Surenin Adı: TEKASÜR SÛRESİ Nuzul 16 / Mushaf 102 Sûre tutkuyla çoğaltma anlamına gelen adını ilk âyetinden alır. Çoğaltma tutkusu sizi oyalayıp durdu, ta ki siz mezarlıklara varıncaya dek (1-2) Modern zamanların en büyük hastalığı çoğaltma tutkusudur. Büyük, daha büyük, en büyük peşine düşen insan, bu yanlış yolda kendini kaybetmiş, haddini ve hududunu aşmıştır. Bir çok mushaf ve tefsirde bu adla yer alır. Rasulullah ın ashabının sûreye Makbûra adını verdiklerine dair bir haber nakledilmiştir (Âlûsî). Buhârî sûreyi Elhâkum adıyla anar. Surenin Nuzul Yeri ve Zamanı: Sûre tartışmasız Mekkî dir.
MEKKE Mina Müzdelife Arafat KABE Üstelik vahyin ilk dönemine aittir. Aksi iddiaları ne üslubu ne de muhtevası destekler. İlk tertiplerin tamamında Kevser ile Ma ûn arasında, 16. sırada yer alır. Nübüvvetin ikinci yılına tarihlenebilir. Rivayetler Mekke deki iki rakip kabilenin birbirleriyle güç yarışı üzerine indiğini söylese de, sûrenin mesajı her zaman ve mekâna, özellikle de yığma tutkusunun esiri olmuş modern insanadır. Surenin Konusu: Sûrenin ana konusu, modern zamanların en yaygın hastalığı olan güç tutkusudur. Bu tutkuya esir olan, sürekli biriktirir ve yığar. Sonunda yığdıklarının altında ezilerek kendini kaybeder ve varoluş amacını yitirir. İşte bu sûre, insanı dünyevileşme belasına karşı uyararak söze başlar: Çoğaltma tutkusu sizi oyalayıp durdu Ta ki mezarlıklara varıncaya dek.. (1-2). Mesele geçici ile kalıcı olanı, değeri olanla fiyatı olanı ayırt edecek yakîn bir bilgiye sahip olma meselesidir. Bu bilgi imanın eseri olacaktır; Allah a O nu görür gibi kulluğa götürecek diri ve diriltici bir imanın eseri. Böyle bir iman, sahibinin yüreğine cehennem tehlikesini haber veren bir uyarıcı yerleştirecektir. Değilse, hakikati ancak iç yangınının vicdan perdesini yakıp gerçeği bütün çıplaklığıyla gördüğü gün anlayacaktır. Fakat iş işten geçmiş olacaktır. Ama hayır! Vakti gelince, gerçeği (burada) öğreneceksiniz; O da olmadı, o zaman vakti gelince gerçeği (orada) öğreneceksiniz Yoo, eğer bu (tutkunun neye mal olduğunu) tam kavramış olsaydınız, Elbet (dünyayı) cehenneme (çevirdiğinizi) de görürdünüz, (Tutun ki burada göremediniz), ama daha sonra (ahrette) onu zaten gözlerinizle göreceksiniz (3-7)
Sûrenin son âyeti, Servetin keyfimizce tasarruf edeceğimiz bir mülkiyet değil, Hesabı sorulacak bir emanet olduğunu ifade eder. Elbet o gün tüm nimetlerden hesaba çekileceksiniz (8).
ب س م للا ح ن م ا ر ح ن م م RAHMÂN RAHÎM ALLAH IN ADIYLA ح ه ك م ح نتك اث م ١ 1 Çoğaltma tutkusu sizi oyalayıp durdu, (1) (1) Krş. Hadîd: 20. el-lehve, değirmen taşı boşa dönmesin diye ağzından çıkanı geri içine koyarak taşı oyalamaktır. Faydalı veya faydasız bir işle meşgul olmak anlamındaki şuğl den farklı olarak, sadece faydasız işler için kullanılır. Zımnen: Çok malla elde ettiğiniz itibarın size her kapıyı açacağını düşündünüz (krş. Sebe : 35). Kınanan çok mal değil, mal az da olsa onu çoğaltma tutkusu dur. Bu fiilin yapısından (kâsera l-mâl fe s-tekserahu) anlaşılmaktadır. Tam bu noktada, Bağdatlı Cüneyd in fakr tarifi hatırlanmalıdır: Fakr hiçbir şeye sahip olmaman değil, dünyalara sahip olsan da hiçbir şeyin sana sahip olmasına izin vermemendir (Kuşeyri, Risâle). (Nuzul 96/ Mushaf 57 : Hadid 20 Aşağıdadır.) ح ع ل ا وح ح ننا ا ح وة ح د ن ا ع ب و ه و و ز ن ة و ت ف اخ م ب ن ك م و ت ك اث م ف ى ح ل ا و حل و ح ل و ل د ك ا ث ل ي ا ح ع ب ب ال ك ف ار ن ب ات ه ث نم ه ج ف ت م ه ا ص ف م ح ث نم ك ور ط اا ا و ف ى ح ل خ م ة ع ذ حب ش د د و ا غ ف م ة ا ر للا و م ض و حر و ا ا ح وة ح د ن ا ح ن ل ا ت اع ح غ م و م ٠٢ 20 İyi bilin ki (tek başına) bu dünya hayatı; Bir oyun ve oynaştan, Albenili bir gösteri ve Birbirinize karşı övünme yarışından, Mal ve evlat çoğaltma hırsından ibâret olurdu.(31) Bu (tiplerin sonu) şu yağmur meseline benzer: (yağmurun) yeşerttikleri, çiftçileri/nankörleri(32) pek sevindirir; sonra kurur ve sen onu sararmış görürsün; en sonunda toz toprak olur. Ama ahirette (böyle olmayacak). Ya şiddetli bir mahrumiyet veya Allah tan bir mağfiret ve hoşnutluk olacak: Zira (tek başına) bu dünya hayatı, aldatıcı ve geçici bir tatmin aracından başka bir şey değildir. (31) Parantez içi açıklama, innemâ hasr edatının metne kattığı vurgudur. Öbür dünya göz ardı edildiğinde bu dünyanın tüm anlam ve amacını yitireceğine atıftır. Bu âyet ruhbanlığı haklı çıkarır tarzda anlaşılamaz. Zira buna, arkadan gelen 27. âyet manidir. (32) Kuffâr daki tevriye sanatına binaen (krş. İbn Aşur). (Nuzul 76 / Mushaf 34 : Sebe 35 Aşağıdadır.) و ق ا وح ن ر ح ك ث م ح ا و ح ل و ح و ل د ح و ا ا ن ر ب ا ع نذب ر ٥٣ 35 Yine, Biz servet ve soy açısından sizden daha güçlüyüz: bu durumda bizim cezaya çarptırılmamız söz konusu olamaz derler. ت ى ز م ت م ح ا ق اب م ٠ 2 Ta ki siz mezarlıklara (2) varıncaya dek. (3) (2) Mekâbir, makbera nın çoğulu olduğu için böyle çevrilmelidir.
(3) İki mânaya birden gelebilir: Birincisi ölüp kabirlerinize girinceye dek, İkincisi mezarlarınızı saymaya varıncaya dek. Metnin iç bağlamı birincisini, nüzul sebebi rivayetleri ikincisini destekler. ك ن ل س و ف ت ع ل ا ور ٥ 3 Ama hayır! Vakti gelince, gerçeği (burada) öğreneceksiniz; ث نم ك ن ل س و ف ت ع ل ا ور ٤ 4 O da olmadı, o zaman vakti gelince gerçeği (orada) öğreneceksiniz. (4) (4) Zımnen: Eğer çoğaltma tutkusuna kapılarak körleşmeseydiniz, işin hakikatini şimdi de öğrenebilirdiniz. İlmin, idraku ş-şey bihakikatihi (bir şeyi kendi gerçekliğiyle idraktir) tarifinden yola çıkarak (Râğıb). el- Esmaü l-hüsna arasında Âlim vardır fakat Ârif yoktur. ك ن ل و ت ع ل ا ور ع ل م ح ق ر ٣ 5 Yoo, (5) eğer bu (tutkunun neye mal olduğunu) tam kavramış olsaydınız, (6) (5) Kella nın anlamlarıyla ilgili bkz. Alak: 6 (6) Zımnen: Eğer kavrasaydınız, çoğaltma tutkusunun sizi böyle oyalamasına izin vermezdiniz. (Nuzul 1/ Mushaf 96 : Alak 6 Aşağıdadır.) ك ن ل ح نر ح ل ن س ار ط غ ى ٦ 6 EVET, evet; (7) insan mutlaka azar, (7) Kellâ: Muhtemelen edatın ilk geçtiği yer. Dilciler farklı mânalara geldiğini söylemişlerdir. Basralılara göre Yoo, hayır, asla veya paragraf başı; Kisai ye göre gerçekten de, hakikat şu ki, Sa leb e göre değil mi ki, Ferrâ ya göre evet, kesinlikle mânasına gelir. Bizce edat bağlamına göre bu işlev ve anlamlardan bir veya bir kaçını kazanır. Tercüme boyunca tercihimiz de budur. Bir ara cümle gibi öncesini de sonrasını da görür. ت م و نر ح ب م ٦ 6 Elbet (dünyayı) cehenneme (çevirdiğinizi) de görürdünüz; (7) (7) Cahîm, Sâffât 97 de dünyadaki cehennemi ifade için kullanılır. Âyete verdiğimiz mânanın gerekçesi budur. (Nuzul 66 / Mushaf 37 : Saffat 97 Aşağıdadır.) ق ا وح حب ن وح ه ب ن ان ا ف ا ق وه ف ى ال جح ي م ٧٩ 97 Onlar Onu (yakmak) için bir yapı yapın ve onu çılgınca yanan ateşin ortasına atın! dediler.
ث نم ت م و ننه ا ع ر ح ق ر ٩ 7 (Tutun ki burada göremediniz), ama daha sonra (âhirette) onu zaten gözlerinizle göreceksiniz; ث نم ت س پ ل نر و ا ئ اذ ع ر ح ننع م ٨ 8 Nihayet o gün, ebedi nimetlerden vaz geçip (geçici nimetlere yönelmenizden) dolayı hesaba çekileceksiniz. (8) (8) Zımnen: Geçici nimetleri biriktirme tutkusuyla oyalanmak sizi gerçek nimeti görür gibi inanmaktan uzaklaştırdığı için de iş işten geçmiş olacak. Na im kelimesi, ni met, ni am, en um, ni amâ ve ni immâ ın aksine, Kur an da geçtiği on beş yerde tartışmasız âhiret nimeti için kullanılır. Bu âyeti bu kurallı kullanımın bir istisnası saymak Kur an ın üslubuyla bağdaşmayacaktır. An edatı, nesnesinden vazgeçip yüzçevirmeyi ifade eder. Çevirimizin gerekçeleri bunlardır.