Kente Karşı Suç, Kentsel Rant ve Türkiye Ünite 5 Yerel Yönetimler Tezsiz Yüksek Lİsans Programı TÜRKİYE DE KENT HAKKI Doç. Dr. Ahmet MUTLU 1
Ünite 5 KENTE KARŞI SUÇ, KENTSEL RANT ve TÜRKİYE Doç. Dr. Ahmet MUTLU İçindekiler 5.1. KENTE KARŞI SUÇ, KENTSEL RANT VE TÜRKİYE... 3 5.1.1. Kente Karşı Suç... 3 5.1.2. Kentsel Rant ve Gerilimler... 5 5.1.3. Kente Karşı Suç, Kentsel Rant ve Türkiye... 7 5.2. KAYNAKÇA... 9 2
Kente Karşı Suç, Kentsel Rant ve Türkiye Ünite 5 5.1. KENTE KARŞI SUÇ, KENTSEL RANT VE TÜRKİYE 5.1.1. Kente Karşı Suç Kentbilim Terimleri Sözlüğü ndekente karşı suç kavramı konusunda yapılan tanımlardan birisi, bir kentin doğal, tarihsel ve güzelduyusal değerlerine, bireyler, türlü örgütler ve hatta yöneticiler tarafından, değerlerini azaltıcı ve tümden yitirici zararlar verilmesi sonucunda, kamu duyuncunda (vicdanında) yarattığı rahatsızlıklar bu etkilere, yasalarda bu etkinlikler suç olarak tanımlanmış olmasalar bile, verilen ad biçimindedir. Bu tanım çerçevesinde kente karşı suç, kentin sahip bulunduğu ve temsil etmekte değerleri veya kentli haklarını zaafa uğratmak, bozmak ya da ortadan kaldırmak sonucunı doğuran kasıtlı ya da kusura dayanan eylemlerdir. Dolayısıyla olgu, temelde kent yaşamına ve kentin temsil ettiği değerlere yönelik her türlü olumsuz girişimi ifade eder. Kente karşı suç, kentin fiziksel, ekonomik, toplumsal ve kültürel vd. boyutlarıyla ilgilidir. Yani kenti kent yapan değer ve durumların hepsiyle ilgilidir. Bu bağlamda kent yönetiminden kent planlamaya, kentte yaşayanların haklarından doğal, tarihi ve kültürel yapıya, toplumsal yaşamdaki enformel yapılardan (mafyatik ilişkiler gibi) kent kültürüne kadar geniş bir alandaki olumsuzluklar biçiminde kendisini gösterebilir. Buna göre kent karşı suçu yalnız kentte yaşayan insanlar tarafından işlenen bir suç olarak algılamamak gerekir. Kente karşı suç; yöneticiler, siyasetçiler, teknokratlar, kentliler; yani bir şekilde kentle ilgisi olan herkes tarafından işlenebilir. Nitekim kente karşı suç kavramı içinde yer alan eylemlerden bazıları kent planlarının nesnellik, ussallık, açıklık ilkelerine uygun olarak yapılmaması, planların denetlenmemesi, plan dışı gelişmelerin kabul görmesi, kent hizmetlerinin yetersizliği, gecekondulaşmaya göz yumulması, kent mobilyalarının ve ortak kullanım alanlarının tahribi, kent tarihine sahip çıkılmaması, tarihsel dokuyu ve yapıları, çevreyi korumak konusunda gösterilen vurdumduymazlık, kente kaçak olarak sokulan kömür, et, akaryakıt gibi kentlilerin sağlığını ve kent estetiğini etkileyen olumsuz unsurlar olarak sıralanmaktadır. Tabi ki kente karşı suçun, kent sakinleriyle de ilgi bir boyutu vardır. Örneğin; balkonlara çamaşır asılmasını, yollara çöplerin atılmasını, yapıları birer beton yığınına dönüştüren mimari anlayışını da kentin estetik görünümünü bozduğu için kente karşı suç saymak gerekir. Çünkü burada zarara uğrayan yalnızca fiziksel mekân olarak kent değil, aynı zamanda kentlilerdir. Ancak, kentliler burada hem kente karşı suçun mağduru, hem de faili olabilmektedirler. Buradan da anlaşılacağı üzere, kente karşı suçlar daha çok yerleşik bir kent kültürü olmayan/zayıf olan ve dolayısıyla kentlilik bilinci düşük toplumlarda ortaya çıkmaktadır. Kente karşı suç kavramı, özellikle sürdürülebilir kentleşme yaklaşımına paralel olarak, 1990 lardan itibaren ortaya çıkmaya başladı. Yaşanabilir kentlerin nasıl oluşturulabileceğine yönelik arayışların bir ürünü olarak gündeme gelen kente karşı suç olgusu, kentte işlenen suçlarla karıştırılmamalıdır. Şüphesiz ki kentte işlenen suçlar, kentsel yaşam kalitesini önemli biçimde etkiler ancak bunlar, hukuk sisteminde tanımlı, teşhisi ve kovuşturması görece kolay olan suçlardır. Oysa kente karşı suç olgusunun yeni ortaya çıkmış olması nedeniyle henüz hukuk sisteminde açık ve belirli biçimde tanımlanmış değildir. Öte yandan kente karşı suçun yaptırımı ya da bu suçlar konusunda çözüm üretilmesi, diğer suçlardan farklı olarak, salt hukuk sisteminin kapsamı içinde yer almaz. Çünkü bu tür suçların toplumsal boyutu ön planda olduğundan, çözüm sürecinde herkesin söz hakkı ve katkı hakkı vardır. 3
Türkiye de Kent Hakkı Nitekim gelişmiş toplumlarda kentsel sorunlar, yalnızca politikacıların ya da plancıların çözmesi gereken teknik sorunlar olarak değil, demokratik olarak karar verilmesi gereken politik bir yaşam biçimi sorunu olarak görülür. GERÇEK in Kaliforniya, Berkeley deki Koruma Enstitüsü nün kurucusu yazarı C. SIEGEL in, Planlamamak: Yaşanabilir Kentler ve Politik Seçimler adlı kitabından aktardığı gibi Nasıl bir kentte yaşamak istediğimiz konusunda temel politik kararlar almalıyız. Kentlerimizi geri almak için yönetimlerin yanlış kararlarına karşı çıkıp yasaları değiştirmek, modernleşme ve büyümenin yıkıcı etkilerine politik sınırlar koymak zorundayız. Böylece kentlerin sorunlarını plancıların çözebilecekleri ölçeklere indirmek mümkün olabilecektir. Yaşanabilir kentler kurmak, kentte yaşayanların demokratik biçimde verecekleri politik kararlara ihtiyaç gösterir. Her ne kadar niteliği adli suçlardan farklı olsa da kente karşı suç kavramının somut bir anlam taşıyabilmesi, kente karşı suçun ya da kent suçlarının yasalarda açık bir biçimde tanımlanmasına bağlıdır. Bu yapılmadığı sürece ilgili kuruluşların siyasal ve etik sorumluluklarının ötesine geçmeyecek sorumluluklar söz konusu olabilir. Kişiler yönünden ise Medeni Kanunun komşuluk ilişkilerine ve haksız fiillere ilişkin kurallarına dayanmaktan başka çare yoktur. Öte yandan, kente karşı suç yasalarda tanımlansa bile bunun etkin olarak uygulanabilmesi kentte yaşayanların duyarlılığına bağlıdır. Dolayısıyla kente karşı işlenen suçlerin tespiti ve şikayeti, hayati biçimde bilinçli ve kentli haklarından haberdar kentlilerin varlığına bağlıdır. Bu noktada sözü edilmesi gereken bir diğer önemli kavram, kentli haklarıdır. Çünkü MENGİ nin de belirttiği gibi kente karşı suç eylemini gerçekleştiren kişi bir anlamda kentli haklarını da hiçe saymaktadır. Kentli hakları, diğer insan hakları dışında, kentlilerin ekonomik, sosyal, kültürel ve siyasal haklarını kentsel mekânda kullanabilmesi, kent yaşamının gerektirdiği şart ve imkânların kentlilere sağlanması olarak tanımlanabilir.henüz resmi bir uluslararası belge niteliği kazanamayan, ancak uluslararası ve ulusal düzeyde pek çok politikaya temel teşkil eden, Avrupa Konseyi nin hazırladığı 1992 tarihli Avrupa Kentsel Şartı nın ilkelerinden pek çoğu, başta 1996 yılında İstanbul da yapılan Habitat II olmak üzere, bazı konferansların bildirgelerinde yinelenmiştir. Kadınlar, çocuklar, yaşlılar ve engelliler için de öncelikli kentli gruplar olarak bir dizi politikalar önerilmekte ve yaşama geçirilmesi beklenmektedir. Yerellik, katılım, demokrasi, yaşam kalitesinin korunması ve çevreye karşı duyarlılık ve sürdürülebilirlik de kentli haklarıyla birlikte anılmaktadır. Kentli hakları, hukuki niteliği gereği hak ve sorumluluk gibi iki temel özelliğe sahiptir. Bunlardan ilki, kentte yaşayanların ekonomik, toplumsal, çevresel ve siyasal gereksinmelerinin karşılanması bağlamında yönetici erkin (merkezi devlet ya da yerel yönetimler) yükümlülüklerini içermesidir. İkincisi ise kentlilerin bu hakların gerçekleştirilmesine, korunmasına, geliştirilmesine ilişkin taleplerini kent yönetimine bildirebilmelerinin, bununla ilgili eylem ve etkinliklerde bulunmalarının, örgütlenmelerinin, bunlara ilişkin kararlara katılmalarının, bilgi istemelerinin ve denetlenmelerinin güvence altına alınmasıdır. Diğer deyişle, kentsel hizmetlere erişmek hak, kente karşı sorumluluk ise görev dir. Kentli haklarının bu iki niteliğiyle gerçekleşmesi, yönetimin olabildiğince özerk, katılımcılığa dayalı ve demokratik olmasına bağlıdır. 4 Kentli haklarının karakteristiği ortak kullanılabilecek bir hak oluşudur. Bu hakların sağlıklı gerçekleşmesi ve sağlıklı işleyişi, dayanışma ve işbirliğini gerekli kılar. Kentte yaşayan bireylerin ve toplumsal grupların birbirleriyle ve toplumla olan ilişkilerinin yanı sıra merkezi yönetim ve yerel
Kente Karşı Suç, Kentsel Rant ve Türkiye Ünite 5 yönetimlerle olan ilişkilerinde dayanışma ve işbirliği ilkesinin gerçekleşebilmesi ise demokratik ve hak arama özgürlüğüne sahip bireyler ve onları koruyabilecek hukuk kurallarını gerektirir. Dolayısıyla kentli haklarının pratiğe aktarılabilmesi, yönetimin özerk, katılımcılığa dayalı ve demokratik olmasının yanısıra hukuk devletinin varlığını da gerektirir. Yukarıda da değinildiği gibi kente karşı işlenen suçların farkına varabilmek ve bu durumda kentli haklarını kullanabilmek, kentte yaşayanların duyarlılığına bağlıdır. Bu noktada kentte yaşamak la kentli olarak yaşamak arasında ayrım yapmak gerekir. Çünkü kabul edilmelidir ki kentte yaşayan herkes, böyle bir duyarlılığa sahip olmadığı gibi bizzat bu tür suçları işleyenler olabilmektedir. Oysa kentli birey, niteliksel olarak bunlardan farklıdır çünkü kentlilik bilincine sahiptir. Kentlilik bilinci, bireylerin kente yaşadıklarını ve kentli olduklarını bilmeleri ve bundan dolayı kente özgü tutum ve davranışları benimseyerek, bunları uygulamaları gerektiğinin farkında olmaları durumu olarak tarif edilebilir. Başka ifadelerle kentlilik bilinci, kent kültürünü anlamak, kendini kente, kentin dinamiklerine ait ve güvende hissetmek, kentsel oluşumlardan sorumluluk duymak olarak ifade edilebilir Kentlilik bilinci, kent kültürü, kentsel kimlik ve aidiyet, kültürel çeşitlilik, kentsel mekân ve kente karşı sorumluluk gibi unsurların bir bileşimi olarak görülebilir. Kent kültürüne sahip birey, kendini daha iyi ifade edebilen, kentle ilgili her konuda fikrini söyleyebilen, kentsel hakları ve sorumluluklarını bilebilen, sivil toplum örgütlerinde yer alabilen, toplumsal sorumluluk alabilen ve toplumsal dayanışmaya önem veren kişiliğiyle kendini gösterir. Kentli bireylerin varlığı kentleri daha yaşanılır mekânlar kılacağı gibi insanlık erdemlerinin de gelişmesine katkı sağlar. 5.1.2. Kentsel Rant ve Gerilimler Kentlerin hızlı ve aşırı büyümesine bağlı sorunların çoğu kent topraklarıyla ilgilidir. Kente yönelen göçlerle birlikte, geçmişte boş olan araziler arsalara dönüşerek değer kazanmaktadırlar. Bu değer artışından kaynaklanan rant, kent alanlarının kullanım kararlarında önemli yer tutmaktadır. Oluşan rantın bölüşümü ve bölüşüm sırasında ortaya çıkan adaletsizliklerin giderilmesi, sorunlu konulardır. Gelişmekte olan ülkelerde, rantın oluşum ve bölüşümünün ekonomik süreçlerden çok siyasal süreçler tarafından belirlendiği için söz konusu sorunlar daha çok ve karmaşıktır. Bu ülkelerde kent toprağı bir spekülasyon aracı olarak kullanılmaktadır. Kent toprağının spekülasyona konu olması ise kent planlaması uygulamalarından, düşük gelirlilerin konut edinmesine kadar bir çok konuda sorunlar yaratmaktadır. Kent planlarıyla getirilen düzenleme ve sınırlamalar, kentin belli bazı yerlerindeki toprak değerini, diğer yerlerdekilerden daha fazla artırabileceği gibi bazı yerlerdeki toprakların da değerini düşürebilir. Yani, toplumsal yara adına hareket eden kamu yönetimleri ve planlama örgütlerinin vermiş olduğu kararlarla, arsa sahiplerinin çıkarları olumlu ya da olumsuz biçimde etkilenmiş olur. Şu durumda, arsa üzerindeki bireylerin çıkarları ile toplumun çıkarları arasında bir çelişki vardır. Bu iki zıt çıkarın bağdaştırılması ve uzlaştırılması, arsalardaki değer artışlarını sağlayan devletin öncülüğüyle olur. Çünkü böyle bir değer artışının kaynağı, kamunun kendi eylem ve işlemleri sonucunda arsalar üzerinde imar hakları yaratmasıdır. İmar hakkı, toprak üzerindeki bireysel mülkiyetin, sahibine, imar ve inşaat eylemleri sonucunda sağladığı tüm hakları anlatır. Belediyeler ve kamu yönetimleri, arsalara belediye hizmetleri götürerek ve alt yapı sağlayarak 5
Türkiye de Kent Hakkı imar haklarını yaratmalarından dolayı, arsaya değer kazandırmış olmaktadırlar. Bundan dolayı, kazanılan bu değerin kamu ile bireyler arasında bölüştürülmesinde, kamu söz ve hak sahibidir. Toprağın mülkiyetine sahip olan bireyler, kamunun eylem ve işlemlerinden çıkarları bozulduğunda birey olarak ya da topluca, planlı çalışmaların başarıya ulaşmaması için büyük baskılar yaparlar. Bunların aynı zamanda zengin kişiler olması durumunda, genellikle siyasal alanda etkili olmak suretiyle, planların kendi çıkarları doğrultusunda değiştirlimesini sağlarlar. Bu durum, arsa sahibi olup, zengin ve nüfuz sahibi olmayanların aleyhine gelişne bir durum olduğundan, kentsel süreçlerde bir takım çelişkileri ve sorunları besleyebilmektedir. Kentsel rantın önemli bir boyutunu konut oluşturur. Konut, kentlerde eşitsizlik üretiminde etkili olan önemli bir rant aracı olarak işlev görebilir. Konut merkezli bu tür sorunların bir boyutunu, tarihi, kültürel ve çevresel değerlerin daha fazla rant elde etmek amacıyla yok edilmesi oluşturur. Bu bağlamda, özellikle büyük kentlerde alışveriş merkezi, lüks konut siteleri, büyük oteller, gökdelenler yapmak üzere, yapı yoğunluğu artar; buna karşılık, kültürel tesisler, yeşil alanlar ile dinlenme alanları azalır. Bu durum, yasa dışı eylemleri de doğurabilir. Özellikle ranta ortak olmak isteyen yasa dışı çevrelerin türemesi ve bu amaçla, haraç almak, başkasının arazisini parselleyip satmak, çıkar amaçlı suç örgütü kurmak, rüşvet, görevi kötüye kullanmak gibi yöntemler geliştirebilirler. Bütün bu olumsuzluklar ise kent sakinlerinin yaşam kalitesini olumsuz yönde etkiler ve kentsel gerilimlere neden olur. Kentsel rantın bir başka ve daha fazla gerilim potansiyeli taşıyan boyutu, çeşitli nedenlerle çöküntüye uğrayan eski kent içi alanların kentsel dönüşüm, kentsel yenileme, kentsel canlandırma, kentsel koruma ve soylulaştırma gibi çeşitli yeniden yapılandırma çalışmalarıyla kentsel dokunun dönüştürülmesiyle ilgilidir. Kenti yeniden yapılandıran söz konusu yöntemler, sadece fiziksel bir yenileme ve dönüştürme faaliyeti olmayıp, aynı zamanda toplumsal ve siyasal bir nitelik taşımaktadır. Çünkü bu değişim ve dönüşümler, oradaki toplumsal yaşamı da dönüştürmektedir. Mesela soylulaştırma (gentrification) ile eski kent içi alanların hem mekansal hem de sınıfsal değişimini ifade eden bir kavramdır. Batı da soylulaştırma, yeni orta sınıf ve işçi olmak üzere, iki farklı sınıfın karşılaşması biçiminde başlayıp, işçi sınıfının yerinden edilmesiyle sonuçlanmıştır. Genel olarak tüm dünyadaki görünümü ise yaşam koşulları iyice gerilemiş işçi sınıfı ve gelir düzeyi gerilemiş diğer marjinal grupların kent içindeki konut seçeneklerinin kısıtlanması biçimindedir. Soylulaştırmanın bir diğer görünümü de eski kent içi alanlarında mülkiyet ve arazi değerleri üzerinden kentsel rantlar yaratılarak, bunların belirli sınıfların kullanımına ve talebine açık hale getirilmesidir. Nitekim bu alanların soylulaştırma neticesinde çöküntü alanlarının yerini, lüks konutlar, alışveriş merkezleri, oteller ya da turizm merkezli tesisler almaktadır. Kentsel yeniden yapılandırmayla mekansal ölçekte gerçekleşen fiziksel ve toplumsal dönüşüm, kaynakların bölüşümü açısından sınıflar arasında eşitsiz bir ortam yarattığı gibi oranın eski sakinlerinin de yerinden edilmesine yol açmaktadır. Kentsel mekandaki sınıfsal ayrışma ve yerinden edilme meselesi, ciddi bir gerilim nedeni olmaktadır. Çünkü bir kere, kentsel yenileme ile niteliği değişen ve rant değeri yükselen bölgelerde, bu bölgede daha önce yaşayan yoksul ve dar gelirlilerin ucuz konut edinme ve barınma olanakları azalmaktadır. Ayrıca bu kesimin sınırlı satın alma gücü dolayısıyla da buralarda yaşaması güçleşmektedir. Öte yandan, bu sınıfın konut sorununun yanısıra buralarda çalışma yaşamlarına ve iş olanaklarına yönelik de çözüm üretil- 6
Kente Karşı Suç, Kentsel Rant ve Türkiye Ünite 5 memektedir. Dolayısıyla kentsel yenileme ile yerinden edilenler, ucuz konut ve yaşam sağlama amacıyla kentin çevresinde, hatta dışında yaşama durumuyla karşı karşıya kalmaktadırlar. Bu bakımdan, özellikle soylulaştırma gibi yöntemler, her ne kadar gerilemiş bir semtin ya da mahallenin iyileştirilmesi gibi görünse de toplumsal niteliği itibariyle yoksul ve marjinal grupların yerlerinden edilmesine yol açmakta, bu da toplumsal gerilim potansiyelini yükseltmektedir. 5.1.3. Kente Karşı Suç, Kentsel Rant ve Türkiye Netice itibariyle Türkiye kentleşmesinde 1980 le başlayan ve günümüze kadar gelen süreç, kentlerin bir yandan önceki dönemden devraldığı gecekondulaşma, enformel ilişkiler ve sektörler gibi çeşitli kentleşme sorunlarını, diğer yandan da yeni dönemin kentsel yoksulluk, mekansal ayrışma, cemaatleşme gibi sorunları içeren bir niteliğe sahiptir. Yukarıdaki sorunlu süreç, doğal olarak kente karşı suç bağlamına da sahiptir. Türkiye de kente karşı suçların daha çok imar suçları üzerinde yoğunlaştığı tespit edilmektedir. İmar suçları çeşitli biçimlerde gerçekleşmektedir. Bunlardan birisi, kent planlarının, bir araç olarak kullanılmasıyla gerçekleşmektedir. MENGİ ye göre imar kararları ile kentsel topraklarda ve öteki taşınmazlarda değer artışı yaratılması imar planlarını kentsel rantın yaratılması ve paylaştırılması/dağıtılması aracı haline getirmektedir. İmar kararlarının alınmasında ve değiştirilmesinde bazı kişilerin ya da grupların etkili olması, bireysel yararların kamu yararının önüne geçmesine, kentin kültürel değerlerinin yok olmasına, kent kimliğinin yitirilmesine, kentsel toprakların spekülasyona konu olmasına, gelir dağılımında adaletsizliğin ortaya çıkmasına, kentin fiziksel altyapısının yetersiz hale gelmesine ve pek çok çevresel soruna neden olarak kente karşı suç işlenmektedir. İmar uygulamaları yoluyla kente karşı işlenen suçların ikinci türü, imar kararlarına uyulmayarak, bu kararlar hiçe sayılarak yapılan eylemlerdir. Bu kümedeki suçlar, aslında, tam anlamıyla imar suçlarıdır. Kişilerin bireysel yararlarını ön planda tutarak imar planlarına, yürürlükteki imar mevzuatına aykırı olarak gerçekleştirilen imar faaliyetleri söz konusudur. İmar planlarında yer alan yapı yasaklarına uyulmaması, kent topraklarının çok fazla parçalara ayrılması, kullanım, yükseklik ve yoğunluk bölgelemesi kurallarının çiğnenmesi, yapı yapma ile ilgili getirilen kurallara aykırı davranılması hep imar planlarına ve kararlarına uyulmayarak işlenen suçlardandır. Kamu yönetimlerinin imar planlama sürecinde kendisine verilen izin ve denetleme yetkilerini mali, teknik, personel yersizliği ve kimi zaman partizanca ve çıkar gruplarının baskıları sonucu yeterli biçimde kullanamamalarının yanında, bu suçları bizzat işlemeleri de ilginçtir. Zorunluluk, diğer bir deyişle bağlayıcılık ilkesinin göz ardı edilmesi sonucu, planları yapan kamu yönetimleri, hem öteki toplumsal aktörlerin imar planlarına uygun davranmasını sağlayamamakta, hem de çoğu zaman plan kararları ile kendilerini bağlı saymamaktadır. Öte yandan bu konuda kent sakinlerinin bilinçlilik durumu da sorunludur. Bir ampirik (uygulamalı) çalışmaya göre Türkiye de kentsel yaşamın gerektirdiği çeşitli talepleri ve sorumlulukları içeren yaşanabilir kent olgusuna yönelik anlayışların ve uygulanmaların, yaygın biçimde yaşama geçirildiği söylenemez. Yaşanabilir kent anlayışının uygulanamamasında, bu anlayışın kent yöneticileri tarafından uygulanabilir, kentte yaşayanlar tarafından da öncelik olarak görülmemesinin önemli payı vardır. Bu bakımdan, Türkiye de kentli haklarına uygun kentsel 7
Türkiye de Kent Hakkı hizmetlerin sunulduğu nu söylemek doğru olmadığı gibi kentli haklarının gerçekleşmesine yönelik talepler olduğu nu söylemek de gerçekçi değildir. Bunun temel nedenlerinden birisi de ülkemizde kentlilik bilincinin gelişmiş olmaması olarak gösterilmektedir. MUTLU nun yapmış olduğu bir başka ampirik çalışmada, ülkemizde kentlileşmenin görece yavaş seyrettiği tespit edilmiştir. Bir diğer deyişle, kentleşme süreci kentlerde geleneksel kültürel değerleri hızla aşındırırken, kentlilik özellikleri çok yavaş kazanılmaktadır. Hem geleneksel değerlerin, hem de kentlilik değerlerinin yaşanmıyor oluşu, özellikle metropollerde kültürel bir boşluğa, kimliksizliğe ve yabancılaşmaya yol açmaktadır. Öte yandan,kentlilik bilincinin kentsel yaşam kalitesini artırmaya yönelik olarak davranışa dönüşmediği tespit edilmiştir. Bunun temel nedenlerinden birisinin de kentli bireyin, hukukun ve yönetsel kolluk güçlerinin desteğini arkasında hissetmemesi olduğu ortaya çıkmıştır. Kentteki bireylerin kentsel haklarını koruma/arama sürecinde can ve mal bütünlüğüne, kişisel ve ailevi onuruna zarar gelmeyeceğinden emin olmadıkları; bunların, kolluk gücünün daha duyarlı olmasına ve olaylara zamanında müdahale etmesine ihtiyaç duyulduğu ortaya çıkmıştır. 8
Kente Karşı Suç, Kentsel Rant ve Türkiye Ünite 5 5.2. KAYNAKÇA KELEŞ, R. (1998), a.g.e., s.79. KARASU, M.A. (2009), Kente Karşı Suç, Savaş Kitabevi, Ankara, s. 27. ERTAN, K.A.(2008), Kentli Hakları Ve Kente Karşı Suç Bağlamında Kentli Etiği, Muğla Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi (İLKE), Bahar, S: 20, s. 12. MENGİ, A. (2007), Kente Karşı Suç-İmar Suçu, Dosya 06, Bülten 55, Kasım-Aralık, s.47. GERÇEK, H.(2011), Kente Karşı İşlenen Suçlar, Radikal İki, 22 Mayıs. KELEŞ, R. (2007), Kente Karşı Suç, Dosya 06, Bülten 55, Kasım-Aralık, s.46. MENGİ, a.g.e., s.47. MUTLU, A. (2010), a.g.e., s.105. MENGİ, a.g.e., s.47 GERAY, C.(2000), Kenttaşlık Hakları, Türkiyede İnsan Hakları, Haz. O. Çitici, TODAİE Yayını, Ankara, s. 499-510. DUR, V. (2009), Kentli Hakları çerçevesinde Kentleşme, Çalışma Ortamı, Mayıs-Haziran, s. 8-10. KENTLEŞME ŞURASI 2009, a.g.e. ERTÜRK;SAM, a.g.e., s.147. KELEŞ, R. (2012),.a.g.e., s. 543. KELEŞ, R. (2012),.a.g.e., s. 542. KARASU, a.g.e., s. 88. ŞEN, B. (2005), Soylulaştırma: Kentsel Mekanda Yeni Bir Ayrışma Biçimi, İstanbul da Kentsel Ayrışma, Bağlam Yayınları, İstanbul, s. 128. ŞEN, a.g.e., s.156. MENGİ, a.g.e., s. 47-48. MUTLU, A. (2010), a.g.e., s. 271. 9
Türkiye de Kent Hakkı 10