İktisat Tarihi I 27-28 Ekim 2016
Anadolu Selçuklularda Dış Ticaret Türk ve Müslümanlar ülkeler arası dış ticarette de etkindiler. Arap tacirler Kuzey in zenginliklerini Güney e, İranlı tacirler Doğu nun zenginliklerini Batı ya, Yarımada üzerinden ulaştırıyordu. Antalya nın fethi teşebbüsünün başarısızlıkla sonuçlanması Selçuklu Devleti nin dönüşümüne büyük bir ivme kazandırdı.
XII. yüzyılın sonlarına doğru Serbest ticaret siyasetinden geri adım atma düşüncesi Selçuklu merkezine hakim olmaya başladı. 1082 de Anadolu nun büyük bir kısmı Türkler tarafından zapte edilmiş olsa da Venedikliler siyasî muhatap olarak Bizans ı kabul ediyordu Antalya nın ele geçirilmesi burada çıkarları olan güçleri bir anda Selçuklu Devleti nin muhatabı haline getirmişti.
XIII. yüzyıl Selçuklu Türkiyesi nde ticarî hayatın canlanması için konjonktür de oldukça müsaitti. Anadolu yarımadası Venediklilerle birlikte Latinleri, Pisalılar, Cenevizlileri de ağırlıyordu. Selçuklu Türkiyesi, sadece Mısır için değil diğer İslam ülkeleri için de önemliydi Sultan ın ekonomik amaçlı önemli bir seferi de 1227 yılındaki Kırım seferidir.
Kırım Sinop Gürcistan Samsun İstanbul Trabzon Amasya Ankara Foça Konya İzmir Ayasuluğ Bayburt Sivas Kayseri Tebriz Malatya Mardin Antalya Alanya Eğirdir, Burdur, Denizli Erzincan Erzurum Halep Kıbrıs İskenderiye Şam Bağdat
Selçuklu menfaatine ters düşen gelişmeler, I. Alaeddin Keykubad ın Karadeniz siyasetine ağırlığını koymasına zorunlu hale getirdi. Pazarlar ve yılın belli bir döneminde kurulan panayırlar bu mübadele hacmini artırıyordu. Eşkıyalık ve tabiat şartlarının getirdiği güçlükler Yarımada dan gelip geçen yolcuların ve kervanların güvenliğini tehlikeye sokuyordu.
Ticaret güzergahlarının üzerindeki şehirler kısa zamanda hem iktisaden hem de nüfus bakımından büyüdüler PARALAR Tarihin çok eski çağlarından beri altın ve gümüş gibi değerli madenler, mübadele aracı olarak kullanılmıştır Türkler Orta Asya da zengin bir ülkeye sahip değillerdi.
Selçuklu Sultanları çok dikkatli davranmışlar, altın, gümüş gibi kıymetli madenlerin yurtdışına çıkarılmasını yasaklamışlardır. Anadolu nun coğrafik konumu ülkeye değerli madenlerin girişini kolaylaştırmaktaydı. Türkmenler Anadolu yu fethederken yerli para sistemine pek dokunmamışlardır. Sikke darbında kullanılan bu madenler, altın, gümüş ve bakırdan ibarettir.
Bakırdan gümüşe ve altına geçiş bir yönüyle talebin genişlediğini gösterir. Türkiye Selçukluları ticareti teşvik ederken bununla uyumlu bir para politikası izliyorlardı. Selçuklu dinarlarının alışılan vezni, 1252 ye kadar istikrarını büyük ölçüde muhafaza etmiştir. Anadolu nun İlhanlı devletine katılmasını takiben kağıt para tecrübesi gündeme gelmiştir
Osmanlılar, 1327 ye kadar son Selçuklu Sultanı II. Mesud un kestirdiği sikkeleri kullanmışlardır Diğer beyliklerde de küçük ölçeklerde gümüş paralar darp edildiği görülmektedir. Bakır sikkelerin alım gücünü hesap edebilmek için dönemin ağırlık ölçüleri incelenmelidir. Piyasada mevcut bakır sikkeler, gümüş sikkelerinin ihtiva ettiği gümüş madeni oranıyla bağlantılı olarak değer kazanmakta veya kaybetmekteydi.
Sikkeler, kesildikleri dönemle ilgili çok yönlü ipuçları verdiklerinden dolayı tarihi öneme sahip belgelerdir. Selçuklu siyasî birliğinin parçalanması ve dahilî muharebeler ticareti olduğu gibi, para piyasasını da etkilemiştir. Madeni para sisteminde paranın nakli önemli bir meseledir. Cehbezlerin mevduat topladıkları ve özellikle devlete kredi verdikleri bilinmektedir.
Bankalar Avrupa da ilk defa 15. yy başlarında İtalya da ortaya çıkmıştı. KAMU MALİYESİ Selçukluların iktisadi yükselişini ve gerileyişini gösteren en sağlam maddi delil devletin gelirleridir. Selçuklu ülkesinde, günümüzde vergi olarak alınan hususları üç türlü ifade edebiliriz. Selçuklu ülkesinde; öteki Türk ülkelerinde olduğu gibi, bazı vergiler Şer i=dinî kökenli, buna karşılık bazıları Türk örfünden gelmektedir.
İkta sistemi içerisinde zirai vergiler hazineye girmeden sipahilerin maaşlarını teşkil ediyordu. İslamın getirdiği ve müslüman olmayanlardan alınan vergi türü olan cizyenin önemli miktarda olduğu biliniyor. I. Alaaddin Keykubad döneminden sonra yerine geçen II. Gıyaseddin Keyhüsrev zamanında ülke iktisadi, malı ve siyasi bunalımlara itilmiştir.
Selçuklularda mali işlere Divan-ı İstifa bakmakta ve bu divanın başkanına müstevfi denilmekteydi. Selçukluların son döneminde Moğolların istilasıyla birlikte toprak sistemi bozulmuş ve devlet toprakları satılıp özel mülk haline getirilmeye başlanmıştır.
Osmanlı Devleti nin Doğuşu Osmanlı Devleti gibi siyasal sistemler üstün körü bakıldığında tuba ağacına benzer
Kapitalizm öncesi ekonomi biçimleri siyasal güç yani devlet özel mülkiyete sahip olan bir sınıfın gücüne dayanır. Bunlarda devleti kuranlar işlerinde kullanacakları adamları etraflarına topladıktan sonra o devleti güdenler, bu gücü ne toprak senyörlüğünden ne de köle sahipliğinden elde ederler. Kazandıkları serveti ekonomik üretime yatırmazlar. Savaş yolu ile bu serveti arttırmanın yolunu tutarlar.
Despotizm ceberrutluk, istibdat yahut tiranlık değildir İlk defa Aristo tarafından kullanılan kavram Modern Çağ düşününde tekrar diriltilmiştir. Greklerin yanlış benzetişine rağmen despot köle sahibi değil, kul sahibidir. Despotluk sistemi kulluk kuralına dayanan sistemdir.
İbn Haldun un mukaddime adlı eseri despotluk devleti denen devlet türünün altında yatan felsefeyi vermektedir. İbn Haldun un Doğu ve İslam devletleri modelinin Osmanlı modeline uyduğunu Osmanlı tarihçileri de çok erkenden görmüşlerdir. İlk zamanlarda Osmanlı hükümdarlarına Sultan Ya da Padişah denmezdi. Gaza ve akın bir çeşit ekonomik teşebbüs ve birikim türüdür.
Doğu devletlerinin çoğunluğu bir kişinin soyunun hanedan haline gelişi çeşidinden olan devletlerdir. İlk Osmanlılar da Selçuklu idaresi usulüne göre bir dirlik kazanan kişiler iken, yeni bir siyasal güç geliştirmeye başladılar. Han ya da Sultan toprak üzerine egemenliği kendine, onun gelir ve savaş gücü kaynağı olarak bakımını tımar denecek olan toprak birimlerinin başına konan silah arkadaşı gazilere, toprakta ekip biçme, pazarda alış veriş etme özgürlüğünü de reaya ile berayaya tanıdı
Birinci dönemde Osmanlı devleti feodal yapılı bir beylik ya da devlet olarak kurulmamıştır. Fatih Sultan Mehmet ve İstanbul un fethi ile bu ikinci döneme kesin olarak girilmiştir. Üçüncü dönemde III. Murat zamanından başlayarak devlet müesseselerinin iç zıtlaşmaları belirir. Dördüncü dönem bu iç zıtlaşmaları sistemin kendi ana prensiplerine göre çözümleme, eski düzeni zorla diriltme çabaları dönemidir.
İbn Haldun un şemasına göre çökük bir gücü taze bir gücün yıkmasının ardından yeni bir döngünün başlaması gelecekti. Osmanlı İmparatorluğu nda Devlet ve Ekonomi Osmanlı Devleti 14-16. yylardaki tedrici inkişafı içinde teşekkül eden ana vasıfları ile 19. yüzyılın ilk yarısına kadar köklü bir değişiklik geçirmeden yaşadı.
Klasik Osmanlı sisteminde iktisat politikası siyasi, dini, askeri, idari veya mali hedef ve düşüncelerle iç içe birbirinden ayırt edilmesi zor bir karmaşıklık içinde bulunurdu. İktisadi fonksiyonların bürokratik organizasyonda belirli bir organı olmadığı gibi toplum içinde de iktisadi olaylar belirgin bir nitelik göstermezdi
Toplumun iktisadi hayatını etkilemiş olan bu devlet faaliyetlerinde uzun vade boyunca değişmeden kalmış belirli ilkeleri tespit etmek mümkündür. İAŞE İLKESİ İktisadi faaliyet ve bu faaliyetten doğal mal ve hizmetlere başlıca iki açıdan bakmak mümkündür İaşe ilkesine göre iktisadi faaliyetin amacı insanların ihtiyacını karşılamaktır.
Bu ilkeyi geçerli kılabilmek üzere Osmanlı Devleti ekonomide mal arzını bollaştırmak, Mal kalitesini yükseltmek fiyatını düşük tutmak için üretim ve ticaret üzerinde sıkı şekilde yürütülen bir müdahaleciliği benimsemiş bulunmakta idi. Zirai üretim her şeyden önce başlıca tüketim bölgesi olan kazanın ihtiyaçlarını gidermek zorunda idi Yurtiçi ihtiyaçların tümü karşılandıktan sonra fazla kalan mal varsa onun ihraç edilmesine müsaade edilirdi.
GELENEKÇİLİK İLKESİ İaşe ilkesi öylesine yerleşmiştir ki ikinci bir ilkenin de doğmasının başlıca etkeni olmuştur. Ziraat, esnaflık ve ticarette iaşe ilkesinden kaynaklanan düzenlemelerin hedefi üretim ile tüketimin dengede tutulmasıdır Men-i israfat diye bilinen yasaklamaların önemli bir kaynağı budur. Dengenin korunmasında yalnız tüketimin değil üretimin de kontrol altında tutulması gerekiyordu.
Uzun deneyim ve uyarlamalarla oluşmuş olan üretim ve istihdam yapısının değişmeden kalmasına özen gösterilirdi. Gelenekçilik çeşitli düzeylerdeki geleneklerin bir demet halinde sürdürülmesine ait tutarlı ve sistematik bir tutumu ifade eder. Avrupa'da modern zamanların başlarından beri değişmelerden rahatsız olan kesimler değişmeyi ortadan kaldırmak yerine uyum sağlamaya temayül ederler
Kadim olana uyma zorunluluğu hukuki prensip hükmündedir. İktisadi hayatın gündelik akışı içinde Osmanlı toplumunda değişmenin hiç olmadığını söylemek de gerçeğe uygun değildir. FİSKALİZM İLKESİ Fiskalizm hazineye ait gelirleri mümkün olduğu kadar yüksek düzeye çıkarmaya çalışmak ve ulaştığı düzeyin altına inmesini engellemektir.
Avrupa da fiskalizm esnek ve değişken bir nitelik kazanabilmişken Osmanlıda ise pazar ilişkilerinin hacmi genellikle düşük düzeydeydi Fiskalizm ana hedefi ve esas unsuru olan gelirleri yükseltme konusunda çeşitli zorluk ve sınırlamalara maruz bulunmaktaydı Objektif diye nitelendirdiğimiz şartlar devletin ekonomiden nakden yani parasal olarak alabileceği payı çok sınırlı bir düzeyde tutuyordu.
Ekonominin subjektif şartlarından doğan zorluklar İaşe ilkesi ile gelenekçiliğe dayanan düzenlemeler dünyası parasal ilişkilerin yani ticaret ve mübadele alanının genişlemesini sınırlandırmakta idi. Parasal ilişkilerin genişlemesi sosyal/siyasal düzen ve hiyerarşiyi de bozabilecek yeni ve etkili bir sosyal zümrenin doğması ve gelişmesi ile sıkı sıkıya alakalıydı. Fiskalizm aşılması zor görünen bu sınırlar içinde sıkışıp kalmıştır.