Tolga İlikli Albert Camus Yabancı Sevgisiz Kitabın isminin Yabancı olması ve kitabın 1957 Nobel Edebiyat ödülünü alması, anlayamadığım bir şekilde dikkatimi çekti ve tereddüt etmeden aldım. Belki de yabancı kelimesi bu kitapta kendimden bir şeyler bulacağımı düşündürttü. Kitabın sonuna geldiğimde ise kendimden bir şeyler değil de bambaşka bir yaşantıyı tecrübe ettim. Varoluşçuluk felsefesini edebiyata aktaran Albert Camus, bu kitabında her olaya nesnel bir şekilde yaklaşan Meursault un dış dünyayla kendi bilinci arasındaki çatışmayı anlatmıştır. Zaten kitap iki kısımdan oluşuyor. İlk kısımda Meursault un kendi iç dünyasında duygulardan yoksun, nesnel bir biçimde dış dünyayı nasıl gördüğünü anlatır. İkinci kısımda ise
toplumun bir katile, duygusuz bir kişiliğe ve sadece topluma değil kendine karşı bile yabancı olan bir insana bakış açısını anlatır. Dış dünyaya karşı kendini yabancı hisseden insanlara rastlarız günümüzde. Bunun nedeni birazcık kültürel eksiklik, eğitim veya asosyallik olabiliyor. Bunlar kişisel bir eksiklik mi yoksa topluma karşı yabancılık mı bilemem ama kitaptaki kişilik için bambaşka bir yabancılık söz konusu. Onun yabancılığı sadece dış dünyaya değil bütün dünyevi duygulara ve kendine karşı. Meursalt un Bugün annem öldü. Belki de dün bilmiyorum. diye düşünmesi onun dünyaya karşı umursamaz tavırlarını açıkça okuyucuya hissettiriyor. Bir insan düşünün ki annesinin yaşını bile bilmiyor, annesinin cenazesinden hemen sonra yeni tanıştığı kadınla komedi filmine gidip onla gönül eğlendiriyor ve sırf güneşin sıcağından rahatsız olduğu için nedensizce bir insanı öldürebiliyor. Bu onun zihninde gayet doğal olaylar olarak kodlanmış. Hayata sadece nesnel yaklaşmak ve sadece fiziksel arzularının peşinden koşmak yaşam tarzı haline gelmiş. Duygularımızı işe katmadan, soğukkanlı bir biçimde olaylara bakmak, insanı duyguların getirdiği bazı acılardan izole edebilir ve insanı bir nevi mutlu edebilir. Ama kitaptaki gibi bir yaşantıyı okudukça adamın sinir bozucu derecede gerçekçi ve ahlaktan uzak yaşayışı, kötü bir şeyler olacağının sinyalini verdi bana. Nitekim öyle oldu. Kendi kendime sordum bu adam nasıl bu hale geldi ve toplumdaki
herkesten farklı bir yaşayış şeklini özümsedi diye. Genellikle insanlar küçük yaşlarda sevgiyi, ahlakı ve kendi içinden gelen duygularla yaşamayı ailesinden öğrenir. Bunların eksikliğinde ise kahraman katilimiz gibi biri ortaya çıkar. Kitapta Meursault un geçmişini aradım fakat geçmiş hayatından gelen hiçbir ize rastlayamadım. Yazar, Meursault un nasıl böylesine dünyaya ve kendisine yabancı hale geldiğini okurun kendi düşüncesine bırakmış. Bana göre bir insan sonradan edindiği nihilizm (hiçlik) felsefesiyle topluma ve dünyaya bu kadar yabancılaşabilir. Meursault un da bu felsefeden etkilendiğini düşünüyorum. Ne zaman öleceğinin bir önemi olmaması, hayatı yaşamanın bir anlamının olmadığını, dünyada yaptığın eylemlerin, kazandığın başarıların ve insanların bir önemi olmamasını düşünmek tabi ki insanı toplumdan soyutlar ve eylemsizliğe iter. Sırf yabancılaşmamak için her zaman toplumun size dayattığı düşünceyi uygulamak ve çoğunluğun tarafında olmak bir artı değildir. İnsanlar toplumdan farklı olabilir. Fakat ana karakterin düşündüğü gibi ölümü veya yaşamı basite indirgeyip her şeyi umursamazlıktan gelmek, sizi toplumda en büyük yabancı yaptığı gibi bir katil, tiksinilecek bir adam haline getirebilir. Yeryüzünde gerçekten böyle bir insanın yaşamadığına inanıyorum. Buna yakını vardır. Onların da en acımasız katiller olduğunu düşünüyorum. Fakat baktığımızda en acımasız katillerin bile en
azından sevdiği, güzel duygular beslediği birileri vardır elbette. Kahramanımızda o bile yok. Yazarın yarattığı bu absürt kişilikten, nasıl böyle bir insan olunmamalı dersini aldım. Çünkü ölüm ve yaşam basite indirgenecek şeyler değildir. Elbette ki her insan sadece fiziksel olarak ihtiyaçlarını gidererek hayatını yaşayabilir. Ama önemli olan kısacık hayatımızda duygularımızla, düşüncelerimizle ve ahlâki değerlerimizle birlikte yaşayıp sadece etten kemikten bir insan olmadığımızı hatırlamak gerekir.