriyeti vatandası Bay Kasım Tumlukolçu nun ( basvuran ) Avrupa Đnsan HaklarıMahkemesi ne 5 Haziran 2009 tarihinde Đnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunmasına Diskin Sözlesme nin ( Sözlesme ) 34. maddesi uyarınca yapmıs olduğu basvurudur. 2. Basvuran, Adana Barosu avukatlarından Sayın S. Tumlukolçu tarafından temsil edilmistir. Türkiye Hükümeti ( Hükümet ), kendi görevlileri tarafından temsil edilmistir. 3. Basvuru 2 Kasım 2010 tarihinde, Hükümet'e bildirilmistir. 4. Hükümet basvurunun bir Komite tarafından incelenmesine itiraz etmistir. Hükümetinitirazının incelenmesinin akabinde Mahkeme bu itirazı red etmistir. OLAYLAR DAVANIN KOSULLARI 5. Basvuran, 1952 doğumlu olup Adana da ikamet etmektedir. 6. Basvuran, 14 Ekim 1999 tarihinde Sosyal Sigortalar Kurumu na ait bir hastanedekatarakt ameliyatı geçirmistir. Ameliyattan hemen sonra ortaya çıkan rahatsızlığından ötürüameliyat * İzmir 5. İş Mahkemesi Hakimi
olduğu hastaneye basvurmus ve sikayetlerinin sebebinin ameliyatın gerekli hijyen kosulları sağlanmadan gerçeklestirilmis olduğunu öğrenmistir. 7. Basvuran, 17 Kasım 2000 tarihinde Adana 5. Asliye Hukuk Mahkemesi nezdinde Sosyal Sigortalar Kurumu aleyhine bir hukuk davası açmıs ve tazminat talep etmistir. 8. Adana 5. Asliye Hukuk Mahkemesi, 23 Ağustos 2001 tarihinde görevsizlik kararvermis ve dosyayı Adana 2. is Mahkemesine göndermistir. 9. Basvuran, 1 Haziran 2001 tarihinde tazminat talepli yeni bir davayı is mahkemesinezdinde açmıstır. is mahkemesi, her iki davayı da is davası niteliğinde olmadıklarıgerekçesiyle görevsizlik kararı vermistir. Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu uyarınca ilkdava, Yargıtay a davayı görmeye yetkili mahkemenin hukuk mahkemesi mi is mahkemesi mi olduğunun tespiti amacıyla gönderilmistir. Bununla birlikte, is mahkemesinde görülmekteolan ikinci davanın yargılaması Yargıtay kararının verilmesine kadar durdurulmustur. 10. 21 Ocak 2002 tarihinden 3 Ekim 2002 tarihine kadar dava yetki uyusmazlığıgerekçesiyle Yargıtay daireleri arasında gidip gelmistir. 11. Yargıtay ın hukuk mahkemelerini yetkili bulan kararından sonra, 24 Nisan 2003tarihinde, iki dava Adana 5. Asliye Hukuk Mahkemesi nezdinde birlestirilmistir. 12. Adana 5. Asliye Hukuk Mahkemesi 1 Subat 2006 tarihinde ilk kararını vermistir. 13. Yargıtay, 2 Mayıs 2007 tarihinde bu kararı bozmustur. 14. Yargıtay ın karar bozmasından sonra devam eden süreçte, Sosyal Sigortalar Kurumu Sağlık Bakanlığına bağlanmıstır. 15. Adana 5. Asliye Hukuk Mahkemesi, 30 Temmuz 2008 tarihinde taraflardan bir tanesinin idari bir kurum haline geldiği gerekçesiyle görevsizlik kararı vermistir. Bu karar taraflarca temyiz edilmemistir. 16. Basvuran, Adana 5. Asliye Hukuk Mahkemesinin verdiği kararın akabinde, 23 Ekim 2008 tarihinde Sağlık Bakanlığı aleyhine tazminat talepli idari bir dava açmıstır. 17. idari davanın yargılamasına, isbu kararın verildiği tarih itibari ile Adana 1. Đdare Mahkemesi nezdinde devam edilmekteydi. HUKUK DEĞERLENDİRME I. SÖZLESME NİN 6. 1. MADDESİNİN İHLAL EDİLDİĞİ İDDİASI HAKKINDA 18. Basvuran, yargılama sürecinin uzunluğunun, Sözlesme'nin 6 1 maddesinde yer alan makul süre sartıyla bağdasmadığından sikâyetçi olmustur:"herkes davasının medeni hak ve yükümlülükleriyle ilgili konusunda karar verecek olan birmahkeme tarafından makul bir süre içinde görülmesini isteme hakkında sahiptir." 19. Hükümet, bu iddialara itiraz etmistir.
20. Dikkate alınacak süre, 17 Kasım 2000 tarihinde baslamıs ve Mahkeme tarafından isbu kararın verilmesi tarihine kadar sonuçlanmamıstır. Dolayısıyla, iki dereceli yargılama halihazırda on yıl sürmüstür. A. Kabul edilebilirlik hakkında 21. Mahkeme, bu sikâyetin, Sözlesme'nin 35. 3 (a) maddesi kapsamında açıkça dayanaktan yoksun olmadığını belirtmistir. Ayrıca, diğer kosullar bakımından da kabul edilemezliğe iliskin herhangi bir noktanın olmadığını belirtmektedir. Dolayısıyla basvuru kabul edilebilir olarak beyan edilmelidir. B. Esas hakkında 22. Mahkeme, bir davanın süresinin makul niteliğinin, davanın kosullarına, mahkemenin içtihadı tarafından kabul edilen kriterlere, özellikle davanın karmasıklığına, basvurucu ile yetkili makamların tutumuna ve ilgililer için ihtilaf konusu davanın içeriğine bakılarak değerlendirildiğini hatırlatmaktadır. (bkz. diğerleri arasında Daneshpayeh v. Türkiye, no. 21086/04, S 28, 16 Temmuz 2009) 23. Mahkeme, kendisine ibraz edilen tüm belgeleri incelediğinde, Hükümet'in, Mahkemeyi mevcut davada farklı bir sonuca ulasmaya ikna edebilecek hiçbir olay veya görüs ileri sürmediği kanaatindedir. Mahkeme, bu husustaki içtihadını dikkate alarak, mevcut davadayargılama sürecinin uzun olduğuna ve makul süre sartı ile uyumlu olmadığına kanaatgetirmistir. 24. Dolayısıyla, Sözlesme'nin 6. 1 maddesinin ihlali söz konusudur. II. SÖZLESMENİN 41. MADDESİNİN UYGULANMASI 25. Sözlesme'nin 41. maddesi asağıdaki sekilde öngörmektedir: "Eğer Mahkeme, bu Sözlesme ve Protokollerinin ihlal edildiğine karar verirse ve ilgili Yüksek Sözlesmeci Tarafın iç hukuku bu ihlalin sonuçlarını ancak kısmen ortadan kaldırabiliyorsa, Mahkeme, gerektiği takdirde, zarar gören taraf lehine adil bir tazmin verilmesine hükmeder." A. Tazminat 26. Basvuranlar, maddi tazminat olarak 50 000 Avro ve manevi tazminat olarak 100 000 Avro talep etmistir. 27. Hükümet bu iddialara itiraz etmistir. 28. Mahkeme, tespit edilen ihlal ile iddia edilen maddi tazminat arasında bir illiyet bağı görememektedir; bu nedenle bu talebi reddeder. Diğer yandan, hakkaniyet temelinde hükmederek, basvurana manevi tazminat olarak 7,000 Avro ödenmesine karar vermistir. B. Masraf ve Harcamalar 29. Basvuranlar ayrıca yerel mahkemeler ve Mahkeme nezdinde olusan masraf veharcamalar için 3 000 Avro talep etmislerdir.
30. Hükümet bu iddialara itiraz etmistir. 31. Mahkeme, nezdinde bulunan dokümanlar ve içtihatları uyarınca masraf veharcamalara iliskin talepleri reddetmistir. C. Gecikme Faizi 32. AİHM, gecikme faizi olarak Avrupa Merkez Bankası'nın kısa vadeli kredilereuyguladığı marjinal faiz oranına üç puan eklemek suretiyle elde edilecek oranın uygun olduğuna karar verir. İSBU GEREKÇELERLE MAHKEME OY BİRLİĞİYLE 1. Basvurunun kabul edilebilir olduğunu beyan eder; 2. Sözlesme nin 6.1 maddesinin ihlal edildiğine, 3. (a) üç ay içinde, ödeme tarihinde geçerli olan döviz kuru üzerinden Türk Lirasınaçevrilmek üzere Davalı Devlet tarafından basvurana manevi tazminat için 7.000 (yedi bin) Euro nun miktara yansıtılabilecek her türlü vergilerle birlikte ödenmesine,(b) Yukarıda bahsedilen üç aylık sürenin bittiği tarihten itibaren ödemenin yapılmasına kadar, yukarıda bahsedilen miktara, Avrupa Merkez Bankası'nın kısa vadeli kredilere uyguladığı marjinal faiz oranına üç puan eklemek suretiyle elde edilecek oranda basit faizinuygulanacağına; 4. Basvuranın adil tazmine iliskin diğer taleplerin reddedilmesine karar vermistir. İngilizce olarak hazırlanmıs ve Mahkeme iç Tüzüğünün 77. 2 ve 3. maddeleri uyarınca 18 Aralık 2012 tarihinde yazılı olarak tebliğ edilmistir. Françoise Elens-Passos Dragoljub Popovic Yazı İsleri Müdür Yardımcısı Baskan B- MEVZUAT: 1- İnsan Hakları ve Temel özgürlüklerin korunmasına ilişkin sözleşmenin adil yargılanma hakkı başlıklı 6. Maddesi "...Herkes davasının, medeni hak ve yükümlülükleriyle ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamaların esası konusunda karar verecek olan, yasayla kurulmuş, bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından, kamuya açık olarak ve makul bir süre içinde görülmesini isteme hakkına sahiptir. Karar alenî olarak verilir. Ancak, demokratik bir toplum içinde ahlak, kamu düzeni veya ulusal güvenlik yararına, küçüklerin çıkarları veya bir davaya taraf olanların özel hayatlarının gizliliği gerektirdiğinde veyahut, aleniyetin adil yargılamaya zarar verebileceği kimi özel durumlarda ve mahkemece bunun kaçınılmaz olarak değerlendirildiği ölçüde, duruşma salonu tüm dava süresince veya kısmen basına ve dinleyicilere kapatılabilir..." 2- İnsan Hakları ve Temel özgürlüklerin korunmasına ilişkin sözleşmenin bireysel başvurular başlıklı 34. Maddesi ".. Bu Sözleşme veya protokollerinde tanınan haklarının Yüksek Sözleşmeci Taraflar'dan biri tarafından ihlal edilmesinden dolayı mağdur olduğunu öne süren her gerçek kişi, hükümet dışı kuruluş veya kişi grupları Mahkeme'ye başvurabilir. Yüksek Sözleşmeci Taraflar bu hakkın etkin bir şekilde kullanılmasını hiçbir surette engel olmamayı taahhüt ederler.."
3- İnsan Hakları ve Temel özgürlüklerin korunmasına ilişkin sözleşmenin kabul edilebilirlik koşulları başlıklı 35. Maddesi "..1- Kabul edilebilirlik koşulları Mahkeme'ye ancak, uluslararası hukukun genel olarak kabul edilen ilkeleri uyarınca iç hukuk yollarının tüketilmesinden sonra ve iç hukuktaki kesin karar tarihinden itibaren altı aylık bir süre içinde başvurulabilir. 2-Mahkeme, 34. madde uyarınca sunulan bireysel başvuruları aşağıda sayılı hallerde ele almaz: a) Başvuru isimsiz ise; veya b) Başvuru, Mahkemece daha önce incelenmiş ya da uluslararası diğer bir soruşturma veya çözüm merciine daha önceden sunulmuş bir başka başvuruyla esasen aynı olup yeni olgular içermiyorsa. 3-Aşağıdaki hallerde Mahkeme, 34. madde uyarınca sunulan bireysel başvuruları kabul edilemez bulur: a) Başvurunun konu bakımından Sözleşme veya Protokollerinin hükümleriyle bağdaşmaması, dayanaktan açıkça yoksun veya bireysel başvuru hakkının kötüye kullanılması niteliğinde olması, veya; b) Başvurucunun önemli bir zarar görmemiş olması; meğer ki Sözleşme ve Protokollerinin ile güvence altına alınan insan haklarına saygı ilkesi başvurunun esastan incelenmesini gerektirsin. Ancak ulusal bir mahkeme tarafından gereği gibi incelenmemiş hiçbir dava bu gerekçe ile reddedilemez. 4- Mahkeme bu maddeye göre kabul edilemez bulduğu tüm başvuruları reddeder. Mahkeme, yargılamanın her aşamasında bu yönde karar verilebilir..." 4- İnsan Hakları ve Temel özgürlüklerin korunmasına ilişkin sözleşmenin adil tazmin başlıklı 41. Maddesi ".. Eğer Mahkeme bu Sözleşme ve Protokollerinin ihlal edildiğine karar verirse ve ilgili Yüksek Sözleşmeci Tarafın iç hukuku bu ihlalin sonuçlarını ancak kısmen ortadan kaldı-rabiliyorsa, Mahkeme, gerektiği takdirde, zarar gören taraf lehine adil bir tazmin verilmesine hükmeder..." C- KARARIN İNCELENMESİ 6. madde herkese makul bir süre içinde duruşma garantisi verir. AİHM garantinin amacının "mahkemedeki yargılamanın tüm taraflarını... çok uzun usul gecikmelerine" karşı korumak olduğunu belirtmiştir." Garanti ayrıca "adaletin etkinliğini ve inandırıcılığını zedeleyebilecek gecikmeler olmaksızın sağlanmasının öneminin altını çizer. "Makul süre şartı, dolayısıyla, makul bir süre içinde ve adli bir karar yoluyla kişinin medeni hukuka ilişkin olarak ya da itham edildiği suç nedeniyle içinde bulunduğu güvensiz durumun giderilmesini teminat altına alır: bu, ilgili kişini menfaatine olduğu kadar yasal kesinlik için de gereklidir. Göz önünde bulundurulacak olan süre medeni hukuk davalarında yargılamanın başlatılması ile işlemeye başlar. Mümkün olan en yüksek mahkemede yargılama sona erdiğinde yani karar nihai hale geldiğinde sürenin işleyişi durur. AİHM, yargılamanın süresini Taraf Devletin bireysel başvuru hakkını tanıdığı tarihten itibaren inceler. ancak söz konusu davanın o tarihte hangi durum ve aşamada olduğu da dikkate alınır.
AİHM, içtihadında makul süre kavramını davanın karmaşıklığı, başvurucunun davranışı, Adli ve idari makamlarının davranışı ve başvurucu için neyin yitirilebileceğine göre değerlendirme yapmaktadır. AİHM davanın kendi özel şartlan için değerlendirme yaptığı için, mutlak bir süre belirlememiştir. Bazı durumlarda AİHM doğrudan yukarıdaki kriterlere gönderme yapmak yerine genel bir değerlendirme yapar. Bir davanın karmaşık olup olmadığı değerlendirilirken davanın tüm boyutları göz önünde bulundurulur. Karmaşıklık hem olaya ilişkin sorunlar hem de yasal meselelerle ilgili olabilir.aihm'nin önem verdikleri arasında, temin edilmesi gereken maddi deliller, suçlanan kişi ve tanık sayısı,uluslararası unsurlar,davanın başka davalarla birleştirilmesi ve usule başka kişilerce yapılan müdahaleler bulunur. Çok karmaşık olan bir davada bazen yargılama haklı olarak uzayabilir. Ancak, çok karmaşık davalarda bile gayrı makul gecikmeler olabilir. Eğer başvurucu bir gecikmeye neden olmuşsa, bu şikayetini kesinlikle zayıflatır. Ancak, başvurucunun kendi savunmasını yapmak için çeşitli mevcut usullerden sonuna kadar faydalanmış olması, kendisine karşı kullanılamaz. Başvurucunun sonuçta hüküm giymesine yol açabilecek yargılamaları hızlandırmak için faal bir şekilde işbirliği yapması gerekmez." Başvurucular eğer yargılamayı hızlandırmaya çalışırlarsa, bu onların lehine değerlendirilecektir ancak yargılamanın hızlandırılması için teşebbüste bulunulmamış olması mutlaka belirleyici değildir. Makul süre garantisine uyulup uyulmadığını değerlendirmekte yalnızca Devlete atfedilebilecek gecikmeler göz önünde bulundurulabilir. Ancak, Devlet tüm idari ve adli makamlarının neden olduğu gecikmelerden sorumludur. Yargılamanın uzun sürmesine ilişkin davalarda, AİHM adaletin hakkaniyete uygun şekilde yerine getirilmesi ilkesini gözetmiş ve ulusal mahkemelerin açılan davaları uygun şekilde ele alma görevi olduğunu belirtmiştir." Belirli nedenlerden dolayı veya kanıt toplama amacıyla erteleme kararlan önem taşıyabilir. AİHM adli yetkililerin yargılamayı mümkün olduğunca hızlandırma çabalarının başvurucunun 6. madde kapsamındaki garantilerden yararlanmasını sağlamak açısından önem taşıdığını açıklığa kavuşturmuştur. Dolayısıyla, ulusal mahkemenin özel bir görevi de yargılamada rolü olan herkesin gereksiz gecikmeleri önlemek için azami çaba göstermesini sağlamaktır. Strazburg organları tarafından Devlete atfedilebileceği kararlaştırılan gecikmelerin arasında, hukuk davalarında, bir başka davanın sonucunun beklenmesi amacıyla davanın ertelenmesi, mahkemenin duruşmalardaki tutumu veya Devlet tarafından kanıtların sunulması ya da oluşturulması nedeniyle meydana gelen gecikmeler veya mahkeme katipliği ya da başka idari makamların neden olduğu gecikmeler sayılabilir. Devletin mahkeme sisteminde uzun süredir devam eden iş yükü yığılması olduğu tespitinde bulunarak, 6. madde kapsamındaki makul süre garantisinin Devlet bu durumu çözmek için yeterli önlemleri uygulamaya koymadığı için ihlâl edildiğini karar vermiştir. Yeterli önlemlerin arasında ek yargıç ya da idari personel atanması da bulunmaktadır. Ancak, bu yığılmanın sadece geçici ve istisnai olduğu durumlarda Devlet tarafından gerekli çözümleyici çalışmalar da makul bir süratle yapılmışsa ihlâl bulunmayacaktır.
Makul süre garantisinin yerine getirilmesinin değerlendirilmesinde başvurucunun neleri yitirebileceği göz önünde bulundurulduğundan, Bunlarda da yetkililer tarafından hızlandırma şartı aranacağını, bunun özellikle davanın başvurucu için hayati olduğu ve/veya belirli bir niteliği veya geri döndürülemezliği bulunduğunda söz konusu olacağını görülür. İşçi-işveren anlaşmazlıkları, bedensel zarar davaları bunlara örnektir. İnceleme konusu kararda başvurucu 17/11/2000 tarihinde Adana 5. Asliye Hukuk Mahkemesi nezdinde SSK aleyhine bir hukuk davası açarak tazminat talebinde bulunduğu, Mahkemece 23/08/2001tarihinde görevsizlik kararı verildiği ve dosyanın Adana 2. İş mahkemesine gönderildiği, başvuranın 01/06/2001 tarihinde aynı taleple iş mahkemesine yeni bir dava açtığı, ilk açılan dava iş davası niteliğinde olmadığı gerekçesi ile görevsizlik kararı verildiği ve olumsuz görev uyuşmazlığının giderilmesi yönünden dava dosyası o tarihte yürürlükte bulunan HUMK uyarınca Yargıtay'ın ilgili dairesine gönderildiği, ve ikinci açılan dava yönünden ise Yargıtay'a gönderilen dava dosyasının dönüşüne kadar bekletici mesele yapıldığı, yargıtay daireleri arasındaki yetki itilafı nedeniyle bir sürede bu aşamada süre kaybının yaşandığı, 24/04/2003 tarihinde Asliye Hukuk mahkemesinin görevli olduğu kararı üzerine her iki davanın Adana 5. Asliye Hukuk Mahkemesin de birleştirildiği, 01/02/2006 tarihinde esasa ilişkin ilk kararın verildiği, temyiz üzerine 02/05/2007 tarihinde kararın bozulduğu, bu aşamada SSK Sağlık Bakanlığına bağlandığı ve mahkemece 30/07/2008 tarihinde İdari yargının görevli olduğundan bahisle yargı yolunun caiz olmaması nedeniyle görevsizlik kararı verdiği ve kararın taraflarca temyiz edilmediği, akabinde başvurucu tarafından idari yargıda tazminat talepli dava açıldığı, bu davanın AİHM'nin karar verdiği tarih itibarı ile devam ettiği tespit edilmiştir. Her ne kadar iç hukuk yolları yukarıda belirlendiği üzere henüz tamamlanmadığı anlaşılmakta ise de, AİHM'nin bazı davalarda iç hukuk yollarının tüketilmesinin başvuru için gerekli olmadığı yönünde kararlarının bulunduğu, davanın ve sürecin özellikleri değerlendirilerek iç yolları tüketilmeden başvurunun esastan incelenmesinin iş bu davada yerinde olduğunu değerlendirmekteyim. AİHM'nin kararına konu dava adli yargıda 23/08/2001 tarihinde açıldığı 30/07/2008 tarihinde "Yargı yolu görevsizlik" kararı ile sonuçlandığı, idari yargıda açılan davanın ise AİHM'nin karar tarihine kadar henüz esastan sonuçlandırılmadığı değerlendirildiğinde aradan 10 yılı aşkın süre geçmesine rağmen davanın esastan sonuçlandırılamamasının adil yargılanma hakkının ihlali sayılması gerektiği ve davanın makul sürede sonuçlandırılmadığı yönünde kuşku bulunmamaktadır. Bu sonucun ortaya çıkmasının sebeplerinin iç hukuk yönünden değerlendirilmesi halinde, öncelikle ilk derece mahkemelerinin ve yüksek yargı organı olan Yargıtay'ın iş yükündeki aşırı fazlalık davanın daha uzun zaman aralığında sonuçlandırılmasının önemli sebeplerindendir. Avrupa Birliğine uyum çerçevesinde yapılan yargı reformları ve yasal düzenlemeler ile temel yasaların yeniden yapılarak bu sebebin ortadan kaldırılması amaçlanmış ise de, bu düzenlemeler teorik olarak kalmış ve uygulamaya olumlu yansıması beklendiği kadar olmamıştır.
Uygulamadaki sorunlar bizzat uygulayıcılarla istişare edilerek belirlenip gerekli önlemler alınmadan soyut düzenlemeler yapılmış ve yargının iş yoğunluğu bu düzenlemelerle azaltılamadığı gibi artmasına sebep olmuştur. Hukuk davaları yönünden 6100 sayılı yasa ile getirilen sulha teşvik düzenlemesi ödül ve ceza içermediğinden temenni boyutunda kalmış ayrıca ön inceleme müessesi de tarafları davayı hızlandırma yönünde müeyide ve teşvik içermediğinden uygulama sorunları nedeniyle yargılamanın daha da yavaşlaması sonucunu doğurmuştur. Uyum yasaları ve yargı paketleri ile de uygulamayı rahatlatıcı ve daha az işin mahkemelerin önüne gelmesini sağlayamamıştır. Sonuç itibarı ile iş yükü makul sürede yargılamanın sonuçlandırılamamasında en önemli etken olmaya devam etmektedir. Ayrıca yasaların yasa yapma tekniğine uygun yapılmaması, yürürlükteki yasaların birbiri ile uyumlu olmaması, AİHM'nin incelenen kararında olduğu gibi mahkemeler arasında yetki ve görev konusunda ihtilaflar yarattığı sırf bu nedenle süre kayıplarının yaşandığı bir gerçektir. Hukuk mahkemelerinin ceza davalarının sonucunu bekletici mesele yapması, davaya uzatan bir sebep olarak görülse de taraflarca hazırlanırlık ilkesi uygulanarak delil toplayan Hukuk Mahkemesine göre resen araştırma ilkesini uygulayarak delil toplayan ceza mahkemesince olayın oluş şekline ilişkin tespitin daha doğru olacağı aksi halde her iki mahkemenin olayın oluş şekline ilişkin farklı sonuca ulaşmasının muhtemel olacağı bu durumda iki ayrı maddi vaka tespiti içeren iki ayrı mahkeme kararının yargıya güveni zedeleyeceği bu nedenle yargı kararları ve öğretide de kabul edildiği üzere maddi vaka yönünden ceza mahkemesi kararının esas alınması gerektiği ve hukuk mahkemesinin ceza mahkemesinin kararını bekletici mesele yapmasının yerinde olduğu, sorunun ceza mahkemesi yargılamasının da makul sürede bitirilmesi yönünde tedbirler alınarak çözülebileceği kanaatindeyim. Ayrıca uzun yargılamanın bir sebebi de idari kurumların yargı organlarınca talep edilen bilgi ve belgeleri zamanında sunmamasıdır. Bu yönde alınacak tedbirlerinde yargının hızlandırılmasında önemli katkı sağlayacaktır. D-SONUÇ: Davaların makul sürede sonuçlandırılamamasının en önemli sebebi iş yoğunluğu ve hakim sayısının azlığıdır. AİHM'nde aynı nedenle davaları makul sürede sonuçlandıramadığı gerçeği ile bu sorunun AİHM'nin başarısı ve aşırı başvuruya bağlanması ironik bir tespit olup, Türk Yargısının da makul sürede yargılamanın sonuçlandırılması yönünden halen yapılmakta olduğu gibi mahkemelere gelen iş sayısını uygulamaya etkin yansıyacak gerçekçi olarak azaltıcı yasal tedbirler alınması, kürsüde görevli hakim sayısının makul rakama çıkarılması, bir hakimin yetkili olduğu mahkemede Avrupa standartlarına uygun makul sayıda iş verilmesi, tarafları yargıyı hızlandırıcı görevler verilirken ödül ve müeyyide ile etkin katkı sağlaması yönünden tedbirler alınması, yasa koyucunun yasa yapma tekniğine uygun anlaşılır ve uygulanabilir yasa yapması ve idarenin gerçek anlamda yargıya yardımcı olması için tedbirler alınması halinde yargının hızlanacağı, keza AİHM'nde ihlal kararlarının en aza indirileceği tarafımca değerlendirilmektedir.