Egemen Gürgen TURK- 101-24 21302449 ANADOLU TOPLUMUNDA MÜCADELE RUHU Memleket şairimiz Nazım Hikmet in kaleme aldığı, coşkulu anlatımıyla beni sarsan, öncesinde 29 Ekim de Eskişehir Şehir Tiyatroları tarafından sergilenen oyununu izlemiş olduğum Kuvayı Milliye Destanı; Nazım ın alışılmamış tarzı, derin bilgisi ve epik anlatımıyla beni duygulandırdı. Doğduğum toprakların her yöresinden gelen insanların tek bir amaç uğurunda, kolay yolları görmezden gelerek, coşkuyla ve hevesle gözlerini kırpmadan kavgaya atılması; farklı bölgelerin, farklı çıkarların ve farklı inanışların özgürlük tutkusuyla birleşmesi, geçmişimizden imrenmemiz gereken en büyük olgudur bence. Yedikleri ekmekleri haricinde bir tek taşıdıkları canları olan halkımız: Karadeniz deki kayıkçılar, Urfa daki silahşorlar gibi Anadolu nun her yöresinden izler taşıyan insanlar kendi hayatlarının önünde tuttuğu memleketleri uğruna verdikleri mücadele bir ders niteliğinde olmuş. Kişiler hakkındaki detaylı anlatımlar beni çok derinden etkiledi, bir araştırma yapmadım ama şiirdeki kişiler bir kurgunun ürünü olsalar bile çok gerçeklerdi. Herhangi bir emperyalist ülkenin himayesi altına girip kolay yolu seçmek varken, aç susuz, parasız bir şekilde özgürlüklerini, hayatlarına tercih etmiş bir neslin; işbirlikçi olup refaha ulaşabilmek varken, bir kamyonu yürütebilmek uğuruna ayazda donunu gömleğini çıkarıp patlak tekeri dolduranların hikâyesidir Kuvayi Milliye. İstanbul da, yemek bulamayan insanlarla, şarabı su gibi akıtanlar; Adapazarı nda, İngiliz askerlerinin atlarına yedirdiği yemleri yiyemeyen insanlar, imparatorluğun o günkü durumunu ve zenginle fakirin arasındaki farkı anlamamı sağladı. Tüm bu duruma, İngilizlerin ve Amerikalıların vaat ettiklerine rağmen bağımsızlık için iradesinden sapmayan bir halkın zihniyeti, bugünün dünyasında ceplerindeki kredi kartlarına ve evlerindeki televizyonlarına köle olan insanlığın en çok ihtiyaç duyduğu şeydir. Karayılan olmazdan önce kara yılanın encâmını görünce haykırdı avaz avaz ömrünün ilk düşüncesini. «İbret al, deli gönlüm, demir sandıkta saklansan bulur seni, ak taş ardında kara yılanı bulan ölüm.
Ak kayada saklanan kara yılanı bulan ölüm, saklanan herkesi bulacaktı elbet. Saklanmakla bir yerlere varılamazdı demek. Madem ölüm kaçınılmazdı, o zaman kovalanacaktı. Kaybedecek bir şeyi olmayan halk kendi kahramanlarını kendi yaratmıştı ve kaçınılmaz sonu kovalamaya başlamıştı. Ülkenin dört bir yanından anlatılan hikâyelerin hepsinde hainlere bir sitem var. Mandacılar da, Alman İmparatorluğu nun peşinden gidenler de, Halife ve hatta Mehmet Akif Ersoy da Nazım ın eleştirilerinden paylarını almış. -Bizim İstiklâl Marşı'nda aksıyan bir taraf var, bilmem ki, nasıl anlatsam, Âkif, inanmış adam, fakat onun, ben, inandıklarının hepsine inanmıyorum. Meselâ, bakın : «Gelecektir sana vaadettiği günler Hakkın.» Hayır, gelecek günler için gökten âyet inmedi bize. Onu biz, kendimiz vaadettik kendimize. Bir şarkı istiyorum zaferden sonrasına dair. «Kim bilir belki yarın...» Bu eleştirilerde aslında anlatılmak istenen, memleketin durumu, ona hainlik yapanlar, millete her türlü cazip öneriyi sunanlara karşın, halkın güçlü vatanseverliği, yardımlaşması ve eserde de dediği gibi zincirlerinden başka kaybedecek bir şeyleri olmaması sayesinde kendilerinden her şekilde üstün olan düşmanı yenmeleridir. Bir anlamda içimizde sönmeye yüz tutmuş olan direniş aşkını, geçmişin şanlı direnişçileri olan Kuvayı Milliye yoldaşlarını ve değişimin her zaman halktan başladığını önümüze sermiştir Nazım Hikmet. Şiir ayrıca kadınlarımız diyerek, onların bugüne kadar ezildiğini, sofrada inekten sonraya konulduğunu, hep ikinci plana atıldığını anlattığı Türk kadınının, Milli Mücadele dönemindeki yerini de anlatarak dikkatimi sosyal eşitliğin önemine ve gerekliliğine çekti. Ve kadınlar birbirlerinden gizliyerek bakıyorlardı ayın altında geçmiş kafilelerden kalan öküz ve tekerlek ölülerine. Ve kadınlar,
bizim kadınlarımız : korkunç ve mübarek elleri, ince, küçük çeneleri, kocaman gözleriyle anamız, avradımız, yârimiz ve sanki hiç yaşamamış gibi ölen ve soframızdaki yeri öküzümüzden sonra gelen ve dağlara kaçırıp uğrunda hapis yattığımız ve ekinde, tütünde, odunda ve pazardaki ve karasabana koşulan ve ağıllarda ışıltısında yere saplı bıçakların oynak, ağır kalçaları ve zilleriyle bizim olan kadınlar, bizim kadınlarımız şimdi ayın altında kağnıların ve hartuçların peşinde harman yerine kehribar başaklı sap çeker gibi aynı yürek ferahlığı, aynı yorgun alışkanlık içindeydiler. Ve on beşlik şarapnelin çeliğinde ince boyunlu çocuklar uyuyordu. Ve ayın altında kağnılar yürüyordu Akşehir üstünden Afyon'a doğru. Huzurunu ve refahını bırakıp; Ankara da öğretmen önlüğünü çıkarıp, eline tüfek alarak cepheye koşan öğretmenlerin, ülkesi hakkında hiçbir fikri ve hayatı uğurunda hiçbir amacı olmayan cahil kimselerin bir amaç uğruna birleşmesi, ulus-millet anlayışının yeni yeni benimsenmeye başlandığı bir toplumda, bu kadar net bir refleks halinde kendini göstermiş. Bu birlik duygusu, ileriki dönemlerde Türkiye Cumhuriyeti nin temel ilkelerinin uygulanmasını kolaylaştırmış olmalı diye düşünüyorum. Şairin hemen hemen tüm tasvirleri ve benzetmeleri halk edebiyatı kökenli olmuş. Nazım ın diğer şiirlerinde gördüğümüz fütüristtik ögeler burada da yok değil. Silahları, araç isimlerini ve mekanizmalarını sık sık işlemiş. Bu ögeleri, genelde düşmanın teknolojisiyle Türklerin süvari temelli geleneksel ordusunun farklarını ortaya koymak istediği için, atların mekanizması yok gibi sözlerle desteklemiş. Kavgadan önce bahçıvan olan, kavgadan sonra da bahçıvan kalan bir askeri anlatarak, bu büyük mücadeleyi hiçbir kişisel çıkar uğuruna vermemiş olan milletini anlatan Nazım, yaşayıp bu günleri görseydi Türkiye de rant için insanların neler yaptığını bilmek
onu çok üzerdi herhalde. Rahatlığın bize battığı bu dönemlerde, hiçbir şeyden memnun olmamak moda olmuş, insanlar başlarına gelen olaylara kader yahut fıtrat diyerek boyun eğer hale gelmiş, bırakın elindekilerle yetinmeyi, hayalleriyle bile yetinemez olmuş. İşte insanlığın doyumsuzluğa ulaştığı bu çağlarda, Kuvayi Milliye ders olarak okutulmalı. KAYNAKÇA Kuvayi Milliye Destanı / Nazım Hikmet