MART 2007 YIL 29 SAYI 338 ISSN 1300-1566



Benzer belgeler
alternatif cevabı olabilir fakat anlatmak veya vurgulamak istediğim konu insanların alışveriş merkezlerine ihtiyacı olsun olmasın gitme durumları.

Samuel, Tanrı Çocu u Hizmetkarı

Ye aya Gelece i Görüyor

mekan Kasımpaşa Deniz Hastanesi İLKBAHAR 2014 SAYI: 302

İLİ : GENEL TARİH : Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü

Çocuklar için Kutsal Kitap sunar. 60. Hikayenin 21.si.

Türkçe Ulusal Derlemi Sözcük Sıklıkları (ilk 1000)

Petrus ve Duanın Gücü

Çocuklar için Kutsal Kitap sunar. 60. Hikayenin 22.si.

Eziyet Eden Birinden Vaaz Eden Birine

Orucun Manevi Hayatımıza Katkıları

Buyruldu ki; Aklın kemali Allah u Teâlâ nın rızasına tabi olmak ve gazabından sakınmakladır.

1. İnanç, 2. İbadet, 3. Ahlak, 4. Kıssalar

Bir Prens Çoban Oluyor

ÖNCESİNDE BİZ SORDUK Editör Yayınevi LGS Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Yeni Tarz Sorular Nasıl Çözülür? s. 55

I. Sabit Kaynaklar, bunlar ısınma ve üretim amaçlı faaliyetlerin yapıldı ı yerlerdir.

MÜBDÎ. Allah MUHSÎ dir. MUHSÎ, her şeyin sayısını bilen demektir.

MODEL SORU - 1 DEKİ SORULARIN ÇÖZÜMLERİ

Tanrı nın Güçlü Adamı

Topluluk Zorlukla Kar ıla ıyor

AİLEYE MUTLULUK YAKIŞIR! HAYAT SEVİNCE VE SEVİLİNCE GÜZEL

TAKVA AYI RAMAZAN TAKVA AYI RAMAZAN. Rahman ve Rahim Allah ın Adıyla

Tanrı nın brahim e Vaadi

Topoloji değişik ağ teknolojilerinin yapısını ve çalışma şekillerini anlamada başlangıç noktasıdır.

Çocuklar için Kutsal Kitap sunar. lk Kilisenin Do u u. 60. Hikayenin 55.si.

EK: Mucize Avcısı nı yayına hazırlarken, çok

Gizlemek. أ Helak etmek, yok etmek أ. Affetmek. Açıklamak. ا ر اد Sahip olmak, malik olmak. Đstemek,irade etmek. Seçme Metnler 25

Sabah akşam tevâzu içinde yalvararak, ürpererek ve sesini yükseltmeden Rabbini an. Sakın gâfillerden olma! (A râf sûresi,7/205)

Arap diliyle tesis edilen İslam a dair hakikatler diğer dillere tercüme edilirken zaman ve zeminin de etkisiyle gerçek anlamından koparılabiliyor.

Evlenirken Nelere Dikkat Edilmeli?

İÇİNDEKİLER. Maide Suresi 116 Ve 117. Ayetlerinin Manası Nedir? Teveffi Kelimesi Ve Arap Dili. Teveffinin Manasıyla İlgili Hodri Meydan

Okulumuz Bilgisayar Programcılığı Bölümü öğrencilerinden Gizem COŞKUN Çanakkale Şehitlerine adlı şiiri okudu.

Çocuklar için Kutsal Kitap sunar. 60. Hikayenin 26.si.

Başkan Acar Bursa da Sosyal Güvenlik Reformunu Anlattı

Söylemek istemediğimiz birçok şey, söylemek istediğimiz zaman dinleyici bulamaz.

5 Kimin ümmetisin? Hazreti Muhammed Mustafa nın (sallallahu aleyhi ve sellem) ümmetiyim. 6 Müslüman mısın? Elhamdülillah, Müslümanım.

NOT : İMAM-I RABBANİ Hz. bundan önceki mektuplar gibi. bunu da büyük şeyhi Bakibillah'a yazmıştır.

İnönü Üniversitesi Fırat Üniversitesi Siirt Üniversitesi Ardahan Üniversitesi - Milli Eğitim Bakanlığı ‘Değerler Eğitimi’ Milli ve Manevi Değerlerimiz by İngilizce Öğretmeni Sefa Sezer

Çocuklar için Kutsal Kitap sunar. 60. Hikayenin 25.si.

İbadetin Manası ve Çeşitleri

TEŞEKKÜR Bizler anne ve babalarımıza, bize her zaman yardım eden matematik öğretmenimiz Zeliha Çetinel e, sınıf öğretmenimiz Zuhal Tek e, arkadaşımız

Dua ve Sûre Kitapçığı

Aynı kökün "kesmek", "kısaltmak" anlamı da vardır.

Çocuklar için Kutsal Kitap sunar. 60. Hikayenin 11.si.

Eğitim Programları ANA HATLARIYLA İSLAM DİNİ

Kızlarsivrisi (3070 m) (27-28 Haziran 2015) Yazı ve fotoğraflar: Hüseyin Sarı

İnsanı Diğer Canlılardan Ayıran Özellikler

VATAN İŞLERİNDE CÜR ETKARLIKLARIM

Hüseyin Gelis CEO, Siemens A Istanbul, 1 st June 2010

Ertesi gün hastaneden taburcu olma vakti gelmi ti. Annesi odaya gelerek Can haz rlarken, babas hastane lemlerini yap yordu. Vitaboy hastaneden ç kman

Gü ven ce He sa b Mü dü rü

Suyun yeryüzünde, buharlaşma, yağış, yeraltına süzülme, kaynak ve akarsu olarak tekrar çıkma, bir göl veya denize akma vs gibi hareketlerine su

Düzelti Ömer ÇETİNKAYA 1. Baskı, Haziran Baskı:... Ofset Tel: Y0003- ISBN: Diyanet İşleri Başkanlığı

Ya! Satarım Bal Satarım Satı" Oyunu Etkinlik Ölçümü Sonuç Raporu. Fuad Almeman Proje Ba" Danı"manı Aralık 2009

Soðaným da kar gibi Elma gibi, nar gibi Kim demiþ acý diye, Cücüðü var bal gibi

Kur an ın Bazı Hikmetleri

AİLE DİNİ REHBERLİK BÜROSU

Senin için gelmesi mukadder olan şeylere hırs göstermen yersizdir. Senin için olmayan, başkasının hakkı olan şeylere, hasret çekmen yakışıksızdır.

Çocuklar için Kutsal Kitap sunar. 60. Hikayenin 24.si.

AYRILMAMAK ÜZERE İNKIYAD ETMEK.

Şiir. Kategori: Şiir Cuma, 23 Nisan :15 tarihinde yayınlandı. Gösterim: / 7 Phoca PDF 1. SEN (1973) Senden, senden, hep senden,

Çocuklar için Kutsal Kitap sunar. 60. Hikayenin 19.si.

SU HALDEN HALE G İ RER

KÜRESEL AYNALAR BÖLÜM 26

Cümlede Anlam İlişkileri

Ana Stratejimiz Milletimizle Gönül Bağımızdır BÜLTEN İSTANBUL B İ L G. İ NOTU FİLİSTİN MESELESİ 12 de İÇİN 3 HEDEFİMİZ, 3 DE ÖDEVİMİZ VAR 3 te

Tanrı Köle Yusuf u Onurlandırıyor

KÜÇÜK KALBİMİN İLK REHBERİNİN BU GÜNÜME UZATTIĞI HAYAT YOLU

AVCILIK. İnsanlığın tarihi kadar eski bir fenomen ve bir faaliyettir.

Batıda yayılan milliyetçilik akımı bizde olduğu gibi İslâm dünyasını da etkisi altına almıştır.

sınıflar için. Öğrenci El Kitabı


yeni kelimeler otuzsekizinci ders oluyor gezi genellikle hoş geldin mevsim hoş bulduk ilkbahar gecikti ilkbahar mevsiminde geciktiniz kış mevsiminde

GÖKYÜZÜNDE KISA FİLM SENARYOSU

M VE NAZARDAN KORUNMA VE KURTULMA YOLLARI. lar aha beteri. dir veya 7 2. Y. 4. a bakarak " " dersek h 6. olarak sadaka verme.

Yanlış Anlaşılan Faizci

İSTİKLÂL MARŞI'MIZ. Her milletin bir milli marşı var fakat bizimkisi ayrı. Bizimkisi İstiklal Marşıdır, başka yazılamaz gayrı.

İsra ve Miraç olayının, Mekke de artık çok yorulmuş olan Resulüllah için bir teselli ve ümitlendirme olduğunda da şüphe yoktur.

MAT223 AYRIK MATEMATİK

SADETTİN ÖKTEN İÇİMDE AVM VAR!

Hatta Kant'ın felsefesinin ismine "asif philosopy/mış gibi felsefe" deniyor. Genel ahlak kuralları yok ancak onlar var"mış gibi" hareket edeceksin.

-gi de ra yak- se ve bi lir sin... Öl mek öz gür lü ğü de ya şa mak öz gür lü ğü de önem li dir. Be yoğ lu nda ge zer sin... Şöy le di yor du ken di

1.Temel Kavramlar 2. ÆÍlemler

Anlamı. Temel Bilgiler 1

Bir$kere$güneşi$görmüş$ olan$düşmez$dara$

Hz.Resulüllah (SAV) den Dualar

BİR BAYRAK RÜZGÂR BEKLİYOR

Başlangıçta Söz vardı. Söz Tanrı'yla birlikteydi ve Söz Tanrı'ydı.

Puslu Manzaralar. Yazar Volkan DURMAZ Cuma, 16 Ağustos :35 - Son Güncelleme Cuma, 16 Ağustos :44 1 / 9

Maksut Genç. - şiirler - Yayın Tarihi: Yayınlayan: Antoloji.Com Kültür ve Sanat

> > ADAM - Yalnız... Şeyi anlamadım : ADAMIN ismi Ahmet değil ama biz şimdilik

OKUL ÖNCESİ DİN VE AHLÂK EĞİTİMİ

AİLE KURMAK &AİLE OLMAK

Çocuklar için Kutsal Kitap sunar. 60. Hikayenin 6.si.

Birinci kadın; Oğlunun çok hareketli olduğunu, ellerinin üzerinde dakikalarca yürüyebileceğini söyledi.

EUZU - BESMELE. Kovulmuş Şeytan dan Allah a Sığınırım. Rahman ve Rahim Olan Allah ın Adıyla KUR AN EUZÜ - BESMELE İNSAN

Konumuz sol içi cinayetler, özel olarak da Acilciler bünyesindeki cinayetler

KUR'ANDAN DUALAR. "Ey Rabbimiz, Bize dünyada bir iyilik, ahrette bir iyilik ver. Bizi ateş azabından koru." ( Bakara- 201 )

Ramazan Manileri // Ramazan Manileri. Editors tarafından yazıldı. Cuma, 25 Eylül :55

TİN SURESİ. Rahman ve Rahim Olan Allah ın Adıyla TİN SURESİ TİN SURESİ TİN SURESİ TİN SURESİ TİN SURESİ TİN SURESİ. 3 Bu güvenli belde şahittir;

Transkript:

MART 2007 YIL 29 SAYI 338 ISSN 1300-1566

Dua; bir ça rı, bir yakarı ve küçükten büyü e, a a ıdan yukarıya, arzdan, arzlılardan semalar ötesine bir yöneli, bir talep, bir niyaz ve bir iç dökmedir. Dua eden, kendi küçüklü ünün ve yöneldi i kapının büyüklü ünün uurunda olarak, fevkalâde bir tevazu içinde ve istediklerine cevap verilece i inancıyla el açıp yakarı a geçince, bütün çevresiyle beraber semavîle ir ve kendini ruhanîlerin hayhuy u içinde bulur. Böyle bir yöneli le mü min, ümit ve arzu etti i eyleri elde etme yoluna girdi i gibi, korkup endi e duydu u eylere kar ı da en sa lam bir kapıya dayanmı ve en metin bir kaleye sı ınmı bulunur. Bizim ümit ve arzularımız birer ba arı ve muvaffakiyet sâiki, korku ve endi elerimiz de olumsuz davranı larımıza kar ı birer temkin ve teyakkuz vesilesidir. Biz, Allah ın gelece imizle alâkalı takdir buyurdu u eyleri bilmesek de, her zaman ümit ve endi elerimizi, azim ve kararlılıklarımızı o takdirin birer emâresi ve kavlî, fiilî, hâlî dualarımızı da art-ı âdî plânında onun bir vesilesi sayarız. Zira, Hazreti Sâdık u Masdûk un beyanıyla; sonuçta herkesin elde edece i netice, büyük ölçüde o kimsenin davranı larına ba lı olarak gerçekle mektedir. Ne var ki, duada Hakk a teveccühü kendi isteklerimize ba layıp, kendi arzularımızı öne çıkarmamız da do ru de ildir. Do ru olan, bir kulluk uuruyla Hakk a yönelip, tevazu ve mahviyet içinde, acz, fakr ve ihtiyaçlarımızın lisanıyla O na arz-ı hâlde bulunmaktır. Aslında dualarımızla biz, be erî isteklerimizin gerçekle tirilmesinden daha çok, Rabbimiz e saygımızı, güvenimizi ve O nun gücünün her eye yetti ini itiraf eder; son noktayı bazen bir sükûtla, bazen de esbâba tevessül mülâhazası mahfuz her eyi O ndan bekleme durumunda bulundu umuzu vurgulama adına: Ne hâlimiz varsa hepsi de Sana ayân / Dua, kapı kullarından miskince bir beyan.. mânâsına hâl-i pür-melâlimizi dile getiririz. Evet, bazen Kur ân-ı Kerim, bazen de sözleri lâl ü güher Söz Sultanı ndan alıntılarla istediklerimizi Hakk ın dergâhına sunar ve ebedî mihrabımız olan O nun kapısına yönelerek, ruh dünyamızı erh eder, içimizi O na döker ve huzurun edebi diyerek a zımızı sımsıkı kapatarak sükût murakabesine geçeriz ki, 54 iki

bazılarınca böyle bir hâl ihlâs ve samimiyetin derecesi ölçüsünde en belâgatli sözlerden daha beli ve en yüksek ifadeleri a kın bir beyan ve bir arz-ı hâl sayılır. Allah, gizli-açık her hâlimizi bildi ine göre, duada sözden daha ziyade öz önemli olsa gerek.. zaten Cenâb-ı Hak da: Kullarım Beni Sen den sorarlarsa; bilmeliler ki, Ben onlara çok yakınım; Bana dua edenin duasına icabet ederim. 1 mazmununca O, arzu ve isteklerimizi bilmede, bize bizden daha yakındır. Bu itibarla da, istek ve dileklerimizi huzur mülâhazasına ba layarak, sessizlikle seslendirmek, hususiyle de o seviyenin insanları için ayn-ı edebdir. ster gayb telâkkisi, ister huzur mülâhazası, bize bizden daha yakın olan Rabbimiz: Siz Bana dua edin ki, Ben de icabet edip kar ılık vereyim. 2 buyurarak bizi duaya te vik etmekte ve dua etmemeyi anlamsız bir isti na ve bir kopukluk saymaktadır. Dua eden bir kimse, bütün gönlüyle Allah a yönelip yalvarı a geçebildi i takdirde, kendine her eyden daha yakın olan Rabbisine kar ı, kendi beden ve cismaniyetinden kaynaklanan uzaklı ını a arak O nun her zaman var olan yakınlı ına saygısını ifade etmi ve kendi uzaklı ının vah etinden kurtulmu olur. Cenâb-ı Hak da ona, duyması gerekenleri duyurur, görmesi gerekenleri gösterir, söylemesi icap eden eyleri söyletir ve yapması lâzım gelen eyleri de yapmaya onu muvaffak kılar. Bu paye aynı zamanda nafilelerle ula ılan öyle hususi bir yakınlık (kurb) payesidir ki, artık böyle bir mazhariyetle ereflendirilen kurb kahramanının görmesi, gözler ötesi bir gözle; i itmesi, kulaklar ötesi bir kulakla; di- er aktiviteleri de kendi benli inin üstünde farklı bir kimlikle gerçekle meye ba lar; ba lar da bir hamlede gider, ayrı bir buudun insanı olma seviyesine yükselir; derken, her fırsatta Rabbiyle dua ve icabet alı veri inde bulunur, yalvarı ve yakarı a, O nun sonsuz kudretine itimadın ifadesi olarak sımsıkı sarılır ve sırtını sarsılmayan bir güce dayamı olmanın güveniyle, dilinde dua, yürür en olumsuz gibi görünen eylerin üzerine. Bu itibarladır ki, imanın zevkine ermi ve ibadette hassasla mı ruhlar, kat iyen duada kusur etmezler. Aksine böyleleri, ibadeti varlıklarının gayesi gibi duyar ve duaya da fevkalâde önem verirler.. maddîmanevî sebeplere riayetin yanında gönüllerini Rabbilerine açıp yalvarmayı, O na yakınlık arayı ının sesi-solu u gibi de erlendirir ve dualarını bir ümit, bir reca na mesi gibi seslendirirler. Böyle bir yakınlık atmosferinde, çok defa ümit ve beklenti ne velerinin yanında, bazen de mehâbet ve endi e esintileri hissedilebilir. nsan, her eye O nun sonsuzluk ve sınırsızlı ı içinde baktı ı aynı anda, kalbinin râ elerle ürperdi ini duyar gibi olur ve hemen temkin ve teyakkuza geçer. Duada, her zaman iç içe ya anan bu iki hâl, insanın mârifet ufkunun vüs atiyle mebsuten mütenasip (do ru orantılı) inki af eder. Kur ân, mü min tabiatındaki bu hisler halitasını: Rabbinize hu û ile ve içten içe duada bulunun. 3 diyerek, kat iyen O ndan müsta ni kalınamayaca ını, ululuk, azamet ve ceberûtuna ra men, rahmet ve inayet kapılarının da ardına kadar herkese açık bulundu unu vurgular ve duanın önemi üzerinde ısrarla durur. Bizim acz, fakr, zaaf ve ihtiyaçlarımıza kar ılık O nun, bizi var eden, besleyen, büyüten, arzu ve isteklerimizi görüp-gözeten ve bizi asla ba kalarına bırakmayan bir engin rahmet sahibi olması, O na kar ı tavırlarımızı devamlı ince ayara tabi tutmamız bakımından fevkalâde önemlidir. Bizler âciz, zayıf ve muhtaç, O ise her eye hükmeden mutlak bir Hâkim dir. Bu itibarladır ki, biz hemen her zaman, küçüklü ümüzün uurunda ve O nun büyüklü ünü takdir hisleriyle hep iki büklüm ya ar ve isteyece- imiz her eyi, kavlî, fiilî ve hâlî talep çerçevesinde sadece ve sadece O ndan ister ve O na kar ı müsta ni davranmayı küstahça bir çalım, O nunla dua ve ibadet münasebetlerimizde lâubalî, gayriciddî bulunmayı da bir saygısızlık kabul ederiz; ederiz de, O na teveccühlerimizde her zaman ümit ve endi e, mehâbet ve beklenti mülâhazalarımızı beraber götürmeye çalı ırız. O nun bize çok yakın oldu unu ve dualarımıza icabet edece ini dü ünürken, ululuk ve azametini, rahmetinin vüs at ve ihti amıyla iç içe duyar.. ha yet ve râ elerle ürperir.. tavırlarımızı yeni ba tan gözden geçirir.. ses tonlarımızı ayarlar.. hâzır ve nâzır birinin huzurunda bulundu umuz mülâhazasıyla zevk ve temkini aynı anda hisseder ve ya- arız. Bu mânâda dua her zaman, Cenâb-ı Hakk a arz-ı hâlde bulunmanın sesi-solu u olması itibarıyla en sâfiyâne ve en hâlisâne bir kulluk tavrıdır. Aslında bütün varlık, istidat, kabiliyet veya fıtrî ihtiyaçlarının dilleriyle hep O na dua ederler. O da bunların hepsine, belli bir hikmet çerçevesinde cevap verir ve her sesi duyup ona icabet etti ini herkese ve her eye duyurur. Ne var ki, dualarımıza cevap verilmesini, bizim isteklerimizin aynıyla yerine getirilmesi eklinde anlamak da do ru de ildir. Biz bazen, sadece bugünü, hâlihazırdaki heves ve arzularımızın gere ini dü ünerek kendi talep çerçevemizi daraltmı, yarınları ve bizimle münasebeti olan daha ba ka eyleri gözden çıkarmı olabiliriz. O ise, hem bizim için hem her ey için, hem bugünümüzü hem de uzak-yakın yarınla- 55 üç

rımızı iç içe görüp-gözeterek, bizim daralttı ımız hususları açar, geni letir; dünya-ukba vüs atine ula tırarak, merhamet ve hikmetinin derinli ine göre çok buudlu cevaplarda bulunur.. evet O, hâlihazırdaki durumumuzu aydınlatırken yarınlarımızı karartmaz.. bugünün ı ıklarını yarınların zulmeti hâline getirmez ve bize iltifatlarda, teveccühlerde bulunurken ba kalarına kat iyen mahrumiyet ya atmaz.. herkese ve her eye çok derinlikli cevaplar verir, dualarımızı duydu unu, isteklerimizi nazar-ı itibara aldı ını gösterir.. ve huzuruyla gönüllerimize tasavvurlarımızı a kın ne in irahlar, ne in irahlar verir.. Bütün bu mülâhazalara açık bir gönül, ellerini açıp yakarı a geçince, kendisini gören, soluklarını duyan, içinden geçenleri bilen ve iniltilerini de erlendiren her eye kâdir, her eye hâkim, istedi ini istedi i gibi yapan, yaptı ı her eyde farklı hikmetler gözeten birinin var oldu unu dü ünür; O nun merhameti, iradesi, me îeti sayesinde her eyin üstesinden gelebilece i inancıyla gerilir ve en karanlık anlarında bile sürekli huzur yudumlar, itminan soluklar ve ümitle oturur-kalkar. Bu çerçevede günde birkaç defa O na yönelmek, kalbin gözü-kula ıyla fizik ötesi eyleri görüp i itmeye çalı mak o kadar derin ve anlamlıdır ki, bir kere bu mazhariyeti duyup tadan birinin, bir daha da o kapıdan ayrılması dü ünülemez. Bu mazhariyeti tam yakalayamasak da, son bir kez daha o Yüce Dergâh a yöneliyor ve O nun kapısının tokma ına dokunarak inliyoruz: Ey varlı ı canlarımızın cânı, nûru gözlerimizin ziyası Yüce Varlık! Sen tenlerimize can vermeseydin, bizim çamurdan, balçıktan ne farkımız olurdu.! Sen gözlerimize ziya çalmasaydın, kâinatları, e yayı nasıl de erlendirebilir ve Seni nasıl bilebilirdik.! Sen bizi önce ta tan topraktan, sonra da iman ve mârifet bah ederek iki kez var ettin. Sana kâinatın zerreleri adedince hamd ü senâda bulunsak, yine de hakkıyla ükür vazifesini yerine getirmi sayılamayız... Ey her zaman güzellikler izhar edip çirkinlikleri örten ve en çirkin görünen eyleri dahi izâfî güzelliklerle bezeyen Güzeller Güzeli! Gönüllerimizi güzellik duygularıyla mâmur kıl ve bize her zaman güzel kalmanın yollarını göster! Ey günahlarla kirlenmi kimseleri hemen cezalandırmayan, haddini bilmezlerin ayıplarını görmezlikten gelerek onlara mânevî kirlerinden arınma fırsatları veren Merhametliler Merhametlisi! Bizi günahlarla, hatalarla kirlenmekten koru; kirlendi- imizde de ma firet ve merhametini bizden esirgeme! Biz, Senin var etmenle var olduk ve Senin lütuflarınla ayaktayız. Her zaman Senin cömertli ini soluklamakta ve Senin ihsanlarını yudumlamaktayız. Dima larımıza aydınlık veren Sen, gönüllerimizi iman zevkiyle mâmur kılan da Sensin. Akıl Seni buluncaya kadar a kınlıklar içinde bocalayıp duruyor, nefis de bâ îlikler pe inde ko turuyordu. Aklı rehber hâline getiren Sen, nefsin arzularını frenleyip, ona itminan ufkunu gösteren de Sensin.. Senin lütuflarınla kendimizi bulduk ve urada-burada zâyi olup gitmekten kurtulduk. Gönüllerimiz Senin mârifetinle itminana erip oturakla tı.. dü üncelerimiz Sana teslim olmakla öldürücü hafakanlardan sıyrılabildi. Bizler hemen hepimiz, ellerimiz Senin kapının tokma ında boynu bükük dilencileriz Allah bu dilencili i sonsuza kadar devam ettirsin Dualarımızla Seni mırıldanıyor, içlerimizi çekiyor ve verece in cevabı bekliyoruz. Bugüne kadar Senden ba ka bizi duyan, yüzümüze bakan ve efkatle ba ımızı ok ayan olmadı. Ne bulduk, ne gördükse Sende bulduk, Sende gördük ve Sana inancımız sayesinde hayretten, deh etten, gurbetten ve yalnızlıktan kurtulduk. Bütün benli imizle son bir kere daha Sana yöneliyor, af ve afiyet dileniyoruz. Kalb katılı ından, gafletten, ba kalarına bâr olmaktan, a a ılıktan, a a ılanmaktan, miskinlikten; cehaletten ve faydasız bilgiden; ürpermeyen gönülden, doyma bilmeyen nefisten, kabul edilmeyen duadan; nimetlerinin zeval bulmasından, lütuflarının de i ip ba kala masından; ansızın bastıran azabından, gelip çatan gazabından Sana sı ınıyoruz. Senden her zaman, yalvaran diller, ha yetle ürperen gönüller istiyoruz. Tevbelerimizi kabul buyur, bizi günahlardan arındır, dua ve isteklerimize cevaplar lütfeyle! Delil ve bürhanlarımızı hedefine yönlendir, kalblerimizin ufkunu aç, dilimizi do rulu- a ba la ve gönül kirlerimizi temizle! Allahım, Senden her i imizde sebat, Kur ân yolunda kararlılık ve nimetlerine kar ı da duyarlılık hissi bekliyoruz. Kapına yönelenleri bo çevirme, itaatte bulunanlara bol bol kar ılık ver, Sana ba kaldıranlara da do ru yolu göster.. muzdariplerin dualarını icabetle taçlandır, sıkıntıda bulunanları lütfunla âd eyle, hasta ruhlara hususi muamelede bulun, küfür ve ilhad içinde bocalayanlara da nurunu göster; göster de kalmasın hiçbir yanda muzlim bir nokta. Dipnotlar 1. Bakara sûresi, 2/186. 2. Mü min sûresi, 40/60. 3. A râf sûresi, 7/55. Bu yazı Sızıntı dergisinin Nisan 2000 tarihli 255. sayısından alınmı tır. 56 dört

sizinti@sizinti.com.tr T Mehmet Sucu arihi yapanlar ve ya ayanlar ba ka, yazanlar ba kadır. diye veciz bir söz vardır. Bu söz, bizim geçmi imiz için söylenmi gibidir. Çünkü son Nebi den (sas) bu yana O nun kutlu oca ının çera ları hükmündeki kutsîlerin yeti tirdi i nice isimsiz kahraman var ki onlar, dünyanın dört bir yanına da ıldılar. Bulundukları her mevkide öyle prensipli hayat sürdüler ki, inandıkları de erleri ya ama ve ya atma adına hep ukbâ eksenli oldular. Düstûrları vardı ve hayatlarını bu düstûrlara göre tanzim ettiler. Kendi hayatlarıyla birlikte yakınlarının ve sevdiklerinin hayatlarını da inandıkları davaya adadılar. sim ve unvanlarını telâffuz etme ve ön plâna çıkarma hevesleri olmadı hiç. Onların, ancak ölümlerinden sonra insanlık adına bıraktıkları bo lu un büyüklü ü fark edilince hayatları destanla tı. Onlar, kendileri için destanlar yazılsın diye ya amadılar elbette. Ama öyle bir hayat sürdüler ve ölüme öyle yürüdüler ki, ancak onların sürdü ü hayatlar destanların konusu olabilirdi. airin, Tarihe girersin de, bilinmez nedir ismin, Tarihi yaparsın, gene efsanedir ismin. Yoktur yerin üstünde, omuzlarda cenazen Yoktur yerin altında bakıyyen bile bazen. Kabrin, o da yok; varsa, kırık bir ta ı yoktur Na ın gibidir, gövdesi yoktur, ba ı yoktur. Mithat Cemal Kuntay mısralarıyla anlattı ı bu kahramanların destansı hikâyeleri Afrika nın kuzeyinde, ber Yarımadası nda, Çin de, Horasan da, Hindistan da son yıllarda Amerika da nesilden nesile anlatıldı, yazıldı. Bazılarını hikâyeleri ile birlikte duyduk, bazılarının da sadece ismini i ittik. Ama bazıları da vardı ki, onlar hep meçhul olarak kaldı. Sayıları o kadar fazlaydı ki, onlar için meçhuller kervanı, meçhul asker, meçhul kahramanlar dedik sadece. Belki tek tek isimlerini bilemiyor, sadece genel bir isim verip geçiyoruz onlara ama, onlar da insandı. Ve onların da duyguları, tercihleri, beklentileri vardı. En önemli farkları, ya atmak için ya amanın yüzlerce binlerce misâlinden birini sergilemi olmalarıydı. Üstelik içlerinde bu gâye ve gayreti biraz önce kendine kur un sıkan dü manını ya atmak için göstermekten geri kalmayanlar bile vardı. Onlardan birini 1915 te Çanakkale Sava ı nda Fransız birliklerine komuta eden General Guro u sözleriyle anlatıyor: Bir sabah günün ilk ı ıkları ile birlikte Türklerle süngü sava ına ba lamı tık. Sava ta Türkler çok ama çok mâhirdi. Kendileri ile ba a çıkmak imkânsızdı. Süngü muharebemiz, fasılalı ekilde ak- am geç vakte kadar devam etti. Ortalık kararınca Türklerle anla ma yaptık. Muharebe sahasında gezecek ve yaralılarımı- 57 be

zı toplayacaktık. Bizim askerler, sedyelerle muharebe sahasına çıktıkları zaman ben de aralarına katılmı tım. Bir ara kuca ındaki askerin yarasına gömle inden yırttı ı bez parçalarını bastıran bir Türk askerine rastladım. Ak amın karanlı ında, de me bir ressamın fırçasından çıkmayacak bir tablo kar ısında idim. Uzun müddet seyretti im bu tablodaki Türk askeri, kendi yaralarına yerden avuçla aldı ı toprakları basıyordu Kuca ındaki yaralı için ise durmadan gömle inden yırtmakla me gul idi. Tercüman yardımı ile ona bazı sorular sordum: - Niçin az önce öldürmek istedi in askere imdi yardım ediyorsun? Türk askeri, takati tükenmi bir hâlde cevap verdi: - Bu asker, yaralanınca yanıma dü tü. Cebinden ya lı bir kadın foto rafı çıkardı. Bir eyler söyledi, anlamadım; ama herhalde annesi olacaktı. Benim ise kimsem yok. stedim ki o kurtulsun, anasının yanına dönsün. General Guro yu, sahilden Mehmet Çavu âbidesinin önüne kadar getiren Türk gemisinin kaptanı efik Bey, bundan sonrasını bakın nasıl naklediyor. Bu sözlerden sonra Fransız Generali, etrafındakilere döndü ve âdeta ba ırarak dedi ki: Efendiler! Kendi yarasına toprak bastırdı ı hâlde kuca- ındaki yaralı için gömle ini yırtan bu asil askerin kuca- ındaki yaralı kimdi biliyor musunuz? Herkes susmu, merak dolu nazarlarla emekli Fransız generaline bakıyordu. Guro, göz kenarlarında birikmi olan ya ları, buru uk derili elleri ile silerken; fısıltı hâlinde seslendi... Türk askerinin kuca ındaki yaralı bir Fransız askeri idi efendiler! Bir Fransız askeri!... General Guro ondan Bir Türk askeri diye söz ediyor. Adı sanı belli olmayan bir asker Bu hâtıranın gün yüzüne çıktı ı yer de bu adsız kahramanın aziz hatırasına denk dü üyordu. General bu açıkla- Son Nebi den (sas) bu yana O nun kutlu oca ının çera ları hükmündeki kutsîlerin yeti tirdi i nice isimsiz kahraman var ki onlar, dünyanın dört bir yanına da ıldılar. Bulundukları her mevkide öyle prensipli hayat sürdüler ki, inandıkları de erleri ya ama ve ya atma adına hep ukbâ eksenli oldular. Düstûrları vardı ve hayatlarını bu düstûrlara göre tanzim ettiler. 58 altı www.sizinti.com.tr

mayı 1930 yılında Çanakkale de Fransız anıtının açılı ına geldi i zaman yapmı ve bu anıtın açılı ından sonra bir Türk anıtına da gitmek istemi ti. Ancak o yıllarda henüz böyle bir Türk anıtı dikilmemi ti. Bir ta yı ını görünümündeki Mehmet Çavu anıtının ba ına götürüldü. Hem onların hepsine birden Mehmetçik denmemi miydi? Bu meçhul kahramanların arasında kadınlar da vardı. ba a dü ünce, Müslüman Anadolu kadını defalarca kendini cephede veya cephe gerisinde vatan müdafaasında göstermi ti. Bu kadın kahramanlardan birini bir yazarımız u ekilde anlatıyor: Keyfiyet, gece devriyesinin devir-teslimi esnasında, nöbetçi çavu ların verdi i kontrol raporu neticesinde ö renilmi tir. Mâlûm oldu u üzere, nebolu da Millî Kuvvetlere ba lı olarak kurulan askerî te kilât vasıtasıyla silâh, cephane, erzak, giyecek vs. nebolu skelesi nden Çankırı ya, oradan Ankara ya ve cepheye gönderilmekte idi. 1921 kı ında, Rıfat ve Cemil Çavu lar sabaha kar ı arazi tefti ini yaparken, Kı laönü Mevkii nde cephane yüklü ka nısı üzerine kapanmı, öylece donmu, genç bir kadını bulmu lardı. Yorganını, kıymetli yükü üzerine örtmü, elinde övendiresiyle ruhunu teslim etmi ti. Kı laönü Mevkii ndeki bu ehit kadının ismi asla ö renilememi tir; o bir meçhul askerdi. Tarihimiz, hayatları destanla an bunlar gibi binlerce meçhul kahramana âhitlik etmi tir. Onların ya adı ı hayatı tarihçiler yazmaktan aciz kalmı lardır. Yine de bir vefa ni anesi olarak adlarına anıtlar dikilmi, filmler çekilmi ve iirler yazılmı tır: Çanakkale de vatan, millet ve mukaddes de- erler için sava ılmı tı. O gün için vatana hizmet, cephede sava maktı. Ancak günümüzde vatana en güzel hizmetin kalemle ve e itimle olaca ı bilinmektedir, bu yüzden günümüzde hizmet erleri, e itimle dünyanın dört bir yanına ı ık saçmaktadır. sizinti@sizinti.com.tr ehitler tepesi bo de il, Biri var bekliyor. Ve bir gö üs, nefes almak için, Rüzgâr bekliyor, Türbesi yakı mı bu kutlu tepeye; Yattı ı toprak belli, Tuttu u bayrak belli, Kim demi meçhul asker diye? A. Nihat Asya Hayatı destanla mı bu kahramanların yanı sıra günümüzün e itim neferleri ku uçmaz kervan geçmez nice ülkede takdire ayan kahramanlıklar sergilemektedir. Çanakkale de vatan, millet ve mukaddes de erler için sava ılmı tı. O gün için vatana hizmet, cephede sava maktı. Ancak günümüzde vatana en güzel hizmetin kalemle ve e itimle olaca ı bilinmektedir, bu yüzden günümüzde hizmet erleri, e itimle dünyanın dört bir yanına ı ık saçmaktadır. Ey tarih! Asya nın steplerine, Afrika nın içlerine stanbul önlerine kadar gidip oralarda defnedilen Sahabe-i Kiram ın yaptı ı gibi, uzak yerlere ula ıp dönmeyen maarif ordusunun meçhul kahramanlarını en mutena sayfalarına yazmaz mısın? Ço unu, ailesinden ba kalarının tanımadı ı, bilmedi i bu yi- itlerin bir eli ya da bir eli balda ya amadıklarını, hem ya amaya da gitmediklerini, sahip oldukları kıt imkânlarla hizmet etmeye gittiklerini de kaydet. Hattâ oralarda kendilerine uzun süre para gönderilemedi ini, kimseye haber vermeden hanımıyla isti are edip memleketlerindeki evini satarak bir müddet ba ında bulundu u müessesenin ihtiyaç- 59 yedi

larını bununla kar ıladı ını, niçin haber vermedi i sorulunca da: Onlar benim burada oldu umu da para göndermediklerini de biliyorlardı, belli ki onların da imkânları sınırlıydı, olsaydı gönderirlerdi. deyip arkada larına güvendiklerini ve hüsn-ü zanlarını da kaydet, kaydet ki, yapılan bütün hizmetlerin Anadolu erlerinin alın teri ve fedakârlı ıyla yapıldı ı ö renilsin. Hizmetlerin kayna ı konusunda üphesi bulunanların üpheleri izale edilsin. Ey tarih! lk günlerinde bir gece yarısı otelde yer bulamayıp sokakta kalan, nihayet bir camiye gidip geceyi orada geçirmek istediklerinde, taksicinin ehrin izbe bir yerinde oldu u için daha fazla ücret isteyerek götürdü ü camide kalan üç dört aylık yeni evli kahramanları da kaydet. Kaydet ki, gelecek nesiller önden giden atlıların nelere katlandıklarını konu urken bu fedakârlı ı da yâd etsin. Elbette usûlleri ho görü, mayaları uhuvvet, gayeleri rıza-ı lâhî olan samimi ihlâslı meçhullerin yazdıkları, ya adıkları destanlar en mutena sayfalarına ne güzel yakı acak ve kim bilir hangi talihli nesiller, hayatları destanla acak bu meçhullerin torunları olmakla iftihar edecek. @ msucu@sizinti.com.tr Kaynak - Talha U urluel, Çanakkale Sava ları ve Gezi Rehberi, 289 290, Kaynak Yay. Gittiler... Binlerle, onbinlerle, yüzbinlerle gittiler... Bugün bu topraklar üzerinde namusumuzla ya ayabilmemiz için gittiler... Bir 19 Mayıs günü,12 saat içinde onbine yakın vatan evlâdı Çanakkale nin kanlı siperlerine bir daha geri gelmemek üzere gittiler... 60 sekiz www.sizinti.com.tr

sizinti@sizinti.com.tr F Dr. Ömer Said Gönüllü ransız tıpçı Claude Bernard (1813-1878) Tecrübî tıb incelemelerine giri adlı eserinde bilim için çok teferruatlı bir metod tarifi getirir: Bilimde bilginin temeli, her türlü pe in hükümden uzak ve dikkatli ekilde sürdürülen gözlemdir. Bilimler realitelerin do ru ekilde gözlenmesiyle ba lar (tümevarım). Bu gözlemlerden kanunlar çıkarılır. Daha sonra kar ıla ılan yeni realitelere, bu kanunlardan hareketle mânâ verilir (tümdengelim). Kanunlar tecrübe edilerek ispatlanır. (Bernard, 1865). Bu tarif zaman içinde sarsılmaz bir prensip, hatta tartı ılmaz bir dogma hâlini almı, bilhassa tümevarım metodunun 1 ilk basama ı olan gözlem bilimin olmazsa olmaz ı olarak kabul görmeye ba lamı tır. Halbuki, bunun herzaman böyle olmayabilece ini gösteren durumlar sözkonusudur. Gözlem ile gelen problemler Gözlem için en ba ta gözlerimizi kullanırız. nsan gözü bir mercek ve retinadan olu ur. Bakılan nesneden yansıyan ı ık merce e ula ır. Merce i olu turan malzeme ı ı ı kırar ve retina üzerindeki oda a yönlendirir. Retina ekran gibidir; üzerinde dı dünyadaki nesnelere ait görüntüler meydana gelir. Retinadan beyne giden optik sinirler, bu ı ık hakkında bilgi ta ır. Nesnenin görülmesi, kabaca, bu bilginin ruh tarafından (beyin vasıtasıyla) kaydedilmesidir. Tümevarım metodunu bir ideoloji gibi benimseyenler, retina üzerine dü en görüntü ile, görme esnasında ya anan tecrübe arasındaki münasebete foto raf makinasını misâl verir, görme tecrübesinin sadece tek bir durum gösterdi- ini, bunun daha sonra çe itli yorumlara yolaçtı ını iddia ederler. Bu onların, pozitivist-materyalist felsefenin tesiriyle insanı bir makina gibi görmelerinden dolayıdır. Halbuki, bir nesneye bakan gözlemcinin ya adı- ı görme tecrübesi, ne sadece onun gözüne giren ve ı ık eklinde iletilen bilgiyle, ne de retina üzerinde olu an görüntülerle belirlenir. Aynı yerde, aynı fizikî artlar altında aynı nesneyi gören iki gözlemci, retinaları üzerinde meydana gelen görüntüler pratikte aynı olsa da, aynı görme tecrübesini ya amazlar. Meselâ birçok insan ekil 1 e ilk baktı ında, basamaklarının üst tarafından bakılarak çizilmi bir merdiven görür. Fakat bunu, basamaklarının alt tarafından görülen (ba a a ı getirilmi ) bir merdiven eklinde görmek de mümkündür. Bu iki durum, resme nereden bakıldı ıyla ilgili de ildir. Görülen görüntü, gözler hareket ettirilmedi i ve resim üzerinde belli bir noktaya sabitlendi i durumda de i mektedir ve konunun can alıcı yönü burasıdır. Resme belli bir süre bakıldı ında, bu algılama de i ikliklerinin irade dı ında gerçekle ti i farkedilir. Dolayısıyla, merdivenin görülme ekli, gözlemcinin retinası üzerinde olu an görüntüden ba ka faktörlere ba lıdır. Peki, ya burada sözkonusu resim bir merdiveni temsil etmiyorsa? Üç boyutlu nesnelerin iki boyutlu perspektifini kültürlerinde tanımayan birçok Afrika kabilesinde N. R. Hanson tarafından gerçekle tirilen bu tecrübede insanlar bir merdiven görmediklerini, sadece zik-zak eklinde çizilmi (iki boyutlu) bir resim gördüklerini belirtmi lerdir (Chalmers, 1982). u hâlde, gözlemcilerin retinaları üzerinde olu an görüntülerin gerçekli i onların kültürlerinden ba ımsız de ildir. Bir ba ka ifadeyle, görme fiilinde gözlemcilerin algıladı ı ey, sadece gözlerin ve gözlenen sahnenin fizikî özellikleri ile retina üzerinde olu an görüntüler tarafından belirlenmez. Bir gözlemci bir nesneye bakarken ya adı ı görme hâdisesini, kısmen yeti ti i dünyaya, geçmi tecrübelerine, kültür seviyesine, bilgi ve beklentilerine, ruh hâline, dikkatini toplama derecesine, ve bunların muhtemel tesirlerini engellemek için irade mücadelesi verip vermemesine ba lı olarak anlamlandırır. Çünkü her durumda az-çok sosyal bir artlanma sözkonusudur, ve bu, ki inin bakı ını da açık ekilde etkilemektedir. Bir ara tırma yaparken ya anan görme hâdisesi ile öylesine bakarken ya anan görme hâdisesi arasında da fark vardır. Birincisinde, görülenlere en ba ta niyet; ikincisinde ise, daha ziyade kültür, bilgi ve tecrübe birikimi tesir eder. Her durumda görme hâdisesi, ruhumuzda evvelden yeretmi bir eylerin tesiriyle mânâ kazanır. 61 dokuz

62 on Çocuklara verilen çizilmi bir a aç resminde, yapraklara gizlenmi bir insan yüzünü bulmaları istenmektedir ( ekil 2). Bu resme bakan bir çocu un sübjektif intibaı ba langıçta bir a aca kar- ılık gelir (gövdesi, yaprakları ve dallarıyla). Fakat insan çehresi ke fedildi i anda bu intiba de i ir. Daha önce yapraklar ve dallar olarak görülenler artık bir insan yüzü olarak görülür. Bilmecenin çözümünden önce ve sonra görülen resim aynıdır; gözlemcinin retinası üzerinde beliren görüntü de çözümün bulundu u ve çehrenin gözüktü ü anın öncesinde ve sonrasında de i memi tir. Bir müddet sonra görüntüyü bir defa daha gördü ünde, bilmeceyi bilen gözlemci, insan yüzünü yine (ve hemen) görür. Demek ki gözlem kelimesi, aktif bir pozisyona kar ılık gelmektedir, ve nesneleri, ancak belli bir ilgi veya faydaya kar ılık gelmeleri ölçüsünde görmekteyiz. Meselâ, bir ka ıda, üzerindeki yazıyı okuma niyetiyle bakarsak (seçici nazar), okumamızı engellemeyen (kenardaki küçük) bir kahve lekesini muhtemelen görmeyebiliriz. Dikkatimizi, bizim için önem arzeden tarafına teksif etti imiz ve bunun dı ındaki yanlarına uurla bakmadı ımız için, aslında bunlar gerçek gözlem alanımıza girmez, ve yok hükmüne geçer. Yok de ildir, ama bizim için yok hükmündedir. Dolayısıyla, gözlem yoluyla bilgilenmek hazır bir bilgi yi almak de il, e yaya göre belli bir konum almak demektir. Bilgi ve bilgilenme dâima bir yorumlamadır (Fourez, 1992). Hedefsiz gözlem yapılmaz; gözlem bir teoriye dayanır! Peki gözlem ne maksatla yapılır ve neye göre ifade edilir? Sebepsiz yere gözlem yapılamayaca ına, gözlemci bunu bir maksada binaen yaptı ına göre, gözlem öncesinde onu bir eyin pe ine sevkeden bir önceleyici teorinin olması gerekir. Bu durumda da, henüz teori safhasındaki bilgilerle yapılan bir gözlemin ne ölçüde sıhhatli, ve bunun ifadesinin de ne ölçüde gerçek duruma tercüman olaca ı sorusu ortaya çıkar. Bununla gözlemi tamamen de ersiz bir durummu gibi göstermek istemiyoruz, sadece bilimin ancak tümevarımla olu aca ını, ve gözlemin burada olmazsa olmaz bir temel oldu unu dü ünenlerin yanıldı ı noktayı göstermek istiyoruz. Tümevarımcıların iddia etti i gibi, e er gözlemin öncesinde bir teori yoksa, bu durumda, ne bu hedefsiz gözlemin, ne de bunun ifadesinin bilimle bir alâkası oldu u söylenebilir. Çünkü gözlem ifadeleri dâima bir teori diliyle formüle edilmek, kullandıkları teori veya kavramın çerçevesi kadar açık ve belli olmak durumundadır. Fizikte kullanılan kuvvet kavramı açıktır, çünkü mânâ ve muhtevasını açık ekilde formüle edilmi bir teoride (Newton mekani i) oynadı ı rol ile elde eder. Aynı kelimenin günlük konu ma dilindeki kullanımı ise (kuvvetli bir genç, kuvvetli bir delil, kuvvetli bir rüzgâr vs) açık de ildir, çünkü buradaki teoriler oldukça müphemdir. Meselâ, günlük konu ma diline ait Dikkat! Rüzgâr bebek arabasını uçurumun kenarına sürüklüyor. cümlesini ele alalım. Burada temel seviyede çok sayıda teori ihsas edilmi tir. Öncelikle rüzgârın oldu u ve bebek arabası gibi nesneleri hareket ettirebildi i ima edilmektedir. Dikkat! ikazında hissedilen âcil durum, içinde bebek bulunan arabanın uçurumdan dü ebilece ine, a a- ıdaki kayalıklara çarparak parçalanabilece ine ve bu durumun da bebe e zarar verme riski ta ıdı ına i aret etmektedir. Bu çı lı ı duyan herkes, aslında arabanın de il, arabanın içindeki bebe in derdine dü ecektir. Ama ya arabada çocuk yoksa! Bilimde ise gözlem böyle ba lamaz. Bilim ihtiyaç, merak ve dolayısıyla belli bir hedef gözetilerek yapılır; uurlu hareket noktaları olan teorilerle ba lar. Teoriler ise gözlemden ziyade, zaman içinde sahip oldu umuz bilgi birikimi üzerinde yo un bir dü ünme cehdiyle olgunla ır, ve genellikle, onları test etmek için gereken gözlemleri yapmadan önce tasarlanırlar. 2 Einstein gibi, dü ünce yanı a ır basan bazı bilim adamlarının kendilerini deneyden uzak tutmaları, teorilerini kurarken saf dü ünceye ve his gücüne güvenmeleri enteresandır. Einstein deney yoluyla do rulama veya delillendirmeye asla itibar etmemi tir (Jarrosson, 1992). Bu sadece, onun teorik fizikçi olmasıyla de il, saf dü üncenin insanı gerçekli e ula tırmada daha az yanıltıcı oldu una inanmasıyla izah edilebilir. 3 Tümevarımcıların tümevarım metoduna biçti i fonksiyona göre, kendini her türlü pe in hükümden sıyırmı bir gözlemcinin yaptı ı gözlemler bilimde bilgiye temel te kil eder. Fakat gözlemcinin tabiat kar ısındaki bu durumu pratikte mümkün de ildir. Misâl olarak, radyo dalgalarının ilk defa 1888 de üretilip belirlendi i elektrik deneyini ele alalım. E er Heinrich Hertz bu deneydeki gözlemleri yaparken tamamen ön-bilgisiz, teorisiz ve her eyden habersiz olmu olsaydı (veya bu konuda hiçbir ey bilmeyen dı- arıdan birisi olarak, kendisinden bu deneyde gözlemler yapması istenseydi), sadece farklı metreler üzerindeki okumaları, elektrik devrelerinde farklı kritik yerlerdeki kıvılcımların varlı ını veya yoklu unu, devrenin boyutlarını not etmeyecek, masum (ve kısmen konunun yarı-cahili olarak) ölçümlerin renklerini, laboratuarın boyutlarını, harcadı ı zamanı, kısacası ilgilendi i ve test etmekte oldu u teoriyle alâkasız bir yı ın detayı da not edecekti. Halbuki Hertz burada, Maxwell in elektromanyetik teorisinde öngördü ü radyo dalgalarını üretip üretemeyece ini deniyordu. Fakat, konu dı ı gibi görünen faktörlerden biri aslında konunun tam merkezindeydi. Test edilen teori, radyo dalgalarının hızının ı ık hızıyla aynı olması gerekti ini ileri sürüyordu. Hertz radyo dalgalarının hızını ölçtü ünde, birçok denemede bunların ı ık hızından farklı oldu unu buldu, ve bunun sebebi ancak onun ölümünden sonra anla ıldı. Cihazdan yayılan radyo dalgaları laboratuarın duvarlarından yansıyor, cihaza geri geliyor ve Hertz in ölçümleriyle giri im yapıyordu. Laboratuarın boyutları önemli bir faktördü. te, www.sizinti.com.tr

sizinti@sizinti.com.tr bilimde bilgiyi olu turan zayıf teoriler gözlemciyi bu ekilde yanlı bir yola yönlendirebilir. Fakat bu problem, teorileri iyile tirerek ve geli tirerek çözülebilir, hedefsiz bir ekilde uzayıp giden gözlemleri listeleyerek de il. 4 Gözlemin ifade edilmesiyle gelen problemler Tümevarımcılar, genel kabul görmü gözlem ifadelerini, kanun ve teorilerin kesin temeli olarak görürler; gözlemcilerin ferd olarak ya adı ı fakat ifade etmedi i, dolayısıyla bilim câmiasının görü üne sunulmamı ve benimsenmemi ahsî tecrübeleri ise böyle görmezler. Halbuki aradaki tek fark, birincisinin bir formülasyona tâbi tutulup ifade edilmesinden ve ûyu bulmasından ba ka bir ey de ildir. Beagle la seyahati sırasında gerçekle tirdi i gözlemler, Darwin in ahsî tecrübe dünyasından dı arı çıkmasaydı bilim açısından bugünkü duruma yolaçar mıydı?!.. Bunlar, gözlem ifadeleri eklinde formüle edilip yayınlandıkları, kullanılmak ve tenkid edilmek üzere di er bilim adamlarına sunuldukları andan itibaren bilim açısından bir de er kazandılar. Tümevarımcılık, tümevarım yoluyla gözlem ifadeleri üretilmesini gerekli kılar, ve bunu olmazsa olmaz gibi kabul etti inden bir bakıma gözlemi putla tırır. Tümevarım ve tümdengelim tarzındaki akıl yürütmeler algılamaları ve gözlem neticelerini pe inen do ru kabul eder. Halbuki algılamalar hem problemli olabilir, hem de iyi ifade edilemeyebilir. Galile tipi bir teleskopla yaptı ı gözlemler sırasında canlı renklere sahip kare eklinde yıldızlar gördü ünü söyleyen Kepler in bu ifadesinin yanlı lı ı daha sonra anla ıldı. Elektrostatik konusunda ilk denemeleri yapanlar, elektrik verilen çubukların yapı kan özellik kazandı ını (küçük ka ıt parçaları birbirine yapı ıyordu) ve elektrik yüklü bir cismin bir di eriyle ba yaptı ını ifade etmi lerdi. Yapı kan ve ba gibi kelimelerin yerini daha sonra çekici ve itici kuvvetler kavramları aldı ve gözlem ifadelerinde önemli de i ikliklere yolaçtı. Demek ki, 1) Bilim, gözlem ifadeleriyle ba lamaz, çünkü bütün gözlem ifadelerinden önce bir teori gerekir. Gözlemi ve gözlem ifadelerini, onlardan önce geli tirilmi olan bu teori anlamlı kılar; 2) Gözlem ifadeleri yanılabilir oldu undan, üzerine bilimin dayandırılaca ı güvenilir bir temel te kil etmezler. Bu, gözlem ifadelerinin bilimde hiçbir rol oynamadı ı, dolayısıyla kıymet ta ımadı ı mânâsına da gelmez. Gözlem ve deney tabiatı ke fetmek için metod açısından tabii ki gereklidir, fakat neticeler ve hükümler açısından asla yeterli ve hatadan ârî de ildir. Buradaki problem, tümevarımcının gözlem ifadelerine yanlı ve haddini a mı bir rol biçmesidir. Heisenberg, kuantum fizi inin geli me sürecini de erlendirirken, bazı fizikî realitelerin insanlık tarihinin farklı dönemlerinde farklı algılandı ını belirtir. Bir dönemde insanların açık bir realite olarak kabul etti i bir nesne, bir hâdise veya bir kanun, ba ka bir dönemde tartı maya açık veya hatalı kabul edilebilmektedir (Heisenberg, 1942). Çünkü insan realite denilen hususları da belli bir bilgi alt-yapısı ve kavram çatısı ile ifade etmektedir, ve bunlar zamandan zamana de i ebilmektedir. Realite ise insandan ba ımsız de ildir. Poincaré de buna de inir: Akıl realiteyi kavrar, görür ve hisseder. Fakat akıldan tamamen ba ımsız bir realite mümkün de ildir. (Poincaré, 1905) Be erî bilgi i te böyle olu makta ve izafî karakterini kazanmaktadır. Zâten Kant tan bu yana felsefe, bilginin âlemde saf ve hazır halde bulunmadı ını, bu yüzden de böyle alınmadı ını, alınırken in a edildi ini savunagelmektedir. Bunu teyid eden bilgi edinme psikolojisi de beynin (daha do rusu ruhun) dı dünyadan bir bilgiyi saf olarak alıp daha sonra i ledi i görü ünü reddetmektedir. Buna göre, bir hâdisenin neye i aret etti i (mânâsı), dı dünyadan zihne akan bilgilerin dı ekli ve genel görünü ü ferd tarafından in a edilmekte, bilgi, do rudan ve ânında gelmemektedir. Bundan dolayı da insan aklı dı dünya hakkında çok fazla yanılabilmektedir. Aydınlanma nın insan aklını putla tırmasına getirdi i tenkid sadedinde David Hume, eylerin varlı ını ispatlayabilmenin mümkün olmadı ını, bu yüzden de dünyayı akılla ispatlanabilir bir bilgi problemi olarak de il, bir inanma meselesi olarak ele almak gerekti ini savunur, ve Einstein ın yukarıdaki dü üncesine çok önceden bir temel hazırlar. Dolayısıyla, âlemi tanımak, realiteden yola çıkarak yapılan belli bir görme hâdisesini teorik bir tasvir, yorum ve en önemlisi inanç ile bütünle tirmek demektir. Gözlem-yorum ve dil-kültür Netice itibariyle, gözlem bir yorumlamadır, ve realitenin in ası da sosyal bir i tir. Gözlenen her nesne veya hâdise tek tek fertler tarafından in a edilir, fakat bu, içtimaî hayatın içinde olur. Yani Bediüzzaman Hazretleri nin (ra) niyet ve nazar konusundaki de erlendirmesi çok özlüdür: Nazar ile niyet mâhiyet-i e yayı ta yir eder... Maddîyata esbab hesabıyla bakılırsa cehalettir. Allah hesabıyla olursa mârifet-i lâhîyedir... Kezalik, Allah ın hesabına kâinata bakan adam her ne mü ahede ederse ilimdir. E er gaflet ile esbab hesabına bakarsa, ilim zannetti i ey de cehl olur. Kezalik, îman ve tevhid ile bakan, âlemi nurlu görür. fertler realiteyi kendi kaprislerine göre yorumlayamazlar. Zâten, dı dünyayı ahsîli i de çok a an, a ırı ferdiyetçi ve keyfî ekilde yorumlamak ki iyi psikiyatri klini ine kadar götürür (Gogol Bir Delinin Hatıra Defteri nde bunu çok çarpıcı ekilde i ler). Bu dünyada herhangi bir eyi keyfî olarak adlandıramayız, nitelendiremeyiz (aksi takdirde bunun yaptırım veya cezasıyla kar ıla ırız). Biz gözlem yaparken ve bunu ifade ederken kavramların ve teorilerin mânâlarından, i aret etti i hususlardan (sosyal olarak kurulmu bu objektif dünyadan) kaçmak istersek, ötekiler bunu bize hatırlatır. Çok çarpıcı bir misâl olarak, bir ülkede dine ve dindarlara kar ı dü manlık besleyenlerin, en azından toplumun huzuru için din aleyhinde olmamaları gerekir. Olurlarsa toplum onlara bunun yanlı lı ını ö retir. Çünkü din insanlık tarihi boyunca her toplumun sosyal bir realitesi ve çimentosu olmu tur. Dil ise, bir inanı ı, bir görü ü veya bir anlayı ı kültürel bir yapılandırma tarzıdır. Bir dil, bir konu ma olmaksızın gözlem yapılamaz. Bir dildeki bir tasvir bir ba ka dilde aynı tesiri yapmaz. Biz, bizden önce mevcut olan ve bizden sonra da mevcudiyeti devam edecek olan bir dil ve bir konu ma tarzı içindeyiz. Dolayısıyla, hayat akıp giderken ve insan 63 on bir

64 on iki Aydınlanma nın insan aklını putla tırmasına getirdi i tenkid sadedinde David Hume, eylerin varlı ını ispatlayabilmenin mümkün olmadı ını, bu yüzden de dünyayı akılla ispatlanabilir bir bilgi problemi olarak de il, bir inanma meselesi olarak ele almak gerekti ini savunur. içtimâî bir varlık olarak ya arken sürekli gözlemde bulunur, bunları sosyal olarak kabul edilebilir bir çerçevede yorumlar ve bunu da dil ile yapar. Dolayısıyla buradan, yorumun aynı zamanda bir dil hâdisesi, ve her zaman sosyal bir durum oldu u anla ılır. Yani bilim adamları da dünyayı hiçbir ey den hareketle gözlemleyen ferdler de ildirler; içine ferdî ve kolektif projelerini soktukları bir kültür ve dil dünyasının mensuplarıdırlar (Evrim teorisinin tabiatta ve laboratuarda gözlem eklinde kar ılı ı olmayan bir dili ve yorum tarzı geli mi tir zaman içinde.). Dolayısıyla, tam ve etraflı bir gözlem lafının hiçbir mânâsı yoktur. Çünkü gözlem yapmak, bir eyi seçime tâbi tutmak, yapılandırmak ve terketmektir. Bu konuda önemli olan husus, insanın mesle i, e itim ve kültür seviyesi de il, hakikat kar ısında iyi niyetli ve vicdanının sesine kulak veriyor olmasıdır. Bir insan bilim adamı sıfatıyla tavsif ediliyor olsa da, gözlem ve hakikat kar ısında, gözlemden önce mevcut olan ideolojik tavrından dolayı menfî ve pe in hükümlü bir niyet ta ıyorsa, bu onu ilim ve hakikat arayı ından uzak tutuyor demektir. Fakat bugün bilim ve bilim adamı gibi kavramlar büyük itibar görüyor, insanlara, meslek olarak bilim ile i tigali seçmi olmasalar bile, bilimsel bir hayat tarzına sahip olmaları, her eye analitik ve sistemik ekilde yakla maları salık veriliyor. Fakat bilimsel hayat tarzının kıymet hükümleri olabilir mi? Bilim kendisini, olması gereken den tecrit etmiyor mu? Bunlar bir yana, bilimsel bir hayat tarzı her fertte aynı ekilde mi hayata geçiyor? Bilimle u ra mak insanı zaman içinde sarsılmaz bir hakikat arayıcısı durumuna mı getiriyor? Bunun garantisinin olmadı ı, bilim câmiası içinde, analitik olmaktan uzak (anlamaya çalı mayan), pe in hükümlü bir bakı ı kendine iar edinmi çok sayıda ki inin varlı ından anla ılabilir. Kur ân ın dâveti Yazının ba ında verilen merdiven, a aç ve kahve lekeli ka ıt misâlleri, niyetin (en azından inanç açısından) i in içine girmedi- i, bir nesne veya hâdiseye sadece zihnî ve kültürel geli mi lik derecesine (veya o andaki dikkate) ba lı olarak nazar edildi i durumlarla ilgilidir. Fakat bir de niyetin inanç açısından belirleyici oldu u durumlar vardır: Onlara: Gelin Allah ın indirdi i buyruklara tâbi olun! denildi inde: Hayır, biz babalarımızı ne durumda bulduysak ona uyarız derler. Babaları bir eye akıl erdirememi ve do ruyu bulamamı olsalar da mı onlara uyacaklar? (Bakara, 2/170) Onlara brahim in ba ından geçenleri de anlat. Günün birinde o babasına ve halkına hitaben: Söyler misiniz: siz neye ibadet ediyorsunuz? dedi. Onlar da: Kendi putlarımıza ibadet ediyoruz. dediler ve ilâve ettiler: Onlara tapmaya da devam edece iz! Peki dedi, Siz kendilerine dua etti inizde onlar sizi i itiyorlar mı? Yahut taptı ınızda size fayda veya tapmadı ınızda zarar verebiliyorlar mı? Yook! dediler, ama atalarımızı böyle bir uygulama içinde bulduk, biz de onu benimsedik. ( uara, 26/69-74) Bunun üzerine Hz. brahim (as) o toplumun artlanmı lı ına kar- ı, Kendisi ne ibadet edilmeye lâyık Bir ve Tek lâh olan Yaratıcı Allah ın vasıfları hakkında u çok özlü ifadeleri dile getirir: brahim dedi ki: Peki, gerek sizin taptı ınız, gerek gelip geçmi babalarınızın taptı ı eyler hakkında biraz olsun dü ünmediniz mi? O dur beni yaratan ve hayat imkânlarını veren, maddeten ve mânen yol gösteren. O dur beni doyuran, O dur beni içiren. Hastalandı ımda O dur bana ifa veren. O dur beni öldürecek ve sonra da diriltecek olan. ( uara, 26/75-81) Bu ifadeler, Hz. brahim in (as), akıl sahibi her insanın ya adı ı hâlleri ve bunlarla ilgili gözlemleri (yaratılma, ya atılma, rızıklandırılma, ifa bulma, öldürülme ve diriltilme) açık bir ekilde Allah a ba layarak mânâlandırdı ını, ve muhataplarını kayıtsız kalamayacakları en temel ve ortak insanî durumlar zemininde muhasebeye (tefekküre) davet etti ini göstermektedir. Dolayısıyla bir Peygamber (as) Allah tan gelen vahyi tebli etti inde, sözkonusu toplum bu davete kültür ve niyetiyle bakar. Kalb ve vicdanları temiz kalmı, niyeti hakikati aramak olanlar kültürlerinden gelen içi bo ve anlamsız takıntıları a ar, davete müsbet cevap verirler. Hz. Hamza nın (ra), Anladım ki, Allah dört duvar arasına sıkı tırılamaz mealindeki sözü, o gün Kâbe ye doldurulmu putlarla temsil edilen Mekke irk kültürünün bu bo lu unu ve anlamsızlı ını çok veciz ifade eder. Kur ân, inanmayanları bile, varlık âlemini ve yaratılı ı nasıl? sorusuyla dü ünerek anlamaya ne güzel davet eder: O kâfirler bakıp dü ünmezler mi: (Meselâ) deve nasıl yaratılmı? Gök nasıl yükseltilmi? Da lar nasıl dikilmi? Yeryüzü nasıl yayılıp hayata elveri li kılınmı? (Gâ iye, 88/17-20) Yine Kur ân, sadece nâzil oldu u toplumu ve zamanı de il, hitap etti i bütün zamanları ve bütün insanlı ı hakikat a kı ve vicdan ile gözlem yapmaya ça ırır: Görmüyor musunuz ki Allah göklerde ve yerde olan eyleri sizin hizmetinize vermi. Görünen görünmeyen bunca nimete sizi garketmi? Yine de, öyle insanlar var ki hiçbir bilgiye, yol gösterici bir rehbere veya aydınlatıcı bir kitaba dayanmaksızın Allah hakkında tartı ıp durur. (Lokman, 31/20) ayet onlara: Gökleri ve yeri yaratan kimdir? diye soracak olursan, elbette Allah tır diye cevap vereceklerdir. De ki: el-hamdu lillah ki mü rikler bile O nu inkâr edememektedirler!... (Lokman, 31/25) Bilmiyor musun ki Allah geceyi gündüze katıyor, gündüzü geceye katıyor, böylece sürelerini uzatıp kısaltıyor. Güne i ve ayı, hizmete ko mu, her biri belirlenen bir vâdeye kadar akıp gidiyor... Görmez misiniz ki gemiler Allah ın lütfu ile denizde yüzüyor. Bu, Allah ın varlı ının ve kudretinin bazı delillerini göstermek içindir. Elbette bunda pek sabırlı, çok ükürlü olanlar için ibretler vardır. (Lokman, 31/29-31) Bediüzzaman Hazretleri nin (ra) niyet ve nazar konusundaki de erlendirmesi çok özlüdür: Nazar ile niyet mâhiyet-i e yayı ta yir eder... Maddîyata esbab hesabıyla bakılırsa cehalettir. Allah hesabıyla olursa mârifet-i lâhîyedir... Kezalik, Allah ın hesabına kâinata bakan adam her ne mü ahede ederse ilimdir. E er gaflet ile esbab hesabına bakarsa, ilim zannetti i ey de cehl olur.kezalik, îman ve tevhid ile bakan, âlemi nurlu görür. (Mesnevi-i Nûrîye) Bu âleme, Yaratılı ve Yaratıcı ihtimalinden (imandan) uzak durma niyetiyle nazar edildi i takdirde, bunun ki iyi ne duru- www.sizinti.com.tr

ma dü ürebilece ini Kur ân öyle beyan eder:... onların kalbleri vardır ama bu kalblerle idrâk etmezler, gözleri vardır onlarla görmezler, kulakları vardır onlarla i itmezler... (A râf, 7/179) De ki: Göklerde ve yerde neler var, bir baksanıza! Fakat bunca i aretler ve uyarılar iman etmeyecek kimselere ne fayda verir ki?! (Yunus, 10/101) Gerçekten, Biz onlara, size vermedi imiz imkânlar vermi tik. Kulaklar, gözler ve gönüller lütfetmi tik kendilerine. Fakat ne kulakları, ne gözleri, ne de gönülleri kendilerine fayda verdi. Çünkü onlar Allah ın âyetlerini bile bile, inatla inkâr ediyorlardı... (Ahkaf, 46/26) @ osgonullu@sizinti.com.tr Millet hayranın.. Kan-ter içinde ya adın kan-terdi pazarın, Sînelere çarpıp geçiyordu âh u zârın; A k rehberin olmu tu, mefkûren de dildârın, Hep anıp durmu tun, erdin vuslatına Yâr ın... Kaynaklar - Bernard, C., 1865 - Introduction à l étude de la médecine expérimentale. Delagrave, Paris, réimprimé par Garnier/Flammarion, 1934. - Chalmers, A.F., 1988 - What is this Thing Called Science? An Assessment of the Nature and Status of Science and its Methods. Open Univ. Press (sec. edit.), Philadelphia. - Jarrosson, B., 1992 - Invitation à la philosophie des sciences. Editions du Seuil. Paris - Fourez, G., 1992 - La construction des sciences. De Boeck Université, De Boeck-Wesmael, Bruxelles. - Heisenberg, W., 1942 - Le Manuscrit de 1942. Editions Allia (2003), Paris. - Poincaré, J.H., 1905 - La Valeur de la Science. Champs-Flammarion (2003), Paris. sizinti@sizinti.com.tr Dipnotlar 1. Tümevarım metodu, hususi durumlarda do rulu u bilinen bir izahın genel durumlarda da do ru oldu unu gösterme ve bundan netice (prensip, kanun) çıkarma olarak tarif edilir. Aslında kanunlar, âdetullah olarak tâbir edilen ilâhî isim ve sıfatların tezahür ve tecellileridir. Bu tecelliler ilâhî takdir ile -istisnalar dı ında- benzer sebeblerde benzer neticeler verecek ekilde sürekli ve sabit gözüken prensiplere ba lı olarak yaratılır; böylece Yaratıcı, kâinata nizam verdi ini gösterir. Biz ise bunları kanun olarak vasıflandırır ve ilim disiplinleriyle aslında Allah ın Alim ismine ayna olmaya çalı ırız. Maddeler ve nesneler kendi kendilerine kanun koyamazlar. 2. Enstein bu konuda unları ifade eder: Kozmik dinî tecrübe, bilimde derin bir ara tırma sırasında birden beliren en soylu, en güçlü bir eydir. Bilimsel bir eseri do urabilecek tek ey his gücüdür... Belli bir hisle, saf dü üncenin, hakikati yakalama istidadına sahip oldu unu dü ünüyorum. 3. Aslında bu, insanın Yaratılı gayesine ve yapısına daha uygun bir tefekkür ve ke if yolu gibi gözüküyor. Çünkü insan sadece be duyu, zeka ve akıldan ibaret de ildir. nsan ruhunun sezgiye, ilhama ve sûnûhata açık bir tarafı da vardır, ve ilham insanın entelektüel kabiliyetini de a an (bunlarla elde edilemeyen), be duyusu ve entelektüel kâbiliyetiyle (bâzen bunlara ilâveten hislerinin ön-plâna çıkmasıyla) ortaya koydu u gayretlerine ilâhî bir lütuf olarak verilen madde-ötesi bir hediyedir. Bu konunun, insanın imanının sebebi de il, fakat bunu teyid eden, kuvvetlendiren derin tefekkür ve hissedi le, kalbe do an sûnûhatla ilgili bir yanı da vardır. nsanın kurgulaması olan gözlemler, deneyler, bunların algılanması ve ifade edilme tarzı insanı yanıltabilir. Fakat, ilham, ke if ve sûnûhat tamamen ahsî bir tecrübe olsa da, insana aradı ı cevabı görmesinde maddî sebebleri a an yanıltmaz bir ilâhî hediye olarak yol gösterebilir. 4. Öncesinde hiçbir gözlemin yapılmadı ı (yapılmasına imkân da yoktu), tamamen teorik akıl yürütmelerle geli tirilen kuantum mekani i ile 20. yüzyılın ba larında atom-altı dünyasındaki i leyi izah edilmeye çalı ıldı. Uzun süre teori plânında kaldıktan sonra, kuantum mekani inin birçok esası 20. yüzyılın sonlarında tecrübî çalı malarla da teyid edildi. Gözlemsiz, ama sa lam bir teoriydi bu. Aynı durum madde ve enerjinin izafî olduklarını iddia eden Özel zafiyet teorisi (E=mc 2 ) için de geçerliydi. 65 on üç

Toplum kar ısına çıkıp konu ma durumunda olan kimselerin mümkün mertebe insanları a ırtacak, onları tereddüde sevk edecek ve kendi de erlerimiz hakkında onların içlerine ku ku salacak ifadelerden sakınmaları gerekir. D Dr. Kenan Göço lu ünyanın toplam su miktarı 1,4 milyar km 3 tür [1 km 3 =1 milyar m 3 (ton)]. Bu suyun % 97,5 u okyanuslar ve denizlerde tuzlu su olarak, % 2,5 u da derelerde, göllerde, yeraltında ve kutuplarda (buzul olarak) tatlı su olarak bulunmaktadır. Tatlı suyun % 68,9 u kutuplarda ve yüksek bölgelerde sürekli buz ve kar olarak, % 30,8 i ise toprak nemi ve yeraltı suyu olarak bulunur. Dünya su miktarının sadece % 0,3 ü nehir ve göllerde bulunmaktadır. 1 Mevcut suyun 380 trilyon tonu okyanuslardan, 63 trilyon tonu ise göl ve nehirlerden buharla ır ve bunun yakla ık 350 trilyon tonu ya mur, dolu veya kar eklinde yeryüzüne geri dönerken kalan kısmı ise havada nem ve bulut olarak bulunur. 2 66 on dört * Tuzlu suda ya ayan canlıları hâriç tutarsak, dünyadaki suyun ne kadarı canlıların ya aması için gerekli olan tatlı sudur? * Denizlerde buharla ma olmasa ne olurdu? çti imiz bir litre sütün üretilmesi için 2.000 litre suya ihtiyaç duyuldu unu biliyor muydunuz? * Yeraltı suları çok fazla çekilip sulamada kullanılırsa ne olur? * nsan ve di er canlılar için büyük bir lütuf olarak gönderilen suyun, ne kadarı yeryüzünde bulunuyor ve ne kadarı tüketiliyor? Su buharla ması olmasaydı ne olurdu? Bu bilgiler yanında, buharla an suyun hikmetinden söz etmeden geçmek olmaz. Su buharına ba lı, dünyamızın üzerini battaniye gibi saran tabiî sera tesiri olmasaydı, güne in radyasyonuyla ısınan gezegenimizin ısısı muhafaza edilemeyecek ve gezegenimiz yakla ık 35 C daha so uk olacaktı. Di er yandan, her zaman yer kürenin yarısından fazlasını örten bulutlar olmasaydı, yer küremiz yakla ık 11 C daha sıcak olacaktı. 3 Zerreden kürelere kadar her eyi yaratan, onlar arasında kar ılıklı münasebetler kuran Allah (cc), arz ile semâ arasında suyun devr-i dâimi için güne i, bulutları ve buharla mayı vasıta kılmı tır. 4 Atmosferdeki suyun gaz ve damlacık hâlleri arasında de i tirilen hikmetli hareketleri, dünyamızın iklimini düzenleyici hassas bir mekanizmada rol alır. Hava ısındı ında daha fazla su buharla ır ve bulutlar meydana gelir; sıcaklık azaldı ında ise daha az su buharla ır ve bulutlar çözülür. Böylece hava sıcaklıkları kararlı bir ekilde de i ir ve bize rahat ya ayabilece imiz bir hayat sunulur. 3 Kâinatta sürekli kontrol altında i lettirilen kanunlar, atmosfere gelen güne ı ınlarının, ancak canlıların ihtiyacı kadar olan üçte birlik kısmının yeryüzüne ula tırılmasında bir perde olarak i görür. Bu da rahmetin (ya murun) devamlılı ını temin eden buharla mayı sa lar. Denizlerden ve toprak üzerinden buharla an su, aynı nispette tekrar yere iner ve hayatın devamında vazife alır. Ya ı lar, yeryüzünün de i ik bölgelerinde farklı miktarlarda olmasına ra men -kâinatta israfa yer verilmeyerek- bu rakam korunur ve bir yıl içerisinde dünyaya dü en toplam ya mur miktarı, di er yıllarda da hep aynı kalır ve bütün zaman boyu böylece devam eder. 5 Bu hu- www.sizinti.com.tr

susa Kur ân da, O ölçüye ba lı olarak su indirmi tir (Zuhruf, 43/11) âyetiyle i aret edilmektedir. Dengesiz su tüketimi gelecekte ne gibi tehlikelere yolaçabilir? çme, kullanma ve tarım için hizmetimize sunulan suyun dengesiz ve israf edilerek kullanılması, u an bile tehlikeli boyutlara ula mı iken, gelecekte nasıl bir susuzluk ya ayabilece imizi iyi ara tırmamız ve bu hususta bazı tedbirler almamız gerekmektedir. New Scientist dergisinin 25 ubat 2006 tarihli sayısında yer alan bir makalede belirtildi i gibi, ya- an ya mur miktarı bazı bölgelerde ziraî ürünlerin yeti tirilmesinde yeterli olmadı ı için nehirler, göller veya barajlar gibi yerüstü sularından pompalar veya kanallarla sürekli su çekilmektedir. Sulamada yerüstü sularının yetmedi i durumlarda ise yeraltı suları kullanılmaktadır. Yeraltı sularının çok fazla çekilmesi, tatlı su kaynaklarının dengesinin bozulmasına sebep olaca ı için, gelecekte ciddi su sıkıntısının ba lıca sebebi olacaktır. Bu da Mukaddir olan (her eyi bir ölçü ve dengede yaratan) Allah ın (cc) koydu- u nizamın, imtihan sırrı gere i, insanlar tarafından bozulması sebebiyle meydana gelmektedir. Bilhassa Hindistan, ran, Endonezya, Pakistan ve Çin gibi kalabalık ülkelerde, halkın gıda ihtiyacı yeraltından çekilen su ile yapılan ziraatle kar ılanabilmektedir. Ancak, artan nüfusla birlikte su tüketimi de sürekli arttı ı için su kaynaklarının gelece i açısından tehlikenin boyutu ciddi olarak artmaya devam etmektedir. Bu ülkelerde ziraat için yeraltından çekilen su miktarı, 400 km 3 (400 milyar ton ) civarındadır. Bu miktar, ya murla takviye edilen suyun iki katı kadar oldu u için ve gölleri ve nehirleri besleyen yeraltı sularının azalması sebebiyle, bu ülkelerdeki nehirler ve göller kurumaya ba lamı tır. Sadece bu ülkelerde yeraltından çekilen su miktarı, bütün dünya ülkelerinin çekti i su miktarının yarısından fazladır. Ya ı lar, yeryüzünün de i ik bölgelerinde farklı miktarlarda olmasına ra men -kâinatta israfa yer verilmeyerek- bu rakam korunur ve bir yıl içerisinde dünyaya dü en toplam ya mur miktarı, di er yıllarda da hep aynı kalır ve bütün zaman boyu böylece devam eder. Ne kadar suya ihtiyaç duyuluyor? Aslında dolaylı olarak bütün insanlar dünyamızın su deposu olarak yaratılmı yeraltı sularıyla yeti tirilen ürünleri tüketmektedir. Meselâ Pakistan dan pamuk, Tayland dan pirinç, srail den domates, Etiyopya dan kahve, spanya dan portakal, Avustralya dan eker gibi pek çok ürün, yeraltı sularıyla yeti tirilerek di er ülkelere satılmaktadır. Ya an ya mur 1 kg kahve 20.000 litre 1 hamburger 11.000 litre 1 pamuklu ti ört 7.000 litre 1 kg peynir 5.000 litre 1 kg pirinç 1 kg eker 5.000 litre 3.000 litre ekil 1. Çe itli ürünlerin yeti irken (veya yapılırken) ihtiyaç duydu u su miktarları 1 litre süt 2.000 litre 1 kg bu day 1.000 litre sizinti@sizinti.com.tr 67 on be

68 on altı miktarının bazı ülkelerde ziraate yeterli olmaması, sulamayı gerektirdi i için ciddi su ihtiyacı ortaya çıkmaktadır. Bu su ihtiyacının boyutu hakkında fikir sahibi olabilmek için hangi ürünün yeti tirilmesinde ne kadar su gerekti i konusunda bazı istatistikî de erler verecek olursak, meselenin ehemmiyeti daha iyi anla- ılacaktır ( ekil 1). Meselâ 1 kg pirincin yeti mesi için 2.000 ile 5.000 litre arasında su gerekmektedir. 1 kg bu dayın yeti mesi için 1.000 litre su, hayvanlarda 1 litre süt üretilmesi için 2.000 ile 4.000 litre, 1 kg eker için 3.000 litre, 1 kg kahve için 20.000 litre devam etmektedir. su gerekti i ortaya çıkarılmı tır. Yedi imiz bir hamburgerin içindeki besinler (et, un, salça, peynir vs.) için gerekli su miktarının ise 11.000 litre, bir çay ka ı ı eker için 50 bardak, içti imiz 1 fincan kahve için tam 1.120 bardak, giydi imiz bir penye ti örtün pamu unu yeti tirmek için 7.000 litre su gerekti i dikkate alınırsa bilhassa insanın fıtrî olmayan, lüks denebilecek tüketim alı kanlıkları u runa ne büyük su israfında bulundu u daha iyi anla ılmaktadır. 6 Yaratıcı tarafından bah edilen su kaynaklarının verimli kullanılması, suyun israf edilmemesi ve böylece dünyada su dengesinin bozulmaması için elimizden gelen her gayreti göstermeyi kendimize bir vazife bilmeliyiz. Yiyip için, giyinin ve tasadduk edin. Fakat israf ve kibirden sakının. (Buhari) hadîsi gere ince, a ırı gıda tüketiminin hem sa lı ımız için zararlı olması, hem tamamı tüketilemedi i için çöpe atılarak israf edilmesi, hem de her ürün için su ihtiyacının çok fazla olması sebebiyle su kaynaklarının azalmasında israf temelli bir hayat tarzı, dolaylı olarak birinci derecede rol oynamaktadır. Bu yüzden gıdalarımızda tasarruf ve az tüketme yoluna gidilmeli, bunun yanında ziraatte tasarruflu sulama usullerini tercih etmeli ve az sulama ile bol verim alabilecek ilmî ara tırmalar yapılmalıdır. Âdil olan Allah (cc), her eyi belirli bir denge ve nizamla yaratmı oldu u için insanların yanlı kullanımı ve tahribi olmadı ı müddetçe, denge ve intizam bozulmayacak ve yarattıklarının ya amasına imkân tanıyacaktır. Bilhassa inananlar olarak, Yiyin, için; fakat israf etmeyin! Allah israf edenleri elbette sevmez. (A râf, 31) emrine uymalı ve Allah ın (cc) bah etti i tertemiz suyu, çok dikkatli ve tasarruflu kullanmalıyız. Suyun önemine binaen Hz. Peygamber Efendimiz (sas) Bilhassa Hindistan, ran, Endonezya, Pa- de suya çok de- er vermi, abdest alırken kistan ve Çin gibi kalabalık ülkelerde, halkın bile gerekenden fazla su gıda ihtiyacı yeraltından çekilen su ile ya- kullanılmasını mekruh pılan ziraatle, kar ılanabilmektedir. Ancak, sayarak yasaklamı tır. artan nüfusla birlikte su tüketimi de sürekli Böylece, abdest gibi Allah ın huzuruna çıkılacak arttı ı için su kaynaklarının gelece i açısın- bir i te dahi, fazla su kullanmaktan insanları men dan tehlikenin boyutu ciddi olarak artmaya etmi tir. Konuyla ilgili olarak nakledilen bir hadîs öyledir: Bir gün Peygamberimiz, sahabîlerden birinin abdest alırken suyu israf etti ini görür. Bu israf nedir? diye sorar. Bunun üzerine sahabî, Abdestte israf olur mu? diye kar ılık verir. Peygamberimiz: Evet, akan bir nehrin kenarında bile olsan, normal bir miktarın üzerinde su kullanman israf olur. buyurur. 7 slâm ın israf ve savurganlı ı bu kadar iddetle yasaklamasının elbette ki sebepleri vardır. öyle dü ünelim: Bugün dünyamızda yakla ık olarak 5-6 milyar kadar insan ya amaktadır. Her biri, el yıkarken, di fırçalarken, abdest alırken veya banyo yaparken fazladan günde 1 litre su harcasa, bu miktar günde 5-6 milyar litre veya 5-6 milyon ton su israfı demektir. Dünya hepimizin. Onu korumak da hepimizin vazifesidir. @ kgocoglu@sizinti.com.tr Dipnotlar 1. Hakan ANAÇ, S.Ahmet ÇEL KER, Türkiye nin Su Potansiyeli, Tarimsal Ekonomi Ara tırma Enstitüsü, T.A.E.A BAKI, Sayı 5, Nüsha 7, Nisan 2004, www.unep.org/vitalwater/freshwater.htm 2. Prof. Dr. Burhan KACAR, Bilim ve Teknik 1985, Sayı 211 3. Ziya AYDIN, Bulutların Diliyle, Sızıntı, 20. Cilt, Kasım 1998 4. Doç. Dr. Yusuf DO ANER, Toprak, Su ve Hava, Sızıntı, 3. Cilt, Mart 1981 5. A. AYGÜN, M. S. BAL, Ya mur, Sızıntı, 9. Cilt, Mart 1997 6. Fred Pearce, The Pearched Planet, New scientist, 26 ubat 2006 7. Doç. Dr. Mehmet Zeki AYDIN, Hz. Muhammed in Ailesi çindeki Örnek Davranı ları, Cumhuriyet Üniversitesi lâhiyat Fakültesi, www.mehmetzekiaydin.com www.sizinti.com.tr

sizinti@sizinti.com.tr T Hatice Kestio lu itrek bir mum alevinde veya be numaralı gaz lâmbasının cılız ı ı ında geçen gecelerimiz vardı bir zamanlar. O zamanlar tv denen vakit çalar yoktu, radyomuzda hem saat ba ı haberleri, hem de kendi müzi imizi dinlerdik. Radyo dinlemedi imiz zamanlarda ise, bir kö eye çekilir, mütevazı dünyamızda hayaller kurardık. Böyle yapınca sanki onulmaz yaralarımız iyile ir, kendimizi mutlu hissederdik. Bazen göz pınarlarımızdan sessizce kayıp giden göz ya larımıza vururdu bu cılız ı ıklar, bazen yeni bir ümit bulmanın sevinciyle parlayan gözlerimize, bazen de çaresizlikle iki yana açılan ellerimize Ama her hâlükârda o cılız ı ıklar ruhumuzu ve çevremizi aydınlatırdı!.. Titrek mum ı ı ında zorlukla okunan yazılar daha mânâlıydı sanki. Dudaklardan dökülen her na menin ruha hitap eden bir yanı vardı. arkılar da, türküler de bizdendi ve onları bizden birileri söylerdi bir zamanlar. Titrek mum ı ı ında zorlukla okunan yazılar daha mânâlıydı sanki. Dudaklardan dökülen her na menin ruha hitap eden bir yanı vardı. arkılar da, türküler de bizdendi ve onları bizden birileri söylerdi bir zamanlar... Sevgilerimiz içten, özlemlerimiz daha bir tutkuluydu. Gecelerimiz daha kısa fakat mânâlıydı. O lo ı ıkta, yüzün bütün çizgileri gözükmese de, sohbetler daha bir koyu ve tatlıydı. Dizi filmler ve filmlerin sahte kahramanları hayatımızın her alanını kaplamamı, dost ve kom u sohbetlerinin ana teması olmamı lardı henüz. Her yerde kendi dünyamız konu ulurdu. Sohbetlerimize mum diken tv olmadan önce, çaresizlerin dertleriyle hemhal olmak için çırpınanlar çoktu. O zamanlar dostlar için ayrılan vakitler dar de il, alabildi ine geni ti. Aile hayatımızda ilgisizlikten ikâyetler çok azdı o zamanlar. Çocuklarımız efkatin, merhametin ve sevginin pınarlarından kana kana içerlerdi. Ve sonra hayallerimizin üstüne perde çeken elektrikler geldi evlerimize davetsiz bir misafir gibi. Etrafımızı ve bütün odalarımızı aydınlattı lâmbalar; ama sanki büyü bozuldu âniden. Zamanla içtenli- imiz de, sohbetlerimiz de ba kalarının dertleriyle hemhal olmak da tarihe karı tı. Bize dâir birçok güzellik yanlarına karde li i de alarak o kadar uzaklara gittiler ki Gözlerimiz kitap sayfalarında artık gezinmiyor, o kanal senin bu kanal benim geziniyoruz, türküler yok dilimizde. Bütün her ey teknolojiyi nasıl, ne zaman ve ne ekilde kullanacaklarını bilmeyen insanlar yüzünden bozuldu. O eski dostluklarımız, sevgilerimiz, karde liklerimiz, di erkâmlıklarımız geri gelse; eski günlerimize yeniden kavu sak. Her ey mumların erimesi, fitillerin bitmesiyle tarihe mi karı tı gerçekten? Kaybetti imiz benli imizi bakalım bulabilecek miyiz yeniden? Oysa kalbimiz aynı kalb, ruhumuz aynı ruh, eski günlerdekinden ne eksik ne fazla. Üzerimizdeki ataleti bir atabilsek, kaybettiklerimizi aramaya ba lasak her ey eskisi gibi olacak. Eskiden bütün dünyaya kapalı Allah a açıktı yollarımız; imdi ne yazık ki, bütün dünyaya açık, insanlara ve Allah a kapalı. @ hkestioglu@sizinti.com.tr 69 on yedi

sun olmasın herkesin iyili i için, hastahane, otel, hamam, köprü ve cami in a ettirirler. 2 eklindeki tespitleriyle Osmanlı daki vakıf anlayı ının çerçevesini çizmeye çalı ır. Moradjea D ohsson a göre bu köklü hayırseverli in men ei slâmdır. D ohsson eserinde sözlerini öyle noktalar: Kur ân, Türkleri, dünyanın en hayırseveri hâline getirmi tir. 3 2. Mahmut un: Ben tebâmın Müslümanını câmide, Hristiyanını kilisede, Mûsevisini de havrada fark ederim, aralarında ba ka bir fark yoktur, cümlesi hakkında muhabbet ve adâletim kavidir ve hepsi hakiki evlâdımdır. 4 eklindeki beyanı da, D ohsson nun sözlerini do rulamaktadır. Osmanlı toplum yapısında Katolik, Ermeni, Rum, Gregoriyan vs. gibi ba ka dinlere mensup vatanda ların mahalleleri, Müslümanlarınkinden genelde ayrı idi. Bununla beraber zaman zaman Müslüman- 70 on sekiz T Ziyaeddin Hilal arihteki vakıflar, günümüzün sivil toplum örgütlerine benzer. Bu vakıflar vesilesiyle Müslüman toplumlarda birlik ve beraberlik sa lanmı tır. Vakıf hizmetleri canlı cansız bütün varlı a hizmet götürme dü üncesi etrafında ekillenmi tir. Kalbleri sevgi ve efkatle dolu Osmanlı insanları kurdu u vakıflarla sadece insanı de il, ku ları bile dü ünmü tür. Ku ların barınması için yaptırılan ku evleri bol güne alan rüzgârsız cephelerin yüksek yerlerine yerle tirilmi tir. Bu inceli i gösteren milletimiz elinin uzandı ı her yerde kurdu u vakıf müesseseleriyle toplumun ihtiyaçlarını gidermeye çalı mı tır. 16. asır ba larında Osmanlı topraklarının be te birini vakıf arazileri olu turmaktaydı. Osmanlı döneminde kayıtlara geçen vakıf sayısı 26.300 civarındadır. Osmanlı Devleti nde din, dil ve ırk farkı gözetilmeksizin gerçekle tirilen vakıf hizmetlerine gayrımüslimler bile bîgane kalmamı tır. Fransız Comte de Bonneval: Osmanlı ülkesinde, verimsiz a açların sıcaktan kurumasına meydan vermemek üzere, her gün sulanmaları için i çilere para vakfedecek kadar çılgın Türkler görmek mümkündür. der. 1 1550 li yıllarda Avusturya elçisi Busbeck ise: Türkiye de her ey insanile mi, her katı yumu amı tır. Hayvanlar bile. ifadeleriyle bunu do rular. Osmanlı topraklarına yaptı ı seyahati yazıya döken Hans Lewenklaw: Türkler, yalnızca yoksullara kar ı iyiliksever olmakla yetinmezler; onlar caddeleri onarırlar, yolcuların istifade etmesi için çe meler yaparlar; Müslüman ol- www.sizinti.com.tr

larla gayrımüslimlerin aynı mahallede oturdukları da oluyordu. Müslümanlarla gayrımüslimlerin ayrı mahallelerde oturmaları e itsizlik gibi görünse de, bu yerle im düzeni sayesinde azınlıklar kendi inançlarını açıktan ve rahat bir ekilde ya ama imkânı bulmu ; Müslüman halk içerisinde asimile olmadan kendi kültürlerini ya atabilmi lerdir. Di er bir seyyah Jean Thevenot, bu hususla alâkalı tespitlerini öyle ifade eder: Türkler çok yardımseverdir. Onlar dinlerine bakmaksızın, bütün dü künlere yardım ettiklerinden toplumda dilenci sayısı azdır: Yalnızca zenginlerin verdi i sadakaların dilencileri yok etti ini söylemiyorum; ancak bildi im kadarıyla ba ka faktörler de vardır. Meselâ Büyük sultan tarafından desteklenen birçok Türk, az bir harcama ile ya ıyorlar, az çe it ile büyük sofralar kuruyorlar, pilav, biraz et ve ho af hatırı sayılır bir ziyafet için yeterli oluyor. Di er hayırseverler ise, varlıklarını, hastahane, köprü, kervansaray, ana yollara su getirme gibi i ler için ba ı lıyorlar. Birçok hayırsever daha hayatta iken kamu yapıları in a ettiriyor; maddî imkânı pek iyi olmayanlar ise, ana yolların ve su hatlarının onarımı, su depolarının doldurulması gibi i lerde vazife alıyorlar. Buna da gücü yetmeyen fakir ve güçsüz kimseler yoldan geçen yabancılara yol göstererek hizmetten geri kalmıyorlar. 5 Osmanlı da su ihtiyacı da büyük bir nispette vakıflar vasıtasıyla kar ılanıyordu. Fatih zamanında Halkalı Köyü ile Cebeci Köyü arasındaki alandan, Kanûnî zamanında Belgrat Ormanı Havzası ndan, 2. Abdülhamid zamanında ise Kemerburgaz tarafından stanbul a getirilen çe me sularının hemen hepsi vakıf eserleri olarak in a edilmi tir. 6 Büyük hizmetlerin vakıflarla kar ılandı ı Osmanlıda yalnız askerî hizmetler (yollar, köprüler, kaleler, kı lalar, silâh fabrikaları) devlet tarafından veriliyordu. Cami, mescit, çe me, yol, köprü, kütüphane ve kabristan gibi hayır müesseselerini yoksul ve zenginler birlikte kullanırdı. Bununla birlikte vakıflar tarafından yaptırılan imaret, misafirhâne, ve hastahaneler do rudan yoksullara hizmet veriyordu. Vakıfların kontrolündeki mektep ve medrese gibi e itim kurumlarında (özellikle sıbyan mekteplerinde), fakirler öncelik hakkına sahipti. Sosyal hizmet vermek maksadıyla kurulan vakıflarda muhtaçlara aylık ba lanır, sizinti@sizinti.com.tr 71 on dokuz

72 yirmi Osmanlı toplum yapısında Katolik, Ermeni, Rum, Gregoriyan vs. gibi ba ka dinlere mensup vatanda ların mahalleleri, Müslümanlarınkinden genelde ayrı idi. Bununla beraber zaman zaman Müslümanlarla gayrımüslimlerin aynı mahallede oturdukları da oluyordu. Müslümanlarla gayrımüslimlerin ayrı mahallelerde oturmaları e itsizlik gibi görünse de, bu yerle im düzeni sayesinde azınlıklar kendi inançlarını açıktan ve rahat bir ekilde ya ama imkânı bulmu ; Müslüman halk içerisinde asimile olmadan kendi kültürlerini ya atabilmi lerdir. e itim ça ındaki öksüz ve yetim ö renciler giydirilir, dul ve yetimler evlendirilir, kimsesiz ehit e leri çocuklarıyla birlikte barındırılırdı. Sultan Ahmed Camii mareti nde, sadece insanlar için de il, ku lar için bile yerler yapılmı tı. maret vakfiyesinde, artmı ve yenmeyecek durumda olan yemeklerin ku lar için yapılmı yerlere dökülmesi yazılı bulunmaktadır. 7 Hayvanlara bile bu ekilde efkat gösteren Osmanlı insanının, kendinden farklı kimselere ayrı muamele etmeleri söz konusu olamazdı. 1874 senesinde stanbul u ziyaret eden talyan seyyah Edmando De Amicis unları söylemi tir: Sultanların veya ahısların hayratıyla beslenen sayılamayacak kadar çok güvercin sürüsü var. Türkler, ku ları himaye edip beslerler. Ku lar da onların evlerinin etrafında, denizin üstünde ve mezarların arasında enlik eder. stanbul un her yerinde, insanın etrafında uçu an ku lar vardır. 8 1611 Haziran ında Polonyalı rahip Simeon, Edirne de ahit olduklarını öyle anlatır: stanbul- Edirne yolunun iki tarafı kâmilen kaldırım dö elidir. Her dinlenme noktasında han, hastahane, kervansaray ve hamamlar vardır. Her menzildeki imâretlerde yolculara günde iki ö ün bedava pilav, yahni (et), zerde ve iki fodla(ekmek) verilmektedir. Hayvanlar aynı ekilde bedâva bakılmaktadır. Kervan, bin ki ilik olsa gene aynı ihtimam gösterilmektedir. 9 15. asrın ilk yıllarında Bursa da yedi imâret vardı. Alman seyyahı Schiltberger e göre bu imâretlerde Hristiyan, Mûsevî veya putperest olmasına bakılmaksızın, her yoksul, yiyip içebiliyordu. Yine bir Yahudi hacısı olan Samuel Ben Davit Yem el, 17. asır ortalarında (1641-1642) üç arkada ıyla Mısır dan stanbul a kadar 67 gün yolculuk yaptıklarını; yolculuk boyunca (Kahire, Kudüs, Nablus, am, Humus, Hama, Halep, Antakya, stanbul) yol güzergahında her gece bir han veya kervansaray bulduklarını ve buralarda misafir edildiklerini, bunlardan mahrum iki küçük kasabada ise, yolculara tahsis edilmi misafir odalarında a ırlandıklarını, köylüler tarafından kendilerine yemek ikram edildi ini belirtmektedir. 10 Polonyalı seyyah Simeon ise konuyla alâkalı intibalarını: Türkler o kadar hayır seven bir millettir ki, her sokak ba ına bir çe me yapmı lar ve gelen geçenin içebilmesi için yanlarına taslar koymu lardır. Köylerde, yol kenarla- www.sizinti.com.tr