ULUSLARARASI FINANSAL KRIZLER



Benzer belgeler
FİNANSAL SERBESTLEŞME VE FİNANSAL KRİZLER 4

INTERNATIONAL MONETARY FUND IMF (ULUSLARARASI PARA FONU) KÜRESEL EKONOMİK GÖRÜNÜM OCAK 2015


2015 NİSAN ÖZEL SEKTÖRÜN YURT DIŞINDAN SAĞLADIĞI KREDİ BORCU GELİŞMELERİ

CARİ İŞLEMLER DENGESİ

CARİ AÇIK NEREYE KADAR?

Finansal Krizler ve Türkiye Deneyimi. Nazlı Çalıkoğlu Aslı Kazdağlı

2015 MAYIS ÖZEL SEKTÖRÜN YURT DIŞINDAN SAĞLADIĞI KREDİ BORCU GELİŞMELERİ

CARİ İŞLEMLER DENGESİ

PAZAR BÜYÜKLÜĞÜ YATIRIM MALĐYETLERĐ AÇIKLIK EKO OMĐK VE POLĐTĐK ĐSTĐKRAR FĐ A SAL ĐSTĐKRAR

TÜRKİYE AÇISINDAN EURO NUN ROLÜ

TÜRKİYE ODALAR VE BORSALAR BİRLİĞİ

8. Finansal Piyasalar. 8.1 Finansal Koşullar ve Para Politikası

CARİ İŞLEMLER DENGESİ

SERMAYE PİYASASI KURULU BAŞKANI SN. DOÇ. DR. TURAN EROL UN

internet adreslerinden

Artış. Ocak-Haziran Oranı (Yüzde) Ocak-Haziran 2014

2015 HAZİRAN ÖZEL SEKTÖRÜN YURT DIŞINDAN SAĞLADIĞI KREDİ BORCU GELİŞMELERİ

Ekonomi Bülteni. 17 Ağustos 2015, Sayı: 23. Yurt Dışı Gelişmeler Yurt İçi Gelişmeler Finansal Göstergeler Haftalık Veri Akışı

Yılları Bütçesinin Makroekonomik Çerçevede Değerlendirilmesi

Plan Ödemeler Dengesi, tanım, kapsamı Ana Hesap Grupları Cari Denge, Sermaye Hesabı Dengesi Farklı Ödemeler Dengesi Tanımları Otonom ve Denkleştirici

İKTİSADİ GÖRÜNÜM VE PARA POLİTİKASI. 24 Şubat 2016 Ankara

İKTİSADİ GÖRÜNÜM VE PARA POLİTİKASI. 25 Mayıs 2016 Ankara

BANK MELLAT Merkezi Tahran Türkiye Şubeleri 2014 II. ARA DÖNEM FAALİYET RAPORU

109 MİLYAR DOLARLIK YABANCI PORTFÖYÜ VAR

Cari işlemler açığında neler oluyor? Bu defa farklı mı, yoksa aynı mı? Sarp Kalkan Ekonomi Politikaları Analisti

RUS TÜRK İŞADAMLARI BİRLİĞİ (RTİB) AYLIK EKONOMİ RAPORU. Rusya ekonomisindeki gelişmeler: Aralık Rusya Ekonomisi Temel Göstergeler Tablosu

İKTİSADİ GÖRÜNÜM VE PARA POLİTİKASI. 23 Aralık 2015 Ankara

Büyüme, Tasarruf-Yatırım ve Finansal Sektörün Rolü. Hüseyin Aydın Yönetim Kurulu Başkanı

İTKİB Genel Sekreterliği AR&GE ve Mevzuat Şubesi

Ulusal Finans Sempozyumu Dr. İbrahim M. Turhan Başkan Yardımcısı

Makro Veri. Cari açık yeni rekorda. Tablo 1: Cari Denge (milyon $) -month,


Ekonomide Değişim. 15. ÇözümOrtaklığı Platformu. 15 Aralık

ANADOLU HAYAT EMEKLİLİK A.Ş GRUPLARA YÖNELİK GELİR AMAÇLI KAMU BORÇLANMA ARAÇLARI EMEKLİLİK YATIRIM FONU YILLIK RAPOR

NUROL YATIRIM BANKASI A.Ş YILI İKİNCİ ÇEYREK ARA DÖNEM FAALİYET RAPORU

Ödemeler Dengesi Bülteni

Original Sin olgusu ve BRIC-T ülkelerinin Dış finansmana Dayalı Kalkınması. Tahsin BAKIRTAŞ

ANADOLU HAYAT EMEKLİLİK A.Ş GELİR AMAÇLI ESNEK EMEKLİLİK YATIRIM FONU YILLIK RAPOR

KAMU FİNANSMANI VE BORÇ GÖSTERGELERİ

Yurtdışına kâr transferi 8 yılda 54 milyar doları aştı

Grafik-4.1: Cari Açığın GSYH ye Oranı (%)

7,36% 5,1% 15,4% 10,1% 87,1 57,1 2,7 17,75% Mayıs 18 Nisan 18 Mayıs 18 Haziran 18

FİNANSAL KURUMLAR PARA PİYASASI KURUMLARI

Cari açık ve finansmanı

internet adreslerinden

FİNANSAL RİSKLER & KORUNMA YÖNTEMLERİ

2015 EKİM ÖZEL SEKTÖRÜN YURT DIŞINDAN SAĞLADIĞI KREDİ BORCU GELİŞMELERİ

ORTA VADELİ PROGRAMA İLİŞKİN DEĞERLENDİRME ( )

BASIN AÇIKLAMASI. SÜREYYA SERDENGEÇTİ Başkan Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası. Ankara, 19 Mart 2001

Kamu Finansmanı ve Borç Göstergeleri

Ekonomi Bülteni. 18 Temmuz 2016, Sayı: 28. Yurt Dışı Gelişmeler Yurt İçi Gelişmeler Finansal Göstergeler Haftalık Veri Akışı

ANADOLU HAYAT EMEKLİLİK A.Ş GRUPLARA YÖNELİK GELİR AMAÇLI ESNEK EMEKLİLİK YATIRIM FONU YILLIK RAPOR

KÜÇÜK İŞLETMELERDE FİNANSMAN İŞLEVİ VE YENİ FİNANSAMAN YÖNTEMLERİ. Öğr. Gör. Aynur Arslan BURŞUK

BİRİNCİ BÖLÜM TÜRKİYE EKONOMİSİNE PANORAMİK BAKIŞ...

ONDÖRDÜNCÜ BÖLÜM TAHVİL, HAZİNE BONOSU VE PAY DEĞERLEMESİ 21

BANK MELLAT Merkezi Tahran İstanbul Türkiye Merkez Şubesi 1 OCAK 31 MART 2010 ARA DÖNEM FAALİYET RAPORU

Özel sektör Dış Borçları: Yeni bir kırılganlık kaynağı mı?

AB Krizi ve TCMB Para Politikası

GARANTİ EMEKLİLİK VE HAYAT A.Ş. BÜYÜME AMAÇLI HİSSE SENEDİ EMEKLİLİK YATIRIM FONU 2007 YILI 12 AYLIK FAALİYET RAPORU

Bölüm 1 Firma, Finans Yöneticisi, Finansal Piyasalar ve Kurumlar

Ekonomi Bülteni. 22 Haziran 2015, Sayı: 16. Yurt Dışı Gelişmeler Yurt İçi Gelişmeler Finansal Göstergeler Haftalık Veri Akışı

ANKARA EMEKLİLİK A.Ş. DENGELİ EMEKLİLİK YATIRIM FONU FON KURULU FAALİYET RAPORU

gerçekleşen harcamanın mal ve hizmet çıktısına eşit olmasının gerekmemesidir

Makro Veri. TÜİK tarafından açıklanan verilere göre -5,6 puan olan dış ticaretin büyümeye katkısını daha yüksek olarak hesaplamamızdan kaynaklandı.

ANADOLU HAYAT EMEKLİLİK A.Ş GELİR AMAÇLI KARMA BORÇLANMA ARAÇLARI EMEKLİLİK YATIRIM FONU(EURO) YILLIK RAPOR

ÜLKELERİN 2015 YILI BÜYÜME ORANLARI (%)

Finansal Piyasalar ve Bankalar

7.36% 2.9% 17.9% 9.7% % Temmuz 18 Nisan 18 Temmuz 18 Ağustos 18

BAKANLAR KURULU SUNUMU

Ekonomi Bülteni. 17 Ekim 2016, Sayı: 40. Yurt Dışı Gelişmeler Yurt İçi Gelişmeler Finansal Göstergeler Haftalık Veri Akışı

İÇİNDEKİLER YAZAR HAKKINDA

5.21% -11.0% 25.2% 10.8% % Eylül 18 Ağustos 18 Eylül 18 Ekim 18 AYLIK EKONOMİ BÜLTENİ ÖZET GÖSTERGELER. Piyasalar

Bölüm 1 (Devam) Finansal Piyasalar & Kurumlar

Sermaye Piyasası Kurulu Başkanı Doç. Dr. Turan EROL un

Tablo 7.1: Merkezi Yönetim Bütçe Büyüklükleri

DEUTSCHE SECURITIES MENKUL DEĞERLER A.Ş. OCAK-MART 2008 DÖNEMİ FAALİYET RAPORU

BANK MELLAT Merkezi Tahran Türkiye Şubeleri 2013 I. ARA DÖNEM FAALİYET RAPORU

YATIRIM. Ders 19: Menkul Kıymet Analizi. Bahar 2003

Türkiye de Yabancı Bankalar *

tepav Mart2011 N POLİTİKANOTU Cari Açığın Sebebini Merak Eden Bütçeye Baksın Türkiye Ekonomi Politikaları Araştırma Vakfı

BANKPOZİTİF KREDİ VE KALKINMA BANKASI ANONİM ŞİRKETİ

M2 Para Tanımı: M1+Vadeli ticari ve tasarruf mevduatları (resmi mevduatlar hariç)

Tahvil Yatırımında Risk Anapara ve Faizin Ödenmeme Riski

GİRİŞİM SERMAYESİ YATIRIM ORTAKLIĞI SİSTEMİ

Seçilmiş Haftalık Veriler* 11 Eylül 2015

DEUTSCHE SECURITIES MENKUL DEĞERLER A.Ş.

internet adreslerinden

II. Ulusal Ekonomik Görünüm 2

FİNANSAL PİYASALAR VE KURUMLAR. N. CEREN TÜRKMEN

EKONOMİK GÖRÜNÜM Bursa Ticaret ve Sanayi Odası

2001 YILI PARA POLİTİKASI HEDEFLER VE UYGULAMA T.C. MERKEZ BANKASI TEMMUZ 2001

internet adreslerinden

ANADOLU HAYAT EMEKLİLİK A.Ş PARA PİYASASI LİKİT EMEKLİLİK YATIRIM FONU(KAMU) YILLIK RAPOR

PİYASAYA BAKIŞ 24 Temmuz 2013

Banka Bilançosunun Özellikleri Pazar, 26 Aralık :24

UDY Akışları Önündeki Risk Faktörleri

31/12/ /03/2012 tarihleri arasında fon getirisi %2,11 olarak gerçekleşirken, yönetici benchmarkının getirisi %2,49 olarak gerçekleşmiştir.

BANK MELLAT Merkezi Tahran Türkiye Şubeleri 2015 II. ARA DÖNEM FAALİYET RAPORU

Transkript:

ULUSLARARASI FINANSAL KRIZLER Dr. Ömer Veysel Çalışkan* Değişik ülkelerdeki sermaye piyasaları aracılığıyla menkul kıymetiere yatırım yapan yatırımcılar, göreli olarak yüksek bir risk düzeyinde yüksek kazançlar elde edebilme olasılığını arttırmaya çalışmaktadırlar. Yüksek riskin nedenleri, egemen devletlerin kaynak dağılımı, teknolojik deneyim, işgücü ve yönetim biçimlerinden kaynaklanmaktadır. Gelişmekte olan ülkelerde, sistematik olmayan risk (non-systematic risk) grubuna giren siyasi istikrarsızlık ve ekonomik dengesizlikler gibi riskler ağırlık taşırken, bu riskler sistematik risk (systematic risk) grubuna giren sektör ve firma riski gibi mikroekonomik riskleri de olumsuz etkileyerek piyasalara olan güvenin sağlanmasını zorlaştırmaktadır. Gelişmekte olan bir ülkede siyasal riske açıklığın derecesi ülkedeki makro ekonomik dengelere bağlıdır. Ekonominin temel göstergeleri (enflasyon, dış ticaret dengesi, bütçe açıklan, büyüme oranları vs.) olumlu ise, siyasal istikrarsızlık yabancı yatırımcılar için kullanılmamış kar olanaklan anlamına gelmektedir. Temel göstergelerin bozulmaya başlaması ise, piyasaların ilgili ülkede siyasal baskı altına gireceğini işaret edeceğinden sermaye çıkışı ya da maliyetinin yükselmesi sonuçlanna yol açmaktadır. Gelişmekte olan ülkelerde siyasal istikrarla birlikte, makro ekonomik istikrar ile yatırım yapılan sanayinin ve firmaların koşulları da değerlendirmeye alınmaktadır. Likidite (bankacılık ve finansal sistem) krizine düşen bir ülkenin, tüm yükümlülüklerinde olduğu gibi, dış borç geri ödemelerinde de aksama oluşabilir. Bu nokta, likidite krizleri ile dış borç krizleri arasındaki tek gerçek ve bilinen ilişkidir. Dış borç krizlerini, likidite krizlerinden ayıran pekçok unsur bulunmaktadır: Bir dış borç kri- * Gazi Üniversitesi, İ.İ.B.F. İktisat Bölümü

226 1 ÖMER VEYSEL ÇALlŞKAN zi, bir ülkenin, dış borç geri ödeme, miktar ya da vadelerindeki yükümlülüklerini tam ve eksiksiz bir şekilde yerine getir(e)meyeceği beyanı ile başlamış kabul edilmektedir. Bu tanıma göre, aksama, sürekli değil geçici ve bir döneme ait olabilir. Ancak yine de alacaklılar açısından bu durum "kriz" olarak algılanacaktır. İkinci olarak, ülke geri ödemeye "muktedir" olduğu halde yükümlülüğünden kaçınmakta olabilir. Ülke kıt kaynaklarını yatırım ve üretim gibi alanlara tahsis ederek, cezai yaptırırnma da katlanmak üzere, dış borç geri ödemelerini askıya alabilir ve bu durumdan ironik bir şekilde, ilerleyen dönemlerdeki artan çıktıdan yararlanan alacaklılar da kazançlı çıkabilmektedir. Dış borç geri ödemelerini aksatan ve dış borç krizini başlatan bir ülke, bunu her zaman zorunluluktan başlatmamakta, bazı durumlarda "kıt kaynakların öncelikli alanlara tahsis ve tercih sorunu" olarak da değerlendirmektedir. Üçüncü olarak, bir dış borç krizi, borçlu ülkenin "beyanı" ile başlamaktadır. Alacaklı uluslararası finans kuruluşları ve devletler, gelişmekte olan ülkelerin, ödeme yükümlülüklerindeki eksiklikler ve gecikmelerle sıkça karşılaşmaktadırlar. Ancak bu sorunlar çoğu zaman üçüncü tarafiara duyurulmadan, yeniden vadelendirme ve bir miktar cezai yaptırımlada geç iştirilmektedir. Bir dış borç krizinin başladığı kabul edilen noktada ise, (herhangi bir yükümlülüğün vadesinde gerçekleştirilememesi değil), borçlu ülkenin, en azından bir süre için, yükümlülüklerinin tümünü ya da önemli bir kısmını yerine getirmeyeceğinin ilanı bulunmaktadır. Dördüncü nokta ise, tek bir ülkedeki likidite krizi bile, tüm dünya finansal sistemine önemli derecede olumsuz etkide bulunurken, dış borç krizine düşen bir ülkenin olumsuz etkilerinin yalnızca alacaklı taraf(lar)la sınırlı kaldığıdır. Bu durum, aksayan ödemenin miktarı önemli derecede büyük olsa da geçerlidir. Dış borçların, diğer tüm borçlanma türlerine göre, kendisine ait belirgin bir niteliği bulunmaktadır: Borçlu (ya da borca kefil) taraf, egemenlik hakları olan bir devlettir. Diğer tüm borç sözleşmeleri için geçerli olan, "yükümlülüklerin yerine getirilmemesi durumundaki yaptırımlar", egemen bir devlete uygulanamayacak türdendir. Borçlarını ödemediği gerekçesi ile savaş ilanı ya da ülke mülklerine el konulması, doğal olarak günümüz dünyasında uygulanamayacak yöntemlerdir. 1982'de Meksika'da yaşanan borç krizinden sonra, 1990'ların başından itibaren tüm uluslararası finansal göstergeler, gelişen piyasalara artan oranda bir fon akışının başladığını göstermektedir. Bu eğilim geleceğe ilişkin bir takım belirsizliklerle birlikte bugün de devam etmektedir. Gelişmiş piyasalardaki arbitraj fırsatlarının gittikçe düşmesi, yabancı yatırımcıları yeni pazarlar aramaya itmiştir. Bu duruma gelişmiş ülkelerin büyüme hızının yavaşlaması da eklenince, yatırımcılar daha dinamik

EKONOMiK YAKLAŞ~ 227 ekonomilere ve daha yüksek büyüme oranlarına sahip olan gelişmekte olan piyasalara yönelmişlerdir. Ticari bankaların ödeme güçlüğü çeken ülkelere kredi akışını kesmeleri ve bu ülkelere "Brady Planı" çerçevesinde uluslararası sermaye piyasalarına açılma yönünde yükümlülükleringetirilmesi de, sözkonusu ülkelerde sermaye piyasalarını büyük ölçüde canlandırmıştır. Brady Planı, ABD Hazine Bakanı Nicolas Brady'nin önerisiyle morataryum ilan eden ülkelerin borçlarının "menkul kıymetleştirilmesi"dir. Plana dahil ülkelerin borçları IMF'nin reformlarını uygulayacakları taahhüdü sonucunda, ABD Hazine bonoları teminat gösterilerek menkul kıymetleştirilmiştir. 1980 yılında ticari banka kredileri Latin Amerika ülkelerine verilen kredilerin yaklaşık yarısını oluştururken, bu oran 1991 yılı sonunda %17.4'e düşmüştür. Fon yaratmak üzere yeni finansal araçların devreye sokulması yabancı sermaye girişini hızlandırarak ticari banka ağırlıklı borçlanma eğilimini banka dışı kaynaklara yönlendirmiştir. Özelleştirme uygulamalarının hız kazanması da portföy yatırımlarının kompozisyonunu bu yönde değiştirmiştir. Bu şekilde portföy yatırımları 1989 yılında 0,4 milyar Usd'den, 1995 yılında 15 kat artarak 6 milyar Usd'ye ulaşmıştır. Öte yandan gelişen piyasaların büyümesinin ve bu piyasalara yönelik portföy yatırımlarındaki artışın diğer önemli bir nedeni, uluslararası sermaye piyasalarında kısa ve uzun vadeli faiz hadlerinde büyük düşüşler yaşanmasıdır. Özellikle ABD'de kısa vadeli faiz hadlerinin 1960'lı yıllardan bu yana en düşük düzeye inmesi, yatırımcıları yüksek risk ve düşük getiri içeren iç piyasadan uzaklaştırmıştır. Buna paralel olarak özellikle Latin Amerika'nın gelişen piyasalarındaki faiz hadleri, yabancı yatırımcıların ilgisini çekecek ölçüde artış göstermiştir. Bu gelişme, ağırlıklı olarak ABD kaynaklı olmak üzere uluslararası fonların ve kısa vadede işlem yapan spekülatörlerin söz konusu piyasalara yönelmelerini sağlamıştır. Dış borçların aksaması konusu son dönemde özellikle iki uluslararası kurumu, Dünya Bankası ve IMF'yi ön plana çıkartmıştır. Bu kurumlardan Dünya Bankası'nın dış borç kavramına bakış açısı bazı farklılıklar taşımaktadır. Dünya Bankası kaynaklarında toplam dış borç stoku kavramı, kamu tarafından doğrudan veya kamu garantisiyle alınmış uzun vadeli dış borçlanmayı, özel kesimin kamu garantisi olmayan uzun vadeli dış borçlanmasını, kullanılan IMF kredilerini ve kısa vadeli tüm dış borçlanmaları kapsamaktadır. Uzun vadeli borç, bir yıldan daha uzun vade ile alınmış ya da geri ödemesi daha sonradan bir yıldan uzun bir vadeye yayılmış ve yerleşik olmayan kişilere yabancı para cinsinden yapılan bir borç türüdür. Üç kısımdan oluşmaktadır: Kamu kesimince alınan, kamu garantisi ile alınan ve kamu garantisi olmadan özel sektörce alınan. Borç sorunlarının olası kaynaklarına yönelik modelleri basit Harrod-Domar modellerindeki borç sorunlarının kaynakları ile karşılaştırmak ilginç sonuçlar vermek-

228 1 ÖMER VEYSEL ÇALlŞKAN tedir. İlk geliştirilen modellerde, gelirden sürekli olarak daha yüksek gerçekleşen bir tüketim olasılığı ve bunu arttıran bir (çıktı düzeyi tarafından belirlenen) toplam tüketim davranışı vardır. Daha sonraki modellerde ise, sorun aynı fakat daha belirgindir ve devlet harcamaları ile ilişkilendirilmiştir. Açıktır ki, yüksek borçlanma ile aşırı devlet harcamaları arasında da belirgin bir bağ vardır. Bir dış borç krizi, borçlu devletin eksiksiz bir geri ödeme gerçekleştirmeyip, tek taraflı olarak ödeme yap(a)mayacağını ilan etmesidir. Bunun gerçek bir temele dayanıp dayanmadığından bağımsız olarak "dış borç krizi" borçlunun bu yöndeki beyanından itibaren başlamış sayılmaktadır. Borç krizi için borçlunun iflas etmesi şart da değildir. Ülkeler dış borç krizleri ile karşılaştıkları zaman ilk soru, durumun geçici mi kalıcı mı olduğunun, bir diğer ifadeyle ülkenin likidite kısıtı (illiquidity) ile mi yoksa çözümsüzlükle (insolvency) ile mi karşılaştığının tesbitidir. Borçlular için yanıt ilkidir ve likidite sağlanması ile sorun aşılacaktır ancak alacaklılar için yanıt koşullara bağlıdır. Alacaklıların tepkisi kayıpları kesrnek için yeni borçlanmaları durdurmak şeklinde belirlenebilir. Borçlular gerçekten, kısa dönemli bir likidite sıkışıklığından kaynaklanan krizlerde, bu tavır nedeniyle uzun dönemde çok ağır maliyetlerle karşılaşmaktadır. Bir diğer kötümser öngörü, alacaklıların ülkenin likidite sıkışıklığına girdiği 1 gireceği durumda, geri ödemeleri aksatmamak için yurtiçi yatırımlardan fedakarlık edeceğini, bunun da ulusal geliri düşüreceğinden, gelecek geri ödemeleri aksatacağına dair beklentisidir. Bu durumda borçlu ülke, tahvil ihraçlarını belirlediği bir fiyatın altına düşmesi durumunda askıya alacağını ilan edebilir. Bu politika önermes i, dış borçlanmanın ancak merkezi hükümet eliyle yapıldığı ve özel girişimcilerin yurtdışı piyasalara giremediği durumda etkin olarak uygulanabilecektir. Bu türden "kötümser beklentilerden kaynaklanan borç krizlerinde" (pessimistic self-fullfilling debt crises) borç yönetim teknikleri ince ayarla uygulanmalıdır. Ülkenin bir kriz sürecine girmeden tahvil ihraçları ile ortamı gerginleştirmemesi ise çözümsüzlüğe kayma tehlikesine yol açacaktır. Borçlu ülkenin böyle bir ortamda dış piyasalara güven vermesinin ikinci yolu ise, yapısal reformları hızlandıran politikalar geliştirmesidir. Diamond'ın modelinde özellikle geçmişleri, aksamalada ve kötü bir itibar ile kayıtlı ülkeler için yapısal reformların bir ön koşul olarak öne sürülmesi de gündeme gelebilecektir. Dış borç piyasasındaki büyük paya sahip bir bankanın iflası, başka bir büyük borçlanıcı ülkenin konkordata ilanı ya da bir şekilde ikincil piyasalardaki fiyatların düşmesi nedeniyle likidite sıkışıklığı gibi dışsal sorunların borçlu ülkeye etkisi, ül-

EKONOMiK YAKLAŞlM 1 229 ke içinden kaynaklanan bir krizden daha az olmayacaktır. Bu durumda kredibilitesi yüksek bir borçlanıcı için bile finansman kaynakları daralmaktadır. Kriz sırasında alacaklıları bekleyen en önemli sorun alacaklıların birbirlerinden bağımsız hareketleri ya da panik riskidir. 1982 Meksika dış borç krizinin ardından Brezilya, Arjantin, Bolivya, Venezuella, Filipinler ve Sudan başta olmak üzere bir dizi az gelişmiş ya da gelişmekte olan ülkeden, dış borç servisini artık sağlayamayacakları yönünde açıklamalar gelmiştir. 1970' li yılların başında gelişmekte olan ülkelerin dış borç yükümlülükleri 100 milyar doların altında idi. ı973-74 petrol krizi ile başlayarak ı980'lere gelindiğinde ise bu rakam 565 milyar dolara ulaşmıştır. 1980 ile ı983 yılları arasındaki dönemde ise 800 milyar doları aşmıştır. Ülkelerin bu şekilde dış borç stoklannın arttığı söz konusu yıllarda gözlenen genel eğilim, borç vadelerinin kısalmakta oluşudur. ı 979-1982 yılları arasında azgelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin borç stokları içindeki kısa vadeli sermaye hareketleri yoluyla sağlanan fonların oranı yüzde 100'ün üzerinde artış göstermiştir. ı 982-1986 yılları haricinde günümüze kadar bu eğilim devam etmiş ve kısa vadeli dış borçların toplam döviz kompozisyonu içindeki payı sürekli bir şekilde artmıştır. Pekçok gözlemci krizierin altında kısa vadeli sermaye hareketlerindeki bu artışın olduğunu öne sürmektedir. Ostry global bir krize giden süreci 9 ana aşamada tanımlamaktadır: Birinci aşamada, (ı971-1973) gelişmiş ülkelerdeki bankalar azgelişmiş ülkelere borç açma çabasındadırlar. İkinci aşamada (197 4- ı 975), verilen kredilerin geri dönmesi noktasında ilgili ülkelerde yaşanan yerel düzeyli resesyonlar meydana gelmektedir. Bu dönemde gerçek bir krizi Zaire yaşamıştır. Üçüncü aşamada (1976-1979), sanayi ürünleri ihraç eden ve petrol üretmeyen ülkelerdeki dış açıkların azalmaya başladığı gözlenmektedir. Ayrıca bu dönem europiyasaların tekrar önem kazandıkları ve OPEC üyelerinin ise daralma yaşadıkları bir dönemdir. İkinci petrol şokunun yaşandığı 1979 Haziran'ının ardından dördüncü aşama (1979-1981) 'de başlamış ve pekçok petrol ithalatçısı ülke ciddi ekonomik darboğazlada karşılaşmaya başlamıştır. 1979'da US Federal Reserve Bank'ın açıkladığı yeni para politikası sonucunda ise, faizlerin yükselmesi ile dış borç yükümlüsü ülkelerin borç stoklarındaki genişlernelerin önü açılmaya başlanmıştır. Beşinci aşamada (198ı-1982), gelişmekte olan ülkelere açılan kredilerdeki risk artışı libor faiz oranına ekler yapılarak telafi edilmeye başlanmıştır. Altıncı aşamada (1982-1986) borç servis krizlerine tepki olarak uluslararası bankalar kredilerini kısmaya başlamışlardır. Bu dönemde IMF istikrar politikalarının uygulanması, yeni kredi açılması için bir ön koşul olarak gündeme gelmiştir. Dış borçların yeniden yapılandırılmasında ilk uygulamalar devreye girmeye başlamış ancak söz konusu dönemde bu politika uygulamalarında etkinlik sağlanamamıştır.

230 1 ÖMER VEYSEL ÇALlŞKAN Yedinci aşama (1985-1987) Baker planının devreye girmesidir. Plan, bankaları krizdeki ülkelere yönelik kredilerini yükseltıneye teşvik etmeye ve Dünya Bankası ile IMF'nin desteğini artırmasını sağlamaya yöneliktir. Karşılığında da, söz konusu ülkelerin arz yönlü politikaları uygulaması ve yabancı yatırım ile özel sektörün genişlemesi sağlanacaktır. Bu aşama Brezilya'nın morataryum ilanı ile sona ermiştir. Sekizinci aşamada (1987-1989) ülkelerin dış borçlarının iskontolu değerleri üzerinden el değiştirdiği ve ikincil piyasalardaki fiyatların keskin biçimde düştüğü görülmüştür. Dokuzuncu aşamada (1989'dan günümüze) revize edilen Brady planı, bağışlamasız bir dış borç indirgemesini hedeflemiştir. Bu yolla borcun servis edilebilecek bir düzeye inmesi sağlanırsa (ki bu oran ulusal gelirin yüzde 20'si olarak öngörülmüştür) bunun gelecekteki ödemeleri garanti altına alacak yöntem olduğunun üzerinde durulmuştur. Gelişmekte olan ülkelerin dış borçlarındaki artış, 1973 yılındaki petrol fiyatlarındaki yükselme ile birlikte hızlı bir genişleme trendine girmiş, ı 974-75 yıllarında dünya ekonomisinde yaşanan ekonomik durgunluk ve 1978 yılındaki yeni petrol şoku, 1980-1982 döneminde dış borç faiz oranlarının ve Amerikan dolarının değerinin yükselmesi ile birlikte dış borç krizleri sürecini başlatmıştır. "Libor + spread" şeklinde uygulanan dalgalı faiz oranlarının oldukça yükselmesi ile birlikte krizler derinleşmiştir. 1973 yılında azgelişmiş ve gelişmekte olan ülke borçları toplamının GSYİH'larına oranı yüzde 22'den 29'a çıkmış, dış borçların ihracata oranı ise yüzde lls'den 128'e yükselmiştir. Gerçekte 1975 yılında başlamış olan dış borç erteleme talepleri, ı 982 ve sonrasında, gerek miktar gerekse de başvuran ülke sayısı açısından, dış borç krizlerini dünya gündemine getirmiştir. İktisat literatüründe 'dış borcun on yılı' (debt decade) olarak adlandırılan sürecin miladı olarak Ağustos 1982'deki Meksika morataryum ilanı gösterilmektedir. 1983'te Brezilya'nın dış borç erteleme talebi zorunlu olarak uygulamaya alınmış, 1985 Mayıs'ında ise Şili dış borçlarını konversiyona tabi tutmuştur. Brezilya 1987 Şubat'ında morataryum ilan etmiştir. Aynı yıl Arjantin görüşmeler yoluyla dış borçlarında indirim sağlamış ve 1988 Toronto G-7 zirvesinde Afrika ülkelerinin iki yönlü resmi kredi geri ödemeleri ertelenmiştir. 1980'li yıllarda yaşanan dünya dış borç krizinin nedenlerini iki ayrı grupta değerlendirmek yararlı olacaktır. Bunları dünya ekonomisine bağlı nedenler ve azgelişmiş ülkelerin kendi politikalarından kaynaklanan nedenler olarak sıralayabiliriz. Krizin, dünya ekonomisine bağlı nedenleri; 1973 birinci petrol şoku, 1975 resesyonu, özellikle ABD'nin uyguladığı sıkı para politikası sonucu dolar faiz haddinin yükselmesi olarak öncelikle belirtilebilir.

EKONOMiK YAKLAŞlM 1 231 Faiz oranlarının yükselmesiyle, değişken faiz haddinden alınan eski borçların faiz yükü artmıştır. Ulusal parayla ifade edilen borç yükü artarken, borç erteleme anlaşmaları yeni faiz oranları üzerinden yapılmıştır. Uzun vadeli kredi sağlanması güçleşmiş ve maliyeti artmıştır. İlk petrol şokunun ardından OPEC ülkelerinin döviz fazlaları uluslararası banka sistemine yönelirken, İran-Irak savaşının etkisiyle gündeme gelen ikinci petrol şokunun etkisiyle, OPEC ülkelerinin likidite tercihleri oldukça yüksek düzeyde gerçekleşmiştir. Birbirinin tersi bu iki gelişme, uluslararası borç krizinin diğer nedenleri olarak ifade edilebilir. Diğer taraftan dış kredilerin uluslararası banka sisteminden sağlanması, krizin bir başka nedeni olarak ifade edilebilir. Uluslararası banka sisteminden azgelişmiş ülkelere verilen krediler 1971-1982 döneminde yirmi kat artarak 210 milyar dolara ulaşmış, uygulanan faiz oranı 1980'lerde % lo'dan %20'ye yükselmiştir. 1979-1982 aralığında gelişmiş ülkelerdeki ortalama enflasyon, 1980'de % 13.5'den; 1982'de% 6.2'ye gerilemiştir. Tüm bu gelişmeler, ister dünya ekonomisinden, ister az gelişmiş ülkelerden kaynaklansın, dış borç krizinin on yılını ortaya çıkarmış ve moratoryumlarla sonuçlanmıştır. Azgelişmiş ülkelerin dış borçları, 1984-1987 yılları arasında bir duraklama dönemine girmiş, bu süre içerisinde % 8'lik bir tempoda artan dış borçlar 1988'de sadece % 1 oranında artış göstermiştir. 1992 yılında, bir önceki yıla göre % 2.2 oranında artış gösteren dış borç stoklarının GSYİH'ya oranı da 1992 yılında % 28.6'ya düşmüştür. Bu dönem içerisinde, birçok ülkenin borç ödeme güçlüğü yaşamasına rağmen, dış borç yükünde azalma eğilimi söz konusudur. Bu eğilimin oluşmasında, dış borç krizine önerilen çözüm planlarının etkisi büyüktür. Borç birikiminin en önemli nedenlerinden bir diğeri, hiç kuşkusuz petrol fiyatlarındaki yükselmedir. Daha sonra borç krizine giren ülkelerden yalnızca Meksika, Endonezya, Venezuella ve Ekvador petrol ihracatçısıydı. Cline tarafından petrol ithal eden ülkelerdeki petrol fiyat artışlarının dış borç stokuna etkileri hesaplanmıştır. Buna göre, petrol krizinin gelişen ülke ekonomilerine getirdiği ek maliyet artışı 1973- ı 982 yılları arası itibarıyla 260 milyar dolar düzeyindedir. ı 982 yılına kadar borç birikimi dikkat çekmemiştir ancak bu yıldan sonra yükselen faiz oranları ve borç-ihracat oranındaki yükselmeler, ülkelerin borçlarını geri ödemek için kendi varlıklarından da eklemek zorunda olmalarına yol açmıştır. Aynı dönemde dikkat çeken bir diğer olgu ise kısa vadeli sermaye hareketlerinin kazandığı ivmedir. Pekçok ülke, sadece bu kısa vadeli fonları ülkesine yöneltebilmek için, az değerlenmiş döviz kurları, kredibilitenin uluslararası kuruluşlarca değerlendirilmesi, düşük vergi oranları ya da vergi istisnaları gibi pekçok aracı devre-

232 1 ÖMER VEYSEL ÇALlŞKAN ye sokmuştur. Bu fonların, yeni düzenlemeleri en geniş kapsamda gerçekleştiren, özellikle Latin Amerika ülkelerine yönelmeleri bu açıdan dikkat çekicidir. Yedi başat Amerikan bankasının uluslararası borç krizlerinin yaygınlaşmasında çok önemli etkileri olmuştur ve bu bankaların yabancı devletlerin risklerinin analiz ve değerlendirmesindeki hatalarma da dikkat çekilmektedir. Aynı çalışmada 1978-1982 yılları arasında Amerikan bankalarının yüzde 75'inin gelişmekte olan ülke hükümetlerine kredi açtığı ve bu kredilerin risk analizlerindeki hatalar da yer almaktadır. Dış borç krizleri değişik ülkelerde cari açıklarını dahi kapatmaya yetecek derecede yeni borçlanma sağlayamama, döviz rezervlerindeki erime, borç geri ödemelerinde gecikme ya da durma, süreli ya da süresi belirsiz morataryum ilanları ve sonuç olarak alacaklılarla dış borçların yeniden yapılandırılması görüşmeleri gibi benzer etkiler ortaya çıkarmıştır. Bu dönemde 'Paris Klübü' resmi borçlanma görüşmelerinin yeri olurken, özel kesim borç yapılandırmaları ise çoğunlukla Londra'da gerçekleşmiştir. Paris Klübü, resmi bir kimliğe sahip olmamakla birlikte, operasyonlarda önemli bir yer edinmiş ve yerleştirdiği ilkeleri ilerleyen süreç içerisinde pekçok ülke ile görüşmelerde temel alınmıştır. Paris Klübünün borçlu ile görüşmedeki ilk koşulu, IMF ile bir uyum programı üzerinde anlaşacağını taahhüt etmesidir. Yalnızca borçlu hükümetleri muhatap kabul etmiştir ve yalnızca devlet tarafından doğrudan alınmış kredilerle devlet garantisinde alınmış kredileri görüşme kapsamında tutmuştur. Ancak borç krizlerinin birbiri ardına sökün etmesi ve değerlerinin yüzlerce milyar doları bulması ile ilkelerde bazı değişiklikler de yapılmıştır. Önceki görüşmelerde alacaklı bankaların alacaklı devletlere göre daha zayıf kalmaları nedeniyle, bankaların görüşmelerdeki temsil güçleri yeniden düzenlenmiştir. Latin Amerika ülkelerinin Quito Bildirisini yayınlamasından sonra, borç krizine çözüm bulmak amacıyla girişimler de yoğunlaşmıştır: 1984 Mayıs ayındaki bildiride Meksika, Brezilya, Arjantin ve Kolombiya devlet başkanları yedi sanayileşmiş ülkenin Londra zirvesine gönderdikleri mektupta, borç sorununa çözüm bulmak üzere Kortegana konferansına katılmalarını talep etmekteydiler. 21-22 Haziran 1984'de on bir Latin Amerika ülkesi Kolombiya'nın Kortegana kentinde toplanmışlardı. Bu oturumda borçların uzun vadeye ertelenmesi ve hatta silinmesi gibi konular ortaya atılmıştır. Kortegana konferansını takib eden 13-14 Eylül 1984'de Arjantin'de Mar Del Platc kentinde bir konferans daha yapılmıştır, bu toplantının hemen sonrasında Meksika'nın borçlarının bir bölümü 14 yıl süre ile ertelenmiş ve altı yıl ödemesiz süre tanınmış ve faiz oranları düşürülmüştür. Ayrıca Meksika'nın faiz yükünde 5 milyar dolarlık indirim sağlanmıştır. Meksika'ya tanınan bu kolay-

EKONOMiK YAKLAŞlM 1 233 f t ~ l 1 ı lıklar, borçlular karteli oluşmasını engelleme niyetini taşıyordu. Latin Amerika ülkeleri 1985 yılının ilk yarısında düzenleyecekleri Kortegana konferansına sanayileşmiş batılı ülkeleri siyasal diyalog için davet ettiler, ancak batılı ülkeler bu konferansa katılmanın, borçluların oluşturdukları karteli onaylamak anlamına geleceğini öne sürerek katılmadılar. 1980 'I erin başında, dış borç kriz yönetimi ile ilgili olarak oluşturulan çerçevenin genel özellikleri şunlardır: Banka borçlarının kriz yönetimi, gelişmiş ülkelerin Merkez Bankalan kadar uluslararası resmi organizasyonlan da ön plana çıkartmıştır. IMF, 1974 Eylül'ünde yapısal nitelikteki geri ödeme aksamalarının giderilmesi amacıyla orta vadeli kredilere olanak tanıyan Genişletilmiş Fon Kolaylığı (Extended Fund Facility) adında bir fon oluşturmuş ve ek kredilere performans kriteri getirmişti. Performans kriteri, kredi politikalarını, hükümet ve kamu sektörü borçlanma talebini, ticaret ve ödemelerin kısılmasına yönelik politika uygulamalarını kapsamaktadır. Bu kritere göre ilerideki aşamalarda kaynakların serbest bırakılması, üye ülkelerin istikrar programlarını sağlamadaki başaniarına endekslenmiştir. Politikalar daha çok gelir ve harcama dengesinin sağlanabilmesi amacıyla harcamalann kısılmasına yöneliktir. Sıkı para ve maliye politikaları, IMF destekli programlarda dış dengenin sağlanmasına yönelik en önemli araçlardan biriydi. IMF bu politikalannda bazı nedenlerden dolayı başarı sağlayamamıştır. Ülkeler IMF'nin koşulllarını egemenliklerine müdahale olarak algılamışlardır. Birçok alacaklı ülke, planı de~klemek amacıyla faiz ödemelerini erteleyip kesinti yaparken, IMF sert bir kemer sıkma politikasında ısrar etmiş, piyasa değeri üzerinden faiz ödemelerinin yapılmasını istemiştir. Baker Planı, bu nedenle Dünya Bankasının etkinliğinin sağlanması ve IMF'nin kemer sıkma politikalarının yerini arz yönlü mikro ekonomik politikaların alması yönünde görüş bildirmiştir. Kreditörler, borçlu Latin Amerika ülkelerinin moratoryuma gitmelerini engellemek amacıyla yeniden borç verilmesini tercih etmişlerdir. Ancak sorun iki farklı tavra sahip banka olması nedeniyle karmaşık hale gelmiştir. Toplam aktiflerinin büyük bir payını belli başlı borçlu ülkelere ödünç veren bankaların temel amacı, bu borçlu ülkelerin borçlarını ödememe olasılıklarını ortadan kaldırmaktı. Diğer grup ise verdikleri borçlar toplam kaynaklarının ve sermayelerinin küçük bir bölümünü oluşturan bankaların yeni borç vermek yerine risklerini azaltınayı tercih etmeleri ile oluşmuştu. Dış borç krizindeki ülkelerin tüm bu girişimleri, alacaklı ülkeleri daha geniş kapsamlı ve ortak bir plan üzerinde hareket etmeye yöneltmiştir ve süreç Baker ve Brady adı verilen, hazırlandığı dönemdeki ABD Hazine Genel Sekreterlerinin isimc.--,.krhle anılan iki plan ile sürmüştür.

234 1 ÖMER VEYSEL ÇALlŞKAN Baker planı 1985 yılında Seul'de toplanan Dünya Bankası ve IMF ortak toplantısında kabul edilmiştir. Baker planında büyüme stratejileri ile dış dengenin sağlanması arasındaki ilişkiler üzerinde durulmakta ve borçlu ülkeler kadar alacaklı ülkelerin de işbirliğinin gerekliliği vurgulanmıştır. Bu plana göre gerek resmi, gerekse özel kaynaklardan az gelişmiş ülkelere yeni krediler sağlanacaktır ve özel bankalar mevcut borçlarını erteleyerek yeni finansman vereceklerdir. Bu amaçla IMF bünyesinde yapısal uyum hesabı kurulmuş ve bu hesaptan az gelişmiş ülkelere makro denge ve yapısal uyum amacıyla kredi verilmesi sağlanmıştır. Baker planının temel hedefleri, ticaretin liberalleştirilmesi, kamu kuruluşlarının özelleştirilmesi ve yabancı doğrudan yatırımın ülkeye transferinin hızlandırılmasıdır. ABD Hazine Genel Sekreteri James Bakertarafından kendi adını taşıyan Plan, 1985 yılının Ekim ayında Seul'de toplanan Dünya Bankası ve IMF ortak toplantısında sunulmuş ve bankaların onayını almıştır. Bu planda, ağır dış borç yükü altındaki ülkelerin, borçlarını ödeyeceklerini garanti etmeleri durumunda kendilerine ödeme kolaylıklarının sağlanması ilke olarak benimsenmiştir. Baker planı genel olarak; kamu kesiminin ekonomideki ağırlığı ve etkinliğini azaltırken, özel kesiminkini arttırmaya ve yatırım artışını sağlayacak vergi ve iş gücü piyasası reformları ile finans kurumlarının geliştirilmesini, doğrudan yabancı yatırımları ve sermaye girişini özendirecek dış ticaretin liberalize edilmesini ve kamu kuruluşlarının özelleştirilmesi gibi önlemlerin alınmasını içermiştir. Görüldüğü gibi Baker Planı, temelde IMF istikrar programları ile çelişınediği gibi adeta bu programları tamamlayıcı bir görev de üstlenmiştir. Baker Planına dahil olan ülkelerin, 1985 yılındaki toplam borçları 431 milyar dolardır. En çok borçlu on beş ülkeyi kapsayan Plan içerisinde borçların %80'ine sahip Latin Amerika ülkeleri ve %20'sine sahip diğer beş ülke yer almıştır. Ayrıca Baker Planına dahil ülkelerin toplam borçlarının %63'ü ticari bankalara ait bulunmaktadır. Ticari bankaların alacakları Latin Amerika ülkelerinde oldukça yüksektir. 1985'de bu oran Arjantin'de %65, Brezilya'da %71, Meksika'da %74 gibi yüksek oranlarda seyretmiştir. Baker planını izleyen 3 yıl içinde Dünya Bankası kaynakları ile birlikte otuz milyar dolarlık yeni kredi Latin Amerika ülkelerine yönelmiştir. Ancak 3 yılda açılan yeni kredi toplamı, yalnızca Meksika'nın 198l'de gereksinim duyduğu krediye eşit bulunmaktadır. Yine Meksika'nın sadece 1986'da dış borcunu ödemesi için 10 milyar dolara gereksinimi vardı. Diğer taraftan borçlu ülkelerin 3 yılda ödemeleri gereken faiz borcunun 130 milyar dolar olduğu tahmin edilmiştir. Böylece, bu kurtarma operasyonu sağlanan yeni kredilerin yetersizliği nedeniyle borç krizini çözmekten uzak kalmıştır. Zaten uzun vade - düşük faiz formülü, uluslararası bankalar açısından bankacılık gerekleri ile uyuşmaz görülmüştür. Bu konuda uluslararası bankaların ikna edilmesi mümkün olmamıştır.

EKONOMiK YAKLAŞlM 1 235 IMF yerine Dünya Bankasının rolünü ön plana çıkaran Baker Planı, IMF'nin istikrar programlarıyla büyük ölçüde çelişmeyen hükümler de getirmiştir. Getirdiği yükümlülüklerle borçlu ülkelerin daha çok dışa açılmasını, yabancı sermaye girişini özendirecek önlemlerin artırılınasını ve halk kitlelerinin daha çok özveride bulunmasını öngörmüştür. Borçlu ülkelerin ekonomik gerçeklerinin ve toplumsal kesimlerin taleplerini dikkate almadan hazırladığı gibi, Plan, borçlu ülkelerin borçlarına karşılık olarak sağlanacak ek kaynağın büyüklüğünü de oldukça sınırlı bir düzeyde tutmuştur. Bu nedenle Baker Planının genel olarak kabul edildiği gibi, oyalama ve zaman kazanma işlevini yerine getirmekten başka hiçbir fonksiyonu olmadığı kabul edilmektedir. Baker planının bir çok bakımdan yetersiz olması ve uluslararası borç krizine kalıcı bir çözüm getiremernesi sonucu yeni bir plan gereksinimi doğmuştur. Bu nedenle, 1989 yılında ABD Maliye Bakanı Nicholas Brady tarafından, borç sorununu çözmek için yeni bir plan teklif edilmiş ve Brady planı adıyla uygulamaya konulmuştur: Planın en önemli maddesini, borçların bir bölümünün silinmesine ilişkin karar oluşturmaktadır. Plana göre IMF, Dünya Bankası ve Japonya'ya ait kaynakların kullanılarak borçların bir bölümünün silinmesi önerilmektedir. Böylece borç yükünün hafifteyeceği ve borçlu ülkelerin borç ödeme güçlerinin göreli olarak düzeleceği öne sürülmüştür. Planda borçların silinmesinde esas yükün azgelişmiş ülkelerin borçlarının içinde %37'lik bir paya sahip olan ticari bankaların üzerinde olması öngörülmüştür. Baker planından 4 yıl sonra 1989'da yeni ABD Hazine Bakanı Nicholas Brady Planı olarak literatüre geçen programda dört uygulama önerilmektedir. Borçların bir kısmının alacaklı bankalar tarafından silinmesi ve borcun geri kalanının aksatılmadan ödenmesi bu önerilerin ilk ikisidir. Üçüncü olarak, döviz gelirlerinin bir bölümünün gelecek yılların borç ödemelerine tahsis edilmesi öngörülmektedir. Brady Planına göre son olarak önerilen uygulama, IMF ve Dünya Bankası'nın verdiği uyum kredierinin bir bölümünün borç yükünü hafifletmek amacıyla kullanılmasıdır. Tıpkı Baker Planında olduğu gibi IMF ve Dünya Bankasının uluslararası borç sorununda etkin bir rol aynaması gerektiği, Brady planında da ortaya konmuştur. Plana göre borçların silinmesinde IMF, Dünya Bankası ve Japonya'ya ait kaynaklar kullanılacaktır. Bu şekilde Brady Planında en önemli maddeyi, borçların bir bölümünün silinmesi ve bu yolla borçlu ülkelerin borç ödeme güçlerinin göreli olarak düzeleceği oluşturmaktadır. Borçların silinmesinde ticari bankaların tutumları oldukça önemlidir.

236 1 ÖMER VEYSEL ÇALlŞKAN Brady Planı uyarınca borçların azaltılmasında iki ayrı yöntem uygulanacaktır. Bu yöntemler; borçların itibari değerleri eşit ancak düşük faizli devlet tahvilleriyle değiştirilmesi ve borçların sözkonusu borçlu ülkeye ait kamu ortaklığı niteliğindeki işletmelerin hisse senetleriyle değiştirilmesi olarak özetlenebilir. Borçlu ülke Brady fonları ile borcun bir bölümünü ikincil piyasalardaki değeri üzerinden satın alabilecektir. Diğer bölümünün karşılığında ise ihracatını ve doğayı verebilecek veya KİT hisseleri ile değiştirilebilecektir. Bazı Latin Amerika ülkelerinin 1988 yılındaki dış borç toplamı ve 1987 yılına ait bazı dış borç göstergeleri verilmiştir. Brady Planı öncelikle Latin Amerika ülkelerinin dış borçlarının % 20 azaltılmasını öngörmektedir. Bu nedenle Brady Planı ABD'nin yalnızca komşusu olan borçlu ülkelerin ticari borçlarına çözüm getirmeye çalışmasıyla eleştirilmektedir. Diğer taraftan Brady Planı; kaynaklarının sınırlılığı ve bütün ticari bankalarca kabul görmeyişi gibi konularda da eleştirilmektedir. Brady Planı 'nın uygulamasında da bazı aksaklıklar görülmektedir. Özellikle bazı ticari bankaların, Planı finanse etmek istemeyişi, müzakereterin zor olması gibi etkenler de uygulamayı zorlaştırmıştır. Planın başarısı faiz hadleri ile yakından ilişkilidir. Faiz hadlerinin yükselmesi borç azaltına çabalarını başarısızlığa uğratacaktır. Bu nedenle Planın hazırlayıcısı N. Brady; IMF ve Dünya Bankasının faiz desteğinin başarı için ön koşul olduğunu öne sürmüştür. Plan IMF ve Dünya Bankası tarafından oluşturulan bir havuzun, borçlu ülkeler için finansman olanağı sağlamasım ve alacaklı bankalar ile borçlu ülkeler arasında yapılacak borç erteleme görüşmelerinde bu havuzun borçlu ülkelerin geri kalan borçları için garanti oluşturmasını da önermiştir. 10 Mart 1989 tarihli Brady planı ile borçların askıya alınması ile gelişmekte olan ülkelerin yeniden piyasaya girmelerinin yolu açılmaya çalışılmıştır. Yükselen ikincil piyasa fiyatları (düşen getiri), borçlu ülkelerin yeni senet (ya da hisse) ihracı yapabileceğini ve bunun koşullarının da daha iyi olabileceğini göstermektedir. Dış borç reform planları olarak adlandırılan bu çözüm arayışları, dış borç sorununa kalıcı bir çözüm amacını gütmektedirler. Bu planların en önemlileri Rohatyn, Zombanakis, Weinert ve Lever Planı olarak ifade edilebilir. Weinert Planına göre, Dünya Bankası azgelişmiş ülkelerin borç yükünü azaitabilecek tek kurumdur. Dünya Bankası bu amaçla, ticari bankaların azgelişmiş ülkelerden olan alacaklarını ihraç edeceği tahvillerle değiştirecektir. Tahviiierin faiz oranı borçlu ülkelerin ödeme kapasiteleri dikkate alınarak belirlenecektir ve faiz ödemeleri, borçlunun ihracat hacmine göre değişecektir. Bankaların faaliyetlerini istikrarlı bir şekilde sürdürebilmeleri için uygulanan minimum faiz oranı, borçlu ülke-

EKONOMiK YAKLAŞlM 1 237 nin ödeme kapasitesini aştığı takdirde aradaki fark, Dünya Bankası tarafından karşılanacaktır. Yatırım bankacılı ğı uzmanı Leslie Weinert'in önerileri bazı sakıncalar da taşımaktadır. Öncelikle banka alacaklarının daha düşük faizli tahviller karşılığı uluslararası bir kuruluşa transferi, azgelişmiş ülkelerin gelecekteki borçlanma olanaklarını olumsuz etkileyecektir. Dolayısıyla borç yükünde indirim sağlansa bile, azgelişmiş ülkelerden kaynak transferi devam edecektir. Rohatyn Planı ise, kısa vadeli ve değişken faizli banka alacaklarını 15-30 yıl vadeli % 6 faizli tahvillerle değiştirecek uluslararası bir kurumun oluşturulmasını öngörmektedir. IMF ve Dünya Bankası'da bu görevi üstlenecektir. Rohatyn'a göre 300 milyar $'lık dış borcun belirtilen özelliklere uygun tahvillerle değiştirilmesi ile yıllık faiz tasarrufu 15-20 milyar$ düzeyinde olacaktır. Zombanakis Planı; dış borç ödeme güçlüğü çeken ülkelerin, IMF ile işbirliği yaparak 11-13 yıllık bir ekonomik uyum programı önermektedir. Uyum programı konusunda bankaların onayı alındıktan sonra, IMF ticari bankalara borçlu ülkelerin borçlarının ertelenmesini önerecektir. Borçlu ülke uyum programının gereklerini yerine getirdiği halde borç servisini gerçekleştiremezse, IMF sözkonusu ülkenin borç servisini kendisi yerine getirecektir. Mevcut borç düzeyinden herhangi bir indirim söz konusu olmayan planda, IMF'ye de yerine getirmekte zorlanacağı bir fonksiyon yüklenmektedir. Ayrıca IMF programlarının uygulanabilirliği konusunda da bazı şüpheler oluşmaktadır. Son olarak Harold - Lever tarafından hazırlanan planda; negatif kaynak transferinin önlenebilmesi ve batık kredilerin kurtarılabilmesi için yeni borçların verilmesi öngörülmektedir. İngiltere eski Maliye Bakanı Lever, gelişmiş ülkelerin yeni krediler garanti etmesi gerektiğini öne sürmüştür. Bu amaca yönelik olarak, ihracat kredisi kurumlarının azgelişmiş ülkelere yönelik ticari akımlarla birlikte, bu akımların sonucu oluşan cari işlemler açıklarını finanse etmeye yönelik bir fonksiyonları olmalıdır. 1985 yılından itibaren dış borç krizinin aşılmasına yönelik tüm planlar, genelde IMF ve ticari bankaların tutumlarını ön plana alarak, gelişmiş ülkelere önemli görevler yüklemiştir. Bu nedenle bu planların uygulamada birçok aksaklık gösterdiği ve tam anlamıyla başarılı olamadığı açıktır. Son dönem başarılı dış borç yeniden yapılandırma politikalarından birini Meksika uygulamıştır. Uyguladığı yöntemde alacaklılara üç seçenek sunulmuştur: (i) Ellerindeki borcun iskontolu yeni borçla, libor artı 13, yani yaklaşık önceki değerinin yüzde 65 iskonto oranı üzerinden değiştirilmesi, (ii) eşit itibari değere sahip ancak yüzde 6.25 sabit faizli bir borçla değiştirilmesi, (iskontolu ya da aynı itibari değerli yeni ihraçlar FED'in garantisini taşımaktaydı) ve (iii) exit bond kanalıyla önceki

238 1 ÖMER VEYSEL ÇALlŞKAN borcun yüzde 25'i kadar yeni kaynak da üzerine eklenmesi koşuluyla (ancak garantisiz şekilde) eski borcun yenilenmesi idi. Faiz ödemeleri bütün seçeneklerde ilk 18 ay için askıya alınmıştı. Alacaklıların yaklaşık yarısı eşit itibari değerli seçeneği, yüzde 40'ı iskontolu senedi, yüzde lo'u ise yenileme seçeneğini tercih etti. Ülkeye 7 milyar dolar nakit gerekiyordu. IMF ve Dünya Bankası biri 2.05, diğeri 1.8 olmak üzere iki kredi ve Japonya 2.02 milyar dolarlık kısmını sağladı. Wijnbergen (199l)'e göre bu uygulama son dönemlerin en başarılı dış borç yapılandırmasıdır. Son döneme ilişkin bir diğer uygulamada ise 700 milyon dolarlık bağış sonrası İsviçre, ihracatçılarının tahsil edilemeyen ticari kredilerine karşılık 58 milyon SFr harcamıştır. Ticari kredilerin yüzde 95'i bu yolla geri alınmıştır. 0.15 fiyatı işlem sonrası 0.19'a yükselmiştir. İsviçre hükümeti aynı uygulamayı İsviçre bankaları içinde yapmayı denemiş ancak fiyattaki artış beklentisi nedeniyle bankaların hiçbiri uygulamaya yanaşmamıştır. İsviçre ayrıca 199l'de 700. yıl kutlamaları çerçevesinde değişik ülkelere ait 700 milyon dolar alacağını bağışlamıştır. Uluslararası borç krizinin çözümü için ileri sürülen öneriler arasında en çok popularite kazananlardan biri de resmi kreditörlerin gelişmekte olan ülkelerin dış borç yüklerinin azaltılmasına genel olarak katkıda bulunacakları Uluslararası Dış Borç Kurumu'nun (IDF- International Debt Facility) kurulmasıdır. Önerilere göre IDF aracılığıyla gelişmekte olan ülkelerin dış borç yüklerinin azaltılmasında başlıca iki yöntem kullanılabilir: (i) IDF gelişmekte olan ülkelerin bankalara olan borçlarını ikincil piyasa fiyatları üzerinden kendi ihraç edeceği daha düşük faizli ya da daha uzun vadeli tahvillerle değiştirebilir ve (ii) gelişmekte olan ülkelerin bankalara olan borçları karşılığında ihraç ettikleri tahviller IDF tarafından garanti edilebilir. Fakat IDF'nin uygulamada bazı olumsuz sonuçlara neden olacağı da ileri sürülmüştür. IDF'nin kurulması gelişmiş ülkelerdeki kamu kuruluşlarına ve vergi ödeyicilerine önemli yük yükleyecektir. Bankaların alacaklarını nominal değerinin altında bir fiyattan satmaktan dolayı uğrayacakları zarar, beyan edecekleri gelir miktarını düşürerek gelişmiş ülkelerin vergi gelirlerini azaltacağından, gelişmiş ülkelerin katlanacakları yük, taahhüt ettikleri sermaye miktarı ile sınırlı kalmayacaktır. IDF'nin borç konversiyonu işlemi ile borçlu ülkelerin borç yükleri azalıp geriye kalan borçlarını ödeme olasılığı artacağından, her bir banka diğer bankaların katılıp kendi alacağının tamamının ödenmesini beklemeyi tercih edecektir. Ayrıca IDF'nin kurulmasıyla bankalar alacaklarını batık kredi haline getirmekten kurtarmak için yeni krediler vermek zorunda kalmayacaklarından dolayı, borçlu ülkelere yönelik yeni kredi akımları da azalacaktır. ı

EKONOMiK YAKLAŞlM 1 239 Bu eleştirilere karşı olarak ise aşağıdaki görüşler ileri sürülmüştür: (i) IDF kurulsa da kurulmasa da, bankalar gelişmekte olan ülkelere verdikleri borçlardan dolayı zarara uğrayacaklar ve beyan ettikleri gelir miktarı azalacaktır. (ii) IDF'nin bankalardan borçları satınalma fiyatı ikincil piyasadaki fiyatına eşit ya da onunla yakından bağlantılıysa, borçlu ülkeler piyasa fiyatını aşağıya doğru indirmeye çalışacaklardır. Eğer satınalma fiyatının belirlenmesinde IDF'nin kuruluş dönemindeki piyasa fiyatları baz alınırsa bu sorun da ortadan kalkacaktır. (iii) IDF tarafından borçların yeniden düzenlenmesi borçluların geri kalan borçlarını ödeme gücünü arttırıp kredibilitelerini yükselteceğinden, yeniden borçlanmalarını kolaylaştıracaktır. (iv) Ayrıca gelişmiş ülkelerce yeni krediler için garanti sağlamak ve yeni kredi vermekten kaçınan bankaların borçlarını işleme tabi tutmamak gibi ek önlemler de alınabilecektir. IDF kurumu dış borçların yeniden yapılandırılması fonksiyonu ile değil ama gelişmekte olan ülkelere yönelik kalkınma politikaları geliştiren bir organizasyon olarak Dünya Bankası bünyesinde faaliyet göstermeye 1990 yılında başlamıştır. Bir borç krizinin çözüldüğünün en önemli işareti, ülkenin uluslararası piyasalara, diğerleri ile aynı koşullarda girebilmesidir. Alacaklıların aksama riskini üstlenecek bir ek faiz talepleri bile, tek başına aksama olasılığının kendisini artırmaktadır. İkinci olumlu işaret, ülke kaynaklarının önemli kısmının dışarıya transferinin önüne geçilmesidir. Bunu sağlayacak olan ise yüksek büyüme oranları ve gelişmiş ülkelere yaklaşan yaşam standartları olacaktır. Böylece IMF ve Dünya Bankası da ana ilgi konuları olan uluslararası parasal istikrar ve ekonomik kalkınma konularına, borç geri ödemelerinden daha fazla zaman ayırabileceklerdir. Bir dış borç sorununun gelişmekte olan bir ülke için çözüldüğünün en önemli işareti, söz konusu ülkenin, uluslararası piyasalara "diğer borçlanıcılar"la aynı koşullarda girebilmesidir. Bu koşullar, en başta vade ve faiz olarak kendisini göstermektedir. Borçlanıcı ülke, yeni borç edinmelerinde, (piyasada oluşmuş vade ve faiz yapısı ile sözleşme koşullarına göre) "ek" bir maliyet yüklenmiyorsa, ülkenin yeniden yapılandırma gereği sona ermiş kabul edilebilecek ve süreç tamamlanacaktır.

240 1 ÖMER VEYSEL ÇALlŞKAN KAYNAKÇA B ARDHAN, Pranab K :,"Optimum Foreign Borrowing" Essays on the Theory of Optimal Economic Growth içinde (M.I.T. Press 1967),pp.ll7-128. BEN-BASSAT, Avraham: "The Optimal Composition of Foreign Exchange Reserves," Journal of International Economics, Vol. 10, pp. 285-95, 1980. EA TON, Jonathan and Mark Gersovitz.: "De bt w ith Potential Repudiation: Theoretical and Empirical Analysis", Review of Economic Studies, vol. 48: 289-309, 1981. FISCHER, Stanley."On the Need for an International Lender of Last Resort." Mimeo, Washington, D.C.: IMF (January), 1999. FISCHER, Stanley. "Resolving the International Debt Crisis", Mc Graw-Hill Book Company, 1990. FISCHER,Stanley and Jacob A.Frenkel. "Investment, the Two Seetar Model and Trade in Debt and Capital Goods" Journal oflnternational Economics,Vol.2 (August 1972),pp.211-233, 1972. OBSTFELD, Maurice.:"Macroeconomic Policy,Exchange Rate Dynamics and Optimal Asset Accumulation" Journal of Political Economy, Vol 89 (December 1981) pp1142-1161, 1981. SACHS,Jeffrey D. :"LDC Debt in the 1980s:Risk and Reforms," Crisis in.the Economic anf Financial Structure, içinde, (Lexington, Massachusetts.1 982,)pp 197-243, 1982.

EKONOMiK YAKLAŞlM 1 241 SORU-CEVAP PROF. DR. OKTAR TÜREL (Oturum Başkanı)- Soruların muhtemelen tümünü cevaplama imkanımız olmayabilir. Ben konuşma sırası içinde bazılarını bir araya getirerek ya da toplayarak bir seçme yapmak durumunda olursam beni lütfen bağışlayın. Soruların önemli bir bölümü Profesör Sönmez' e yöneltilmiş. Bayan Yıldız, "Merkez Bankası'nın yabancı sermaye giriş-çıkışiarına bağlı olarak para arzını kontrol etmesi ve faiz oranlarının belirlenmesinde yabancı sermaye giriş-çıkışının rolünü açıklayabilir misiniz" der. Doktor Togay, "32 sayılı kararda yapılması gereken değişiklikler sizce neler olmalıdır" sorusunu yöneltir. Adını belirtmeyen bir arkadaşımız, "sermaye hareketlerinin sınırlanması gerektiğini söylediniz, gelişmiş ülkelerin finansal entegrasyonlarını gerçekleştirdiği bir dönemde bu gelişmelerle sermaye hareketlerinin sınırlanması uzlaşır mı" der. Yine adını belirtmeyen bir arkadaşımız, "yabancı sermaye hareketleriyle ilgili olarak Türkiye için önerdiğiniz çözüm nedir" sorusunu yöneltir. Sayın Demir Türkiye Kalkınma Bankası'ndan, "sermaye hareketlerinin kontrol altında olduğu bir ülkede döviz kuru rejimi ne olmalıdır" sorusunu yöneltir. Sayın Tunalı Türk Eximbank'tan, "vade bazında sınırlama getirilse, bu olumlu sonuçlar doğurmaz mı? Örneğin vadeleri uzatmaya çalışan Şili bu açıdan başarılı olmuş sayılmaz mı"diye sorar. Sayın Dikme n, "1 980 sonrası liberasyon uygulamasının başarısızlığıyla ilgili olarak yapısal sorunlar ön plana çıkmaktadır" der ve 32 sayılı kararının revizyonuyla ilgili olarak biraz daha tamamlayıcı bilgi sorar. Adını belirtmeyen bir öğrencimiz, "spekülatif para girişini önlemek amacıyla sermaye girişinin belirli bir oranda vergilendirilmesi ya da reel faizin belirli bir oranda vergilendirilmesi mümkün olabilir mi" der. Bir öğrencimiz, Sayın Ünal, "finans kapitalizminin son aşaması finansal serbestleşmeden geçmektedir, bu bir yerde aynı zamanda kapitalizmin de bir başarısızlık aşaması mıdır" sorusunu yöneltir... PROF. DR. SiNAN SÖNMEZ- Şimdi, Sayın Başkan, kaç dakika sürem var, bana ne kadar süre vereceksiniz? OTURUM BAŞKANI- Büyük çoğunluğu örtüşen sorulan toplayarak cevap verebilir. Yani tek tek alması mümkün değil. PROF. DR. SiNAN SÖNMEZ- Kaç dakika? Hayır, tek tek alınam mümkün değil. OTURUM BAŞKANI- Yani maksimum 5 dakika içerisinde.

242 1 EKONOMiK YAKLAŞlM PROF. DR. SİNAN SÖNMEZ- Maksimum 5 dakika içinde ancak değinebileceğim, kusura bakmayın, yani Oktar Hocamızın söylediklerinden aklımda kalanları söyleyebileceğim çünkü. Bayağı soru var ve panelde yer alan meslektaşlanma, arkadaşlarıma havaleediyorum bunları, onlar tartışabilirler en azından. Korktuğumda başıma geldi alsında, bu kadar soruyla. Şimdi efendim, bağdaştırmaya çalıştırayım. Yani sırayla gitmeyeceğim belki ama, 32 sayılı kararın, yani burada ben tabii ne uygulayıcıyım, açıkça bir akademisyenim. Akademisyen olduğum için de serbestçe görüşlerimi açıklama gayet tabii olanağım var, muhalefet etme olanağım da var. Ancak bana, adaylığımı koyar, seçimlerde oy verirseniz, beni cesaretlendirdi, iktidara gelirsem bağımsız olarak, o zaman uygulanm ekibimle birlikte bütün bu söylediklerimi. Yoksa hiçbir zaman uygulama olanağım olmayacaktır. Şimdi bir defa şunu söyleyeyim: 32 sayılı karar konusunda radikal bir dönüşüm olabilir; yani tümüyle kaldırabilirsiniz birinci seçenek. Bunun karşılığında, karşısında da, bunu şöyle söyleyelim: Gözden geçirilmesi gerekebilir, bir tür revizyon olabilir. Şimdi, bu revizyon çerçevesinde çeşitli öneriler, çeşitli çözümler ortaya çıkabilir. Bir arkadaşımız, zannediyorum Sayın Tunaboylu, söylediği Şili örneğini vererek, vadenin uzatılınası konusunda mı demişti? Yani, sadece 32 sayılı kararla birlikte, yani nasıl olabilir? Bu kararı gözden geçirirken, Merkez Bankası'nın alacağı birtakım önlemler ile bu sermaye hareketleri, özellikle çıkma noktasında birtakım kısıtlamalar getirilebilir; bu mümkündür, bundan korkmamak lazım yani, hiçbir şeyde korkmamak lazım. Bunun ciddi ciddi planının yapılması lazım. Bunu 2-3 dakikada ben anlatamam yalnız yani, mümkün değil. Diğer bir nokta, Hazine, Sayın Emi! burada, Hazine'nin de devreye girmesi gerektiği kanısındayım; artı vergi sistemini, vergi sistemini gözden geçirirseniz, bence vergi sistemi, bir de maliyeci olarak onu da söyleyeyim, çok üzerinde hassasiyetle duruyorum ve bu bağlamda topu atmak değil, 4369 Sayılı Yasa, AKP henüz iktidara gelmeden, iktidara gelmişti de, Hükümet programında, acil eylem planında ne vardı? İlk yapılacak şey 4369'u ortadan kaldırınaktı ve yaptılar, ilk icraatlarıdır. Daha önceki Hükümetin de gücü yetmedi. Neden? Finansal serbestçilik var, 32 sayılı karar var. Bakın, ne oluyor? Sermaye giriyor-çıkıyor, hareket ediyor, vergileyemiyorsunuz arkadaşlarım, vergi alamıyorsunuz. Çok net bir olay vardır, vergilendiremiyorsunuz. Neden vergilendiremiyorsunuz? Çünkü yakalamak zor. Yani, mevcut vergi sistemiyle o dönemdeki, 98'deki vergi sistemiyle de bu hareketleri yakalamak ve vergilendirmek finansal olanaklan mümkün değildir. Hem onu vergilendiremezsiniz, kayıt dışını engelleyemezsiniz. Ne yapmak lazım? İşte 4369 Sayılı Yasa gibi bir yasa lazımdı. Bir yasa lazımdı; kayda almak gerekiyordu ve finansal rantlan da, bu sıcak para hareketleriyle elde edilen rantlan da vergilendirmek lazımdı. 32 sayılı kararın bu şekilde tabii törpülenmesi söz konusuydu. Şimdi, buna uygun iktisat politikaları uygulamak lazım. Sıcak para girişine yönelik bir spekülatif büyürneyi

EKONOMiK YAKLAŞlM 1 243 yakalamaya çalışırsanız, faiz-kur arbitrajını gayet tabii devreye sokarsınız o zaman. Mal hareketleriyle parasal hareketler tamamıyla birbirinden koptu, kopartıldı. Bir bütün olarak düşünmemiz lazım. Yoksa, 32 sayılı kararda ısrar etmenin anlamı şu değil: Efendim, bu bir sihirli değnektir. 32 sayılı kararı törpülersek, büyük ölçüde o zaman biz bu faiz-kur arbitrajı meselesini de çözeriz o zaman. O zaman ne yaparız? Özerklik kazanan Merkez Bankası'nın bence, şahsen, o zaman açıkçası, bir arkadaşımızın sorduğu soru vardı, nasıl oluyor diye, nasıl oluyor, nasıl bağımlı oluyor? Çok açık olan bir şey vardır; kur politikasını belirlemekte, faiz politikasını belirlemekte otonom şekilde hareket edemiyor. Nedir şey? İşte spekülatif hareketlere yeşil ışık yakmak, bu çerçevede giren sermayenin esiri olmaktır. Çok net olarak görmek lazım. Bu politikalarla Merkez Bankası'nı atalete yönlendirmiş oluyorsunuz. Dolayısıyla, 32 sayılı karardan, bence gözden geçirilmesi, -bitiriyorum Sayın Başkan- bu bağlamda bence iktisat politikalarının değişmesine yol açacak çok önemli bir adımdır diye düşünüyorum. Tabii kusura bakmayın, bütün soruları yanıtlamarn mümkün değil. Sayın Başkan bıraksadaha çok söyleyeceğim şeyler var ama... OTURUM BAŞKANI- Soruların bir kısmı tabii çay-kahve molası sırasında da konuşmacımıza yöneltilebilir. PROF. DR. OGUZ ESEN- Bana Sayın Suat Özeren'den bir soru gelmiş, "yakın gelecekte dalgalı kur altında sermaye hareketlerinin hacmi nasıl olacak ve nasıl gelişecektir" diye. Yani ben, bugünkü izlenen politikalarla, bu 89'dan beri izlenen politikalarının sürdürülme çabası içinde olunduğunu düşünüyorum, yani uygun bir ortam yaratılmaya çalışılıyor tekrar sıcak para girişine. Profesör Tuba Ongun da, "madem tarihsel örnekler iyi yönetişim ve iyi politikaların geçerli olmadığını gösteriyor, o zaman neden koşulluk içinde var" deniyor, "borçların geri ödenmesini sağlamak için mi" deniyor. Büyük ölçüde öyle olduğunu düşünüyorum ben de. "Etkin yönetim ve kurumsal düzenlemeleri kalkınınayı gelişmiş ülke deneyimleri nelerdir?" yeterince sağlamıyorsa, Bu bir, gelişmeyi sağlayacak bir politika olarak, bir kalkınma politikası olarak sunulmadığını düşünüyorum, bütün bu IMF ve Dünya Bankası politikalarının. Ben kısaca bu kadar söyleyeceğim. OTURUM BAŞKANI-Teşekkür ederim Sayın Esen. Sayın Çalışkan; buyurun efendim. DR. ÖMER VEYSEL ÇALlŞKAN- Bana gelen soruda, Anne Krueger'ın üzerinde çalıştığı, borçlu ülkelerin iflası programıyla ilgili bilgi isteniyor.

244 1 EKONOMiK YAKLAŞlM Şimdi, bu, dış borç yeniden yapılandırılması, değişik ve birbirinden kopuk teknikleri içeren bir üst başlık. Bu dış borçların yeniden yapılandırılmasında borç öz sermaye değişimi adı verilen, özelleştirmeyi borç ödemeleriyle tek bir havuzda toplayarak, tek bir teknik olarak uygulamayı öne süren bir teknik var. Borç doğa değişimi var bazı Güney Amerika ülkelerinde, doğayı, çevreyi korumaları karşılığında borç ödemelerinde kolaylık ya da borç silinmesi gibi yöntemleri birleştiren. Çok yaygın bir şekilde kullanılan çıkış senetleri var, itibarlı alacaklı gibi bir statü kuran. Şimdi, bunların her birini tek tek ayrıntılı olarak tabii ki açıklamayacağım ama, bu tekniklerin hem hepsi bir yönüyle işe yaradı, hem hiçbiri soruna çözüm olamadı. Şimdi, konuşmanın son kısmında, son dakikalarında anlatmaya çalıştığım gibi, bu birbirinden bağımsız teknikleri öncelikle uygulayacak bir üst kurul arayışı var ve IMF de, Dünya Bankası da bugünkü görev ve yükümlülükleri itibarıyla bunu gerçekleştirmekten uzak görünüyorlar. Birinci arayış çabası, bu üst kurul çabası dünya çapında. İkincisi, biraz önce yine söz konusu edildiği gibi, borçlunun tek, fakat alacaklının neredeyse sonsuz denecek sayıda dağınık olmasından gelen bir sorun. Bu tekniklerde şöyle bir durum ortaya çıkıyor: Borç yapılandırmasına önce giren alacaklı zararlı çıkıyor, çünkü kalan borçların değeri yükseliyor. Dolayısıyla, bu değişik ve parçalanmış alacaklılan da bir arada toplamak bir mesele. Dolayısıyla, A. Krueger aslında biraz, basma sık yansıdığı için, adı çok sık duyulduğu için, sanki bu işle özel olarak böyle bir çözüm öneriyormuş gibi. Fakat, onunla birlikte pek çok dünya çapında iktisatçının bu değişik ve dağınık teknikleri toplayıp, tek bir çözüm önerisi hiuine, bir program haline getirmeye çalıştıklarını özellikle IMF bünyesinde takip ediyoruz. OTURUM BAŞKAN!- Teşekkür ederim. FERHAT EMİL- Ben çok kısa olarak bana yöneltilmiş iki soruya yanıt vermeye çalışayım. Sayın Fuat Yılmaz'ın sorusu, "Türkiye' nin iç borç ödemesini emisyona giderek gerçekleştirmesi ve daha sonra hızlı bir özelleştirme sürecine giderek bu parayı geri çekmesi mümkün müdür" diye sormuş. Bence bu ortamda mümkün değildir. Birincisi pratik değildir; çünkü Merkez Bankası artık böyle emisyon yapmıyor. İkincisi de, zaten böyle bir ortamda Merkez Bankası emisyon yapsa, bizim özelleştirme sürecindeki sicilimize bakacak olsa bunu öyle hızlı falan yapabilecek bir halimiz ve durumumuz yok. O anlamda da pratik değil. "Sizce Türkiye'nin iç borcunu bugünkü politikalarla halletmesi mümkün müdür? Bu tabii herkese göre değişir. Ama bana göre, şu andaki politikalarımızla, borcun sürdürülebilirliğin i ve borcun gayrisafi milli hasıla içindeki oranını giderek düşürebileceğimizi düşünüyoruz. Bu anlamda bugünkü politikalarla bunun halledilmesi