Katil bulmak katil olmak kadar kolay mı? ELİF KORKUT / s.8



Benzer belgeler
Türkçe Ulusal Derlemi Sözcük Sıklıkları (ilk 1000)

KİTAP GÜNCESİ VIII. GELENEKSEL KİTAP GÜNLERİ SAYI:3

AŞKI, YALNIZLIĞI VE ÖLÜMÜYLE CEMAL SÜREYA. Kalsın. Mutsuz etmeye çalışmayacak sizi aslında, sadece gerçekleri göreceksiniz Cemal Süreya nın

Kızla İlk Buluşmada Nasıl Sohbet Edilir? Hızlı Bağ Kurma Teknikleri

Cesaretin Var Mı Adalete? Çocuklar günümüz haberleriyle, gündemle ne kadar iç içe?

KAHRAMANMARAŞ PİAZZA DA AYDİLGE RÜZGARI ESTİ

Belmin Dumlu SAVAŞKAN,

Sayın Başkanım, Sayın Müdürüm, Protokolümüzün Değerli Mensupları, Çok kıymetli Hocalarım, Değerli Öğrenci Arkadaşlarım, Velilerimiz

JORGE LUIS BORGES PIERRE MENARD A GÖRE DON QUIXOTE & HOMER İN BAZI UYARLAMALARI. Hazırlayan: Rabia ARIKAN

> > ADAM - Yalnız... Şeyi anlamadım : ADAMIN ismi Ahmet değil ama biz şimdilik

TURK101 ÇALIŞMA 6 ZEYNEP OLGUN MAKİNENİN ARKASI

Tragedyacılara ve diğer taklitçi şairlere anlatmayacağını bildiğim için bunu sana anlatabilirim. Bence bu tür şiirlerin hepsi, dinleyenlerin akıl

Dünyayı Değiştiren İnsanlar

Ece Ayhan. Kardeşim Akif. Akif Kurtuluş'a Mektuplar. Hazırlayan Eren Barış. "dipnot

Genç Yazar Muhammed Akbulut Edebiyat alanında popüler olmaktan ziyade gençlere örnek olmak isterim.

MATBAACILIK OYUNCAĞI

Metin Edebi Metin nedir?

Hazırlayan: Tuğba Can Resimleyen: Pınar Büyükgüral Grafik Tasarım: Ayşegül Doğan Bircan

O sabah minik kuşların sesleriyle uyandı Melek. Yatağından kalktı ve pencereden dışarıya baktı. Hava çok güzeldi. Güneşin ışıkları Melek e sevinç


Üniversite Üzerine. Eğitim adı verilen şeyin aslında sadece ders kitaplarından, ezberlenmesi gereken

KOKULU, KIRIK BİR GERÇEĞİN KIYISINDA. ölüler genelde alışık değiliz korkulmamaya, unutulmamaya... (Özgün s.67)

EDEBİYATIN İZİ 86. İZMİR ENTERNESYONAL FUARI NA DÜŞTÜ

3. Yazma Becerileri Sempozyumu

SEVGİNİN GÜCÜ yılında Manisa da doğan İlhan Berk, Türk şiirinin en üretken, usta şairlerinden

SINIRSIZ ZİYARETLER. Nermin Er in ev atölyesi

Giovanni dışında bütün örenciler çok çalışıyor. O hiç çalışmıyor ama sınıfın en başarılı öğrencisi. Çok iyi Türkçe konuşuyor.

Sanatta Doğa ve İnsan İlişkisi

ETKİLİ İLETİŞİM BECERİLERİ. İLETİŞİM ve SÜRECİ

GÖKYÜZÜ EĞİTİM KURUMLARI

Okuyarak kelime öğrenmenin Yol Haritası

ΥΠΟΥΡΓΕΙΟ ΠΑΙΔΕΙΑΣ ΚΑΙ ΠΟΛΙΤΙΣΜΟΥ ΔΙΕΥΘΥΝΣΗ ΜΕΣΗΣ ΕΚΠΑΙΔΕΥΣΗΣ ΚΡΑΤΙΚΑ ΙΝΣΤΙΤΟΥΤΑ ΕΠΙΜΟΡΦΩΣΗΣ

Yukarıda numaralanmış cümlelerden hangisi kanıtlanabilirlik açısından farklıdır?

Ben gid-iyor-muş-um git-mi-yor-muş-um. Sen gid-iyor-muş-sun git-mi-yor-muş-sun. O gid-iyor-muş git-mi-yor-muş. Biz gid-iyor-muş-uz git-mi-yor-muş-uz

66 Fotoğrafçı Etkinlik Listesi. 52 Haftalık Fotoğrafçılık Yetenek Sergisi

Murat Çokgezen. Prof. Dr. Marmara Üniversitesi

I. Metni okuyunuz ve soruları cevaplayınız. ÖNEMLİ BİR DERS

Cümlede Anlam TEST 39. 1) Bu güzellikleri görmek için Uzungöl e gün doğarken gelmelisin. Bu cümlede aşağıdaki sorulardan hangisi nin cevabı yoktur?

İÇİNDEKİLER. 1. BÖLÜM İSLÂMCILIK VE YENİ İSLÂMCI AKIM Yeni İslamcı Akımın Entelektüel Zemini Olarak İslâmcılık...17 Yeni İslâmcı Akım...

II) Hikâye Dışı düzlemi

3. Yazma Becerileri Sempozyumu

A1 DÜZEYİ B KİTAPÇIĞI NOT ADI SOYADI: OKUL NO:

Çocuklar için Kutsal Kitap sunar. Cennet, Tanrı nın Harika Evi

Cennet, Tanrı nın Harika Evi

lkokul Eğitim Koordinatörü

ANASINIFI PYP VELİ BÜLTENİ. (07 Aralık Ocak 2016)

Güzel Bir Bahar ve İstanbul

Düşüncelerimizi, duygularımızı ve kültürümüzü oyunlar aracılığı ile ifade ederiz.

Şef Makbul Ev Yemekleri'nin sahibi Pelin Tüzün Quality of magazine'e konuk oldu

"Satmam" demiş ihtiyar köylü, "bu, benim için bir at değil, bir dost."

Hatıraların Masumiyeti Hatıraların Masumiyeti Hatıraların Masumiyeti

ALTIN BALIK. 1. Genç balıkçı neden altın balığı tekrar suya bırakmayı düşünmüş olabilir?

ÇOCUK VE YETİŞKİN HAKLARI

SİNOPSİS. Fragmanın Youtube Fragmanı: Fragmanın İndirme Linki:

DÜZEY B1 Avrupa Konseyi Ortak Dil Ölçütleri Çerçevesinde BÖLÜM 4 SINAV GÖREVLİSİNİN KİTAPÇIĞI. Dönem Kasım 2009 DİKKAT

3. SINIF PYP VELİ BÜLTENİ (07 Eylül-16 Ekim 2015 )

AŞKIN ACABA HÂLİ. belki de tek şeydir insan ilişkileri. İki ayrı beynin, ruhun, fikrin arasındaki bu bağ, keskin

Budist Leyko dan Müslüman Leyla ya

Bazen tam da yeni keþfettiðiniz, yeni tanýdýðýnýz zamanda yitirirsiniz güzellikleri.

Bilgi güçtür. Sevdiğiniz kişiyi dinleyin ve kendinizi eğitin.

Benim en büyük şansım Adnan Turani gibi hem iyi bir sanatçı hem de iyi bir eğitimci atölye hocamın olmasıydı.

Bir Şizofrenin Kendisine Sorulan Sorulara Verdiği 13 Rahatsız Edici Cevap

İnci Hoca YEDİ MEŞALECİLER

SEN SURAT OKUMAYI BİLİR MİSİN?


DÜNYA İNSANLIK AİLESİNİN YÜZAKI YAZARLARINDAN!... Ekmel Ali OKUR; Hemşerimiz, Adanalı, Adam gibi adam! İnşaat Mühendisi,

Cumhuriyet Üniversitesi İletişim Kulübü Başkanı Metin Baykal: Halkla ilişkilerci girişken olmazsa çok şeyi kaybeder..

1) İngilizce Öğrenmeyi Ders Çalışmak Olarak Görmek

Eğitim-Öğretim Yılı Kütüphane Bülteni Sayı:2 Haziran 2016

Etkinliğin konusu öğretmen tarafından bir soruyla açılır: Sizin düşmanınız var mı? Düşmanı olan birini tanıyor musunuz?

2016 Tudem Edebiyat Ödülleri Öykü Yarýþmasý Mansiyon Ödülü

ÖZEL ATACAN EĞİTİM KURUMLARI

YAKIN DOĞU ÜNİVERSİTESİ BESYO TME-110 TEMEL MÜZİK EĞİTİMİ 1.HAFTA

HİKÂYE ETME BİLİMİ 1 :

ANASINIFI PYP VELİ BÜLTENİ. (18 Aralık Şubat 2018)

İBRAHİM DEMİREL FOTOĞRAF DİLİNDE BİR SÖYLEŞİ. asosöyleşi

Bilinen hikayedir. Adamın biri, akıl hastanesinin parmaklıklarına yaklaşmış. İçeride gördüğü deliye:

Evimi misafirlerim gidince temizlemek için saatlerce uğraşıyorsam birçok arkadaşım

Çocuk ve Gençlik Romanları Yazarı Tokatlı Hemşerimiz İbrahim Ünsal Uçar İyi yazar olmak isteyen bir gencin 100 roman okuyup bir roman yazması lazım

KÜÇÜK KALBİMİN İLK REHBERİNİN BU GÜNÜME UZATTIĞI HAYAT YOLU

3. Yazma Becerileri Sempozyumu. Çağrışım: Senden Kim Çıkacak?

ÖZEL ÜSKÜDAR SEV İLKÖĞRETİM OKULU

OKUL MÜDÜRÜMÜZLE RÖPORTAJ

ATBÖ Sürecinde Ölçme-Değerlendirmeye Hazırlık: ATBÖ Yaklaşımı Nasıl Bir Ölçme Değerlendirme Anlayışını Öngörüyor?

YIL DEDE'NİN DÖRT KIZI

Hayalindeki Kadını Kendine Aşık Etmenin 6 Adımı - Genç Gelişim Kişisel Gelişim

KİTABININ GELİRİNİ, İHTİYACI OLAN KIZ ÇOCUKLARINA VERECEK

SANAT FELSEFESİ. Sercan KALKAN Felsefe Öğretmeni

ÇAĞDAŞ TÜRK EDEBİYATI. Betül Tarıman. Öykü GÖKYÜZÜ PRENSİ PO İLE KÜÇÜK KIZ. 2. basım. Resimleyen: Uğur Altun

Russell ın Belirli Betimlemeler Kuramı

3. SINIFLAR BU AY NELER ÖĞRENECEĞİZ? OCAK

kanaryamın öyküsü Ayla Çınaroğlu Resimler: Yaprak Berkkan

Birbirimize anlatacağımız ne çok şey var; düşündünüz mü? İşte bu yazma nedenlerimden biri. İlki...

Bu cümledeki boşluğa aşağıdakilerden hangisinin getirilmesi uygun olur?

ZONGULDAKLI GENÇ ŞAİR VE BÜLENT ECEVİT ÜNİVERSİTESİ DİN KÜLTÜRÜ ÖĞRETMNENLİĞİ BÖLÜMÜ ÖĞRENCİSİ UFUK SİLİK ŞİİR İLE HAYATIM YENİDEN ŞEKİLLENDİ

Yüksek Topuk Gölgesinde Hayatlar

OCAK AYI BÜLTENİ ŞEKİL KAVRAMI TEMA ÇALIŞMALARIMIZ KAVRAMLAR RENK KAVRAMI SAYI KAVRAMI SES KAVRAMI ÖZEL BİLGİ İLKÖĞRETİM OKULU 6 YAŞ ANASINIFI

KOLEJ - FEN LİSESİ - ÇAMLICA ORTAOKULU XXVI. EDEBİYAT ve KİTAP GÜNLERİ ETKİNLİK İÇERİĞİ Okuyan insan, yaşayan insan

ÖZEL İSTANBUL ÜNİVERİSTESİ VAKFI ADIGÜZEL OKULLARI ÇEKMEKÖY ANAOKULU TAVŞANLAR SINIFI MAYIS AYI KAVRAM VE ŞARKILAR

Transkript:

Aydınlık MITCH CULLIN den İhtiyar Sherlock Hafif Bir Akıl Tutulması 27 Şubat 2015 Cuma Yıl: 4 SUAT DUMAN / s.4 Sayı: 157 ALTAY ÖKTEM den O ADAM BABAMDI Katil bulmak katil olmak kadar kolay mı? ELİF KORKUT / s.8 ÜLKÜ TAMER Sadece ders öğretmiyorlardı 3 ALP CAN KONUK Pavese, Pavese olmadan önce... 6 KAYA ÖZSEZGİN Eskimeyen bir kavram: Mimesis 11

Aydınlık ÜLKÜ TAMER 27 Şubat 2015 Cuma 3 Sadece ders öğretmiyorlardı Robert Kolej, Arnavutköy e taşınmadan önce şimdiki Boğaziçi Üniversitesi nin yerindeydi. İki yıl süren Hazırlık dönemini üç yıl orta, dört yıl da lise öğrenimi izlerdi. Anıl Meriçelli, Spiro Kostof, Günel Orgun, Genco Erkal, ben, sanatla ilgilenirdik. Hele Anıl la benim gecemiz gündüzümüz edebiyattı. Arada bir okulun arkasındaki keşhane ye uzanır, ağaçların altında sigaralarımızı tüttürüp şiirler okurduk. Öğrenciliğim boyunca sekiz edebiyat öğretmenim oldu. İlki Mihri Pektaş tı. Temel dilbilgisi kurallarını ondan öğrendik. Kâzım Zafir Yenerden ise aruzu öğretti. Neredeyse haftada bir Dedem koynunda yattıkça benimsin ey güzel toprak dizesini hece hece, vezne uygun iniş-çıkışlarla okurduk. Bir keresinde, bütün sınıf bu dizeyi koro halinde bağıra bağıra söylerken Müdür Sakallı Allen, Ne oluyor? diye telâşla sınıfa dalmıştı. Kâzım Zafir den bir tek bu dize kaldı bende. Edebiyat sevgimi pekiştiren, Turan Çağlarca oldu. Filinta gibi, uzun boylu, duglas bıyıklı, dünya yakışıklısı bir insandı. Çok da iyi bir öğretmendi. Öğretmenimiz değil de, bize incelikle yol gösteren bir ağabeyimizdi. Tacettin Ünlü de edebiyatı, sanatı gerçekten seven bir öğretmendi. Okulu bitirdikten sonra tiyatrolarda, oyun galalarında karşılaşırdık zaman zaman. Sanatla ilgimi kesmediğimi görünce gözlerinin içi gülerdi. Ekrem Yirmibeşin. İmzasını 25in diye atardı. İki cümlesinin biri Monşer diye başlardı. Okuldaki Türkçe oyunları da o koyardı sahneye. Bende öğretmenliğinden çok yönetmenlik serüvenleri kalmış. Ahmet Aksoy. Dört yıl öğrencisi oldum. O dört yıl içinde hiçbirimizin edebiyatla ilgisine bir katkısı olduğunu söyleyemem. Zahir Güvemli. Resim yazılarından, tiyatro eleştirilerinden tanıyorduk onu. Böyle bir yazar-öğretmene kavuştuğumuz için bayağı sevinmiştik. Ama galiba umduğumuzu bulamadık. Renksiz, cansız geçen derslerden sıkılır olduk. Okulda en sevdiğimiz edebiyat öğretmenimiz Behçet Kemal Çağlar oldu. Doğrusu istenirse, pek bir şey öğrenemedik ondan. Ama sınıfta hiç değilse, biraz edebiyat soluduk. Öğretmenliği tartışılırdı Behçet Kemal in. Şairliği haydi haydi tartışılırdı. Ama insanın içini ısıtan içtenliği, yakınlığı, hepimizin dünyasına renkler katıyordu. HHH Kolej deki öğretmenlerim içinde beni en çok etkileyenler, bende en çok iz bırakanlar MacNeal ler oldu. Charles MacNeal ile karısı Sarah MacNeal. Orta 3 te İngilizce dersinde Edith Hamilton un Mitologya sı ile Homeros un Odysseia sını okuyorduk. Kısaltılmamış, tam metinlerden. Öğretmenimiz Sarah MacNeal di. Böyle ıvır-zıvır la ilgisi olmayan en azılı sınıf arkadaşlarımız, bir başka İngilizce öğretmenine sustalı bıçak çeken Oral Zaloğlu bile, mitologyaya ilgi duydular, Homeros u sevdiler. (Oral dedim... Sevgili Oral yıllar sonra çocuk felci geçirip iskemleye bağlanacak, ölünceye kadar da Cağaloğlu nda kâğıtçılık yapacaktı.) Hepimizle tek tek ilgilenirdi Mrs. MacNeal. Dünyanın en yumuşak, en sevecen insanıydı. O sıralarda karikatür biriktiriyordum. Hoşuma giden karikatürleri dergilerden kesip koca bir deftere yapıştırıyor, arada sırada Mrs. MacNeal e gösteriyordum. Okulu bitirdikten sonra hiç görmedim onu. Zaten ülkelerine dönmüşlerdi. Otuz beş yıl sonra Amerika daki adresini buldum. Bir mektup yazdım ona. Bir zamanlar bize okuttuğu Mitologya yı Türkçeye çevirdiğimi, kitaplarımın yayımlandığını söyledim. İnanılmaz güzel bir yanıt aldım. Hatırlıyordu beni! Mektubunun sonunda, Hâlâ karikatür biriktiriyor musun? diye soruyordu! Kocası Prof. MacNeal, lisede öğretmenim oldu. Dersimizin adı Shakespeare di. Bir yıl Shakespeare okuduk. Plâklardan Laurence Olivier, John Gielgud, Maurice Evans ın Hamlet yorumları arasındaki farkları bulmaya çalıştık. Prof. MacNeal inanılmaz bir müzik bilgisine ve beğenisine sahipti. Klâsik Türk Musikisi alanında bile uzman sayılırdı. Sık sık evine çağırırdı bizi. Mrs. MacNeal in yaptığı çayı yudumlayarak müzik dinlerdik. Bugün klâsik müzik seviyorsam, bunu müzik öğretmenlerime değil, Prof. MacNeal e borçluyum. Çok duygulu bir insandı. Hüzünlü bir dize okuduğu zaman sesi titrer, gözlerinden yaşlar süzülürdü. Günün birinde kendini evinin penceresinden attı. Ölmedi. Bir bacağı kısa kaldı. Karı-koca, ülkelerinde öldüler. İkisinin de toprağı bol olsun. Türk öğretmenler arasında ise Baba Ziya nın üstüne yoktu. Coğrafyacı Ziya Akant ın. Dört yıl öğrencisi oldum. O dört yıl içinde bir tek kere bile ders kitabının kapağını açmadım. Arkadaşların çoğu gibi. Gerek duymazdık buna. Baba Ziya her şeyi pırıl pırıl öğretirdi. Öğrettiği de akıldan çıkmazdı. Görünüşte aksi mi aksiydi. Simsiyah kaşları her zaman çatıktı. Gürledi mi tam gürlerdi. Eşekler! diye bağırırdı en çok. Odası müze gibiydi. Yurdun çeşitli yerlerinden elişleri, taşlar, bitkiler... Bir keresinde sınıfa girdiğimizde barut fıçısı gibiydi. Eşekler! Keçiboynuzlarımı çalmışlar! diye bağırıyordu. Keyfi bir hafta yerine gelmedi. Her ders başında yoklama yapardı. Ön sırada oturan arkadaşlardan birinin önüne bir kâğıt fırlatır, gelmeyenin adını yazdırırdı. Günün birinde, yoklamada Gündüz ün (Kösemen) olmadığını gördü. Yaz! dedi arkadaşa. Hocam, dedik, şimdi gelecek. Peki, dedi Baba Ziya. Ders anlatmaya koyuldu. Gündüz ü de unuttu. Ama dersin bitmesine beş dakika kala kapı açıldı, Gündüz girdi içeri. Baba Ziya, Neredesin? diye bağırdı. Ön sıradaki arkadaşa döndü: Yaz! Hocam, önemli bir telefon görüşmem vardı, kusura bakmayın, dedi Gündüz. Baba Ziya onu dinlemiyordu bile. Bağırıyordu: Yaz! Hocam, adımı yazdırırsanız başım derde girecek... Yaz! Zaten ihtar aldım. Bir hafta okuldan uzaklaştıracaklar... Yaz! Kız Koleji ne telefonu bir türlü bağlayamadılar, hocam... Yaz! Gündüz dayanamadı: Eee be! Yazdırırsan yazdır! Baba Ziya dedik, gelmedik işte! Baba Ziya, bir an bile duraksamadan kükredi: Sil!!! Bir de Jacquinet den söz etmeliyim. Fransızca öğretmenimden. Sınıfta üç öğrenciydik. Bazen üçümüz birden asardık dersi. Bir gün öğleden sonra yine astık. Okulun kapısına indik. Otobüs bekliyoruz. Taksim e çıkacağız. Önümüzde bir araba durdu. Jacquinet nin arabası! Hoca pencereden kafasını uzattı. Hadi, dedi, atlayın. Saray da bir film var. Fransızca. O da ders sayılır. Aldı bizi arabasına, Şeytan Ruhlu İnsanlar a götürdü. MacNeal ler, Baba Ziya, Jacquinet, Boyd, Garwood, Ullyott, Seelye... Sadece ders öğreten insanlar değildi bunlar. Öğretmendiler. TEBESSÜM MOLASI CİNAYET Romancı Henry Fielding, yargıçtı. Bir gazeteye takma adla yazılar da yazıyordu. Bir yazısında döneminin ünlü şairi Colley Cibber in İngiliz dilini katlettiği için cinayetten yargılanmasını istemişti. Aydınlık Sahibi Anadolum Gazetecilik Basım Yayın San. ve Tic. A.Ş. Genel Müdür Celal Demirel Genel Yayın Yönetmeni Mehmet Sabuncu Genel Yayın Yönetmen Yrd. Deniz Yıldırım Yazıişleri Müdürü Ergün Gedek Sorumlu Müdür Murat Şimşek Tüzel Kişi Temsilcisi Metin Aktaş Reklam Servisi Yazıişleri Müdürü Damla Yazıcı damla.yazici@msn.com Sayfa Sekreteri Alev Özgenç Katkı sunanlar: İrem Halıç, Elif Korkut, Deniz Toprak Görsel Tasarım: Hakan Uğurluay, Şener Soysal Reklam Grup Başkanı Saynur Okuroğlu saynur@aydinlik.com.tr Reklam Müşteri Temsilcisi Emel Toraman emel@aydinlik.com.tr Yönetim Yeri İstiklal Cad. Deva Çıkmazı No:3/3 Beyoğlu / İstanbul Tel: 0212 251 21 14 / 251 21 15 / 251 55 04 Faks: 0212 252 51 22 kitap@aydinlikgazete.com Baskı: Anadolum Gazetecilik Basım Yayın San. Tic. A.Ş Oruçreis Cad. Remzi Özkaya Sok. No:16 Bahçelievler / İstanbul Tel: 0212 655 44 34

27 Şubat 2015 Cuma 4 SUAT DUMAN Aydınlık Eteklerinde bir yığın yaprak Dedektifin gözlem gücü ve buna duyduğu müthiş güven Hafif Bir Akıl Tutulması nda manzaranın keyfini çıkarmaya dönüşmüş durumda. Holmes bu sefer maziyi anımsamak ya da gün batımının hazzı için bakıyor semaya. Genç Holmes gün batımına bakıp Samanyolu nun gizemlerini nasıl çözebileceğini düşünürdü muhtemelen, ihtiyar Holmes gün batımında biraz keder biraz romantizm görüyor. Samanyolu nu da başkası düşünsün! Hafif Bir Akıl Tutulması Mitch Cullin Çev: Zeynep Ünal Labirent Yayınları 224 s. Baker Sokağı 22 numara, çoğu polisiye okurunun kendi adresinden önce ve gururla ezberlediği ilk adres olsa gerek. Elbette yalnızca bir mesken ya da işyeri olarak değil, akıl çağının çekirdeği şeklinde kurgulanmış bir mekân Baker Sokağı 22 numara, bir laboratuvar. Bilinemez olana karşı derin merakı ve yarışılamaz gözlem yeteneği sayesinde, yaşadığı çağın özetine dönüşüvermiştir Sherlock Holmes. Bu engel tanımaz dedektif bize şunu demektedir: aklın ve mantığın ezip geçemeyeceği soru, sorun, inanç yoktur. Holmes budur, yirminci yüzyılın başına yakışmaktadır. Bir süper kahraman değil. Hatta belki süper kahraman mevhumuna rakip olduğu bile öne sürülebilir. Yine de özellikle batı sanatında süper kahramanlar kadar yoğun ve yeniden üretildiğini görüyoruz. Çok önemli bir kültürel imge olduğuna şüphe yok. Çok sayıda kitap, film ve televizyon dizisiyle asrın tamamında gündemimizde ve yanı başımızda. Mitch Cullin in yazdığı Hafif Bir Akıl Tutulması, en çok Holmes e güncel bakışı sergilemesi nedeniyle ilgimi çekti. Kitapta Holmes yaşlı, yalnız, yorgun ve şehir hayatının uzağında resmediliyor. Alâmetifarikası olan analitik yeteneğinden eser yok. Büyük ölçüde yitirdiği yürüme yeteneği, beraberinde kibrini de alıp götürmüş. Yavaş, hareketten ziyade çakılı kalmaya meyilli. Şaşaalı çözümlemelerden ve gösterişli cümlelerden eser yok. Holmes devrini tamamlamış. Peki, öyle mi? O halde gerçek hangisi? Bilmiyorum bilemiyorum Mitch Cullin Hikaye Amerika nın Hiroşima da tüm insanlığın tepesine bıraktığı atom bombasından kısa bir süre sonra Holmes ün Japonya yı ziyaretiyle başlıyor. Dedektif yaşlanmıştır ama yaşattığı onca korku ve dehşete, zihinlerden silinmesi olanaksız kâbusa rağmen Hiroşima da otlar yeniden yeşermekte, ağaçlar yeniden yapraklanmaktadır. Holmes iki elinde iki baston Japonya da bal arılarının izini sürmektedir. Bir yandan da yeni ikametindeki genç yardımcısı ile Dr. Watson ın yazmadığı hikâyelerini anımsamaya çalışmaktadır. Bir Sherlock hikâyesinde olmazsa olmaz paralel iki gizemli hikâye çok iyi bir kurguyla anlatılıyor. Hafif Bir Akıl Tutulması, karakterine ve onun temsil ettiği değerlere yaklaşımı tartışmalı olsa da çok iyi yazılmış bir roman. Edebi değeri ve Holmes hikâyelerine olan katkıları takdire şayan. Kitaptaki Holmes ü tanıtmak içinse şu kısmı okumak yeterli olur sanıyorum: Holmes defteri kapatırken kendisini çok bitkin hissediyordu. Dünyada yanlış bir şeyler oluyordu. Ondan habersiz, bir takım köklü değişimler Yine, hemen peşinden, O halde gerçek hangisi? Bu sonuca nasıl varıyorsunuz? sorusuna, kafasını yastığına gömüp şöyle yanıt veriyor Holmes: Bilmiyorum, bilemiyorum. En ufak bir fikrim bile yok Daha önce Holmes ün ölüp dirildiği macerasına bile tanık olmuştuk. Akıl çağının Holmes ü ölemiyor/öldürülemiyordu. Bugünün dedektifi bilmiyor/bilemiyor. Ve bir zaman bakacaksın semaya ağlayarak Dedektifin gözlem gücü ve buna duyduğu müthiş güven Hafif Bir Akıl Tutulması nda manzaranın keyfini çıkarmaya dönüşmüş durumda. Holmes bu sefer maziyi anımsamak ya da gün batımının hazzı için bakıyor semaya. Genç Holmes gün batımına bakıp Samanyolu nun gizemlerini nasıl çözebileceğini düşünürdü muhtemelen, ihtiyar Holmes gün batımında biraz keder biraz romantizm görüyor. Samanyolu nu da başkası düşünsün! Holmes, en doğal yetenekleriyle insanın kahramanlaşmasıdır Eh, nihayet Holmes bir insan ve yaşlanması bizi şaşırtmamalı. Fakat şu da unutulmamalı, Holmes ü bu kadar uzun bir süre gündemimizde tutan ve onu edebiyatın/tarihin zindanlarında yitip gitmekten alıkoyan şey, yüzyıl kavgasının bitmemiş olmasıdır. İnsanlık hurafelerle, kör inançla, bağnazlıkla mücadelesini mutlak bir galibiyetle sona erdirmiş değil. Bize, tüm karanlığa meydan okuyan, uçmayan, pelerinsiz bir kahraman gerek. Holmes, en doğal yetenekleriyle insanın kahramanlaşmasıdır. Bu nedenle Mitch Cullin in denemesini bir fantezi olarak alıyorum. Holmes yaşlanabilir ama ağlayarak semaya bakamaz: daha gün o gün değil!

6 27 Şubat 2015 Cuma ALP CAN KONUK Aydınlık alpcankonuk@gmail.com Pavese, Pavese olmadan önce... Geceleri, Sokaklarda birkaçı tamamlanmamış olmak üzere on dört ayrı öyküden oluşuyor. Kitabı okurken, aklıma Edip Cansever in ilk iki kitabını reddedişi geldi aklıma; kanımca Pavese, ölümünden sonra ortaya çıkan ve yayımlanan gençlik yapıtlarının hiç de ortaya çıkmasını istemezdi avese edebiyatta, acı ve yalnızlık çekmenin azizidir. Acıyı ve yalnızlığı yaşamın içerisinde birer görüntü olarak değil, mevcut yaşamın özü olarak kavrar ve özlüce şöyle ifade eder: Kaldı ki o dünya da insanların acı çektiği bir dünyaydı özünde. * Pavese de kişinin acısı ve yalnızlığı, o kişinin insan olduğu veya yabancılaştığı ortamdır. Ve Pavese nin edebiyatı da esas olarak bu iki ucun arasındaki gerilimde doğar. Bu, henüz on yedi yaşında kaleme aldığı Geceleri, Sokaklarda adıyla toplanan öykülerinde de apaçıktır. Geceleri, Sokaklarda birkaçı tamamlanmamış olmak üzere on dört ayrı öyküden oluşuyor. Kitabı okurken, aklıma Edip Cansever in ilk iki kitabını reddedişi geldi aklıma; kanımca Pavese, ölümünden sonra ortaya çıkan ve yayımlanan gençlik yapıtlarının hiç de ortaya çıkmasını istemezdi. Birkaçı zaten taslak halinde olan öykülerin birçoğunda hem teknik aksaklıklar mevcut hem de edebiyatının hammaddesi olan acı ve yalnızlık oldukça yüzeysel bir şekilde alınıyor. Karakterler, acı ve yalnızlık bünyelerinde henüz derinlikli bir şekilde işlenmeden intihar ediveriyorlar. Veyahut düş kelimesi -yalnızca düş olması itibariyle dahi ifade ettiği tüm karmakarışıklığa rağmen- sıcak bir havayı ya da tazeliği nitelemek üzere, üstelik aynı öykü içerisinde, eğreti bir şekilde kullanılıyor. (...düşsel, sıcak bir hava... ve...düşsel tazelik... şeklinde) Hatta yatak, üzerinde bir müzisyen ve sevgilisi seviştiği için palaspandıras derin yatak olabiliyor. Müzisyen ve sevgilisi derin yatağımızda geçen diyaloglardan birinde sanıyoruz ki, 1920 lerde İtalya da bir yatak üzerinde bir çift sevgili değil de bir kafede karşılıklı oturan Goethe nin Werther iyle Lotte konuşuyor. Ortam ile dil birbirini karşılayamıyor. İlerledikçe sevgilinin müzisyene Hüznü ben de anlıyor ve seviyorum ama sen çok fazla acı, çok acı çekiyor ve bir an bile soluk almıyorsun şeklinde yakınırken, aslında acısı üzerinden ona övgüler düzdüğü oldukça arabesk sahnelerle karşılaşıyoruz. Özellikle betimlemelerde acemilik ayan beyan ortaya çıkıyor. Perdeden sızan loş ışık gibi yüklemsiz ve klişe cümlelerden oluşan paragraflarla öykünün hareketi, devinimi ortasından kesiliveriyor ve okuyucuda tam hızlanacakken her defasında stop eden bir otomobilde seyahat ediyormuş hissi uyandırıyor. P Gerçeklik ekseni nerede? Burada bir de Düşsel Karanlık Ürpertiler ile Kötü Tamirci öykülerinden birini başarılı diğerini başarısız kılan tek eksenden bahsetmek gerekiyor. Bu öykülerin birinde başkarakter bir müzisyen, diğerinde Geceleri, Sokaklarda Cesare Pavese Çev: Şemsa Gezgin Can Yayınları 176 s. yeni üretilen arabaları test eden bir sürücü. Her iki öykü de karakterlerin duygu dünyalarının maddi dünyaya yansımalarını içeriyor, anlatıyor değil, içeriyor. Ancak sanat ile onun icracısı arasındaki ilişki ve ikisinin birbiri üzerindeki etkileri -genel olarak sanatın bir boş vakit uğraşı olması ve nitelikli bir sanat eserinin ancak belirli bir birikim sonucu ortaya çıkabilecek olması sebebiyle- daha dolaylıdır. Kısaca öfkeli bir şair, öfkeli olduğu için en iyi öfke şiirini yazacak/yazabilecek değildir. Oysa öfkeli bir araba sürücünün gazı körüklemesi (çünkü bunu yapabilir ve yapar da), çok daha doğrudan bir ilişkidir. Bu yüzden Düşsel Karanlık Ürpertiler isimli öyküdeki en mutsuz besteleri yapan müzisyenin, sırf mutsuz olduğu için o besteleri yapıyor olması gibi bir olay, öykünün kendi dünyasının gerçekliğine hasar veriyor. Ancak Kötü Tamirci bölümündeki karakterin duygularındaki dalgalanmalarını yansıttığı maddi dünyayla ilişkisi yaptığı iş üzerinden kurulduğu için bu, genç Pavese ye kolaylık ve daha başarılı, kendi gerçekliğine sahip bir öykü yaratma imkanı sağlıyor/sağlamış. Sonuç olarak Şair ile Kara Kedi yle birlikte bu öykü, kitabın en iyi iki öyküsünü oluşturuyor. Arabeske teşne edebiyatçılarla karıştırılmasın Pavese de -edebiyatının merkezine hüznü (acıya ve yalnızlığa kısaca hüzün diyelim) almasının kaçınılmaz bir sonucu olarak- tüm karakterlerin devamlı hüzne boğulması, tam hüzünden kurtulacakken daha da yoğun bir hüzne boğulması; Pavese yi, hüznü vıcık vıcık bir şekilde kullanan ve onu kutsayan arabeske teşne edebiyatçılarla karıştırmamıza sebep olmasın. Çünkü Pavese hüznü, yaşamak üzere talep eder ve sanata, insanın emeğine yabancılaşmasına karşı çıkar. Şairlerin esrar içip kendilerinden geçtikleri, Doğu dan gelen ıvır zıvır eşyalar arasında, gizemli gölgelerin ve dumanların şehvetli sarmallarının yol açtığı garip yansılarla dolu tuhaf mekanlarda can sıkıntısıyla yaşadıkları yozlaşma zamanlarıydı ya da İnsanlık dışı emeklerin harcandığı o semtlerin sağlıklı hali onu huzursuz ediyordu der. Mesela tesadüf müdür Başarısız Serüvenci öyküsündeki ve son kitabı olan Ay ve Şenlik Ateşleri ndeki başkarakterlerin, bireycileşmenin ve yalnızlaşmanın memleketi olan Amerika ya gidip aradığını bulamayınca geri dönmesi? Hiçbir edebiyatçının ilk eseri ile son eseri bir değildir. Gelişim ve dönüşüm her şeyin olduğu gibi herhangi bir yazarın edebiyat serüveninin de yasasıdır. Kitabımızda ilk öyküden son öyküye uzanırken Pavese nin yazınındaki kalite sıçrayışları rahatlıkla seçilebiliyor. En sonda Tezer Özlü nün üç ustasından biri olan ve kendi intiharının izini sürdüren Pavese yle karşılaşamasak da ona yaklaşan bir Pavese yle merhabalaşıyoruz. Hatta Şair ile Kara Kedi adlı öyküde onunla tokalaşıp öpüşecek oluyoruz. Ancak ben gene de Paveseseverlerin, kitapta umduğunu, başka kitaplarında tattığını bulabileceğini düşünmüyorum. * Öyküdeki bütünü içerisinde kastedilen sinema dünyası -hatta özelde Hollywood- olsa da Amerika nın tüm dünyanın acı ve yalnızlık ihracatçısı olması nedeniyle dünya olarak da ele alınabilir.

27 Şubat 2015 Cuma Aydınlık 8 ELİF KORKUT elifkorkut@ymail.com 9 ALTAY ÖKTEM LE, YENİ KİTABI O ADAM BABAMDI ÜZERİNE... Katil bulmak, katil olmak kadar kolay Çok yakından bakmadığımızda; sanki karıncaya bile zarar veremeyecek naif, kibar bir adam görüyoruz. Musiki düşkünü, biraz içe kapanık, çekingen biri. Yaklaştığımızda daha net olarak tanıyoruz bu naif adamın içindeki vahşi tarafı. O Adam Babamdı Altay Öktem Esen Kitap 196 s. Fanzin yazıları, şiirleri, romanları ile tanıdığımız Altay Öktem, 6 yıl aradan sonra Esen Kitap'tan çıkan O Adam Babamdı romanıyla karşımızda. Öktem, kitabında başkarakter Haydar Bey'in peşine düşürüyor okuru. Bu süreçte katil psikolojisi, baba oğul çatışması, kişilik arayışı gibi pek çok konuyu da önümüze sererken; Kasap Ayaklanması gibi, tarihin derinliklerine de çekiyor bizi. Yazarla keyifli bir sohbet gerçekleştirdik. n Sizi Penguen deki yazılarınızdan hatırlıyoruz. Oradaki yazılarınız sert bir dille yazılıyordu diyebiliriz, bir mizah dergisinde neden bu tarzda yazmayı tercih ettiniz? Kullandığınız resimler de oldukça farklıydı. Mizah dergilerinde bunu yapan, Leman da başlayıp Penguen de devam eden bir gelenek var; aslında mizahi olmayan, biraz daha politik belki sert, mizahi dilin dışında yazılar. Mesela Vedat Özdemiroğlu ya da Met-Üst ün yazıları da benzer ama sonuçta mizah yazılarıdır. Ben orada mizah yapmıyordum ama kara mizaha yakın, hayatın absürt taraflarına temas eden daha gergin daha sert. Mizahın verdiği hayatın gerçeğini bir de daha tokat şeklinde, gülümseyerek değil de bu sefer tuhaflaşarak, suratı asılarak da değil, bir darbeye uğrayarak, şaşkınlaşarak okuma şekli. Fotoğraflarda da aynı mantıkla hareket ettim. Alakasız gibi gelen, ama sonradan bakınca bir yanıyla aslında o yazıyı yakalayan bir şeyler de bulunabiliyordu. Yazıyı okuduğunda senin kafanda oluşan şeye tekabül eden, yazının tamamına değil de senin kafanda soyutladığın şeye denk gelen fotoğraflardı. n Sizi sadece çıkardığınız fanzinlerle ya da fanzin tarzı dergilerdeki yazılarınızla tanıyan da ciddi bir kesim var. Şimdilerde fanzinlerle aranız nasıl? Fanzinlerle 2000 lerde uğraştım. İlk kitabım fanzin üzerine incelemeydi. O yıllarda sonra yine fanzin serisi, fanzin şiir antolojisi gibi çok fazla fanzin işi yapınca o da benim üzerime yapıştı kaldı. Kopamıyorsun da bir yerde, hala takip ederim alırım ama şu anda fanzinlerle ilgili bir projem yok, yapacağımı yaptım. n Fanzin biraz cesaret ve özgürlük işi gibi... Gerçek fanzin bu işte. Kafana estiği gibi yaptığın, yaratıcılık gerektiren bir iş. Dergi gibi fanzin yapmak olmaz aslında, yazıları şiirleri birleştirip matbaada ya da fotokopiyle bastırıp yapmak değil, fanzin ruhu denen şey başka bir şey. İçeriği çok kötü de olabilir o önemli değil, fanzini güzel yapan şey de biraz bu aslında. Yerüstünde yeraltı n Özgürlük alanı dediğimiz şey belki de yeraltı edebiyatına yakın bir noktada. Siz kendinizi yeraltı edebiyatının neresinde görüyorsunuz? Aslında yeraltı edebiyatı, edebiyatta bir olanaktır. Aslında o ayrı bir edebiyat dalı olmayabilir de. Yani her tarzdaki kitap bir yanıyla yeraltına yaklaşabilir, teğet geçebilir. Ya da hiç yeraltı edebiyatı içinde adlandıramayacağımız şeylerde yeraltı edebiyatına özgü bir takım veriler bulunabilir ama yeraltı aslında Türkiye de hiç gelişemeyen bir edebiyat türü. Başlangıcı olan 90 lı yıllar önemliydi. Hayata aynı mentalite ve bakış açısıyla bakıyorlar ama o bakış açısı kapitalizmin gelişmesi ve sertleşmesiyle birlikte aslında yeraltını ciddi bir şekilde yerüstüne çektiler. 90 lı yıllarda fanzinler elden ele dağıtılabiliyordu, birtakım demolar yapılıyordu. Şimdi demo kavramı bile değişti. Bir albümün ön çalışmasına demo deniyor şimdi. Evinde, home stüdyolarda demo yapıp da piyasaya veren tek tük gruplar kaldı. Ama onların yayılma alanı da kalmadı. İnternetin gelişmesiyle birlikte artık orada paylaşılmaya başladı. Yeraltının ulaşım alanı kalmadı, yapsanız bile kime nasıl ulaştırabileceksiniz? O dönemde internet yoktu farklı kanallar yoktu. Aynı mentaliteyi taşıyan insanların buluştuğu mekanlar vardı. Oralardan elde edebiliyordunuz bu ürünleri. Mekan sahipleri fanzin ve demo satarak bir işletmeyi de geçindiremediler ve başka şeylere dönüştü bu tarz mekanlar. Kanallar ve alanlar elinden alınmış oluyor o yüzden kendi içine kapanıyor. Farklı dergiler çıkartarak, bloglar, birtakım siteler kurarak yapabiliyorsan, olay yer altından bağımsız bir hale geliyor. Yerin daha da üstüne çıkmış oluyorsun, ister istemez seni de dönüştürüyor. Yeraltı edebiyatı şimdiye kadar neyse ne ama bundan sonra Türkiye de gelişemez gibi geliyor bana. Şiddet dozu, farklı bakış açıları şu anda yerin çok daha üstünde yaşayan kesimde yaşam tarzına dönüştü. Kurgusal olarak yeraltı edebiyatında senin vereceğin şiddetin çok daha fazlasını şimdi iktidar uyguluyor ve geçersizleşti, işlevsiz hale gelmeye başladı. n Mesleğiniz (doktorluk) yazılarınızda, kitaplarınızda insana daha biyolojik yaklaşmanıza sebep oldu mu? Eğer öyleyse, başka bir iş yapsaydınız yine içinde öldürme, kan, seks gibi unsurlar bu şekilde işlenebilir miydi? Herhalde olmazdı. İnsan bedenini çok iyi tanımanın getirdiği bir takım avantajlar var. O yüzden doktorluğun da benim yazarlığıma çok büyük katkısı oldu ama tabii bunu hiç kullanmayabilirdim de. Çok fazla örneği de yoktur bunun, en fazla psikolojik çıkarımlar yapılıyor doktor yazarlar tarafından. Ama psikolojiyle fizyolojiyi birleştiren çok fazla yazar örneği yok dünyada da. Ben insan bedenini organlarını bu kadar iyi tanıyorsam, yakından görme ve dokunma şansını elde etmişsem, farklı bir bakış açısı ve duygu da getiriyor bu insana. Hayatı daha farklı algılıyorsun. Bunu edebiyatta niye kullanmayayım diye düşündüm. Orada yakaladığım duyguyu ya da orada hissettiğim şeyi edebiyata da doğrudan yansıtabilirim diye baştan isteyerek yaptığım bir şey. n O Adam Babamdı kitabınızın fragmanı yayınlandı. Bu sizin yaklaşımınıza, tavrı- nıza ters gelebilecek bir şey değil mi? Reklam gibi düşünürsek... Fragman kötü bir şey değil ki, bir kitap çıkıyorsa o kitabı okuyacaklara bunu duyurabilemek, onların ilgisini çekebilmek önemli bir şey bence. Zaten bu yapılması gereken bir şey, kitap için ilan da yapılabiliyor, söyleşi yapılabiliyor, o kitabı merak eden kitle ilgileniyor. Fragman da aslında böyle bir şey. Fragman çok iyi yapılırsa kitabın değerini yükseltebilir. İyi bir fragman aslında çok iyi bir tür kısa filmin konsept haline getirilmiş çok daha vurucu halidir. İlla ki kitabı almak için değil, keyif için de izlenebilir. n Neden yeni bir kitap yazmak için bu kadar uzun süre beklediniz? Aslında çok fazla yazan biriyken 5-6 yıl ara verdim. Genel anlamda Türkiye deki edebiyatla ilgili birtakım sıkıntılarım vardı, kendimi tam bir yere oturtamıyordum. Bu süreyi kendimle ve romanın kahramanı Haydar Bey le geçirdim diyebilirim. Yetişmeye çalışmadan onla yaşadım, son noktayı koyduğumda yayınlayabilirim dedim. Zaten hiçbir yere de yetişilmiyor. Baba oğul sorunsalı FOTOĞRAF: YILMAZ BAŞAR BABÜR n Haydar ı oluşturmak için psikoloji alanını ya da hastaları incelediniz mi? Bizim toplumumuzda psikolojisi bozuk insan bulmak çok kolay. Haydar Bey aslında bir uç karakter gibi görünüyor, birçok kişi belki öyle algılıyor. Halbuki kendi ailemizde, çevremizde birçok Haydar Bey var. Bu insanlar belki birebir aynı değildir ama onun özelliklerinden bir kısmını biri, bir kısmını diğeri taşıyordur; sonuçta bu tür insanlar toplumda çok fazla. Özellikle baba figürü çok önemlidir mesela erkek çocuklarda. Babayla ilgili bir Bizim toplumumuzda psikolojisi bozuk insan bulmak çok kolay. Haydar Bey aslında bir uç karakter gibi görünüyor, birçok kişi belki öyle algılıyor. Halbuki kendi ailemizde, çevremizde birçok Haydar Bey var yara alarak yetişen birinde, hayatı boyunca o yara kapanmaz ve her karşılaştığı travmada yara açılarak ilerler çünkü ummadığı yerlere doğru gidebilir. Bu tür tacizcilere sapıklara bakın hep bir baba tramvası vardır ve babayla ilgili hep bitmemiş bir hesaplaşma ya da bir kaçış. Ama sonunda hep, psikolojik anlamda baba oğul ilişkisi içinde yaşayan, ama arızalı bir türde olan tür ilişki. Kitaptaki psikolojik tarafta da Haydar Bey in babasıyla da ilişkilendirilebilir gibi geliyor bana. n Bunların hiçbirimizden uzak olmadığını vurguladığınız noktada kitap yeraltıyla buluşuyor belki de. Edebiyatta türler arasında da çok fazla geçişler vardır. Nasıl insanlar arasında birçok özellik, ya da toplumsal yapıda birçok karmaşıklık varsa edebiyatta da öyle. Mesela bu kitap da bir yanıyla edebiyat öğeleri de taşıyor. Psikolojik gerilim de sayılabilir, polisiye de sayılabilir aslında bunlar birbiriyle iç içe olan şeyler. n Haydar Bey ilginç bir karakter, aslında bir seri katil ancak naif, hassas ve romantik tarafları da var. Nasıl bir karakter yarattınız, kısaca anlatabilir misiniz? Haydar Bey in en önemli özelliği, babasıyla hesaplaşmasını henüz tamamlayamamış olması. Başkalarına zarar veren, ama kendi yaralarını sağaltamamış biri. Zaten seri katil olmasına neden olan da bu aslında. Çok yakından bakmadığımızda; sanki karıncaya bile zarar veremeyecek naif, kibar bir adam görüyoruz. Musiki düşkünü, biraz içe kapanık, çekingen biri. Yaklaştığımızda daha net olarak tanıyoruz bu naif adamın içindeki vahşi tarafı ve belki de o yönünün çekimine kapılıyoruz. Girdap gibi bizi içine çekmeye başlıyor. Asıl tehlike de bu bence. n Kitapta Haydar Bey in hayatını okurken aslında arka planda Türkiye nin yakın tarihi ile ilgili az bilinen meseleleri de yakalayabiliyoruz. Hatay Kasap Ayaklanması ya da Islahevlerinin kurulmasını sağlayan sosyalist Esat Adil figürü gibi... Esat Adil in cezaevinde olduğu sırada eşinin yaşadıkları... Bu olay ya da kişileri hikayeye yedirmeyi, arka planda tutmayı neden tercih ettiniz ve araştırmalarınızı nasıl yürüttünüz? Kitapta arka fon gibi görünen olaylar ve kişiler, sizin de belirttiğiniz gibi kurgunun bir parçası değil, hepsi gerçek. Romanı yazarken oldukça geniş bir dönem araştırması yaptım ve özellikle de Esat Adil hakkında oldukça yoğun araştırmalar yaptım. Çok ilginç bir kişi aslında. Türkiye sosyalist tarihindeki önemli figürlerden biri. Ama nedense, sosyalist kültürün içinde bile adı pek anılmayan, neredeyse unutturulmaya çalışılan biri Bu değerleri yerli yerine oturtmak, bilmediğimiz bazı tarihsel olayları da tekrar gündemimize almamız gerekiyor. Bir ülkenin tarihinde hangi olayların neleri etkilediği, bu etkilerin nasıl dönüştüğünü ya da nelere neden olduğu çok açık biçimde görülmeyebilir. Mesela Haydar Bey in bir katil olması, babası yüzünden yaşadığı talihsiz bir olaya bağlı bir anlamda, olay da Hatay daki kasap ayaklanmasıyla ilişkili. Kaldığı Islahevinin kurucusu olan Esat Adil den bir şekilde haberdar oluyor ama onu daha yakından tanıma, anlama fırsatı olsaydı cinayet işleyemezdi Haydar Bey. Belki bambaşka bir kişi olurdu. Romanda arka fon gibi görünen gerçekler, hayatta hiçbir şeyin tesadüf olmadığını gösteren ipuçlarıyla dolu aslında. n Haydar Bey in başından geçenleri aktardığı ilk bölümde Osmanlıca Türkçesinin yoğun kullanıldığını görüyoruz, ama bu dil tercihi okurun Haydar Bey in yaşama biçimini ve karakterini daha iyi kavramasını sağlıyor. Bunu neden tercih ettiniz? Ve dilin edebiyatta bile kısırlaştığı bir dönemde, bu tercihi okuru zorlayacak bir risk olarak görmediniz mi? Sadece okuru değil, yazarken beni de zorlayan bir tercihti bu. Ama Haydar Bey in öyle konuşması gerekiyordu. Yaşadığı dönemi ve kişilik yapısını düşününce, o karakter ancak bu şekilde konuşurdu. Ben eski Türkçeyi hiç bilmediğim halde karakterimin hatasız biçimde bu dili kullanması için epey çaba harcadım. Aslında genç okuru düşünürsek, böyle bir dil risk oluşturabilir tabii. O riski göze aldım. Çünkü artık edebiyat yapıtları bile dili öncelik olarak görmüyor. Çok az bir sözcük sayısıyla kalın bir roman yazılabiliyor artık. Dağarcık iyice azaldı. Bu, yazarın yetersizliği anlamına da gelmiyor sadece. Daha kötüsü; sanırım yazarlar, kolay okunması için ve okurun genel anlamdaki kültürel düzeyinin düşüklüğünü göz önüne alıp, özellikle bunu yapıyorlar. Çaba harcamadan okunan kitabın satış şansı daha yüksek oluyor çünkü. Bu tuzağa düşmemek gerektiğine inanıyorum. Yazar satmak için dili köreltirse, Nasreddin Hoca gibi kendi bindiği dalı kesmez mi? n Kitapta Haydar Bey, çok sevdiği eşini de cani bir biçimde öldürüyor. Bildiğiniz gibi ülkemizde son haftalarda kadına şiddet konusu gündemde. Bu konuda tepki çekebileceğini düşünüyor musunuz romanın? Kadına şiddet son dönemlerde arttı; daha doğrusu genel anlamda şiddet arttı. Çünkü sadece fiziksel şiddeti değil, her türlü şiddeti kullanmak bir iktidar seçeneği olarak görülüyor. Şiddet cezasız kalıyor genelde çünkü şiddet uygulayanlar birbirleriyle empati kuruyor. Hep empati eksikliğinden söz edildi bugüne kadar ama negatif bir empati gelişti son dönemlerde; şiddet uygulayanlar kendi aralarında, yolsuzluk yapanlar kendi aralarında empati kuruyor. Böyle olunca da, neredeyse temiz insan kalmıyor geriye. Çaresizce köşeye sıkışıyoruz. Romanın bu anlamda tepki çekeceğini sanmıyorum, şiddeti olumlayan bir yönü yok çünkü. Aksine, şiddeti görünür kıldığı, bir de şiddet kullanan insanların içimizden biri olabileceğini, sıradan kişiler olduğunu vurgulayıp daha çok tetikte olmamızı sağlayabileceği için olumlu tarafı da olabileceğini sanıyorum.

10 İREM ORAL 27 Şubat 2015 Cuma iroral@hotmail.com Aydınlık Modern hapishanenin mükemmelliği İçerdekiler, ne yazar ne de bir kişi hakkındadır, o duvarların arkasındaki herkesi anlatır: Katilleri, hırsızları, dolandırıcıları, asileri, çıkmasına 18 ay kalanı, daha önünde yılları olanı, asla çıkamayacak müebbetleri, idamlıkları ve gardiyanları bile Bütün bunların dışında, kitap, hapishaneyi anlatır, Serge nin deyişiyle mükemmel modern hapishaneyi İçerdekiler Victor Serge Çev: Gülen Aktaş Ayrıntı Yayınları 272 s. Victor Serge, elli yedi yıllık yaşantısının yaklaşık on yılını çeşitli şekillerde esaret altında geçirmiş politik bir yazar. Fransa da anarşist politik bir mahkûm olarak geçirdiği beş yılını, Bolşevik Devrimi nin bir parçası olabilmek için Rusya ya geçmeye çalışırken atıldığı toplama kampındaki esareti izleyecek ve Rusya ya varıp Bolşeviklere katıldıktan birkaç yıl sonra da çeşitli görüş ayrılıkları nedeniyle önce partiden ihraç edilecek, ardından bir kez daha hapse atılacak ve en sonunda da sınır dışı edilecekti. Siyasi mücadelelerle dolu bir hayat geçiren Serge için edebiyat, devrime en iyi şekilde hizmet etme yollarından biriydi. Edebiyat vasıtasıyla, gelecek kuşaklar için hakikati koruduğuna inanıyordu. Elimizdeki kitap, İçerdekiler ise, onun Fransa La Santé Hapishanesi nde geçirdiği ve kısaca tecrit, kronik beslenme bozukluğu ve çeşitli bedensel-ruhsal hastalıklar olarak özetlediği beş yıllık hapishane hayatını anlatıyor. Daha hala hapisteyken, verem, delilik, depresyon, insanların manevi sefaletiyle mücadele ederken, bu cehennemi yolculuğun gerekçesinin daha sonra anlatılabilme ihtimalinde olduğunu görüyordum. Hapiste acı çeken ve ezilen binlerce insan içinde ne kadar az insan bilir o hapishaneyi- bütün bunları bir gün anlatabilecek olan tek kişi belki de bendim. Benim için bu romanın varoluş nedeni budur. Serge Bir Devrimcinin Anıları nda İçerdekiler den böyle söz eder. Onun için bu roman hem bir amaç hem de hapishaneye, ya da kitapta adlandırdığı gibi, kendisini öğütmeyi hedefleyen değirmene karşı giriştiği amansız mücadelesine yardım eden bir araçtır. Edebiyatçıların, Dostoveyski nin Ölüler Evinden Hatıralar, Koestler in Ölüm Hücresi, Genet in Gülün Mucizesi ve Solzhenitsyn in İvan Denisoviç in Bir Günü kitaplarıyla karşılaştırdığı roman 1930 larda yazılmış olmasına rağmen yazıldığı döneme göre çok modern bir dile sahip, öyle ki kitabı postmodern olarak nitelememiz bile abartı kaçmayacaktır. Bu kitap benim hakkımda değil insanlar hakkında Victor Serge Kitap her ne kadar Serge nin kendi kişisel deneyimlerinden yola çıkarak yazdığı bir roman olsa da ona bir hatırat gibi yaklaşmak yanlış olur. Çünkü kitap, ithaf kısmında yazarın da belirttiği gibi, kişisel bir tecrübenin insanca içeriğinin ve genel anlamının edebiyat yoluyla açığa çıkarılma denemesidir. Bu kitapta her şey hayal ürünü ve her şey gerçektir. Ve kitap ne yazar ne de bir kişi hakkındadır, o duvarların arkasındaki herkesi anlatır: Katilleri, hırsızları, dolandırıcıları, asileri, çıkmasına 18 ay kalanı, daha önünde yılları olanı, asla çıkamayacak müebbetleri, idamlıkları ve gardiyanları bile Bütün bunların dışında, kitap, hapishaneyi anlatır, Serge nin deyişiyle mükemmel modern hapishaneyi. Öyle ki okuyucu, kitabın başlangıcında kendisini bir romandan ziyade hapishaneyle ilgili bir tanıtım makalesini okuyormuş gibi hissedebilir ve bu his, roman boyunca okuyucuyu yalnız bırakmaz. Kitabın kahramanını aramaya çalışmamanızı öneririm; çünkü kitabın belirgin bir kahramanı yoktur ya da en azından, eğer okuyucu bir kahraman konusunda çok ısrarlıysa onu belirlemek okuyucuya kalmıştır. Yazarı kitabın kahramanı olarak görebilirsiniz; ama Serge şiddetle okuyucunun kendisini böyle tanımlamasına karşı çıkar. Öte yandan, hapishaneyi kahraman olarak görebilirsiniz, ne de olsa romanın en bariz şekilde anlattığı ve en çok bahsettiği şey odur. Daha doğrusu, roman bir hapishane romanıdır, hapishaneyi anlatır ve bu mantıkla, okuyucunun hapishaneyi kahraman olarak görmesi doğaldır. Bir üçüncü olasılık, kitabın adından esinlenerek hapishane duvarlarının içindekileri kitabın kahramanı ilan edebilirsiniz ve belki de en doğru kahraman seçimi bu olacaktır. Ama hapishane ya da içindekiler, hangisini kitabın kahramanı olarak görürseniz görün bu klasik kahraman anlayışından farklı bir bakış açısı olacaktır; çünkü her iki durumda da bir ya da iki kahramandan bahsedemeyiz: söz konusu kahramanlar yüzlercedir, binlercedir, dünyanın her yerinde ve her ülkesindedir. Bütün hapishaneler ve bu hapishanelerin içindeki bütün mahkûmlardır, bütün tutuklular ve bütün gardiyanlardır İçerdekiler in kahramanı. Roman hiçbir fark gözetmeksizin hepsini anlatmayı amaçlar. Bu konuda belki de en doğru yaklaşımı Serge anılarında ifade eder: Ben anılarımı yazmak istemiyorum. Bu kitap benim hakkımda değil, insanlar hakkında Bu romanda yazarın bir kahramanı yok, tabii o korkunç hikayeizma, hapishane, bir kahraman olarak görülmezse. Bu kitap ben im hakkımda değil, bu kitap birkaç adam, adamlar, toplumun karanlık bir köşesinde ezilmiş bütün insanlar hakkında. Bir karakterin değil kameranın gözünden Aslında Serge her ne kadar romanda anlatıcı olarak birinci tekil şahsı seçmiş olsa da kullandığı teknik, kitabı kahraman bakış açısından görmemizin keskin bir şekilde önüne geçiyor. Serge ben ağzından yazdığı ve öyküleme, betimlemelerde bulunduğu pasajlar kadar genellemelerin ağır bastığı pasajlara da yer veriyor. Genellikle hapishaneyi ve hapishane düzenini anlatmak için kullanılan bu genellemeler ( Sabah yedide bir zil çalar ve kalkma vaktinin geldiğini bildirir. On beş dakika sonra hücrenin kapısı gardiyan tarafından açılır. vb) kitabın akıcılığını ciddi biçimde zedelerken okuyucunun da kendisini bir karakterle özdeşleştirmesine engel oluyor. Böylece okuyucu bütün romanı bir karakterin ya da yazarın değil, bir güvenlik kamerasının yorumsuz gözünden izlemiş oluyor. Her ne kadar bu postmodern anlatım kitabı okumayı zorlaştırsa da yazarın bu sayede amacına ulaştığını söyleyebiliriz: Serge kullandığı bu çetrefilli teknikle ben ini yok etmiş oluyor. Artık okuyucunun romana bir anı gözüyle bakması mümkün değil. Ayrıca bu sayede okuyucu hapishanenin bireye ne yaptığını, onu nasıl ezip öğüttüğünü ve nasıl geride bir ben bırakmadığını bütün çıplaklığı ve rahatsız ediciliği ile kavramış oluyor. Hapishane için insan, artık sadece bir numaradan ibaret.

Aydınlık KAYA ÖZSEZGİN 27 Şubat 2015 Cuma 11 Eskimeyen bir kavram: Mimesis Antik düşüncenin sanat bağlamında ürettiği kavramların başında geliyor mimesis. Ancak bu kavram, onun yan bağlamları içinde başka kavramlarla (imitatio, aemulato, mimikri..) olduğu kadar, Platon dan modern zamanlara uzanan farklı düşünürlerin gözünde kazandığı yan anlamlarla birlikte ve süreçsel bir bakış açısı içinde ele alındığında, yaygın karşılığı olan taklit in ötesinde kapsamlı bir incelemeye konu olduğu kuşku götürmez. Bu noktadan hareketle, karşılaştırmalı edebiyat alanında retorik ve belâgat üzerine doktora tezi hazırlamakta olan M. Akif Duman, konuyu kapsamlı biçimde ele aldığı kitabında söz konusu kavramı, İlkçağ dan Ortaçağ a ve modern zamanlara uzanan oluşumu içinde ve temel başlıklar altında inceliyor. Böyle bakınca mimesisi, Koller in yorumuyla temsil-tasavvur ve ifade gibi geniş bir açı içinde ve günümüzdeki kullanım şeklini Platon a bağlayarak, Ortaçağ ın sonuna doğru yükseliş gösterdiği gelişmeleri merkeze alarak sanat ağırlıklı anlamına vurgu yapmak gerekiyor. Her ne kadar böyle bir yöntem izlemiyor olsa da yazarın, yeri geldikçe sanata gönderme yaptığı görülebiliyor. Mimesis in tarihi 16. yüzyılda sanatçının yaratım gücünün tanrısal kaynaklarına atıfta bulunan Giordano Bruno dan yola çıktığımızda, yazarın da haklı olarak değindiği gibi, bizim dilimizde sarih bir pencere açılmamış olan mimesis için, kaynakların çoğu Almanca olduğundan, 18. yüzyılda sanatta mimesis, tanrısal tasavvurun sınırsız taklididir. D Alambert in yorumuyla, hiçbir şeyi tasvir etmeyen müzik, nasıl bir gürültü olarak kalırsa, insan belleğinin mimetik süreçlerini devreye sokmayan mimesis de işlevini yerine getirmemiş olacaktır kitapta bu ülkedeki serüven, eksen olarak alınmıştır. Nitelikli taklit olarak bölüm başlığı atılan mimesis, Aristoteles in poetika sındaki mantık çerçevesinde, sanatta yer bulduğu görünümüyle değerlendiriliyor kitapta. Ne var ki yazar, sözünü ettiği oluşumun aşamaları üzerinde dururken, Ortaçağ dan modern zamanlara geçiş yapıyor, arada kalan Rönesans döneminin mimesis açısından ve özellikle de resim sanatındaki gelişmeler yönünden nasıl bir ifade biçimini karşıladığı üzerinde durmuyor. Bilindiği gibi kavramın isim babası Platon, doğadaki görüntüleri ideaların bir yansıması olarak görmüş, sanatı ise üçüncü elden bir yansıma olarak nitelerken, hocasının aksine Aristoteles, mimesise her açıdan daha olumlu anlamlar yüklemişti. Düşünen insan doğayı biçimlendirirken, idea üzerinde çalışır, çünkü ruh devreye girmiştir. Örneğin Ortaçağ da Lothar Haçı, bu konudaki tarihsel değişiklikleri simgeleyici bir özelliğe sahiptir. Başka bir simgeleyici anlamı, Erken Ortaçağ da, din eğitimi merkezi olan Chartres Katedrali çevresinde buluyoruz. Sanat, bu çerçevede doğa varlıklarının taklidi aracılığıyla doğada görülenin ötesinde olanı açığa çıkarmakla, mimesisin işlevini gerçek boyutuna ulaştırmış olacaktır. 18. yüzyılda sanatta bu kavram, tanrısal tasavvurun sınırsız taklididir artık. D Alambert in yorumuyla, hiçbir şeyi tasvir etmeyen müzik, nasıl bir gürültü olarak kalırsa, insan belleğinin mimetik süreçlerini devreye sokmayan mimesis de işlevini yerine getirmemiş olacaktır. Evrenselci aklın deha çağı na ( Fırtına ve Coşku ) özgü gereğidir bu aynı zamanda. Mimesis aşağılanırken, gerçeğin yorumlanması, romantik çağın parolası olarak yeni bir görüş paralelinde öne sürülecektir, 1935 te İstanbul Üniversitesi nin konuğu olarak Türkiye ye gelen ve ünlü eseri Mimesis i kaleme alan Auerbach ın ifadesiyle muhteşem mimesis adı altında yeni bir kavram üretilecektir. Böylece mimetik olanla dünya ve hakikat arasında yeni bağlantıların kurulduğu bir noktaya gelinmiştir. Çağdaş felfese ve mimesis Derrida, Girard gibi düşünürlerle kavrama, çağdaş felsefe açısından (yapı-sökümcülük ) yeni bir anlam yüklenmiştir. İmitasyoncu tavır giderek eleştiriye uğrar. Kavram, psikolojik ve sosyolojik alanda kapsamlı biçimde kullanılır. Mimetik formların bitki ve hayvanlarda da belirleyici süreçler yaratması bağlamında sosyal mimesis kavramı, kitapta ana başlık olarak yerini almaktadır. Büyü ve şiddet, sosyal ve estetik mimesis uyuşumu, gerçeklik ve kurgu arasındaki farkın silinmesi, şeyleşme ve direnç, bu bölümün ara başlıklarıdır. Kitabın son bölümü ise, görselleştirme ve simülasyon kavramlarını gündeme getiriyor. Görüntülerin karışık olduğu, değişime uğradıkları, başkalarıyla taklit ilişkisi içinde bulundukları, böylece fraktal (karmaşık geometrik biçimler) görüntülerin ortaya çıktığı ve her seferinde yeni bir bütün oluşturdukları aşamadır bu. Post-modernist bir kavram olan simülakrum un oluşumunda bu gelişmelerin katkısı kuşkusuz olacaktır. Öte yandan mimetik süreçte ve bütün yaşam dallarında estetikleştirme çabası ağır basmakta ve bunları pictorialization çerçevesinde yansımalar dünyasına eklemektedir. Artık gerçeklik ve simulacra arasına bir sınır çekmek mümkün olmayacaktır. Başka bir deyişle dönüşlü mimesis söz konusudur. Yazarın önsözde belirttiği gibi, konuya genel bir bakış imkânının kaybedilme tehlikesi karşısında, bir anlamda bu tehlikeyi önleme amacına yöneliktir bu kitap. Dolayısıyla özellikle estetik derslerinde öğrenciler için bir el altı kitabı ve yararlı bir kaynak olduğu söylenebilir. Mimesis M. Akif Duman Litera Yayıcılık 160 s. Kavramın isim babası Platon, doğadaki görüntüleri ideaların bir yansıması olarak görmüş, sanatı ise üçüncü elden bir yansıma olarak nitelerken, hocasının aksine Aristoteles, mimesise her açıdan daha olumlu anlamlar yüklemişti. Düşünen insan doğayı biçimlendirirken, idea üzerinde çalışır, çünkü ruh devreye girmiştir

27 Şubat 2015 Cuma 12 ADİL ERSOY Aydınlık Güz Buluşmaları nda kanayan yaralı bilinçler Yazar, Otel Atlantik ile Uçurtmalar kitaplarında oluşturduğu toplumsalcı bakış açısını Güz Buluşmaları nda da sürdürür. Öteki olmanın acısını bir biçimde tatmış ve dar kapılardan geçmeye zorlanmış iç dünyaların kırılganlıkları ekseninde çatar bu kitapta yer alan öykülerin çatısını Güz Buluşmaları Nazmi Bayrı Broy Yayınevi 128 s. Tedirgin yaşamların öykücüsüdür Nazmi Bayrı. Sınırları başkaları tarafından çizilmiş dehlizlerde el yordamıyla çıkış yolu arayan uyumsuzları, kurmaca evrenini merkezine oturtur. O insanların ket vurulmuş öfkelerinde kanayan yaralı hüzünlerle yüz yüze getirir okurunu. Çoğu kez, şiirsel bir biçemle desteklenen zamansal sıçramalar aracılığıyla yapar bunu. Yazar, Otel Atlantik ile Uçurtmalar kitaplarında oluşturduğu toplumsalcı bakış açısını Güz Buluşmaları nda da sürdürür. Öteki olmanın acısını bir biçimde tatmış ve dar kapılardan geçmeye zorlanmış iç dünyaların kırılganlıkları ekseninde çatar bu kitapta yer alan öykülerin çatısını. Aydın ve sanatçı niteliğine sahip olan kahramanlar bile bu dramı, bir kambur gibi sırtlarında taşımaktan kurtulamazlar. Neon ışıkların dışındaki cangılda sessizce cereyan eden savaşın umutsuz figüranlarıdır onlar. Toplumsal ve ekonomik koşulların ağır baskısı altında iki arada, bir derede yaşamak zorunda kalırlar her şeyi. İkiyüzlü toplumsal ahlakın kıskacında çoğunlukla bir örnek geçer onların günleri. Kendilerini hiçbir yere ait hissedemezler. Bulundukları çevrenin ötekisidir onlar. Kenttekiler de kurtulamaz varlıklarını iğretileştiren bu duygudan, köydekiler de. Yine de tenden taşan çağrının ayartısıyla çıkmaz sokak içre yolculuklara kalkışırlar kimi zaman. Boş durur mu bu durumda, ortak toplumsal bilinçte içselleştirilmiş feodal zihniyet? Evrensel dirimin nabızlardaki çağıltısını boğmak üzere tüm kokuşmuşluğuyla hemen harekete geçer. Büyük ölçüde başarılı da olur. Bu açmazlarda, parçalanmış yaşamlardan sızan kahredici bir çaresizlik sarmalı, arka plan fonu olarak okurun zihninde asılı kalırken, artık aydınlıktan karanlığa doğru evrilecektir tensel yolculukların yönü, kurguya da sirayet eden bitimsiz bir yarım kalmışlık duygusu eşliğinde. Sert savruluşlar sırasında, döngüsel zaman aralıklarındaki boşluklarda varlığını sezdiren bu duygu, okura, her öyküyü zihninde yeni baştan inşa etme olanağı verir. İnsanoğlunun en aşağılık icadı Bunun yanı sıra, farklı anlatılar arasında geçişkenliğe fırsat tanıyarak okuyucuyu aktif duruma getirmeyi hedefleyen metinlerarasılık yöntemi, Heinrich Böll Artı Beş Lira adlı öyküde, para odaklı samimiyetsiz insan ilişkilerine yönelik örtük bir alayın taşıyıcısı olarak ön plana çıkar. İnsanoğlunun en aşağılık icadı bu temel değişim nesnesinin elinde oyuncak olan kişiliklerin zavallılığı, mizahi bir dille gözler önüne serilir. Öykünün kahramanı, içine düştüğü maddi sıkıntıyı aşmak için Heinrich Böll ün öyküsüne çaresizce göndermelerde bulunur. Böylelikle iki öykü iç içe geçer ve biri öbürünün oluşumuna kaynaklık eder. Öte yandan, sanata sağır erklerin gölgesinde birbirlerini tüketerek var olmaya çalışan sanatçı kahramanlar söz konusu olduğunda sevecen bir ironiye yaslanan dil, bazı öykülerde yer yer simgesel bir niteliğe bürünür. Metinlere çağrışım zenginliği katan ve onların anlamsal katmanlarını genişleten bu öğelerin çarpıcı bir örneğini kitaba da adını veren Güz Buluşmaları nda buluruz. Kentin tarihi dokusunda gelişigüzel dolaşmaya çıkan kahramanımızı, dünle bugün arasında belirsiz bir noktaya sıkışmış hanlar karşılar. O, adım attığı mekânların içinde Kafkaesk bir kasvetle burun buruna gelir. Zamanı donduran bir şeyler vardır atmosferde. Ölümü yahut ondan bir adım öncesini çağrıştıran bir boşlukta çakılı kalmıştır yaşam. Adeta ölü aşklar mezarlığına dönüşmüştür, dış dünyanın fırtınalı gerçekliğinden kaçıp kurtulmak isteyenler için, bu hanlar. Heder olup gitmiş görkemli tutkuların bakiyesi değersiz yontularsa, kendi mağarasını inşa konusunda olağanüstü mahir insanoğlunun hazin sonunu imler gibi sağda solda atılı durmaktadır. Yaşam ve ölüm karşıtlığı bağlamında kurgulanmış öyküde bu motifler, çelişkileri çoğaltıcı bir işlev görür. Kurmacanın diyalektik mantığı içinde yok oluşu temsil eden ölgün yüzlü yontucu, serüven arayışındaki bir özgür ruhu dingin kalıplar içinde tutsak etmek ister. Onu bu çukurda bir parçacık gökyüzüne razı kılarak coşkulu arayışlarından alıkoymaya çalışır. Israrcıdır da bu hususta. Yeryüzünde yaşama sevinci adına ne varsa hepsinin düşmanıdır sanki. En çok da ölümün diliyle konuşmayı sever. Muhatabının kişiliğinde tüm insanlığadır onun seslenişi: Aslında, bu dünyada herkes kendini güvenli bir hana kapatır. Kalın duvarlarla kuşatır çevresini. Bir döngü içerisinde yaşar hep. Evinde, işinde, bulunduğu ortamlarda, düşüncelerinde dış dünyaya karşı duvarlar örer... Bak, gökyüzü buradan da görülüyor. Herkes gökyüzünü baktığı kadar görür; ama gökyüzü sonsuzdur... Burada rüzgârlar da sert esmiyor; dışarıda rüzgârlar çok sert esiyor. Savrulmadan sen de bir hana sığın. Evler de, dünya da, gömüt de birer handır...

Aydınlık 27 Şubat 2015 Cuma 13 ŞENOL ÇARIK senolcarik@gmail.com GÖKÇE ŞENOĞLU Neşe Doster in kaleminden Celile nin aşkı Eğitimci-yazar Neşe Doster, sekizinci kitabıyla okurlarının karşısına çıktı. Doster, kısa bir süre önce yayınlanan Celile isimli çalışmasında İstanbul da doğan, Halep te büyüyen ve Beyrut ta okuyan bir genç kadının, Celile nin, iş, aşk, ayrılık ve geleneksel baskılarla örülü yaşam öyküsünü anlatıyor. Celile Hanım ı uzunca bir süre dinlemiş Neşe Doster. Anılarını bir süzgeçten geçirip kaleme almış; ince ince örmüş. En başta hatırlatalım bu arada, bu biyografi romanın kahramanı Celile Hanım, Nazım Hikmet in annesi, Oktay Rifat ın teyzesi, ilk Türk kadın ressamlardan Celile Hanım değil. Celile Selahiye Ekdal ın öyküsü anlatılan. Bir süre önce kaybettiğimiz, Kadıköylülerin doktoru Müfid Ekdal ın 55 yıllık eşi, büyük aşkı ve sonsuz sevdası... 20 yıldan beri Celile Ekdal ın yanında olduğunu belirtiyor Doster. Onun anılarını, serüvenini dökmüş satırlara. Çocukluğu ve gençliği Halep te, öğrencilik yılları Beyrut ta geçmiş Celile Hanım ın. Bir ömrün, bir devrin, bir kadının anlatıldığı yolculuk İstanbul da başlıyor. Sonra sırasıyla Suriye ve Beyrut ta dolaşıyoruz. Yakın coğrafyamızdaki bu yerlerin özellikleri evimize ve elimize taşınıyor. Ve Halep, eskiyen ve yitip giden yüzüne rağmen eskimeyen hasreti Celile Hanım ın. Bir hayat hikayesini okurken bir devri de tanımış oluyoruz. Yaşam öyküsünü duru ve akıcı bir tonda anlatıyor kahramanımız. 12 yıllık bir hasretin dile geldiği satırlar, sayfalar çevrildikçe yatağını bulan bir su gibi akıyor. Az gelişmiş toplumlarda kadına reva görülen ve dünden bugüne çok da değişmeyen yargıların gölgesinde yaşananları özetliyor. Kadın olmanın, anne olmanın ve aşık olmanın bedelleri Celile Hanım ı dinlerken kadın olmanın, anne olmanın, geleneksel baskılara direnmenin, aşık olmanın, çocuklarından zorunlu nedenlerle ayrı kalmanın neler mal olduğunu öğrendim. Aşk için, sevda uğruna atılan bazı adımların ne bedeller ödettiğini gördüm diyor yazar. Kitabı yazmaya karar verdiği andan itibaren sık sık Suriye ve Lübnan a gitmiş Neşe Doster. Hem Celile Hanım ın yaşadığı yerleri görmek hem de kızı Muna ve oğlu Hamid in gözünden-dilinden, annelerini dinlemek için Bu biyografik romanı, belki nehir söyleşisi de diyebiliriz, özgün bir anlatıma kavuşturma çabasını gütmüş yazar. Kitabın sonunda fotoğraflar yer alıyor. Geçmiş yılları ve yaşanmışlıkları ölümsüzleştiren kareler kitaba renk katıyor. Celile; Halep ten İstanbul a bir ömür, bir devir, bir kadın... Anısı, acısı, aşkı halâ yüreğinde Bence artık sözü burada noktalayalım ve Celile Hanım ın serüveniyle birlikte zaman tüneline girelim. Ne dersiniz? Celile Hanım ı dinlerken kadın olmanın, anne olmanın, geleneksel baskılara direnmenin, aşık olmanın, çocuklarından zorunlu nedenlerle ayrı kalmanın neler mal olduğunu öğrendim diyor Neşe Doster Celile Neşe Doster Destek Yayınları 192 s. Camino nun Mucizesi Rıza Keskin Kaynak Yayınları 246 s. Zamana değer katmak Biliyorum seni saran o çemberi, biliyorum özgürlük emek ister. Bu güzel sözler Bulutsuzluk Özlemi nin bir şarkısından: Özgürlük Emek İster. Camino nun Mucizesi, mucizelere inanan ama özgürlüğün emekle kazanıldığını bilen bir yazarın elinden çıkmış bir roman. Camino de Santiago, Fransa Pireneleri nden başlayıp, İspanya nın özerk bölgelerinden Galiçya nın başkenti Santiago de Compostela da sona eren kutsal bir hac yolu. İsa nın havarilerinden Aziz James in özel bir görevle bu yolu yürüdüğü rivayet edilir ve tüm dünyadan insanlar bin yıldan fazladır bu yolu yürürler. Yazar Rıza Keskin bu yürüyüşü yapmış ve hacı pasaportuna sahip olmuş. Yani Camino nun Mucizesi otobiyografik bir romandır da denebilir. Romanın başkahramanı Tigin, her 23 Nisan da Aya Yorgi Kilisesi ne tırmanıp, mum dikip, kendisine âşık olacağı bir kadın vermesi için Tanrı ya yalvaran, hayatta kendini tam da gerçekleştirememiş olduğuna inanan bir insandır. Kardeşi Banu yla birlikte Camino yürüyüşüne başladığında hayatının geri kalanının artık eskisine oranla çok farklı olacağını fark etmesi fazla vakit almaz. Kitapta güzergâh boyunca enfes güzellikler sunan tarihi yerleşim yerlerinin ve yapıların canlı bir tasvirini buluyoruz. Yer yer tarih bilgisiyle de beslenen bu betimlemeler okuyucuda oraları görmek isteği uyandırıyor. Tigin ve kardeşi yol boyunca farklı milletlerden insanlarla tanışırlar ve dostluk kurarlar. Camino yürüyüşünün kendine özgü bir dayanışma ruhu vardır. Öyle ki yürümekte zorlanan bir pilgrim gördüğünde diğer pilgrimler, onu sırtında taşımayı dahi teklif ederler. Yürüyüşçülerin milliyeti, sınırları yoktu. Onların kanunları sadece birbirlerine yardım etmekti. Camino yürüyüşünün bir katedralde sonlanması ve yürüyüşü tamamlayanlara hacı unvanı verilmesi olaya mistik bir hava katıyor hiç kuşkusuz. Öyle ki Tigin in karşılaştığı bir pilgrim ona ne amaçla yürüdüğünü sorup da kültürel, hem de spor yapmak cevabını aldığında yüzünü buruşturur ve şöyle seslenir: Camino da herkes için bir mucize vardır. Camino öylesine yürünecek bir yol değil. Sizin yürüme amacınız nedir diye sorulduğundaysa şu karşılığı verir aynı pilgrim: Bir arkadaşım ölmek üzere. Camino yu yürümenin ona şifa vereceğini düşünüyor. Fakat çok hasta olduğu için bu yolculuğa çıkamadı. Yürümem için bana vekâlet verdi; onun adına yürüyorum. Benzer bir hikâye, yönetmenliğini Emilio Estevez in yaptığı ve başrolünü Oscar lı aktör Martin Sheen in üstlendiği 2010 yapımı The Way filminde de var. Oğlu Camino yürüyüşü sırasında fırtınaya yakalanarak hayatını kaybeden bir babanın naaşı almak için Fransa ya gelişini ve burada oğluyla, o hayattayken kuramadığı diyalogu kurmasını ve onun için, onunla birlikte Camino yürüyüşünü tamamlamaya karar vermesini konu ediniyor film. Camino nun Mucizesi nden keyif alanlar bu filmden de hoşlanacaktır. Peki, Tigin için Camino nun Mucizesi ne? Bu sorunun cevabını bulmak için kitabı okumak gerekecek elbette, ancak Tigin in hacı pasaportunu almak için Santiago de Compostela Katedrali ne girmeden hemen önce kendi kendine mırıldandığı, Şems-i Tebrizi nin şu sözleri küçük bir ipucu olabilir: Kimse aşkın sırrına ulaşamadı, ulaşanınsa başı döndü. Son bir not: Kitabın yazarından bir haber var. Rıza Keskin, ikinci kez Camino yolunu yürümeye hazırlanıyor. Üstelik bu sefer pilgrim pasaportu niyetine kitabı, Camino nun Mucizesi ni damgalatarak hacı olacak. O, zamana değer katmasını bilen biri.

14 27 Şubat 2015 Cuma Aydınlık Yeni çıkanlar Körler Ülkesi H.G. Wells, Çev: Evrim Öncül, Kolektif Kitap, 68 s. And Dağları nın vahşi çorak topraklarındaki Körler Ülkesi nde on yedi gün boyunca karanlığa gömecek bir yanardağ patlamasının ardından, İspanyol zulmünden kaçarak vadiye sığınmış ve körlük belasıyla cebelleşen insanların dünyayla bağlantısı kopmuştur. Körlüğe derman bulmak için köyden ayrılmış bir adamın anlattıklarıyla bir efsane olarak varlığını sürdürür Körler Ülkesi. Ta ki Nunez adında genç bir dağcı vadide hapsoluncaya kadar... Orkestra Şefi Sarah Quigley Çev: İlknur Özdemir Kırmızı Kedi Yayınevi, 344 s. 8 Eylül 1941 de Nazi birlikleri Leningrad ı kuşatırlar. Ünlü besteci Dimitri Şostakoviç Leningrad dan ayrılmaz, Leningradlılara moral verecek yeni bir senfoni üzerinde çalışır. Yöneticiler seçkin müzisyenleri şehirden gönderince senfoniyi hazırlama görevi, ikinci sınıf bir radyo orkestrasının şefi olan çekingen, sorunlu ve pek sevilmeyen Elias a verilir. Müziğin ve umudun hayatları nasıl kurtardığının öyküsüdür Orkestra Şefi. Viking Dünyası Kolektif, Çev: Ebru Kılıç Alfa Yayıncılık, 850 s. Bu kapsamlı kitap, Vikinglerin sosyal kurumlarından Viking çağının ekonomisine, İzlanda sagaları ve şiirlerinden Vikinglerin savaşları, inançları, yolculukları, Ortaçağ ve Hıristiyan Avrupa yla olan ilişkilerine kadar geniş bir yelpazeye yayılan pek çok ilginç konuyu işliyor ve Viking araştırmaları alanında önemli bir boşluğu dolduruyor. Çok sayıda resim ve haritayla desteklenen bu kitap Viking dönemi ve İskandinav tarihiyle bir başvuru kitabıdır. İşgal ve İsyan Halit Payza, İlkim Ozan Yayınları, 464 s. Ege de ilk kurşun Hasan Tahsin in revolverinden çıktı. İzmir Redd-i İlhak Cemiyeti üyeleri Anadolu da ilk isyan kıvılcımını çaktılar, Maşatlık Mitingi ilk işaret fişeği kabul edilebilir. Ama asıl örgütlü mücadele bugün İlk Kurşun Anıtı nın bulunduğu Ödemiş te, Hacı İlyas Tepesi nde yaşandı. Bu roman İzmir in işgali sırasında yaşanan acıları ve Ödemiş te Kuva-yı Milliye nin kuruluşunu anlatıyor. Alman Sonbaharı Stig Dagerman, Çev: Ali Arda, Everest Yayınları, 135 s. 46 yılının sonbaharında İsveç gazetesi Expressen, Nazilerin yenilgisinin ardından Almanya daki hayatı gözlemlemek üzere ünlü yazar Stig Dagerman ı görevlendirir. Savaş sonrası gerçekleri tüm çıplaklığıyla gözler önüne seren bu yazılar daha sonra Alman Sonbaharı adlı kitapta toplanıp çok geçmeden türünde bir klasik haline gelir. Dagerman kitapta ısrarla savaşın harap ettiği kadınların, erkeklerin ve çocukların insanlığına vurgu yapar. Kral Kaybederse Gülseren Budayıcıoğlu Remzi Kitabevi, 384 s. Kendini hep dorukta görüyor ve asla aşağı düşmeyeceğini sanıyordu. Ama bir gün hayat elindeki keskiyi ona da savuruverdi ve onun da koptu yüreği Psikiyatrist Dr. Gülseren Budayıcıoğlu Kral Kaybederse romanında, doruklardan aşağı inmeyeceğini sanan bir avcının avına av olup yuvarlanışını, kendini sevilmeyeceğine inandırmış mutsuz bir kadının da trajik hayatı içinde avken nasıl avcı olduğunu anlatıyor. Kasımpaşalı Oedipus Cem Kalender Alakarga Yayınları, 170 s. Görkemli Parvasya ülkesinin kralı Galius, ölüp bitmiş, toprağın altına girmiş halkını diriltir, onları Akhaların saldırıları karşısında birleştirir ve büyük bir zafer kazanır. Ama verdiği savaş orada bitmez. Tarımı güçlendirir, ülkesinin sanayisini ayağa kaldırır, eğitim kurumları açar ve gördüğü saygı ile yeryüzü kralı unvanını kazanır. Ama gördüğü saygıyı ve elde ettiği gücü hiçbir zaman yeterli bulmaz. Biri, Hiçbiri, Binlercesi Luigi Pirandello, Çev: Birgül Göker, Nazlı Birgen Aylak Adam Yayınları, 232 s. Tüm eserlerinde olduğu gibi bu eserinde de Pirandello, insanın varoluşu ve kimliği üzerine eğiliyor. Vitangelo Moscarda nın tüm hayatı, karısının bir gün kendisine sorduğu ve burnun eğriliğinden dem vurduğu o basit soruyla altüst olur. Kendisinden başlayarak tüm yaşamını acımasızca sorgular ve kendini yeniden bulmak için kendini parçalara bölmeyi öğrenir. Saygın Kel Adamın Ölümü A. Mümtaz İdil Ka Kitap, 240 s. -Felsefenin yeniden canlanmasına Higgs Parçacığı mı neden oldu? -Gustave Flaubert in ünlü romanı Madame Bovary, ahlaksızlığa teşvikten yargılanırken, Dostoyevski nin kızı Sonya nın soğuk algınlığından ölmesi midir Karamazov Kardeşler i yaratan? -Descartes ın bir bale müziği, Rousseau nun bir senfoni bestelemesi matematik konusundaki dehalarından mı kaynaklanır? Yeni Başlayanlar İçin Beckett Laura Cerrato, Çev: Saliha Nilüfer, Habitus Kitap, 176 s. Yeni Başlayanlar dizisinin yeni kitabı, edebiyatın en önemli isimlerinden birini karşılıyor: Samuel Beckett. Kitap, Beckett in doğumundan hayatının sonuna doğru yürüdüğü yeşil yola kadar ailesi, eserleri ve ilişkileri hakkında bütünlüklü bir anlatı sunuyor; keyifli çizimleri buhranlı bir hayatı gözümüzde canlandırırken felsefesi hiçlik ve gerçeklik üzerine derin tartışmalara girişiyor. Hadula - Bir Ada Öyküsü Aleksandros Papadiamantis Çev: Yasemin Aydın Jaguar Kitap, 168 s. Hadula, yaşadığı adadaki dertlilerin kapısını çaldıkları yoksul bir kadındır. Şifalı bitkilerden hazırladığı ilaçlarla şifa dağıtır hastalara. Ve yaşlı Hadula, sonunda her şeyin kökeni olan bir soruna da çözüm bulur: Yaşamak sorununa. Papadiamantis, suçun cezaya, iyiliğin kötülüğe karıştığı o gizemli bölgeye insan ruhunun adım adım nasıl çekildiğini de ustalıkla resmediyor. Papirüs ten Başyazılar Bütün Yapıtları Cemal Süreya, Yapı Kredi Yayınları, 140 s. Bu kitap Cemal Süreya nın Papirüs teki başyazılarını bir araya getiriyor. Türk edebiyatını, özellikle de şiirimizi çok iyi biliyordu Cemal Süreya. Papirüs ün başyazıları buna tanıktır. Bu yazılarda şair Cemal Süreya yı düşünce adamı kimliğiyle görürüz. Araştıran, soran, değerlendiren, hesaplaşan bir Cemal Süreya dır bu. Ve hiçbir zaman yetinmeyen. -Atilla Özkırımlı-