Derleyen: Giray Tarhanoğlu Fatih Sultan Mehmet Han ve II. Beyazıt Han. DİL ve EDEBİYAT 19 AYIN DOSYASI



Benzer belgeler
İLİM ÖĞRETMENİN FAZİLETİ. Bu Beldede İlim Ölmüştür

OSMANLI YAPILARINDA. Kaynak: Sitare Turan Bakır, İznik

Edirne Camileri - Eski Cami. Ahmet Usal - Edirne Vergi Dairesi Başkanlığı

Türkçe Ulusal Derlemi Sözcük Sıklıkları (ilk 1000)

OSMANLI MEDRESELERİ. Tapu ve evkaf kayıtlarına göre orta ve yüksek öğretim yapan medrese sayısı binden fazlaydı.

Divan Edebiyatının Önemli Şair ve Yazarları. HOCA DEHHANİ: 13. yüzyılda yaşamıştır. Din dışı konularda şiir yazan ilk divan şairidir. Divanı vardır.

NOT : İMAM-I RABBANÎ Hz. bu mektubu muhterem şeyhi Muhammed Bakibillah'a yazmıştır.

III. MİLLETLER ARASI TÜRKOLOJİ KONGRESİ Y A Z M A ESERLERDE SERGİSİ. 24 Eylül - 5 Ekim 1979 SÜLEYMANİYE KÜTÜPHANESİ.

SULTAN MEHMET REŞAT IN RUMELİ SEYAHATİ 5

Efendim, öğrendiklerimin ikincisi; çok kimseyi, nefsin şehvetleri peşinde koşuyor gördüm. Şu âyet-i kerimenin mealini düşündüm:

Necip Fazıl ın Yaşamındaki Düşünce Labirentleri - Genç Gelişim Kişisel Gelişim

ESKİ TÜRK EDEBİYATI TARİHİ- 14.YÜZYIL TEMSİLCİLERİ

Balım Sultan. Kendisinden önceki ve sonraki Postnişin'ler sırası ile ; YUSUF BALA BABA EFENDİ MAHMUT BABA EFENDİ İSKENDER BABA EFENDİ

Müşterek Şiirler Divanı

Revak Kitabevi, 2015 Tüm hakları Revak Kitabevi ne aittir. Sertifika No: Revak Kitabevi: 30 Bektaşîlik Serisi: 4. Fakrnâme Vîrânî Abdal

(Seni sevdiğim için eğer benden bedel isterlerse, iki cihânın mülkünü versem bile bu bedeli ödemeye yetmez.)

Ana Stratejimiz Milletimizle Gönül Bağımızdır BÜLTEN İSTANBUL B İ L G. İ NOTU FİLİSTİN MESELESİ 12 de İÇİN 3 HEDEFİMİZ, 3 DE ÖDEVİMİZ VAR 3 te

1. HAYATI ESERLERİ Divan Vâridât Ankâ-yı Meşrık Devriyye-i Ferşiyye...17

SELANİK HORTACI CAMİSİ

50 MİMARİ I TAHİR AĞA TEKKESİ TAHİR AĞA TEKKESİ. Yazı ve Fotoğraf: İsmail Büyükseçgin /

GADİR ESİNTİLERİ -9- Şiir: İsmail Bendiderya

Nedim. - şiirler - Yayın Tarihi: Yayınlayan: Antoloji.Com Kültür ve Sanat

Birinci İtiraz: Cevap:

OSMANLI ARAŞTIRMALARI XXV

Prof. Dr. Osman HORATA TDE 472 Eski Türk Edebiyatı Ders Notları

Edirne Hanları - Kervansarayları. Ahmet Usal - Edirne Vergi Dairesi Başkanlığı

İnci. Hoca DİVAN EDEBİYATI NAZIM BİÇİMLERİ II (BENTLERLE KURULANLAR)

RESTORASYON ÇALIŞMALARI

Efendim! Şu direğin arkasında Ekmekçi Koca vardır, benden daha âlim ve âriftir. diyerek Şeyh Hamîdüddîn i açığa çıkarmıştır.

DURAKLAMA DEVRİ. KPSS YE HAZIRLIK ARİF ÖZBEYLİ Youtube Kanalı: tariheglencesi

Ramazan Manileri // Ramazan Manileri. Editors tarafından yazıldı. Cuma, 25 Eylül :55

Bilim,Sevgi,Hoşgörü.

Bugün mihman gördüm gönlüm saz oldu. Mihman canlar bize safâ geldiniz. Kalktı gam kasavet bahar yaz oldu. Mihman canlar bize safâ geldiniz

TOKAT IN YETİŞTİRDİĞİ İLİM VE FİKİR ÖNDERLERİNDEN ŞEYHÜLİSLAM MOLLA HÜSREV. (Panel Tanıtımı)

Sultan Abdülhamid Han hakkında 7 itiraf

Server Dede. - Server baba şu Bektaşilerin bir sırrı varmış nedir? Diye takılır, sula sorarlardı.

KİTABİYAT. Mevlānā Celāleddin-i Rumî, Mesnevî 1-2/3-4/5-6, Nazmen Tercüme: Ahmet Metin Şahin, Kaynak Yayınları, İstanbul 2006.

Kur'an-ı Kerimde tevafuk mucizesi Kainatta tesadüf yok, tevafuk vardır

HAYALİ, EFSANEVÎ VARLIKLAR VE İLİMLER

NOT : İMAM-I RABBANİ Hz. bundan önceki mektuplar gibi. bunu da büyük şeyhi Bakibillah'a yazmıştır.

Peki, bu bayramın bizlere nasıl hediye edildiğini biliyor musunuz? Dilerseniz bu kıssayı hep birlikte hatırlayalım.

20 Derste Eski Türkçe

Hoca Abdülkadir e Atfedilen Terkipler Erol BAŞARA *

SELANİK AYASOFYA CAMİSİ

Buyruldu ki; Aklın kemali Allah u Teâlâ nın rızasına tabi olmak ve gazabından sakınmakladır.

Nasrettin Hoca ya sormuşlar: - Kimsin? - Hiç demiş Hoca, Hiç kimseyim. Dudak büküp önemsemediklerini görünce, sormuş Hoca: - Sen kimsin?

Surre Alayı. Surre-i Hümâyun. Altınoluk. Surre Alayının Güzergâhları. Surre Alayının Güvenliği. Surre Alayının Yola Çıkması

Hacı Bayram-ı Velî nin Torunlarından Şair Ahmed Nuri Baba Divanı ndan Örnekler, Ankara Şehrengizi ve Ser-Güzeşt i

PROF. DR. MESERRET DĐRĐÖZ

OSMANLI ARAŞTIRMALARI

Azrail in Bir Adama Bakması

TANZİMAT I. DÖNEM: ŞAİR VE YAZARLAR. * Şinasi *Ziya Paşa *Namık Kemal. * Ahmet Mithat Efendi *Şemsettin Sami

Lütfi ŞAHİN /

Es-Seyyid Eş-Şeyh Abdülkadir El Abri Hazretleri

ŞATRANC-I UREFA (Arifler Satrancı) Satranç Hindistan da yaklaşık 1500 yıl önce bulunmuş klasik bir strateji oyunudur. Satranç Sanskritçe de

Şerif Mardin in tespitiyle bu coğrafyada en etkili faktör : Din

Recep in İlk Üç Orucunun Fazileti

Gerçek şudur ki bu konu doğru dürüst anlaşılmamıştır; hakkında hiç derin derin düşünülmemiştir. Ali-İmran suresinde Allah (c.c.) şöyle buyurur; [3]

2. Enver Paşa. 3. Rıza Tevfik Bölükbaşı

EVLİYA ÇELEBİYE GÖRE YANYA CAMİLERİ

Asker hemen komutanı süzerek cevap vermiş; 1,78! Komutan şaşırmış;

PERVARİ İLÇESİ. Siirt deki Kültür Varlıkları

Ateş Ülkesi'nde Ateşgâh Ateşgâh ı anlatmak istiyorum bu hafta sizlere. Ateş Ülkesi ne yolculuk ediyorum bu yüzden. Birdenbire pilot, Sevgili yolcular

Türkiye Yazma Eserler Kurumu Başkanlığı. Yayın Kataloğu

03-05 Ekim / October Yrd. Doç. Dr. Mehmet YAZICI

YAHYA KEMAL BEYATLI ( )

Âmil Çelebioğlu nun Ölümü İçin Yazılanlardan

Bu vesileyle hem vefk usülü tarihi hem de zaman içinde husule gelen bazı hissiyatımızı ifade eden manzumeleri bir araya getirmek istedik.

İsimleri ilk önce Berre idi, Zatı saadetleri ile evlendikten sonra ismini değiştirip Meymune koydular.

ÖZGEÇMİŞ. Yasemin ERTEK MORKOÇ

Fotobiyografi AHMET MİTHAT EFENDİ. AHMET MİTHAT (İstanbul, Aralık 1912)

Doğru bildiğini her yerde haykıran, kimseye eğilip bükülmeyen birisiydi Neyzen Tevfik..

Batıda yayılan milliyetçilik akımı bizde olduğu gibi İslâm dünyasını da etkisi altına almıştır.

AnkaraVilayetiYabanabadKazası ŞeyhlerKaryesi(1.Ş EYLÜL 1840)NüfusSayımı

Devleti yönetme hakkı Tanrı(gök tanrı) tarafından kağana verildiğine inanılırdı. Bu hak, kan yolu ile hükümdarların erkek çocuklarına geçerdi.

Mirza Tahir Ahmed Hazretleri Cuma Hutbesinde, duanın aşağıdaki bahsedilen durumda şartsız olarak kabul edileceğini söyledi;

İSLAM UYGARLIĞI ÇEVRESINDE GELIŞEN TÜRK EDEBIYATI. XIII - XIV yy. Olay Çevresinde Gelişen Metinler

Anlamı. Temel Bilgiler 1

SULTAN VELED DİVANI (ÇEV. PROF. DR. VEYİS DEĞİRMENÇAY) ŞEYDA ARISOY

O, hiçbir sözü kendi arzularına göre söylememektedir. Aksine onun bütün dedikleri Allah ın vahyine dayanmaktadır.

Get to know Hodja Dehhânî Through Other Poet s Poems:

ESAM [Ekonomik ve Sosyal Araştırmalar Merkezi] I. Dünya Savaşı nın 100. Yıldönümü Uluslararası Sempozyumu

İlim gıda gibidir. Ona her zaman ihtiyaç vardır. Faydası da herkesedir.

Bir gün Hz. Ömer (r.a) camiye giderken bir çocuğun acele acele camiye gittiğini görür. Hz. Ömer (r.a):

Yeni Osmanlılar Cemiyeti Kurucularından Mehmed Âyetullah Bey Dönem-İnsan-Eser

Pir Sultan ABDAL. Sana kıyanlar tarihin kara sayfalarında, sen ise milyonların kalbindesin Ey Ali Aşığı Pir Sultan

Cennet, Tanrı nın Harika Evi

Hz. Muhammed. (s.a.s.) in Doğumunun 1437 inci senesi vesîlesiyle.. 18 Mart 2008 Lütfi Kırdar Kongre Merkezi

Azîzim! Çün harab ola cihan-ı fani. Bir pula verirlerse alma anı. Fani olanın baki olana nisbetle ne değeri olabilir ki!

Emine Aydın. Resimleyen: Sevgi İçigen. yayın no: 104 ÇOCUKLAR için islâm TARiHi

SURUÇ İLÇEMİZ. Suruç Meydanı

Aynı kökün "kesmek", "kısaltmak" anlamı da vardır.

Dünyayı Değiştiren İnsanlar

Diğer müritlerin neşeyle elindekileri takdiminden sonra, Aziz Mahmut Efendi, boynunu bükerek bu kırık ve solmuş çiçeği üstadına takdim eder.

Deniz Esemenli ile Üsküdar Turu 27 Ekim 2013, Pazar

MİMAR SİNAN. Hazırlayan : Doç. Dr. Yavuz Unat. Mimar Sinan

Şeyhülislam Yahya Efendi nin torunu olan Ayşe Hubbi Hatun

Hak Teala (cc) itiraz edenlere Hud Suresinde şu kelimelerle cevap vermiştir:

Prof. Dr. ÂMİL ÇELEBİOĞLU HATIRA DOSYASI

İÇİNDEKİLER ÖNSÖZ...7 KISALTMALAR GİRİŞ İran ve Türk Edebiyatlarında Husrev ü Şirin Hikâyesi BİRİNCİ BÖLÜM Âzerî nin Biyografisi...

Transkript:

Bâkî: divan edebiyatının en büyük şairlerindendir. Şiirlerini en ince ayrıntıya kadar işlediğinden Bâkî ye şiirin kuyumcusu denilmiştir. Çok sağlam bir dil ve üsluba sahiptir. Tasvirleri çok canlı ve başarılıdır. Ahenkli şiirleri Osmanlı ülkesi dışında da zevkle okunmuş ve şairlerin sultanı unvanını almıştır. 18 DİL ve EDEBİYAT AY I N D O S Y A S I

Derleyen: Giray Tarhanoğlu Fatih Sultan Mehmet Han ve II. Beyazıt Han devirlerinde Arap ve Acem bilginleri ve eserlerine çok değer veriliyor, davetiyeler gönderiliyordu. Osmanlı payıtahtına gelenler, çeşitli ihsan ve rütbelerle ödüllendirilirken, gelemeyenlere de Asya ortalarına kadar hediye namıyla paralar gönderiliyordu. Yabancıların gördüğü bu iltifat, yerli âlimleri tabii olarak kıskandırıp gücendiriyordu. Le âlî ve Mesihî gibi şairler, duydukları kıskançlığı: Eğer Âdemde marifetse murad Ne fazilet verirmiş ana bilâd Ve: Mesîhî; gökten insen sana yer yok Yürü, var, gel Arabdan, ya Âcemden beyitleriyle açığa vurmuşlardı. Yabancı şairlere gösterilen itibar, Türk şairlerinde bir gayret uyandırdı. II. Beyazıt devrinden itibaren Osmanlı da orijinal telif eserler görülmeye başladı. Cem şairlerinden Sa dî ile Yavuz Sultan Selim Han ın öfkesine kurban giden Câfer Çelebi, İstanbul u konu edindiler. Câfer Çelebî; tercümenin değil, icat ve ibdanın gerektiğini söyledi. Yavuz Sultan Selim Han devriyle Kanunî Sultan Süleyman Han ın ilk zamanlarında yerli edebî eserlerde de büyük bir artış meydana geldi ve artık İstanbul Türkçesi Osmanlı ikliminde hüküm sürmeye başladı. Necâtî, Âhî, Zâtî gibi büyük şairler, adeta Bâkî devrini müjdelemişlerdi Bâkî nin Hayatı Şiirlerinde doğduğu şehrin lehçesini kullanarak dîvan edebiyatımıza yenilik ve güzellik katan Mahmud Abdülbâkî 1526 yılında İstanbul un Fatih semtindeki mahallelerden birinde dünyaya geldi. Babası Fatih Camii müezzinlerinden Mehmed adında bir zat olup 1566 Haziranında hac farizasını yerine getirirken yolda vefat etmiştir. Eski edebiyatçılardan bazıları, çeviri eserlerinde kendilerinden söz ederken Bâki Mevahibi-ledünniyye tercümesinde bunu yapmamış, aynı devirde yaşayan Tezkire-i şuarâ yazarları da Bâkî nin babasından bahsetmemiştir. Yalnız bu zatın 1565 senesinde Hicaz a gittiği ve orada vefat ettiği Şakayık zeylinde yazılıdır. Buna göre; babası öldüğü sırada şair, kırk yaşlarında ve Atâyî nin rivayetine göre kırk akça ile İstanbul da Murad Paşa Medresesi nde müderrislik yapmaktaydı. Babasının maddi durumu yetersiz olduğu için Bâkî yi saraç çıraklığına vermişti. İstanbul un saraçlar çarşısı, bugün Fatih parkının karşısında bulunan alandaydı Saraçhane semtine adını veren de bu çarşıydı. Saraçhanenin bir cephesi harap bir hâlde duran Amcazâde Hüseyin Paşa Medresesi nin karşısında olduğu gibi üç cephesi de medresede müteveccih kapısından girilince sağa, sola ve karşıya tesadüf eder, etrafı duvarla çevrilmiş, muhafazalı bir yerdi. 1908 yangını oraları sildi, süpürdü. İşte Bâkî, semtine yakın olan bu çarşıdaki dükkânlardan birine devam ediyor, o devrin gözde mesleklerinden biri olan saraçlık sanatını öğreniyordu. Bâkî nin hayatından bahseden her eser, şairin Karamanlı Mehmet Efendi tavsiyesiyle medreseye girdiğini yazar. Fakat hangi tarihte ve hangi medreseye girdiğini bildirmez. Şiirlerinde doğduğu şehrin lehçesini kullanarak divan edebiyatımıza yenilik ve güzellik katan Mahmud Abdülbâkî 1526 yılında İstanbul un Fatih semtindeki mahallelerden birinde dünyaya geldi. Babası Fatih Camii müezzinlerinden Mehmed adında bir zat olup 1566 Haziranında hac farizasını yerine getirirken yolda vefat etmiştir. DİL ve EDEBİYAT 19

Şakayık ı tercüme eden Edirneli Mecdî Çelebi, Karamanlı Hoca yı anlatırken onun Konya da okuyup İstanbul a geldiğini, Müderris olarak Konya ya tayin edildiğini, oradan sırasıyla Edirne ye, İstanbul daki Haseki Medresesi ne, Sahn Medresesi ne nakledildiğini, sonra tekrar Edirne ye gönderilip nihayet İstanbul daki Süleymaniye medreselerinden birine getirildiğini yazar. Atâyî de Şakayık zeylinde Karamanlı Mehmet Efendi nin sahndaki talebesinden on dördünün şair olduğunu, Bâkî nin de bunlar arasında bulunduğunu haber veriyor. Sahn medreseleri, oldukça ilerlemiş talebeye mahsus olduğundan bir saraç çırağının doğrudan doğruya böyle yüksek bir medreseye giremeyeceği tabiiydi. Onun için Bâkî nin ilk hocası hakikaten Karamanlı Mehmet Efendi ise onun Haseki müderrisi bulunduğu sırada, yani 1551 yılında dersine devam etmeye başlamış, sonra üstadıyla birlikte Sahn a geçmiş olabilir ki o tarihte şair 25 yaşlarında olmalıdır. Bâkî nin Sahn Medresesi ndeki iki senelik eğitimi gayet neşeli geçmişti. Çünkü arkadaşlarından on üçü şiire kabiliyetliydi. O medrese âdeta bir Encümen-i Şuarâ ve bir Bezm-i Edeb hâlini almıştı. Atâyî, Şakayık zeylinde ve Bâkî nin babasının tercüme-i hâli sırasında: İttifak-ı ara bunun üzerinedir ki ol tarihte Mevlânâ-yı mezburun şem ine cem olan emâsil ve yeni cem iyetine rağbet eden kavâbil bir zamanda cem olmamış olsa, Hucurat-ı medresesinde on dört şair cem olup kim görüptür ki ola bahri habab içre nihan mazmunu ıyan olmuştu dedikten sonra bu on dört şairden: Hoca Sa deddin, Bâkî, Nev i, Remzî Zâde, Husrev Zâde, Üsküplü Vâlihî, Karamanlı Muhyiddin, Edirneli Mecdî ve Cevrî ile Camcı Zâde Câmi Efendilerin isimlerini haber veriyor. Bâkî nin meşhur Sümbül kasidesini o dönemde yazdığını bildiriyor. Yukarıda belirtildiği gibi Karamanlı Mehmed Efendi 1554 te terfiyle Edirne ye gönderilmişti. Nev i, müderrisiyle beraber gittiği hâlde Bâkî gitmedi, Kadı Zâde Efendi nin Süleymaniye deki dersine devama başladı. Kadı Zâde diye şöhret almış olan bu zat, II. Beyazıd ın Sadrazamı ve (Şahkulu) muharebesinin kurbanı Atik Ali Paşa nın azadlısı Bedreddin Mahmud un oğlu Şemseddin Ahmed Efendi dir. Babası, azad edildikten sonra okumuş, âlim olmuş Edirne kadısıyken ölmüştür. Oğlundaki kadı zadelik unvanı oradan gelir. Kadı Zâde, babasının mesleğini takip ederek ilerlemiş, 1552 senesinde Süleymaniye müderrisi olmuş, Bâkî de dâhil olmak üzere birçok talebeye ders okutmuş 1555 te Halep e gidip gelmiş, nihayet 1577 de Şeyhülislam olup 1580 de vefat etmiştir. Bâkî onun için de bir kaside yazmıştır. Şair, bu kasidesinde Süleymaniye Medreselerinden birinin Kadı Zâde gibi bir âlime verilmesi üzerine, kendisi ve arkadaşlarının, senelerce medrese köşelerinde ilim tahsil etmişken denize akan nehirler gibi onun dersine koştuklarını, açılan bir imtihanda görüşmeye girdiklerini, lakin üç yıldan beri medrese hücrelerinde kaldıklarını söylüyor. Fazilet sahiplerinin kubbe altında kalması layık mıdır, denizin bir habab (habâb: Su üzerinde olan hava kabarcıkları) altında gizlenmesi görülmüş müdür? diye soruyor. İhtiyacı olduğunu söyleyip akranından geri kalıp taltif edilmediğinden şikâyette bulunuyor. Bir yıl kadar bir binanın nezaretine memur edildiğini, orada iyi hizmet verdiğini hatırlatıp mükâfatını istiyor ve Onun zamanı gelmiştir, artık şanına ne düşerse ver diyor. Sonra da Nî metin vermekle biter mi? İbrahim Peygamber in sofrasındaki yemek, yenmekle tükenir mi? diye soruyor. Nihayet Ben olanı bildiriyorum. Emir yine Efendi mizin diyerek sözünü tamamlıyor. Bu kasidenin 1454 tarihinde yazıldığını ve o tarihte Nahcivan seferinden gelen Kanunîye verildiğini, bu- 20 DİL ve EDEBİYAT

nun üzerine padişahın övgülerine mazhar olduğunu Atâyî yazıyor. 1556 da Bâkî nin Halep e gönderildiğini ve bazı mahkemelerde nöbetçi vekil olduğunu yine Atâyî bildiriyor. Yine Atâyî nin beyanına göre Kadı Zâde Efendi 1555 te Halep kadısı olmuş, Bâkî de beraber giderek bazı mahkemelerde hocasına vekillik etmiş. Çağatayca bir tezkire-i şuarâ yazmış olan Sadık-ı Kitabdar, bir seyahati esnasında Halep e uğramış, orada nöbetçi olan Bâkî ile görüşmüş. Yekdiğerinden hoşlandıkları için Sadık, her gün Bâkî nin yanına gider, o da yeni gazellerini ona dinletirmiş. Bir gün; Hepsini bu gece yazdım diye beş gazel okumuş. Lebib Efendi Cevahir-i mültekata adlı kitabında bu fıkrayı Sadık ın kitabından naklettiğini söylediği gibi Fehîm Efendi nin Sefîne-i şuarâ isimli eserinde de vardır. Atâyî nin yukarıya naklettiğim Cenab-ı Mevlevîye kaside-i râiyyelerin ihdâ etmişler idi ibaresindeki Cenâb-ı Mevlevî, Bâkî nin hocası olup maiyetinde Halep e gittiği kadı Zâde Efendi dir. Bahsedilen kaside ise divânında mevcuttur. Bâkî, Halep ten dönüşünde Konya ya geldiği sırada, vazifesi başına giden Şam kadısı Ebüssuud Zâde Mehmet Çelebi ye rastlar ve ona bir kaside takdim eder. Bu hadise Zeyl-i Şekayik te yer almaktadır. Mehmet Çelebi, kasideyi çok beğenir ve Bâkî nin ödüllendirilmesi için babasına bir mektup yazar. Bâkî, Ebüssuud Efendi ye danişmend ve 1593 Ramazanında mülazım olarak bir medreseye tayin edilir. Rumeli kadıaskeri Hâmid Efendi, kanuna uygun değil diye medreseye tayinine tereddüt göstermiş ise de üst üste irade çıkması üzerine: 1563 te Silivri deki Piri Paşa Medresesi ne gönderildi. 1564 te İstanbul da Murad Paşa Medresesi ne getirildi. Bu tayinin sağladığı imkândan istifade ederek Kanunî nin kendisine gönderdiği şiirlerine onun emri üzerine nazireler yazıyor, ayrıca padişaha kasideler takdim ediyordu. Sultan la aralarındaki bu alaka zeki ve kabiliyetli şairin yeteneklerini padişaha göstermesine yardım etti. Bu yetenekli şairden hoşlanan Kanunî, ona Keşşâf, Hidâye, Ekmel adlı kitapların nefis birer nüshasını hediye etti. Bâkî de divanını padişahın emriyle düzenleyerek ona sundu. Padişahın iltifatı şairi manen ve madden zenginleştiriyordu. Bu münasebetle Aralık 1565 te on akça terakkiye nail oldu. Aynı yılın Zilhicce sinde (Aralık 1566), hacca giden babasının ölüm haberini aldı. Bu olaydan bir yıl sonra, Kanunî Sultan Süleyman ın Zigetvar dan ölüm haberi geldi. Daima himayesini gördüğü bu büyük sultana duyduğu derin ve samimi bağlılığı; onun tarihî, siyasî önemini ifade eden ünlü mersiyesini yazdırdı. Mersiyenin sonunda yeni padişaha intisabını da belirtti. 1566 da Murad paşa müderrisliğinden azledildi. 1567 de Mahmud paşa medresesine verildi. 1571 de Eyüp, 1573 te Sahn, 1585 de Süleymaniye müderrisi oldu. Yeni padişahın akşamcı olduğunu herkes biliyordu. Bâkî kutlamak için parlak bir kaside yazdı ve hoşa gitsin diye onun arasında: Müselles gösterir daim temaşa eylesen elde Meğer kim pâre-i elmastır câm-ı dırahşânı Getir câm-ı sürûr encâmı ey sâki; yeter çektik Cefâ-yı devr-i gerdûnu, belâ-yı- carh-ı gerdânı gibi mizaca uygun beyitler bulundurdu. Zaten padişah ile veliahtlığından beri münasebeti vardı. Sahn müderrisiyken veliaht tarafından mesireye davet edilmiş ve sohbette bulunmuştu. III. Murad ın tahta geçtiği zaman Nâmî mahlaslı DİL ve EDEBİYAT 21

eski bir şairin: Cihanın ni metinden kendi âb-ü dânemiz yeğdir Elin kâşânesinden gûşe-i virânemiz yeğdir Gına sadrındaki mağrûr-ü nâ âsûde serverden Fenâ bezminde hâbâlûd olan mestânemiz yeğdir Tegafül yüzüne gaflet hicâbın geçti çün nâhid Bizim andan tegafül gösteren divânemiz yağdir Hezâran naz ile perverde olmuş bir gül-i terden Lebâleb bâde-i gülgûn ile peymânemiz yeğdir Hümâ-yi evc-i izzet gibi gayretsizden ey Nâmî Mahabbet şem ine şehper yakan pervânemiz yeğdir Gazelindeki mahlas, şairi çekemeyenler tarafından Bâkî ye atfedilerek padişaha verildi ve onun bu gazel ile II. Selim e hicivde bulunduğu iddia edildi. III. Murad, fena hâlde hiddetlendi. Bâkî nin azl ve sürgün edilmesini buyurdu. Fakat o gazelin eski mecmualarda Nâmî adına yazılı olduğu görüldü, şair sürgüne gitmekten güçlükle kurtulabildi. Edebiyyat tarihinde pek meşhur olan bu gazel, gariptir ki matbu divanının 110. sayfasına Bâkî nin sözü olarak geçirilmiştir. Şairin yakayı ele vermekten kurtulmuş olmasını hikâye ettikten sonra Atâyi diyor ki: Ol esnada sultan Süleyman merbumun iltifatından dûr ve dîvmennişan-ı nifak engiz mekrî ile mübtelâ-yı şerr-ü şûr olduklarına telmih edip demişlerdir: Şol dil ki câm gibi el üzere tutardı cem Dest-i zemâne yerlere çaldı hazef gibi Cemin, yani Kanûnî Süleyman ın kadeh gibi elde tuttuğu bir kalbi, zamane eli, şimdi çanak, çömlek gibi yere çarptı mealindeki bu beyti Bâkî, daha sonra şu suretle bir gazel şekline sokmuştur. Zoraki söylenmiş 22 DİL ve EDEBİYAT olduğu beyitlerdeki insicamsızlıktan bellidir: Kıymet gerekse kavline dürr-i Necef gibi Bîyhûde yîre açma dehânın sadef gibi Gûş eyle sâzı perde-i Saz-ü terâneden Her yana tut kulağını mecliste def gibi Şol dil ki cam gibi el üzere tutardı cem Dest-i zemâne yerlere çaldı hazef gibi Dilde hayâl-i hal-ü ruh-i yâr dermiyan Sevday-ı hattı gerçi biraz bertaraf gibi Vasf-ı cemal-i yâr ile Bâkî gazellerin Biribirine sundu güzeller tuhaf gibi Bâkî 1579 da Mekke ve 1580 de Medine kadılığına gönderildi. 1581 de azlonup İstanbul a geldi. 1584 te İstanbul kadısı olup 1585 te azledildi. 1585 te İstanbul kadılığına geçti ve o sene içinde Anadolu kadıaskerliğine yükseldi. 1587 de istirahate çekilip 1590 da tekrar Anadolu ve 1591 senesinde Rumeli kadıaskeri oldu. Bâkî, ikinci Anadolu kadıaskerliği sırasında epeyce tehlike atlatmıştır. Bin senesi Recebi içinde Bostan Zâde Mehmet Efendi Şeyhülislam-şair ve şeyhülislam Yahya Efendi nin babası-zekeriyya Efendi Rumeli, Bâkî-ikinci defa-anadolu kadıaskeri, şeyhülislamın kardeşi Bostan Zâde Muslihüddin Efendi de İstanbul kadısı görevindeydiler. Şeyhülislam, kardeşini daha yüksek makamlara getirebilmek için Bâkî yi azlettirmek ve yerine onu getirmek istiyordu. Bunu yapmak maksadıyla Anadolu kadılarından bazılarını kışkırtmış, onlar da dîvana girip kadıaskerden şikâyet etmişti. Bâkî bunu işitince hiddetlendi. Dîvanda şeyhülislamın düzenbazlığından ve cahilliğinden bahsetti. Bunları haber alan şeyhülislam da şairin bazı beyitlerini ileri sürerek: Anadolu kadıaskeri kâfirdir, rüşvet almaktadır. Azil ve sürgün edilmezse ben de fetva makamından çekilir, hatta başka bir ülkeye giderim mealinde bir arzuhal yazıp padişaha gönderdi. Bâkî, telaşa düştü. Hoca Sâdeddin Efendi ile sadrazam Siyâvuş Paşa ya koştu. Bostan Zâde nin azlini, Zekeriyya Efendi nin, o olmadığı takdirde kendinin şeyhülislamlığa getirilmesini rica etti. Fakat hocanın ve paşanın iltimasına gerek kalmadı. Bostan Zâde nin başka ülkeye giderim demiş olmasına padişah çok kızmıştı. Bunun üzerine onu şeyhülislamlıktan, kardeşini İstanbul kadılığından azletti. Zekeriyya Efendi yi şeyhülislam, Bâkî yi de Rumeli kadıaskeri yaptı. Bâkî nin yükselişi Hüdâyî mahlaslı bir şairin; Bâki olasın Rûmeli sadrında müdâm tarihiyle alkışlanmıştı. Lakin Bâkî, bir müddet sonra Rumeli kadıaskerliğinden azledildi. Ta- AY I N D O S Y A S I

rihçi Naimâ, bu hadiseyi tarihinde ve Bâkî nin divanındaki sözlerini şu şekilde nakletmiştir. Bu bostan korkulukları benden ne isterler. Büyükleri Bostan Zâde kırk yıldır tenehhnuh-ı- dilirâne ile boğazın ayırtlar, dahi dürüst bir nağmesi sâdır olmuş değildir. Yazdığı fetvalar dahi mütûne muhâliftir. Ol mansıbı hazmettiği yetişmez, kardeşi olan Câmûsu dahi bizim yerimize getirmek ister. Anın için şikâyetçi peyda etmek insaf mıdır? Bostan Zâdenin Bâkîyi kâfir ilan etmesine sebep: Bezm-i safa-vü-reşh-i cam, bu zemzem oldu ol makam Meyhaneler beytülharam, pîr-i mugan şeyhülharem ve Seni Yûsüfle güzellikte sorarlarsa bana Yûsüfü görmedim amma seni râna bilirim beyitleriydi. Birinci beyit, şairin: Âlem hayât-ı nev bulur, canlar bağışlar dembedem Enfâ-ı ruhullâhtır gûya nesim-i subhudem Matlalı ve II. Selim in niteliklerine dair bir gazelindendir. Ayyaş olan padişaha hulûs çakmak (Hulûs çakmak: Yaranmaya çalışmak) için onun meclisi, Kâbe deki Makam-ı İbrahim e kadehin yaşlılığı zemzem suyuna meyhaneler Kâbe ye meyhaneci de şeyhulkereme benzetilmiştir. İkinci beyitteki Yusuf, Yakub un oğlu olup güzelliğiyle meşhur olan Yusuf Peygamber e işarettir. Bâkî, bu beytinde Seninle Yûsuf Peygamber den hangisi daha güzel diye bana sorarlarsa onu görmedim, amma seni pek iyi bilirim diyor. Birinci beyit, tevil edilebilir. İkincisinde ise suya, sabuna dokunur bir şey yoktur. Öyle olduğu hâlde Bostan Zâde Efendi, onları dinî bir gayretle değil, ancak garaz ile kötü niyetine alet etmek istemiştir. Özellikle birinci beyit, II. Selim devrinde 1574 / 1566 yazıldığı hâlde Şeyhülislam Efendi, ona III. Murad zamanında 1575 / 1594 itiraz etmiştir. Bâkî, 1594 ün beşinci ayında ikinci defa Rumeli kadıaskeri oldu ve o senenin Zilhiccesinde de azledildi. 1597 Receb inde üçüncü defa Rumeli sadrine geçti ve 1598 Muharreminde istifa ederek çekildi. Şairin böyle tekrar tekrar vazife başına geçmesine kendisinin: Bâkî duâcı, pîr kulun geldi husreva Eyler Cenâb-ı hazretine arz-ı iftikar Mevrûstur cenâbına, memlûk tâpuna Lâyık değil ki devr-i zaman îde hâr-ü zâr ve: Kasr-ı kadrin âsman eyler olursa destgîr Himmet-i vâlây-i şâhenşâh-ı âlîşan eğer Bâkî nin iki erkek çocuğu dünyaya geldi. Bunlardan ilki Şeyhî mahlasıyla şiirler yazan Şeyh Mehmed müderrislik ve kadılıklarda bulunduktan sonra 1629-30 yılında, Abdürrahman da ağabeyi gibi müderrislik ve kadılık mesleklerinde bulunup 1636 sonlarında vefat etti. Onun da Fâizî mahlasıyla şiirler yazan oğlunun ölüm tarihi 1665 ya da 1666 dır. ve: Biz geda mihmânıyız lâyık görürse hükm anın İşiginde nâna muhtac olduğun mihman eğer ve: Tâliinle niçe bir ceng-ü cidâl ey Bâkî Âkibet kevkeb-i bahtın seni dîvana çeker Devlet-i şâh-ı cevan bahta dua kıl ki seni Kimse çekmez ileri, himmet-i şâhâne çeker beyitlerini içeren kasidelerle III. Mehmed e müracaatı sebep olmuştu. O zamanlar, kadı askerlerin müstevfa tahsisatı, kendilerini rahat geçindirecek derecede olduğu, Bâkî de o tahsisatı aldığı hâlde ateşe düşüp ekmeğe muhtaç olduğundan bahsetmesi, müptelası bulunduğu yüksek makam hırsına bir ölçü olabilir. Nihayet 1599 Ramazanın 23 üncü Cuma günü yetmiş beş yaşında olduğu hâlde vefat etti. Ertesi gün cenaze namazını Fatih musallâsında Şeyhülislam Sun ullah Efendi kıldırdı ve şairin: Kadrin-i seng-i musallada bilip ey Bâkî Durup el bağlıyalar karşına yâran saf saf Beytini tabutun karşısında okumakla büyük bir zerâfet gösterdi. Kalabalık bir cemaat, sabık Rumeli kadıaskerinin naaşını el üstünde götürdü. Edirnekapı dan Eyüp e giden caddenin sol tarafındaki bir setin içine defnetti. Kabri hâlâ bilinir ve ziyaret edilir. Vefatına Bağdadlı Hâdî: Bâkî efendi gitti ukbâya bin sekizde mısrasını tarihe düşürmüştü. Yazık ki bu mısra mezarına yazılmamış ulemâdan ve sultan-ı şuaradan Abdülbâkî Efendi gibi saçmasapan ibârelerle taşın yüzü karartılmış, hatta vefat tarihi yanlış konulmuştu. DİL ve EDEBİYAT 23

Gariptir ki Bâkî nin mezar taşına sonradan bir keramet atfedilmiş, baş ucundaki taşa oturtulmuş dört köşe bir parça oradan çıkarılıp evlerde saklanmaya başlanmıştı. Güya işsiz bir memur, o taşı saklarsa iş bulurmuş. Bu kuruntu dolayısıyla o parça taş genellikle yerinde durmazmış. Sonra onu kenetlemek suretiyle çalınmaktan kurtarmışlar. Kanunî Süleyman, şaire (Tutî kadın) adında bir saraylı vermiş. Bunu duyan Nev i: Birader; Tutîye kondun! diye tebrik etmek istemiş fakat Bâkî: O kadar uçurma. Tutî değil, karga! cevabını vermiş. Meğer Tutî kadın, şiir okur, kocasına da -zayıf, esmer ve gaga burunlu olması dolayısıyla- Karga Bâkî denildiğini bilirmiş. 1-Divan: Bâkî, ilk defa Kanunî Sultan Süleyman ın emri veya isteğiyle onun sağlığında divanını tertip etmiştir. Bundan sonra, muhtelif tarihlerde yeni şiirleriyle birçok defa yeniden düzenlenmiştir. Yalnız Türkiye kütüphanelerinde şairin sağlığında yazılmış 10 dan fazla nüshası vardır. Ölümden sonra istinsah edilenlerle divanının kitaplıklardaki adedi yüzden fazladır. Yalnız bu rakam, zamanın tahribiyle, bilhassa İstanbul yangınlarıyla yitenleri hesaba katmasak bile, onun şiirlerinin sonraki yüzyıllarda hiçbir Osmanlı şairiyle kıyas edilmeyecek kadar okunduğunu göstermeye yeterlidir. 2-Fezâyilü l-cihâd: Ahmed bin İbrahim in Meşâri üleşvâk ile masâri ül-uşşâk adlı Arapça eserinin tercümesidir. Cihadın faziletlerinden söz ederek Müslümanları cihada teşvik eden bu eseri Sokullu Mehmed Paşa nın emriyle 1567 yılında Türkçeye çevirmiştir. Kendi eliyle yazdığı bir nüshası Millet Kütüphanesi ndedir. 3-Maâlimü l-yakîn fî sîreti seyyidü l-mürselîn: İmâm-ı Kastalânî adıyla şöhret bulan Şibâbü ddîn Ahmet bin Hatîb el-kastalânî nin el-mevâhibü l-ledünniye bi l-minahi l-muhammediyye aslı eserinin tercümesidir. Bu eseri de Sokullu Mehmed Paşa nın emriyle tercüme etmiş fakat birçok ilave ve tadiller yapmıştır. Şair Nev î tarafından istinsah edilmiş olan nüshada 1579 tarihi bulunduğuna göre, tercüme bu tarihten önce gerçekleşmiştir. 4-Fezâyil-i Mekke: Bu eser de Sokullu nun emriyle şairin Mekke kadılığı esnasında, Kütbü ddin Mehmed bin Ahmed-i Mekkî tarafından yazılmış bulunan eli lâmu fî ahvâli beledillâhi l-harâm adlı eserinden tercüme edilmiş, 1579 tarihinde bitirilmiştir. Mekke nin tarihinden ve bilhassa Osmanlı sultanlarının oradaki hayratından söz eder. Bâkî nin iki erkek çocuğu dünyaya geldi. Bunlardan ilki Şeyhî mahlasıyla şiirler yazan Şeyh Mehmed müderrislik ve kadılıklarda bulunduktan sonra 1629-30 yılında, Abdürrahman da ağabeyi gibi müderrislik ve kadılık mesleklerinde bulunup 1636 sonlarında vefat etti. Onun da Fâizî mahlasıyla şiirler yazan oğlu 1665-66 yılında öldü. Eserleri 5-Hadîs-i Erba în Tercümesi: Bu eserin varlığından haber veren Nevîzâde Atâyî, Bâkî nin Eyüp müderrisi olduğu sırada Ebû Eyyûb-i Ensâri den nakledilen hadislerden kırkını şairin tercüme ettiğini, eserin türbede bulunup ziyaretçilerin istifadesine sunulduğunu bildirmektedir. Bâkî nin Ahlakı Agâh Sırrı Levend in Edebiyat Târihi Dersleri nde; Bâkî, çok hâris bir adamdır. Kanunî Süleyman, II. Selim, III. Murad, III. Mehmed zamanlarını idrak etmiş ve hepsinden ayrı ayrı takdire mazhar olmuştur. Hâtta Sultanüşşuara lâkabını kazanmıştır. Buna rağmen yine bir gazelinde: Kadrini seng-i musallâda bilip ey Bâkî Durup el bağlıyalar karşına yâran saf saf Diyecek kadar huysuzluk göstermiştir deniliyor. Doğrudur. Evet, Bâkî harîstir, mağrurdur, müstehzidir. Ziya Paşa, Harâbât mukaddimesi nde der ki: 24 DİL ve EDEBİYAT

Bâkî idi nîce sayf-ü kânun Perverde-i hâs*ı şâh-ı kanun Her şi r verişte; şâh-ı zîşan Hem rütbe verirdi, hem de ihsan. Paşa nın dediğini Atâyî de tasdik eder ve bunları Şekayik zeyli nde yazar. Bâkînin basma divanında Kanunî ye dair dört kaside vardır. Biri: Hengâm-ı şeb ki küngere-i kasr-ı âsman Zeyn olmuş idi şû lelenip şem -i ehtrân beytiyle başlar. Gök yüzünde seb a-i- seyyâre den her biri bir işle meşgul iken Zühal seyyâresinin yedinci katta oturup âlemin bu parlaklığı neden? diye düşündüğümü, sonra güneş ufkun üzerinde Mühr-i Süleyman gibi doğunca her tarafın aydınlandığını, âlemin parlaklığı ve aydınlığının ancak Kanunî nin devleti yüzünden olduğunu söyleyerek padişahın mehdine girişir. İkinci kaside: Etti şehri şeref-i mukadem-i sultân-ı cihân Reşk-i bâğ-ı irem-ü ğayret-i gülzar-ı cinan matlalıdır ki bunu Kanunî nin Nahcıvan seferinden dönüşünde yazdığı, bunun üzerine nâib olarak Halep e yollandığı yukarıda söylenmişti. Üçüncü kaside: Hat-ı müşh+amınla ey gonce-i ter Şekerdir o lebler mümessek, mükerer beytiyle başlar ve Kanunî nin yazısıyla şiirini metheder. Dördüncüsü de böyledir. Lâkin onun baş tarafına Kıt a der târif-i hatt-ı hümâyun ve gazel-i Hazret-i sultân Süleyman ibâresi yazılmıştır. Girişi şöyledir: Cihân-ı ma delet,kân-ı mürüvvet Penah-ı mülk-ü millet, nusretüddin Bir de Kanunî hakkında meşhur mersiyesi vardır ki yedi dörtlükten oluşur. Sokullu nun methine dair sonuna bir dörtlük eklenmiştir. Kanunî hakkında ayrıca kıtaları vardır. Gazel sonlarında da gerek Kanunî ye, gerek devrine yetiştiği padişahlara övgü ve dualarda bulunmuştur. Mesela: Duâmız oldur ey Bâkî hatadan saklasın bâri Hudâvend-i cihan, sultân-ı âdil, seh Süleyman beyti Kanunî, Meltubun elde tutmuş zanbak reh-i çemende Arzede tâ ki hâlin sultân-ı kâmrâne, Yâni o şâh-i mukbil, ol nüktedân-ı kâmil Sâhib kırân-ı âdil Sultân Selim hâne Bâkî nin basma divanında II. Selim için yazılmış bir kaside vardır ki bir cülusiyye dir. Bâkî; bu kasideyi yazıp takdim ettiği sırada iftiraya uğramış ve sürgüne gitmekten zor kurtulmuştur. Sonraları II. Selim in dost toplantılarına katılacak kadar iltifat görmüş ise de her nedense birden fazla kaside yazmamış, bazı gazellerinin sonunda adını anmakla yetinmiştir. beyitleri II. Selim, Han Murâd ol pâdişâh-ı suret-ü manâ, anın Saltanat hakka kabâ-yı râstdır bâlâsına beyti III. Murad, Bâkıya âlem müzeyyen, iâd-ü Hürrem kâinât Rüzkâr-ı devlet-i sultân Muhammed han gibi beyti III. Mehmet için yazdıklarındandır. Bâkî nin basma divanında II. Selim için yazılmış bir kaside vardır ki evvelce bahsettiğim gibi bir cülusiyye (Cülusiyye: Tahta çıkan padişahlar için söylenen şiir) dir. Bâkî; bu kasideyi yazıp takdim ettiği sırada iftiraya uğramış ve sürgüne gitmekten zor kurtulmuştur. Sonraları II. Selim in dost toplantılarına katılacak kadar iltifat görmüş ise de her nedense birden fazla kaside yazmamış, bazı gazellerinin sonunda adını anmakla yetinmiştir. Yine o divanda III. Murad için yazılmış olan medhiyelerin sayısı dörttür. Birincisi beş bentten oluşan bir tercii benttir (cülûsiye). Bâkî, bu eserinde yeni padişahtan açıktan açığa bir şey istemese de: Sâhib-i fadl-u kemâlin verdi hakkın rûzgâr Ol kemâl-i fadl-u haktan lutfa mazherdir gelen Devletinde mihnet-i devrandan ey Bâkî ne gam Hamdülillah pâdişâh-ı bendeperverdir gelen Destfîr-i ehl-i dil kimdir deyû fâl eyledim İşbu beyt-i Ruşen-ü pâkize gevherdir gelen Sâye-i Yezdan, penâh-ı- dîn-ü deblet han murâd DİL ve EDEBİYAT 25

Dâver-i devran, muizz-i saltanat Sultan Murad Beyitlerini araya sıkıştırmaktan da kendini alamaz. İkinci kaside: Micmer-i zerrîn-i mihrî çarh, gerdân eyledi Ûd-ü- anber kıymetin bûy-i- gül erzân eyledi Beytiyle başlar ve: Bakîye ez adın ihsan eyledi eltâf-ı şah Ol kerem kim şeh Selim-ü- han Süleymân eyledi Anlar etti hâdken eflâke gerçi serfirâz Menzlin şâh-ı cihân îvân-ı geyvân eyledi Hidmet-i hâk-i- cenabından gelen kadr-ü şeref Serfirâz-ı ehl-i dil, mümtâz-i akran eyledi Beyitlerinden oluşur. Görülüyor ki bu beyitler; Padişah, bana Kanunî ve II. Selim in yapmadığı lütuflarda bulundu. Onlar topraktan yükseltmişlerdi, fakat bu, beni gökyüzüne kadar çıkardı mealindedir. Çünkü Bâkî nin Haremeyn ve İstanbul kadılığı ile Anadolu, Rumeli kadıaskerliği bu devirdedir. Üçüncü kaside, İran şehzâdesi Haydar Mirza nın İstanbul a getirilmesi üzerine yazılmış, Şâdman olsun Acemler, gözleri aydın yine Mir Haydar nûr-i çeşm-i husrev-i İran gelir beytiyle buna işaret edilmiştir. Dördüncüsü ise: Dönülmüş zülfü müşk âsa o kad-di- dilsitân üzere Döşenmiş sâye-i tûbâ bihişt-i câvidan üzre matlalı kasidedir. Şair bunda da açıkça talepte bulunmamış ise de: 26 DİL ve EDEBİYAT Gönüş bâğ-ı cihânda âzûr-ı berk-i ayş eyler Felek mahz-ı hayât-i bi sebâta imtinân üzere demekten dilini tutamamıştır. Yine mat nu dîvanda üçüncü Mehmed e dâir sekiz kaside vardır. Birincisi: Bihamdilillah refik oldu yine Tevfik-ı rab bâni Muzaffer kıldı sultân-ı cevanbaht-ü cihânbânı beyitiyle başlar ki Eğri fethini tebrik için yazılmıştır. İkincisinin girişi: Minnet Cenâb-ı Hakk a demâdem hezâr bâr Fasl-ı şitâda bağ-ı cihân buldu necbahâr Beytidir. Şitaiye (Şitaiye: Divan edebiyatında kış mevsimini konu olarak işleyen şiir) olarak yazılmış, içinde münasebet getirilerek, yahut münasebetsizlik edilerek: Bâkî duâcı pîr kulun geldi husrava Eyler cenâb-ı hazretine arz-ı iftikar Mevrûsdur cenâbına, memlûk tâpuna Lâyîk değil ki devr-i zaman îde hâr-ü zar denilmiştir. Üçüncüsü: Can verirdim cevher-i can istese cânan eğer Bezlederdim yoluna zîkıymet olsa can eğer Beyitiyle başlar. On beş beyitten ibaret olan bu kasidenin altı beyti dilenciliğe ayrılmış ve şunlar söylenilmiştir. AY I N D O S Y A S I

Cû -u- zillet derdidir etfâli giryan eyleyen Ağlamazdı tıfl-ı- dil olsa elinda nân eğer Harc kim bidehl ola mevcud olan nâbûd olur Olsa mâlın filmesel mahsûl-i bahr-ü kân eğer Lâcerem bir gün zemîn-i- huşk olur deryây-i- nîl Menbaında yağmasa bir nîce gün bâran eğer Derd-ü mihnet çekme dergâhında ey Bâkî; yürü Ârz kıl bilmezse hâlin hasret-i sultan eğer Kasr-î kadrin âsman eyler olursa destgîr Himmet-i- vâlâ-yı şahenşâh-ı âlişân eğer Biz gedâ mihmânıyız, lâyık görürse hükm anın Eşiğinde nâne muhtac olduğun mihman eğer Bâkî, koskoca eski bir kadıasker olduğu ve arpalık adıyla birçok ödenek aldığı hâlde; gönül çocuğunun elinde ekmek bulunsa ağlamayacağını ve padişah kapısında müsafir bir dilenci olup ev sâhibi müsafirin ekmeksiz kaldığını muvafık görürse emir, yine ona âid bulunduğunu söylüyor! Bir de ukalâlık ederek, mevcut nakdin var ya! diyecek olanlara peşin cevap vererek: Bütün deniz ve mâdenlerin mahsulü senin olsa, dâimî vâridat olmayınca masrafa dayanamaz, tükenir. Nitekim kaynağında yağmur yağmazsa, Nil Nehri bir gün kuru bir dereden ibâret kalır diyor. Dördüncü kaside: Kadr-i ekşim ol bilir kim kıymet-i gevher bile Ruy-i zerdim hoş görür ol kim gubar-i zer bile Beytiyle musadder ve okuyanları hayrette bırakacak olan şu beyitleri muhtevidir: Bâkiya çarh-ı-sitemkârın sana ettiklerin Yekbeyek arzet ki şâh-ı mâdelet güster bile Hayli demdir hırka, rehn-i hâne-i hammârdır Havfim oldur kim ola dîvan ile defer bile Kokarım çabük süvar-ı arse-i irfan iken Eseb nâge bir gece bicev kalâ ester bile beyitini katıştırmış, kendi işsizken yüksek mevkide bulunanların cahil ve kaba olduklarını kelime oyunlarıyla bildirmek istemiştir. Altıncı kasidenin girişi; Dil-i sadçaki ser-i zülf-i perîşâne çeker Bilir ol moy-ı gamın her ne ise şâne çeker beytidir ki bunun: Ehl-i dil gûşe-i bitûşe-i mihnette yatır Hân-ı ihsanı felek merdüm-i nâdana çeker Tâliinle nice bir ceng-ü cidâl ey Bâkî Âkibet kevkeb-i bahtın seni dîvane çeker Devlet-i- şâh-i cevanbahta düa kıl ki seni Kimse çekmez ileri, himmet-i şâhâne çeker beyitlerinden yukarıda bahsedilmişti. Yedinci kasidede: Bâkî ne gam penâhın ola rûzgârda Sultan Muhammed ol şeh-i sâhib kerem gibi Sekizinci kasidede: Sözün lûlû-yi- lâlâdan zemâne tuttu zîkıymet Neden şâh-ı cihân bîkıymet eyler böyle lâlâyı beyitleri vardır. III. Mehmed e verilen kasidelerin beyitleri ve edebî kıymetleri az olmakla beraber sayısı diğer padişahlara sunulanlardan fazladır. Çünkü Bâkî, ayrıldığı Rumeli kadıaskerliğini tekrar yakalamak için birçok defa müracaatlarda bulunmuş ve nihâyet amacına ulaşmıştır. Bâkî, padişahlardan sonra sadrazamları, şeyhülislamları medhediyor ve hepsinden talepleri olmuştur. Sadrazam Ali Paşa için Hâtem kasidesiyle Bahâriye si var. Var ise irdi der-i lutfuna şey lillâh a Kadıasker efendi, bu beyitlerde de hırkasının meyhaneciye rehin bırakıldığını, böyle giderse divanıyla defterinin de rehin olacağını, hatta bir gece atının ve katırının arpasız kalacağını yana yakıla anlatıyor. Kasidelerin beşincisi: Leb-i lâlin hayâlet gûşe-i uzlette pinhan ol Dilâ; hem kân-i gevher kıl özün, hem gevher-i kân ol matlaında ve güya nasihat vadisinde yazıldığı hâlde beyitler arasına: Kabây-ı câh ile âdem geçinsin her kâba câhil Güher göster Güher, meydana gir sen tîğ-ı uryanol DİL ve EDEBİYAT 27

Şehir çok güzel, fakat içinde adam yok! Cevabını vermiş, bunun üzerine Emrî, Mecdî ve deli Kerim gibi Edirneli şairlerin yazdıkları şiirlere karşı: Görmemisin itlerin gavgasını bâzârda İltifat etmez, küzâr eyler hırâman şîr-i ner demişti. Bâkî nin İlmi Bâkî nin medrese ilimlerini çok iyi tahsil edip onlar da üstat sayılacak bir dereceye varmış olduğundan şüphe yoktur. Bilgisinin derinliğini Mevahib-i ledünniyye tercümesi ispat eder. Bostan Zâde için verdiği fetvâlar mütûna muhâliftir demesi, beni şeyhülislâm yaparsanız günde beş yüz fetvâ veririm teklifinde bulunması da kendisinin ilmine güvendiğini gösterir. Lakin arkadaşı Nev i gibi tasavvufla meşgul olmadığı ve böyle konulardan zevk almadığı sözlerinden anlaşılmaktadır. K eylemiş kâsesini pürzer ü- gevher hatem diğerinde: Koma Bâkî kulunu cür a sıfat ayakta Destgîr ol ana ey dâver-i âlî mikdar Yani hâtem, galiba senin lütufkâr kapına yani Allah rızası için bir şey ver diye dilenmek için gelmiş ki kâsesini altın ve inci ile doldurmuş ve: Ey derecesi yüksek olan vezir; Bâkî kulunu bir yudum gibi ayakaltında bırakma, elinden tutup kaldır diyor. Bâkî deki aşırı hırsın, onu küçük düşürdüğü, gösterilen örneklerden anlaşılmıştır. Mevki itibariyle yüksek olanlara o kadar yaltaklanan şair, kendisinden aşağıda bulunanlara, hatta denk olanlara karşı fevkalâde mağrurdu. Gazel tarzını zamanın şairlerine öğretmiş olduğunu söyleyerek kendi kendine edebî saltanatını ilan etmişti. Şairlik iddiasında bulunanların, onun karşısında aciz kaldıklarını söylüyor, sözüne kulak asmayanların sözden anlamaz birer câhil olduğunu iddia ediyordu. Müstehziliğine gelince: Kendisinden şikâyet için divana dilekçe veren Anadolu kadıları için Bostan uyukları demiş, kazalarda adalet tevzi etmiş ve edecek olan, bunu yapabilmek içinde bir parça ilmi bulunması lazım gelen o adamları bostan korkuluğuna benzetmişti. Edirne ye gittiği sırada oradaki şairler tarafından şerefine verilen bir ziyafette: Beldemizi nasıl buldunuz? sorusuna: Uyandır çeşm-i câni hâb-ı gafletten seher hîz ol Çemen bülbülleriyle subhdem zikr eyle Mevlâ yı Ve: Can la lin eyler ârzu, yâr içmek ister kanımı Yârab ne vâdidir bu kim can teşne, cânan teşnedir beyitleri gibi, gazellerinde nadiren bazı sofiye fikir ve tabirlerine rastlansa da bunların duyularak değil, o yolda yazmak modasına uyularak kullanıldığı besbellidir. Hikemiyyatına gelince: Cihân efsânedir aldanma Bâkî Gam-ü şâdî hayâl-ü hâba benzer Şeref vermez dür-û gevher, kemâl olmaz zer-ü zîver Hüner kesbet hüner, bahr-i fazîlet, kân-ı irfan ol Derûnun pürmaârif, hemnişînin merd-i ârif kıl Açılmâ ey yüzü gül, şahs-ı nâdâne kitâb âsâ Bâkî; kalan bu kubbede bir hoş sadâ imiş Himmet-i merdan ile âsân olur her müşkil iş İnsân-ı- kâmil olmaya sa y eyle âdem ol Bu dünyâdır gehî mâtem, gehî sûr Beyit ve mısraları gibi herkesce bilinen düşüncelerinden ibarettir. KAYNAKLAR * Tâhir Olgun, Bâkî ye Dâir, Aydınlık Basımevi İstanbul 1938, s. 5-49. * Mehmed Çavuşoğlu, Bâki ve Divânından Örnekler, Kitabevi İstanbul 2001, s.7-13. * Mehmed Çavuşoğlu, Baki, DİA, İSAM İstanbul 1991, IV, 537-540. * Haluk İpekten, Baki Hayatı, Edebi Kişiliği ve Bazı Şiirlerinin Açıklamaları, Akçağ Ankara 1993. * Mehmed F. Köprülü, Baki, Mahmud, İA, İstanbul 1949, II, 243-253. 28 DİL ve EDEBİYAT

Bâkî nin gazelini taştîr Fermân-ı aşka cân iledir inkıyâdımız Pürdür hayâl-i yâr ile her lâhza yâdımız Mevkûfdur o mâha samîm-î fuâdımız Âhir varında haddine hestî-i şâdımız Hükm-î kazâya zerre kadar yok inâdımız Baş eğmeziz edâniye dünyâ-yı dûn içün Ettik fedâ zevâhiri şevk-î derûn içün Sattık metâ-ı ömrü mey-î lâ l-gûn içün Nevbet çalınca rıhlet-i milk-î sükûn içün Allah adır tevekkülümüz îtimâdımız Biz müttekâ-yı zerkeş-i câha dayanmazız Bâlîn-i bahtı cây-ı mübâhât sanmazız Pervâne-vâr şem -i mükâfâtâ yanmazız İkbâl içün mevâid-i iblîse kanmazız Hakk ın kemâl-i lütfunadır istinâdımız Zühd ü salâha eylemeziz ilticâ hele Âsâr-ı ittikâya bedel câm alıp ele Dünyâda vârımız yoğumuz vermişiz yele Çekmekteyiz kavâfil-i uşşâka meş ale Tuttu eğerçi âlem-i kevni fesâdımız Meyden safâ-yı bâtın-ı humdur garaz hemân Değmezdi yoksa sekrine peymâne-î mugân Her câm içinde seyredilür başka bir cihân Şürb-î müdâm içün neye kıldık fedâ-yı cân Erbâb-ı zâhir anlayamazlar murâdımız Minnet Hudâ ya devlet-i dünyâ fenâ bulur Elhak gazelde neşve-i Bâkî bekâ bulur Ahlâf o nazma gûş tutarken safâ bulur Taştîrimiz bu sâyede az çok bâha bulur Bâkî kalur sahîfe-i âlemde âdımız Yahya Kemal Beyatlı AY I N D O S Y A S I DİL ve EDEBİYAT 29