URUK YAYILIM KURAMLARI
EGE YAYINLARI URUK YAYILIM KURAMLARI TARİHTEKİ EN ESKİ KOLONİCİLER BARIŞÇILAR MI SAVAŞÇILAR MI? EMRULLAH KALKAN 2015 Ege Yayınları ISBN 978-605-4701-XX-X Sertifika No.: 14641 Her hakkı mahfuzdur Grafik Tasarım ve Uygulama Aydın Tibet Baskı Oksijen Basım ve Matbaacılık San. Tic. Ltd. Şti. 100. Yıl Mah. Matbaacılar Sit. 2. Cad. No: 202/A Bağcılar-İstanbul Tel: +90 (212) 325 71 25 Fax: +90 (212) 325 61 99 Sertifika No: 29487 Yapım ve Dağıtım Zero Prodüksiyon Kitap-Yayın-Dağıtım San. Ltd. Şti. Abdullah Sokak, No: 17, Taksim, 34433 İstanbul Tel: 0212 244 7521 Faks: 0212 244 3209 E.mail: info@zerobooksonline.com www.zerobooksonline.com www.egeyayinlari.com
URUK YAYILIM KURAMLARI TARİHTEKİ EN ESKİ KOLONİCİLER BARIŞÇILAR MI SAVAŞÇILAR MI? KURAMSAL BİR DEĞERLENDİRME EMRULLAH KALKAN
Emine ye
İÇİNDEKİLER Sunu Ön Asya Kültürleri ve Anadolu... 9 Giriş... 13 1. Gelişkin Tarımcı Köy Toplumları (Halaf Kültürü)... 15 2. Güney Mezopotamya dan Kuzeye Yayılan Bir Gelenek (Ubaid Kültürü)... 27 3. Kuzeydeki Yerel Dinamikler (Yerel Geç Kalkolitik Kültürler: Post-Ubaid Dönem)... 34 4. Gelişkin Kentleşmiş Toplumlar (Uruk Kültürü)... 46 5. Tarihteki İlk Kolonizasyon Hareketi (Uruk Kolonileri)... 67 6. Uruk Dünya Sistemi Kuramı... 75 7. Alternatif Kuramlar (Akültürasyon ve Melezleşme)... 97 8. Mesafe-Eşitlik ve Ticaret-Diaspora Kuramı (Güney ve Kuzey Mezopotamya nın Eşitliği)... 117 Sonuç... 131 Teşekkür... 144
SUNU ÖN ASYA KÜLTÜRLERİ ve ANADOLU Yakın zamanlara kadar Anadolu yarımadasının Mezopotamya ya komşu olan güneydoğu kesimleri, arkeolojik açıdan araştırılmadan kalmış bilinmeyen bölge durumundaydı. İkinci Dünya Savaşı öncesi Erken Cumhuriyet döneminde yapılmış Tilkitepe, Van-Kalecik, Arslantepe, Sakçegözü, Yunus ve Turlu kazılarının ardından uzun yıllar bölgenin tarihöncesi ve öntarih dönemlerine yönelik yeni hiçbir kazı ve araştırma yapılmamış, dolayısı ile yeni bilgi akışı da olmamıştı. Anadolu coğrafyasının sessiz kaldığı bu uzun dönemde İran, Irak, Suriye ve Ürdün ise kazı çokluğu açısından arkeolojinin altın çağını yaşamışlardır. Kültür tarihi ile ilgili yorum ve değerlendirmeler, araştırmalarla ortaya çıkan verilere, elde edilen bilgiye dayanır. Veri eksikliğine, daha doğrusu olmayan veri ye dayalı olarak değerlendirme yapılamaz. Bu nedenle Doğu ve Güneydoğu Anadolu, 20. yüzyılın ikinci yarısında üretilen yayınlarda dünya kültürel gelişim süreci açısından önemsiz bir bölge olarak değerlendirilmiş ve genel olarak Mezopotamya kültürel oluşum bölgesinin taşrası olarak görülmüştür. Bu dönemde Mezopotamya kültürlerinin ancak İlk Tunç Çağ başlarında Anadolu yarımadasına sızmaya başladığı ileri sürülmüştü. 1937 yılı Tilkitepe ile 1946 Arslantepe derin sondajlarında bulunan Halaf gelenekli çanak çömlek, obsidyen ticareti için gelenlerin kalıntıları olarak yorumlanmıştı. O yıllarda üretilen haritalara bakıldığında, Halaf kültür bölgesinin kuzey sınırının hemen hemen günümüz politik Türkiye-Suriye sınırı ile örtüştüğü görülecektir. Yine bu dönemde Anadolu ile Neolitik kültür sözcüklerinin bir arada düşünülmemesine de şaşmamamız gerekir. Oysa
10 URUK YAYILIM KURAMLARI ki günümüzde artık Anadolu nun Neolitik gelişim sürecinde taşıdığı önem iyice ortaya çıkmış durumdadır. Bu durum da kuşkusuz kazı eksikliğinin kültür tarihinin anlaşılması açısından ne kadar kritik bir öneme sahip olduğunu göstermektedir. İlk olarak İstanbul ve Chicago Üniversitelerinin Halet Çambel ve Robert J.Braidwood başkanlığı altında 1963 yılında gerçekleştirdiği Güneydoğu Anadolu yüzey araştırması ve hemen ardından başlayan Çayönü kazıları ile Anadolu nun kültür tarihi içindeki yeri değişmeye başlamıştır. Bu araştırmada Çanak Çömleksiz Neolitik Dönemden Halaf-Ubeyd kültürel evrelerine kadar çok sayıda yerleşme yeri saptanmış, Çayönü nün yanı sıra bir Halaf yerleşimi olan Griki Haciyan kazıları, en azından Halaf kültür bölgesinin Toroslara kadar uzandığını ortaya koymuştu. Ancak Çambel-Braidwood çalışmalarının bu geniş coğrafyada tekil örnekler olarak kalması, bilim dünyasında bölgenin kültür tarihindeki yerini köklü şekilde değiştirecek etkiyi yapamamıştır. Bu bağlamda esas etkiyi Keban Baraj Gölü alanında 1968-75 yılları arasında gerçekleştirilen çok sayıdaki kazı yapmıştır. Aynı yıllarda Aslantepe de çalışan İtalyan meslektaşlarımızın Uruk kültür katını ortaya çıkartmaya başlamaları, daha önce kültürel süreç açısından sözü edilmeye değmez bulunan Toros yayının kuzeyindeki dağlık bölgeyi arkeolojinin gündemine taşımıştır. Ardından Karakaya ve Atatürk Baraj göl alanlarda yapılan çalışmalar Ön Asya kültür tarihinin yeniden farklı bir bakış açısı ile ele alınmasını gerektirecek sonuçlar vermiştir. Daha sonraları Birecik, Kargamış ve Ilısu baraj havzaları ile, Gaziantep-Kilis-Kahraman Maraş çevresinde yeni başlayan kazılardan gelen yoğun bilgi akışı, bir anlamda düşünce sistemimizi zorlayacak kadar yenilikler getirmiştir. Anadolu arkeolojisi canlanırken, önce İran, ardından Irak ve en sonunda da Suriye deki çalışmaların talihsiz bir şekilde kesilmesi, kültürel ilişkiler bütünlüğünün doğru bir şekilde anlaşılmasının önünde önemli bir engeldir. Artık Yakın Doğu kültürlerini öğrenebileceğimiz bir tek Türkiye kalmıştır; bunun bizlere öncekinden çok daha fazla ve önemli bir sorumluluk yüklediğini göz ardı etmememiz gerekir. Yine de Türk arkeolojisinde Güneydoğu ve Doğu Anadolu coğrafyasının, Ön Asya nın erken kültürleri açı-
SUNU 11 sından ne denli önem taşıdığının tam olarak algılandığını söyleyecek durumda değiliz maalesef. Hala önceki yılların birikiminden gelen Mezopotamya odaklı bakış açısının etkisini sürdürdüğü açık bir şekilde görülmektedir. Bu bağlamda Çayönü, Nevali Çori, Körtiktepe ve Göbeklitepe başta olmak üzere Çanak Çömleksiz Neolitik Dönemi görkemli kalıntıları ile yansıtan kazı yerleri, hiç değilse Neolitik dönem kültürel süreci içine Anadolu nun önemini yadsınmaz biçimde göstermiştir. Ancak Halaf dönemi için, başta Maraş Domuztepe kazıları olmak üzere ortaya çıkan veriler, maalesef hala Anadolu coğrafyasının Halaf kültürünün ortaya çıkmasında ne denli önem taşıdığını görmemizi sağlayamamıştır. Halaf dönemi yerleşmelerinin Suriye sınırının çok kuzeyinde kalan bölgelerdeki yoğunluğu ve büyüklüğü, esas çekirdek bölgenin Kahramanmaraş-Adıyaman- Şanlıurfa havzasında olduğunun işaretini vermektedir. Bu tablonun kesinlik kazanması, kuşkusuz ülkemizdeki Halaf Dönemi kazılarının sayısının artması ile sağlanabilir. İlk başlarda Keban Tepecik, Tülintepe ve Norşuntepe ve ardından Arslantepe de yapılan çalışmalar, Torosların kuzeyinde kalan bölgenin Uruk kültürü açısından ne kadar büyük bir önem taşıdığını, Güney Mezopotamya dan tümü ile farklı kent ve devlet oluşum sürecini yansıtan yeni bir kurgunun varlığını göstermiştir. Bu durum son yıllarda Kafkasya da ve özellikle Azerbaycan da başlayan kazılarla tümü ile yeni bir boyut kazanmaya başlamıştır. Bu tablonun de belirginleşmesi Son Kalkolitik Dönem kazılarının sayısının artması ile sağlanabilir; ancak yalnızca Arslantepe bile devletin oluşumunu belirleyen bürokrasi, örgütlü ticaret, maden teknolojisi gibi temel ögeler ile dokuma ve bazı tarım ürünleri açısından Yukarı Fırat havzasındaki kültürel oluşumun güneyden çok farklı bir çizgide geliştiğini açık olarak göstermeye yeterlidir. Güney bölgelerde sistem tapınağa bağlı olarak kurgulanmışken, Arslantepe kuzeydeki sistemin sarayda yaşayan yöneticiye dayalı olarak geliştiğini göstermektedir. Yukarıda da kısaca değindiğimiz gibi Anadolu kültür tarihiyle ilgili veriler çok uzun bir durgunluk döneminden sonra yeni yeni ortaya çıkmaktadır. Bu hızlı veri ve bilgi akışının Türk arkeolojisine ve özellikle eğitim sistemimize yansıması, düşünce sistemimize sinmesi
12 URUK YAYILIM KURAMLARI için kuşkusuz daha zamana gerek vardır. Bu bağlamda Emrullah Kalkan ı, Anadolu arkeolojisinin Türk arkeologlar tarafından göz ardı edilen önemli bir evresini ele aldığı ve bunu kuramsal değerlendirmelerle birlikte irdelediği için kutlamak isterim. Bunun yanı sıra bizde pek alışık olmadığımız bir şekilde yüksek lisans tezini kısa bir süre içinde yayına dönüştürerek tartışmaya açması da örnek bir yaklaşımdır. Bu tür çalışmaların sayısının artması dileği ile. Mehmet Özdoğan
GİRİŞ Kolonizasyon kavramı tarihin hemen her döneminde sık rastladığımız bir olgudur. Ülkemizde tarihte koloni ve kolonizasyon denildiğinde arkeoloji ile uğraşmayanların bile aklına muhtemelen Kayseri- Kültepe/Kaneş-Karum yerleşimi az da olsa gelir. Mezopotamya dan gelen Assurlu tüccarların bu Orta Anadolu kentindeki varlıklarının benzeri ise daha da erken bir tarihe Sümer Mezopotamyası nda Uruk Kültüründe görülmüştür. Uruk yayılımı olarak adlandırılan bu göç hareketi tarihte bilinen en erken kolonizasyon faaliyetidir. Bu ilk kolonizasyon Anadolu nun bir kısmını da kapsayan çok geniş ölçekli bölgeler arası ticari faaliyetin yürütüldüğü bir sistemdir ve uzun yıllardır kuramsal arkeoloji çalışmalarına konu olmuş, hatta sadece arkeoloji disiplini değil birçok bilim disiplini bu olguyla yakından ilgilenmiştir. Uruk Yayılımı olarak da bilinen bu kolonizasyon hareketini geniş kapsamlı olarak ele alan Guillermo Algaze nin yazdığı Uruk Dünya Sistemi yayını ise bu konudaki birçok tartışmayı başlatmıştır. Ayrıca bu çalışma zaten var olan modern bir kuramın antik dönem uyarlaması olmasıyla da, bir tarihi olguyu ele alırken modern yapıları kullanmalı mıyız sorusunu arkeolog ve antropologlara sordurmuş, bu konu üzerine düşünmemizi sağlamıştır. Hatta bu tartışmalarla ortaya çıkan salt eleştirilerin ötesinde bu kuramsal çalışmaya alternatif ve daha yenilikçi bilgiler barındıran Mesafe-Eşitlik ve Ticaret-Diaspora kuramının doğmasına da yol açmıştır. Dünyanın en eski kolonicilerinin barışçıl mı savaşçıl mı oldukları sorusunun sorulmasına yol açan bu iki kuramsal çalışmanın sonucunda, bu sorunun cevabını bulabilmek zor olsa da, arkeolojik materyallerinin ötesinde Uruk Kültürünün tarihteki ilk resmi olmayan emperyalist sistemi kurmuş olabilecekleri ya da iki ayrı toplumun merkezi sistemlerini yan yana ama bağımsız bir şekilde devam
TEŞEKKÜR Bu tez çalışmasının kitaplaşması konusunda beni cesaretlendiren ve tez sürecinde bana yoğun ilgi gösteren danışman hocam sayın Ahmet UHRİ ye, bilgi, belge, arkeolojik materyal ve kaynaklarını hiçbir zaman ekibinden esirgemeyen, ayrıca bu yayın çalışmasının odaklandığı kuramsal arkeolojik sorunsalları sadece kütüphane çalışması yaparak değil, kazı yaparak da test etme şansını bulduğum Başur Höyük alan çalışmalarında uzun yıllar boyunca bilgi ve görüşlerime son derece mütevazi bir şekilde ilgi gösterip beni destekleyen sayın hocam Haluk SAĞLAMTİMUR A, kitabımın daha değerli hale gelmesini sağlayan sunu yazısını yazan sayın hocam Mehmet ÖZDOĞAN a ve bu yayını basılı hale getirmeyi kabul eden sayın Ahmet BORATAV a teşekkürü bir borç bilirim. Emrullah KALKAN