SOSYAL İMKANLAR YOKSULLUĞU VE TÜRKİYE NİN KONUMU Prof.Dr.Coşkun Can Aktan Bugüne değin gelir dağılımı ve yoksulluk konusunda yapılan araştırmalarda hep gelir yoksulluğu ele alındı. Gelir yoksulluğu, üretim sonucu ortaya çıkan gelirin, yani GSYİH nın kişiler, üretime katılan faktörler, sektörler ve bölgeler arasındaki dağılımını ortaya koyan bir kavram. Milli gelirin nüfusu oluşturan kişiler arasındaki dağılımı kişisel gelir dağılımı ; üretim faktörleri arasındaki dağılımı fonksiyonel gelir dağılımı ; sektörler arasındaki dağılımı ise sektörel gelir dağılımı olarak adlandırılıyor. Gelir yoksulluğu konusunda günümüze değin dünyanın hemen hemen her ülkesinde resmi araştırmalar yanısıra, bireysel ya da grup çalışması düzeyinde özellikle akademik kesimden çeşitli araştırmalar yayınlandı. Birleşmiş Milletler Kalkınma Proğramı (UNDP) 1996 yılında yayınlanan raporunda ilk kez gelir yoksulluğu kavramı dışında sosyal imkanlar yoksulluğu adını verdiği yeni bir kavramı gündeme getirdi. Henüz çok yeni olan, dolayısıyla akademik çevrelerde dahi yeterince bilinmeyen bu kavram, yoksulluğu parasal gelir yönü ile değil, bireylerin insani gelişme için gerekli temel ihtiyaçlara ne ölçüde sahip oldukları yönünden ele alıyor ve ölçmeye çalışıyor.
UNDP, geliştirdiği sosyal imkanlar yoksulluğu indeksini başlıca üç kriterden hareketle ölçüyor. İlk kriter sağlıklı üreme imkanı. Uzman sağlık personeli olmaksızın gerçekleştirilen doğum yüzdesi, sağlıklı üreme imkanına bireylerin ne ölçüde sahip olduklarını ortaya koyuyor. İkinci kriter sağlıklı büyüme ve yeterli beslenme kriteri. Bu kriter ise 5 yaşın altında olan ve uluslararası standartlarda gerekli kiloya sahip olmayan, dolayısıyla yeterli beslenemeyen çocukların yüzdesi esas alınarak ölçülüyor. Üçüncü kriter ise okuma yazma kriteri. Araştırmada genel okuma yazma oranı yerine sadece 15 yaş ve üstünde olan kadınların okuma yazma oranları dikkate alınıyor. Bu üç kriter için hesaplanan yüzdeler tek bir yüzdeye dönüştürülüyor ve sosyal imkanlar yoksulluğu indeksi olarak adlandırılıyor. UNDP, 1996 yılında yayınladığı raporda dünyada 101 ülkede sosyal imkanlar yoksulluğunu ölçmüş bulunuyor. Gelişmiş ülkelerin pek çoğunun araştırma dışında bırakılmasının nedeni bu ülkelerde sosyal imkanlar düzeyinin yeterince yüksek düzeyde olmasından kaynaklanıyor. Araştırmaya göre 101 ülke arasında sosyal imkanlar yoksulluğu yönünden dünyada en alt sırada Nepal yeralıyor. Bu ülkeyi sırasıyla Bangladeş, Afganistan, Nijerya ve Etyopya izliyor. Nepal da kadınların yüzde 94 ü bir sağlık uzmanı ve hekim olmaksızın geleneksel yöntemlerle doğum yapıyor; 5 yaşın altındaki çocuk nüfusun yüzde 51 i normal bir kiloya sahip değil ve kadınların (15+ yaş) yüzde 87 si okuma yazma imkanından yoksun bulunuyor. 101 ülke içerisinde sosyal imkanlar indeks sıralamasında en iyi durumda olan ülke Şili. Türkiye de sosyal imkanlar yoksulluğu...
Ülkemiz sosyal imkanlar yoksulluğu indeks sıralamasında 31. sırada yeralmakta. Ülkemizde 1993 yılı istatistiki verilerine göre uzman hekim ve hemşire olmaksının yapılan doğumların yüzdesi 24; yeterli beslenemeyen çocuk yüzdesi 10; okuma yazma bilmeyen kadınların yüzdesi 29. Türkiye sıralamada Arjantin, Meksika, Kolombiya, Venezuella gibi Latin Amerika; Çin, Vietnam, Malezya, Tayland, Singapur, Hong Kong gibi Asya Pasifik ülkelerinin gerisinde bulunuyor. Türkiye yi Zimbabwe, Libya,Nikaragua gibi ülkeler izliyor. Sosyal imkanlar yoksulluğu ülkelerin beşeri gelişme düzeyini de olumsuz yönde etkiliyor. Yine UNDP tarafından 1996 yılında yayınlanan Beşeri Gelişme Raporu ndaki verilere göre ülkemizde genel okuma yazma oranı yüzde 81; okullaşma oranı yüzde 62; ortalama yaşam beklentisi ise 67 yıl olarak hesaplanmış bulunuyor. Oysa bu rakamlar Dünyanın beşeri gelişme yönünden en ileri ülkesi olan Kanada da sırasıyla yüzde 99; yüzde 100 ve 76 yıl. Beşeri gelişme indeks sıralamasında Kanada yı izleyen ABD, Japonya, Hollanda, Norveç, Finlandiya gibi ülkelerde de beşeri gelişme düzeyi oldukça yüksek. Ne Yapmalı? Sosyal imkanlar yoksulluğunu azaltmak için ne yapmalı? Ne tür çözümler yürürlüğe konulmalı? Şüphesiz, sosyal imkanlar yoksulluğunun azaltılmasında devlete çok önemli görev düşüyor. Aynı şekilde beşeri gelişme düzeyinin yükseltilmesi için de devletin yapması gereken çok şey var. Ancak, devletin her şeyi yapmaya kalkışan, sonuçta hiç bir şeyi beceremeyen hantal yapısından kurtularak özel sektöre ve üçüncü sektöre temel eğitim ve sağlık dışındaki eğitim ve sağlık hizmetlerini mümkün olduğu ölçüde devretmesi gerekiyor. Bu tür yük aktarımı şeklindeki özelleştirme uygulaması ekonomik refah ve yaşam
standardının iyileştirilmesi, kalite ve verimliliğin yükseltilmesi için kaçınılmaz. Olayı salt devlet eğitime ve sağlığa daha fazla kaynak aktarsın şeklindeki bir yaklaşımla çözmek mümkün değil ve bugüne değin de mümkün olmamıştır. Eğitime ve sağlığa devletin daha fazla para ayırmasının Türkiye nin beşeri gelişme düzeyini yeterince yükselteceğini sanmak bir yanılgıdır diye düşünüyorum. Daha fazla devlet harcaması, Türkiye nin beşeri gelişme ya da sosyal imkanlar yoksulluğu sıralamasındaki yerini iyileştirmek yerine kalitesizlik, israf, savurganlık, rüşvet, yolsuzluk, adam kayırmacılık gibi hastalıkların daha fazla yaygınlaşmasına neden olur kanaatini taşıyorum. Çözüm nedir o halde? Bana göre çözüm; yukarıda da belirttiğim üzere temel eğitim dışındaki eğitim hizmetlerini mümkün olduğu ölçüde özelleştirmektir. Özelleştirme önerisini devlet okullarını satalım şeklinde kesinlikle algılamamak gerekir. Önemli olan eğitim sektörünü mümkün olduğu ölçüde deregülasyona tabi tutmaktır. Devletin özel sektör önünde engel olmaması gereklidir. Devletin üçüncü sektör kuruluşlarını desteklemesi gereklidir. Ayrıca, devletin öncelikle beşeri gelişme düzeyi yüksek yerleşim bölgelerinde temel eğitim dışında kalan eğitim sektöründen tedrici olarak çekilmesi, eğitim yatırımlarını fazlasıyla gerice yörelere ve bölgelere kaydırması şarttır. Aynı şekilde devletin koruyucu sağlık hizmetleri dışında tedavi edici sağlık hizmetleri alanından da tedricen çekilmesi, bu alanlarda özel kesime köstek değil, destek olması gereklidir. Bugün devlet hastanelerindeki kalitesizlik, verimsizlik, israf,savurganlık ve hırsızlıktan kurtulmanın yolunun daha fazla devlet harcaması yapmaktan geçmediğini artık anlamalıyız.
Devlet hastanelerinde fiziksel imkanların yetersiz, doktor ve sağlık personeli sayısının az ve personele ödenen maaşların düşük olduğu, bu yüzden kalite ve verimliliğin düşük olduğu iddialarını doğru bulmuyorum. Kalite ve verimliliğin yükseltilmesinin anahtarı rekabettir. Rekabet ise devletin doğasında yoktur. Ancak rekabetçi serbest piyasalarda kalite ve verimlilik artar. Paternalizme hayır! Türkiye nin gelir ve sosyal imkanlar yoksulluğu yönünden konumunu daha adil ve makul seviyelere getirebilmesinin yolu asla paternalizm, yani baba devlet anlayışı ndan geçmiyor. Devletin yoksulluğu azaltmak ya da ortadan kaldırmak için yoksul kimselere sadaka dağıtmaktan kesinlikle vazgeçmesi gerekir. Sosyal yardımların gerçekten dünyada yoksulluğun azaltılması için etkili bir ilaç olmadığını dünya deneyiminden öğrenmiş olmamız lazım. Yoksul insanlara bedava balık dağıtmak yerine, onlara nasıl balık tutulacağını öğretmek için daha fazla çaba sarfetmemiz gerekir. Devletin bu konuda yol gösterici ve katalizör rolü üstlenmesi gerekiyor.