MEHMET ERÖZ DE BİR DİN, MEZHEP VE KÜLTÜR KONUSU OLARAK TÜRKİYE DE ALEVİLİK VE BEKTAŞİLİK

Benzer belgeler
ŞAMANİZM DR. SÜHEYLA SARITAŞ 2

Türk Mitolojisi ve Türklerde Totemizm DR. SÜHEYLA SARITAŞ 1

TÜRK EDEBİYATININ DÖNEMLERİ

Gazi Üniversitesi Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Vell. Araştırma Merkezi. Araştlrm_a Dergisi. Research Quarterly. Autu~~ 2003/27

Yahudiliğin peygamberi Hz. Musa dır. Bu nedenle Yahudiliğe Musevilik de denir. Yahudi ismi, Yakup un on iki oğlundan biri olan Yuda veya Yahuda ya

İÇİNDEKİLER ÖNSÖZ KLASİK ALEVİLİK NEDİR? Halk Mezhebi... 18

ÖNCESİNDE BİZ SORDUK Editör Yayınevi LGS Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Yeni Tarz Sorular Nasıl Çözülür? s. 55

7- Peygamberimizin aile hayatı ve çocuklarla olan ilişkilerini araştırınız

İSLAM UYGARLIĞI ÇEVRESINDE GELIŞEN TÜRK EDEBIYATI. XIII - XIV yy. Olay Çevresinde Gelişen Metinler

dinkulturuahlakbilgisi.com KURBAN İBADETİ Memduh ÇELMELİ dinkulturuahlakbilgisi.com

BULDAN ÖRNEĞİNDE DENİZLİ YÖRESİ ALEVİ-BEKTAŞİ KÜLTÜRÜ

EN ESKİ İNANÇLARDAN BİRİ OLAN ZERDÜŞTLÜK VE ZERDÜŞT HAKKINDA 9 BİLGİ

Sizce dedelik nedir? Okurlarımıza bu konuda bilgi verir misiniz?

TAKVA AYI RAMAZAN TAKVA AYI RAMAZAN. Rahman ve Rahim Allah ın Adıyla

ORTA DOĞU VE KAFKASYA UYGULAMA VE ARAŞTIRMA MERKEZİ

Bacıyân-ı Rum. (Dünyanın İlk Kadın Teşkilatı: Anadolu Bacıları)

Balım Sultan. Kendisinden önceki ve sonraki Postnişin'ler sırası ile ; YUSUF BALA BABA EFENDİ MAHMUT BABA EFENDİ İSKENDER BABA EFENDİ

EĞİTİM-ÖĞRETİM YILI 12. SINIF DİN KÜLTÜRÜ VE AHLAK BİLGİSİ DERSİ DESTEKLEME VE YETİŞTİRME KURSU KAZANIMLARI VE TESTLERİ

1. HAYATI ESERLERİ Divan Vâridât Ankâ-yı Meşrık Devriyye-i Ferşiyye...17

AYP 2017 ÜÇÜNCÜ DÖNEM ALIMLARI

5. SINIF DİN KÜLTÜRÜ ve AHLAK BİLGİSİ

MİT VE DİN İLİŞKİSİ. (Kutsal Metinlerle İlişkisi) DR. SÜHEYLA SARITAŞ 1

ÖZGEÇMİŞ. 4. Öğrenim Durumu :Üniversite Derece Alan Üniversite Yıl Türk Lisans. Halk Atatürk Üniversitesi Türk Halk Hacettepe Üniversitesi 1971

İnci. Hoca GEÇİŞ DÖNEMİ ESERLERİ (İLK İSLAMİ ESERLER)

6. SINIF. Oturan, duran, kovsuz, gıybetsiz Hakk Muhammed Ali deyip evine vara, tüm canların Yüce Allah dildeki dileğini, gönüldeki muradını vere!

Siirt'te Örf ve Adetler

Tefsir, Kıraat (İlahiyat ve İslâmî ilimler fakülteleri)

ESKİ TÜRK EDEBİYATI TARİHİ- 14.YÜZYIL TEMSİLCİLERİ

EĞİTİM-ÖĞRETİM YILI 7. SINIF DİN KÜLTÜRÜ VE AHLAK BİLGİSİ DERSİ DERSİ DESTEKLEME VE YETİŞTİRME KURSU KAZANIMLARI VE TESTLERİ

ORTA ASYA TÜRK TARİHİ-I 1.Ders. Dr. İsmail BAYTAK. Orta Asya Tarihine Giriş

dinkulturuahlakbilgisi.com BUDİZM Memduh ÇELMELİ dinkulturuahlakbilgisi.com

Mitoloji ve Animizm, Fetişizm. Dr. Süheyla SARITAŞ 1

HAKK MUHAMMED ALİ AŞKI ADIYAMAN ALEVİLERİ Fevzi Rençber Gece Kitaplığı, Ankara, 2016, 2. Basım, 304 sayfa ISBN Muhammed Cihat ORUÇ

TÜRK MİTOLOJİSİ DR.SÜHEYLA SARITAŞ 1

1.Birlik ilkesi: İslam inancına göre bütün varlıklar, bir olan Allah tarafından yaratılmıştır.

Yusuf Bulut. - şiirler - Yayın Tarihi: Yayınlayan: Antoloji.Com Kültür ve Sanat

03-05 Ekim / October Yrd. Doç. Dr. Mehmet YAZICI

Yayın Değerlendirme / Book Reviews

KALEKIŞLA KÖYÜ TAKVİMİ 2019

MİTOLOJİ İLE İLGİLİ TEMEL KAVRAMLAR

İktisat Tarihi I Ekim II. Hafta

TEMEİ, ESER II II II

İmam Humeyni'nin vasiyetini okurken güzel ve ince bir noktayı gördüm ve o, Hz. Fatıma

Öğrenim Kazanımları Bu programı başarı ile tamamlayan öğrenci;

Kurban Nedir Ve Niçin Kesilir?

Ve Brahman bir felsefedir ve o çeşit anlamlarıyla felsefi ve edebi yazılarda kullanılır.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ İSLÂMÎ İLİMLER FAKÜLTESİ LİSANS PROGRAMI 1. Yıl / I. Dönem Ders. Kur'an Okuma ve Tecvid I

-Anadolu Türkleri arasında efsane; menkabe, esatir ve mitoloji terimleri yaygınlık kazanmıştır.

IÇERIK ÖNSÖZ. Giriş. Birinci Bölüm ALLAH A İMAN

MÂTÜRÎDÎ KELÂMINDA TEVİL

İnönü Üniversitesi Fırat Üniversitesi Siirt Üniversitesi Ardahan Üniversitesi - Milli Eğitim Bakanlığı ‘Değerler Eğitimi’ Milli ve Manevi Değerlerimiz by İngilizce Öğretmeni Sefa Sezer

Sabah akşam tevâzu içinde yalvararak, ürpererek ve sesini yükseltmeden Rabbini an. Sakın gâfillerden olma! (A râf sûresi,7/205)

Orucun Manevi Hayatımıza Katkıları

Gazi Üniversitesi Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Vell. Araştırma Merkezi. ~ TAŞ VELi. Araşllrma Dergisi. Research Quarterly.

Nasrettin Hoca ya sormuşlar: - Kimsin? - Hiç demiş Hoca, Hiç kimseyim. Dudak büküp önemsemediklerini görünce, sormuş Hoca: - Sen kimsin?

DİNLER TARİHİ DERSİ ÖĞRETİM ROGRAMI

Allah a Allah (ilah,en mükemmel, en üstün,en yüce varlık) olduğu için ibadet etmek

T.C. BİLECİK ŞEYH EDEBALİ ÜNİVERSİTESİ İSLAMİ İLİMLER FAKÜLTESİ İSLAMİ İLİMLER BÖLÜMÜ EĞİTİM-ÖĞRETİM PROGRAMI

Doç.Dr. CANER IŞIK. Eğitim Bilgileri

Kur an-ı Kerim i Diğer Kutsal Kitaplardan Ayıran Başlıca Özellikleri

Pir Sultan ABDAL. Sana kıyanlar tarihin kara sayfalarında, sen ise milyonların kalbindesin Ey Ali Aşığı Pir Sultan

İnsanı Diğer Canlılardan Ayıran Özellikler

O, hiçbir sözü kendi arzularına göre söylememektedir. Aksine onun bütün dedikleri Allah ın vahyine dayanmaktadır.

Gazi Üniversitesi Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Veli. Araştırma Merkezi TÜRK KÜLTÜRÜ. ve HACI BEKTAŞ VELi. Araştuma Dergisi. Research Quarterly

Ders Adı Kodu Yarıyılı T+U Saati Ulusal Kredisi AKTS

Eğitim Programları ANA HATLARIYLA İSLAM DİNİ

EĞİTİM-ÖĞRETİM YILI 11. SINIF DİN KÜLTÜRÜ VE AHLAK BİLGİSİ DERSİ DESTEKLEME VE YETİŞTİRME KURSU KAZANIMLARI VE TESTLERİ

1. İnanç, 2. İbadet, 3. Ahlak, 4. Kıssalar

Allah Kuran-ı Kerim'de bildirmiştir ki, O kadın ve erkeği eşit varlıklar olarak yaratmıştır.

İletişim çağı adını verdiğimiz bir çağda televizyon ve radyonun yoğun olarak ürettiği popü-

FOCUS ON LANGUAGE and MULTI MEDIA LANGUAGE ASSISTANT

03-05 Ekim / October Yrd. Doç. Dr. Mehmet YAZICI

Zirve 9. Sınıf Dil ve Anlatım

Islam & Camii Diyanet İşleri Türk İslam Birliği

İÇİNDEKİLER. Maide Suresi 116 Ve 117. Ayetlerinin Manası Nedir? Teveffi Kelimesi Ve Arap Dili. Teveffinin Manasıyla İlgili Hodri Meydan

17 Eylül 2016 Devlet Sanatçısı Prof. Dr. Alâeddin Yavaşca Özel Konseri. Hazırlayan ve Yöneten Halil İbrahim Yüksel. Sunum Metni Bilge Sumer

NOEL VE YILBAŞI KUTLAMALARI

1 İSMAİL GASPIRALI HER YIL BİR BÜYÜK TÜRK BİLGİ ŞÖLENLERİ. Mehmet Saray

TEMEL İSLAM BİLİMLERİ BÖLÜMÜ

kaza, hükmetmek, Terim anlamı ise kaza, yaratılması demektir.

ÖZEL BİLFEN İLKÖĞRETİM OKULU ÖĞRETİM YILI 8. SINIF DİN KÜLTÜRÜ VE AHLAK BİLGİSİ

Tarihten Teolojiye İslam İnançlarında Hz. Ali, Haz. Ahmet Yaşar Ocak, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 2005, XXI+303 sayfa.

ÖZEL EFDAL ERENKÖY ANAOKULU PENGUEN GRUBU EKİM AYI BÜLTENİ

Revak Kitabevi, 2015 Tüm hakları Revak Kitabevi ne aittir. Sertifika No: Revak Kitabevi: 30 Bektaşîlik Serisi: 4. Fakrnâme Vîrânî Abdal

İMAN/İNANÇ ve TANRI TASAVVURU GELİŞİMİ JAMES FOWLER

HİTİT ÜNİVERSİTESİ İLAHİYAT FAKÜLTESİ 2007 VE SONRASI MÜFREDAT PROGRAMI AKTS KODU

dinkulturuahlakbilgisi.com amaz dinkulturuahlakbilgisi.com Memduh ÇELMELİ dinkulturuahlakbilgisi.com

DİKTE METNİ 1 DİKTE METNİ 2

TÜM SİTEDEKİ KONU BAŞLIKLARI VE MAKALELER

Aleviliğin İnanç Kaynakları Aleviliğin inanç ve ibadet esaslarını görmeden önce, bu esasların günümüze hangi şekillerde ulaştığına değinmek

ALEXANDER RUSSEL WEBB-MUHAMMED

Y. Lisans Türk Müziği İst. Teknik Üniv Sanatta Yeterlilik Türk Müziği İst. Teknik Üniv. 1994

Ramazan: Hicri takvimin dokuzuncu ayıdır. Ramazan-ı Şerif veya Oruç Ayı da denilir.

İslamî bilimler : Kur'an-ı Kerim'in ve İslam dininin doğru biçimde anlaşılması için yapılan çalışmalar sonucunda İslami bilimler doğdu.

Hz. Ali nin şehit edilmesinin ardından Hz. Hasan halife olur. Ancak babası zamanından kalma ihtilaf yüzünden Muaviye ile iç savaş başlamak üzereyken

Şeb-i Arus İstanbul da: Mevlana nın vuslat gecesi bu yıl yine aşkın başkentinde!

Birinci İtiraz: Cevap:

KURAN I KERİMİN İÇ DÜZENİ

10.SINIF TÜRK EDEBİYATI DERSİ KURS KAZANIMLARI VE TESTLERİ

İLK TÜRK DEVLETLERİNDE HUKUK

Transkript:

MEHMET ERÖZ DE BİR DİN, MEZHEP VE KÜLTÜR KONUSU OLARAK TÜRKİYE DE ALEVİLİK VE BEKTAŞİLİK Dr. Mustafa TALAS ÖZET Türk sosyolojisinin önemli temsilcilerinden biri olan Mehmet Eröz, Alevîliğin Türk sosyal yapısının en ciddi sorunlarından biri olduğunu düşünmektedir. Eröz e göre, Anadolu Alevîliğinin üç kaynağı vardır. Bunlar; müslümanlık, İslâm tasavvufu ve Türk Töresidir. Eröz, basmakalıp ifadelerin Türk millî kültürü için tehdit oluşturduğunu ileri sürmektedir. İlâve olarak, O, hem Alevîlerin hem de Sünnilerin birbirlerini tanımadıklarını iddia etmektedir. Bu sebeple, ayrılık noktaları üzerinde durmamamız gerekmektedir. ABSTRACT ACCORDING TO MEHMET ERÖZ, ALAWISM AND THE BEKTASHISM THE RELIGION, RELIGIOUS OPINION AND CULTURE AS A SUBJECT OF Mehmet Eröz, one of the important representat of the Turkish sociology, have thought that Alawiism is one of the most serious problems of Turkish social structure. According to Eröz, Anatolian Alawiism has three sources. These are the belief of muslim, Islâmic mysticism and the Turkisk custom. Eröz suggest the streotypes threat the Turkish nation culture. In addition to, he claims that both Alawis and Sunnis don' know each other. For that reason, we should not dwell on the points of isolation Anahtar Sözcükler: Alevîlik, Bektaşîlik, Anadolu Alevîliği, Alevîlik ve İslâm, Türk Töresi Key Words: Alawiism, Bektashiism, Anatolian Alawiism, Alawiism and Islam, Turkish custom Giriş 20 Haziran 1986 da vefat etmiş olan Prof. Dr. Mehmet Eröz, Türk Sosyolojisine bir çok uygulamalı saha çalışmasıyla önemli katkılarda bulunmuş olan bir sosyologdur. Türkiye nin pek çok sosyal yapı sorunu olduğunu bilen ve bu konularda araştırmalar yapmış olan Mehmet Eröz e göre iki sosyal yapı sorunu, hepsinden çok daha önemli olma özelliğine sahiptir. Bunlardan biri Güneydoğu Sorunu, diğeri de Alevîlik meselesidir. Ona göre, bu önemli iki sorun, sorun olmaktan çıkarılmadığı taktirde Türk sosyal yapısının gelişme kaydetmesi mümkün değildir. Kendisi bu ciddiyetinden dolayı, araştırmalarını öncelikle bu yöne kaydırmıştır. Türk millî bütünlüğünün en hassas meselelerinden biri olarak gördüğü Alevîliği katılımcı gözlem metoduyla Anadolu yu karış karış dolaşarak araştırmıştır. O, araştırmaları neticesinde en büyük eksikliğin devlet politikası şeklinde ciddi yaklaşımların mevcut olmadığı sonucuna varmıştır. Bu önemli sorunun devlet eliyle ciddî bir yaklaşımla rahatlıkla sorun olmaktan çıkarılabileceği kanaatine

sahip olmuştur. Alevîliğin, İslâm ın dışında tutulamayacağı gerçeği, unutulmaması gereken noktaların başında gelmektedir. Alevî ve Bektaşîlerin, Türk milletine mensup olduğunu bilmek ise, ikinci olarak kabul edilmesi gereken en önemli gerçeklik olmaktadır. Töreleri, günlük yaşayışları, deyişleri, nefesleri, sazları ve sözleri ile Alevî ve Bektaşîlerin Türk kültürünün en güzel yanlarını özlerinde muhafaza ettikleri herkesin malûmudur. Buna göre, Anadolu Alevîliğinin dayandığı kaynaklar, Müslümanlık, İslâmi tasavvufu ve Türk töresidir. Eröz, Alevîlik konusunu öncelikle din ve mezhepler çerçevesindeki ilişkilere göre ele almıştır. Daha sonra da Türk kültürünün ve İslâmiyet in, Alevîliğin iki ana temeli olduğu noktasını vurgulamıştır. 1. Sosyolojik Açıdan Din ve Mezhep Alevîlik konusu her şeyden önce din ve mezhep konusu olarak öne çıkan bir niteliğe sahiptir. İslâm Peygamberi nin vefatı ile başlayan hilâfet tartışmalarının ortaya çıkardığı algılayış farkları konunun özünü teşkil etmektedir. Bu sebeple, Alevî-Bektaşî meselesi tetkik edilirken öncelikle din ve mezhep konusunun terminolojik bakımdan açıklanması gerekmektedir. Çalışmada bu gerek yerine getirilmiştir. 1.1. Din Dinin sözlük anlamı; tabiat üstü güçlere, çeşitli kutsal varlıklara, tanrıya inanmayı ve tapınmayı sistemleştiren sosyal bir kurum, şeklindedir. En basitinden en karmaşık olanlarına kadar değişik tanımları yapılabilen din kurumunun, herkesi bağlayacak bir tanımının olduğunu söyleyebilmek imkânsızdır. Yalnızca insana has ve insanın ayırt edici bir özelliği olan dinlerin ortak özellikleri şunlardan ibarettir. 1-Her dinin bir inanç sistemi vardır. 2-Her dinde ibadet vardır. 3-Her dinin tapınağı bulunur. 4-Her dinde bir irrasyonel yan vardır. 5-Her dinin mutlaka ümmeti vardır. Bu genel çerçeveli açıklamalardan sonra geniş anlamıyla din hakkında bilgiler verilebilir Buna göre, Din, insan ile Tanrı arasında kutsal bir bağdır. İnsanoğlu, eskiden beri hayata bir anlam vermek istemiştir. Düşünürler, evrenin başlangıcını, sonunu ve nasıl olduğunu çözmeye çalışmışlar ve varlık alemini anlamak istemişlerdir. Din, bu konuların yanında insanın varlık alemindeki yeri ve sorunları hakkında insanoğluna peygamberleri aracılığı ile çözümler sunan kutsal değerler manzumesi olarak değerlendirilmelidir. Dinler, insanlığa insanın kendisi ve yaşadığı alem hakkında bir görüş getirir. Dinlerde insanoğlu kendisiyle ilgili esasları ve alemdeki konumu hakkında bir bilgi şeması bulabilmektedir.

Ayrıca kendi başlangıcı ve sonu hakkında bilgi edinir. Buna göre din, insanlığın temel sorunlarını belirli bir bakış açısıyla açıklayan bir sistemdir. Dinlerin bazıları yüzeysel, bazıları da daha kapsamlı açıklamalar getirir ancak tamamının zihinleri işgal eden ve soyut meselelerde yaşayan hususlardan günlük hayata ilişkin somut konulara kadar her hususta insanları aydınlatmaya çalıştığı kesindir. Din, ilkel cemiyetlerde statiktir. Statik olan din de, cemiyet dinidir. Halka ait olduğundan kapalıdır. Ferdi cemiyete bağlayan masallara benzer. Dinamik din evrenseldir. İnsanlığa gelmiştir, açıktır. Hayat hamlesinin en derin yeridir. Sevinç içinde, sevinç aşk içinde aşktır. 1.2. Mezhep Kelime anlamı olarak mezhep, gidilen yol manasında, Arapça olan bir kelimedir. Mezheplere İslâm dini açısından bakıldığında, mezhep, inanç ve ibadetle ilgili İslâmî düşünce ekolleri anlamına da gelmektedir. Hem siyasî ve inançla ilgili, hem de ibadetle ilgili yani fıkhî olarak ortaya çıkmış farklı ekollere mezhep denildiği için çoğu zaman bir karışıklığa sebep olunmaktadır. İslâm ın ana esasları olan Kur an-ı Kerim ve Sünnet e göre olsa da, belli bir şahıs veya o şahsa uyan topluluğun, çoğunlukla siyasi bir emel için ortaya çıkarmış oldukları algılama farkından kaynaklanan tercihtir. Türkçemizde, hem inanca has ve siyasi, hem de İslam hukuku çevresindeki topluluklar için mezhep kelimesi yaygın olduğundan, biz de aynı kelimeyi kullanıyoruz. 2. Alevîlik-Bektaşilik ile İlgili Önemli Kavram ve Terimler Alevî ve Alevîlik: Alevi Hz. Ali ye bağlılık noktasında birleşen çeşitli dini ve siyasi gruplar için kullanılan bir terim şeklinde sözlük anlamına sahiptir. Kelime mezhepler tarihi ve tasavvuf edebiyatında Hz Ali yi sevmek, saymak ve ona bağlı olmak anlamlarında kullanılmıştır. Bu bakımdan Hz. Ali yi seven, sayan ve ona bağlı olan kimseye Alevî denir. Bu sevginin normal ve makul ölçüde olanı yanında derece derece Hz. Ali yi Tanrılaştırmaya varacak şekilleri de mevcut bulunmaktadır. Bu sevgi ve saygının sahibi olan insanların oluşturduğu akıma ise Alevîlik denmektedir. Ehl-i Beyt: Ehl-i Beyt, ev halkı demek oluyor. Evden kastedilen Hz. Muhammed in ailesi, ocağıdır. Rivayete göre, bir gün Hz. Muhammed, kızı Hz. Fatıma yı amcasının oğlu ve damadı Hz. Ali yi, torunları Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin i hırkasının abasının altına alarak, şefkat ve himaye ifade eder tarzda sağ elini abanın üzerine koymuş, kendisi ile beş kişi olan ocak mensupları aile üyeleri Ehl-i Beyt adıyla anılır olmuş. Ehl-i Beyt sevmek, velayetini tanımaya tevella Yezid ile onun taraftarlarını sevmeye de teberra denir. Şiilik-Şia: Şiilik, Hz. Ali yi tutanlar, Hz. Ali taraftarlığı demektir (yukarıdaki Alevîlik teriminin eş anlamlısı) Peygamberin ölümünden sonra Hz. Ali nin meşru halife olarak kabul edilmesini hareket noktası sayan çok farklı İslâmî mezheplerin büyük zümresi için kullanılan müşterek isim olmuştur. Bektaşilik: Hacı Bektaş Veli gelenekleri etrafında Anadolu da ortaya çıkan bir tarikat kelimeden de açıkça anlaşılacağı gibi Hacı Bektaş Veli ye bağlı olan, onun yolunda giden anlamını vermektedir. Yollarının, tarikatlarının piri olarak Hacı Bektaş Veli yi kabul edenler, Bektaşi tarikatının usul ve erkanına uygun bir yaşayışa sahip olmalarına bakarak, Bektaşilere Alevi denilebilir.

Eröz, Bektaşilere Şehir Alevileri denilebileceğini, özellikle de ibadette tatbikat bakımından Sünnilerden pek farklı manzara arz etmeyen bir alt kültür grubu olarak değerlendirilmesinin gerektiğini belirtiyor. Batinilik: Bu doktrinin, dinî, hukukî ve mezhepsel yönü olduğu gibi felsefî yönü de vardır. Bu konularda bir çok din adamı ve bilgin yetiştirilmiştir. Her zahirin (dışın) bir batını (içi) olduğunu ve Kur an ile hadislerin ancak te vil (aynı mana verme) ile anlaşılabileceğini iddia eden fırkalara, V. (XII.) asırdan itibaren toptan verilen isimdir. Batinilere muhtelif vesileler ile verilen isimler şunlardır. 1. Karamita(Karmatiye), 2. Seb iye, 3. İsmailiye 4. Mubarekiye, 5. Babekiye, Hurremiye, Hurremdiniye... Babek zamanında kırmızı elbise giymelerinden dolayı, bunlara Muhammere de derler. Bunlardan başka Batınilere hakikatın yalnız masum imanın talimi ile öğrenilebileceği iddialarından dolayı Ta limiye ve dinî muharremata (haramlara) riayet etmedikleri için İbahiye isimleri de verilmiştir. Muhtelif çevrelerde fikirlerini telkin etmek için o çevrelerde alışılmış olan telakkiler (anlayışlar) ile işe başlarlardı. Bundan dolayı Şehristani nin Batinilerin her zamanda bir başka şekilde davetleri ve her lisan ile yeni bir itikat ve mezhepleri vardı. sözü bu anlamda kabul edilir. Kızılbaşlık: Eröz Türkiye deki Köy Bektaşileri ne Kızılbaş denilebileceğini ifade eder. O na göre; Çetmi (Çepni) Tahtacı, Nalcı, Sıraç, Türkmen gibi adlarla anılan ve Türkiye nin her yerinde bulunan kalabalık bir nüfusa sahip cemaatlerdir. Ancak günümüz Türkiye sinden Kızılbaş kelimesi mum söndü yapanlar, aile ve namusa önem vermeyenler manasına gelmektedir. Fısıltı ve dedikodu halinde halk vicdanına yerleşen bu sakat kanaat, milletimiz için tehlikeler arz eden, insafsızca ve bilgisizce çıkarılıp devam ettirilen bir inançtır. Oysa bizim bildiğimiz ve gerçeklere göre bu insanlarımız Sünnî çevrelerle Müslümanlık adı altında toplanmış bir kalbin öteki yarısıdır. Kızılbaş kelimesinin ne anlama geldiğini bu sıfat ve ismin ne demek olduğunu açıklayınca ve Kızılbaşların töre ve inanışlarını, müesseselerini inceleyince yüzyıllarca sürmüş ve sürmekte olan ayrılığın ve her birini yanlış anlayışın, ne derece köksüz ve yersiz olduğu iyice anlaşılacaktır. Malatya daki Alevilerde de böyle bir adetin olmadığını söyleyebiliriz. 3. Alevîlik ve Bektaşîliğin Tarihî Temelleri Peygamberin vefatına müteakip ortaya çıkan ve üçüncü halifenin öldürülmesinden sonra da şiddetlenen hilafet münakaşalarında Ali tarafını tutanlara el-aleviyye veya şiatü Ali (Ali ye bağlı olanlar, Ali taraftarları) dendi. Alevî ve Alevîlik de tarih sahnesine çıkmış oldu. Ortaya çıkışından sonra da büyük oranda İran ve Maveraunnehir çevresinde etkili olan Alevîlik, Türklere de aynı bölgeden sirayet etmiştir. Halk toplulukları bakımından Türkler, İran üzerinden İslâmiyet le tanıştıkları için ilk Müslüman Türk toplulukları da Alevîlikle tanışıp özümsemişlerdi. Yani Türkler eski halk inançlarıyla İran üzerinden aldıkları İslâmiyet i kısa sürede sentezlemişlerdi. Sosyoloji ve sosyal antropolojinin verilerine göre, Dünyada hiçbir kültür herhangi bir olay karşısında birden bire ortadan kalkmaz. Ya da özelliklerini tamamen yitirmez.. Hatta ihtiyaca göre bazen aynen korur, bazen kısmen değiştirir, bazen de farklı şekillere büründürerek yaşatmayı tercih eder. Türklerin İslâmiyet i kabul etmeden önceki inanç, gelenek ve ibadet usulleri de, İslâmiyet sonrasında da büyük oranda inanç ve gelenekler içerisinde yaşamaya devam etmiştir. Toplum hayatının sürekliliğinden dolayı, geçmişten geleceğe taşınan unsurlar hayatın her sahasında kendini göstermektedir. Hem maddî hem de manevî kültür için bu durum geçerlidir. Halı, kilim, nakış, süs

eşyaları, keçe külah, kalpak(börk) gibi maddî unsurların yanı sıra dinî toplantıların icra ediliş biçimleri, nefeslerin ve duaların söyleniş biçimleri gibi manevî kültür unsurları şeklinde geçmişten bugüne taşınmış olduğu dikkat çekmektedir. Yine toplum hayatının sürekliliğinden dolayı dinî toplantılara kadınlar eşleriyle birlikte katılmışlardır. Başları açık bir şekilde kadınların toplantılara dahil edilmesi, Hoca Ahmet Yesevi nin bölgesine rakiplerinin müfettişler göndermesine bile sebep olmuştur. Daha sonraki dönemlerde, göçebe Türkmenler tarafından Yesevilik e Şamanizm den kalma içkili toplantılar sokulmuş ve bu yolla Anadolu ya gelerek icra edilmeye başlanmıştır. Cem ayinleri gibi toplantılardaki gelenekler hep o eski halk inançlarının uzantılarıdır. Osmanlı Devleti nin kuruluşunda Bektaşi Tarikatı çok önemli bir rol üstlenmiştir. Bu rolü Bektaşiliğe siyasî ve sosyal anlamda ayrıcalıklı bir konum kazandırmıştır. Devletin kabul ettiği tek sünnî olmayan tarikat olan Bektaşi tarikatı, birleştirici yapısı ile ve Yeniçeri Ocağı nın teşkilâtlanmasını sağladığı için Türkiye deki dinî tarihin gelişmesine önemli katkılarda bulunmuştur. Bu sebeple, Avrupa şarkiyatçıları arasında (George Jacob, Clement Huart) daima ilgi çekici bir yere sahip olmuştur. Aslında bir bütün olarak Alevî-Bektaşî geleneği, Türk tarihinde çok önemli fonksiyonlar yerine getirmiştir. Bu fonksiyonları ve farklı inançları birleştirici yapısıyla dikkatleri çekmeye devam edecektir. 4. Anadolu Alevîliği, Müslümanlık ile Eski Türk Dini nin Sentezidir Anadolu Alevîliğinin üç temel kaynağı vardır. Bunlardan biri İslâm İnancı diğeri İslâm tasavvufu ve üçüncüsü ise, İslâmiyet ten önceki Türk kültürüdür. Kaynaklar, incelemeye tabi tutularak aşağıda ayrıntılı olarak şu şekilde sıralanmıştır: 1. Anadolu Alevîliği ve İslâm İnancı 2. Anadolu Alevîliği ve İslâm Tasavvufu 3. Anadolu Alevîliği ve Eski Türk Dini (Gök Tanrı Dini) 4.1. Anadolu Alevîliği ve İslâm İnancı Anadolu Alevîliğini Hıristiyanlık, Yahudilik, masonluk ve daha başka din ve inanç sistemleriyle bağdaştıranlar olmuştur. Ancak bunların hiçbiriyle bir ilgisi bulunmadığı kolaylıkla söylenebilir. Eröz, Alevilik ve Bektaşilik ile Hıristiyan inanç ve müesseseleri arasında bağ kurma çabalarının olduğunu ve kendisinin buna katılmadığını ifade etmektedir. O, Alevilerin ve Bektaşilerin Allah, Muhammed, Ali şeklindeki üçlemesini Hıristiyanlık taki, Baba, Oğul ve Ruh-ül Kuds üçlemesine benzetenler, on iki imam ve on iki hizmet ile, on iki Hıristiyan havarisi arasında yakınlık bulmaya çalışanlar bulunduğunu ve vaftiz ile Cem ayinlerinden önce alınan abdest arasında; mukaddes koku ile yağlanılması arasında bağ kurulduğunu belirtmektedir. Eröz, ayrıca confirmation ayini ile cem ayininin gül suyu ile yapılması arasında; İsa nın beden ve kanını temsilen ve ölümünü anarak aynı mukaddes ruha ermek için Hristiyanların sembolik olarak kullandıkları ekmek ve şarap ile, Hüseyin in ölümünü sembolize eden ve cemlerde içilen şarap arasında; papazların bekâr oluşu ile, Bektaşi babalarının ve dervişlerin bekâr oluşu arasında; papazların otoritesi ile mürşitlerin otoritesi arasında; İsa nın doğumu ile Balım Sultan ın doğumu arasında, aforoz müessesi ile düşkünlük müessesi arasında; günah çıkarmak ile sorulma, baş okutma erkânı arasında evlenmelerin papaz huzurunda yapılması arasında, piskoposluk tacı ile, Bektaşi babalarının elifi, tacı arasında; Hıristiyan keşişinin kuşağı ile tığıbent arasında, gerçeğe dayanmayan ve derine inemeyen bağlar kurmaya çalıştıklarını ifade eder. Eröz, Hacı Bektaş ın bir Hıristiyan azizi olduğu şeklindeki iddianın da dayanıksız olduğunu ve onun kitap yazdığını (Makalât), Aşıkpaşazade nin ve Oruç Beğ Tarihi nin kendisinden bahsettiğini, Çepniler arasında nesilden nesile intikal eden şifahî bilgi şeklinde karşımıza çıktığını ve yeni çıkan başka vesikalardan Horasanlı Hacı Bektaş ismiyle Türklüğün ve Müslümanlığın açıkça ortaya koyulduğunu belirtir.

Masonluğun, eski Mısır a, Suriye deki cereyanlara ve bilhassa İbranilere bağlanmanın mümkün olduğundan bahseden Eröz, Alevilik-Bektaşilikle, Masonluk-Yahudilik arasında münasebet aramanın boşuna olduğunu ancak buna rağmen benzerliklerini ortaya koymanın meselenin doğru, anlaşılabilir olmasını sağlayacağını belirtir Eröz, Tenasuh (Ruhun bedenden bedene geçmesi), teşbih, ric at, (geri dönmek) gibi bazı hususlarda benzerlik kurmaya çalışanların olacağını ama bunların doğrudan doğruya Musevilik ten gelme olmadığını belirtir. Suriye, Hont, Zerdüşt ve Yeni Eflâtunculuk tesirlerini hesaba katmanın gerekliliğini ifade eder. Alevi ve Bektaşi cemaatlerindeki, tenasuh ve ricat benzeri inanışların burdakilere benzemediğini, Alevîlik-Bektaşîliktekinin İslâm tasavvufu ve eski Türk dinî inançlarının sentezi hâlinde karşımıza çıktığını ifade eder. Eröz, Bektaşi babaları içinde bir iki masonun bulunmasının (Meselâ; Tevfik Bey Baba; Torunu Muhiddin Özenbaş ın Vahit Lütfi Salçı ya verdiği bilgiye göre 1275 tarihli bir mason diplomasına sahipti.) bütün Bektaşi babalarının ve Bektaşilerin mason olması demek olmadığını belirtir. Ona göre totemik iz olan tavşan yememe adetinin dahi Tevrat a dayandırılması hatalıdır. Halbuki bir makalesinde tavşanın Orta Asya Şamanistlerince totem sayıldığını ifade eder. Ayrıca Yahudilikte kölelik işareti sayılan kulağa küpe takılmasının bekâr kalması mecburi olan mürşitler de de mevcudiyetinin bu yönde değerlendirilmesinin yanlış olduğunu; bunun da İslâmiyet ten önceki Türklerde küpe ya da halka takmak şeklinde mevcut olduğunu beyan eder. Eröz, namaz ve oruçtan uzakta olsalar da inanç bakımından Alevîlerin Müslüman olduklarını söyler. O, kucaklayıcı, kolaylaştırıcı, müsamahalı bir Müslümanlık anlayışının Alevî ve Bektaşileri İslâm camiası içinde sayacağını; dar, katı, hoşgörüsüz, uzaklaştırıcı bir zihniyetin ise onları Müslümanlık dairesinin dışında tutacağını ifade eder. Fikir birliğinin sağlanamadığı çeşitli adacıklar halinde sadece kendisinin haklılığını belirtip, geriye kalanları kabul ve tasvip etmeyen hatta onları dışlayan tavırlar dışa kapalı adacıkların ortaya çıkışını doğurmaktadır. Çeşitli yeni cemaatleşme eğilimlerinin ortaya çıkışı bundandır. Böyle yaklaşımlar iletişim noksanlığını, sadece ön yargılar ve kavramlarla sınırlı tutmaları beraberinde getirir. Alevîlik hakkında da diğer kesimlerin böyle önyargılı tutumlarını görebiliyoruz. Özellikle de cem ayinlerinde mum söndü adeti olduğu, kadınların namusuna dokunulduğu şeklindeki mesnetsiz yaklaşımlar buna örnektir. Bu ayinlerde tam aksine, kadınlar cemaatin kontrolü ve manevi himayesi altındadır. Eröz, bu toplantılarda kollektif şuurun en kuvvetli haline ulaştığını belirtiyor. Kaldı ki Alevîlik ve Bektaşiliğin ayırt edici özelliklerinden biri de eline, beline, diline sahip olma dır. Eröz, Tahtacı geleneği ile-daha doğrusu eski Türk Töresi ile-müslümanlığın bağdaştırıldığına örnek olarakta düğün törenlerindeki hareket tarzını veriyor: Edremit in Çamcı köyünde düğünün son günü, gelin oğlan evine geldikten sonra, gömlek giydirilir. Başına külef (külah) giydirilir, üzerine çelgi ve sarık sarılır. Güvey giydirilirken, düğünün bayrakları, güveyin arkasında durur ve elindeki bıçağı, güveyin ensesine doğru tutar. Dede, güveyiyi giydirirken, üç kere şu duayı okur: Peygambere selavat Seyyidina Muhammed Kutlu olsun diyenin, akıbeti hayrolsun. Eröz e göre Alevîliğin dualar, dilekler, niyazlar bakımından, inanç sistemi olarak müslümanlığın çerçevesi içerisinde değerlendirilebileceği söylenebilir. Tahtacı köylerinde günlük dileklerden bu anlaşılabilmektedir. Mesela; Sabahınız hayırlı olsun. Cevap:Hayırlı sabahlar olsun. Akşamınız hayırlı olsun hayırlı akşam olsun- geceniz hayırla kalsın-hayırlı geceler olsun. Gece yatağa girerken okunan dua: Yattım sağıma, döndüm soluma, melekler şahit olsun, dinime, imanıma. Eröz, Müslümanlıkla ilişki bakımından sözlerini şöyle neticelendirir: Üçleme gibi inançların (Allah, Muhammed, Ali) dışında işin Özünde Müslümanlıkla Türk kültürü yatmaktadır. Bazı farklılıklarsa, İran ve Suriye etkisinden kaynaklanmaktadır. Bu kadarlık münasebet, her kültür temasında karşılaşılabilecek şekilde normaldir. Fığlalı da Alevîlik ve Bektaşiliğin İslamî inanış biçimi ile eski Türk inanç ve kültürünün iç içe girmesinden meydana geldiğini belirtirken Eröz ün fikirlerini destekliyor. 4.2. Anadolu Alevîliği ve İslâm Tasavvufu Alevîlik ve Bektaşiliğin ana kaynaklarından birisi de tasavvuf felsefesidir. Bu arada tasavvuftan hareket ederek, bir takım felsefî, mistik, sırrî esaslara dayanan ve garip sonuçlara ulaşan Hurufiliğin de tesirinden bahsetmek gerekir. Tasavvuf, İslâm mistisizminin adıdır diyen Erol Güngör, İslâmî bir kavramı batılı mukabili ile değiştirmenin başkalarına çok garip gelebileceğini ancak bazı tasavvufçu mütefekkirlerin özellikle R. Quenon tasavvufla mistisizmin başka şeyler olduğunu, İslam tasavvufunu bilmeyen batılıların iki şeyi karıştırdığını ifade eder. Batılı manadaki mistisizm ile İslam tasavvufu farklıdır. Burada bizim mistisizmden kastımız Hıristiyan mistisizmi değil belirli bir iç tecrübe ve belli bir bakış tarzına felsefede verilen genel addır. Bu bakımdan Hıristiyan mistisizmi, Yahudi Mistisizmi, Hindu mistisizmi gibi İslâm mistisizmi de vardır ve biz buna tasavvuf diyoruz. Eröz de Şemseddin Sami ve Ferid Kam a dayanarak tasavvuf kelimesinin Grekçe hikmet manasına gelen sofos, sofya kelimelerinden türetildiğini söyler. Buna göre kendisini hikmete, ilahi cevheri müşahadeye veren kimsenin mesleğine isim olmaktadır. Eröz e göre İslâm tasavvufunun kaynağı Müslümanlıkta gizlidir. Öyle bazılarının ifade ettiği gibi eski Yunan, İran ve Hint kaynaklı değildir. Eröz, daha sonra şunları belirtir: Bütün büyük İslâm mutasavvıfları, Kur an ve Hadis e dayanırlar. Bunu Gazzali de belirtiyor. Molla Cami nin savunduğu fikir de budur. Mevlana, Muhyiddin İbn Arabi ve Hoca Ahmet Yesevi gibi büyük mutasavvıflar, meslek ve felsefelerini İslâm dinini nazari ve tatbiki esaslarına dayandırılmışlardır. Mevlana, bu konuda en açık bir ifade ile şöyle söylüyor. Ben

yaşadığım müddetçe Kur an-ı Kerim in bendesiyim ve O nun emirlerine ferman benim. Ben Muhammed Muhtar (SAV) ın yolunun toprağıyım. Eğer benim sözlerimden bunun dışında bir söz nakleden olursa hem o sözden hem de nakledenden eza duyarım... Aynı şekilde Hacı Bektaş Veli de dört kapı kırk makamdan bahsederek, tarikat, marifet ve hakikate şeriattan geçileceğini söylüyordu. Hasan Cemalî isimli Bektaşi şairinin şu semah nefesi de bu konuya bir örnektir: Bektaşilik kolay zannetme aşık Tarik-ı nazenin sırr-ı lafeta Eline, diline, beline sadık Olmayan bektaşi taklitdir cana Şeriat babından girmeyen aşık Tarikat sırrına ermiyen aşık Marifet abına yanmayan aşık Hakikat kamili sayılmaz asla... Bu yaklaşımlardan da Alevî inançlarının karakteristik özelliklerinden birinin de Dört Kapı olduğu ve bunların da şeriat, tarikat, marifet ve hakikat olduğu anlaşılmaktadır. Eröz, tasavvuf hakkındaki görüşlerini şöyle neticelendirmektedir: Şamanizmi bırakarak Müslümanlığı kabul etmiş olan Türkler arasında bu yeni din, çeşitli derecelerde benimseniyordu. Şehir merkezlerinde bütün şartlarıyla benimsenip, yerine getirilen İslâm dini, eski gelenek ve göreneklerin henüz canlılığını kaybetmiş olduğu göçebe Türk topluluklarında eski din ve inanışlarla bir arada yoğurarak kabul ediliyordu. Hoca Ahmet Yesevi nin ve sonradan Hacı Bektaş Veli nin tasavvuf düşünceleri de bunlara eklenince, Alevîlik ve Bektaşîlik inançları ortaya çıkmış oldu. Din ve tasavvuftan gelen şer i ve mistik esaslara bağlanmış oluyorlardı. İşte bu bölümün konusunu teşkil edecek olan, bu mistik esaslardır. Onların Vahdet-i Vücud felsefesinden hareketle eski Türk inanışları içinde aldığı yeni şekildir... 4.3. Anadolu Alevîliği ve Eski Türk Dini (Göktanrı İnancı) Türk Alevîliğinin ve Bektaşiliğin ana kaynağı Türk kültürüdür. Hacı Bektaş Veli nin kullandığı dil, duyuş ve kültürün Türk olması bunun en güzel örneğidir. Türkler, İslâm kültür çevresine girişlerinden itibaren tamamen Sünnî anlayışı benimsemiş olmalarına rağmen, esas itibariyle Hz. Muhammed (sas) ve Ehl-i Beyt sevgisini ön planda tutan süfîlik cereyanın kuvvetle etkisi altında kalmışlardır. O kadar ki, Türklerin dini anlayış tavırları, milletlerin kendi milli geçmişlerine bakış açılarını yansıtan birer vesika durumundaki destanlarında bile, bütün açıklığı ile ortadadır. Meselâ dinî edebiyatımızın ilk ürünlerinden olan Satuk Buğra Han Destan ında, Türklerin İslâmiyet e girişi ve dinin Türkler eliyle yüceltilişinin ilk işaretleri ve macerası anlatıldıktan başka, her zaman kahramanlık peşinde olan daima destanî bir hayat yaşayan Türklerin, İslâm dünyası içinde de, bütün saflığı ile İslâmiyet e sarılmış ve kendini bu dine adamış bir kahramana, Allah ın Arslanı sıfatıyla meşhur Hz. Ali ye hayranlık duyuşlarının ve adını daima yüceltişlerinin ortaya çıktığını da görürler. Ayrıca bu Destan da, diğer destanlarımızda olduğu gibi, eski inanışıyla birleşivermiş olduğu göze çarpar. Aslında Anadolu Alevîlerinin hemen tamamına yakını, inanç yönünden İslâm ın temel akidelerine inanmış zümrelerdir. Ancak dinin ibadet ve muamelâtla ilgili kısımlarına göçebelik dönemindeki yayılış mantığına uygun olarak pek fazla itibar göstermezler. Geçmiş dönemlerdeki inançların tesiriyle meselelere yaklaşımlarda farklı yorumlar ve tavırlar sergilenmektedir. Yukarıdaki destanlarda görülen geçmişin izleri ile hal in getirdiği hükümleri birleştirmeler dini anlayışlar da da kendini gösteriyor. Eröz, de Eski Türk dininin, Bektaşilik ve Kızılbaşlık üzerindeki etkilerini karşılaştırmalı bir metot kullanarak geçmiş ile mevcut durum arasında bağlar kurmaya çalışmıştır. Bunları da kültürlerin, dini otoritelerin seçilmesi ve benimsenmesi, ayinler vs. gibi hususiyetlerle değerlendirmiştir. Zaman ve mekanın değişikliğine rağmen geçmişle bir çok benzerliklerin olduğu görülmektedir. Bu benzerlikler, kam-dede benzerliği, uçmağ-tamu(cennet-cehennem) inancı, yer-su kültü, düşkünlük müessesesi ve kahramanlık yapılarak meclislere dahil edilme, ölüm adetleri, kurban adetleri, toplantı gelenekleri, şenlikler ve atalar kültü gibi hususlarda kendini göstermektedir. 4.3.1. Kam-Dede-Baba Münasebeti Eröz e göre gerek kamlık, gerek dedelik soydan gelme bir dini-mistik meslek idiler. Her ikisinin de soyunda kam veya dede bulunan sülâlelerin çocukları arasından bu vazifenin sahibi seçilip bulunurdu. Türkiye deki Alevî ve Bektaşi cemaatlerinde dede ve baba seçimi hakkında derinliğine bilgi sahibi olmamakla birlikte ipuçlarına ve bir takım bilgilere ulaşılabilir. Her ikisinde soy takibi şartına rağmen, bir seçimin söz konusu oluşu gözden uzak tutulmamalıdır. Eröz, Türkiye deki Ocak denilen dede soylarının en kabiliyetli ve hevesli çocuğunun post sahibi olurken, burada kendi aralarında bir seçim olduğunun görüldüğünü ifade eder. Ona göre ataları kam olmadığı halde, kabiliyetli oldukları için çeşitli sebeplerle, teşvik ve zorlamalarla kam seçilen gençler vardır. Kızılbaşlık taki babalığa seçilişi; Bektaşilikteki babalığa, halifeliğe ve dede babalığa seçilişi buna benzetebiliriz. Kamlığa geçiş vecd hâliyle veya öğrenim yoluyla mümkün olur. İkinci haldeki geçiş kam ın kendinden sonraki kendi seçtiği oğlu-yoksa bir mürşide- geleneğe dayalı tekniklerin verilmesiyle sağlanır. Tanrılar makamına yaşlı kam tarafından kabul edilen yeni cana

ata şamanlar tarafından sırlar öğretilir. Öğretilme işinden sonra can bedenine geri döner. Eröz, bu noktada Alevîlik ve Bektaşilik cana önem verme, yoldaşlarına can demelerini buradaki anlayışa dayandırabileceğimizi belirtir. Şamanlar hem kendilerinin hem de başkalarının dertlerine deva, hastalıklarına şifa bulunduğuna inanılan insanlardır. Hatta Rus etnologlarının bahsettiğine göre, Rus papazlarını dahi hastalandıklarında şamanlara başvururlarmış Eröz, aynı şekilde pir olarak kabul edilen Alevî ve Bektaşi dede ve babalarına da böyle başvuruların yapılmasını da buraya dayandırabileceğimizi ifade ediyor 4.3.2. Uçmağ (Cennet) Tamu (Cehennem) Münasebeti Cennete ulaşmak, daha doğrusu cennet manasına gelen uçmak; göğün yüksekçe bir katındadır. Orada iyi ruhlar ikamet eder ve Tanrı ile insan arasında şefaatçidirler. Ruh âleminin üyeleri, doğumdan ölüme kadar insanla ilgilenirler. İnsanlar, doğrudan doğruya Tengri ye yalvarmaz, tali tabakalardaki tanrılar, yahut uçmağa (cennete) ulaşan cedlerinin ruhlarının aracılığı ile dileklerini bildirirler. Bu dileğin iletilmesi gücüne ise ancak şaman sahiptir. Şamanlar bu ruhlar ile görüşülürken herhangi bir şeyin donuna (şekline) girer. Şamanlar ve halk kahramanları kendileri öldüklerinde de insan kuş şekline girerek uçmağa ulaşırlar. Bu anlayış destanlara da renk kazandırıcı bir etki yapmıştır. Efsanelerde yerini alan bu anlayış, Yesevi ve çıraklarının kuş şekline girerek uçabildikleri inancını getirmişti. XIII. yy. sonunda İlhani sarayında büyük tesiri olan Türk mutasavvıfı Barak Baba, muasır Arap yazarlarının tariflerine göre tipik Altaylı kam veya Kırgızların baksı sının tam kendisidir. Yerin en alt katına da Tamu yani cehennem adı verilirdi. Burada da kötü ruhlar yaşardı. Günahkar insanlar, hiç iyilik yapmamış insanların ebediyyen bu alt katta kaldıklarını, iyilik yapma derecesine göre yukarıya çıkıldığına da Eski Türkler de inanılıyordu. Eski Türklerin, Tamu (cehennem), uçmağ (cennet) terimlerinin Alevî şairlerine geçtiğini Eröz bazı örneklerle açıklıyor: Abdal Musa, yedi tamu bize nevbahar oldu, sekiz uçmak içindeki köydeniz der. Muhyeddin Abdal, bunu yedi tamu, sekiz bab diye anlatır. Kul Hüseyin, sekiz uçmak elinden söz eder... 4.3.3. Ölüm Adetleri ve Totemizm İzleri Bakımından Benzerlikler Eski Türklerin kamlık dini içinde, totemcilik izleri, bakiyeleri mevcut olmuş, hatta Şamanizmin en kuvvetli unsurlarından birini meydana koymuştur. Totemizmde, sadece hayvan değil, bitkilerin ve ağaçların da totem sayıldığı görülmektedir. Burada yalnızca hayvanları birer totem, birer töz olarak, ele alacağız diyen Eröz bunlara ek olarak şunları belirtir: Bektaşiler ölümü don değiştirmek yani, kırk kıyafet değiştirmek, başka şekle girmek sayarlar. Bu kelime Eski Türkçe de ton veya don elbise, kılık demektir. Bugün Azerbaycan Türklerinde aynen kullanılıyor. Orta Asya da aynı şekilde kullanılır. Türkiye nin çeşitli yerlerindeki köylerde ve süvarilikte, atın renginden söz etmek, gülünç olmak demektir. Onun yerine atın donu ndan bahsedilir ki, bunlar da kır, demir kırı, al doğru, kula, yağız, bakla kırı dır. Dede Korkut Destanları nda, yaş alameti olarak, ağ olanları çıkarıp, karalar giyildiği anlatılır.. Eröz e göre Türkler Müslüman olduktan sonra da eski itikatlarını tamamen unutmadılar ve bilhassa ölüm adetlerinde bunu iyice belli ediyorlar. Meselâ, bir kimsenin ölümünü anlatmak için, öldü yerine, şünkâr boldı (şahin oldu) deyişleri gibi. Bununla Alevî- Bektaşilerin, ölümü don değiştirme olarak kabul etmeleri arasında hiçbir fark yoktur. Altaylı lar ve diğer Şamanist Türkler, ölümden sonra insanın ruhunun çeşitli hayvan suretlerine bürüneceğine, hatta böcek, ağaç, taş, toprak, ateş olacağına inanıyorlardı. Aynı şeyin Bektaşilerde de varolduğunu Balkan Bektaşilerinin böcek olmuş bir Bektaşi yi ezmemek için dikkat ettiklerini, iyi ruhların çoklukla kuş şekline girdiğine inanıldığını görüyoruz. Alevî-Bektaşi erenleri ve Kam lar sağlıklarında da hayvan donu na (suretine) girebilirler. Abdal Musa, Kaygusuz Abdal, Pir Sultan Abdal ve daha nice Alevî-Bektaşi erenlerinin şiirlerinden anlaşıldığına göre Türk totemizminde önem taşıyan kuş (kaz, turna) geyik, bozkurt gibi hayvanların donuna girmiş insan (eren) örnekleri vardır. Abdulgazi Bahadır Han dan: Altın gözlü tavşanı getirdi diye Kaz ayağı üç ayrı damga verdim Bildiğimiz gibi Alevîlikte kazın yeri yukarıdakine uyar. Viranî: Ali dir mahşerin haşrında kazı * Pir Sultan: Pir Sultan ım katı yüksek uçarsın Böyle midir yolumuzun töresi... Noksani: Noksani gönülde kuş gezer iken Yer gök kurulmadan suda yüzerken Kandildeki nurdan okur yazarken Aşkın cür asından sunanşah deyu

Hayatî, geyikten geyik erenler diye bahseder. Ayrıca geyik avının getirdiği felâketi anlatan türkülere Türkiye nin birçok yerinde (Adana, Diyarbakır, Fethiye ve Ankara da bozlak olarak) rastlanır. Turna hakkında biraz daha fazla rastlanıyor. Pir Sultan: Yemen ellerinden beri gelirken Turnalar Ali yi görmediniz mi? Hava üzerinde sema ederken Turnalar Ali yi görmediniz mi? Pir sultan yardımcın yaradan olsun Aşık olan âşık, didârın bulsun Arif olan anlar, cahil ne bilsin Her mânâdan dilleri var turnanın Dedemoğlu Yerin göğün arşı kürsün direği Varınca bir tel ver pirime turnam Bozkurt, Türk totemizminde önemli bir yere sahiptir. Yine Pir Sultan Abdal dan örnek vereceğiz. İsmail e inen koçun atası Kurt donunda alıp giden kim idi Ali bindi Düldül ata Can dayanmaz bu fırkata Bozkurt ile kıyamete kalan Kalan dünya değil misin.. Tavşan, Alevîlikte yenmesi yasak olan bu hayvan da eski bir Türk töz ü (totemi) idi. Totemde sevilen sayılan yanlara karşılık nefret edilen yanlar da vardır. Tavşan için zamanla ikinci taraf ağır basmış olmalı... 4.3.4. Törenler ve Toplantılar Bakımından Benzerlikler Eski Türkler, dinî ve içtima^i sistemlerin gereği olarak, her vesile ile toplantılar, şölenler, toylar, ziyafetler düzenler, burada yer içer, eğlenir veya yas ederlerdi. Bunlar, sosyal dayanışmanın vesilesi olurdu. Oğuz Kağan Destanı na, Dede Korkut Hikâyelerine, tarihin kayıtlarına bakıldığında, Türk içtimaî hayatının, kurultay toplantılarına bakıldığında şölenler, toylar ile bir arada toplantıların yürütüldüğünü görürüz. Tarihin en eski devirlerinden, günümüz Türkiyesi ndeki cemlere kadar hep böyle olmuştur. Buralarda kesilen kurban (yuğ törenleri) ve yenilen yemekler yanında, bol miktarda içki içilir ve raks (semah) edilirdi. Fığlalı da bu toplantı ve şenlikler hususunda şu bilgiyi veriyor: atalara kurban kesen ve bu işi bazı mukaddes mahallere giderek yerine getiren Türklerin bu davranışlarıyla İslâmiyet teki hac, din tarihçileri tarafından birbirine benzer sayılmıştır. Asya Hunları yılın ilk ayında Tan-hu nun sarayında ve ilkbaharda (5. ayda Bizim takvime göre Haziran da) Lung Çeng (ongın Nehri Bölgesi nde) de Gök-Türkler ve Uygurlar yine aynı ayda Tomir Irmağı kaynağında ve Hunlar sonbaharda Tai-lin de, Gök-Tanrı ya atalara, tabiat kuvvetlerine at ve koyun kurban ederlerdi. Bu toplantılarda devlet erkânı konumlarına göre sıralanır ve kurban üzerine düşen payı üleşir (bölüşür)lerdi. Eröz e göre Türkiye deki Alevî ve Bektaşiler, atalarının usul ve erkanına göre şölene İslâmî bir cila katmışlardır. Orta Asya daki Kansız Kurban a Dolu-Tolu demişlerdir. Saçı nihayetine, ibadet niyetine bu merasimlerde içki içerler. Meclise kadınlar ve çocuklar da yaş ve mevkilerine göre yerlerini alarak ayine iştirak ederler. Usul ve erkan aynı yalnız oradaki kımızın yerini burada rakı almıştır. Bir de Tanrı ya dolu sunan kam ın yerini Müslüman oluşu nedeniyle veli lik mertebesine ulaşmış şahsiyet olarak dede almıştır. Dolu içilirken gülbanklar okunur. Onların (Meriç Bektaşileri) inançlarına göre üç dolu hak dolusudur. Üçten sonrası harabatlıdır. Kötüye gider.. Okunan gülbanklar ise şunlardır (Bunlara hayırlı verilmesi de denir): Halk Dolusu Niyazi Bismişah Allah Allah, Dolumuz dolu ola; Yollarımız kadim ola; İçtiğimiz dolu, hak dolusu olmuş ola.

Kırklar Dolusu Niyazi: Bismişah, Allah Allah, Nur ola, sır ola, İçtiğimiz şuraben tahur ala. Dertlere derman, gönüllere iman ola. Ak yazılı Sultan, Kızıldeli Sultan Efendilerimizin keremi var ola; Himmeti ruhaniyeleri üzerimizde hazır ve nazır ola. Muhabbet aşkına içile. Yuh münkire, lanet Yezid e Harabatlı Dolusu Niyazi: Bismişah, Allah Allah, Dolumuz dolu ola. Yollarımız kadim ola. İçeceğimiz dolu harabetli dolusu olmuş ola. Harabatlı dmeine, keremine gerçeğe hü..! Eröz; sema, raks ve müziğin şaman ayinlerinin ve cemlerin vazgeçilmez unsurları olduğunu belirtir. Ona göre Çin kaynaklarından verilen bilgiye göre sema (semah) oyunlarına benzer oyunlar Hunlar ve Göktürklerde mevcuttu. Alevî-Bektaşi ayin-i cemleri hep gece yapılır. Şamanlık ayinleri de hep geceleyin olur. Her iki inanışta, dinî liderlerin kıyafetleri, davranışları, hizmetleri ayinlerde çalınan sazlar, müzik, oyunlar, dualar bakımından büyük benzerlik vardır. Türkiye deki dede ve babalar gibi, Yakut şamanı da, post üzerinde oturur. Post üzerinde dünyanın dört yanında secde ettikten sonra, ağzına aldığı birkaç yudum suyu etrafa püskürtür. Böylece ayin başlamış olur. Alevîlik ve Bektaşilikteki Baş Okuma, kendini temize çıkarma töreni dir. Buryatlarda, her yıl böyle bir manevi, temizleme usulü vardır. Baba (kam) ve oğullar (yardımcılar), üç ayrı pınardan su getirirler. Bunu kazana boşaltır ve kekik, ardıç yaprağı, çam kabuğu ve kurban edilecek tekenin kulağından birkaç kıl atarlar. Su kaynatılır. Kesilen tekenin birkaç damla kanı da içine atılır. Manevî temizlenme için kullanılan bu suya, Tarasun adı verilir. Huş ağacının dallarından yapılmış süpürge ile, bu kazanı karıştırırlar. Belli işlemlerden sonra temizleme tamamlanmış olur. Cemlerde Selman ın hizmetini gören kimsenin kullandığı süpürge ile, Tarasun daki, manevî temizleme esnasında kullanılan süpürge arasında benzerlik vardır. Dede nin veya baba nın 11 yardımcısı vardır. Pir, mürşit ve rehber makamlarını üst seviyede hizmetler olarak ayırınca geriye 9 hizmet kalır ki, bu dokuz hizmet sahibini, Buryat ın şamanın (Baba), dokuz yardımcısına benzetmek mümkündür. Kesilen (tığlanan) kurbanın tüyünden 12 kat olarak örülen ve kurbanın kanına birazcık boyanan ipe, Alevîlikte Lamelif bendi denir ve bele bağlanır. Alevîlik-Bektaşilikteki, Onyedi Kam, arasında da benzerlik mevcuttur Boyuna sicim takma nın, Eski Oğuzlarda esaret ve kulluk işareti sayıldığı anlaşılıyor. Dede Korkut destanlarında, Salur Kazan ın oğlu Uruz un tutsaklığı şu cümlelerle anlatılıyor. Kıl sicim ak boyuna takıldı Kara kıldan sicim boyuna takıldı, ak boyunda kıl urgan takılu.. 4.3.5. Atalara Saygı (Atalar Kültü) Bakımından Benzerlikler Eski Türklerde atalara olan bu saygı atalar ruhu ve ocak ın Kamlık dininde kutsal olmasından kaynaklanıyor. Bu saygılarını onların ruhuna kurban keserek ifade ederlerdi. Alevîlik ve Bektaşilikde atalar kültü nün bu etkisini görebiliyoruz. Eröz, Silifke Tahtacı Oymakları, köylerinde mezarlıkların atalara bağlılığın bir ifadesi olarak bir mesire yeri, bir park gibi düzenlenmiş olduğunu belirtir. Türkler, ateş ve ocak kültü (ayin) ne de sahiptirler. Şamanistlerin yaptığı her törende bu nedenle mutlaka ateş bulunurdu. Kurbanlı merasimlerde, kurbanlık hayvan hangi ruh için olursa olsun bir parçası önce ateş ruhuna sunulur. Gökdağ kurbanı töreninde de ateş, ayinin merkezini oluşturmaktadır. Böylece Türkler, ocak çevresinde düğümlenen bir ayine sahip olmuşlardır. Ocağın tütmesi, ateşin devamlı şekilde yanması, ataların o ocakta, o yurtta, o çadırda devamlı şekilde bulunması demektir. Ataların canları ocağın ateşi içinde belirir. Bir diğer anlatımla atalarla temasın bir aracı da ocak ve ateştir. Bu inanışların bir kalıntısı olarak Bilecik te çiftlerin birbirine daha sıcak bağla bağlanmaları için ocakta yanan ateşin karıştırılması nişan töreninin adımlarından birini oluşturur. Ateşe sunulan kuşbaşı şeklindeki eti de bir saçı olarak değerlendirebiliriz. Doğu Türkistan ın kadın bakşı sı da ayine başlarken elindeki kılıç veya hançeri, ocağın yanına, duvara sokar ve ocağa karşı oturarak dua okur. Koç ların ateş duası nda Imay ana, ateş ruhu olarak anılır. Bildiğimiz gibi buna Doğu Anadolu daki Zazalar da Homay adını verirler. Alevî ve Bektaşilerde de ocak ın yeri büyüktür. Bektaşi tekkelerinin meydan odalarında kıblenin olduğu yerde ocak vardır. Ocak bulunmayan meydan odalarında köşenin biri ocak sayılırdı. Ocağın bir tarafında Seyyit Ali postu, öbür tarafında Horasan postu vardı. Yeniçeri teşkilatı hakkında da bu kelime kullanılırdı. Bir Alevî babasından Eröz ün edindiği bilgiye göre ocak, aydınlıktır, niyaz edilen makamdır; çiğlerin pişirildiği yerdir; bundan ötürü ona secde edilir.

Cem ayini sırasında cem evini aydınlatan lüks, lamba olsa da ocağın üzerinde çıra-çırak (mum) yanar. Çırakman cem ayininin sonunda ocağa doğru gider. İki avucunu, ortası şişkin olacak şekilde birleştirir ve ocağa doğru gider. İki avucunu, ortası şişkin olacak şekilde birleştirir ve ocağa doğru uzatır, kendisi de saygı ile ocağa doğru bu durumda eğilir. Sonra hürmetle geriye doğru çekilir ve böylece durak, dedenin hayır duasını (gülbankını, hayırlısını) alır. Eröz e göre benzer inanışlar Sünnî Türkmenlerde de görülebilir. Onlarda da ataların ruhları için kurban kesme, ölü aşı (üç hayrı, yedi hayrı, kırk hayrı) şeklinde törenler düzenlenmektedir. O na göre aile ocağı, asker ocağı, ocağına incir dikmek ocağı tütmek ocağı bozulmak gibi deyimler böyle bir dünya görüşünden ortaya çıkmıştır. Gerçekten de Tekke Geleneği ne sahip olan Akçadağ ın Örükçü Köyü ne mensup Şeyh Ali Kara Efendi nin hayrına 1971 den beri pilav günü düzenlenmesini de bu kollektif duygunun bir gereği olarak değerlendirebiliriz. Bildiğimiz kadarıyla yirmi beş bin davetli etli pilav ile ağırlanır. Ruhuna Kur an-ı Kerim ve Mevlid okunur ve anma töreni düzenlenir. Aynı şekilde ölü aşı hem aynı adla hem de aynı erkana göre ölüm adetlerinde de kendini hissettirir. Üç ve Kırk Mevlidi şeklinde düzenlenir. 4.3.6. Nevruz Bahar şenlikleri de Orta Asya daki özelliklerle kurulabilecek en önemli bağlardan birini oluşturmaktadır. Çin kaynaklarına göre büyük bayram beşinci ayın ikinci yarsında Gök Tanrı ya kurban kesilmesiyle başlamaktadır. Bu bayram Lung-Çing denilen bir yüksek dağda yapılmaktaydı. Anadolu da Torosların zirvesinde düzenlenen Hıdırellez lerin kutlanması benzer özelliklere sahiptir. Kızılbaş Tahtacılar, Kızılbaş Karakeçililer ve Meriç Bektaşileri Hıdırellez i mezarlarda kutlamaktadırlar. Bunlarda Eski Türkler ve bugünkü Tüm Türk Dünyasında baharın gelişine olan sevincin ortak boyutu olmaktadır. Türkçesi Yenigün olan Nevruz, Türklerin önemli bayramlarından biridir. Türklerin yılbaşı bayramıdır. Bugün Türk dünyasında Sultan Nevruz adıyla kutlanmaktadır. Bir bahar ve kuruluş niteliğinde olan bu bayram, Ebulgazi Bahadır Han ın Secere-i Türk adlı eserinde belirttiği Ergenekon menkıbesi ile ilgili olup, eski Çin kaynaklarının günü, kurtuluş günü Türklerde böyle bir bahar bayramı geleneğinin doğmasına sebep olmuştur. Nevruz Türkistan da doğmuştur. Oradan Batı ya doğru yayılmıştır. İsminin Farsça olması, Fars dili ve Kültürünün Türk dünyasında etkili olduğu bir dönemden kalma bir etki olmuştur. Eski yılın kötülük ve hastalıklardan kurtulup yeni yıla dinç girmek konusunda uğur getireceğine inanıldığı için ateş üzerinden atlanmaktadır. Türk dünyasında herhangi bir din ve mezhebe has olmaksızın ortak coşkuyla kutlanan Nevruz (Yenigün) ün Türk bayramı olduğu artık tartışma götürmez bir gerçektir. 4.3.7. Yer-Su Kültü Eski Türklerin inanışına göre insanoğlu iki zıt kuvvetin (ışık ile karanlık) etkisi altında olmaktadır. Bunlardan birincisi tabii bir kuvvettir ve gökte bulunmakta, yeryüzüne ışık ve iyilik saçmaktadır. Güneş, ışıkları ile yeryüzünü ısıtmakta, gece ay ve yıldızlar, yeryüzünün soğukluk ve karanlığını azaltmaya çalışmaktadır. İkinci güç, arşın soğuk ve karanlığı üzerinde barınmaktadır. Kötülüğün ve ölümün kaynağı bu olmaktadır. Çatışan bu iki kuvvet arasında bir üçüncü kuvvet vardır ki Türkler buna Yer-Sub (Yer-su) adını vermektedir. Yer-su kültü, dağ-orman ve su kültlerine ayrılır. Bunlar Göktürk yazıtlarında iduk yir sub (kutlu yer su) olarak yazılmıştır. Bu tabir yer-suv şekliyle Uygurlarda da vardır. Yer-su lar kutsal (iduk) sayılıyorlardı. Buralarda da Gök Tanrı ya kurban kesilirdi. Anadolu nun Alevî ve Sünnî Türkmenlerinde İslâmiyet öncesi akideler Evliya ve Veli itikadına dönerek devam ediyordu. Telli Baba, Zuhurat Baba, Tezveren Dede, Dumlu Baba, Hasan Baba, Ak Baba, Çoban Dede vb. gibi onbinlerle ifade edilen yatırlar vardır. Malatya nın Battalgazi (Eski Malatya) ilçesinde Kara Baba ve Ali Baba yatırları Alevî olsun, Sünnî olsun sayısız ziyaretçiye sahiptir. Etraflarında onlara duyulan saygı ve ziyaretçilerinin duasından nasip almak düşüncesinin bir ifadesi olarak mezarlıklar teşekkül etmiştir. Kızılbaş ve Bektaşilerin gülbanklarında da bu kültün etkisini görebiliyoruz. Meriç Bektaşilerini Doğu Gülbankı nda, Bismişah, Allah Allah, dolumuz dolu ola; Niyaz sahiplerinin ömrü uzun, kısmetleri gani ola, üzerlerine gelecek olan belayı, kazayı Ulu dağlara, Yezit münkirlere vermiş ola. Niyazlarının kabullüğüne, Hakk ın birliğine, Pir Sultan ın demine, gerçeğe hu!... Eröz e göre İslâmiyet ten önceki inanış olan Yer-su kültüyle Türkler, başları sıkıştığında; belaya musallat olduklarında doğrudan başvuru mercii olarak dilek ve taleplerine çözüm bulmaya çalışırlarken İslâmiyet le birlikte bu yüksek yerler bir aracı konumuna gelmişlerdir. Sonuç Alevî ve Bektaşilerin ilk önce İslâm Dinine bağlı olduklarını bilmek ve kabullenmek gerekmektedir. İkinci olarak da, Türk milletinin mensubu bulunduklarına hiçbir şüphenin olamayacağını bilmek ve kabullenmek icap etmektedir. Töreleri, günlük yaşayışları, deyişleri, nefesleri, sazları ve sözleri ile Türk kültürünün en özlü yanlarını korumaktadırlar. Buna göre, Alevîlik-Bektaşiliğin dayandığı kaynaklar; Müslümanlık, İslâm Tasavvufu ve Türk töresi dir. Prof. Dr. Mehmet Eröz, yaptığı uygulamalı araştırmalarla Türk Alevîlik ve Bektaşiliğinin bir alt kültür grubu olarak ele alınması gerektiğini tespit etmiştir. Eröz ün araştırmaları ve eseri, yerinden ve birleştirici-bütünleştirici bakış açısına sahip olması bakımından o güne kadar yapılan ve daha çok şifahî kaynaklara dayanan çalışmalardan tamamen farklı bir konuma sahiptir. Eröz, Alevîlik-Bektaşilik konusunu akademik bakış açısıyla ve aktif katılımcı bilimsel yöntemle araştırmayı deneyen ilk sosyolog olmuştur. Eröz, yanlış yorumlara, şüphe ve dedikodulara yol açan mum söndü gibi yakıştırmaların asılsız olduğunu kesin olarak görmüştür. Bunun yanı sıra, bazı inanç ve ibadetlerin eski Türk dinine dayandığını ispat etmiştir.

Alevîliği evrensel kültürlerle İslâm dininin değerlerinin bir sentezi olarak değerlendiren tezler de bulunmaktadır. Ancak Eröz, buna katılmadığını ve Türk kültürünün temel kaynak olduğunu ifade etmiştir. Mehmet Eröz, basmakalıp ifadelerden iletişim ile ve sosyal münasebet ağının kurulmasıyla kurtulmanın mümkün olabileceğine inanmaktadır. Eröz, sır saklama âdeti nden dolayı Alevîlerin 1900 lü yıllara kadar içe kapanık bir hayat yaşamakta olduğunu belirtmektedir. Aslında bu içe kapanıklık sadece Alevîler için değil, aynı zamanda Sünnîler için de geçerliydi. Daha açık ifadeyle her iki kesim de birbirlerine kapalıydı. Köyden kente göçün artması ve iletişim imkanlarının artması ile bu içe kapanıklık her iki taraf için de ortadan kalkmaya başladı. Ancak bu durum yazılı olmayan kaynaklara dayalı olan Alevîlikte dedenin otoritesini sarsmak şeklinde de sonuç doğurdu. Eröz ün vardığı sonuca göre, bu karşılıklı içe kapanıklıktan kurtulmak birbirini tanımayla mümkün olur. Alevîlik, milli kültürümüz açısından, birleştirici ve bütünleştirici önemli fonksiyonlara sahiptir. Sosyal bilimciler özellikle sosyolog ve halk bilimciler (folklor) bu fonksiyonun sağlıklı olarak yerine getirilmesi için, Anadolu Alevî kültürünün kültür kalıplarını ortaya çıkarmak zorundadır. Kapalı cemaat hayatları, sır ve gizlilik olarak görülen şeyler aslında tamamen Türk kültürü ile ilgilidir. Eski Türk dini ve gelenekleri ile yoğrulmuş sosyal hayatlarını yakından tanıyınca, Sünnî, Türkmen, köylerinden pek de farklı olmadığını anlaşılabilir. İslâmiyet cilasının altında, köklü bir Türk kültürünü yaşatan Alevî Türkmen toplulukları sevgi ile yakından tanındığında, mesele yarı yarıya halledilmiş olacaktır. Eröz, yaptığı araştırmalarda onların sevgi ve şefkat ile uzanacak elleri beklemekte olduklarını görmüştür. Ona göre, bu da çift yönlü münasebetin kurulmasıyla sağlanacaktır. Her iki tarafa da düşen aşırılığa gitmeden karşılıklı olarak oluşturulmuş inanç ve kanaatleri tenkitçi gözle değerlendirmeye çalışmaktır. Aksi halde Türkiye, birbirini tanımayan halk toplulukları ve birbirine kapalı adacıklarla dolu ve dolayısıyla da çok problemli bir ülke haline gelecektir. Birliği güçlendirecek araçlara önem vermek gerekir. San at, müzik, edebiyat, folklor, kaynaşmaya yardımcı olacak araçlardır. Birlik kurulup güçlendirildikten sonra önyargılardan uzak kalınmış olunacaktır. Birbirlerine önyargı ile bakmayan iki taraf böylelikle karşılıklı olarak birbirini tanıma fırsatı bulabilecektir. Sistemli bir devlet politikasıyla milli kültürümüzün bu en önemli meselesi rahatlıkla halledilebilir. DİPNOTLAR Ġnönü Üniversitesi Fen-Ed. Fak. Sosyoloji Bölümü ERÖZ, Mehmet; Türkiye de Alevîlik ve BektaĢîlik, Kültür Bakanlığı Yay., Ankara, 1991, s.418 ERÖZ, Mehmet; Eski Türk Dini (Gök Tanrı Ġnancı) ve Alevîlik ve BektaĢîlik, Ġstanbul, 1992, s.141 Türkçe Sözlük, Türk Dil Kurumu Yay., Ġstanbul 1988, s. 378. BĠLGĠSEVEN, Amiran K.; Din Sosyolojisi, Filiz Kitabevi, Ġstanbul 1987, s. 1. BERKAY, Fügen; Türk Toplumu Açısından Ġslamiyet, Sosyoloji Dergisi Sayı:19-20, Ġstanbul 1964-1966, s. 205. FIĞLALI, Ethem R.; GeçmiĢten Günümüze Halk Ġnançları Ġtibariyle Alevilik-BektaĢilik, Ankara 1994, s. 27. GÜNGÖR, Erol; Ġslâmın Bugünkü Meseleleri, Ötüken Yay., Ġstanbul 1991, s. 112. SEZEN, Yümni; Sosyolojik Açıdan Din, Marmara Ünv. Ġlahiyat Fak. Yay., Ġstanbul 1988, s. 8-9. FIĞLALI, Ethem R.; Çağımızda Ġtikadî Ġslâm Mezhepleri, Selçuk Yay., Ġstanbul 1993, s.15. Ġslam Ansiklopedisi Alevi Maddesi, s.368. A.g.e., s.368-369. FIĞLALI, Ethem R.; a.g.e., s.233. ERÖZ, Mehmet; Türkiye de Alevilik-BektaĢilik, Kültür B.lığıYay., Ġstanbul, 1990, s. 32. ERÖZ, Mehmet; a.g.e., s.32.

ERÖZ, Mehmet; a.g.e., s.35. ERÖZ, Mehmet; a.g.e., s.40. Ġslam Ansiklopedisi BektaĢilik Maddesi, C:4, TDV Yay., s.373. ERÖZ, Mehmet; a.g.e., s.52. ERÖZ, Mehmet; Milli Kültür Ġçinde Alt Kültür Grupları, III. Milliyetçiler Kurultayı, 1973 Bildirisi, Kültür ve Sanat, Boğaziçi Yay., Ġstanbul, 1980, s.124. ERÖZ, Mehmet; a.g.e., s.44-45. ERÖZ, Mehmet; Atatürk-Milliyetçilik-Doğu Anadolu, s.129. ERÖZ, Mehmet; Türkiye de Alevilik ve BektaĢilik, s.80. Zaman Gazetesi, 21 Nisan, 1995, s.17. ERÖZ, Mehmet; a.g.e., s.80. Ġslam Ansiklopedisi, Alevi maddesi. KÖPRÜLÜ, Fuat; Türk Edebiyatında Ġlk Mutasavvıflar, Diyanet ĠĢleri BĢk. Yay., Ankara, 1991, s.33-34 Ġslam Ansiklopedisi BektaĢilik Maddesi, s.376 Ġslam Ansiklopedisi BektaĢilik Maddesi, s.373. ERÖZ, Mehmet; Türkiye de Alevilik ve BektaĢilik, s.175 ERÖZ, Mehmet; a.g.e., s.175-176 ERÖZ, Mehmet; a.g.e., s.77-178 ERÖZ, Mehmet; a.g.e., s.184 ERÖZ, Mehmet; a.g.e., s.184-185 ERÖZ, Mehmet; a.g.e., s.85 ERÖZ, Mehmet; a.g.e., s.87 ERÖZ, Mehmet; Türk Ġçtimai Hayatında, Totemizm Ġzleri, Ġslam Tetkikleri Mecmuası Togan Armağanı ndan Ayrıbasım, s.294 ERÖZ, Mehmet; Türkiye de Alevilik-BektaĢilik, s.188 ERÖZ, Mehmet; a.g.e., s.47 ERKAL, Mustafa; Hakimiyet Kavramını Nerede Aramalıyız?, Milliyetçi Çizgi Gazetesi, 26 Nisan 1995, s.3 ĠLGEN, A.K.; Önyargının Sosyo-Kültürel Sebepleri, Yeni Dergi, Sayı: 5-6, s.37 ERÖZ, Mehmet; a.g.e.,, s.106-109 Ġslam Ansiklopedisi, BektaĢilik Maddesi, s.376