A. Bilgehan Başpınar ÜÇÜNCÜ BİR YOL PEŞİNDE Havva... Semâvî yahut İbrahimî olarak nitelendirilen pek çok dinin kabul ettiği üzere tüm insanlığın anası... Hepimizin ortak bir parçası Havva; bizden önce gelmişlerin ve bizden sonra geleceklerin benliklerinin, benliklerimizin günahkâr yanının tohumu. Kabil ile Habil'e rahmini açan kadın Havva, farklı ideolojilere gebe olan kadın. Bizler ise Havva'nın çocuklarıyız, en az parmak izlerinin desenleri kadar "birbirinden farklı bir kardeşler topluluğu"yuz bir bakıma. Elif Şafak da son kitabı olan "Havva'nın Üç Kızı" romanında farklı ideoloji ve hayat görüşlerini ana kahramanlar olan Peri, Şirin ve Mona ile sembolize ederek işte tam bu noktaya parmak basıyor; paletine taraf seçmişleri, arada kalmışları, fikir ayrılıklarını ve çatışmaları alarak genel bir dünya ve insanoğlu tablosu çiziyor. Mona ve Şirin, "mümin ve münkir" diyor Elif Şafak. Peri ise ne dünyanın tamamıyla somut varlıklardan ibaret olduğunu düşünüyor ne de Tanrı'yı elinin tersiyle itiyor. O bir şaşkın, yazarın deyişiyle üçüncü bir yol peşinde olan bir "mütereddit". Peki ya ben, ben Havva'nın hangi kızıyım? İnanan mı günahkâr mı, muhafazakâr mı akılcı mı, yoksa Peri gibi bir arada kalmış mı? Hayatım sorgulamakla geçti diyebilirim, hiçbir öğretiyi ya da gerçek olarak sunulan bilgi kırıntılarını -açık bir tarafını ya da mantıksal bir eksikliğini gördüysem tabii- kabul etmedim. Beynimde dur durak bilmeyen; duyduklarımı, öğrendiklerimi
yahut öğretilenleri sürekli tartan bir terazi var sanki. Dolayısıyla, tüm kalbiyle birtakım doğrulara inanan ya da tüm benliğiyle bir tarafı savunan insanları kendimi bildim bileli ilginç bulmuşumdur. Günde beş kere düzenli bir şekilde övmem gereken bir Tanrı fikri de yabancıdır bana, Tanrı'nın varlığını reddedip kendince bunun kanıtlarını sıralayan bir zihniyet de. Dindarlık fikrine oldukça uzak olmama rağmen, Tanrı'ya inanan insanların elinde en azından birtakım "Tanrı göstergeleri"nin -kutsal kitaplar/metinler, peygamberler gibi- olması sebebiyledir sanırım, ateizm kavramı çok daha cüretkâr ve gerçekliğe yatkınlık açısından risklidir bence. Anlayacağınız, biraz Peri gibiyim ben de, ne muhafazakâr ne günahkâr, belki bir arada kalmış, bir ikircikli. Her ne kadar önüne çıkan çatallı yol ayrımlarından ziyade Peri gibi üçüncü bir yol peşinde olan biri olarak, hiçbir akıma ya da tarafa ait olmayarak, kendimi zaman zaman perdeyle pencere camı arasına sıkışmış bir arı gibi hissetsem de sorgulamanın önemini inkâr edemem, edemeyiz. Cennetten kovulan bir ananın evladı olarak insanoğlu kusurludur, hatta Hristiyanlığa göre her bebek günahkâr olarak doğar ve günahlarından arınması için vaftiz edilirmiş. Nitekim insan elinin değdiği, insan üretimi olan her şeyde de bir kusur vardır: dinde, kültürde, en önemlisi fikirde. Dolayısıyla, insanın kendi fikirlerini, inançlarını sorgulaması, küçük bir "acaba?" sorusu bence insanın elde edebileceği en büyük güçlerden birini oluşturur. Her fikirde bir hata, her karşı fikirde bir doğruluk payı olduğunu düşünürsek körü körüne inanmama, sorgulama ve diğer fikirlere açık olma şu ana kadar hiç elde edemediğimiz bir durumun anahtarıdır aslında: dünya barışı ve birlik. Öyle ki, tarihin elinin uzanabildiği her noktada dünya, pek çok kez fikir çatışmalarından, ideoloji ayrılıklarından doğan savaşlara, anlaşmazlıklara muharebe meydanlığı etmek zorunda kalmıştır.
İnsanlar kitapta olduğu gibi sadece Tanrı'nın varlığı, yokluğu ya da Tanrı korkusunun hayata ne kadar yansıtılması gerektiği konusunda ayrılığa düşmemiştir; onun varlığını kabul edip ona tapma kadar büyük bir ortak noktaları olan insanlar bile birtakım sınıflara ayrılmıştır. Kimi Müslüman, kimi Hristiyan, kimi Yahudi olarak addedilmiş ve bu gruplar kendi isimlerini yüceltmek için cihat adı altında, Haçlı Seferleri adı altında kırıp dökmekten geri durmamıştır. Bu bana son zamanlarda öyle anlamsız geliyor ki her dinin farklı bir tanrısı olduğuna yönelik saçma bir algı yerleşmiş sanki kusurlu insan zihnine. Oysa din, kökeni olan Tanrı'ya inanma ve tapınma fikrinin farklı kültür ve uygulamalar ile harmanlanmasıyla oluşmuş bir yapılanmadan ibarettir bence. Bu durum, iletişim kurabilmek için konuşmak, ama bunu farklı bölgelerde farklı diller kullanarak yapmaktan farklı değil. Sonuç olarak, dinî grupların çatışması yahut savaşması da en az "Sen benim dilimi konuşmuyorsun!" deyip adam öldürmek kadar mantıksız. Hatta şöyle bir düşününce, dinlerin dillere göre daha çok ortak noktası var. İslam'da gördüğümüz birtakım yaptırım ve uygulamalar Yahudilikte de mevcut mesela, oruç tutmak gibi, domuz eti yememek gibi. Benzer şekilde Hristiyan rahibeler de Müslüman kadınlar gibi saçlarını kapatır, uzun elbiseler giyerler. Peygamberler bile aynıdır mesela, ha Yusuf ha Joseph, ha Musa ha Moises, ha Yakup ha Jacob, ne fark eder? Hatta bu "Ne fark eder?" meselesini kendi hayatıma da uygulamış durumdayım, anlayabileceğiniz üzere benim bir dinim yok. Sadece Tanrı'ya inanır -ki bazen onun varlığını bile sorgularım-, iyi şeyler yapmaya çalışırım. Tabii bu noktada, benim hayatın herhangi bir alanında taraf tutuyor olmayışım ya da hayatı sorgulama temeline inşa edişim, sizin de böyle yapmanızı gerekli
kılmıyor. Demek istediğim burada niyetim kimseye akıl vermeye çalışmak değil. Her ne kadar bence sorgulama ve belli gruplara bağlı kalmama, bir diğer deyişle "taraftarlaşmama" insanlık çapında düşündüğümüzde birleştirici bir niteliğe sahip olsa da siz kendinizi belirli bir dine yahut topluluğa ait hissederek hayatınıza anlam kattığınızı düşünüyor olabilirsiniz. Buna hiçbir itirazım olmaz doğrusu. Zaten sorgulama hakkında fikir beyan edip sorgulamayı reddeden anlayışa katiyen karşı çıkarsam söylediklerimin bir anlamı kalır mı? Anlayacağınız ben sorgulamamı da sorguluyorum!
Kaynakça: Şafak, Elif, and Omca A. Korugan. Havva'nın U c Kızı. Doğan Kitap, 2016. 1. Görsel: "Havva'nın Üç Kızı." D&R. http://www.dr.com.tr. 2. Görsel: "İbrahimî Dinler." Vikipedi. https://tr.wikipedia.org/wiki/ibrahimî_dinler.