AİBÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Semih TEZCAN a Armağan, Cilt:13, Yıl:13, 13:207-211 SÜLEYMAN ÇELEBİ NİN BİRKAÇ GÖRÜNÜMÜ * Sigrid Kleinmichel ** Ziya Paşa (1825-1880 Żiyā Paşa) 1874 te yayınladığı Ḫarābāt 1 adlı antolojisinin önsözünde mesnevi üzerine olan bölümde Mevlid şairine 8 beyitlik bir yer verir. Sadece bu beyit sayısı bile onun Süleyman Çelebi ye duyduğu saygıyı ifade eder. Şeyhî, hatta Fuzûlî nin sadece ikişer beyitle yer alması bunu açıkça gösterir. Fuzûlî, gazel türünü son derece önemsemiş olsa da onun Leylâ vü Mecnûn mesnevisi de çok büyük bir etkiye sahipti. Bununla birlikte Ziya Paşa burada ondan kısaca zikretmeyi yeterli bulur. Ziya, sadece kendi yaşadığı döneme daha yakın olan Nâbî (öl. 1712, 9 beyit), Şeyh Gâlîb (1757-1798, 12 beyit) ve İzzet Molla (öl. 1829, 8 beyit) ya Süleyman Çelebi kadar yer verir. 2 Süleyman Çelebi nin dışında Muhammed üzerine hilye, yani Muhammed in iyi özelliklerini anlatan mesnevi yazmış olan iki şairden daha söz eder. Bunlar mesnevilerinden birinin adı Hilyetü l-efkâr (Düşüncenin Süsü) olan Hamse sahibi Nev îzade Atâyî ( Aṭā î 1583-1635) ile Hilye-i Şerîfe yazarı Hâkânî (öl. 1606) dir. Bu ikisini iki ya da 4 beyit ile anar. Mesnevi şairlerinin az sayıda olmasına rağmen 11 şairin adını anmaya değer bulur 3 ve bunların özellikle Muhammed üzerine yazmış olmalarını tercih etmesi dikkat çekicidir. Ziya Paşa, Süleyman Çelebi hakkında onun şu arâ-i Rûma ustâd (Anadolu nun şairlerine ustad) ve oldur eden ehl-i nazmı irşâd (ve şairlere yön gösteren odur) der. Şu etkileyici ve duygulandırıcı dizelerio da, bütün bu doğum şiirini okuyanlar gibi hayranlıkla karşılar: bilmem ne suhandır ol suhanler / âşüfte olur hep işidenler // yâ Rab o ne sûziş ol ne sözdür/... Bundan sonra Ziya suretde egerçi sade düzdür (görünüşte yalın ve basittir) * Bamberg Otto-Friedrich Üniversitesi nde Semih Tezcan ın emekliye ayrılışı dolayısıyla 26 Ocak 2008 de yapılan Veda Sempozyumu nda sunulan bildiridir. ** Dr., Ausgedient, s.kleinmichel@web.de 1 Żiyā Paşa 1291 / 1874, 17 Numaralanmamış giriş sayfası (muḳaddima). 2 Ziya Paşa nın zikrettiği diğer mesnevi şairleri: Zâtî (Ẕātī 1471-1546) Şem ü Pervâne den 2 beyit, Hamse yazmış olan Taşlıcalı Yahyâ (öl. 1582) dan 3 beyit, yine bir Hamse sahibi olan Nev îzâde Atâyî ( Aṭā ī 1583-1653) nin mesnevilerinden biri Hilyetü l-efkâr dır - 2 beyit, Hilye-i Şerîfe yazarı Hâkânî (öl. 1606) den 4 beyit, Nahîfî (Naḫīfī) 1712 ile 1730 arasında Celâleddin Rûmî nin Mesnevî sini Osmanlı Türkçesine çevirmiştir 5 beyit. 3 Fahir İz, Eski Türk Edebiyatında Nazım (İstanbul 1967) kitabında, bunların arasında Osmanlı-Türk şairlerinden sayılması tartışmalı olan Ḳul Alî nin de bulunduğu 49 şairin mesnevilerinden parçalar verir, 207
AIBU Journal of Social Sciences, Semih Tezcan Festschrift, Vol:13, Year:13, 13:207-211 diyerek bir sınırlama getirse de başdan başa sehl-i mümteni sözleriyle de onun baştan sona sade fakat taklid edilemeyen bir söyleyiş ustalığı olduğunu vurgular (sehl-i mümteni aynı zamanda başarılması- güç kolaylık anlamında). Ve bunu en önemli değerlendirmesi izler: dört yüz seneden beri efâzil / bir söz dimedi aŋa mümâsil // tanzîrine çok çalıştı yârân / kaldı yine bikr misl-i Kur ân (dört yüz seneden beri ne usta şairler onun gibi tek bir beyit söyleyemediler, onu taklit etmeye çok çalıştıkları halde Süleyman Çelebi nin sözleri, yine Kur ân daki sözler gibi dokunulmamış olarak kaldı). dokunulmamış değerlendirmesi elbette Türk şairin bir yanılgısıdır. Süleyman Çelebi nin mesnevisinin kendi zamanında olduğu gibi ondan önce de farklı metinleri olduğu açıkça görülmektedir. Kazan da 1849 dan beri basılmakta olduğuna göre sadece yazma olarak değil, basılmış olarak da vardır. Ziya Paşa nın Mevlid i Kuran ın yanına koyması ve onunla eşitlemesi dikkat çekicidir. Bu gün Kurân ın bile dokunulmamış olduğu dikkate alınmaya değer hoşgörülü Müslümanlar çevresinde tartışmalıdır. Bu elbette bizim konumuzu aşar. Namık Kemal ise Ziya Paşa nın kaldı yine bikr misl-i Kur ân sözlerini hatalı bir söyleyiş olarak nitelendirir. Birbiriyle arkadaş olan bu iki şairin karşılıklı tartışmaları hatırlanırsa Namık Kemal in bu çıkışı şaşırtıcı değildir. Tahrîb-i Harâbât ta, her ne kadar güzîde yani seçkin bir eserse de onu Kuran la karşılaştırmanın ne fıkıh yönünden (fıkhan) ne de kelam (kalaman Bürgel, bunun Almancaya Logos ya da Diskurs kelimesiyle çevrilmesini önerir.-) yönünden ne akıl de ( aklan) ve âdab (adaban) yönünden müsaade edilebilir olduğunu açıklar 4. Süleyman Çelebi nin eseri üzerine Ziya Paşa ile Namık Kemal değerlendirmeleri aslında temelde birbirinden ayrılmaz, ancak eser üzerine nasıl ve nereye kadar konuşulabilir ya da konuşmak gerekir konusunda görüşleri ayrılır. 4 Namık Kemal, Taḫrīb-i Ḫarābāt,100-102. Namık Kemal ayrıca dört yüz seneden beri efâzil / bir söz dimedi aŋa mümâsil sözünü anlayamadığını söyler. Onun görüşüne göre 400 değil, 550 yıldan beri olmalıdır, 150 yıl kaybolup gitmiştir. Namık Kemal, Mustafa Âlî nin Süleyman Çelebi üzerine yazdığı bir beyite göre bunu söyler. Şair, burada Orhan ın oğlu Süleyman Paşa yı Rumeli nin bir kısmını fethetmesi dolayısıyla kutlar. Burada Mustafa Âlî nin bir yanılgısı söz konusudur. Çünkü beyit Süleyman Çelebi nin babası olan Şeyh Mahmud a aittir. Bu konuda Ahmed Ateş in notu 1954 te yayınladığı kitabının 24. sayfasında bir dipnot (4) bulunmaktadır. Necla Pekolcay da Şeyh Mahmud Efendi nin yazdığı kutlama şiirinden (tehniye) TDED VI 1954, sayfa 39 da söz eder. 208
AİBÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Semih TEZCAN a Armağan, Cilt:13, Yıl:13, 13:207-211 20. yüzyılda Ahmed Ateş ve Necla Pekolcay ın değerli yayınları olmasına rağmen tartışmalı sorular pek aydınlatılmadı. Kesin olduğu zaten belli olan tarih sayıları tekrar tarıtşıldı. 812/1409 yazılan bir Mevlid in yazarının muhtemel olan Süleymanlardan hangisidir? O zaman yani 1409 da bir Süleyman 60 yaşındaydı. Bunu içeren beyitin geç eklendiği kabul edilir. 825/1422 de Süleyman ölür. Ama eski kaynaklarda bu tarih geçmez. Ahmed Ateş, mutlaka bir tarih olması gerektiğini düşüneren birisinin bunu uydurduğunu tahmin eder (s. 34). Vasfi Mahir Kocatürk, Mevlid yazarı Süleyman Çelebi ile Vesiletü n- Necât yazarı Süleyman ı birbirinden ayırabildiğine inanır 5. Birincisi için pek çok övgü dolu sözler kullanır, örneğin: Bu billurdan dökülme nurlu mısrağlar bütün dünya sanatkarlarını kıskandıracak bir kudret taşıyor (s. 249). Vesiletü n-necât yazarı diğer Süleyman ı ise âdetâ azarlar:... Nazmında büyük bir olgınluk ve ustalık yoktur... samimi ve katıksız bir eser de değildir.... sanat bakımından da işlenmiş mükemmel mısrağlar yanında ad, zayıf kusurlu mısrağlar bulunmaktadır (260). Kocatürk bundan başka Gülşehri ve Aşık Paşa nın etkisinde olduğunu da belirtir. Böyle bir ayırım yapma üzerinden gitme her ne kadar sürdürülmemişse de, tek bir Süleyman görünümünün kavranması da zordur ve başka sorular ortaya çıkmaktadır. Faruk K.Timurtaş örneğin 1970 te, bir Ahmediyye yazmış olan Hamdullah Hamdi (öl. 1508) den başka tanınmış mesnevi şairlerinin bir mevlid yazmadığı üzerinde durarak Mevlid yazan şairler arasında XV. Asrı ikinci yarısında yaşamış Hamdî (Akşemseddin oğlu Hamdullah) istisna edilirse, birinci dereceye yakın ve şöhretli bir kimse bulunmamaktadır der. Ve kendi yorumunu şu değerlendirme ile ekler: Süleyman Çelebi eserine duydukları saygı ve takdir duygularından olsa gerek 6. Böylelikle Timurtaş da Ziya Paşa ya yaklaşır. Saygı o kadar büyüktü ki hiç kimse, ona karşı daha iyi olduğunu iddia edebilecek bir eser ortaya koyma ya da bu konuyu işleme gibi bir girişimde bulunmamıştır. Bir şair, daha önce yazılmış olan esere bir nazîre yazdığında bilindiği üzere klişe neden daha öncekinin eskidiği yani dilinin eskidiği şeklindedir. Ama bu gerekçe, Ziya nın sözleriyle Kuran kadar değerli olan bir eser için nasıl söylenebilirdi! Bu yolla esere duyulan yüce saygı aynen kalmış, fakat bu saygı yeniden temellendirilmiştir. Vasfi Mahir Kocatürk (1964) ve Hasibe Mazıoğlu (1974) ise başka bir irdelemeyi tartışma gündemine getirirler. Her ikisi de Hamdî nin 5 Kocatürk 1964, 244-261. 6 Timurtaş 1970, sf. XI. 209
AIBU Journal of Social Sciences, Semih Tezcan Festschrift, Vol:13, Year:13, 13:207-211 Ahmediyyesi bağlamında Latîfî tezkiresinden şu alıntıyı yaparlar: Meger ki mevlid kitāblarında buŋa nazīre Mevlid-i merhūm Hamdī Çelebi ola anuŋ daḫı tarz-ı ḫāssi ḫavāssa maḫsūsdur avāmu n-nās candan ẕevḳ edemezler. (Mevlid kitapları arasında buna nazire olabilecek nitelikte (eser yalnızca) Merhum Hamdi nin eseri olabilir; (ancak) onun da tarzı yüksek tabakanın zevkine uygundur, sıradan halk ondan zevk alamaz). 7 Latîfî nin bu sözlerini Kocatürk yorumsuz bırakırken, Mazıoğlu Hamdi nin 1337 beyitlik mesnevisini sade bir dil ve lirik bir söyleyişle yazma amacına rağmen bunu gerçekleştiremediğini söyler:... coşkunluk ve lirizm yoktur. Şiirde bilgi verme isteği önde gelmektedir. 8 Bu yüzden eser duygu yönünden yavandır.... sade dille söyleyememiştir. Şairin sade dille söylemeyi başaramamasını Mazıoğlu, Hamdi nin kendi sözleriyle vurgular: türkî dildür deyü tahkir etmeye. Yani Türkçe olarak yazıldığı için küçümsenip değersiz görülmemesi dileğinde bulunur. Ama bilindiği gibi Süleyman Çelebi de sade dille yazmıştı. Faruk Timurtaş ın önde gelen şairlerin bir mevlid yazmaya cesaret edemediklerini söylemesi, Latîfî nin, Kocatürk ün ve Hazibe Mazıoğlu nun söyledikleri doğrultusunda, onların sıradan halk için yazabilecek durumda olmadıkları sebebine bağlanabilir. Onların kaside, gazel ve mesnevilerinde kullandığı dil avāmu n-nâs yani sıradan halkın dilinden, Süleyman Çelebi nin hitabettiği kesimin dilinden uzaktı. Bu, önemli mesnevi şairleri geleneksel algılayıştaki geniş halk kitlesine mevlid türünde hitabetmekte ne kadar yetersiz kalabileceklerini biliyorlardı, şeklinde de düşünülebilir. Süleyman Çelebi nin Mevlid i bilindiği gibi halk tarafından öylesine kabul görmüştü ki bir iki kişi buna birkaç beyit ekledi. Bu nedenle yalnız düşünen kişilerin Süleyman Çelebi ye bakışı değişmedi, eseri de şuradan buradan kırkılıp yeniden biçimlendirildi. 7 Kocatürk 1964, 248; Mazıoğlu 1974, 35-37. Latîfî için Mazıoğlu Tezkire, s. 57 yi verir. 8 Bundan başka, Hamdî ninki 1337 beyit, Süleyman Çelebi ninki ise (Pekolcay a göre 1980 ve 1993) 768 tirman Pek çok okunan eserlerden olan Yazıcıoğlu nun Muhammediyye sinin 9008 beyitlik kapasitesi düşünüldüğünde, bir eserin kapasitesinin hitabettiği kesimin sayısının çok olmasında önemli bir ölçü olmadığı kabul edilmelidir. 210
AİBÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Semih TEZCAN a Armağan, Cilt:13, Yıl:13, 13:207-211 Semih Tezcan ın Bamberg ten ve Almanya dan veda etmesi münasebetiyle büyük bir kişilik hakkındaki çeşitli bakış açıları üzerine konuşmak bana niçin anlamlı geldi? Süleyman üzerine farklı görüşte değerlendirmelerin olmasını yadırgamaktan çekinirim. Tam tersine, önemli başarı göstermiş büyük bir şahsiyete hem onun kendi zamanına çok yakın dönemlerde ve hem de ondan bir hayli uzaktaki çağlarda aynı şekilde farklı görüşler ortaya çıkması bana tamamen normal geliyor. Tezcan ın eserlerinin de aynı şekilde görüleceğine hiç şüphe etmiyorum. Semih Tezcan a, Bamberg te ve tüm Almanya da onun hakkında ve eserleri üzerine pek çok değişik dostane görünümlerin korunup kalmasını diliyorum. Kaynakça Ateş, Ahmed. Süleyman Çelebi - Vesiletü n-necat. Ankara 1954. İz, Fahir. Türk Edebiyatında Nazım. İstanbul 1967. Kocatürk, Vasfi Mahir. Türk Edebiyatı Tarihi. Ankara 1964. Mazıoğlu, Hasibe. Türk Edebiyatında Mevlid Yazan Şairler Türkoloji Dergisi VI-1. 1974. 31-62. Pekolcay, Neclâ. Süleyman Çelebi Mevlidi Metni ve Menşei Meselesi TDED VI. 1954.39-64. Pekolcay, Necla. Süleyman Çelebi Mevlid. İstanbul 1980. Timurtaş, K.Faruk. Süleyman Çelebi Mevlid. İstanbul 1970. 211
212 AIBU Journal of Social Sciences, Semih Tezcan Festschrift, Vol:13, Year:13, 13:207-211