09.02.2004 tarihli Dünya Gazetesinde yayınlanmıştır. Avrupa Birliğinde Din Faktörü Hüseyin Perviz Pur / Yeminli Mali Müşavir Web : www.purymm.com. veya www.purymm.com.tr Mail : purymm@purymm.com veya : purymm@purymm.com.tr Türkiye, Avrupa Birliği'ne (AB) tam üyelik için 1959 yılında başvurmuştur. AB ile ülkemiz arasında 12.09.1963 tarihinde Ankara Antlaşması imzalanmış, 01.12,1954 tarihinde antlaşma yürürlüğe girmiştir. 23.11.1970 tarihinde Katma Protokol imzalanarak ortaklık ilişkisi kurulmuştur. Böylece üç aşamalı bir süreç başlamıştır. 1) Hazırlık dönemi 2) Geçiş dönemi 3) Son dönem; olarak adlandırılan dönemlerden halen "Hazırlık Dönemi* aşamasındayız. Ülkemizin özgürlüğünü ekonomik özgürlük ile özdeşleştiren Atatürk ile Türk büyüklerinin kemikleri sızlamaktadır. 1963 ila 2003 yılları arasında geçen ve tam kırk yıldır AB kapısında sessiz, sakin, tepkisiz beklemekteyiz. Avrupa Birliği'nin bizimle müzakere etmeden bir nevi dikte ettirdikleri ve gelecekte ülkemizi ekonomik, politik ve sosyal olarak yıpratacak bütün şartları itirazsız kabul ediyoruz. Buna en açık örnek Gümrük Antlaşması'dır. Gümrük Antlaşması'nın, AB kurulduğu günden bu yana birliğe girmeden önce belirsiz bir süre için kabul eden tek ülke biziz. En sonunda bir sürpriz daha geldi. Osmanlı'dan kalan son toprak parçası Kıbrıs Adası'nı vermemiz koşulu önümüze konuldu. Bu da verilirse arkasından Lozan Antlaşması'ndaki azınlıkların bağımsız toprak istekleri gelecektir. Avrupa Birliği sabrımızın tükenip onurlu bir tepki göstererek "biz birliğe bu koşullarda girmiyoruz" dememiz için her yola baş vuruyor. Biz hâlâ tarihimize yakışmayacak bir pişkinlikle bekliyoruz. Bütün koşulları yerine getirsek bile Türk devletinin Müslüman olması, Hıristiyanlar'ın "Kutsal İttifakı"nı geçemez. Giriş onayımızın yüzde ellisini Vatikan, yüzde otuzunu Hıristiyan Avrupa halkı ve geriye kalan yüzde yirmisini yöneticiler verecektir. Bunun nedenini incelemek üzere yazımızı hazırladık. Daha doğru bir tanımla Vatikan'daki "Türk Dosyası"nı açtık. Türkler'in Orta-Asya'dan Avrupa'ya göç ederek gelmiş olmaları Avrupalılar'ca kabul edilememiş, içlerine sindirilememiştir, Hunlar, Moğollar ve sonra Avarlar ile diğer Türk boyları uzun yıllara yaygın süreçte Avrupa'yı kasıp kavurmuşlardı. Yapılan katliam talan ve yağmacılıkların korkusu ve bezginliği halk masallarına konu olmuş tarihin kara sayfalarına yazılmış, nefretin izleri silinmemiştir. Bu aşamada Orta Asya'dan bir başka göç kolunun Avrupa'ya yönelmesinin tepki ile karşılanması doğaldı. Bu son gelen kavmin öncekilerden daha da tedirgin edici bir tarafları vardı, gelenlerin dinlerinin Müslüman olması idi. Avrupa'nın Haçlı seferleri ile yüzyıllardır yok etmeye çalıştıkları kutsal yerlerde yaşayanlarla aynı dine inanıyorlardı. İkinci tedirgin edici yanlan ise; ilk gelenlere göre daha düzenli bir devlet ve ordu geleneklerini geliştirmiş talan ve yağmaya değil Avrupa'nın verimli topraklarına yerleşmeye devlet kurarak yaşamaya gayret göstermeleri idi. X-XI-Xll. yüzyıllarda Avrupa'da yokluk, hastalık ve feodal yapı Hıristiyanlar'ı birbirlerine iyice düşürmüş kendi İçlerinde kendilerini yok etme aşamasına gelmişlerdi.
711 yılında Müslüman Araplar, Kuzey Afrika'dan gelerek İspanya'yı, daha sonrada 732 yılında Sicilya, Sardunya ve Korsika'yı ele geçirdiler. Akdeniz'de geniş bir alanın hakimiyetini ellerinde tuttular. Ayrıca, Araplar'ın Berberi aşireti olan Murabıtlar da Kuzey Afrika ve İspanya'da (1056-1147) yılları arasında yüz yıllık süreçte hükümranlık kurdu ve Hıristiyanlar'a hükmetti. Aynı yüzyılda ve yıllarda (1071) Doğu Roma İmparatorluğu'na karşı kazanılan Malazgirt Savaşı sonrası başşehir İznik'te Müslüman Türk Selçuklu Devleti kuruldu. Anadolu yolunu açan Selçuklular diğer Türk boylarının da Anadolu'ya daha doğrusu Avrupa'ya geçişin yolunu açmış oldular. Türkler'in Kınık boyu olan Selçuklular, Kayı boyundan gelen Osmanlılar'ın Anadolu'nun muhtelif yörelerine yerleşmelerine önayak oldular. Batı'da Murabıtlar, Doğuda ise Selçuklular ve daha sonra Osmanlılar Akdeniz ile Hint-İpek- Baharat yolunu kapatarak Avrupa'nın ticari menfaatlerini engellemişlerdi. Feodalizmin yıkılması Aynı tarihlerde Avrupa'da bulaşıcı hastalıklarla nüfus azalmış, üretim tamamen durmuştu. Hırsız, işsiz silahşor, korsanlar kendilerine uygun bir iş arıyorlardı. Sonunda soygun çeteleri kurdular. Köylerle, savunmasız kentleri yağmalayarak bölgesel en uygun iş olarak otoriteleri haraca bağlamışlardı, Ailesini ve canını korumak isteyen köylüler aralarında kurdukları işbirliği ile bölgesel direnme güçleri oluşturmaya başlamışlardı. Silahlı çeteler otoriteden haraç alma yöntemini genişletmişlerdi. Çetelerin, silah ve para güçleri vardı. Ancak insan gücüne olan açıklarını kendilerine direnç gösteren köylülerle anlaşarak kapatmış feodaliteye karşı bir halk gücü oluşturmuşlardı. Çete liderlerinden daha sonra halk kahramanları çıktı ve onların efsaneleri Avrupa'yı sarmıştı. Feodalite otoritesini kaybediyor köle statüsündeki toprağa bağlı serflerin üretimlerinden aldıkları büyük payı kaybediyordu. 1199 yılında 42 yaşında ölen kral I. Richard'ın yerine geçen kardeşi Yurtsuz John'dan 1215 yılında Magna Carta (Büyük Ayrıcalıklar) denilen fermanı aldılar. Bu fermanda kralın yetkileri daraltılıyor, feodal vergilerde baronlar ve serfler lehine düzenleme yapılıyordu. Merkantilizm arayışları Magna Carta, 1215 yılında İngiltere'nin temel özgürlüklerini düzenleyen ilk anayasa denemesidir. Bu anlaşmanın yarattığı özgürlük dalgası kıta Avrupası'na yayılmaya başlamıştı. Din adına servet birikimini krallar ve baronların tarım ürünlerinden alan kiliseler ve Papa, Hıristiyanlar'ın dikkatini başka yöne çekerek bu yayılmayı durdurdu. Vatikan kutsal topraklara Haçlı seferlerini başlattı. Vatikan'ın İspanya'nın fethinden başlayarak Doğu Roma İmparatorluğu'nun doğuda toprak kaybından beri devamlı ve ısrarla derebeyleri bir araya getirerek "Kutsal Birlik" oluşumu emrine sessiz kalan derebeyleri Magna-Carta'dan sonra kımıldamaya başlamıştı. 1071 yılı Malazgirt yenilgisinden sonra ilk yardım talebi Doğu Roma İmparatorluğu'ndan gelmişti. İstenen bu yardımın aciliyetini Vatikan önce önemsememişti: Ancak doğudan batıya İznik'e hızla ilerleyen ve devlet kuran Müslümanlar, Papa Urbanus II'nin alarm vermesine neden
olmuştur. Bu alarma İspanya'da 1090 yılında Granda, 1094 yılında Sevilla şehirlerinin Araplar'ın eline geçmesi ile Endülüs'ün tamamının işgal edilmesi ve İspanya'nın muhtelif şehirlerinde gösterişli saraylar ile camilerin inşa edilmesinin katkısı büyük olmuştur. Haçlı seferleri, 1095-1291 yılları arasında iki yüzyıllık süreçte yapılmıştır. Seferler ilk yüzyılda karadan yapılmış, ikinci yüzyılda ise deniz yolu kullanılarak Akdeniz, Müslümanlar'dan tamamen kurtarılmıştır. Haçlı seferlerine katılan denizci İtalyanlar; Malta, Kıbrıs, Rodos, Girit, Sicilya, Sardunya ve Korsika adalarında Ceneviz (Cenovalı) ve Venedik şövalyelerinin bağımsız krallıklarını kurmuşlardı. Akdeniz'in ticaret yolu Hıristiyanlar'ın eline geçmiş, şövalyelerin gelir kaynağı olmuştur, Vatikan memnundu. Onunda dolaylı olarak geliri artıyordu. Haçlı seferleri devam ederken Doğu'dan Moğol dalgası Orta Avrupa'yı kasıp kavurmaya, başlamıştı. Cengiz Han'ın oğlu Cuci tarafından kurulan Kıpçak Devleti, Volga Nehri boyunca Baltık kıyılarından Kive, Polonya ve Macaristan'ı 1236-1242 yılları arasında yakıp yıkmıştı. Kıpçak hanlığı sonradan tamamen Türkleşti ve Müslümanlık'ı kabul etmişti. Vatikan sicilimize bunu da kaydetmiştir herhalde. Avrupa'nın kutsal yerlere yaptığı Haçlı seferleri Osmanlılar'ın Batı Avrupa'da ilerlemesi ile durmuştur. Papa Avrupa krallarına doğudan gelen Osmanlılar'a karşı kutsal yerlerin alınmasında uygulanan "Kutsal Birlik" çağrısını yinelemişti. Nitekim, Osmanlı, Avrupa'da tek bir devletin ordusu -Rusya hariç- çok az sayıda savaşmıştır. Vatikan'ın amacı Osmanlılar'ın karadan ilerlemesinin güçlü bir Avrupa ordusu ile durdurulması idi. (1389) Birinci Kosova, (1396) Niğbolu, (1444) Varna, (1448) İkinci Kosova ile Doğu ve Orta Akdeniz'deki Kıbrıs, Rodos, Girit, Mora Yarımadası, Malta adalarının Osmanlılar'ca geri alınmasında, yapılan deniz savaşlarına Haçlı donanmalarının katılması Papa'nın "Kutsal Birlik" çağrısı ile oluşturulan Haçlı seferleri idi. 1453 yılında İstanbul'un Türkler'in eline geçmesi Avrupa'da etkili bir şok yaşatmış, özellikle bu konu İtalya'yı daha çok rahatsız etmişti. Doğu Roma İmparatorluğu'nun yıkılışı, Hz. İsa'nın doğum öncesine dayanan tarihsel bir yaşama son veriyordu. Bunun sonucunda güçlü bir düşmanın, ayrıca Müslüman olması da hesaba katılırsa başta Vatikan olmak üzere diğer tüm dinlerin paniğe kapılmaları doğaldı. Ancak Avrupa Roma'nın seksen altıncı imparatoru XI. Konstantin'in silahlı destek istemesini ciddiye almamış ve destek verilmemişti. Burada ya Türkler'in savaş yeteneği ciddiye alınmamıştı veya yüzyıllardır yapılan İslam saldırılarının güçlü surları aşamamasına güvenerek bu saldırının da öyle geçiştirilir kanısı hepsini yanıltmıştı. Osmanlı Devleti, Roma İmparatorluğu'na son verme amacına çok ciddi yaklaşmış bu amaçla İstanbul'un Avrupa, Anadolu, Karadeniz ile kara bağlantısı koparılmıştı. Bu oluşum yüzyıllık bir süreçte babadan oğula devredilerek sağlanmıştı. Osmanlı'nın başşehri Avrupa'da yer almakta idi. İlk başşehir Bursa'dan Edirne'ye geçişi elli yılı (1364) aşmıştı. Ve sonunda bir çağı değiştiren 2000 yıllık Roma İmparatorluğu'na son veren Osmanlı Devleti, Asya ile Avrupa'yı birleştirerek tarihte Osmanlı İmparatorluğu unvanını almıştı. İki yüz yıl süre yüzbinlerce Hıristiyan'ın severek öldüğü kutsal toprakları almak ve korumak için yapılan Haçlı seferleri bir anda yok olmuştu.
Avrupa'da kurulmaya çalışılan Hıristiyan devletler birliği depremle yıkılma aşamasına gelmişti. İstanbul'un fethinin yarattığı tetikteme ekonomik, sosyal ve politik birçok olayların değişimine neden olmuştur. Ekonomik olaylardan en önemlisi feodalizmin sona ermesi ile Merkantalizm'in başlamasıdır. Merkantilizmin başlaması Devletlerin zengin ve güçlü olmaları için değerli madenlerin bulunması, ortaya çıkarılması zengin bir Avrupa, Hıristiyan birliğinin kurularak Doğu'dan gelen Osmanlı İmparatorluğu'nun önce durdurulması sonra yok edilmesini yüzyıllarca olduğu gibi Papalar "Kutsal Birlik" maskesi altında akıllara yerleştirdiler. Carlo Cipolla'ya göre bu tez gerçek idi. Nitekim olayların gelişimi Carlo Cipolla'yı haklı çıkarmıştı. Bir çağın değişimine neden olan Osmanlı İmparatorluğu 14. yüzyıldan 18'inci yüzyıla kadar dört yüz yıl Avrupa'yı kendisine özendiren saltanatını sürdürmüştür. Haçlı seferlerine yolun kapanması Vatikan'ın canını sıkmıştı. Hıristiyanlık, Haçlı seferlerinde olduğu gibi dini misyonerlik maskesi altında Hindistan ve Çin yolunu Ümit Burnu'nu dolaşarak bulmaları için kral ve kraliçeleri görevlendirdi. 15. yüzyılda Vasco de Gama ile Bartheleny Diaz bu yolu keşfettiler. Aynı yüzyılda Kristof Kolomb, Amerika'ya ulaştı. Okyanus ve kıtalar arası dolaşan her yeri yakıp yıkan ganimetlere el koyan güçlü donanmasına karşın kara kuvvetlerinin güçsüzlüğü sonucu Avrupa; Viyana'ya kadar topraklarını Türkler'e kaptırmıştı. Kilise, yeni keşifler ve yayılmacılık sonucu Osmanlı ite el sıkışmak ve onu Avrupa'da kabul etmek yerine onunla savaşa her koşulda, devam kararı almıştı. Hedef, Türkler'in Avrupa'dan tamamen dışlanması veya son noktada yok edilmesi idi, Fransa, Portekiz, Hollanda, İngiltere, İspanya başta altın ve gümüş olmak üzere baharat fildişi, abanoz, buğday, güherçile, bakır, ipek, porselen, balık ve köle ticareti Avrupa'ya geniş bir yelpaze açmıştı. Başlangıçta Hıristiyanlık'ın yayılması olarak gösterilen deniz aşırı macera arayışları sonunda altın ve gümüş arayışına dönüştü. Deniz aşırı yayılmacılık gemide ve silahta gelişim oluşturdu. Savaş gemilerinin topları ite donatılması uygar Avrupa'yı "teknolojide ilerlemiş barbar" konumuna koymuştu. O tarihten sonra savaşarak yok edemedikleri Osmanlı'yı ekonomik güçleri ile yıktılar. Vatikan, Osmanlılar'ın din, dil, ırk, mezhep ayırımı gözetmeden Avrupa, Ortadoğu ve Kuzey Afrika'da altmış milyon kilometrekarede kırk milyon insanı altı yüz yıl özgür yaşamalarına olanak sağlamalarını görmezden geldiler. Ve maalesef hâlâ öyle görmekteler ve şahsi görüşüm görmeye devam ederek bu topluluğa girmemizi engellemektedir. Nitekim, topluluk anayasasına Hıristiyan dinini koymaya çalışmaktadır. Müzakereler, Avrupa'da yaşayan Museviler'in baskısı ile duraksamıştır. Bu duraksamanın Müslüman devletlere yol açmak için olmadığı gerçektir. Avrupa bize kapılarını bir gün mutlaka açacaktır. Şahsi görüşüm; Rusya ekonomik düzeyini yeniden sağladığında eski imparatorluğunu elde etmek isteyecektir. Orta Asya'dan önce Karadeniz ve Kafkas petrollerine uzanacaktır. Bu aşamada Müslüman Azerbaycan ile Hazar petrolünün yolunda olan Ermenistan. Gürcistan ile Türkiye'ye kapılar otomatikman açılacaktır. Bu süreç yirmi yıllık bir gelişimdir. O tarihe kadar Avrupa Birliği'nin kendi içinde kendini yok edeceğine dair işaretler şimdiden belirmeye başlamıştır. Türkiye'nin iç dinamiklerinin beklemeye tahammülü yoktur. Büyük bir potansiyel oluşmuş ve oluşmaktadır. Sanayileşme hızla gelişmektedir. Eğitimli genç kadrolar yerlerini almaya başlamıştır. Bu gelişmenin önündeki tüm engeller kaldırılmalıdır.
Ülkemiz gümrük birliğinden ayrılarak tüm dünya ülkeleri ile serbest ticaret yapabilmelidir. Gümrük birliğinin bu serbestliği önlediğini ve Türkiye'nin hızlı sanayi gelişimini durdurmak için Batı'nın bir oyunu olduğunu artık anlamalıyız. Ekonomik bağımsızlığımızı yeniden kazanmalıyız. Atatürk'ün fedakar Türk halkından topladığı bağışlarla kurduğu devlet ekonomik özgürlüğünü kazandıktan sonra hiçbir dış yardım almadan Avrupa'nın önemli ülkelerinin ekonomik düzeyinin üstünde Türkiye Cumhuriyeti'ni kurdu. Bugünkü Türkiye'nin temeli sağlam atılmıştır. Kaynaklarımız ülkemize fazlası ile yeter. Tek eksiğimiz birazcık Atatürk gibi düşünmek ve onurlu olmaktır. PÜR DENETİM YEMİNLİ MALİ MÜŞAVİRLİK AŞ. Bahariye Caddesi Site 64 No: 25/9 B-Blok Kadıköy - ISTANBUL Tel : +90 216 449 37 00 (pbx) Fax : +90 216 449 37 71