PEROL KİRLENMESİ AÇISINDAN DENİZLERİMİZDE DURUM M. Levent ARTÜZ



Benzer belgeler
- Türkiye Denizlerinde Kirlenme Durumu

Gübre Kullanımının Etkisi

Gübre Kullanımının Etkisi

10. SINIF KONU ANLATIMI. 48 EKOLOJİ 10 BİYOMLAR Sucul Biyomlar

LOGO. Doç. Dr. Esin SUZER. Prof. Dr. Aynur KONTAŞ. Dokuz Eylül Üniversitesi Deniz Bilimleri ve Teknolojisi Enstitüsü Deniz Kimyası Bölümü

BİYOMLAR SUCUL BİYOMLAR SELİN HOCA

DENİZ BİYOLOJİSİ Prof. Dr. Ahmet ALTINDAĞ Ankara Üniversitesi Fen Fakültesi Biyoloji Bölümü Hidrobiyoloji Anabilim Dalı

TÜRKİYE EKONOMİSİ. Prof.Dr. İlkay Dellal Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Tarım Ekonomisi Bölümü. Ankara

MARMARA DENİZİ ARAŞTIRMALARI NİSAN 1994 ÖLÇÜMLERİ İLK BULGULAR M. Levent Artüz

Ötrifikasyon. Ötrifikasyonun Nedenleri

EKOLOJİ EKOLOJİK BİRİMLER

Ekosistem ve Özellikleri

ÇEVRE KORUMA SU KİRLİLİĞİ. Öğr.Gör.Halil YAMAK

DENİZ BİYOLOJİSİ Prof. Dr. Ahmet ALTINDAĞ Ankara Üniversitesi Fen Fakültesi Biyoloji Bölümü Hidrobiyoloji Anabilim Dalı

DENİZ BİYOLOJİSİ Prof. Dr. Ahmet ALTINDAĞ Ankara Üniversitesi Fen Fakültesi Biyoloji Bölümü Hidrobiyoloji Anabilim Dalı

DOĞA - İNSAN İLİŞKİLERİ VE ÇEVRE SORUNLARININ NEDENLERİ DERS 3

İyi kalitedeki yem seçimi ve yönetimi, Yoğun yetiştiricilik yapılan karides havuzlarında mekanik havalandırma yapılması, Mümkün olabildiğince su

ENERJİ AKIŞI VE MADDE DÖNGÜSÜ

ÇEV 219 Biyoçeşitlilik. Ötrofikasyon. Ötrofikasyon

SU KALİTE ÖZELLİKLERİ

BuNLarI BiLiYOr muyuz?

Ekosistemi oluşturan varlıklar ve özellikleri

ÇEVRE KORUMA ÇEVRE. Öğr.Gör.Halil YAMAK

Çizelge 2.6. Farklı ph ve su sıcaklığı değerlerinde amonyak düzeyi (toplam amonyağın yüzdesi olarak) (Boyd 2008a)

Marmara Kıyıları Hassas Alan Yönetimi

MARMARA VE BOĞAZLARIN EKOLOJİSİ VE DEĞİŞİMLER. M.Levent ARTÜZ Hidrobiyolog

TEBLĐĞ Çevre ve Orman Bakanlığından: KENTSEL ATIKSU ARITIMI YÖNETMELĐĞĐ HASSAS VE AZ HASSAS SU ALANLARI TEBLĐĞĐ ĐKĐNCĐ BÖLÜM

SU ÜRÜNLERİ VE KÜLTÜR BALIKÇILIĞI

I.6. METEOROLOJİ VE HAVA KİRLİLİĞİ

Çevre Biyolojisi

DENİZ BALIKLARI YETİŞTİRİCİLİĞİNDE SU KALİTESİ

Öğretim Üyeleri İçin Ön Söz Öğrenciler İçin Ön Söz Teşekkürler Yazar Hakkında Çevirenler Çeviri Editöründen

Çevre İçin Tehlikeler

ÜNİTE 4 DÜNYAMIZI SARAN ÖRTÜ TOPRAK

EKOSİSTEMLERİN İŞLEYİŞİ. Veli&Sümeyra YILMAZ

Kömür ve Doğalgaz. Öğr. Gör. Onur BATTAL

Çevre Yüzyılı. Dünyada Çevre

Ekosistem Ekolojisi Yapısı

Proje Adı ASİT YAĞMURLARININ BİTKİ YAPRAKLARI ÜZERİNE ETKİSİ. Proje Grubu KARINCA. Emrah AVCI Abdullah Bayram GÜRDAL

Resmi Gazete Tarihi: Resmi Gazete Sayısı: 26894

Ağır Ama Hissedemediğimiz Yük: Basınç

KUTUPLARDAKİ OZON İNCELMESİ

KANALİZASYONLARDA HİDROJEN SÜLFÜR GAZI OLUŞUMU SAĞLIK ÜZERİNE ETKİLERİ

SU BİTKİLERİ 3. Prof. Dr. Nilsun DEMİR

ARAŞTIRMA DAİRESİ BAŞKANLIĞI Atmosfer Modelleri Şube Müdürlüğü. 31 Ocak 1 Şubat 2015 tarihlerinde yaşanan TOZ TAŞINIMI. olayının değerlendirmesi

SORUMLU AMATÖR BALIKÇILIĞA GEÇİŞ

KOCAELİ İLİ YOL TOZLARINDA POLİKLORLU BİFENİL SEVİYELERİNİN BELİRLENMESİ. Demet ARSLANBAŞ* Mihriban CİVAN

ENERJİ YÖNETİMİ A.B.D. (İ.Ö.) TEZSİZ YÜKSEK LİSANS PROGRAMI GENEL BİLGİLERİ

TEKRAR DOLAŞIMLI ÜRETİM SİSTEMLERİNDE SU KALİTESİ ve YÖNETİMİ

Elçin GÜNEŞ, Ezgi AYDOĞAR

Hava Kirliliğinin Sucul Ekosistemlere Etkileri

I.10. KARBONDİOKSİT VE İKLİM Esas bileşimi CO2 olan fosil yakıtların kullanılması nedeniyle atmosferdeki karbondioksit konsantrasyonu artmaktadır.

ODORIENT. Biyolojik Koku Arıtma Sistemi.

İĞİ MEVZUATI ÇERÇEVESİNDE 2011 YILINDA ANKARA'DA YAŞANAN İĞİ. Erkin ETİKE KMO Hava Kalitesi Takip Merkezi Başkanı. 12 Ocak Ankara

Şekil Su ürünleri yetiştiriciliği yapılan havuzlarda fosfor döngüsü (Boyd and Tucker 1998)

Dünyada 3,2 milyon tona, ülkemizde ise 40 bin tona ulaşan pestisit tüketimi bunun en önemli göstergesidir. Pestisit kullanılmaksızın üretim yapılması

SU KİRLİLİĞİ HİDROLOJİK DÖNGÜ. Bir damla suyun atmosfer ve litosfer arasındaki hareketi HİDROLOJİK DÖNGÜ

Doğal Su Ekosistemleri. Yapay Su Ekosistemleri

KADIKÖY BELEDİYESİ ÇEVRE KORUMA MÜDÜRLÜĞÜ

T.C. ÇEVRE VE ŞEHİRCİLİK BAKANLIĞI ÇEVRE YÖNETİMİ GENEL MÜDÜRLÜĞÜ YER SEVİYESİ OZON KİRLİLİĞİ BİLGİ NOTU

1. Çevrede Kirletici Taşınımına Giriş

Ekoloji, ekosistemler ile Türkiye deki bitki örtüsü bölgeleri (fitocoğrafik bölgeler)

PROJE EKİBİ VE AKADEMİK DANIŞMANLAR


Başlıca Kıyı Tipleri, Özellikleri ve Oluşum Süreçleri

Prof. Dr. Osman SİVRİKAYA Zemin Mekaniği I Ders Notu

Meyve ve Sebze Depolanması ve İhracatında Kullanılan Modifiye Atmosfer Ambalajlarındaki Gelişmeler Doç. Dr. Fatih ŞEN

ORMAN VE SU İŞLERİ BAKANLIĞI İZLEME VE SU BİLGİ SİSTEMİ DAİRESİ BAŞKANLIĞI

1. Giriş ve çevrede kirletici taşınımı. ÇEV 3523 Çevresel Taşınım Süreçleri Doç.Dr. Alper ELÇĐ

Dünya nüfusunun her geçen yıl artması, insanları beslenme, giyinme ve barınma gibi temel ihtiyaçlarını gidermek için değişik yollar aramaya

DERS VI-VII Nüfus Artışı Küresel Isınma

Akvaryum veya küçük havuzlarda amonyağın daha az zehirli olan nitrit ve nitrata dönüştürülmesi için gerekli olan bakteri populasyonunu (nitrifikasyon

MOLEKÜLER EKOTOKSİKOLOJİ LABORATUARI

Atoller (mercan adaları) ve Resifler

SU KİRLİLİĞİ KONTROLÜ YÖNETMELİĞİ İDARİ USULLER TEBLİĞİ

ISTAKOZ KABUĞUNDAKİ KİTİN SAYESİNDE RADYASYONDAN KORUNUYORUM

PROJE KONUSU NASIL BULUNUR? Prof. Dr. Turan GÜVEN

Hangi balık ne zaman yenir? Çipura: Akdeniz ve Ege kıyılarında yaygın olan çipura ya seyrek de olsa Marmara da da rastlanır. Ege de Kasım, Akdeniz de

İÇİNDEKİLER SI BASKISI İÇİN ÖN SÖZ. xvi. xxi ÇEVİRİ EDİTÖRÜNDEN. BÖLÜM BİR Çevresel Problemlerin Belirlenmesi ve Çözülmesi 3

Hava kirleticilerinin çoğu havaya küçük miktarlarda katılır. Kirleticilerin yoğunluğu değişik biçimlerde ifade edilir.

DENİZLERDE BÖLGESEL SU ÇEKİLMESİNİN METEOROLOJİK ANALİZİ

ÇEV 219 Biyoçeşitlilik. Ekolojik Etkileşimler. Ekolojik Sistemler

ATMOSFERİK FAKTÖRLERİN MERMER VE GRANİT CEPHE KAPLAMA MALZEMELERİ ÜZERİNDEKİ PARLAKLIK KAYBINA OLAN ETKİLERİ

HAZIRLAYAN-SUNAN İSMAİL SÜRGEÇOĞLU DANIŞMAN:DOÇ. DR. HİLMİ NAMLI

Kategori Alt Kategori Program İçeriği Kazanımlar Dersler Arası İlişki I. HAYATSAL OLAYLAR

Katı Atık Yönetiminde Arıtma Çamuru. Enes KELEŞ Kasım / 2014

TOPRAK TOPRAK TEKSTÜRÜ (BÜNYESİ)

O2 tüketerek ya da salgılayarak ta redoks potansiyelini değiştirebilirler.

Toprak oluşum sürecinde önemli rol oynadıkları belirlenmiş faktörler şu

İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ AÇIK VE UZAKTAN EĞİTİM FAKÜLTESİ KAMU YÖNETİMİ LİSANS PROGRAMI TÜRKİYE'DE ÇEVRE SORUNLARI DOÇ. DR.

OTEKOLOJİ TOPRAK FAKTÖRLERİ

TOPRAK. Bitki ve Toprak İlişkisi ÇAKÜ Orman Fak. Havza Yönetimi ABD. 1

POYRAZ HES CEVRE YONETIM PLANI (ENVIRONMENTAL MANAGEMENT PLAN)

İÇ SU BALIKLARI YETİŞTİRİCİLİĞİNDE SU KALİTESİ

ADIM ADIM YGS LYS Adım EKOLOJİ 7 MADDE DÖNGÜLERİ (Su, Karbon ve Azot Döngüsü)

Bornova Vet.Kont.Arst.Enst.

VETERİNER İLAÇ KALINTILARININ ÖNEMİ ve VETERİNER İLAÇ KALINTILARI TEST METOTLARI. Beyza AVCI TÜBİTAK -ATAL 8-9 Ekim 2008 İZMİR

OZON VE OZON TABAKASI

BİYOKONSANTRASYON, BİYOAKÜMÜLASYON, BİYOMAGNİFİKASYON

DOĞU KARADENİZ VE BATI KARADENİZ ATMOSFERİ AEROSOLLERİ KİMYASAL KOMPOZİSYONUNUN KARŞILAŞTIRILMASI

Transkript:

M.B.B. Natural Resources 1991 12/1 PEROL KİRLENMESİ AÇISINDAN DENİZLERİMİZDE DURUM M. Levent ARTÜZ Giriş: Deniz kirlenmesi konusunda yayınlanmış bir çok eserde, laboratuar deneylerine dayanılarak, deniz ortamına dökülen petrol ürünlerinin, belirli bir zaman sürecinde bu ortamda bulunan miko-organizmalar, özellikle de bakteriler tarafından tümü ile ayrıştırıldıkları ileri sürülmektedir. Ancak bu deney sonuçlarının gerçek deniz ortamına ne kadar uyduğu henüz kesinlik kazanmış değildir. Deniz ortamında yapılan gözlemler de hidrokarbonların bir bölümünün mikrobiyolojik ayrışmaya uğradığını ortaya koymaktadır. Bazı araştırıcılar ayrışma hızının (Zobel 1964) hidrokarbonun türüne ve deniz suyunun sıcaklığına bağlı olarak değiştiğini ileri sürmektedirler. Ayrıca deniz suyunda bulunan besleyici tuzların (N ve P) miktarı da mikrobiyolojik aktiviteyi arttırdığından biyolojik ayrışma o oranda hızlanmaktadır. Tartışma: Besleyici tuzların az miktarda bulunduğu Akdeniz ekosistemi gibi ortamlarda, mikrobiyolojik ayrışmanın, bu açıdan zengin olan Karadeniz e oranla daha yavaş olacağı, aynı durumun fakir (oligotrof) açık deniz bölgesi ile zengin (öytrof) litoral bölgelerde de farklılık göstereceği kabul edilmektedir. Mikrobiyolojik ayrışmayı sınırlayıcı etkenler olarak: 1-Mikro-organizma populasyonlarının gelişmesine yol açacak yeterli bir organik alt yapının bulunmayışı,(örneğin besleyici tuzlar) 2-Su kütlesinde başka türden karbon kaynaklarının bulunuşu.(örneğin bitkisel metabolizma veya çürüme ürünleri). 3-Mikro-organizmaları yitiren etkenlerin bulunuşu.(örneğin ph, düşük sıcaklık, güneş ışınları). gösterilebilecektir. Aşağıdaki tabloda, değişik deniz alanlarında saptanan atık petrol ürünleri ile, katran yoğunluğu arasındaki ilişkiler gösterilmiştir. Bu değerlerden de görüleceği gibi, Akdeniz 38 mg/m 2 katran yoğunluğu ile en fazla petrol kirlenmesine uğramış deniz bölgesidir. Bu açıdan Güney-Batı Pasifik okyanusu 0.005 mg/m 2 yoğunluktaki katran birikimi ile en temiz denizler arasında yer almaktadır. Marmara denizi, Akdeniz ile aynı derecede olmamakla birlikte, gerek sık sık oluşan deniz-tanker kazaları, gerekse, birim yüzey ölçüsüne düşen deniz trafiğindeki yoğunluk nedeni ile, önemli bir petrol kirlenmesi ile karşı karşıya bulunmaktadır. Tablo: 1. Denize Bırakılan Petrol ürünlerinin ve katran yoğunluklarının denizlerdeki dağılımı. ------------------------------------------------------------------------------------------------------------------- Bölgeler: Yüz ölçümü Atık petrol Katran oluşumu Katran miktarı (10 12 m 2 ) (mg/m 2 /yıl) (mg/m 2 /yıl) (mg/m 2 ) ------------------------------------------------------------------------------------------------------------------- Kuzey Atlantik 33 17.45 6.13 5 Akdeniz 2.5 108 38 38 Kroşivo akıntısı 10 33 11.6 3.8 N-E Pasifik 40 0.74 0.26 0.4 S-W Pasifik 45 0.05 0.02 0.005 -------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

HAM PETROLÜN DENİZ EKOSISTEMİNDE BİRİKİMİ Ham petrolün abiyotik sistemdeki birikimi, Su kütlesindeki ve Sedimentteki birikim olarak iki bölümde ele alınabilir. Su kütlesinde birikim: Deniz suyunda meydana gelen birikim şekilleri üç ana grupta toplanmaktadır. a) Su kütlesi içersinde çözünmüş veya partikül fazındaki birikimler. b) Su yüzeyinde oluşan filmler. c) Yüzer katranlar. Deniz suyu kütlesinde saptanan birikimler yüzeyde en fazla olmak üzere derinlere gidildikçe azalan oranlarda yoğunluk göstermekte 2000m. ve daha fazla derinliklerde hemen hemen sıfır olmaktadır. Birikimler, hidrokarbonların karbon sayısına bağlı olarak değişmekle birlikte, 0.03-30 ug/l arasında bulunmaktadır. Bu değerlerden yararlanarak denizlerdeki petrol ayrışma ürünlerinin 400 milyon Sediment e birikim: Hidrokarbonların Denizel sedimentlerdeki yoğunluğu, su kütlesindeki yoğunluğun en az 4 katıdır. Kirlenmemiş kıyı bölgeleri ve açık denizlerdeki sedimentler, 1-4 ppm. oranında kuru ağırlıkta hidrokarbon içermektedir. Kirlenmiş bölgelerde ise, çok daha yüksek oranlarda hidrokarbon bulunmaktadır. Ancak bu hidrokarbon içeriğinin doğal mı, yoksa denize dökülen ham petrolden mi geldiğini saptamak oldukça güçtür. Bununla birlikte, hidrokarbon kökenini belirlemeye yarayan bazı ayırıcı özellikler de bulunmaktadır. tona ulaştığı hesap edilmektedir. Bu konularda yapılan araştırmalar ham petrolün su kütlesindeki dağılımınım petrolün türüne, başka bir deyişle de petrolün kökenine bağlı olduğunu ortaya koymaktadır. Denize dökülen ham petrolün yüzeyde oluşturduğu film kalınlığı, petrolün su yüzeyinde kalma süresi ile ters orantılıdır. Bu ise, ham petrolün türüne göre değişen fiziksel özelliklerine bağlıdır. Bu nedenle, kökeni bilinen bir ham petrol atığının ne kadar bir zaman sürecinde ne kadar bir alana yayılabileceğini ve ne kadar bölümünün buharlaşıp ne kadarının katrana dönüşebileceğini yaklaşık olarak hesaplamak mümkün olmaktadır. -Doğal proseslerle ekosistemde oluşan hidrokarbonlar, sedimentin derinliğine inmekte, buna karşın atık hidrokarbonlar sediment yüzeyine yayılmaktadır. -Biyolojik kökenli hidrokarbonlar genel olarak 12 den daha yüksek ve tek sayıda karbona sahip normal parafinlerden oluşurlar. Buna karşın petrol hidrokarbonlarındaki normal parafinlerde bu tek karbonlu düzen bulunmamaktadır. Bu türlerin ayrımı, infra-red (IR) spekrofotometresinde yapılacak analizlerle de gerçekleştirilebilmektedir. Ham petrolün Deniz biyosferindeki birikimi ve yarattığı etkiler: Deniz ortamında çok yaygın olan petrol kirlenmesi ve bunun sonucu ortaya çıkan bileşikler, ekosistem içersindeki tüm organizmaları az veya çok etkilemektedir. Yapılan araştırmalar, kirlenmenin ileri boyutlara ulaştığı kıyı bölgelerinde yaşayan canlılarda hidrokarbonların önemli oranlarda biriktiğini, ancak açık denizde yaşamlarını sürdüren canlılarda da petrol ürünlerinin ppm veya ppb oranlarında bulunabildiğini ortaya koymaktadır. Deniz suyunda ppb oranındaki hidrokarbon yoğunluğu, birikim (biyo-akümülasyon) sonucu, denizel organizmalarda ppm düzeylerine ulaşmaktadır. Bunun nedeni, Hidrokarbonların besin zinciri yolu ile canlı organizmalarda birikime (biyo-magnifikasyon) uğramasıdır. Petrol hidrokarbonlarının denizel canlılarda (balık ve yumuşakçalar) ne şekilde metabolizmaya uğradıkları konusunda son 10 yıldır kapsamlı araştırmalar yapılmıştır. Bazı araştırmacılar biyo-deneyler ile, suya bırakılan petrol ürünlerinin fitoplankton'da 10-30 ppb düzeyinde fotosentezi stimüle (uyarma) ettiğini, buna karşın 60-200 ppb seviyesinde fotosentezi yavaşlattığını ve daha yüksek yoğunluklarda ise, tümü ile durdurduğunu göstermişlerdir. Diğer bazı araştırıcılar ise, laboratuar şartları altında çeşitli organizmaların belirli petrol ürünlerine karşı dirençlerini ölçmüşlerdir. Bu araştırmalardan elde edilen sonuçlara göre, hidrokarbonların canlılara etkimesi, ortam koşulları ile doğrudan ilgilidir. Örneğin su sıcaklığı, oksijen içeriği, ph gibi ortam faktörleri, canlıların petrol ürünlerine olan drencini etkilemektedir. Bunun yanı sıra, ortamda bulunan diğer maddelerin, örneğin deterjanlar ve benzeri petrol seyrelticiler (dispersanlar) petrolün olumsuz etkisini arttıran faktörler olarak saptanmıstır. (Artüz ve Baykut 1986.)

Bazı araştırmacılar, karışık türlerden oluşan doğal bir fitoplankton komunitesinin, suya bırakılan 10-30 ppb oranındaki petrol ürününden olumlu etkilendiğini ve plankterlerin daha iyi gelişebildiklerini ileri sürmektedirler. Bu çeşit bulgular daha çok petrol üreten ülke araştırmacılarından kaynaklanmaktadır. Gerçek olan düşük yoğunluktaki petrol ürünlerinin denizel canlılardaki direkt ve dolaylı etkileri konusundaki bilgiler henüz kesinleşmemiştir. Petrol ürünlerinin deniz canlıları üzerindeki direkt öldürücü toksik etkisi, doku ve hücrelerde birikim ve fizyolojik faaliyetlerin etkilenmesi sonucu ortaya çıkmaktadır. Yapılan biyo-deneyler, petrol içersinde bulunan, suda eriyebilen aromatik hidrokarbon bileşikleri ile heterosiklik bileşiklerin deniz canlılarındaki ölümcül etkilerde başlıca rolü oynadığını ortaya koymaktadır. Akut etkinin meydana gelebilmesi için petrol konsantrasyonunun fazla olması gerekmez. Rafine edilmiş petrol ürünleri eşit miktardaki ham petrole oranla çok daha toksikdir. Düşük moleküllü parafinik hidrokarbonlar canlılarda narkoz etkisi yapmaktadır. Ancak bütün bu etkiler petrol türünün yanı sıra, canlı türlerine ve ortam şartlarına da bağlıdır. Yengeç, Istakoz ve Karidesler gibi Krustaseler ve bazı bentik organizmalar, özellikle zemine gömülü olarak yaşamlarını sürdüren türler, petrol kirlenmesine karşı en duyarlı olanlardır. Bunlar 1-10 ppm oranında petrol konsantrasyonlarından etkilenirler. Midye gibi çift kabuklular ve balık türleri 5-50 ppm ve Gastropodlar ile deniz bitkileri (algler) 10-100 ppm oranına duyarlıdırlar. Petrol ürünlerinin canlılarda yaratığı toksik, akut ve/veya kronik doğrudan etkilerin yanı sıra, dolaylı fizyolojik etkileri de söz konusu olmaktadır. Örneğin, petrol ürününün canlıların beslenmesinde yaşamsal rol oynayan kemo-reseptörler, yani kimyasal algılayıcıların üzerini kapatarak organizmanın beslenme olanağını ortadan kaldırdığı saptanmıştır. Diğer bir örnek de, bazı canlılarda üremeyi gerçekleştiren mekanizmalar arasında önemli rol oynayan Feromon'ların, yani karşı cinsi çekmek için organizma tarafından salgılanan kimyasal maddelerin maskelenmesidir. Örneğin istakozlarda çiftleşmenin gerçekleşebilmesi için dişi tarafından feromonların salgılanması gerekir. Feromonların petrol ürünlerince maskelenmesi, dişi ve erkek fertlerin (sperm ve yumurtaların) üreme için iletişim kurmalarını zorlaştırmaktadır. Yapılan araştırmalar, petrol ürünlerinin bir yandan suya bırakılan gametlerin hareket yeteneğini engellerken, diğer yandan, gelişmenin başlangıcındaki larvaları da öldürmek sureti ile üremeyi büyük çapta etkilediğini göstermiştir. Bu çeşit fizyolojik etkileri şu şekilde özetlemek olasıdır: a- Fitoplankton'da hücre bölünmesinin gecikme ve engellenmesi, b- Balıklarda anormal yumurtlama, c- Gastropodlarda kemotaktik beslenme tepkilerinin azalması d- Krustaselerde beslenme davranışlarının değişmesi, yumurta döllenmesi ve üremenin engellenmesi, e- Çift kabuklularda beslenme, yem/su filtrasyonu işlevlerinin durdurulması, d- Deniz kurtlarında döllenmenin durdurulması. Denizel organizmaların yanı sıra, su yüzeyini paylaşan kuşlar da yüzeyde oluşan filmlerden etkilenirler. Hemen hemen her büyük tanker kazasından sonra, martı, karabatak vb. deniz kuşlarının kütleler halinde öldükleri gözlenmektedir. Bunlar, avlanma amacı ile suya dalışları sırasında petrol ile sıvandıklarından uçamamakta ve çırpınma sürecinde yuttukları ve deri ile temas eden petrolden zehirlenmektedirler. Deniz ortamında yaşayan pelajik balık türleri genellikle petrol atıklarından kaçarak temiz sulara göçebilirler. Buna karşılık deniz dibinde yaşayan demersal türlerin hareket yeteneği, pelajik türlere oranla daha zayıf olduğundan, su içersinde oluşan ve sedimentte doğru yönelen su-petrol veya petrolsu emülsiyonlarından, süspansiyon halindeki partiküllerden ve katran oluşumlarından etkilenirler. En fazla etkilenme ise, midye ve istiridye gibi, kendilerini zemine yapıştırarak yaşamlarını sürdüren, yer değiştirme yetenekleri olmayan sesil türlerde görülmektedir. Sesil türlere yönelik diğer bir etki de, planktonik dönem sonunda larvaların kendilerini zemine yapıştırma döneminde ortaya çıkmaktadır. Bunlar kendilerini taş, demir, ahşap sert cisimlere yapıştırarak yaşadıklarından, bu cisimlerin üzerinde oluşan petrol filmleri bu olanağı ortadan kaldırır ve stokun azalmasına neden olur. Bunlarda bu faktöre bağlı kütlesel ölüm, çok sık görülen olaylardandır. Bunun yanı sıra, bazı durumlarda petrolün su içersindeki miktarına bağlı olarak ölüm dışı (sub-letal) etkilerde görülmektedir. Örneğin Midye. İstiridye, Karides gibi su ürünleri, petrol ürünü bulaşması veya filtrasyon sonucu

dokulardaki birikim nedeni ile, kötü koku ve tat kazanmaktadırlar. Bu şekilde etkilenmiş fertler temiz bir ortama taşındıklarında ancak birkaç ay sonra petrol ürünlerinden arınabilmektedirler. İnsanlar hayvansal dokularda bulunan 5-50 ppm yoğunluktaki petrol hidrokarbonlarının yarattığı tat değişimini algılayabilirler. Bazı bölgelerde petrol ürünlerinin yarattığı etkilerin, kazadan en az iki yıl sonrasına kadar sürdüğü gözlenmiştir. Sedimentte yığışan ve büyük bölümü katranlardan oluşan, stabil duruma geçmiş petrol kalıntıları, kum çıkartama, sürütme avcılık ve dalga hareketleri gibi, zemini etkileyen işlemler sonucunda yeniden suya karışmakta, kıyı ekosistemini ve balıkçılığı, sahile taşınma sonucu plajları, dolayısı ile de, denizin dinlence amacı ile kullanımını olumsuz etkilemektedir. En fazla etki, denizin gel-git hattında yaşayan canlı topluluklarında görülmektedir. Denizel ekosistemde büyük rol oynayan ve suya oksijen sağlayan fotosentetik bitkiler, yüzeye yayılan petrol filmi ile bulaşmakta ve ölmektedirler. Bu olay özellikle deniz marulu, (Ulva sp.) türlerinde gözlenmektedir. Deniz organizmalarında gözlenen diğer bir subletal etki de, midye, istiridye gibi çift kabuklularda ve özellikle kefal gibi bazı balık türlerinde oluşan renk değişimidir. 1 ppb oranında petrol hidrokarbonlarının bu tip değişikliklere neden olduğu bilinmektedir. Petrol ürünlerinin insan sağlığına etkileri: Petrol ürünleri ile bulaşmış balık ve diğer su ürünlerinin insan tarafından tüketilmesi, bu ürünlerdeki petrol konsantrasyonunun çok düşük düzeyde olması durumunda dahi, sağlık açısından sakıncalar yaratır. Bu sakıncaların başında, ham petrolü oluşturan bileşiklerden bir bölümünün, memeli hayvanlar ve insanlarda kanser yapıcı olduğu bilinen veya bu konuda kuşkulu olan maddelerden oluşması gelmektedir. Bunlar arasında, halkalarında N ve S bulunan heterosik bileşikler, polisiklik ve heterosiklik bileşiklerin metil türevleri ile polinükleer hidrokarbonlar yer almaktadırlar. Ayrıca ayrışmış, çözünmüş ve kısmen bozulmuş petrol ürünleri içersinde aktif kanserojen etkileri olan yükseltgeme ürünleri de oluşmaktadır. Ham petrolün destilasyonu sonucunda elde edilecek fraksiyonlarda 40 dan fazla kimyasal bileşik meydana gelmektedir. Bu bileşikler arasında, çok sayıda aromatik hidrokarbonlar, di-tri tetrametil naftalinler ve fenantenler, krisen ve krisen'in metil türevleri, perilen, trifenilen ve tetrametilfluoren, di- ve tetrametil-dibenzotiofen, tiobenzofluoren ve tetrave pentametilkarbazol'ler saptanmıştır. Ayrıca 45 yıldan beri kanserojen etkisi bilinen Benzo (a) piren'in de ham petrolde bulunduğu saptanmıştır. Şekil 12 de aktif kanserojen etkisi bilinen polinükleer aromatik bileşiklerden bazılarının halka yapıları gösterilmiştir. Yukarda belirtilen kanser yapıcı veya bu yönden kuşkulu kimyasal bileşiklerin, ham ve rafine petroldeki konsantrasyonlarının niceliği henüz kesinlik kazanmamış olmakla birlikte, Benzo(a)piren'in ham petrolde elde edildiği bölgelere göre konsantrasyonları Tablo 2 de gösterilmiştir. Tablo:2. Değişik kaynaklardan alınan petrol örneklerinde yer alan Polinükleer aromatik bileşikler ------------------------------------------------------------------------ Petrolün kökeni Benzo(a)piren Dibenzo(a,h) antrasen ------------------------------------------------------------------------ Libya 1.48 ppm -- Güney Louisiana 1.00 ppm 1.70 ppm Kuveyt 2.80 ppm 2.30 ppm Iran Körfezi 0.45 ppm -- ------------------------------------------------------------------------- Kanser yapıcı maddeler üzerinde yapılan araştırmalar, bu maddeleri, primer (birincil), sekonder (ikincil) kanserojenler ve yardımcı kanserojenler veya hızlandırıcılar olarak üç kategoriye ayırmaktadırlar. Birincil kanserojenler, kimyasal ve biyolojik yapılarında yer alan etkin bileşimler nedeni ile, doğrudan doğruya kanser oluşturabilmektedirler. İkincil kanserojenler, biyolojik, kimyasal veya biyokimyasal olarak etkin olmamakla birlikte, bazı özel reaksiyonlar sonucu (örneğin, polinükleer aromatik ve heterosiklik hidrokarbonlar, aromatik ve heterosiklik aminler gibi) aktif kanserojenlere dönüşebilmektedirler.yardımcı veya hızlandırıcılar, kendileri kanserojen olmadıkları halde primer ve sekonder kanserojenlerin etkisini arttırmaktadırlar.

Şekil: 1. Ham petrolde bulunan aktif kanser yapıcı polinükleer aromatik bileşikler. Denizel populasyon ve topluluklar düzeyinde etkilenme: Daha önceki bölümlerde belirtildiği gibi, denizel organizmalara ait bireyler, petrol atıklarının 0.1-100 ppm yoğunluktaki çözeltileri ile ilişkiye girdiklerinde ölür veya daha düşük konsantrasyonlarda (1-10 ppb) fizyolojik değişimlere uğrarlar. Birey düzeyinde gerçekleşebilen bu olaylara ekolojik açıdan yaklaşabilmek için konuya populasyonlar ve komüniteler düzeyinde bakmak doğru olacaktır. Laboratuar şartlarında ve/veya biyodeneylerde bir canlı bireyinin herhangi bir petrol ürününe karşı duyarlılığı yüksek düzeyde olabilir. Ancak doğal şartlarda bu canlı türünün oluşturduğu populasyonların üreme yetenekleri ve ortamdaki dağılma şekilleri veya hızlı göçebilmeleri gibi faktörler, populasyonların oluşan kötü şartlardan kendilerini korumalarını sağlayabilmektedir. Buna karşın laboratuar şartlarında söz konusu petrol ürününe karşı direnç gösterebilen veya oluşan etkilerden hızla kurtulabilen bireylerin, doğal şartlarda kirlenmenin doğuracağı besin azalması, birey ve türler arası rekabet ve alan daralması sonucunda deney ortamındakinden çok farklı ve tümü ile tersi davranmaları olasıdır. Bu nedenle, bize çok kısıtlı bilgi sağlayan laboratuar deneylerinin yanı sıra konuya doğal ortamda da araştırılmasına önem vermek, kirleticilerin gerçek etkilerini saptayabilmek için zorunlu olmaktadır. Bu durum yalnızca petrol kirlenmesi açısından değil, kirlenme kavramına giren tüm faktörler için de geçerlidir. Denizlerde petrol kirlenmesinin en yoğun şekilde gözlendiği deniz kazalarında, denizel populasyonların bu olguya karşı dirençlerinin ve tepkilerinin bilinmesi arzu edilen bir durum olmakla birlikte, şimdiye kadar elde edilmiş veri ve bilgiler, su kütlesi içersinde yaşayan canlıların petrol kirlenmesinden ne oranda etkilendiklerini kesin bir şekilde saptamaktan uzaktır. Torrey Canyon ve Esso Essex, Santa Barbara gibi büyük çaplı deniz kazalarının yarattıkları ekolojik sorunlardan yalnızca deniz kuşlarına olan etkiler belirgin bir şekilde gözlenebilmiştir. Durum böyle olmakla birlikte petrol kirlenmesinin deniz ortamında denizel canlı populasyon ve komunitelerine yaptığı, kuşlarda gözlenenden daha kapsamlı ve çok daha uzun süreli zararların varlığı da bir gerçektir. Bu tür zararlar ortam şartlarına, etki alanının ekolojik yapısına ve populasyon ve komunitelerin nicelik ve nitelik karakteristiklerine bağlı olarak büyük farklar göstermekte, bu ise, konunun genelleştirilmesini zorlaştırmaktadır.

Balıklarda gözlenen etkiler: Deniz ortamında yaşayan balık türlerinin serbestçe yüzebilen, Pelajik, zemin üzerinde hareket edebilen, demersal ve bu iki ortam arasında yaşamlarını sürdüren Semi-pelajik türler olmak üzere üç gruba ayrıldıklarını daha önce belirtmiştik. Genel olarak belirtmek gerekirse, deniz ortamına bırakılan petrol atıklarının büyük bölümü, uzunca bir süre deniz yüzeyinde kalacaktır. Bunun sonucu olarak, bu üç grupta yer alan balıkların etkilenmesi petrol yoğunluğuna bağlı olduğundan, yüzey tabakalarındaki organizmaların etkilenmesi doğal olarak, çok daha hızlı olacaktır. Daha derinlerde yaşayan canlılar ise, su sütunu içersinde dispersiyon ve emülsiyon halindeki fazlardan etkilenirler. Petrol kirlenmesinin Pelajik balık türlerindeki etkisi oldukça değişik olabilmektedir. Genellikle en fazla gözlenen etkiler, solungaçlara petrol bulaşması sonucu solunumun engellenmesi ve yutma nedeni ile, petrol içersinde bulunan toksik bileşimlerin alınmasıdır. Balıklarda akut etkiler, petrolün yoğun olarak yayıldığı alanda gözlenmektedir. Buna karşın balıklarda fizyolojik etki yaparak, beslenme, hareket ve üreme gibi işlevleri veya tat, koku, renk gibi ekonomik değerini etkileyen veya kanserojen vb. insan sağlığına zarar verebilen kronik etkiler, çevre açısından çok daha büyük önem taşımaktadır. Büyük deniz kazalarından sonra pelajik balıklarda kütlesel ölüm olaylarının gözlendiği konusunda literatürde yeterli bilgilere rastlanmaması, bu türlerin kirlenen bölgeden hızla kaçmaları ve özellikle de balık türlerinin büyük bir bölümünün vücut yüzeyini kaplayan kaygan, sümüksü bir salgı ile dış etkilere karşı korunmalarıdır. Bu mukoza salgısı, petrol ürünlerinin vücut yüzeyi ile direkt temasını önleyebilmektedir. Ancak böyle kazalarda yanmayı ve yayılmayı önlemek amacı ile, yanlış bir uygulama olarak kullanılan dispersan deterjanlar, bu mukozayı ve koruyucu salgının etkisini ortadan kaldırarak balık ölümlerinin artmasına neden olmaktadırlar. Marmara ve Karadeniz gibi yarı kapalı deniz bölgelerinde veya Haliç, Koy, Körfez gibi su sirkülasyonlarının kısıtlı olduğu yörelerde petrol kirlenmesi sonucu, ergin balık populasyonlarında önemli kütlesel balık ölümlerinin gözlenmemiş oluşu, balıkların yoğun şekilde kirlenen bölgelerden uzaklaşmalarına bağlanmaktadır. Petrol kirlenmesinin ergin pelajik balık türlerinde önemli derecelerde etki yaratmamasına karşın, pelajik balık türlerinin büyük bölümünün yumurta ve larva dönemlerinin yüzeysel su tabakalarında geçmesi, bunların kirlenmeden etkilenmelerine ve ölmelerine neden olmaktadır. Torrey Kanyon olayında olduğu gibi, petrol kirlenmesinin büyük boyutlara ulaştığı kazalarda, kirlenme etki alanındaki Sardina pilchardus (sardalya) yumurta ve larvalarında % 90 a kadar varabilen ölüm oranı gözlenmiştir. Bu arada belirtilmesi gereken önemli bir nokta, suda bulunan petrol ürünü türünün balıkları farklı etkilemesidir. Balıklarda Ham petrol ve ağır fueloil türleri, rafine ürünlerden daha az etkili olmaktadır. Başka bir deyişle, suya ulaşan petrol ürünü inceldikçe etkisi artmaktadır. Ham petrolü dispers hale getiren, yani incelmesini sağlayan deterjanlar vb. dispersan maddeler bu nedenlerle, ölümcül (letal) ve subletal etkilerin artmasında rol oynadıklarından, bunların uygulandığı durumlarda etkilerin ne kadarının petrolün kendisinden ve ne kadarının ise, bu dispersiyon olayından meydana geldiğini kesinlikle saptamak zorlaşmaktadır. Bentik Organizmalarda Görülen Etkiler: Bentik organizmalar, yaşam süreçlerinin büyük bölümünü deniz dibi zemini üzerinde veya zemini oluşturan sedimentler içersinde gömülü olarak geçirirler. Bentik organizmalar grubuna giren belli başlı canlılar, yumuşakçalar (mollusklar), kabuklular (krustaseler), derisidikenliler (Ekinodermler), Kurtlar (poliketler, annelidler vb), solenteratlar ve hidroidlerdir. Bu çeşit organizmalar genellikle suyu filtre eden veya sediment içersinde çökelmiş olarak bulunan maddeleri süzen canlılar olarak, kirleticilerin vücut dokularında birikimine açıktırlar. Bunlardan istakoz, yengeç, karides, midye, istiridye vb. gibi önemli bir bölümü, Balıkçılık endüstrisi için de büyük önem taşırmaktadırlar. Bu nedenle gerek petrol kirlenmesi, gerekse diğer kirlenme şekillerinde uygulanan etki-tepki araştırmalarında, bu tür organizmalar büyük rol oynarlar. Suyun filtrasyonu sürecinde bu tür canlılar, su içersinde dispersiyon ve süspansiyon veya sudaki diğer maddeler tarafından absorbe edilmiş durumdaki petrolü alırlar. Bu etkiler özellikle tür zenginliği ve biyomas yoğunluğunun en fazla olduğu litoral bölgede, 25-50m arasındaki derinliklere kadar olan alanda sık olarak gözlenmektedir. Yapılan deney ve gözlemler, Mytilus edulis (midye) türü yumuşakçalarda petrol hidrokarbonlarının biriktiğini ortaya koymaktadır.

Yapılan gözlemler, Istakoz, karides ve yengeç gibi zemin üzerinde hareket edebilen türlerin, yoğun kirlenmeye uğramış bölgelerden kaçabildikleri, bazı türlerin ise, böyle alanlara özellikle sokulduklarını göstermektedir. Genel olarak, bentik organizmaların genç fertleri petrol kirlenmesinden, yaşlılara oranla çok daha kolay etkilenmektedirler. Bunlarda 1ppm lik konsantrasyonlar denge bozuklukları yaratabilirken, 2 ve daha yukarı ppm konsantrasyonların letal etkisi görülmektedir. 2-30 ppm arasında 96 saat sürede % 50 ölüm gerçekleştiği saptanmıştır. Denizkestaneleri ve diğer Derisidikenli türlerinde düşük konsantrasyonlar, döllenmeyi etkilememekle birlikte, yumurtaların gelişmesini engelleyici etki yaratabilmektedir. Bu güne kadar yapılmış gözlemler, kayalık kıyılarda yer alan bentik organizmaların, kirlenme etkisinin ortadan kalkmasından bir hafta gibi kısa bir süre sonunda, yeniden belirmeye başladıklarını, buna karşın yumuşak zeminli (kum, çamur vb) deniz dibinde yaşayan canlı topluluklarının yenilenebilmesi için 5 yıl gibi uzun bir süreye gerek olduğunu ortaya koymaktadır. Planktonik Organizmalarda Gözlenen Etkiler: Pasif olarak suyun hareketlerine bağımlı olarak taşınan planktonik organizmalar, özellikle de yüzey su tabakasında yer alan türler, petrol kirlenmesi olgusundan en fazla etkilenen canlı grubunu oluştururlar. Bunların yüzer petrol kütlesi ve film ile bulaşması veya beslenme, osmos gibi fizyolojik işlevleri sonucunda hücreleri içersine alınması, bu organizmalar için ölümcül, akut veya kronik, sub letal etkiler yaratır. Özellikle biyo-akümülasyon (birikim) sonucu, bunlarla doğrudan veya dolaylı beslenen daha yüksek organizasyonlu gruplarda, besin zinciri yolu ile, biyo-magnifikasyon olarak nitelendirilen bir doz yükselmesi gözlenmektedir. Planktonik organizmalar besin zincirinde, özellikle de ototrof olan fitoplankton türleri nedeni ile, çok önemli yer tuttuklarından, petrolün bunlar üzerindeki etkisi, söz konusu bölgedeki denizel prodüksiyonu olumsuz etkiler. Ancak yapılan gözlemler, açık deniz koşullarında, planktonik organizmaların kirleticilerin olumsuz etkilerinin kalkması ile birlikte çok hızlı bir şekilde yenilenebildiklerini ortaya koymaktadır. Buna karşın yarı-kapalı, haliç, koy ve körfez gibi, seyrelme ve suyun yenilenme hızının kısıtlı olduğu ortamlarda, planktonun önemli bir bölümünü oluşturan balık yumurta ve larvalarının(şekil 2) Şekil:2. Plankton komunitesinde balık yumurta ve larvaları Ihtiyoplankton) veya krüstase ve yumuşakça larvalarının (Meroplankton) etkilenmesi önemli boyutlarda olmakta, bu ise, stokların uzun bir süre etkilenmesine neden olmaktadır. Bu stokların yenilenmesi ise, uzun süreler, yıllar alabilmektedir. Deniz yüzeyine yayılan petrol filmi, güneş ışınlarının su içersinde ilerlemesini kısıtlayarak, fitoplanktonik fotosentezi de engellemektedir. Türkiye Denizlerinde Kirlenme Olaylarına Kısa bakış: Türkiye yi çevreleyen 4515 deniz mili uzunluktaki kıyı şeridine sahip denizlerimizdeki kirlenme, nüfus patlaması, gayri safi milli hasıladaki artış ve özellikle de endüstriyel gelişmeye paralel olarak 1950'li yıllardan beri belirginleşirken, son yıllarda karşılaşılan dış kökenli girişimlerle, ciddi boyutlara ulaşmıştır. Bu gelişmelerin gözlenebilen sonuçları, Türkiye yi çevreleyen denizlerin oseanografik özelliklerinden de kaynaklanan, birikim niteliklerinin de kirlenmeyi kolaylaştırmasına dayanmaktadır. Doğada oluşan ve ekosistemin var olan dengelerini bozmaya yönelik girişimler belirli bir sınırı aşmadığı sürece, bu bozulmaların etkilerini önlemeye yönelik doğal savunma mekanizması işler. Deniz ortamında varolan bu mekanizmalar,

diğer ortamlara oranla çok daha etkili olmaktadır. Bununla birlikte, antropojenik işlevler sonucu ortaya çıkan olaylar, bu güçlü mekanizmanın bile etkisiz kalması sonucunu doğurmaktadır. Bunun örnekleri, değişik oranlarda olmakla birlikte, tüm denizlerimizde gözlenmektedir. Denizlerin izolasyon derecesi ve su kütlelerini kendi kendini yenileme yetenekleri, çevre sorunlarının varabileceği boyutlar ve bunların önceden kestirilebilmesi açısından büyük önem taşıdığından, burada kısaca değinmekte yarar vardır. Türkiye yi çevreleyen denizlerden her birisi, diğer deniz havzalarından az veya çok izole olmuş durumdadırlar. Karadeniz ile Marmara denizi arasındaki bağlantı, yatay düzlemde dar İstanbul Boğazı, dikey düzlemde ise, Boğazın her iki ucunda, 36 ve 56m derinlikte yer alan eşiklerle, büyük çapta kısıtlanmıştır. Marmara denizi ile Ege denizi arasında ise, dar ve sığ Çanakkale boğazı, söz konusu kısıtlanmayı oluşturmaktadır. Ege denizi de, üzerinde Girit, Rodos ve diğer bazı Ege adalarının yer aldığı ve Anadolu ile Mora yarımadaları arasında uzanan yay şeklindeki bir eşikle, Akdeniz in diğer bölümlerinden ayrılmaktadır. Akdeniz ise, genel anlamda, Atlas Okyanusundan dar ve sığ Cebelitarık boğazı ile, Hint Okyanusundan ise, insan yapısı Süveyş kanalı sığlıkları ile yalıtlanmaktadır. Yatay ve düşey doğrultudaki bu kısıtlamalar, havzalar arasındaki su alışverişini, bunun sonucu olarak da, kirleticilerin su kütlelerindeki birikimini geniş çapta etkilediğinden, bu havzalara bırakılan atıkların seyreltilmesi ve havzadan uzaklaştırılması olanakları da kısıtlanmış olmaktadır. Bu kısıtlanmanın yaratığı diğer bir etki de, su kütleleri arasındaki düşey karışımın belirli bir derinlikten sonra durmasıdır. Bu durum da kirleticilerin büyük bir bölümünün belirli tabakalarda birikmesine ve yoğunluklarının göreceli olarak artmasına neden olmaktadır. Bu tanıma giren yarı-kapalı ve ileri düzeyde kirlenmiş yörelere örnek olarak, Karadeniz'de Trabzon limanı ve çevresi, Kdz. Ereğlisi, Zonguldak limanı, Terkos-Ağaçlı kıyısal bölgesi, Marmara nın tüm körfezleri ve kıyı bölgeleri, İstanbul Haliç'i, Ege denizinde İzmir ve Aliağa körfezleri, Akdeniz de, İskenderun körfezi ve Mersin limanı vb. söylenebilir. 1985 den bu yana, sahil bölgelerindeki hızlı yapılaşma ve buna paralel olarak gelişen turizm olgusu, kıyı şeridinden başlayarak kıt'a sahanlığına doğru hızla ilerleyen kirlenme ve bunu sonucu olarak da, deniz ekosisteminde geniş çaplı doğal denge bozukluklarına yol açmıştır. Buna ek olarak, endüstri ve ekonomi açısından ileri düzeydeki toplumlar, kendi kamuoylarının baskısı ile zararlı ve zehirli atıklarını, kontrol ve yasal alandaki boşluklardan yararlanarak, denizlerimize taşımaya başlamışlar, bunun sonucu olarak özellikle Karadeniz in ekosisteminde, onarılması çok zor ve hatta olanaksız bozukluklara yol açmışlardır. Aşağıdaki bölümlerde Türkiye yi çevreleyen denizlerin kirlenme durumuna özet olarak değinilecektir. KARADENİZ : Türkiye yi çevreleyen dört denizden gerek ekonomik gerekse hidrografik özellikleri nedeni ile en ilginci, hiç şüphesiz ki, Karadeniz'dir. Doğu Batı yönünde 1149 km uzunlukta ve Kuzey Güney doğrultuda 611 km genişliğindeki bu denizimiz 423.488 km 2 lik bir yüzölçümüne sahiptir. Karadeniz çanağını dolduran suların hacmi ise, 537.000 km 3 dolayındadır. Karadeniz in en derin yeri 2.245 m. ve bu denizin ortalama derinliği 1271m dir Bu nedenle Karadeniz Türkiye denizleri arasında ortalama derinliği en fazla olanıdır. Karadeniz de Türkiye kıyıları boyunca 100 kulaç. (yak.200m) eşderinlik (isobath) çizgisi, Kuzeybatı ve Güneyde Samsun-Sinop arasında kalan sığ alanlar dışında, hemen hemen kıyıdan başlar ve kıt'a sahanlığı çok dik bir eğimle 1000m den daha derin olan derindeniz çukuruna ulaşır. Karadeniz in en geniş sığlıkları, Türk karasuları dışında, Tuna nehrinin Avrupa kıtasının verimli ovalarından taşıdığı sedimanlardan oluşan geniş alanda (Tuna yelpazesi) yer alır. Tuna'nın getirdiği besleyici tuzlar bu sığlık alanda alglerin gelişmesine de olanak sağlar. Bu alanda ticari amaçla toplanan ve gıda ve ilaç endüstrisinde çok değerli bir ürün olan hakim alg türü Philophora' dır ve bu nedenle bu alana Filofora denizi de denmektedir. Karadeniz in fauna biyomasının tümünü sağlayan sığ bölgeler, bu denizin ancak %27 si kadardır. Buna karşın prodüktif olamayan ve yalnızca sulfobakterilerin yaşayabildiği su kütlesi, tüm kütlenin %87'si oranındadır. Karadeniz, diğer denizlerimize oranla biyolojik prodüksiyon açısından en zengin olanıdır.

Özellikle besin zincirinin ilk halkalarını oluşturan plankton biyomas'ı ve bu biyomas a dayalı Bu balık türleri arasında Engraulis encrasicolus, (Hamsi) ve Clupea sprattus (Papalina-Çaça) önemli bir yer tutmaktadır. Karadeniz Türkiye su ürünleri üretiminin % 70-90'ını sağlamakta, bu üretim oranı ile balıkçılık endüstrimiz ve ekonomimizde önemli rol oynamaktadır. Örneğin 1985 de Türkiye genelinde 530.000 tonluk su ürünleri üretimimizin 363.274 tonluk bölümü Karadeniz av sahalarından elde edilmiştir. Karadeniz in bu ekonomik değerinin yanı sıra, hidrografik özellikleri de denizbilimleri bakımından önem taşımaktadır. Karadeniz deniz kimyası açısından, atipik bir yapıya sahiptir. Jeolojik evriminde kaynaklanan bu özelliği ve su alış-verişi açısından son derece kısıtlı, yarı kapalı deniz karakterinin sonucu olarak, derinliği fazla, ancak biyolojik açıdan çok sığ bir yaşam alanına sahiptir. Karadeniz in 180-220 m den aşağı sularında bulunan yüksek yoğunluktaki, zehirli Hidrojen Sülfür (H 2 S) gazı içeriği nedeni ile belirli tür bakteriler dışında denizel hayata kapalı durumdadır. Başka bir deyişle Karadeniz in biyolojik derinliği 180 m dolayında, çok sığ bir alana sahiptir. Bu nedenle Karadeniz in kirlenmesi çok kolaylaştığı gibi, bu kirlenmeden kendi olanakları ile kurtulabilmesi son derece güçleşmekte, böylece Karadeniz in kirlenmesine karşı önlemlerin alınmasında geç kalınmaması, büyük önem taşımaktadır. Karadeniz in kirlenmeye karşı korunmasında bu denizin çevresinde yer alan diğer ülkelerle Akdeniz de MEDPOL çevresinde gerçekleştirildiği şekilde henüz bir konsensüse varılmamış olmasından kaynaklanan boşluklar ve Karadeniz in 180-220 m derinlikten aşağıda bir ölü deniz varsayılması gibi yanlış düşünceler, Avrupa nın gelişmiş ülkelerinin zehirli ve zararlı atıklarını gizlice bu denize taşımalarına yol açmaktadır. Bunun çarpıcı örneklerini Sinop kıyılarında karaya vuran Variller olayında 1987-88 döneminde yaşamış bulunmaktayız. 1988 de kamuoyunu sürekli işgal eden zehirli varillerin içeriği konusunda, bunları incelemekle plankton yiyici balık türleri açısından son derece zengindir. görevli kuruluşlarca yeterli bir açıklama yapılmamış oluşu, Karadeniz in kirlenme derecesi konusunda ciddi kuşkular yaratmış bulunmaktadır. Basına aktarılan, ancak resmi olmayan bilgilere göre, Varillerde çok çeşitli endüstri atığının yanı sıra, su ürünlerinde birikim yapabilen ve bu nedenle de besin zinciri aracığı ile insanda kanserojen etkiler yapabilen, DDT ve türevleri, PCB ve HCB bileşikleri gibi maddelerin yer aldığı belirtilmiş ise de, resmi analiz sonuçları 1991 de dahi açıklanamamıştır. Karadeniz deki kirlenme olaylarının gereği gibi ciddiye alınmamasının önemli bir nedeni de, Karadeniz in 180-220m den daha derin sularının zehirli hidrojen sülfür içermesi ve buraların belirli mikroorganizmalar dışındaki canlılara yaşam olanağı vermemesi nedeni ile, Karadeniz e bırakılacak atıkların bu deniz genelinde etkili olamayacağı görüşünün yaygın oluşudur. Ne yazıktır ki, aynı yanlış düşüncelerin sonucu olarak İstanbul Metropolünün evsel ve endüstriyel atıklarının uzaklaştırılması da, bunların bu ölü varsayılan deniz çukuruna aktarılması prensibine dayandırılmaktadır. İstanbul dan bırakılan bu atıkların büyük bir bölümü, Boğaz alt ve üst akıntı sistemlerinin özellikleri nedeni ile Marmara ya geri dönecekse de, Karadeniz eşiğini yalayarak Karadeniz çanağına geçecek miktarın dahi, Karadeniz Türk kıta sahanlığının en verimli alanını olumsuz etkileyeceği yadsınamaz bir gerçektir. Bu olaylar sonucunda başta Türkiye su ürünleri üretiminde yıllık ortalama %85 payı olan Hamsi stokları büyük ölçüde zarar görmüş, Karadeniz Yunus stoklarında kütlesel ölüm olayları gözlenmiştir. Bu stok azalmalarının yanı sıra, Karadeniz ekosisteminde eskiden hiç bilinmeyen bazı canlı türlerinin kütle halinde gelişmeleri gözlenmektedir. Bunlardan en önemlisi bir kuzey Atlantik zooplankton türü olan Mnemiopsis ledyii'nin birden bire bu ekosistemde ortaya çıkması ve kütlesel çoğalması ve bunun ekosisteme olduğu kadar balıkçılığa da zarar vermesidir. MARMARA DENİZİ Denizlerimiz arasında kirlenmenin büyük bir hızla ilerlediği en tehlikeli bölge Marmara denizi olmuştur. Bu denizimizin yukarıda da belirttiğimiz gibi, atıklarda seyrelmeyi ve doğal arınmayı sağlamaya yetecek ölçüde su alış-verişine sahip olmaması ve mevcut akıntı ve karışım hareketlerinin yanlış yorumlanması, Marmara denizinin biyolojik alanının daralmasına ve ekolojisinin zarar görmesine neden olduğu gibi, bu olgunun devam edeceği görülmektedir. Marmara denizinin çevresinde endüstri ve nüfus yoğunlaşmasına sahne olan İzmit, Gemlik,

Bandırma körfezlerinde de kirlenmenin 1985-1988 döneminde, eski dönemlere oranla çok daha tehlikeli boyutlara ulaştığı yapılan araştırma sonuçları ile ortaya konmuştur. 1988 ortalarında devreye giren İstanbul Metropolünün en önemli atık taşıma ve sadece bir eleme sisteminden oluşan Sarayburnu deşarjı, iri partiküllerin ızgaralarda elenmesi ve atıkların içerdiği yağların tutulmasına yönelik çok yetersiz bir ayırıcı (önarıtma) sistem dışında, her hangi bir gerçek arıtma düzeni içermemesi nedeni ile Sarayburnu ile Adalar arasında uzanan alanda yer alan yüzey sularında, çözünmüş oksijen (ÇO) miktarının, ekolojik denge için gerekli minimum değer olarak kabul edilen 5mg/l nin altına düşmesine ve Çekmece ile Adalar ve Tuzla arasındaki su kütlesinde 5mg/l lik oksijen (ÇO) sınırının 10m ye kadar yükselmesine neden olmuştur. Bu bölgede 1986 dan önceki dönemde 5mg/l lik ÇO sınırı 17m dolayında saptanmıştır. Aşağıda yer alan tabloda 1965-1988 yılları arasında Marmara denizi genelinde yapılmış suda çözünmüş oksijen miktarlarının seneler ve seçilmiş derinlikler itibarı ile değişimi gösterilmiştir. Tablo.3. 1965-1988 yılları arasında Marmara denizinde 10, 25, 50m derinliklerde ortalama çözünmüş oksijen miktarları. ---------------------------------------------------- Tarih 0m 10m 25m 50m ---------------------------------------------------- 1965 8.10 6.98 6.72 5.07 1971 8.24 8.27 7.79 5.89 1972 9.63 8.46 6.40 5.45 1973 8.25 7.95 6.18 4.32 1974 8.34 9.05 5.10 2.70 1977 8.94 8.17 6.29 2.81 1983 8.05 7.42 4.95 2.40 1984 8.30 7.95 4.54 2.80 1988 8.23 6.84 4.24 1.95 -------------------------------------------------- Bu tablodan da görüldüğü gibi, 10m derinliğe kadar olan su tabakası, Marmara denizindeki akıntı ve karışımlarla ortalama olarak, yeteri kadar oksijene sahiptir. Kirlenme ve özellikle evsel atıkların içerdiği organik maddelerin birikimi ile etkilenme 25m derinlikte ve 1983 den sonraki dönemde gözlenmektedir. 23 yıllık gözlem verilerinden Marmara denizinde çözünmüş oksijenin derinliğe göre ortalama konsantrasyon dağılımı aşağıdaki tabloda gösterilmiştir. Tablo:4. Marmara denizinde suda çözünmüş oksijenin derinliğe göre dağılımı (23 yıllık ortalama değerlere göre) (Artüz ve Baykut 1986.) ------------------------------------ Derinlik(m) O2 mg/l ------------------------------------ 0 7.6 10 7.3 25 6.7 50 4.1 75 3.2 100 2.6 200 2.4 750 2.1 900 2.2 ------------------------------------ Yukarıdaki tablodaki (Tablo 4) değerlere göre, biyolojik yaşam için bir sınır olarak kabul edilen 5 mg/l ÇO miktarının 45m. derinliğe kadar ulaştığını, termoklin tabakasının yıllık meteorolojik değişimlerinden etkilenmesi sonucu 5mg/l ÇO sınırının 75-80m derinliğe kadar ulaşabildiği görülmektedir. (Artüz ve Baykut 1986., Artüz, Artüz 1989)

Aşağıdaki tabloda (Tablo 5) 1983 ve 1988 yıllarında Marmara denizinde yapılan ölçümlerde ÇO değerlerinin derinliğe göre dağılımı ve bu dağılıma ilişkin istatistik parametreler gösterilmiştir. 311 istasyon ve 1550 ölçümden oluşan bu verilerden de gözlenebileceği gibi, son altı yılda 17 m derinlikten aşağı sularda oksijen miktarı 5 mg/l nin altına düşmüştür. Tablo 5. 1983-1988 döneminde yapılan hidrografik çalışmalara göre suda çözünmüş oksijenin derinliğe göre dağılımı ve verilerin istatistik değerlendirilmesi. -------------------------------------------------------------------------------------------- Tarih 0m 10m 25m 50m -------------------------------------------------------------------------------------------- 1965 8.10 6.98 6.72 5.07 1971 8.24 8.27 7.79 5.89 1972 9.63 8.46 6.40 5.45 1973 8.25 7.95 6.18 4.32 1974 8.34 9.05 5.10 2.70 1977 8.94 8.17 6.29 2.81 1983 8.05 7.42 4.95 2.40 1984 8.30 7.95 4.54 2.80 1988 8.23 6.84 4.24 1.95 Tablodan da gözlendiği gibi, Marmara genelinde oksijen değerleri çok büyük değişim göstermektedir. Örneğin 25 m derinlikte oksijen yoğunluğu 0.0-11.70, 50m da 0.38-11.42 mg/l arasında değişmektedir. Derinliğe göre ortalama oksijen dağılımı yüzeyden 750 m derinliğe kadar sürekli bir azalma göstermektedir. Tabloda verilen hacim ortalamalarına göre, Marmara denizi genelinde 750m derinliğe kadar su sütunundaki oksijen miktarı, 5.32 mg/l kadar bulunmuştur. Bu miktarı sağlayan, yüzeydeki 7.84-7.22 mg/l dolaylarındaki oksijen içeriğidir. Bu tablolardaki verilerden çıkarılacak sonuç, 1983 yılından bu yana 25m den daha derin suların pek çok denizel canlı için yaşanamayacak duruma gelmiş oluşudur. Marmara ve Boğazlar sistemindeki deniz kirlenmesinde önemli rol oynayan diğer bir etken de, çözünmüş veya dispersiyon halindeki petrol hidrokarbonlarının yoğunluğundaki artıştır. Bu bölgede 1986-1988 döneminde de Petrol hidrokarbonlarının kirletici etkisi devam etmiştir. Petrol hidrokarbonları, gittikçe artan deniz trafiği ve bilinçli olarak veya kaza sonucu denize bırakılan atıklardan ve kısmen de İstinye, Tuzla ve Gölcükteki tersane faaliyetlerinden kaynaklanmaktadır. Haliç te ise, petrol hidrokarbonlarının büyük bölümü, çevreden denize ulaşan yüzey suları ve evsel atıklardan kaynaklanmaktadır. Aynı durum İzmit körfezi genelinde de geçerlidir. Marmara denizinde ciddi boyutlara ulaşan bir ötrifikasyon olayı yaşanmaktadır. Marmara sularına bırakılan organik kökenli atıklar, bazı balık türlerinin bu su kütlesinden uzaklaşmasına veya kaybolmasına yol açmış, buna karşın organik atıklardan yararlanan ve kirli sulardan etkilenmeyen, bazı algler başta olmak üzere, belirli türlerde kütlesel çoğalmalar gözlenmeye başlamıştır. Özellikle İzmit körfezinde kütlesel üreme gösteren Gracilaria türü algler, ticari anlamda toplanarak dış ülkelere satılacak ve Tarım, Orman ve Köy işleri Bakanlığının bunların avlanması konusunda önlemler almasını gerektirecek boyutlara ulaşmıştır. Aynı boyutlarda olmamakla birlikte, Marmara nın diğer bölgelerinde de Ulva lactuca (yeşil algler) ve Philophora (kahverengi) alglerde de benzer kütlesel üremeler, denizden dinlence amacı ile yararlananları rahatsız eden boyutlardadır. Marmara denizinde 1986-1988 yaz ve kış dönemlerinde besleyici tuzların ortalama konsantrasyonları Tablo 5 de gösterilmiştir. Tablo 5. Marmara denizinde besleyici tuzlar(ug-at/l) ve toplam organik karbon(mgc/l) yoğunluklarının ve primer produktivitenin (gc/m 2 ) mevsimsel ortalamaları.(baştürk Özden ve diğ. 1988) -------------------------------------------------------------------------------------- D ö n e m l e r PO 4 NO 3 +NO 2 T0C Silikat Prim.prod -------------------------------------------------------------------------------------- Yaz ortalaması 0.12 0.33 2.27 0.69 6.17 Kış ortalaması 0.40 2.04 -- -- 9.12 Yıllık ortalama 0.25 0.72 2.32 1.85 7.83

İzmit körfezinde kirlenmede rol oynayan maddelerin başında klorlu hidrokarbon türevleri gelmektedir. Bunlar arasında en önemli madde olarak BHC izomerleri yer almaktadır. 1984-1988 döneminde İzmit Körfezi Tarım Koruma Fabrikası önlerinden alınan örneklerde atıklarla körfeze önemli miktarlarda BHC izomerinin ulaştığı saptanmıştır. Bu atıklarda BHC nin alfa, beta, gamma (eser halinde) ve delta izomerleri saptanmıştır. Su ürünlerinde birikimi ve dolayısı ile de, insanda kanserojen etkileri bilinen bu izomerlerin söz konusu fabrika atıklarındaki ortalama miktarları, numune alım yerleri belirtilerek, aşağıdaki tabloda (Tablo 6) gösterilmiştir. (Baykut, F.Yurder,G. ve Çalışkan N.1984) Söz konusu izomerlerin izlerine, Marmara denizinde yaşayan, avlanan ve ekonomik anlamda değerlendirilen Su ürünlerinde de rastlanmış oluşu, bu konuda da ciddi önlemlerin alınmasını gerektirmektedir. Tablo 6. İzmit körfezinde saptanan BHC izomerleri(ppm). (Baykut,F. ve diğerleri 1984) ----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------- Alfa-BHC Beta-BHC Delta-BHC Gamma BHC ----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------- T.K.Fab: 108.5 1665 35 Eser. atıklar: ----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------- T.K. önü 0.0037 0.0077 Eser Eser deniz suyu: ----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------- Diğer 0.0001-0.0081 Eser 0.002-0.0015 0.005-0.01 Bölgeler ----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------- MARMARA DENİZİNDE 1986-88 DÖNEMINDE SONUÇLARI. YAPILAN EKOLOJİK ARAŞTIRMA 1988 Mart ve Temmuz tarihleri arasında, İstanbul Boğazı ve Marmara (Prens) adaları bölgesinde I.Ü.Çevre Sorunları Araştırma ve Uygulama Merkezi tarafından 27 hidrografik istasyonda çalışmalar yapılmıştır. Bu çalışmalarda yüzeyden dibe kadar olan su sütununda Temperatür, Salinite, Elektrik geçirgenliği, Yoğunluk, Suda çözünmüş oksijen, ph ölçümlerinin yanı sıra,, Amonyak, Nitrit, Nitrat, Fosfat ve Ağırmetallerin yoğunluk ve dağılımını saptamak amacı ile su örnekleri alınmıştır. Varılan sonuçlara göre, kıyıdan yaklaşık 1 Denizcili uzaklıkta, 56m derinliğe deşarj edilen atık sular, Sarayburnu ile Prens Adaları ve Yassıada arasına kadar uzanan alanda suda çözünmüş oksijen dağılımında ciddi değişimler söz konusu dur. Mevsim şartlarına göre, yüzey sularında 8 mg/l dolayında olması gereken DO miktarı bu bölgede 4mg/l ye kadar düşmüş yani denizel canlıların yaşaması, üreme, beslenme gibi faaliyetlerini sürdürmelerini geniş çapta engelleyecek düzeye inmiştir. Söz konusu bölge dışında DO miktarlarının genellikle 5mg/l dolayında oluşu, bu durumun derin deniz deşarjıyla olan kesin ilişkisini ortaya koymaktadır. Bölgede yüzeyden dibe inildikçe bu durum daha kötüleşmiştir. Araştırmanın yapıldığı tüm alanda canlıların rahatlıkla fizyolojik faaliyetlerini sürdürebildikleri derinlik kalınlığı 15m dolayındadır. Daha önceki dönemlerde deşarjın yapıldığı(50m) derinliklerdeki DO miktarı 2mg/l ve daha fazla bulunmuşken, bu araştırma sürecinde 1mg/l dolayına kadar düştüğü gözlenmiştir. DO'nun yanı sıra ph da önemli düşüşler söz konusudur. Yani bu bölgede deniz suyunun asitleşmesi söz konusudur. Hemen deşarj noktasında yapılan ph ölçümlerinde 40 ve 50m derinliklerde 6.9 ph derecesine rastlanmıştır. Halbuki bu bölgenin normal ph derecesi 7.9-8.1 arasında değişmektedir. Nitekim deşarj noktasından uzaklaştıkça ph'ın hala normal değerlerini koruduğu gözlenmiştir. (Artüz 1988.) Bu ilk değerlendirmeler, Marmara denizine basit bir eleme işleminden başka her hangi bir arıtma yapılmaksızın olduğu gibi bırakılan atıkların, 5 ay gibi kısa bir sürede Marmara ekosisteminde yarattığı bozukluğun gelecekteki boyutlarını kestirmek olasıdır. Bölgede yapılan planktolojik çalışmaların ön değerlendirmesine göre, başta balıklar olmak üzere su ürünlerinin başlıca besinini oluşturan fito- ve zooplankton türlerini sayısı son derece azalmıştır.

Özellikle zooplankton ile beslenen pelajik balık türlerinin ana besinini oluşturan Saggita'lar tümü ile kaybolmuş, bunu yerini asitik ortamda gelişen Noctiluca miliaris (yakamoz) türü planktonlar almıştır. Bu türün artışı ve asit salgılaması nedeni ile, Marmara da kritik durumda olan ph derecesini daha da aşağı düzeye indirebilecektir. Marmara da bol miktarda bulunması gereken ve pelajik balıkların başlıca besinini oluşturan Kopepod'ların miktarında da çok belirgin bir azalma söz konusudur. Marmara denizi 1960'lardan beri, gerek endüstriyel gerekse evsel atıklarla kirlenmiştir. Bunun sonucunda suda çözünmüş oksijen (DO) miktarlarında seneden seneye azalmalar gözlenmiştir. Ancak Karadeniz den gelen ve nispeten temiz olan sular ve bölgedeki normal su hareketleri ile atmosferik oksijenle iyice karışan 0-10 m arasındaki oksijen azalması hissedilir boyutlarda olmamıştır. Buna karşın derinlere gidildikçe oksijendeki azalma ciddi boyutlarda kendisini göstermiştir. 1965'lerde 50m derinlikte 5 mg/l dolayında olan DO, 1988 de 1.95 e kadar düşmüştür. Bu dönemde, Marmara denizinde oksijen azalması şeklinde kendini gösteren ekolojik bozulmaya paralel olarak balık türlerinde de sayısal bir gerileme gözlenmiştir. 1960'lı yıllarda Marmara genelinde 127 tür balık bol miktarda avlanırken bu türlerden pek çoğu bozulan ortam şartlarının etkisi ile yıldan yıla kaybolmuştur. Buna karşılık ortamdaki bozuşmaya direnç gösterebilen bir kaç tür kütlesel artış göstermiş, böylece toplam su ürünleri üretiminde belirgin bir azalma olmamıştır. Direnç gösterebilen türler; Trachurus sp. (İstavrit), Pomatomus saltatrix (Lüfer), Scomber japonicus (Kolyoz) ve Mugil sp. (Kefal) ile, dip balıklarından Gadus merlangus (Mezgit) olmuştur. Hemen hemen tümü ile kaybolan türler ise, Scomber scombrus (Uskumru), Xiphias gladius (Kılıç), Atherina boyeri (Gümüş balığı), Phycis blennioides (Gelincik balığı), Zeus faber (Dülger balığı), Spicara smaris (Israngilos balığı), Lichia amia (Akya), Serranus cabrilla Serranus scriba (Hani ve Yazılı Hani balığı), Bothus maximus (Kalkan), Platichthys luscus (Pisi), Solea sp., Pegusa sp., Arnoglossus sp. (Dil) vb. leridir. EGE DENİZİ: Bu dönemde, Ege denizinin çevre sorunları, MED POL projesi çerçevesinde Türk ve Yunan araştırmacılarınca yoğun bir şekilde incelenmiştir. Bu araştırmalara göre, İzmir körfezi, Aliağa limanı, Ayvalık körfezi gibi nüfus ve endüstrinin yoğunlaştığı yöreler dışında Ege Türk kıt'a sahanlığı temiz deniz karakterini günümüzde de korumaktadır. Aynı durum Yunanistan denizleri için de söylenebilir. Yunanistan kıyılarında da endüstri ve nüfusun yoğun olduğu yörelerde kirlilik alarm verecek boyutlarda gözlenmiş, buna karşın Ege nin açık sularındaki kirlenme ise, Akdeniz geneli ile kıyaslandığında önemsiz denebilecek boyutlarda gerçekleşmiştir.aynı şeyi bu denizde yaşayan canlılar açısından söylemek olanaksızdır. Diğer bölgelerden Ege denizine göç eden su ürünlerinde yüksek miktarlarda ağırmetal birikimlerine rastlanmıştır. Uysal 1986, Litoral bölgenin temsilcilerinden Carcinus mediterraneus (Çingene pavuryası) türü yengeçlerde ağırmetal konsantrasyonlarının incelenen diğer türlere oranla daha yüksek bulunduğunu ve göçmen balıklardan Thunnus thynnus (Adi orkinos) ve lokal türlerden Mullus barbatus (Tekir balıkları)nda cıva konsantrasyonlarının daha fazla olduğunu belirtmiştir ki, bu da ağırmetal birkiminin diğer bölgelerden Ege ye göç eden pelajik türlerde olduğu gibi, yerel türlerde de yüksek oranlarda gerçekleştiğini ortaya koyması açısından önemlidir. İzmir körfezinin bentik topluluklarını ve bunların kirlenme ile ilişkilerini MED POL projesi çerçevesinde ele alan Kocataş (1986), ekolojik açıdan İzmir körfezini bölümlere ayırarak incelemiştir. Kocataş'a göre İzmir körfezindeki hakim kirleticiler, evsel ve endüstriyel kökenli atıklardan oluşmaktadır. Özellikle evsel kökenli kirlenmenin iyi bir endikatörü olan suda çözünmüş oksijen, körfezin yüzeysel sularında önemli değişimler göstermekte ve 0.70 mg/l ve 8.90 mg/l konsantrasyonlara rastlanmaktadır. Aynı şekilde ph da mevsimsel değişimler göstermektedir ve 6.9-8.6 arasında değerler kazanmaktadır. Nitrat konsantrasyonları 3.0 ve 32.0 ugat/l ve Fosfat konsantrasyonları 0.05-1.90 ugat/l arasında saptanmıştır. İzmir körfezinin makro bentik faunasının incelenmesi, körfezin beş farklı ekolojik bölgeye ayrıldığını göstermiştir.(kocataş 1986). 1- Çok kirli dip bölgesi: Liman kesimini içine alan bu bölgede 1979 dan beri hiç bir makro bentik türe rastlanmamıştır. 2- Kirli dip bölgesi: Bu bölgenin karakteristik bentik türü Capitella capitata olup burada yaşayabilen tür adedi sadece 5-6 kadardır.

3- Yarı-kirli dip bölgesi: Bu bölgede yer alan türlerin adedi 16-28 kadar olup bölgenin karakteristik türü Corbula gibba'dır. 4- Yarı-sağlıklı dip bölgesi: Bu bölgede 70 kadar tür yaşamlarını sürdürebilmektedirler. Kocataş (1986) sonuç olarak, İzmir körfezindeki çok kirli olarak nitelenen bölgenin çok sınırlı bir alanı kapsadığını, kirli dip bölgesinin daha geniş bir alana sahip olmasına karşın, yarı-kirli bölgenin İzmir körfezinde en büyük alana sahip olduğunu belirtmektedir. Yunan karasularında araştırma yapan Marketos (1986) su ürünlerindeki cıva konsantrasyonlarının pembe Parapenaeus logirostris (karides) de yüksek, buna karşın Mytilus galloprovivcialis (midye) ve Merlangus merlangus (Berlam balığı) türlerinde en düşük oranlarda bulunduğunu saptamıştır. Bu araştırıcı, üzerlerinde inceleme yapılan su ürünleri türlerinden yüzde 90'ında saptanan cıva konsantrasyonlarının dünya sağlık örgütü WHO nun kabul ettiği (500ug/kg yaş et) cıva konsantrasyon limitinin altında olduğunu, bu nedenle de insan sağlığına zararlı boyutlarda olmadığını belirtmiştir. Buna karşılık Vasilikiotis (1986) endüstri bölgelerine yakın yörelerdeki su ürünlerinde birikimin WHO limitlerine yaklaşabildiğini ve bu anlamda Midyelerin bir kirlenme endikatörü olarak kullanılabileceklerini belirtmiştir. Vasilikiotis, ayrıca göçmen türlerden Xiphias gladius (Kılıç) da 755ug/kg yaş et ve T. thynnus (Adi Orkinos) da 890ug/kg (yaş et). gibi limitleri aşan konsantrasyonlar saptamıştır. AKDENİZ : Akdeniz kirlenme sorunlarının ele alınışı açısından, dünya denizleri arasında en şanslı durumdadır. Bunun başlıca nedeni, dünyaya insanoğlunun hükmetmeye başladığı en eski devirlerden beri kültürlere beşiklik eden bu havzanın, belki de dünyamızın kirlenmeye en açık denizi oluşturmasındandır. Gerek nüfus yoğunluğu gerekse endüstriyel gelişmenin hızla arttığı Akdeniz ülkeleri, ulusal veya uluslar arası kuruluşlar ile birlikte bu denizi incelemek, kontrol altına almak ve gereği gibi korumak istek ve azimlerini, MEDPOL gibi çok kapsamlı projelerdeki işbirlikleri ile göstermektedirler. Birleşmiş Milletlerin şemsiyesi altında yürütülen MEDPOL projelerine ek olarak, CIESM (Commission Internationale Pour L'Exploration Scietifique De La Mer Mediterranee), MESAEP(Mediterranean Scientific Association of Environmental Protection) gibi kuruluşlar da Akdeniz in kirlenmeye karşı korunmasına yönelik çalışmalarda bulunmaktadırlar. MEDPOL projesi çerçevesinde sürdürülen çalışma sonuçlarına göre, Doğu Akdeniz havzasının Türkiye karasularını da içersine alan bölümünde gemilerden bırakılan atık madeni yağlar ve petrol ürünlerinden oluşan katran yumruları, kıyılarda ve plajlarda önemli birikimler oluşturmakta ve özellikle turistik açıdan zararlara yol açmaktadır. Bu çalışma çerçevesinde yapılan analizlere göre Balkaş, doğu Akdeniz sahillerinde 2.5-52.8 g/m 2 katran konsantrasyonları saptamıştır. Balkaş'ın (1986) iki bölgede yaptığı araştırma sonuçları aşağıdaki tabloda özetlenmiştir. Tablo 7. Plajlarda saptanan katran yoğunlukları.(balkaş 1986) ------------------------------------------------------------------------------------------ B ö l g e : Tarih range ortalama g/m 2 g/m 2 ------------------------------------------------------------------------------------------ Kampus (Erdemli) 11.6.77 21.9-52.8 34.3 04.8.77 4.8-52.6 27.9 25.6.78 5.3-44.6 17.9 18.6.79 4.1-51.9 28.8 Akkuyu 9.7.78 2.5-24.4 12.4 ------------------------------------------------------------------------------------------ Aynı bölgede daha geniş bir alanda incelemeler yapan Oren (1986), plajlarda ve deniz suyunda bulduğu yüksek dozdaki atık yağ, katran ve diğer petrol ürünlerinin bu bölgede yasadışı yollardan sintine deşarjlarının sürdüğü sonucuna varmaktadır. Özellikle Kıbrıs ve Girit adaları dolaylarında deniz suyunda yoğun miktarda (40ug/l) petrol hidrokarbonlarına rastladığına işaret etmektedir. MEDPOL projesi kapsamında sürdürülen ağırmetal analizleri sürecinde bu maddelerin Doğu Akdeniz Türk karasularında değişik denizel organizmalardaki birikimi, Balkaş

(1986) tarafından incelenmiştir. Bu incelemelerin sonuçlarına göre, Tekir, Barbunya ve Kefal balıklarında saptanan cıva değerlerinin, Akdeniz in diğer bölümlerine kıyasla daha düşük olduğu, bu değerlerin okyanuslardaki yoğunluklara benzerlik gösterdiği saptanmıştır. Upeneus moluccensis (Nil barbunyası) de ise, dokular arasında, incelenen diğer organizmalara oranla,oldukça önemli miktarlarda (yaklaşık 200ug/kg) cıva birikimi saptanmıştır. Balkaş, inceleme sonuçlarına göre: (I.) Balıklardaki toplam cıva konsantrasyonunun balığın boyu, yani yaşı ile artış gösterdiğini, (II.) Cıva konsantrasyonlarında mevsimler farklılıklar görülebildiğini vurgulamaktadır. Saydam, Klikya bölgesinden toplanan 67 sediment örneğinde sürdürülen hidrokarbon analizlerinde, İskenderun körfezi sedimentlerinde 1.3mg/kg kadar Poliaromatik Petrol hidrokarbonu saptamıştır. Diğer bölgelerden elde edilen değerler, su sıcaklığı ve bakteriyel işlevler sonucu oluşan ayrışma hızı nedeni ile birikimin çok daha alt düzeyde olduğunu göstermektedir. Denizel organizmalarda birikim yoğunlukları incelenen diğer ağırmetallerin (Zn, Cu, Ni, Cr, Fe, Mn, Pb ve Cd) açık deniz (Okyanuslar) deki birikimlerden farklı olmadığı ve Akdeniz in diğer bölgelerinde saptanan değerlerden daha az olduğu gözlenmiştir. Bununla birlikte Adriyatik sularındaki kefallardaki çinko ve kadmiyum ortalama değerlerinin Doğu Akdeniz Türk karasularındakinden daha düşük olduğu belirtilmiştir. Balkaş'a göre, inceleme alanında incelenen su ürünlerinde anormal yüksek ağırmetal konsantrasyonlarına rastlanmamış oluşu, bu bölgelerin yöresel kökenli kirlenmeye uğramadığı anlamına gelmez. Bu durum, yöresel kirlenmenin kısa sürede su ürünleri dokularındaki birikime yansımadığı şeklinde de yorumlanabilir. Bununla birlikte incelemelerin sürdürüldüğü Doğu Akdeniz Türk karasularının henüz önemli ölçüde bir kirlenmeye maruz kalmadığı söylenebilir. MEDPOL projesi çerçevesinde sürdürülen klorlu hidrokarbonlar, özellikle DDT ve PCB'lerle ilgili çalışmalarda Salihoğlu (1986) Barbunya, Tekir, Kefal türleri, Pembe karides, Kaplan karidesi, Çağanoz ve Taş midyesi gibi türler analiz edilmiştir. Aşağıdaki tabloda analiz edilen türlerde saptanan t-ddt ve t-pcb miktarları Salihoğlu'nun çalışmasından özetlenmiş olarak gösterilmiştir. Tablo:8. Çeşitli denizel organizmalarda 1976-1981 tarihleri arasında saptanan DDT ve PCB miktarları(ppm). Salihoğlu 1986 dan özetlenmiştir. ------------------------------------------------------------------------------------- T ü r l e r t-ddt t-pcb max. ort. min. max. ort. min. ------------------------------------------------------------------------------------- Mullus barbatus 251 71 79 n n n Mullus surmuletus 42 27 11 n n n Upeneus molluccensis 86 67 (-) n n n Mugil saliens 237 130 64 n n n Mugil auratus 75 27 20 n n n Carcinus mediterraneus 58 30 19 n n n Penaeus kerathrurus 65 40 15 n n n Parapenaeus longirostris 17 10 65 2 3 2 ------------------------------------------------------------------------------------- n: ölçüm sınırları altında, (-) yeteri kadar veri olmadığından hesaplanamamıştır.

K A Y N A K Ç A : AASEN, O. ARTÜZ M.I. AKYÜZ,E. Contribution to the FiShery Investigation in the Sea of Marmara. B.A.M. Reports Ser. Mar. Res. Vol.1, No:2. 1956 Istanbul. ARTÜZ, M.I. Some observations on the Yearly temperatur Variations in the different layers of the Marmara Sea. Hidrobiologi Vol.VI. No.1-2, stanbul 1962. ARTÜZ M.I. Changes in production and diversity in the armara Region. In Sea Disposal of Wastes rom Small and Mediumsized Communities.M.E.T.U. I.T.U. and WHO. 1977.Ankara. ARTÜZ, M, I. Denizlerimiz niçin korunmalı.denizlerimiz Dosyası I.Cumhuriyet Bilim Teknik 1987. ARTÜZ, M, I.Türkiye Deniz Bilimleri'nin sorunları. enizlerimiz Dosyası, II. Cumhuriyet Bilim Teknik 1987. ARTÜZ, M, I. Denizlerimizin Anatomisi.Denizlerimiz Dosyası III. Cumhuriyet Bilim Teknik 1987. ARTÜZ, M, I. Karadeniz'in Neresi Kara.Denizlerimiz Dosyası IV. Cumhuriyet Bilim Teknik 1987. ARTÜZ, M, I. Karadenizde Yok olan Uskumrunun Öyküsü.Denizlerimiz DosyasıCumhuriyet Bilim Teknik 1988. ARTÜZ, M, I. Karadenizde Kirlenme ve Su Hareketleri. Denizlerimiz Dosyası VIII. Cumhuriyet Bilim Teknik 1988. ARTÜZ, M, I. Quo Vadis Bosphorus?.Denizlerimiz Dosyası IX.Cumhuriyet Bilim Teknik 1988. ARTÜZ, M.I. Oseanografi Ders Notları. I.T.ü. GemiInş. ve Dz. Bil. Fak. Sayı:22. 1990 stanbul. ARTÜZ.M.I, KORKMAZ K. Marmara Denizinin hidrografik şartlarına kısa bir bakış. Ist. Tic. Od. Seminerler Dizisi.No.1. 1977 Istanbul. ARTÜZ, M. I. BAYKUT,F. Marmara Denizinin Hidrografisi ve Su Kirlenmesi Açışından Bilimsel etüdü. I.ü. Çevre sorunları Uygulama ve Araştırma Merkezi Istanbul. BALKAŞ, T.I. Baseline studies and monitoring of metals, particularly mercury and Cadmium, in marine organisms (MED POL II). MAP Techn. Rep. Ser. No.2. UNEP, Athens 1986. BALKAŞ, T. I. Baseline studies and monitoring of oil and Petroleum hydrocarbons in marine waters (MED POL I). Map Techn. Rep. Ser. No. 1. UNEP, 1986. BAŞTÜRK Ö, ve diğ. Oceanography of the Turkish Straits. Second Annual Report. Institute of Marine Sciences METU, Içel, Erdemli 1988. BAŞTÜRK, Ö. ve diğ. Oceanography of the turkish straits First annual report. Vol.III Health of Turkish straits. II. Chemical and anvironmental aspects of the Sea of Marmara. Institute of Marine Sciences, METU. Içel Erdemli 1986. BAYAZIT, M. Marmara Takım Adalarının Kıyılarında Deniz Hareketleri. I.T.Ü. Rektörlüğü Su ve Deniz Bilimleri Teknolojisi Uygulama Araştırma Merkezi, 1987 Istanbul. BAYKUT,F. AYDIN, A. ARTÜZ, I. 1985 Tanker Yangınlarının Doğuracağı Çevre Sorunlarının BilimselIncelemesi 1985. I.ü. Çevre Sorunları Araştırma Merkezi Yayınları No:1. BAYKUT,F. YURDER,G.ve ÇALIŞKAN, N, Marmara denizinin Kirlenme etüdü. I.ü.Çevre Sorunları Araştırma Merkezi. 1984 Istanbul. FLOODGATE, G.D. Microbioal degradation of oil. Mar.Pollut. Bull. 3:41-43. 1972. GESAMP, Joint Group of Experts on the Scientific Aspects of Marine Pollution. Reports of the Fourth Session FAO. 1973 Roma. GESAMP. Impact of oilon the Marine Environment. Reports and Studies No:6 FAO 1977 Roma. KOCATAŞ, A. Research on the effects of pollutants on Marine communities and ecosystems (MED POL V) MAP Techn. Rep. Ser. No.5 UNEP, Athens 1986. LINDEN, O. Acute effects of oil and oil/dispersant mixtures to larvae of Baltic Herring, Ambio. 4:31975 MARKETOS, D.G. Baseline studies and Monitoring of metals, particularly mercury and Cadmium, in marine organisms (MED POL II). MAP techn. rep. Ser.No.2. UNEP, Athens 1986. MIRANOV, O.G. The effect of oil pollution on flora and fauna of the Black Sea. Procc. FAO.Tech. Conf. on Marine Pollut. and its effects on the living resources and fishing. FAO. 1970 Roma. MORRIS, R.J. Lipid composition of surface films and zooplankton from the Eastern Mediterranean Mar. Pollut. Bull. 5: 105-9 1974. NAS. Petrolium in Marine Environment. Washington D.C. National Acad. of Sc. 1975. NELSON-SMITH. Oil Pollution and Marien Ecology. Elek. Science 1972. London. OREN, O,H. Baseline studies and monitoring of oil and_ petroleum hydrocarbons in marine waters. (MED POL I). MAP Techn Rep. Ser. No.1. UNEP Athens 1986. ÖY, EMCET. Pis Su Arıtma tesisler iiller Bankası Yayın No 15. Ankara, 1976. ÖZSOY,E. ve diğ. Oceanography of the Turkish Straits. First annual Report. Vol.I. Physical oceanography of the Turkish straits. Institute of Marine Sciences, METU, Içel Erdemli 1986. SALIHO LU,I. Baseline studies and monitoring of DDT, PCBs and other Chlorinated Hydrocarbons in Marine organisms (MED POL III).MAP techn. Rep. Ser.No.3,UNEP, Athens 1986. TÇSV Türkiye'nin Çevre Sorunları '89, 1989 Ankara UYSAL, H. Baseline Studies and Monitoring of Metals, Particularly Mercury and Cadmium, in Marine Organisms (MED POL II). MAP techn. Rep. Ser. No.2. UNEP Athens 1986. ÜNLÜATA.Ü. Problems of Costal Transport of Pollutants. (MED POL VI) MAP Techn. Rep. Ser. No.6. UNEP, Athens 1986. ÜNLÜATA.Ü. ve ÖZSOY, E. Oceanography of the Turkish Straits. First Annual Report. Institute of Marine Sciences METU, Içel Erdemli 1986. VASILIKIOTIS, Baseline studies and monitoring of metals,particularly mercury and cadmium, in marine organisms (MAR POL II). MAP Techn. reports Ser.No.2. UNEP Athens 1986. ZO BELL,C.E. The occurance, effect and fate of the oil Polluting the Sea. Adv. Water Pollution Res. 1: 85 118. 1964.