SD STRATEJ K UBAT 2010. Irak n Dünü ve. İsrail Lieberman dan Kurtulmal d r. Kad Adaleti ve Hukukçunun Üstünlü ü. Hasan KÖN.



Benzer belgeler
Hükümet in TSK İçinde Oluşturduğu Paralel Yapılar; Cumhurbaşkanı ve AYİM nin Konumu..

SİYASET BİLİMİ VE ULUSLARARASI İLİŞKİLER DOKTORA PROGRAMI DERS İÇERİKLERİ ZORUNLU DERSLER. Modern Siyaset Teorisi

Türkçe Ulusal Derlemi Sözcük Sıklıkları (ilk 1000)

16 ŞUBAT 2011 CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ ÇETİN SOYSAL IN DİNLEMELERLE İLGİLİ BASIN AÇIKLAMASI

ABD İLE YAPTIĞIN GİZLİ ANLAŞMAYI AÇIKLA -(TAMAMI) Çarşamba, 03 Temmuz :11 - Son Güncelleme Perşembe, 04 Temmuz :10

Süleyman Demirel Hayatını Kaybetti

YAŞ ta bedelliye olumlu bakıldı

Devletin Şefleri Cumhurbaşkanları

Devrim Öncesinde Yemen

Biz yeni anayasa diyoruz

Cumhuriyet Halk Partisi

ORTADOĞU DA BÖLGESEL GELIŞMELER VE TÜRKIYE-İRAN İLIŞKILERI ÇALIŞTAYI TOPLANTI DEĞERLENDİRMESİ. No.12, ARALIK 2016

ANAYASA HUKUKU (İKTİSAT VE MALİYE BÖLÜMLERİ) GÜZ DÖNEMİ ARASINAV 17 KASIM 2014 SAAT 09:00

Özgürlükleri daha da güçlendirmek istiyoruz

Milli Devlete Yönelik Tehdit Değerlendirmesi

İÇİNDEKİLER ÖNSÖZ...VII İÇİNDEKİLER...IX

Erbil Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı Dara Celil Hayat ile Türkiye-Kürdistan Ekonomik ilişkileri. 02 Temmuz 2014

Türk Elitlerinin Türk Dış Politikası ve Türk-Yunan İlişkileri Algıları Anketi

En İyisi İçin. I. Kanun-u Esasi gerçek anlamda anayasa bir monarşi öngörmemektedir. (x)

BAŞBAKAN ERDOĞAN: KOPENHAG SİYASİ KRİTERLERİ NOKTASINDA EĞER HERHANGİ BİR SIKINTI DOĞACAK OLU

İslam Dünyasından Darbe Girişimine Tepkiler

ORSAM AYLIK IRAK TÜRKMENLERİ GÜNCESİ

Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi

11 EYLÜL SALDIRISI VE YENİ DÜNYA: SOĞUK BARIŞ DÖNEMİ

Eslen: Stratejik İnisiyatif Ayrılıkçılarda

YENİ YAYIN ULUSLARARASI ÖRGÜTLER HUKUKU: BİRLEŞMİŞ MİLLETLER SİSTEMİ

20. RİG TOPLANTISI Basın Bildirisi Konya, 9 Nisan 2010

TÜRK DIŞ POLİTİKASINDA GÜÇ KULLANMA SEÇENEĞİ ( )

Türkiye'de 3 Ay OHAL İlan Edildi

1979 İRAN İSLAM DEVRİMİ SONRASI TÜRKİYE-İRAN İLİŞKİLERİ. Ömer Faruk GÖRÇÜN

İSTANBUL AYDIN ÜNİVERSİTESİ SİYASET AKADEMİSİ ANKARA DEMOKRATİKLEŞME SÜRECİNDE KÜRT VE ERMENİ MESELELERİNİ TARTIŞTI!

2017 İNSAN HAKLARI İHLAL RAPORU

CUMHURBASKANININ YETKİ VE SORUMLULUKLARI

TÜRKİYE TİPİ BAŞLANLIK SİSTEMİ MODEL ÖNERİSİ. 1. Başkanlık Sistemi Tartışmasının Temel Gerekçeleri

Halk Erdoğan'a Ey Tayyip, ananı da al ve git demiştir. Uğur Mumcu yine haklı çıkmıştır.

15 TEMMUZ DARBE GİRİŞİMİNE AZERBAYCAN DAN BAKIŞ

2000 li Yıllar / 8 Türkiye de Eğitim Bekir S. GÜR Arter Reklam Ağustos-2011 Ömür Matbaacılık Meydan Yayıncılık-2011

ANAYASA GÜZ DÖNEMİ YILSONU SINAVI 5 OCAK 2015 SAAT 09:00

Kuzey Irak'a harekat

Cumhuriyet Halk Partisi

TÜRKİYE DE SİYASET VE DEMOKRASİ

İÇİNDEKİLER SUNUŞ İÇİNDEKİLER... III GİRİŞ... 1 BİRİNCİ BÖLÜM BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI ÖNCESİ DÜNYADA SİYASİ DURUM 1. Üçlü İttifak Üçlü İtilaf...

İÇİMİZDEKİ KOMŞU SURİYE

Afganistan'da Afyon Üretimi Dosyası (İnfografik)

TÜRKİYE - SUUDİ ARABİSTAN YUVARLAK MASA TOPLANTISI 1

BÜLTEN İSTANBUL AZİZ BABUŞCU. FİLİSTİN MESELESİ 2 5 te B İ L G İ NOTU. Öğretmenler ile öğrenciler yıllar sonra bir araya geldi

2000 li Yıllar / 6 Türkiye de Dış Politika İbrahim KALIN Arter Reklam Ağustos-2011 Ömür Matbaacılık Meydan Yayıncılık-2011

İÇİNDEKİLER İLKSÖZ... 1

Türkiye nin Yeni AB Stratejisi ve Ulusal Eylem Planları

2018-LGS-İnkılap Tarihi Deneme Sınavı 9

DERSİMİZİN TEMEL KONUSU

TEMEL HUKUK DERS NOTLARI SON HAFTA. Öğr. Gör. Erkan ÇAKIR

AK PARTi Genel Başkanı ve Başbakan Erdoğan Bosna-Hersek te

TÜRKİYE SİYASİ GÜNDEM ARAŞTIRMASI

15 Mayıs 2009 al-dimashqiyye Salonu

İran Cumhurbaşkanı Ruhani, Fransa Cumhurbaşkanı Macron

KARİKATÜRLERİN DİLİNDEN IRAK I ANLAMAK - 1

Sosyal Güvenlik Alanındaki Hukuki İhtilafların Azaltılması Çalıştayı

TBMM Komisyonu'na gelen belgelere göre, Alevi öğrencilere cemaat yurtlarında yüzde 10 kontenjan ayrılmış

ULUSLARARASI KARADENİZ-KAFKAS KONGRESİ

KARAR 1 (672 sayılı KHK ile kamu görevinden çıkarılmaya dair) Davalı : Başbakanlık /ANKARA

Beykoz Muhtarlar Derneği'nden...

Emeğin İktidarını Birlikte Kuracağız

Emekli Albay Ümit Yalım : Gizli mutabakat yapıldı AKP döneminde 17 ada, Yunanistan a geçti

İSTANBUL AYDIN ÜNİVERSİTESİ SİYASET AKADEMİSİ ANKARA TÜRKİYE NİN DEMOKRATİKLEŞME SINAVINI DERİNLEMESİNE TARTIŞTI!

NİSAN 2012 FAALİYET RAPORU. Prof. Dr. Aytuğ ATICI Mersin Milletvekili

2010 YILINA DAMGASINI VURAN OLAYLAR. Avrupa Birliği ve Avrupa Birliği ne giriş süreci. Terör olayları. Türkiye-İsrail krizi

KÜRT SİYASETİNDE TARİHİ FIRSAT SÖYLEMİ VE ANALİZİ MAYIS 2009

MİLLİ GURURU. Türkiye nin. YILMAZ: 2023 TE HEDEFİMİZ 25 MİlYAr DOlAr İHrAcAT YAPMAK

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Atatürk Havalimanı Devlet Konukevi nde düzenlenen basın toplantısında konuştu

ÖLÇME, DEĞERLENDİRME VE SINAV HİZMETLERİ GENEL MÜDÜRLÜĞÜ

DEMOKRATİKLEŞME PAKETİ

Fikret BABAYEV * * Azerbaycan Anayasa Mahkemesi Başkanı

TÜRKİYE - FRANSA YUVARLAK MASA TOPLANTISI - 1

1915 OLAYLARINI ANLAMAK: TÜRKLER VE ERMENİLER. Mustafa Serdar PALABIYIK

SAYIN TAKİPÇİLERİMİZ,

NEDEN. Türk ye Cumhur yet Cumhurbaşkanlığı S stem

Hükümet ile Gülen cemaatinin tartışması neyi ifade ediyor?

Sosyal Araştırmalar Enstitüsü 1 Kasım 2015 Genel Seçim Sandık Sonrası Araştırması

Yargıdaki skandallar Kollama-filmindeki Yiğit-in durumunu cazib hale getirmekte, Kurtlar Vadisi Pusu-daki Polat-ın durumuna özendirmektedir.

3 Kasım 2002 Seçimlerine Doğru: Senaryolar ve Alternatifler...

SİYASET ÜSTÜ DÜŞÜNMEK Pazar, 30 Kasım :00

10. Herhangi bir sebeple boşalan bakanlığa en geç kaç gün içinde yeni bakan atanır? A) 5 gün B) 10 gün C) 15 gün D) 20 gün E) 25 gün

ANAYASA HUKUKU 2016 Bahar dönemi Yılsonu sınavı CEVAP ANAHTARI

1999 dan 2007 ye Seçmen Tercihleri ve Değişim CHP

TÜRKİYE SOSYAL, EKONOMİK VE POLİTİK ANALİZ -6-

Musul Sorunu'na Lozan'da bir çözüm bulunamadı. Bu nedenle Irak sınırının belirlenmesi ileri bir tarihe bırakıldı.

Vekiller Heyeti Kararı, Sıkıyönetim Komutanlığı ve Milli Güvenlik Konseyi'nce Kapatılan Siyasi Partiler

Sayın Yönetim Kurulu Üyesi/ ve Meclis Üyesi Arkadaşlarım,/

2016 YILI İLK 9 AY DOĞU VE GÜNEYDOĞU ANADOLU BÖLGESİ

Filistin Sahnesinde Faal Olan Gruplara Karşı Filistin Halkının Tutumu (Anket)

Ergenekon yok muydu? ERGENEKON U İLK TELAFFUZ EDEN KİMDİ?

Kafkasya ve Türkiye Zor Arazide Komfluluk Siyaseti

7. Yayınlar 7.1 Uluslar arası hakemli dergilerde yayınlanan makaleler (SCI & SSCI & Arts and Humanities)

Ahmet TAKAN.

Yrd. Doç. Dr. Tevfik Sönmez KÜÇÜK Yeditepe Üniversitesi Hukuk Fakültesi Anayasa Hukuku Anabilim Dalı Öğretim Üyesi PARTİ İÇİ DEMOKRASİ

2016 YILI İLK 6 AY DOĞU VE GÜNEYDOĞU ANADOLU BÖLGESİ

JANDARMA VE SAHİL GÜVENLİK AKADEMİSİ GÜVENLİK BİLİMLERİ ENSTİTÜSÜ ULUSLARARASI GÜVENLİK VE TERÖRİZM YÜKSEK LİSANS PROGRAMI DERSLER VE DAĞILIMLARI

5 bin PKK lı ve peşmergeye terör eğitimi

VİZYON BELGESİ (TASLAK)

Transkript:

SD STRATEJ K DÜ ÜNCE UBAT 2010 www.sde.org.tr Ayl k Uluslararas li kiler ve Strateji Dergisi Y l: 1 Say : 3 Fiyat: 7 TL (KDV Dahil) Türkiye de Nükleer Silahlar Sorunu Hasan KÖN Irak n Dünü ve Bugünü Nüzhet KANDEM R İsrail Lieberman dan Kurtulmal d r Alon BEN-MEIR Kad Adaleti ve Hukukçunun Üstünlü ü Yasin AKTAY AFGAN STAN IRAK YEMEN ŞUBAT 2010 STRATEJİK DÜŞÜNCE 1

2 STRATEJİK DÜŞÜNCE ŞUBAT 2010

Uluslararası Terör Kimi Vuruyor? Geçtiğimiz yüzyılda terör, bir mücadele yolu olarak benimseyenler açısından sonuç alınabilen bir ifade şekliydi. 21. Yüzyılda ise terör yalnızca terör zeminini hazırlayan süper güçlerin çıkarına hizmet ediyor. İfade ve bağımsız yaşama hürriyetlerinin yasaklandığı yahut sınırlandığı coğrafyalarda terör, insafsız ve vicdansız olduğu kadar anlık sonuçlar elde edebilen ancak uzun vadede bu yola tevessül edenlerin de boynunu büken bir yöntemdir. Terör ile bağımsızlık veya kurtuluş mücadeleleri arasındaki ayrımın altını çizdikten sonra yukarıdaki cümleyi biraz daha açalım. Günümüzün terör olgusu her şeyden önce kurtuluş ve bağımsızlık mücadelelerinin bütün gerekçelerini anlamsızlaştırmış, ruhunu kirletmiştir. Terör ve terörle mücadele bugün uluslararası işgalin en ucuz ve resmi söylemi haline dönüştürülmüştür. Hem BM hem de NATO, operasyonlarıyla bir yandan terörizmi teşvik ederken, kendi ürettikleri teröre istedikleri yere müdahale etmek için bir gerekçe olarak sarılmaktadırlar. Başarısız bir yönetim, iktidarını sürdürmek için terör bahanesiyle BM ye başvurarak koltuğunu koruyabilmektedir. Ayrılıkçıklar da küçük bir iç karışıklık sonrasında uluslararası gücü yardıma çağırabileceklerine inanmaktadır. 1993 te Somali yi işgal eden BM Barış Gücü nün açtığı yaralar bugün halen kanamaya devam etmektedir. Terör ve askeri vesayet arasındaki bu davetkâr ilişki Türkiye de hiçbir zaman yabancısı olmadığımız, görünce tanımakta asla zorlanmadığımız basit bir taktik. Türkiye de de terör her zaman askeri müdahaleler için en geçerli mazereti oluşturmuştur. Çıkan iç karışıklıkların sonucunda hemen davet edilen veya durumdan vazife çıkaran kurtarıcıların, zamanla bütün karışıklıkların tek nedeni olduğu anlaşılmıştır. Bugün uluslararası terörün mantığıyla Türkiye deki bu durumu, Türkiye de sahneye konulan oyunlarla da uluslararası durumu okumak oldukça açıklayıcı hale gelmiştir. Afrika Boynuzu tabir edilen Somali nin, Aden Körfezi nin öteki yakasındaki komşusu Yemen için bugün aynı endişeler gündemdedir. BM veya NATO, ABD öncülüğünde yeni bir işgalin hazırlıklarını tartışmaktadır. Deniz korsanlığı ve iktidar boşluğunun doğurduğu ortam Somali yi uluslarüstü işgal gücünün hedefi haline getirirken Yemen de İran ve El Kaide etkisi sebebiyle aynı gücün hedefleri arasına girmiştir. Oysa Yemen deki sorun çoğunluktaki Sünnilerin tarafı olmadığı, Prof. Dr. Birol Akgün ün ifadesiyle, aynı mezhepteki hükümet güçleriyle Sa de bölgesinde yaşayan Zeydiler arasındaki yerel bir siyasi güç çatışmasından kaynaklanıyor. Dünya haritası üzerinden yüzeysel bir bakış dahi bölgenin jeostratejik önemini gösterir. Akdeniz i Kızıldeniz üzerinden Hint Okyanusu na bağlayan Aden Körfezi ne üs kurabilen güç hem deniz ve hava trafiğini hem de enerji koridorlarını kontrol altına alabilir. İç savaşlar ve terörle çalkalanan dünyamızın barışı tesis edecek ve koruyacak kapsamlı bir uluslararası organizasyona duyduğu ihtiyaç inkâr edilemez. Ancak her operasyonun bir sınırı olmalı ve barış gücünün özgürlük anlayışı müdahale edilen ülkenin temel değerleriyle çelişmemelidir. Daha da önemlisi bu operasyonların amacı konusundaki kuşkular, tereddütlere yer bırakmayacak ölçüde izale edilmelidir. Stratejik Düşünce Dergisi olarak bu sayımızda ağırlıklı olarak terör ortak paydasında iç ve dış gündemimizi belirleyen, özellikle KCK eylemleri ile bu yapılanmaya karşı operasyonu ve Yemen konularını sayfalarımıza taşıdık. Her gün büyük bir hızla değişen iç ve dış gündeme rağmen özellikle aydınların ve devlet adamlarının dikkatini çekmek istedik. Kurumlar arası çatışmayı körükleyen ve terörü kendi elleriyle tırmandırarak devlet yönetimini zorla ele geçirmek isteyenleri ise gündeme almak zorunda kalmayacağımızı umarız. Prof. Dr. Yasin Aktay SDE Başkanı ŞUBAT 2010 STRATEJİK DÜŞÜNCE 3

STRATEJİK DÜŞÜNCE Stratejik Düşünce ve Araştırma Vakfı İktisadi İşletmesi Adına Sahibi Dr. Nurol Canbolat Genel Yayın Yönetmeni Prof. Dr. Yasin Aktay Editör Prof. Dr. Mehmet Emin Çağıran Yayın Kurulu Prof. Dr. Hasan Köni Prof. Dr. Yasin Aktay Büyükelçi (E) Nüzhet Kandemir Prof. Dr. Şükrü Halûk Akalın Prof. Dr. Beril Dedeoğlu Prof. Dr. Ali Şafak Prof. Dr. Sencer İmer Prof. Dr. Birol Akgün Prof. Dr. Hasan Tahsin Fendoğlu Prof. Dr. İbrahim S. Canbolat Prof. Dr. Mehmet Şişman Prof. Dr. Ramazan Gözen Prof. Dr. Şaban H. Çalış Prof. Dr. Talip Özdeş Prof. Dr. Ziya Öniş Doç. Dr. Murat Çemrek Doç. Dr. Mustafa Aydın Doç. Dr. Ertan Beşe Yrd. Doç. Dr. Caner Arabacı Mehmet Akif Ak Aydın Bolat Veli Şirin Bayram Girayhan Danışma Kurulu Prof. Dr. Tayyar Arı Prof. Dr. Yavuz Unat Prof. Dr. Gökhan Koçer Prof. Dr. Harun Gümrükçü Prof. Dr. E. Ethem Atay Prof. Dr. Hasan B. Paksoy Doç. Dr. Bekir Berat Özipek Doç. Dr. Cihat Göktepe Doç. Dr. Ensar Nişancı Doç. Dr. Ertan Efegil Doç. Dr. M. Vedat Gürbüz Doç. Dr. Mehmet Dikkaya Doç. Dr. Mert Bilgin Doç. Dr. Yaşar Akgün Yrd. Doç. Dr. Necdet Subaşı Yayın Koordinatörü Faruk Can Yazı İşleri Müdürü Ahmet Ünal Yayın Asistanları Cemil Doğaç İpek, Feyzan Ece Çapa, Özlem Pınar Oran, Yasemin Küçer Abone Sorumlusu Erkan Yılmaz Grafik ve Sayfa Tasarımı O Medya www.omedya.com Fotoğraflar Anadolu Ajansı, Cihan Haber Ajansı Baskı Yeri / Tarihi Öncü Basımevi Kazım Karabekir Cad. Ali Kabakçı İşhanı No:85/2 İskitler / ANKARA T: 0312 473 80 45 - F: 0312 473 80 46 Stratejik Düşünce Entitüsü Çetin Emeç Bulvarı A. Öveçler Mah. 4. Cad.1330 Sok. No: 12 Çankaya / ANKARA / Türkiye T: 0312 473 80 45 - F: 0312 473 80 46 Bu dergi içeriğinin telif hakları Stratejik Düşünce Enstitüsü ne ait olup 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu uyarınca kaynak gösterilerek kısmen yapılacak alıntılar dışında önceden izin alınmaksızın hiçbir şekilde kullanılamaz ve yeniden yayımlanamaz. Bu dergide yer alan SDE nin kurumsal bilgileri ile SDE Akademik Personeli nin çalışmaları dışındaki diğer görüş ve değerlendirmeler, yalnızca yazarının düşüncelerini yansıtmaktadır; SDE nin kurumsal görüşünü temsil etmemektedir. 80 Irak ın Dünü ve Bugünü Irak a, 2003 yılında yapılan ABD silahlı müdahalesi sonrası, günümüzde varılan noktadaki durum ve gelişmeleri daha iyi değerlendirebilmek üzere, kısa ve genel hatları ile geçmişe bir göz atmakta yarar vardır. 93 Ben-Meir: İsrail Lieberman dan Kurtulmalıdır Stratejik Düşünce Enstitüsü (SDE) bünyesinde 3. Beyin Fırtınası gerçekleştirildi. Ortadoğu Uzmanı New York Üniversitesi Profesörü Alon Ben-Meir in konuk olarak katıldığı Obama Dönemi Ortadoğu Politikası ve Türkiye nin Rolü... 09 Özel Harp Dairesi ve Kozmik Oda 65 Büyükelçi (E) Nüzhet Kandemir Alon Ben-Meir Alper Tan Özal ı vuran Kartal Demirağ ın ardındaki teşkilatı araştıran Uğur Tönük, kendisini tehdit edenlerin adını verdiği generali açıklayacağı anda, Özal odadaki büyük ekran televizyonun uzaktan kumandasına uzanmış ve sesi sonuna kadar açmış. Sonra da Tönük, Paşa nın ismini Özal ın kulağına fısıldamış: Sabri Yirmibeşoğlu! Mesud Halili Dialog Sağlamadan Savaş Kazanamazsınız Afganistan da yaklaşık 30 yıldır bir istikrar ortamı yok. Terör örgütleri diye adlandırılan bir takım örgütler bölgeye yerleşmiş durumda. ABD 11 Eylül olaylarından sonra bölgeye müdahalesini artırdı. Stratejik Düşünce Dergisi de, Afganistan ın Türkiye Büyükelçisi Mesud Halili ile Afganistan da terör, Karzai ve Obama nın Afganistan stratejisi üzerine bir röportaj yaparak mevcut durumu değerlendirdi.

22 Türkiye de Nükleer Silahlar Sorunu Prof. Dr. Hasan KÖNİ Başkan Obama nın nükleer silahsızlanma programının sonucu olarak Avrupa da bulunan modası geçtiği söylenen nükleer silahların geri çekilmesi konusu ortaya çıktı. Türkiye, Soğuk Savaş içinde Amerikan nükleer silahlarının sessiz bekçiliğini yapma rolünü üstlenmişti. 16 Kurumların Çatışması mı? Devletin Yeniden Yapılanması mı? Hukukun uygulanabildiği, mahkeme kararlarına kurumların itirazsız uyduğu bir süreci çatışma dönemi olarak nitelemek ne kadar doğru olabilir? Hele bu devletin başkanı Abdullah Gül, Devlet kurumları arasında bir çatışma yok. Normalleşme var. 34 PKK'dan KCK'ya Yeni Arayışlar PKK nın kurulduğu 1978 yılından günümüze izlediği temel stratejiler, dönemsel olarak belirli bir çizgi izlemektedir. Terör eylemleri ve gerilla tarzı yapılanmayla başlattığı süreci, bir toplu kalkışmaya dönüştürerek iç savaş ortamı yaratacak bir biçimde sürdürmeye çalışmaktadır. 50 Aydın BOLAT Şu Yemen illeri ne de Yamandır... Doç. Dr. Ertan Beşe Prof. Dr. Birol Akgün Eski çağlarda Romalıların verimli topraklar ve mutlu Arap diyarı (Arabia felix) olarak adlandırdıkları, bir zamanlar Seba krallığına ev sahipliği yapan ve Osmanlı devletinin en güneyindeki topraklarını oluşturan Yemen, son yıllarda fakirlik, iç çatışmalar ve El-Kaide tipi terör örgütlerinin eğitim ve sığınak yeri olduğu iddiaları ile uluslararası toplumun gündemini işgal etmeye başladı. İÇİNDEKİLER 07 Kadı Adaleti ve Hukukçunun Üstünlüğü Prof. Dr. Yasin AKTAY - Analiz 09 Özel Harp Dairesi ve Kozmik Oda Alper TAN - Analiz 13 Keşke Özal Davutoğlu ile Çalışabilseydi Hasan Celal Güzel - Röportaj 16 Kurumların Çatışması mı? Aydın BOLAT - Analiz 19 Diplomaside Kendi Ayağına Sıkmak Doç. Dr. Murat ÇEMREK - Türk Dış Politikası 22 Türkiye de Nükleer Silahlar Sorunu Prof. Dr. Hasan KÖNİ - Analiz 25 Türkiye nin İnsan Hakları Gündemi Prof. Dr. Mehmet Emin ÇAĞIRAN - İnsan Hakları 27 Ermenistan Sorunu Büyükelçi (E)Emin GÜNDÜZ - Türk Dış Politikası 31 Gelişmekte Olan Ülkeler Ve Küresel Demokrasiler Prof. Dr. İbrahim S. Canbolat - Analiz 34 PKK'dan KCK'ya Yeni Arayışlar Doç. Dr. Ertan BEŞE - KCK 39 Kimin Cephesinde Koşuyor? Ahmet ÜNAL - Analiz 45 Uluslararası İşgal Dalgasının Son Hedefi Ahmet Said ALTIN - Yemen 50 Şu Yemen illeri ne de yamandır... Prof. Dr.Birol AKGÜN- Yemen 54 Ortadoğu'da Yeni Krizin Adı: Yemen Dr. Kaan DİLEK- Yemen 60 Yeni Afganistan Politikası Ali ERTAN / Khalilullah RASULİ- Afganistan 65 Diyalog Sağlamadan Savaş Kazanamazsınız Mesud HALİLİ - Röportaj 68 Uyuşturucu Tehdidi Altında Bir Ülke Ömer ERSOY - Afganistan 75 Belucistan Sorunu Muhammet TAHİR - Dış Politika 80 Irak ın Dünü ve Bugünü Büyükelçi (E)Nüzhet KANDEMİR - Analiz 85 Irak'ta Yatırım Fırsatları EİK Toplantısı - SDE Haber 87 İran'ın Sancılı Devrimleri Burcu Özçelik - İRAN 93 İsrail Lieberman dan Kurtulmalıdır Alon BEN-MEIR - SDE Haber 95 Ortadoğu Tarihi Yeniden Yazılmalıdır Veli ŞİRİN - Tarih 101 Türk Dünyası Politikamız Yok Yahya AKENGİN - Röportaj 103 Avrasya'nın Kalbi Doğu Türkistan Seyit TÜMTÜRK - Türk Dünyası 109 Türk Dünyasının Öncüsü Türkiye Kadir Ali Konkobaev - Röportaj

AÇILIMIN SEYİR DEFTERİ 6 STRATEJİK DÜŞÜNCE ŞUBAT 2010

Analiz Kadı Adaleti ve Hukukçunun Üstünlüğü Prof. Dr. Yasin AKTAY* Birçok alanda büyük gelişmeler kaydetmiş Türkiye nin hızını yavaşlatan, gelişmesini kırılgan kılan en önemli risk alanlarından birini mevcut yargı sistemi oluşturmaktadır. Bu sistemin HSYK sıyla, Danıştay ıyla, Anayasa Mahkemesi yle, askeri yargı düzeniyle her bakımdan ciddi bir biçimde ele alınması acil bir ihtiyaç halini almış bulunuyor. Yargı, Türkiye nin hem demokratikleşme hem de ekonomik ve sosyal kalkınma sürecinde en sorunlu alan olmaya devam ediyor. İleri ülkelerin gelişmelerinde tarihsel olarak yargı kurumlarının gelişmesi ne kadar olumlu anlamda belirleyici bir rol oynamışsa, bizde de o kadar engel oluşturmaya devam ediyor. Ünlü sosyolog Max Weber in batıdaki ekonomik ve sosyal kalkınmada hukuka atfettiği merkezi rol iyi bilinir. Ona göre Batı toplumları gelişmişse bunda sahip oldukları rasyonel hukuk sistemlerinin çok önemli bir yeri olmuştur. Buna mukabil doğu toplumlarının geri kalmasında, onların rasyonel bir hukuk sisteminden yoksun olmalarının payı o ölçüde belirleyici olmuştur. Bu çerçevede Weber in Doğu toplumlarının bu rasyonellikten uzak hukuk yapısını tasvir etmek üzere çizdiği bir kadı-adaleti tipolojisi vardır. Bu tipoloji, özellikle Osmanlı toplum yapısına uyarlandığında kadı şahsiyetinde temsil edilen adaletin bir yandan sultanın despotik kişiliği ve iradesi diğer yandan şeriatın esnemeyen katı yapısı arasında kadıya son derece keyfi ve tahmin edilemeyen uygulamalar için bir alan bıraktığını varsayıyordu. Tipoloji İslam kültürü ve Şeriat hakkındaki basitleştirmeler ve bir yönden de küçümseyici ifadeler içermesi nedeniyle çok oryantalist olmakla eleştirilmişti. Hâlen bu tipolojiye itibar edenlerin yoğun bir oryantalist insiyakla hareket ettikleri söylenebilir. Ancak çizdiği tipolojinin Osmanlı dakinden çok daha fazla günümüzde geçerli olduğu muhakkaktır. Mithat Sancar ın TESEV için yaptığı kapsamlı yargı çalışmasında hukukçuların zihniyet dünyalarına dair yaptığı tespitler, Weber in Şeriat ve Sultan tarafından sıkıştırılmış olarak gördüğü kadı tipolojisini, günümüzde laikçi-kemalist ve devletçi olduğunu, karar durumunda devleti vatandaşa tercih edeceğini söylemekten hiç de çekinmeyen yargıçların fazlasıyla temsil ettiklerini gösteriyor. Anayasa Mahkemesi nin kendi yetki alanı kanunlarda açıkça tanımlandığı halde bu alanı kendi kendine genişleten yorumlarındaki keyfiliğe karşı hiçbir savunma mekanizmasının bulunmadığı daha önce de değişik vesilelerle anlaşılmıştı. 1989 yılında başörtüsü konusunda aldığı karar yeni bir uygulamaya hatta kanunda asla öngörülmemiş yeni bir yasaklama uygulamasını tesis eden Anayasa Mahkemesi nin kendi görev alanını ihlal ettiğinde kendisine karşı hiçbir tedbirin bulunmadığı net bir biçimde ortaya çıkmıştı. Anayasa Mahkemesi nin görev alanı kanunda açıkça tanımlanmıştır. Yasaları iptal ederken yeni bir uygulama tesis edemez. Ama kılık kıyafet ile ilgili düzenlemenin iptali hakkında karar verirken hiçbir yasa veya yönetmelik metninde zaten yasak olmayan başörtüsünün yasaklanmasını emretmiş, bu da bir norm haline gelmiştir. Bugün başörtüsü yasağının Anayasa Mahkemesi nin kararından başka hiçbir yasal dayanağının olmaması Anayasa Mahkemesi nin yasamacı rolüne soyunduğunun belgesi niteliğindedir. Yüksek Mahkemenin Cumhurbaşkanı seçiminde 367 milletvekilinin Meclis te hazır bulunmasını buyuran kararı da yasa metnini istediğinde ne kadar keyfi bir biçimde çarpıtabileceğini ve kanun koyucunun niyetini hiçe sayarak kendi niyetini temel alabileceğini gösterdi. Yine Anayasa nın açıkça tanımladığı görev ve yetki alanına göre anayasa değişikliklerini ancak şekil bakımdan denetleyebileceği ilkesini 10 ve 42. madde değişikliklerini iptal eden kararında açıkça ihlal etti. Üstelik bunu yaparken eşitliği tesis etmeye çalışan bir yasamaya karşı eşitsizliği tesis eden yeni ve tuhaf bir uygulamaya yol açtı. Parti kapatma davalarında sergilediği tutumları saymıyoruz bile. Mahkemenin oy dağılımı belli durumlarda elindeki yasa metinlerine göre değil de belli bir cumhurbaşkanı tarafından atanmış üyelerine göre tahmin edilebiliyor. Dava dosyasına göre değil davalı ve davacıya göre hükmün önceden verildiği bir yaklaşım, adalet düzeninin neredeyse sıradan bir normu haline gelmiş durumda. Yasa metninin neredeyse yargıçları hiç de bağlayıcı olmadığı, nasıl bir uygulama tesis etmek istiyorlarsa o doğrultuda bir yorum istikametinde yaratıcı yeteneklerini sergileyebildikleri örnekler hızla çoğalıyor. Oysa hukuk asla yaratıcılık peşinde olmaması gereken, elindeki yasa metniyle ve bazı temel ilkelerle kendini bağlı hissetmesi ŞUBAT 2010 STRATEJİK DÜŞÜNCE 7

Mithat Sancar ın hukukçuların zihniyet dünyalarına dair yaptığı tespitler; Weber in, Şeriat ve Sultan tarafından sıkıştırılmış olarak gördüğü kadı tipolojisinin, günümüzde laikçi-kemalist ve devletçi olduğunu, karar durumunda devleti vatandaşa tercih edeceğini söylemekten çekinmeyen yargıçlar tarafından fazlasıyla temsil edildiğini gösteriyor. gereken bir kurumdur. Hukukun üstünlüğü ilkesi yargıçların yorum veya keyfi iradelerinin üstünlüğü anlamına gelmediği gibi gerçek anlamda bu üstünlük ancak hukukun kestirilebilirliği ile tesis edilebilir. Ne yapacağı tahmin edilemeyen bir hukuk, yargıçların keyfiliğinin had safhada olması anlamına geliyor. Bu durumda ortada gerçekten hukukun üstünlüğü değil hukukçuların mutlak iradelerinin geçerliliği sözkonusu oluyor. Hukukçunun bu keyfi iradesi zaman zaman gönüllü olarak silahlı kuvvetlerden brifing almaya yatkın bir tip ortaya çıkardığında tam da Weber in bahsettiği kadı-adaleti tipolojisinin bütün hatları da belirgin hale gelmiş oluyor. Anayasa Mahkemesi nin askerlerin sivil mahkemelerde yargılanmasını öngören yasayı CHP lilerin başvurusunu kabul ederek iptal etmesi ise bütün eleştirileri yine Anayasa Mahkemesi ne yöneltse de bu sefer mahkemenin bu kararı almakta fazla zorlanmamış olduğunu söylemek mümkün. Mahkemenin kararı bu sefer anayasanın mevcut metninde kolayca temellendirilebilen bir gerekçeye dayanıyor. Ancak ne CHP nin başvurusunun ne de Anayasa Mahkemesi nin yasayı reddinin salt Anayasal tutarlılık kaygısına dayanıyor olduğu pek inandırıcı gelmedi. Çünkü askerin sivil mahkemede yargılanabilmesini öngören yasa değişikliği bazı anayasa maddeleri (145. Madde) ile çelişiyor gibi görünse de başka birçok anayasa maddesiyle rahatlıkla desteklenebilirdi. Sonuçta hukuk karşısında herkesin eşitliğini tesis eden birçok anayasal ilke bu maddenin yorumlanmasında esas teşkil ettiğinde Anayasanın 145. Maddesinin bu şekilde yorumlanması asla metinsel bir zorunluluk oluşturmazdı. Oysa CHP nin başvurusunu değerlendiren Anayasa Mahkemesi kendi üzerindeki sultani iradeyi yasaları keyfi yorumlama tarzına bir davet olarak bir kez daha tanıdığını göstermiştir. Bir farkla ki, bu sefer kararını bir yasanın zahiri yorumuna dayandırmakta zorlanmamıştır. Esasen bu yasa örneğinde daha ziyade eleştiriyi hak edenin CHP liler oldukları açıktır. Yıllardır siyasette en önemli misyon olarak kendisine dokunulmazlıkları kaldırmayı seçmiş olan CHP nin bizzat kendi oylarıyla da gece yarısı Meclis ten geçen bu yasanın iptali için hemen AYM nin yolunu tutması dokunulmazlıklardan ne anladığını ilginç bir biçimde ortaya koymuş oldu. Açıkçası CHP bu hareketiyle dokunulmazlığın kaldırılmasını değil dokunulmazların değişmesini, daha doğrusu var olan dokunulmazlar kapsamından milletin vekillerinin çıkarılmasını istediğini göstermiştir. Yıllardır mücadelesini verdiği şey milletin vekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılması ama onun dışında bu ülkenin bütün karanlık iktidar odaklarının dokunulmaz kalması imiş. Bazı suç planlarının yapılıp saklandığı kozmik odalara girilemesin, darbe yapanlara neden darbe yaptınız diye sorulamasın, üniformalılara kendiliğinden masumiyet ve sorgulanamazlık unvanı verilsin, onlar hiçbir şekilde yargı önüne çıkarılamasın istiyor. Bu dokunulmazlık talebi ile milletvekillerine talep edilen dokunulabilirlik arasındaki uzlaşmaz çelişki aslında CHP yi de var eden çelişkinin ta kendisidir. Hukukta çift başlılığın kaldırılması Türkiye nin yönetimindeki her türlü kapalılığın giderilmesi, yönetimde her düzeyde hesap verebilirlik ve denetlenebilirliğin önünü açacak en önemli adımlardan birisidir. Birçok alanda bu denetime kapalı alanların varlığı hiçbir şekilde hesap vermeyen geniş iktidar alanlarının mevcudiyetini sağlamış, Türk siyasetinde bir hayli etkili olduğu halde hiç kimseye hesap vermek zorunda olmayan bir alanı tahkim etmiştir. Darbeler, faili meçhuller hep bu iktidar alanlarına sığınarak izlerini kaybettirmiştir. İşin garip tarafı AK Parti nin samimiyetini test etmek için 12 Eylül ün darbecilerini yargılamayı teklif eden CHP nin, ilke olarak her türlü darbeciliği yargılamayı ve hatta darbeyi neredeyse imkânsız hale getirebilecek bir yasal düzenleme teklifine iki hafta geçmeden kökten karşı çıkmış oldu. Bununla bir bakıma şunu demiş oldu CHP liler: Darbe yapmak her askerin en doğal hakkı, bunu yargılamak için 30 yıl bekleyelim, şimdilik sadece 30 yıl önceki darbecileri yargılayalım. Bu tutumun darbecilere karşı hiçbir caydırıcı etki yapmadığı, yapamayacağı çok açıktır. Bülent Arınç a suikast şüphesiyle yakalanan subayların sorgulanmasına isyan eden CHP liler, zihinlerinden geçen dokunulmazlığın kapsamı hakkında net bir fikir vermiş oldular. Hemen akabinde ortaya çıkarılan ve Taraf Gazetesince tefrika edilen balyoz eylem planında Türkiye demokrasisinin ve güvenliğinin çift başlı hukukun sağladığı geniş dokunulmaz-girilmez-yasak alanlarda nasıl bir fiili tehlikenin altında yaşamaya mahkûm bırakılmış olduğu bir kez daha görülmüş oldu. Balyoz eylem planının içerdiği bütün hukuksuzluk ve keyfilik potansiyellerinin davanın görüşülmesini hemen arifesinde bütün dehşetiyle ortaya çıması bile Anayasa Mahkemesi nin kararını etkilemedi. Mahkeme askerin dokunulmaz kalmasının anayasaya uygun olduğuna karar verdi. Bu durum kuşkusuz sürdürülebilir bir hukuk devletinin temini açısından hükümete veya genel anlamda siyasete fazladan bir sorumluluk yüklüyor. İçinde bulunduğumuz ayda bütün boyutlarıyla gündeme geleceği görünen anayasa değişikliği paketinin sistemin kara deliği haline gelmiş olan yargı reformunu ele alması gerekiyor. Birçok alanda büyük gelişmeler kaydetmiş Türkiye nin hızını yavaşlatan, gelişmesini kırılgan kılan en önemli risk alanlarından birini mevcut yargı sistemi oluşturmaktadır. Bu sistemin HSYK sıyla, Danıştay ıyla, Anayasa Mahkemesi yle, askeri yargı düzeniyle her bakımdan ciddi bir biçimde ele alınması acil bir ihtiyaç halini almış bulunuyor. Zira artık bu yargı Türkiye yi taşıyamadığı gibi suçun veya suç şüphesinin sorgulanamadan bırakılabildiği, darbeyi bir asker için fiilen doğal bir hak gibi tesis eden bu yargı söylemini de Türkiye taşıyamıyor. SDE Başkanı* 8 STRATEJİK DÜŞÜNCE ŞUBAT 2010

Analiz Özel Harp Dairesi ve Kozmik Oda Alper TAN* Özal ı vuran Kartal Demirağ ın ardındaki teşkilatı araştıran Uğur Tönük, kendisini tehdit edenlerin adını verdiği generali açıklayacağı anda, Özal odadaki büyük ekran televizyonun uzaktan kumandasına uzanmış ve sesi sonuna kadar açmış. Sonra da Tönük, Paşa nın ismini Özal ın kulağına fısıldamış: Sabri Yirmibeşoğlu! İkinci Dünya Savaşı'nın ardından başlayan kutuplaşmalar devletlerin güvenlik açısından yeniden organize olmalarını gerektiriyordu. Asimetrik tehditleri analiz edip karşı koyabilecek yeni askeri anlayışlar ön plana çıktı: Gizli güçler Ülkelerin silahlı kuvvetlerinin bünyesinde faaliyet gösterecek olan bu gizli ordular öncelikle İtalya, Fransa, Almanya, Yunanistan ve Belçika da kuruldu. İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra Türkiye ile ABD arasındaki askeri ilişkiler, derinleşmeye başladı. Türkiye 1944 Temmuzuna girerken ABD güdümüne de giriyordu. 5 Ekim 1947'Zde Genelkurmay Başkanı Orgeneral Salih Omurtak başkanlığında bir askeri heyet Amerika ya gitti. Bu bir ilkti. Bu ziyaretten sonra çok önemli bir uygulama başladı. Türk subayları, ABD ye gönderilip komünistlere karşı kontrgerilla eğitimi alacaktı. Özel harp eğitimi alacak ilk ekip 16 kişiden oluşuyordu. 1948 yılının başında Amerika ya giden ekip, özel harp eğitimini Amerikan Kara Harp Akademisi nde aldı. Kara Harp Akademisi, Kansas Eyaleti nde bulunuyordu. Bunlara bir taraftan teorik olarak nasıl siyasete yön verecekleri anlatılırken, diğer taraftan zorlu bir gerilla eğitimi veriliyordu. Patlayıcılar dahil her türlü silah kullanılması eğitimi de vardı. Subaylar eğitimin devamını ise Georgia daki Amerikan Piyade Okulu nda görüyorlardı. Eğitim sırasında adam öldürme, sabotaj ve bomba yerleştirme teknikleri de öğretiliyordu. Ekipte kilit subaylar vardı. Rütbeleri teğmen ile albay arasındaydı. Alparslan Türkeş, Turgut Sunalp, Daniş Karabelen, Ahmet Yıldız, Mucip Ataklı, Faruk Ateşdağlı, Refik Tulga bunlardan bazılarıydı. 4 Nisan 1952 de NATO ya katılmasından hemen sonra Türkiye de de aynı yapının kurulması için çalışmalara başlanıldı. Bu maksatla 1952 yılında dönemin Yüksek Savunma Kurulu nun kararıyla Milli Avcı Birlikleri kuruldu. Milli Avcı Birlikleri nin kuruluşu sırasında ABD nin desteği devam etti. Birliğin temel eğitimi ve teçhizatı ABD den karşılandı. Albay Daniş Karabelen, ABD dönüşünde önce tuğgeneralliğe terfi etti. Sonra da Özel Harp Dairesi nin başına atandı. Daniş Karabelen Özel Harp Dairesi nin kurulmasında aktif görev aldı. Alparslan Türkeş ve diğer subaylar Özel Harp in kamplarında öğretmenlik yaptılar; ABD de öğrendiklerini subaylara öğrettiler. ABD ye gönderilen bu 16 subaydan 14 ü, 27 Mayıs darbesini yapan cuntanın içinde yer alacaktır. Türkeş dışında diğerlerinin tamamı solcu olarak bilinir. 27 Mayıs 1960 darbesiyle birlikte Orgeneral Cemal Gürsel liderliğinde Milli Birlik Komitesi, ordu içinde büyük bir tasfiye hareketi başlattı. 235 i general ve amiralle birlikte dört bin subay emekli edildi. Özel Harp Dairesi Başkanı Tümgeneral Daniş Karabelen de emekli edilen generaller arasındaydı. Onun dışında bu dairede görev yapan 10 subay daha emekli edildi. Yazar Kürşat Başar ın babası emekli Korgeneral Çetin Başar da, 1968 yılından itibaren Özel Harp Dairesi nde görev yaptı. Özel Harp in Kıbrıs la ilgili çalışmalarını yürüten Çetin Başar, 1974-76 yılları arasında ÖHD nin Kıbrıs ta faaliyet yürüten gizli örgütü Türk Mukavemet Teşkilatı nın da liderliğini yaptı. Başar, Özel Harp Dairesi ni kurumsallaştıran isim olarak kabul ŞUBAT 2010 STRATEJİK DÜŞÜNCE 9

Yine muhtemel Sovyet işgaline karşı Soğuk Savaş döneminde Avrupa da çeşitli ülkelere yerleştirilen atom bombaları ve nükleer silahlar SSCB nin dağılmasının ardından temizlendiği halde o dönem Türkiye topraklarına yerleştirilen 90 atom bombası ve nükleer silah hala sökülmemiştir. Ve Türkiye deki bu silahların tamamının kumandası ABD nin elindedir. edilir. ÖHD nin bu görünen yüzünün ötesinde, kimliklerini deşifre etmemeye özen gösterdiği sivil görevlileri vardı. Bunlar tam bir hücre tipi yapılanma ile eğitiliyor dolayısıyla da birbirlerini tanımıyorlardı. ÖHD nin tüm masrafları, gayr-i resmi yollardan ABD tarafından karşılanıyor, güya muhtemel bir Sovyet saldırısına karşı örgütleniliyor, gereğinde kullanılmak üzere Türkiye nin dört bir yanına Amerikan silahları gömülüyordu. 1974 te maddi desteğin kesilmesi ile bu gizli yapılanma deşifre oldu. Dönemin Genelkurmay Başkanı Semih Sancar, Başbakan Bülent Ecevit e başvurarak, örtülü ödenekten yüklü bir miktarda para istedi. Ecevit, paranın ne için kullanılacağını sorunca, başbakan ilk kez ÖHD nin varlığından haberdar oldu. Ecevit Bugüne kadar ÖHD nin giderleri nereden karşılanıyordu? diye sorduğunda Genelkurmay Başkanı Semih Sancar Amerika dan... cevabını verecekti. Türkiye de Kurulan Gizli Güçler Başbakanın talebi üzerine verilen Genelkurmay brifinginde Özel Harp in, adı gizli tutulan bazı vatansever gönüllüleri ömür boyu görevlendirdiğini ve Türkiye nin bazı yerlerinde gereğinde kullanmak üzere gizli silah depoları oluşturduğunu öğreniyordu Ecevit. Başbakanlık konutundaki brifingi veren, Özel Harp Dairesi nin Başkanı Sabri Yirmibeşoğlu idi. Bülent Ecevit, 1 Mayıs 1977 de Taksim de 30 kişinin ölümüne yol açan provokasyonun da Özel Harp Dairesi nin sivil uzantısıyla bir bağlantısı olabileceğini dile getirmiştir. Eski Genelkurmay başkanlarından emekli Tümgeneral Celil Gürkan ise 70 li yıllardaki kontrgerilla tartışmaları sırasında ÖHD nin müspet düşünen kimseler için varılmak istenen amaç doğrultusunda çalıştığına kani olmadığını ifade etmiştir. Seferberlik Tetkik Kurulu nda yer almış olan Orgeneral Sabri Yirmibeşoğlu yaptığı bir açıklamayla İstanbul da yaşayan Rumlara yönelik olarak 6-7 Eylül 1955 tarihlerinde yaşanan olaylar için Ayakta alkışlamaya değer şekilde koordine olmuş bir özel harp işi ve muhteşem bir örgütlenmeydi. Amacına da ulaştı diyerek açıkça itirafta bulunmuştur. Sabri Yirmibeşoğlu 1955 te 6-7 Eylül olayları sırasında Seferberlik Tetkik Kurulu nda görevliydi. 1970 li yıllarda da ÖHD nin başına geçmiştir. Türkiye deki Özel Harp Dairesi, İtalya da 90 lı yıllarda ortaya çıkartılan ve tasfiye edilen Gladyo yapılanmasının aynısı, hatta daha derin olanıdır. Soğuk savaş döneminin sona ermesinin ardından Avrupa daki bu gizli ordular tasfiye edilmiş olmasına rağmen NATO-ABD koalisyonu, Türkiye deki gizli orduyu muhafaza etme yoluna gitmiştir. Yine muhtemel Sovyet işgaline karşı soğuk savaş döneminde Avrupa da çeşitli ülkelere yerleştirilen atom bombaları ve nükleer silahlar SSCB nin dağılmasının ardından temizlendiği halde o dönem Türkiye topraklarına yerleştirilen 90 atom bombası ve nükleer silah hala sökülmemiştir. Ve Türkiye deki bu silahların tamamının kumandası ABD nin elindedir. Türkiye de kurulan gizli güçlere bakıldığı zaman köylere kadar inmiş bir örgütlenme olduğu görülüyor. İstihbarat, sabotaj, cinayet birimleri var. ÖHD nin resmi talimnamesinde Adam öldürme, bombalama, silahlı soygunculuk, işkence, kötürüm haline getirme, adam kaçırmak suretiyle tedhiş ve olayları tahrik, misilleme ve rehinelerin alıkonulması, kundakçılık, sabotaj, propaganda ve yalan haber yayma, zorbalık, şantaj. Gayr-i meşru olarak ne ararsanız var. 10 STRATEJİK DÜŞÜNCE ŞUBAT 2010

Özel Harp Dairesi, Özel Kuvvetler, Seferberlik Tetkik Kurulu gibi isimlerle karşımıza çıkan bu özel teşkilatın tam manasıyla nereye ve ne şekilde bir bağlantı ile teşkilatlandığı yetkililer tarafından tam olarak ortaya konulmamaktadır. Ayrıca, Bir gayri nizami kuvvetin yeraltı unsurları kaide olarak kanuni statüye sahip değillerdir denilerek de çok özel bir hukuki zırh verilmiştir. İçinden alıntılar yaptığımız ST-31.15 numaralı kontrgerilla talimnamesini Kara Kuvvetleri Komutanlığı yayınladı. Girişinde de, o zamanki komutan Ali Keskiner in imzası var. Kendisi de emekli bir subay olan Talat Turhan bir mülakatında diyor ki Şimdi, devlet içindeki bir örgütün kuramında adam öldürme varsa ve o ülkede faili meçhul siyasi cinayetler işleniyorsa, kuşkunun birinci odağı bu örgüt olur. Uğur Mumcu, Cumhuriyet te 17 Kasım 1990 da yayınlanan yazısında şöyle diyordu: Özel Harp bir Sovyet saldırısı karşısında kullanılmak üzere sivil halkı işgale karşı örgütlemeyi amaçlayan NATO destekli bir askeri kuruluştur. 12 Eylül öncesi ve sonrasında ele geçen, sayısı 804 bin 197 yi bulan silahın onda dokuzu NATO ülkelerinde üretilen silahlardı. Bu olgu bile yaşadığımız ve daha da yaşayacağımız olaylarda ipucu olmalıydı. Kenan Evren, genelkurmay başkanı olduğu dönemde, şiddet olaylarının zirveye ulaştığı ve 12 Eylül darbesine birkaç ay kala, 5 Mayıs 1980 günü yine o dönemin başbakanı Demirel le görüşmesini anılarının 431. sayfasında şöyle aktarıyor:... (Demirel) Özel Harp Dairesi ndeki personeli teröristlerle mücadelede kullanmamızı ve onlarla çete savaşı yapmak suretiyle öldürülmelerini, vaktiyle de bu teşkilatın böyle kullanıldığını söyledi (1971 Sıkıyönetim dönemindeki Kızıldere olaylarında kullanılan personeli kastediyordu). Demek ki acz içindeki siyasetçiler de durumdan memnundu. Evren bu talebe Bu hal tarzına şiddetle karşı çıktım diyor. Kenan Evren niye karşı çıkmıştı? Çünkü 12 Eylül darbesinin gerekçeleri, yaşanan o şiddet olayları ile ısıtılıyordu. Karşı çıkması gerekiyordu. Demokrasinin Sonbaharı isimli kitapta Cüneyt Arcayürek, Özal suikastı ile ilgili bir detayı anlatıyor: Özal a yapılan suikast girişiminden sonra TBMM de kurulan bir komisyon Kartal Demirağ ı araştırıyor. Afyon da da araştırma yapan komisyonun üyesi Uğur Tönük ün TBMM de kurulan Horzum Araştırma Komisyonu na anlattıkları çok çarpıcı şeyler: Afyon Dazkırı da 1974-77 seneleri arasında Ege de meydana gelen sol hareketleri önlemek için bir kontrgerilla teşkilatı kurulduğunu, Kartal Demirağ ın da bu teşkilatın yetişmiş bir elemanı olduğunu tespit ettik. Demirağ özel kamplarda emekli askerlerce eğitilmişti. Her şeyi vatanımız için yaptık diyor, MİT le ilişkisi olduğunu söylüyordu. Komisyon soruşturmayı derinleştirince Özal ı vuran silahın Demirağ a Kongre salonunda polisler tarafından verildiği yönünde duyumlar alındı. Afyon daki teşkilatın üzerine gitmeye karar verdiler. İşte tam o aşamada Tönük, Ortaköy de bir villaya davet edildi. MİT görevlisi olduklarını sandığı üç görevli kendisine Bu tahkikatı kesin dedi. Bir generalin adını verdiler ve Paşa kararınızı bekliyor dediler. Tönük soruşturmadan çekildi. Yargıtay 7. Ceza Dairesi üyeliğinden emekli bir savcı olan Tönük le daha sonra tanıştım ve suikast soruşturmasının nasıl kesildiğini onun ağzından dinledim. O günlerde başına gelenleri bir tek Turgut Özal a açıklamıştı. O sahneyi bütün ayrıntılarıyla anlattı: Özal ın Harbiye Orduevi ndeki odasında buluşmuşlar, diz dize oturmuşlar. Tönük, kendisini tehdit edenlerin adını verdiği generali açıklayacağı anda, Özal odadaki büyük ekran televizyonun uzaktan kumandasına uzanmış ve sesi sonuna kadar açmış. Sonra da Tönük, Paşa nın ismini Özal ın kulağına fısıldamış: Sabri Yirmibeşoğlu! Olacak İş mi? Yirmibeşoğlu o dönem MGK Genel Sekreteri idi. Görev süresi 1 yıl uzatılsa Kara Kuvvetleri Komutanı olabilecek, oradan Genelkurmay Başkanlığı na tırmanabilecekti. Olmadı. Özal a adı fısıldandıktan 1 yıl sonra emekliye sevk edildi. 22 Temmuz 1990 Pazar günü Milliyet gazetesinde yayınlanan bir röportajda CHP li eski İçişleri Bakanı Hasan Fehmi Güneş, Çetin Emeç in öldürülmesi konusunda şunları söylüyor: Hangi örgüt nereden destekleniyor, nereden korunuyor, nereden donatılıyor, nereden para alıyor, bunlar biliniyor artık. Bu bilgiler devletin elindedir. Biz bunu kendi dönemimizde de biliyorduk, yolumuzu aydınlatacak boyutta ele geçirmiştik. Dosyalar var devlette, biliyorduk. O nedenle Bunun arkasında kim var, Sabri YİRMİBEŞOĞLU ŞUBAT 2010 STRATEJİK DÜŞÜNCE 11

Ancak şu muhakkak ki suikast girişimiyle başlatılan kozmik oda araması ve sonrası gelinecek süreçte, devletin bugüne kadarki yanlış yönetim ve eylemlerinin artık bir bir ortaya çıkarılacağı bir dönem yaşanacaktır. bilmiyorum demeye devletin hakkı yoktur. Hala Çetin Emeç cinayetinin arkasında kim var, bunu bilmiyoruz demeye kimsenin hakkı yoktur. Gazetecinin Yani Çetin Emeç i kimlerin öldürttüğü biliniyor mu? sorusu üzerine Hasan Fehmi Güneş: Tabii biliniyor. Abdi İpekçi cinayetinin arkasında kimin olduğunun bilinmemesine imkan yoktur. Bunlar bilinmektedir. Gazeteci soruyor: Siz de biliyorsunuz ve devlet sırrı olduğu için söylemiyorsunuz... Cevap: Devlet de biliyor. 1980 öncesi, Çorum da bulunan bir tabancanın öğleden önce bir solcuyu, öğleden sonra da bir sağcıyı vurduğu anlaşılmıştı. Ama tabancayı kimin verdiği, kimin kışkırttığı ise anlaşılamamıştı. Bugünlerde gündemin başköşesinde olan Mehmet Ali Ağca nın Zırhlı Tugay içindeki Maltepe Askeri Cezaevi nden nasıl kaçırıldığı da hala sorgulanmıyor. Ancak dönemin İstanbul Emniyet Müdürü Hayri Kozakçıoğlu bu iş için Devletlilerin işiydi derken, Abdi İpekçi nin öldürülmesi hususunda o dönemin Sıkıyönetim Komutanı Org. Necdet Üruğ Cinayetin, Özel Harp Dairesi nde çalışan bazı kimselerin bireysel eylemi olduğunu savunuyor. MHP Genel Başkanı Alpaslan Türkeş ise hatıralarını anlatırken Ağca yı askeri cezaevinden kaçıranın bir devlet örgütü olduğunu belirtmişti. Özel Harp Dairesi, Özel Kuvvetler, Seferberlik Tetkik Kurulu gibi isimlerle karşımıza çıkan bu özel teşkilatın tam manasıyla nereye ve ne şekilde bir bağlantı ile teşkilatlandığı yetkililer tarafından tam olarak ortaya konulmamaktadır. Teşkilat olarak Genelkurmay Karargahı na bağlı gibi gözükse de, eylemsel ve operasyonel olarak kökü çok daha derinlerde olan ve ülkemizde 1944 yılından buyana devleti perde gerisinden yöneten ABD-NATO ortak patentli bir yapı tarafından yönetildiği görülmektedir. Uzun yıllar resmi devlet ve hükümet dışında organize edilen teşkilatların ve finansı dışarıdan karşılanan bir yapı nın, bu ülkenin hayrına işler yaptığı düşünülemez. Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç a suikast girişimi veya planlaması maksadıyla Ankara Çukurambar da yakalanan iki subayla birlikte başlatılan Seferberlik Tetkik Kurulu ndaki aramanın sonucu kadar, bu aramanın sivil yargı ve polis tarafından gerçekleştirilmiş olması da tarihi bir olaydır. Seferberlik Tetkik Kurulu ndaki arama basit bir arama değildir. Hem o kısımlara girilip aramanın yapılabilmesi, hem de oradan çıkacak bilgi ve belgeler büyük önem taşımaktadır. Bu bilgi ve belgelere ulaşabilmek, bunları dışarı çıkarıp kamuoyu ile paylaşabilmek mümkün olamayabilir. Ancak şu muhakkak ki suikast girişimiyle başlatılan kozmik oda araması ve sonrası gelinecek süreçte, devletin bugüne kadarki yanlış yönetim ve eylemlerinin artık bir bir ortaya çıkarılacağı bir dönem yaşanacaktır. Devlet yönetimini, iktidarını, milletin egemenliğine teslim etmek istemeyen iç ve dış şer güçlerin kirli çamaşırları artık ortaya dökülecektir. Yaşanan süreç, bunu apaçık göstermektedir. Devletin en güçlü merkezlerinde ama yanlış biçimde çöreklenmiş beyni dışarıda millet düşmanlarının saltanatının sonu gelmek üzeredir. 2010 yılı bunun final yılı olabilir. SDE Yönetim Kurulu Üyesi* 12 STRATEJİK DÜŞÜNCE ŞUBAT 2010

Röportaj Hasan Celal Güzel: Keşke Özal, Davutoğlu ile Çalışabilseydi Tecrübeli siyasetçi ve yazar Hasan Celal Güzel, iç ve dış açılımları SD ye değerlendirdi. Güzel, dış politika konusunda merhum Cumhurbaşkanı Turgut Özal ve Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu nu karşılaştırarak dikkat çekici yorumlar yaptı. SD Açılımların temel hedefinin ne olduğunu düşünüyorsunuz? Güzel: Açılımlar deyince demokratik açılım diye bilinen popüler bir açılım var. Bunun yanında Ermeni, Alevi açılımları ve dış politikamızla alakalı diğer açılımlar var. Bu Türkiye nin hem dış politikasında hem iç politikasında çok önemli dinamik bir başlangıçtır. Türkiye şu anda statükoyu yenmeyi deniyor. Rahmetli Menderes, rahmetli Özal döneminde bu tip teşebbüsler olmuş, Özal döneminde ise özellikle bakış açımızı değiştirmeye çalışmıştık. Ancak şu son 7 yıllık AK Parti iktidarı döneminde hem iç politikada hem dış politikada önemli bir takım adımlar atıldı, hamleler yapıldı. Özellikle 2009 yılının son 6 ayında çok önemli gelişmeler oldu. Bunda en başta Sayın Başbakan ın lider olarak rolü büyük. Sonra Sayın Cumhurbaşkanı var. Özellikle dış politika açısından Sayın Ahmet Davutoğlu nun ekibe perdenin önünde katılmasının rolü büyük. Türkiye bence çok olumlu bir değişim arzusu içine girdi. Bunu yaparken de yöneticiler ve siyasi iktidar büyük riskler yüklendiler. Daha önceden de çeşitli kimseler bu tip açılımları yapmayı hep istemişlerdir. Ama hep etrafında dolaşmışlardır. Ancak açılımlar çok anlaşılamamıştır. Aslında AK Parti durumu kendi partisine de çok iyi anlatabilmiş değildir. Bunda demokratik açılımı başta Kürt açılımı olarak telaffuz etme yanlışlıklarının da rolü vardır. O yüzden demokratik açılım deyince kimine göre Kürt açılımıdır. Türkiye nin yüzde 9 unu ilgilendiren belli bir bölgenin açılımı olarak ortaya çıkmaktadır. Kimine göre demokratik açılım Türkiye nin birlik ve bütünlüğünden taviz vererek ulaşılabilecek ve terör tehdidi altında mecbur kalınan bir iştir. Kimine göre liberal demokrasinin bir icadıdır. Mutlaka yapmak gerekir ama sonu çok fazla hesaplanmış değildir. Yani bakış açıları birbirinden çok farklıdır. Ben bu genel soruyu şöyle noktalıyım: bu açılımlar her şeye rağmen bence Türkiye nin menfaatinedir. Acemilikler de yapılmış olsa, karışıklıklara da sebebiyet verse, birleştiricilik yerine bazen insanları karşı karşıya da getirse bence bu açılımlar belli bir durum kazandıktan sonra faydalı olarak ortaya çıkacaktır. SD Açılımlar gerçekte ne zaman başladı? Açılımlara başlayan ilk parti hangisidir? Güzel: Tabi Osmanlı dönemine kadar gitmek gerekir. Müstebit bir padişah olarak tanıtılan 2. Abdülhamit kendi döneminde en büyük açılımları gerçekleştiren kişidir. 33 sene bu konuda çeşitli reformlar yapmıştır. Daha sonra onu tahttan indiren ittihatçılar vatanı kurtarma sloganı ile ortaya çıkmış, iyi niyetli olmalarına rağmen çok yanlış işler yapıp Osmanlı İmparatorluğu nun batmasına sebebiyet vermişlerdir. Bundan sonra Osmanlı daki modernleşme hareketlerini çok daha radikal halde götüren Mustafa Kemal dir. Atatürk te çok önemli bir açılımcıdır. Batıya açılmıştır. Ve modernleşme hareketlerini bir değişim politikasıyla uygulamıştır. Bazen bu politikalar can acıtmıştır. Bazılarının üzerinde de tartışılabilir. Ancak neticede bir değişim politikasıdır, Cumhuriyetin ilk döneminde bu değişim yapılmıştır. Ancak ne yazık ki bu değişim yapılırken siyasi rejim, tek parti rejimi olarak kalmış ve demokrasiye geçilememiştir. Türkiye de demokratik açılımı ilk başlatan Demokrat Parti olmuştur. Ve 14 Mayıs ta 1950 seçimleri ile gerçek demokrasi kurulmuştur. 10 sene boyunca büyük bir zihniyet değişimi olmuştur. Ekonomik altyapı değişikliği olmuştur. Ama 10 sene sonra Demokrat Parti nin seçimleri kazanması karşısında sabırsızlanan, tek parti dönemini özleyen CHP lilerin dahiliyeti ile 27 Mayıs darbesi gerçekleşmiştir. Türkiye de ne yazık ki darbeler dönemi başlamıştır. 61 Anayasasından itibaren demokrasinin kılıcı gibi militarist rejim her an millet iradesinin başına dikilmiştir. Öyle olunca da Türkiye de demokrasi konusunda, rejim konusunda açılım yapmak zor olmuştur. Milletin iradesi sadece bir takım ekonomik yatırımlarla sınırlı kalmış, zaten müktesebatı da buna müsait olan Süleyman Demirel, daha çok demirle ŞUBAT 2010 STRATEJİK DÜŞÜNCE 13

Keşke Özal, Davutoğlu ile çalışabilseydi. Özal a öyle bir dışişleri bakanı nasip olmamıştır. Bu yüzden dışişleri bakanlığını da o yapardı, perspektifini de o ayarlardı. Özal ın Türk dünyasına merakı Davutoğlu nda da var. Aynı şekilde İslam dünyasında da durum aynıdır. Ama Davutoğlu bu işi aynı zamanda ilmiyle de yapıyor. El yordamının ötesine geçmiş durumda. çimentoyla, köprüyle barajla uğraşmıştır. Zaten kendisine tanınan saha odur. O da o sahayla uğraşmıştır. Onun ötesinde hele gene dış politika konusunda bir vizyon geliştirebilmiş değildir. Daha sonra Özal ın geldiğini görüyoruz. Menderes ten sonra Özal da yeni bir vizyon getirmiştir. Türkiye nin ekonomik modelini değiştirmiş, Türkiye yi dışa açmıştır. Bunun neticesinde Türkiye de bir transformasyon dönüşüm meydana getirmiştir. Diğer ifade ile Türkiye çağ atlamıştır. Tabi bunlar mübalağalı ifadeler. Ama yarı politik olduğunu da kabul etmek gerekir. Yalnız şu da var ki; ANAP döneminde Türkiye de süratli bir modernleşme meydana gelmiştir. Ekonomiden başlayan, ihracata dönük bir üretim modelinin başlaması gibi bir açılım meydana gelmiştir. Bununla beraber dünyadaki küreselleşme ve bilgi toplumu gerçeğini ilk görenlerden birisi de Turgut Özal olmuştur. Teknolojiye çok önem vermiştir. Türkiye de haberleşme ve ulaşım konusunda çok büyük reformlar yapmasını sağlamıştır. Bu da Türkiye nin küresel dünya ile irtibatı bakımından önemli bir aşamadır. Dış politika açısından Özal, Türkiye nin sınırlarında düşünebilen bir devlet adamıdır. Daha önce Atatürk Türkiye nin mevcut sınırlarını yerine oturtmaya uğraşmıştır ve dış politika bakımından bir hayli durgun bir dönem geçirmiştir Türkiye. Bu arada Şeyh Sait İsyanı yüzünden Lozan dan kalan bir mesele olan Musul meselsi aleyhimize çözülmüş, 1926 Ankara Antlaşması ile elimizden tamamen çıkmıştır. Yani Cumhuriyetin ilk döneminin dış politikası içine kapanıktır. Türkiye bu dönemde Laisizmi öyle bir almıştır ki bir din gibi benimsemiştir. Dolayısıyla bir İslam ülkeleri anlaşması akıllara bile gelmemiştir. Bu Cumhuriyetin sanki değişmez politikası olarak pasif, sınırların gerisinde izlenen politika uzun süre devam etmiştir. Menderes bu politikayı delmeye çalışmış, NATO ya girmesi, batı ittifakı, ABD ile irtibatı, Kıbrıs olayındaki tutumu onun bu konudaki açılım teşebbüsleridir. Ancak çok fazla etkili olduğu söylenemez. Menderes tamamen statükoya uymuş, dış politikaya ve milli savunmaya karışmamıştı. Özal ilk defa bazen yeni Osmanlılık diye de dillendirilen Türkiye nin dışındaki dünyaya kendi gözleri ile bakabilmiştir. Sadece uluslararası ilişkiler bakımından değil. Böyle olunca da Türk ve İslam dünyası ile ilgisini arttırmış, ortak pazara daha fazla eğilim göstermiş, açıkçası Türkiye nin bir merkez ülke olması konusunda önemli bir vizyon atağında bulunmuştur. Şimdi son dönemde ise bu vizyon gelişmesinin arttığını hem Türkiye nin komşuları ile sıfır problem diye aktarılan, Davutoğlu na ait bir ilke ile sıfır problemi de sağlayabilmek için karşılıklı bir takım münasebetleri ve donmuş ilişkileri değiştirmek lazım. Bu kapsamda bir takım açılımlar yapıldığını görüyoruz. Hem de Türkiye son derece hareketli bir dış politikaya geçmiştir. Türkiye nin adeta 3 tane dış işleri bakanı vardır. Birisi cumhurbaşkanı, diğeri başbakan, diğeri ise dışişleri bakanındır. Bu sacayağı çok iyi kurulmuştur. Son 1-2 aya baktığımızda gün geçmiyor ki, bir devlet başkanının bir başbakanı, ağırlamasın ya da bir başka ülkeye gidip önemli görüşmeler yapmasın. İlk Ortadoğu, Balkanlar ve Kafkaslarda stratejik ilişkiler kurulmaya başlanmıştır. Son zamanlarda aramızın en soğuk olduğu Sırbistan la bile bu münasebetlerin geliştiğini görüyoruz. Ermeni açılımı denilen açılım da bu çerçevede ortaya çıkmıştır. Bu açılım 100 senelik husumetin bir bakıma muhasebesi gibi ortaya çıkmıştır. Özelikle son 7 yıllık AK Parti iktidarında bu ilişkilerin artarak devam ettiğini, Türkiye nin kendi gücünü tanıdığını bir merkez ülke haline geldiğini, yarı küresel bir güç gibi tesirli olabildiğini ve bu şekilde de müttefikleri tarafından da değerlendirildiğini görüyorum. SD Açılım süreci Türkiye de bazı kesimler tarafından provoke mi ediliyor? Bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz? Güzel: İki taraflı bir provokasyon var. Bu işi asıl provoke edenler, açılımdan çok memnun olduğunu ifade ederek ortaya çıkan PKK- DTP cephesidir. Onlar aslında bu işten memnun olduklarını söylemişlerdir. Bunun arkasında terörist başı Öcalan ın etkisi vardır. İpler ne yazık ki hâlâ onun elindedir. Öcalan PKK ya PKK da DTP ye talimat veriyor. DTP ayrı bir siyasi demokratik kuruluş olarak görülmemelidir. Demokratik açılımın Milli Birlik ve Kardeşlik projesi diye tanımlanan güneydoğu ile ilgili ve terörün sonlandırılmasına dönük hedefleri olan kısmı ele aldığımızda bu konuda 2 türlü provokasyon ve engelleme olduğunu görüyoruz. Birincisi PKK-DTP nin engellemesidir. Bunun da sebebi PKK - DTP bloğu başta Öcalan olmak üzere Türkiye nin demokratik açılım konusunda yapacaklarını çok büyük taviz ümitleriyle değerlendirmiştir. Sanki Türkiye yi 2 milletli devlet şekline getirecekler resmi dil 2 tane olacak. Önce özerk yönetim sonra federatif sistem sonra da bölünme şeklinde bu hedef içinde yollarında yürüyecekler. Hem PKK nın kuyruğu sıkışmıştır, hem de ABD nin Irak tan çekilmesi konusundaki planı gerçekleşmek üzeredir. O zaman Kuzey Irak himayesiz kalacak ve Araplar tarafından PKK tehdit edecektir. Uluslararası konjonktür Türkiye nin lehine işlemiştir. Zaten demokratik açılımın bir fırsat gibi telakki edilmesi, Sayın Cumhurbaşkanı nın güzel şeyler olacak diye bunu ifade etmesinin nedeni de odur. Kuzey Irak artık PKK ya topraklarımızdan çıkın telkininde bulunuyor. PKK nın ikmal ve finans yolları kesilmiştir. PKK köşeye sıkışmıştır. Aslında mesele PKK yı imha etmek değil. PKK nın küçük te olsa bir tabanı vardır. PKK imha edilirse siz onları 14 STRATEJİK DÜŞÜNCE ŞUBAT 2010

rencide etmiş olursunuz. Onlar da yeni yetiştirecekleri çocukları o doğrultuda yetiştirirler. Bu işin karşılıklı bir hoşnutlukla yapılması gerekir. O yüzden Türkiye bu konuyu bir proje haline getirmiştir. Bu proje AK Parti'nin siyasi bir projesi değildir. Bunu CHP ve MHP anlayamadı. Bu proje teröristle pazarlıkta değildir. Burada muhatap halktır. Bir pazarlık unsuru olarak değil, halkın talebi öyle olduğu için yenilikler getirilmesi kararlaştırılmıştır. Ama bunu Baykal ve Bahçeli siyasi bir hesap olarak değerlendirmişlerdir. AK Parti'nin bölünme konusunda tavizler vereceğini düşünmüşler, ancak bir takım tavizler verilmeyeceğini anladıklarında dahi bir araya gelip görüşmemişlerdir. AK Parti onlara gelin ne yapılacaksa beraber yapalım beraber başaralım teklifini götürmüştür. Ama CHP ve MHP bu durumu kabul etmemişler ve provoke etme yolunu tercih etmişlerdir. Çeşitli nedenlerle DTP de provoke sürecine dâhil olmuştur. Açılım sürecinde olayların bu kadar yoğun olarak yaşandığı bir dönemde Anayasa Mahkemesi de DTP yi kapatma kararı vermiştir. İlk bakışta DTP nin kapatılması açılım sürecinin bittiği olarak görülebilir. Ama zaten demokratik açılımın tarafı DTP değildi. Muhatap kendisi için demokratik açılım yapılan halktır. Açılımın öldüğü kanaatinde değilim. Açılım süreci devam etmelidir. Ama devam ederken de kırmızıçizgilere dikkat edilmesi gerekir. Türkiye nin bölünmez bütünlüğünü zedelememek gerekir. Türkiye son derece hareketli bir dış politikaya geçmiştir. Türkiye nin adeta 3 tane dışişleri bakanı vardır. Birisi cumhurbaşkanı, diğeri başbakan, diğeri ise dışişleri bakanındır. Bu sacayağı çok iyi kurulmuştur. SD Sizce bu süreç nasıl sonlanacak? Güzel: Önce demokrasi açılımı dediğimiz açılımı ele alıyım. Bence bizi iyi bir süreç bekliyor. Bu konuda en tehlikeli olan Türkiye de yeniden bir askeri müdahalenin olması konusudur. Onun için de askerin şuurlu olması, hükümetin konuyu iyi takip edip gerektiğinde sert kararlar alabilmesi lazım. Bu düzenlendikten sonra da başta yargı reformu olmak üzere anayasa reformu lazım. Yani Türkiye de demokratik rejimin rayına tam olarak oturtulması lazımdır. İkinci aşamada güneydoğu üzerinde birlik ve kardeşlik projesi dediğimiz projede bence güzel gelişmeler olacaktır. Kapatılan DTP nin yerine kurulan parti de PKK nın ve Öcalan ın partisi olacaktır bu belli. Ben öyle zannediyorum ki, Kürt aydınları bu konudaki çekişmeleri bir kenara bırakarak yeniden teşkilatlanabilecek ve yeni bir siyasi hareket ortaya koyabilecek durumdadır. Eğer bu olursa PKK nın kurdurduğu yeni partinin bir anlamı kalmaz. AK Partiye ilave olarak diğer siyasi partiler de milli birlik ve kardeşlik projesine kendi açılarından da olsa katkıda bulunmaya başlarlarsa bu da işi daha çok kolaylaştırır. Ben öyle zannediyorum ki 2010 yılında PKK nın dağdaki faaliyetleri bitmek zorunda kalacaktır. SD Sizce açılımlar doğru bir zamanda mı gerçekleştirilmeye başlandı? Tarafların bu konudaki görüşleri nelerdir? Bence doğruydu. Demokratik açılım diye bilinen açılımın tam zamanıydı, çünkü bir fırsat yakalanmıştı. Bundan yararlanmamak yanlış olurdu. Bu iş barışla halledilmek istendiği için etkilenen ve dağdan inen taraf da zaten inmeye talip hale gelmiştir. Tabi şöyle bir durum daha var. Türkiye açılım sürecinde Öcalan ile pazarlığa girişmedi, o taraftan gelen istekleri kabul etmedi. Anayasa Mahkemesi nin aldığı karar da buna ek oldu. Ama bu durum belli bir dönem sonra dengeye oturacaktır diye düşünüyorum. Aksi takdirde biz açılımdan vazgeçtik demek yanlış olur. O halde herkes ortada bir pazarlık olduğunu ve hesabın tutmadığı gibi yanlış bir kanıya kapılır. Yapılan açılımların halk için yapıldığı unutulur. Bir diğer husus terörle mücadeleden zaten vazgeçilmiş değildir. Dolayısıyla bu konuda bir kayıp ta sözkonusu değildir. SD Sizce Özal ın asker karşısına şortla çıkması da bir açılım mıydı? Güzel: Hayır, bir tesadüftü. Özal tatile gitmişti. Spor kıyafetleri de çok severdi. Yakında bir garnizon var orayı ziyaret eder misiniz demişler, o da hazırlıksızmış ama olsun askere bir merhaba dersiniz demelerinin üzerine o da bir ziyaret etmiş. Yoksa Özal ın askerin karşısına şortla çıkarak onları küçümsemek, rencide etmek ya da balans ayarı yapmak için bilinçli olarak bunu yapmadı. Ama tabi ki Özal ın başka balans ayarları olmuştur. SD Davutoğlu ile Özal ı dış politika bağlamında kıyasladığınızda neler görüyorsunuz? Güzel: Çok benzerlikler görüyorum. Bir defa Özal ın dış politikada bir prensibi vardı. İhtilafçı değil, uzlaşmacıydı. Özal cesurdu ancak kavgadan yana değildi. Buna rağmen Saddam a çok kızmıştı. 1990 da Körfez Harekâtı sırasında Saddam a karşı çok kararlı olmasının sebebi de o. Açıkça 3 milyar dolarlık alacağımızı reddetti. Bir de üzerine Bağdat ta Turgut Bey i kabul etmedi. Sadece başbakanla muhatap olduk. Ona da kızdı. Ben sadece Irak a devlet olarak değil ama Saddam a karşı husumet beslediğini biliyorum. Fakat esas bahsetmek istediğim Özal ın klasik dış politikanın dışına çıkarak Türkiye nin her türlü avantajını kullanmak istemesiydi. Bu da Ahmet Davutoğlu ile diğer benzerlik noktasıdır. Özal dış politikada Davutoğlu gibi çok aktifti. Keşke Özal, Davutoğlu ile çalışabilseydi. Özal a öyle bir dışişleri bakanı nasip olmamıştır. Bu yüzden dışişleri bakanlığını da o yapardı, perspektifini de o ayarlardı. Özal ın Türk dünyasına merakı Davutoğlu nda da var. Aynı şekilde İslam dünyasında da durum aynıdır. Ama Davutoğlu bu işi aynı zamanda ilmiyle de yapıyor. El yordamının ötesine geçmiş durumda. Röportaj: Feyzan Ece ÇAPA ŞUBAT 2010 STRATEJİK DÜŞÜNCE 15

Analiz Kurumların Çatışması mı? Devletin Yeniden Yapılanması mı? Aydın BOLAT* Dünya eski dünya, Türkiye eski Türkiye değil. Artık yeni olgular, yeni trendler, yeni durumlar ve yeni Türkiye var. Kişiler de değişecek kurumlar da Devlet de değişecek, statüko da. Bu zamanın ruhu, tarihin akışıdır. Bu eşyanın tabiatı, hayatın gereğidir. Son zamanların dillerde dolaşan ve köşelerde yazılan en önemli sözcükleri; Kurumlar yıpratılıyor! Kurumlar arası çatışma var! oldu. Yargıtay Başkanı diyor ki: Yargı savunma konumundadır. Ateş bacayı sardı, yangın büyüyor. Genelkurmay başkanı diyor ki: TSK ya karşı asimetrik psikolojik saldırı yapılıyor. Ordu yıpratılıyor. Hukukun uygulanabildiği, mahkeme kararlarına kurumların itirazsız uyduğu bir süreci çatışma dönemi olarak nitelemek ne kadar doğru olabilir? Hele bu devletin başkanı Abdullah Gül, Devlet kurumları arasında bir çatışma yok. Normalleşme var. Büyük bir değişim dönemine adaptasyonda sıkıntı çekenler var. Diyorsa... Değişim dönemleri zordur. Böyle bir zaman kesitinde yaşıyoruz. Devlet kurumları arasındaki çatışma görüntüleri yanıltıcıdır ve çatışmalar konjonktüreldir. O an görülen resimdir karşılaşılan. Genel süreç içerisinde fotoğrafın büyüğüne bakmak gerekir. Süreç genel bir bütünlük içerisinde değerlendirilmelidir. Stratejik akışı, ana gidişi esas almalıyız. Anlık durumları, taktik iniş-çıkışları gözlemleyerek değerlendirme yapılırsa esas olguyu, büyük değişimi gözden kaçırırız. Belli bir zaman periyodundaki trendi analiz ederek karşılaştırmalar yapılırsa nereden nereye gelindiği ancak fark edilebilir ve değişimi daha iyi algılayabiliriz. Kurumların çatışmasından ziyade onların içinde yeraldığı yapı, statüko sarsılıyor. Kurumların kendi içinde çatışmalar yaşanıyor. Güç mücadelesi, iktidar kavgası kurumların içerisinde var. Çağdaş demokratik değişimin dinamikleriyle kurulu düzeninin savunucuları savaşıyor. Açılımı, değişimi, yeniliği istemeyen kadrolar zamanın ruhuna direniyorlar. Bazen bu direnç kurumları diğerlerine oranla geride bırakıyor, bıraktırıyor. Bu hal bazı durumlarda dışarıdan kurumlar arası çatışma görüntüsü veriyor. Kurumlarımızın hepsi yani devlet sistemi bir dönüşüm sürecinde. Ancak bütün kurumlar değişim sürecine aynı fazda ve hızda uyum sağlayamıyor. Kurumların senkronize olamadığı kesitlerde sancılı, çetrefil, kafa karıştırıcı, zikzaklı ve çatışmalı görüntüler ortaya çıkıyor. Bu geçiş sürecinin olağan halidir aslında. Köklü ve kalıcı değişimlerin, devlette yapısal yenilenmelerin demokratik ortamda ve demokratik meşruiyet içinde yapılmasının tabii sonucudur bu hal. Darbeyle, otoriter baskıyla devlet düzeni değiştirilirse her şey bir anda yerle yeksan olur. Muhalefet olmaz, çatışmalar olur biter, despotizmin istikrarı demir yumrukla kurulur. Ancak küresel değerlere, toplumsal gelişime, sosyolojik gereklere ve sosyal dinamiklere göre halkın kabulü ve katkısıyla, özümseyerek, anlayarak ve algılayarak yeni dengeleri demokratik olarak düzenlemek isterseniz gecikmelere, risklere, çatışmalara katlanmalısınız. Türkiye de yaşanan tam da bu durumdur. Yoksa devletin organları yerli yerinde duruyor. Kurumlar ve onların başındaki zevat olağan ilişkilerini 16 STRATEJİK DÜŞÜNCE ŞUBAT 2010

2011 Türkiye nin çıkış yılı, yükselme yılı olacak. Zira dış politikada ve uluslararası ilişkilerde çıtayı yükselten Türkiye nin iç sorunlarının ne kadar mikro boyutta olduğu görülecek vizyonu daha da büyüyecek. sürdürüyor ve görüşmelerini yapıyorlar. Cumhurbaşkanı, Başbakan, Genelkurmay başkanı işlerinin başında, devlet düzeni işliyor. Cumhurbaşkanı yasama, yürütme ve yargı erklerinin başkanlarını devlet zirvesinde, yemekte bir araya getiriyor. Oradan bir çatışma hali değil gülücükler kamuoyuna yansıyor. Başbakan haftalık olağan görüşmesini Genelkurmay karargâhında içişleri, dışişleri bakanlarının katılımıyla gerçekleştiriyor. MGK olağan gündemini ikmal ediyor, dışarıya bir çatışma algısı vermiyor. Yer yer ordu-polis-yargı arasındaki kamuoyuna yansıyan sıkıntıları kurumsal olarak nitelendirmek ne kadar doğru olabilir? Ancak kurumlarda, basında, muhalefette veya siyasi kesimlerde Ergenekon davasından rahatsız olanlar, kozmik odadaki aramadan tüyleri ürperenler, basında ifşa edilen belgelerden huzursuz olanlar, faili meçhul cinayetlerin sorgulanmasından uykusu kaçanlar, darbe soruşturmalarından, yolsuzluk, hukuksuzluk ve haksızlıkta çizgiyi aşanların hesaba çekilmesinden, görevini kötüye kullananların peşine düşülmesinden canı yananlar elbette var. Ama soğuk harp bitti, karanlıklar, derinlikler tükendi. Zaman değişti. Eski çamlar bardak oldu. Konjonktür bir başka şimdi. Dünya eski dünya, Türkiye eski Türkiye değil. Artık yeni olgular, yeni trendler, yeni durumlar ve yeni Türkiye var. Kişiler de değişecek kurumlar da devlet de değişecek, statüko da. Bu zamanın ruhu, tarihin akışıdır. Bu eşyanın tabiatı, hayatın gereğidir. Türkiye de her şey iyiye gidiyor. 2010 Türkiye nin toparlanma yılı olacak. Ekonomik kriz bitecek, sosyal barış sağlanacak, açılımlar güçlenecek. 2011 Türkiye nin çıkış yılı, yükselme yılı olacak. Zira dış politikada ve uluslararası ilişkilerde çıtayı yükselten Türkiye nin iç sorunlarının ne kadar mikro boyutta olduğu görülecek vizyonu daha da büyüyecek. Demokratik açılımdaki başarı ve enerji Türkiye nin dış imajını daha da güçlendirecek. Ülkemizin tarih tecrübesi, milletimizin binlerce yıldır yoğrulduğu medeniyet hamuru ona bu gücü yeterince sağlıyor. Güçlü demokrasi, güçlü ekonomi, güçlü ordu büyük Türkiye nin en önemli taşıyıcılarıdır. Türkiye bu hedefe çok yakındır. Sonuç olarak; yaşananlar kurumların yıpratılması, kurumlar arası çatışma değil devletin yeniden yapılanmasıdır ve bir zihniyet değişimidir. Duyduğumuz gürültüler, patırtılar devlet binasının yıkımının değil, yeniden inşasının sesleridir. Hukuk devleti kuruluyor. Türkiye nin içinden geçtiği sürecin adı: normalleşme, düzelme, demokratikleşme Bu da sancısız, sıkıntısız olmuyor tabiatıyla. Sessiz sedasız, çatışmasız da olamıyor. Bu gürültüyü istismar ederek kaos yaratmak isteyenlere dikkat. SDE Yönetim Kurulu Üyesi* ŞUBAT 2010 STRATEJİK DÜŞÜNCE 17

TÜRK DIŞ POLİTİKASI 18 STRATEJİK DÜŞÜNCE ŞUBAT 2010