SAHNEYE ÇIKAN İLK TÜRK KADINI AFİFE JALE BAKİ SARISAKAL
SAHNEYE ÇIKAN İLK TÜRK KADINI Sahne sanatı. Batıda bile birçok zorluklarla mücadele ederek gelişti.. Sahne sanatına gem vurmaya çalışan kara kuvvetlerin en başında o devrin düşünce hayatına istikamet veren Ortaçağ taassubu ile Kilise gelmekte idi. Kilise tiyatroyu kendi emrine aldıktan ve kendi emellerine alet ettikten sonradır ki, Batıda sahne sanatı gelişmek imkânını bulabildi. Memleketimize gelince bizde sahne sanatının gelişmesi ancak Tanzimat tan sonra mümkün olabildi. Bu sanat kolunun öncüleri ise Ermeni sanatçıları idi. 1856 yılına kadar, yalnız yabancı sanat teşekkülleri İstanbul a gelip temsiller verirlerdi. İlk defa olarak 1856 yılında Mığırdıç Beşiktaşlıyan adlı bir Ermeni gencinin teşebbüsü ile yerli bir amatör tiyatro grubu kuruldu. Bu grup ilk zamanlar yalnız evlerde temsiller vermekte idi. Ancak 1867 yılı Ocak ayının birinci günü Ortaköy Ermeni Katolik Okulunda umuma mahsus bir temsil verildi. Bu tarih bizde ilk yerli tiyatronun doğuşu olarak kabul olunabilir. Ortaköy Bu amatör tiyatro grubunun profesyonel bir tiyatro haline gelebilmesi için aradan daha 3-4 yıl geçmesi gerekti. Böylece ancak 1861 yılı sonlarında Beyoğlu nda açılan Şark Tiyatrosu nda devamlı temsillere başlanabildi. Tamamıyla Ermeni sanatçılardan kurulan bu ilk yerli tiyatromuz daha ilk adımında çeşitli engellere karşılaştı. Bu engellerin en başında kadın artist yokluğu gelmekte idi. Çünkü o devirde Ormanlı İmparatorluğunda- Müslümanlarla, Hıristiyanların sahne sanatkârları hakkında ki görüşleri hemen hemen birdi. Sahneye çıkan erkeklere bile iyi bir gözle bakmayan umumî efkâr sahne sanatkârı kadınlara karşı umumiyetle pek zalim ve merhametsizdi. Bunun içindir ki memleketimizde sahne hayatının başladığı 1857 yıllarında okul temsillerinde amatör gruplarda sahneye çıkan Ermeni kızlarına yapılan şiddetli hücumlar karşısında ortadan çekilmek zorunda kalmışlardı. Bunun tabii sonucu olarak o zamanlar kadın rollerini tıpkı eski orta oyunlarında olduğu gibi genç ve yakışıklı erkeklere oynatmak gereği ortaya çıkmıştı. Nitekim 1860 yılında Beyoğlu nda Naum Tiyatrosunda temsiller vermeğe başlayan bir Ermeni grubu kadın artist bulmakta zorluk çekmiş sonraları pek meşhur olan Minakyan Efendi ilk defa olarak o zaman bir kız rolünde sahneye çıkarak dikkati çekmişti.
1857 yılında taassup çemberini kırarak ilk sahneye çıkan Ermeni kızı Aruşyak Papazyan adlı genç ve güzel bir öğretmendi. Bu tertemiz aile kızının sahneye çıkışı etrafta genel bir itimat uyandırmış ve bunun arkasından Agavni Papazyan, Yeranuhi Karakaşyan gibi Ermeni kızları da birer birer sahneye çıkmışlardır. Ermeni kadın sanatkârlarından sonra Türk kadınlarını sahnede görebilmemiz için aradan daha 50-60 yıl geçmesi gerekti. Refik Ahmet Sevengil Yakın Çağlarda Türk Tiyatrosu isimli eserinde aktör Fehim Efendi den naklen daha İstibdat Devrinde Kadriye adlı bir Türk kadınının Amelya adı altında sahneye çıktığını yazıyorsa da bunu bir istisna olarak kabul etmemiz lazımdır. Türk kadını ancak Birinci Dünya Savaşı nın ekonomik ve sosyal hayatımızda yarattığı büyük değişikliklerden faydalanarak sahneye çıkabilmiştir. Dört yıl süren Birinci Dünya Savaşı her yerde olduğu gibi memleketimizin erkek nüfusunda da bir azalma yaratmıştı. Yeranuhi Karakaşyan Daha Savaşın içinde bulunduğumuz sıralarda kadınlar erkeklerden boşalan fabrikalarda, müesseselerde, bankalarda, telefonda, postahanelerde erkek kardeşleriyle yan yana çalışmaya başlamıştı. Harbin sona ermesiyle beraber genişleyen iş hacmi daha çok sayıda kadın nüfusunu iş hayatına çekti. Bu vaziyet ister istemez kadım eve kapayan köhne zihniyete de esaslı bir darbe indirmiş, kadına erkekle eşit haklar taşıyan yepyeni bir anlayış ortaya çakmıştı. Bu yeni anlayıştan faydalanan Darülbedayi İstanbul Şehir Tiyatrosu ilk defa olarak 1918 yılında beş Türk kızını da talebe olarak kadrosuna akmıştı. O zamanlar İstanbul da çıkmakta Temaşa Mecmuasının (Sahne Haberleri) sütununda bu olay şöyle nakledilmekteydi: Darülbedayie iştirak eden Türk hanımlarının sayısı beş - altıyı bulmuştur. Her biri şehrimizin itibarlı ailelerine mensup olan bu hanım kızlardan çalışkanlık ve ciddiyet bekler, bütün Türk sahne hayatının ümitleri onlar olduğunu bir kere daha tekrarlarız. 1 Bu henüz bir adımdı. Ortada aşılması gereken bir yığın engel, bilhassa resmi mevzuat vardı. Nitekim bu beş kız öğrenciden Afife Hanım 500 kuruş maaşla artist yardımcılığına tayin edildiği, bir sene kadar da muhtelif eserlerin provalarında çalıştırıldığı halde nedense bir türlü sahneye çıkarılamıyordu. Bu hal devrin aydınları aracında ciddi bir üzüntü konusu teşkil etmekteydi. Nitekim yine Temaşa Mecmuasında ( Gençlik ve Türk Kadın Artistleri) başlıklı bir yazıda şöyle denilmekte idi: Bence burada sahne hayatı namına büyük, devamlı bir üzüntü ve arzu teşkil eden hayati bir meseleye temas etmeden geçemeyeceğim. Bu da Türk kadın sanatkârlarıdır. Bence de sahne sanatını ihtiyaç haline getirebilmek.. Ondan umulan hizmet ve faydayı temin edebilmek için biricik büyük çare sahnede öz dilimizi kadınlarımızın ağzı ile söyleyebilmektir. Kadın sahne sanatkârları bugünkü hallerinde kaldıkça son zamanlarda kalemlerime birbirlerinin gözlerini oyan genç, ihtiyar bütün edebiyatçılar ideal sahne dilini beraber bulsalar ve ideal sahne eserlerini vücuda getirseler bile, o esere can verecek olan sanatkârların bazıları başka bir dilin nağmesini, dilimizin cazib ahengine karıştırdıkça, temsilin iyiliğini gösteren barometre daima düşük dereceyi göstermeğe mahumdur. 1 Temaşa 16 Ocak 1919, Sayı: 13
Güzel sanatların birçok kollarında erkek arkadaşı ile diz dize çalışan kız kardeşlerimiz, bankalarda, mağazalarda, hastanelerde erkek meslakdaşı ile el-ele iş gören kadınlarımız, güzel sanatların bir topluluğu olan sahnede de arkadaşı, sanattaşı, hayır kardeşi ile yan yana hizmet etmelidir. Hiç olmazsa şimdilik üçüncü derecedeki rollerde, meselâ sahnede maşlahını çıkarmayan bir misafir hanım, başörtülü bir hizmetçi vesaire gibi küçük rolleri oynamak üzere yetenekli Türk hanımlarını sahneye çıkarabilsek... 2 Bu çeşit yazılar devrin günlük gazetelerinde de sık sık görülmekteydi. Türk kadının sahneye çıkışı için gerekli ideolojik temel böylece hazırlanmış bulunuyordu. Bu hazırlığın ilk neticeleri belirmekte gecikmedi: 1919 yılı temsil sezonunda Hüseyin Suat Bey in Yamalar piyesi, Kadıköy de Apollon Sinemasında (şimdiki Raks Sineması) temsil olunacaktı. Bu piyesin baş kadın Emel rolünü vaktiyle Eliza Binemeciyan oynamıştı. Afife Jale Hâlbuki o şıralarda Eliza Hanım, Darülbedayiden ayrılmış bulunuyordu. O sırada Darülbedayinin kadın sanatkârları içinde bu rolü oynayacak kadın sanatkâr yoktu. Hatıra Afife Hanım geldi. Daha önce Darürülbedayi ile münasebetleri olduğu için Afife yi bulmakta güçlük çekmediler. Afife sevinçle kabul etti. Afife bu rolde büyük başarı kazandı. Halk onu çılgınca alkışladı. İkinci hafta Tatlı Sır oynanırken. Afife, polis müdahalesine maruz kaldı. Fakat artık ok yaydan çıkmış, Afife, sahne hayatımızda hâkim olan bir zihniyeti yıkmıştı. Onun arkasından, Afife ve bazı arkadaşları adeta bir suç gibi çeşitli isimler altında veya bu tiyatro grubunda sahneye çıktılar ve bu suçlarından ötürü takibata uğradılar. Muhsin Ertuğrul ve Bedia Muvahhit Ateşten Gömlek Filminde 2 Temaşa 16 ocak 1920, Sayı: 25
Afife Hanımın sahneye çıkmasından bir müddet sonra. Halide Edip in (Ateşten Gömlek) romanı filme alınacaktı. (Ateşten Gömlek). Anadolu daki Kurtuluş Savaşında geçen bir aşk faciasını canlandırmakta idi. Bu filmde rol alacak kadın sanatkârlarının mutlaka Türk olması lazımdı. Gazetelere ilan verildi. Nihayet Neyyire ve Bedia adlı ikisi de öğretmen o an. İki Türk kızı bu filminde rol almağı kabul ettiler. 1922 de çevrilen ve 1923 de Türkiye nin her tarafında gösterilen bu film büyük bir ilgi uyandırdı. Bu başarı ve ilgi gerek Neyyire nin ve gerek Bedia nın sahneye çıkması için bir vesile teşkil etti. Neyyire bu film münasebetiyle Ertuğrul Muhsin le tanışmıştı. Onun aracılığı ile 1923 te Darülbedayie girdi. 1924 te Şehzadebaşı nda Ferah Tiyatrosunda temsiller veren (Ertuğrul Muhsin ve Arkadaşları) topluluğuna katıldı ve ilk şöhretini burada yaptı.. Bedia ise 1921 yılında aile dostlarından Muvahhid Beyle evlenmiş bulunuyordu. İzmir in geri alınmasından sonra Darülbedayi sanatkârlarından bir grup temsiller vermek üzere 1923 yılında İzmir e gitmişti Muvahhid Beyde bu grupta görev aldığı için Bedia da onlarla birlikte İzmir e gitmişti. Bedia Muvahhid O sıralarda İzmir de bulunan Mustafa Kemal Paşa sanatkârları kabul etti. Bir konuşma sırasında aralarında Türk kadın sanatkârlar olup olmadığım sordu. Olmadığını öğrenince, Muvahhid e dönerek: Mesela karınızı niçin sahneye çıkarmıyorsunuz diye sordu. Bu bir işaretti. İbnirrefik Ahmet Nuri Beyin (Ceza Kanunu) temsil olunacaktı. Bedia bu temsilde rolünü büyük bir başarı ile oynadı. Böylece Türk sahnesinin Bedia Muvahhidi de doğmuş oldu. Aynı yıl içinde yani 1923 te Şaziye Moral da sahneye çıkmıştır. Şaziye Hanım daha Mütareke yıllarında. İsmail Faik Bey in kurduğu Hizmeti Umumiye Acentası nda memurdu. Bir aralık İsmail Faik Bey Darülbedayi den ayrılan sanatkârlarla birlikte (Yeni Sahne) yi kurdu. Günün birinde Darülbedayi sanatkârları eski yerlerine yani Darüibedayi ye döndüler. Neyyire Hanım
Şaziye Moral Halide Pişkin Artistsiz kalan İsmail Faik Bey (Yeni Sahne) yi yürütebilmek için dışarıdan artist bulmak zorunda kaldı. İşte bu sırada müessesinde çalışan Şaziye de hatırına geldi. Böylece Şaziye 1923 yılında sahneye çıkmış oldu. Bunların arkasından Halide Pişkin» 1924 yılında, yine İzmir de sahneye çıktı. 3 3 Yirminci Asır 25 Aralık 1958, Sayı: 332