Sahici mi? Kesinlikle değil. Gerçekçi mi? Asla. Dürüst bir tavır mı? Öyle olmadığını CHP liler de biliyor.



Benzer belgeler
Türkçe Ulusal Derlemi Sözcük Sıklıkları (ilk 1000)

Baki olan Rabbimiz ve davamızdır

ACR Group. NEDEN? neden?

Onlar konuşur, AK Parti yapar

Cumhuriyet Halk Partisi

TV LERDEKİ PROGRAMLARA ÇIKANLAR KURAN OKUMASINI BİLMİYOR

Kazandı ama bu sonuç Erdoğan ı mutlu etmez

İkrime Sabri: Mescidi Aksa nın. Bir Karışından Bile Taviz Vermeyiz

EMRE KÖROĞLU BAŞKANLIK İÇİN ADAYLIĞINI AÇIKLADI

CHP Yalıkavak Temsilciliğinin düzenlediği Kahvaltıda Birlik ve Beraberlik Mesajı

BÜLTEN İSTANBUL AZİZ BABUŞCU. FİLİSTİN MESELESİ 2 5 te B İ L G İ NOTU. Öğretmenler ile öğrenciler yıllar sonra bir araya geldi

TÜRKİYE SOSYAL, EKONOMİK VE POLİTİK ANALİZ SEPA 5

Cumhuriyet Halk Partisi

Başbakan Yıldırım, Piri Reis Ortaokulu nda karne dağıtım törenine katıldı

Melih Güler. - şiirler - Yayın Tarihi: Yayınlayan: Antoloji.Com Kültür ve Sanat

KILIÇDAROĞLU K.MARAŞ'TA

BAŞBAKAN YARDIMCISI HAKAN ÇAVUŞOĞLU, BATI TRAKYALI GENÇLERLE YTB DE BULUŞTU Cuma, 13 Nisan :47

CUMHURBAŞKANLIĞI SEÇİMLERİ KAMUOYU ARAŞTIRMASI. Ağustos, 2014

T.C. İSTANBUL 13. AĞIR CEZA MAHKEMESİ BAŞKANLIĞI (T.M.K. 10. MADDE İLE YETKİLİ) TUTANAK

Yaz l Bas n n Gelece i

Fransa'da, Hz. Muhammed'e hakaret içeren karikatürleri yayınlayan Fransız Dergisi'ne baskın düzenlendi ve 12 kişi öldürüldü.

:48 FİLİZ ESEN-BİROL BAŞARAN

Cumhuriyet Halk Partisi

Başbakan Yıldırım, Seyranbağları Huzurevi Yaşlı Bakım ve Rehabilitasyon Merkezini ziyaret etti

Başbakan Yıldırım, 39. TRT Uluslararası 23 Nisan Çocuk Şenliği ne gelen çocukları kabul etti

TÜRKİYE SİYASİ GÜNDEM ARAŞTIRMASI

NEDEN. Türk ye Cumhur yet Cumhurbaşkanlığı S stem

MARUF VAKFI İSLAM EKONOMİSİ ENSTİTÜSÜ AÇILDI

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Atatürk Havalimanı Devlet Konukevi nde düzenlenen basın toplantısında konuştu

KKTC SİYASİ ARAŞTIRMA RAPORU

En büyük gücümüz teşkilatlarımız

Veda Hutbesi. "Ey insanlar! " Sözümü iyi dinleyiniz! Biliyorum, belki bu seneden sonra sizinle burada bir daha buluşamayacağım.

Çoğunluk olmak, azınlığı yok saymak

Patronun hizmetini yapıyor Çalışan kadından bahsediyorum. Ben kocama muhtaç değilim diye evvela ailesini dağıtıyor.

Filistin Sahnesinde Faal Olan Gruplara Karşı Filistin Halkının Tutumu (Anket)

frekans araştırma

Müslüman kadın futbolcular Berlin'de buluştu ALMANYA...

Başbakan Yıldırım, Mersin Şehir Hastanesi Açılış Töreni nde konuştu

Vatandaşlar koalisyonun kurulmamasından MHP yi sorumlu tutuyor. Marpoll Kamuoyu Araştırma Şirketi, Ağustos ayı gündem araştırma sonuçlarını açıkladı.

Y.Selçuk TÜRKOĞLU Bursa Milletvekili Aday Adayı. Biz Bir Ekibiz Ekibimiz Milletimiz

Aç l fl Vural Öger Çok değerli misafirler, Konrad-Adenauer vakfının 23 senedir yapmış olduğu bu gazetecilik seminerinde son senesinde bizim de k

"Satmam" demiş ihtiyar köylü, "bu, benim için bir at değil, bir dost."

Erbil Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı Dara Celil Hayat ile Türkiye-Kürdistan Ekonomik ilişkileri. 02 Temmuz 2014

2 Kasım Sayın Bakan,

Personel alımları devam edecek

Özgürlükleri daha da güçlendirmek istiyoruz

AĞUSTOS 2015 GÜNDEM ARAŞTIRMASI NA DAİR

CHP'lilerin telefonlarının izlenme skandalında kritik bilgiler

MISIR IN SİYASAL HARİTASI

KONU : Cumhurbaşkanlığı Seçim Süreci Hk İL BAŞKANLIĞINA

Türkiye de Kutuplaşmanın Boyutları Araştırması. 1 Şubat 2016

Devletin Şefleri Cumhurbaşkanları

16 Nisan Anayasa Değişikliği Referandumu Sandık Sonrası Araştırması

ANAYASA DEĞİŞİKLİĞİ PAKETİ Ne getiriyor, Ne götürüyor? Onur Bakır Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Uzmanı

2015 Genel Seçim Sandık Sonrası Araştırması

Biz yeni anayasa diyoruz

İSTANBUL ANADOLU CUMHURİYET BAŞSAVCILIĞI NA. : Şüpheli hakkında suç duyurusu dilekçemizin sunumudur.

Başbakan Yıldırım, Ankara Sincan da halka hitap etti

SORU- Bize kısaca kendinizi tanıtır mısınız? Bugüne kadar nerelerde görev aldınız?

TÜRKİYE SOSYAL, EKONOMİK VE POLİTİK ANALİZ - 4

SURİYE TÜRKMEN PLATFORMU I. TOPLANTISI ONUR VE ÖZGÜRLÜK MÜCADELESİ SONUÇ BİLDİRİSİ

Devrim Öncesinde Yemen

KOKULU, KIRIK BİR GERÇEĞİN KIYISINDA. ölüler genelde alışık değiliz korkulmamaya, unutulmamaya... (Özgün s.67)

AK Parti mazlum coğrafyaların umudu

Budist Leyko dan Müslüman Leyla ya

ANAYASA DEĞİŞİKLİĞİ. Sorular Cevaplar

OKUL MÜDÜRÜMÜZLE RÖPORTAJ

ÖMER GÜNEY CHP MENEMEN BELEDİYE BAŞKAN A.ADAYI

KARARSIZ AK PARTĠ SEÇMENĠ PARTĠSĠNE DÖNÜYOR

16 ŞUBAT 2011 CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ ÇETİN SOYSAL IN DİNLEMELERLE İLGİLİ BASIN AÇIKLAMASI

Süleyman Demirel Hayatını Kaybetti

Muğla OBM de Yeni Atamalar

Meclis'te sık sık. Babası yoksa

Ana Stratejimiz Milletimizle Gönül Bağımızdır BÜLTEN İSTANBUL B İ L G. İ NOTU FİLİSTİN MESELESİ 12 de İÇİN 3 HEDEFİMİZ, 3 DE ÖDEVİMİZ VAR 3 te

İslam Dünyasından Darbe Girişimine Tepkiler

Bir başka ifadeyle sadece Allah ın(cc) rızasına uygun düşmek için savaşmış ve fedayı can yiğitlerin harman olduğu yerin ismidir Çanakkale!..

Şehit yakınları ve gaziler için iş kurası

Bodrumlu seçmenden yoğun katılım

Diyanet'in yaz Kur'an kursları bugün başladı

ekonomi olduğu görülüyor. Erken seçim olma ihtimalinin zor olduğu, AKP'nin ekonomide rahatlama yaşatmadan seçimi tekrarlatmasının mümkün olmadığı görü

Macit Gündoğdu:2019 Yerel Seçimleri ne hep beraber emin adımlarla yürüyeceğiz

Sevgili dostum, Can dostum,

Türkiye de azınlık olmak Anket Çalışması

Eyicil: Kahramanmaraş ın Sevdalısıyım

Başbakan Davutoğlu İzmir de halka hitap etti

Şef Makbul Ev Yemekleri'nin sahibi Pelin Tüzün Quality of magazine'e konuk oldu

İnönü Üniversitesi Fırat Üniversitesi Siirt Üniversitesi Ardahan Üniversitesi - Milli Eğitim Bakanlığı ‘Değerler Eğitimi’ Milli ve Manevi Değerlerimiz by İngilizce Öğretmeni Sefa Sezer

İSTANBUL AYDIN ÜNİVERSİTESİ SİYASET AKADEMİSİ ANKARA TÜRKİYE NİN DEMOKRATİKLEŞME SINAVINI DERİNLEMESİNE TARTIŞTI!

Erdoğan Kahramanmaraş'ta

Türkiye Siyasi Gündem Araştırması

ORTADOĞU DA BÖLGESEL GELIŞMELER VE TÜRKIYE-İRAN İLIŞKILERI ÇALIŞTAYI TOPLANTI DEĞERLENDİRMESİ. No.12, ARALIK 2016

24 Haziran Seçimlerine İlişkin Kamuoyu Eğilimleri

Cezayir'den yükselen bir ses: Yalnızca İslam hükmedecek!

Kızla İlk Buluşmada Nasıl Sohbet Edilir? Hızlı Bağ Kurma Teknikleri

14. ÇALIŞMA EKONOMİSİ VE ENDÜSTRİ İLİŞKİLERİ KONGRESİ

Son 5 Yılda Türkiye Medyasında İnsan Hakları ve Nefret Söylemi. Şubat 2015

Haziran 25. Medya ve Güven. Gündem. Tüm hakları gizlidir.

Eğitimde 'gizli müfredat' dönemi. Hacked By DeLyJoe tarafından yazıldı.

MHP TURGUTREİS SEÇİM İLETİŞİM MERKEZİ AÇILDI

BAŞBAKAN ERDOĞAN: KOPENHAG SİYASİ KRİTERLERİ NOKTASINDA EĞER HERHANGİ BİR SIKINTI DOĞACAK OLU

Transkript:

On5yirmi5.com Utan dünya! Yazarlar bugün gündeme dair neler yazdı? Yayın Tarihi : 18 Temmuz 2014 Cuma (oluşturma : 8/18/2015) Mustafa Karaalioğlu, Ahmet Taşgetiren, Sibel Eraslan, Elif Çakır, Ali Bayramoğlu, Tamer Korkmaz, Hilal Kaplan, Yusuf Kaplan, Fatma Barbarosoğlu, Ömer Lekesiz, Faruk Beşer, Mehmet Barlas, Engin Ardıç, Haşmet Babaoğlu, Mahmut Övür, Emin Pazarcı, Ufuk Ulutaş, Kurtuluş Tayiz, Yıldıray Oğur, Okay Gönensin, Ruşen Çakır, Ergün Diler, Oral Çalışlar bugün gündemle ilgili önemli konuları ele aldı... Mustafa Karaalioğlu: Bitsin artık bu sahte gösteri Bir seçim daha baştan Tayyip Erdoğan kazanmasın da kim kazanırsa kazansın sloganına sıkışmışsa orada artık umut yoktur. Orada artık gerçek bir siyasetten söz etmek imkansızdır. Dahası, o slogan kitleleri topyekün öfke ve hayalkırıklığına sevk etmekten başka bir anlam taşımaz. CHP, sadece (ama sadece) bu amaçla Ekmeleddin İhsanoğlu nu aday gösterdi. 90 yıl sonra Kemalizm in ayakta kalan tek kurumu olan bu parti Kemalist siyaset sınıfını bitirme pahasına siyasi rotasını Erdoğan karşıtlığına kırmayı göze aldı. 90 yıldır mücadele ettiği sembollerin büyük bölümünü taşıyan İhsanoğlu nu devletin başı olarak topluma önerdi. Seçimli Cumhurbaşkanlığı gibi en önemli makama karşıtlıklarının benzerliklerinden kat be kat fazla olduğu bir ismi aday göstermek demek, CHP için ülke yönetimi iddiasından vazgeçmek demektir. Muhtemelen, başta Kılıçdaroğlu olmak üzere CHP yönetimi de bunun farkında değildir. Ağustos sonrası hangi Türkiye ye elveda, hangi Türkiye ye merhaba denildiğini görünce anlayacaklardır. Peki, yaptılar da ne oldu? Sahici mi? Kesinlikle değil. Gerçekçi mi? Asla. Dürüst bir tavır mı? Öyle olmadığını CHP liler de biliyor. HDP adayı Selahattin Demirtaş... Birkaç yıl öncesine kadar toplumsal kabulün tahammül edemeyeceği, 10 yıl öncesinde ise bizzat devletin yasaklısı bir partinin başkanının Çankaya ya aday olması başlı başına bir barış sürecidir. MHP nin aday gösteremediği bir ortamda Kürt siyasetinin kendisini ülkenin birliği ve beraberliğini temsil eden makama layık görmesi memnuniyet vericidir. Ama gelin görün ki, düne kadar Okmeydanı nın arka sokaklarına surat buruşturan, Alevilerin varlığını umursamayan Kemalist-sol-kentli tayfa Gezi Parkı ndan sonra buralara musallat olduğu gibi şimdi de Kürtlere yapıştı. 90 yıldır Kürtlere düşmanlığın, Kürt kimliğini inkarın aydın kitlesi şimdi Kürt adayın eteklerine yapışıyor. Yapışıyor ki ne yapsın etsin de Erdoğan ilk turda seçilmesin. Yapışıyor ki İhsanoğlu hamlesiyle kendilerini küçük düşüren CHP den kaçınca sığınacak bir yer olsun.

Sahici mi? Kesinlikle değil. Gerçekçi mi? Asla. Dürüst bir tavır mı? Öyle olmadığını herkes biliyor. Şimdi soralım... Böylesine önemli bir seçime en gerçek dışı siyaseti tercih ederek hazırlanan bir sınıfın, bir kast ın Erdoğan a kızma hakkı var mıdır? Hayatlarında bir kez olsun seçimle tayin edilen bir makamı kazanamamış olan bir ideolojik kampın siyaset ve ülke idaresi üzerinde herkesten meşru bir yerden konuşuyor gibi yapmalarının bir anlamı var mıdır? Sahici seçim yenilgilerini bile sahte manevralarla geçiştirmeye çalışan bir zihin yapısı dindarların, muhafazakarların, Alevilerin, Kürtlerin, Okmeydanı nın, Lice nin, Maraş ın yakasından düşmelidir. Dindarlara saygı duyanlar bunu arada Erdoğan yokken yapsın... Alevileri dert eden bunu gençler eline taş almadan düşünsün... Kürtleri sevenler bunu ortada sandık yokken sevgisini göstersin... Ahmet Taşgetiren: Utan dünya! Reuters ın servis ettiği o çocuk fotoğrafı. Ayakları başı ile birleşmiş bu çocuk, jimnastik yapmıyor! Belinin ortasına düşen bomba vücudu ikiye bölmüş ve, böyle iki büklüm bir çocuk bedeni çıkmış ortaya. Dünya liderlerine seslenmek istiyorum: - Alın ve asın bu fotoğrafı çalışma ofislerinizin alnacına ve seyredin insanlık adına nerede durduğunuzu! Bu fotoğraf, İsrail in Filistin de, Gazze de, süper güç diye geçinenler dahil tüm dünya devletlerinin gözü önünde, sözümona dünya barışını korumak gibi bir misyonu bulunan Birleşmiş Milletler in gözü önünde bilmem kaçıncı kere işlediği cinayetlerin fotoğrafıdır. Ne yazabilirim ki? Karşımda bu fotoğraf. Karşımda Filistin. Karşımda İsrail vahşeti.

Karşımda lalü ebkem hale gelmiş bir insanlık. Dünya daha kaç çocuk cesedini seyredebilir insan kalarak? Utan dünya! Bir ümit kıvılcımı mı? İsrail vahşetinin doruğa çıktığı bir zamanda İstanbul da bir toplantı, İslam dünyasının üzerindeki ölü toprağını silkeleyebileceğine da bir umut hamlesi gerçekleşiyor: Dünya İslam Bilginleri Barış, İtidal ve Sağduyu İnisiyatifi Toplantısı Ve Başbakan Erdoğan o toplantıda, yüreğinde birikmiş olan çığlığı, hüznü, ümidi bütün açıklığı ile ortaya koydu. Konuşmanın tamamı tarihi ve bugün bütün İslam toplumları tarafından hece hece okunması gereken nitelikte. Sütunuma sadece şunları alabiliyorum: Kur an ın emri ortadayken, Hz. Nebinin hayat pratiği ve emirleri, tavsiyeleri bu kadar açıkken, İslam coğrafyasının ve Müslümanların bugün yaşadıklarını izah etmek gerçekten akılla ve vicdanla mümkün değildir. Ortadoğu nun her karışında şu anda kan akıyor. Ne kadar acıdır ki akan kan Müslüman kanıdır. Daha da acıdır ki kan akıtan Filistin deki hariç yine Müslümandır. Dünya susarken Batı susarken maalesef İslam dünyası da susuyor seyrediyor. Soruyorum neredesin sen İslam dünyası? Senin canın yanmıyor mu yüreğin parçalanmıyor mu? Filistin de yaşanan, bir mezhep çatışması olmadığı için, bir Şii-Sünni çatışması olmadığı için, oradaki can alıcı mesele maalesef İslam dünyasının da ilgisini çekmiyor. İşte burası yaralayıcı. Oysa hepimiz biliyoruz ki Filistin de bizim çocuklarımız, bizim yavrularımız ölüyor. Filistin de bizim özbeöz kardeşlerimiz şehit ediliyor. Filistin de insanlık ölüyor, insanlık onuru ölüyor. Özellikle de Müslümanların izzeti, şerefi ölüyor. İslam coğrafyası kan ağlıyor. Maalesef bunu içimizdekiler yaşatıyor. Kardeş kanı akıtanlara dur demenin vakti gelmiş geçmiştir. Sünni olsun Şii olsun her bir mezhep mensubuna şunu sormak isterim. Acaba bizim her hareketimizi gören Allah içinde bulunduğumuz duruma ilişkin bize nasıl nazar ediyor? Hazreti Peygamber bugün aramızda olsaydı bize ne derdi? Ehli beyt, ashabı kiram bizim aramızda olsaydı bize ne söylerdi. Her bir Müslüman ın durup bir an düşünüp bu soruları kendine sorması gerekiyor. Biz mezhepçilik yapamayız. Biz Şiacılık yapamayız, biz Sünnicilik yapamayız. Allah ın ipine hepiniz sımsıkı sarılın emri ortadayken Allah ın ipini bırakıp mezhep taassubuyla kardeş kanı akıtmanın bu aziz dinle alakası olamaz.

Barışın Ortadoğu nun hakkı olduğunu biliyor tüm tarafları itidale tefekküre davet ediyoruz. Yaşanan acıları dindirecek kanlı manzarayı değiştirecek olanlar sizlersiniz. Sizler İslam bilginleri olarak bütün siyasilere hakkı haykırması gerekenlersiniz. Her birimiz La ilahe illallah diyoruz. O zaman bütün farklar ortadan kalkmıştır. Bildiklerimizi tekrar gözden geçirmek zorundayız. Hakkın yanında durmak gerçek anlamda Allah ın ipine sarılmak zorundayız. Sibel Eraslan: Toparlanalım, dersimiz Filistin dir arkadaşlar 1938 doğumlu Şeyh Ahmet Yasin, tekerlekli sandalyesinde son nefesine kadar çocuklara ve gençlere öğretmenlik yapmış yüzünden tebessümü asla eksik olmayan bir güzel adamdı arkadaşlar... Lisede yüzme dersinde geçirdiği bir kaza sonucu belden aşağısı felç olmasına rağmen, Filistin davasını taşımaktan asla yüksünmemiş bir neferdi. Elezher de okudu üniversiteyi. Müslüman Kardeşler hareketi içinde etkin bir gençti. Arkadaşı Prof. Dr. Abdülaziz Rantisi ile beraber, 1987 yılında açılan 1. İntifadayla birlikte HAMAS ı kurdular. 1989 da İsrail tarafından hapse atıldı Şeyh Ahmet Yasin, dokuz yıl kadar yattıktan sonra Halid Meşal i hedef alan suikastta yakalanan İsrail ajanları karşılığında takas edilerek serbest kaldı. (Suikastten sadece birkaç gün evvel Halid Meşal le birlikteydik, biz ona yaşayan şehit diyoruz) Şeyh Ahmet Yasin Gazze de 2004 yılında bir sabah namazı çıkışında İsrail roketlerince şehit edildiğinde, hepimiz bu güzel öğretmenimiz için ayağa kalkmıştık. Boynundan aşağısı tutmayan tekerlekli sandalyeye mahkum bu aksaçlı öğretmenden ne istiyordu İsrail? Hiçbir hukuk kuralını kabul etmeyen pervasız İsrail, bu garip öğretmenden niçin bu kadar çekiniyordu... Gençlerden bu iki soruyu ciddiye almalarını rica ederim... Çünkü Filistin hepimizin okulu, Filistin şehitleri hepimizin öğretmenleridir arkadaşlar! Gerçek güç hakkında umutsuzluğa düşmeyin! Ona tekerlekli sandalyesinde güç ve kudret veren şey imanı cesareti ve gayretiydi... Şimdi onun şikayetnamesini aslında vasiyetidir biz talebelerine, bir kere daha hatırlayalım: ALLAH ım! Ümmetin suskunluğunu Sana şikayet ediyorum! Ben ki kocamış bir yaşlıyım. Kurumuş iki elim, ne kalem tutuyor ne de silah!.. Sesimle yeri inletecek güçte bir hatip de değilim!.. Ben ki saçları ağarmış, ömrünün son demlerinde, türlü hastalıkların yıktığı ve üzerinde zamanın belalarının estiği biriyim!.. Tek isteğim benim gibi, Müslümanların zaaf ve aczinden müteessir olanların yazmasıdır!..

Siz ey Müslümanlar! Suskun ve aciz, helak olmuş ölüler!.. Hâlâ kalpleriniz sızlamıyor mu, başımıza gelen bu acı felaketler karşısında?.. Bir halk yok mu? Hiç mi kimse yok, Allah için ve ümmetin namusu için kızacak? Şerefli direnişçilerken, bizleri katil teröristler olarak ilan edenlere karşı duracak! Bu ümmet utanmaz mı, şerefi çiğnenirken? Siyonist katilleri ve uluslararası işbirlikçilerini görmezden gelirken! Omuzlarımıza el verecek ve gözyaşlarımızı silecek bir bakış! Bu ümmetin kurumları, sivil güçleri, partileri, teşkilatları ve bariz şahsiyetleri, Allah için kızmaz mı!? Tümü birden sokaklara dökülüp, bizim için dua etmeye; Ey Rabbimiz! Gücümüzü topla, zaafımızı gider ve mümin kullarına yardım et! diye çağıramaz mı!? Buna da mı gücünüz yetmiyor!? Yakında bizim büyük ölümlerimizi duyacaksınız, o zaman alınlarımızda şu yazılacak: Bizler direndik! İleri atıldık ve kaçmadık! Ve bizimle birlikte çocuklarımız, kadınlarımız, yaşlılarımız ve gençlerimiz ölecek! Onları, bu suspus ve bön ümmete yakıt yapacağız!.. Bizden, teslim olmamızı ve beyaz bayrak dikmemizi beklemeyin! Çünkü biz, bunu yapsak da öleceğimizi biliyoruz. Bırakın savaşçı onuruyla ölelim! Dilerseniz bizimle olun, elinizden geldiğince, öcümüzü sizden her biri boynuna taksın! Dilerseniz bize acıyarak ölümümüzü izleyin! Temennimiz, Allahın, emaneti savsaklayan herkesten kısas almasıdır! Umarız bizim aleyhimize olmazsınız! Allahaşkına, bari aleyhimize olmayın! Ey ümmetin liderleri, ey ümmetin halkları! Allahım!

Sana şikayette bulunuyorum.. Sana şikayette bulunuyorum.. Sana şikayette bulunuyorum.. Elif Çakır: Pensilvanya HSYK yı neden istiyor? Adı üstünde HSYK: Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu sadece bir idari kurum. Ne Danıştay ne Yargıtay ne de Anayasa Mahkemesi gibi bir hukuk kurumu değil. Peki, o halde Pensilvanya neden HSYK yı ister, ille de HSYK ya gözünü diker? 17-25 Aralık tan bu yana yaşadıklarımıza bakınca sanırım Neden HSYK sorusunun cevabı daha iyi anlaşılıyor. Ve bir şey daha... Pensilvanya da bulunan Paralel Örgüt liderinin 1 Ağustos 2010 tarihindeki o çok konuşulan hepimize vay be dedirten referandum değerlendirmesini bugünlerde bir kez daha 17-25 Aralık darbe kalkışmalarıyla birlikte okumamız gerekiyor. Hatırlıyorsunuz değil mi? Paralel Öörgüt lideri İmkân olsa mezardakileri bile kaldırarak o referandumda EVET oyu kullandırmak lazım. Mezardakiler bile kalksın. Ben zannediyorum kalkarlar da... Ben zannediyorum ruhları koşar da. Çünkü demokrasi adına çok önemli bir adımdır açıklamaları yaparken; *** Paralel Örgüt ün medyasında Türkiye nin demokrasi rayına oturabilmesi için mevcut HSYK yapısının değişmesi gerektiğine dair haberler, analiz-yorumlar yayınlanıyordu. Paralel Örgüt ün tüm kurumları maddi ve manevi olarak referandumun destekçileriydiler; Hocaefendileri nin gerekirse mezarlarından kaldırın ve oy kullandırın talimatını yerine getiremeseler de, yurt dışında yaşayanların Türkiye ye gelip EVET oyu kullanabilmelerini sağlamak için günü birlik uçaklar kaldırdılar... Dahası deyim yerindeyse medyalarının ülke genelindeki tüm bürolarını ve temsilcilerini AK Parti nin emrine amade kıldılar, parti teşkilatlarının sahaya çıkmasına gerek dahi kalmayacak bir gönüllülükle

çalıştılar. Allah ım bu nasıl bir samimiyetti, bu nasıl bir darbe karşıtlıydı, nasıl da coşkuyla vesayetçi geçmişle hesaplaşılsın istiyorlardı! Oysa şimdi anlaşılıyor ki, referandum bahane HSYK yapılanması şahaneymiş. EVET demeyen kimse kalmasın diye yurt dışından kaldırılan ücretsiz uçaklar ne milletin hayrı için ne de Başbakan Erdoğan ın kara kaşı, kara gözü içinmiş! Ne diyordu Pensilvanya Bu pakette milletin istikbali adına çok önemli düzenlemeler var. Millet ten neyin kastedildiğini anladınız değil mi? Paralel yapılanmanın istikbaliymiş kastedilen... Peki, neden HSYK? Ya da HSYK neden bu kadar önemli? Tane tane anlatalım ki daha iyi anlaşılsın. - Türkiye de 13 bin hakim ve savcı var ve bütün bu hakim ve savcıların nereye tayin olacaklarının (Zekeriya Öz nerede olmalı, Fikret Seçen i nereye vermek lazım gibi) kararını HSYK veriyor. - Hangi hâkimin hangi mahkemede çalışacağına, hangi savcının yine hangi şehirde başsavcı mı, başsavcı vekili mi olacağına yine HSYK karar veriyor. (HSYK nın 1. Dairesi) - Hakimlerin idari yönden üstü sayılan ve tek kişisi olan Adalet Komisyonu Başkanı ve üyesini de HSYK atıyor. *** Adalet Komisyonu Başkanı fonksiyonu nedir? Bir hakim izne ayrıldığında ya da bir hakim rapor aldığında yerine geçici olarak hangi hakimin yetkilendirileceğine Adalet Komisyonu Başkanı karar veriyor. Sormaya devam edelim. Peki geçici yetkiliyle görevlendirilen bir hakim ne yapabilir? Çok şey. Dursun Çiçek in tutuklanmasını hatırlayın ya da Ergenekon, Balyoz, KCK, Şike Davası ndaki tutuklanma süreçlerine ve hangi mahkemelerin ve hangi hakimlerin tutuklanma kararı verdiğine baktığınızda karşımıza hep nöbetçi mahkemece ve hakim tarafından tutuklandığı gerçeği çıkıyor. Tüm tutuklamaların nöbetçi mahkeme ve izne ayrılmış bir hakimin yerine geçici olarak görevlendirilen bir hakim tarafından yapılması bir tesadüf olabilir mi? Paralel Örgüt tüm kararlarını izne çıkan (zorunlu olarak izne çıkması istenen) hakimin yerine geçici görevle yetkilendirilen hakimlere aldırdı ve aldırmaya devam ediyor.

En son Yeni Şafak gazetesi Adana daki yasa dışı dinlemelerden sorumlu tutulan 6 polisin, nöbetçi mahkeme ve hakimce bırakılacağına dair mahkeme oyunlarını deşifre eden haber yapması üzerine neler yaşandığı ortada. Hakim sadece gazeteye bomba atılsın demedi. Girin internete ve Tutun şu savcıyı haberini arayın bir medya kuruluşunun yargı eliyle nasıl linç edilmek istendiğini görün. - Bu tür organizasyonları ve tüm bu organize işleri HSYK yapıyor yani operasyonun merkezi HSYK dır. (HSYK içindeki Pensilvanya nın teknik nakavt tekniği uzmanları diğer arkadaşları kandırmaya devam etsinler.) - Devleti ve toplumu ilgilendiren stratejik davaların gittiği ve verdiği kararlarla devletin işleyişini ve hükümetin icraatlarını çok ciddi şekilde etkileyerek hükümeti çalışamaz hale getirme gücünü elinde bulunduran kurum Yargıtay ın üyelerini de HSYK atıyor. - Yine hükümetin idari yönden yapmış olduğu çok büyük ölçekteki bir takım icraatlarını, politikalarına sık sık verdiği yürütmeyi durdurma kararlarıyla hükümeti adeta çalışamaz hale getiren İdari Yargı ve Danıştay ın üyelerini de HSYK atıyor. (TEOG ve SBS konusundaki verdiği kararların üzerinde henüz dumanlar tütüyor.) - Aynı zamanda bütün hakimlerin ve savcıların suçlarıyla ilgili idari ve soruşturma kararlarını veren merci yine HSYK. Zekeriya Öz, Fikret Seçen, Sedat Sami Haşıloğlu, Hasan Hüseyin Özese yle ilgili HSYK ya yapılan bütün suç duyuruları nasıl sümenaltı edilerek haklarında adli ve idari soruşturmaların engellenmesinin başka bir izahı olabilir mi? Ya da şunu soralım Savcı Muammer Akkaş HSYK daki ağabeylerine güvenmeseydi Çağlayan Adliyesi nin önünde elinde bildiri dağıtabilir miydi? Peki Muammer Akkaş ın bildiri dağıtmasına sahip çıkan HSYK bunu hangi hukuki çerçevede açıklayabiliyor? *** - Paralel Örgüt ün lehine çıkabilecek kararların alınmasına olanak sağlayan yine HSYK nın yaptığı atamalardır. - Yargıtay da geçen hafta yapılan Başkanlık Kurulu seçimlerinin Pensilvanya lehine sonuçlanarak 20 üyenin tamamının silme paralel örgütten seçilmesi, 2010 referandumu sonrasında HSYK 1. Daire Başkanı nın yargıdaki tüm kilit noktalara paralel örgütün adamlarını yerleştirmesinin bir sonucudur. - Ankara da Yargıtay ve Danıştay içindeki adli kaynaklarım, 2010 yılındaki referandumdan sonra yapısı değişen HSYK nın en büyük ve ilk vahim icraatının 160 hakim ve savcıyı Yargıtay üyesi yapmak olduğunu söylüyorlar. - Yine Ankara ve İstanbul daki adli kaynaklarım, 13 bin hakim savcı olduğunu, bunun 2000 inin sosyal demokrat olduğunu, 2000 inin milliyetçi, 1700 ünün muhafazakar-dindar, 3000 kadar ortada isim olduğunu geri kalanın ise kemiksiz Pensilvanya nın adamları olduğunu söylüyorlar.

Peki, ne olacak, neler oluyor? Paralel Örgüt, Eylül-Ekim de yapılacak HSYK seçimlerine Yarsav ve Yargısen le ittifakla girecek. Paralel Örgüt bilinen ve adı çıkan üyelerini aday göstermeyecekler, bunun yerine sosyal demokrat olarak bilinen ancak kendi kamuflaj olmuş adaylarıyla girecekler. Adli kaynaklarım Pensilvanya nın elinde savcı ve hakimlerin kaset, ses kayıtlarının olduğunu ve gizli görüşmelerle şantaj yaparak zorunlu yanlarına çektiklerini iddia ediyorlar. HSYK seçimleri için karargah olarak, hakimlerin, savcıların ve kaymakamların gerçek kimlik ve bilgileriyle üye oldukları, şifreli sistemle çalışan adalet.org isimli internet sitesini kullandıklarını söylüyorlar. Aday anketlerinin yapıldığı sitede Yargıda Birlik Platformu nun üyelerini de haberleri olmaksızın aday olarak gösterip, oylatarak, Yargıda Birlik Platformu nda güven zedelemesi yapılarak, aday gösterilen kişilerin paralel örgüt üyesi olduğu algısını oluşturmaya çalışıyorlar. Korkunç değil mi? Evet, korkunç. Peki, ne yapmak gerekiyor? soruma adli kaynaklarımın verdikleri cevap Ya HSYK seçimlerinin önlenmesi lazım, ya da acilen RTÜK modeliyle bir seçim yaptırılması gerekiyor! Velhasıl boşuna değil Bolu ya atanan süper savcı Zekeriya Öz ün yeni makamına, yeni görev yerine alışamaması! Ve boşuna twitter hesabından Sonu Saddam gibi Kaddafi gibi olacak mesajlarıyla meydan okurcasına Başbakan Erdoğan a ölüm tehdidi savurması. Ali Bayramoğlu: Siyasetsiz 'ekmek' hamuru... Türkiye coğrafi konumu ve tarihi yükü itibariyle zor, krizlere açık bir ülke... Toplumsal dokusu açısından kırılganlık dozu yüksek bir ülke... Ezelden beridir, farklı toplumsal dokuların ancak ayrı ayrı, sadece yan yana yaşayabildikleri bir diyardır burası... Siyasal kültürümüzde hakim öge 'tekçilik'tir. Aradığımız hep aynı şeydir. Benzerlerimizle yaşamayı, benzerlerimizi üretmeyi arzu ederiz. Bu yüzden bugün hâlâ, dindar ya da laik, solcu ya da sağcı, çoğumuz bir cemaat içinde yaşar, bunu yüceltir ve bu yaşam tarzının kavgasını veririz. Siyasetten anladığımız bir yanıyla 'kendi topluluğumuzu ve değerlerini değişime kapamak, en

katıksız haliyle muhafaza etmek'tir. Diğer yanıyla siyasete mücadele anlamını veririz, kendi yaşam alanımızı genişletmeye, diğerini daraltmaya dayalı, faydacı bir mücadele... Siyasi meselelerimiz, 'kendi topluluğumuzun kültürel değerlerini mutlaklaştırır, siyasi eylemimiz maddi imkanları açısından bu topluluğun yaşam alanını diğer toplulukların aleyhine genişletmek arayışı' üzerine oturur... Pek çok konuda değişiyor olabiliriz, ama bu, 'ataerkil kültür ve siyaset'in ağırlığından kurtulduğumuzu göstermez... Ataerkil kültür denince önce muhafazakarlar akla gelse de, bu işin asıl merkezi, üretim yeri laikçiotoriter beyaz dokudur. Teslim etmek gerekir ki ataerkillik konusuda, bu konudaki topluluklar arasında yarış'ta, 'laik cemaat' açık farkla önde gidiyor... Çağdaşlık ve demokratlığı, 'kendisine benzeyeni talep etmeye ve yüceltmeye' indirgeyen, kendisinden farklı olanı ise 'ilkellikten gericiliğe kadar uzanan bir skala içinde yargılayan ve dışlayan' bir kültür, bu ataerkil ve köktenci kültür, daha bir süre başımızı ağrıtacak gibi duruyor... Bu açıdan da en önemli engel, 'toplulukçu yaşam biçimi duruşu ve politikası'dır. Kabul etmek gerekir ki, bu duruş ve politika CHP'yi, genel olarak solu yok edip bitiren, kendi özünden uzaklaştıran, Türkiye'yi tek partili hale getiren bir meseledir... Kendine ve direnç merkezli kültürel-ideolojik düzeni koruma merkezli siyaset olarak tanımlayabileceğimiz 'toplulukçu yaşam biçimi hali', aslında o topluluğun iç bunalımının tezahürü olarak karşımızdadır. Bu topluluğa has ayrımcı ve ayrılıkçı anlayışın, laiklik, çağdaşlık, batılılık, modernlik gibi kavramların arkasına saklanması, bu kavramların salt biçimsel sembollerine sarılıp, özünü devre dışı bırakması, artık görüntüyü bile kurtaramaz hale gelmiştir. Nitekim bu iç bunalım, ikiye bölünmüş kişilikler üretmektedir. Bu ikili yapı, kendisine demokrat ötekine otoriter bakış ve muamele, hakları tekel altına alan, koşullara bağlayan bir tutuma kapı açmakta, 'üçüncü dünyalı elit görüntüsü'nü kuvvetlendirmektedir. Kuvvetlendirmektedir zira, bu grubun mensupları demokrasiyi sadece kendileri için istedikçe, onu bir ayrıcalık sistemi olarak dönüştürmekte, demokrasinin farklı değerler karşısında bir tutum olduğunu unutup, dahası 'onu kendi değer sistemleriyle özdeşleştirmekte'dirler.

İlginç değil midir, cumhurbaşkanlığı seçimlerine doğru üç aday, üç akım içinden siyasetsizliği, içi boş faydacı bir cephe tutumunu temsil eden sadece bu cemaattir. Tamer Korkmaz: Tıpış, tıpış... İçerideki Ecnebi'lerin Kemal'i, kendisine dayatılan 'Ekmek için Ekmeleddin' projesini öpüp başına koydu. Evvela, partisine dayattı; yetmedi şimdi de tatilci seçmenlerine dayatıyor... '-Adam gibi tıpış tıpış sandığa gideceksiniz... Şakası makası yok, sandığa gidip İhsanoğlu'na oyunuzu vereceksiniz' diye babalanıyor! * Yani? -Eliniz mahkum, diyor... Benim Adım Ecnebi Kemal'in bu tavrı, bize Kızgın Şam'daki Zalim Beşşar'ı neden tuttuğunu da gösteriyor, aslında... Bilinçaltını dışa vuruyor... Şam Şeytanı'nın ve dahi babası Hafız'ın seçim yöntemlerini pek sevdiğini açık ediyor! Ekmeleddin İhsanoğlu Cephesi'ndeki o evlere şenlik sloganın vardığı son istasyon mu, şudur: 'Hür irade ekmek' için değil... 'Dayatma ekmek' için Ekmeleddin! * Hürriyet'in 'Kelebek' ekindeki saksılara bile 'Ekmeleddin' ekiliyor..! Ayşe Arman'ın, Ekmel Bey ve ailesiyle yaptığı röportajdan kalma fotoğrafa fokus yapılarak... Prof. İhsanoğlu'nun 'Brooks Brothers logolu montuna' dikkat çekiliyor! Şu satırları okuyoruz: 'Koç Holding Onursal Başkanı Rahmi Koç'un şirketi RMK Classic Giyim'in Türkiye'ye getirdiği, ABD başkanlarının markası Brooks Brothers, Cumhurbaşkanı adayı Ekmeleddin İhsanoğlu'nun da tercihi oldu...'

Breh...breh...breh! * Eskisi gibi olsa... ABD'nin/İçerideki Ecnebiler'in sufle ettiği isimler... Montunu koysa, kazanırdı... Ama, şimdi öyle mi? -Hey gidi günler hey... * Mister Koch'la Ekmeleddin İhsanoğlu'nun resmini çıkarmışlar yan yana! -Sütunların Pişti'si, fevkalade isabet olmuş! -Adeta, haber dile gelmiş... -Yoksa, çocuktan pardon Kelebek'ten al haberi mi demeliyiz? * Ekmek için Ekmeleddin Bey'e adaylık teklifini yapan Aydın Doğan'dı... Aydın Bey, işbu teklifi Derin Baronlar'ın namı hesabına yapmıştı, ta Şubat 2010'da... Sahi, İstanbul'un Baronları hangi marka mont giyiyor? Kulağını kabartmış öylece aday ismi bekleyen Kemal Bey'e final sahnesinden az önce 'dayatılan' isimdi, Ekmeleddin: -Talimatla, Çankaya'ya Ekmeleddin 'ekmek' için! * CHP lideri, cümlenin ilk yarısını söyleyemiyor, söyleyebilse tam olarak şöyle diyecekti: '-Ben Ekmeloğlu'nu tıpış tıpış aday gösterdim, siz de tıpış tıpış oy vereceksiniz!' BOMBALARI 'EKMEK' İÇİN...

Kılıçdaroğlu, Zalim Beşşar'a heyet göndererek destek atmıştı... Çatı Adayı Profesör İhsanoğlu da... 'Suriye'den gelen sığınmacılara Türkiye kapıyı açmamalıydı' diyor! Şayet, Ekmeleddin Bey'in dediği gibi olsaydı... Bir milyondan fazla Suriyeli... Suriye rejiminin zulmüne ve dahi 'bombaların insafına' terk edilecekti! Hilal Kaplan: 'Seküler' Erdoğan Türkiye'deki İslâmcı hareket ve aktörler, diğer İslâm ülkelerine kıyasla farklı bir portre sunarlar. Zira cumhuriyetin kuruluşundan itibaren İslâmcı hareket ve aktörlerin büyük ölçüde Anglo-Sakson demokrasilerini örnek aldığını görmek mümkündür. Örneğin Birinci Meclis'te Mustafa Kemâl'e en sert muhalefeti yapan ve onun tarafından suikaste uğrayan milletvekili Ali Şükrü Bey, tipik bir İslâmcı aydın ve siyasetçi olarak kabul edilir. Ancak Meclis'te yaptığı konuşmalara veya çıkardığı Tan Gazetesi'ndeki başyazılarına bakılırsa Ali Şükrü Bey'in birincil derdi Türkiye'de demokrasiyi konsolide etmek ve kişi hak ve hürriyetlerini tesis etmektir. Anglo-Sakson yönetim biçimi kendisini o kadar etkilemiştir ki yazı ve konuşmalarını bir süre kaldığı İngiltere'deki deneyimlerden veya 'Democracy in America' gibi eserlerden örneklerle süsler. Ak Parti liderliğindeki Erdoğan'ın da 2002'den beri bundan farklı bir çizgisi olduğu söylenemez. Daha partinin kuruluşunda Necmettin Erbakan'ın siyasî çizgisine aldığı mesafeyi göstermek için 'Millî Görüş gömleğini çıkardık' açıklamasında bulunan Erdoğan, sonraki yıllarda da yaptıkları ve söyledikleriyle farklı bir siyaset yorumunu benimsediğini göstermiştir. Hatta daha da geriye gidersek, Erbakan'ın Refah Partisi'nden belediye başkanı seçildiği İstanbul, onun zamanında bir 'parti mekânı' olmaya başlamıştır. Yapılan araştırmalar da 2002-2012 yılları içinde Türkiye'deki içki tüketimi ve içkili mekân sayısının arttığını gösteriyor. Erdoğan iktidarında kürtaj, sosyal sigorta kapsamına alınarak, kişi dilerse bedelini devletin ödeyeceği bir prosedür haline geldi. Erdoğan iktidarında, 'laik' CHP'nin gasp ettiği gayrimüslim vakıfları sahiplerine iade edildi.

Erdoğan iktidarında ülke çapında açılan cemevi sayısında patlama yaşandı. Yine Erdoğan iktidarında, Türkiyeli LGBT grupları dernekler kurdular ve hatta Ramazan'ın ikinci günü ülke tarihindeki en büyük yürüyüşü gerçekleştirdiler. Aynı Erdoğan, Mısır ve Tunus gibi Arap ülkelerini ziyaretlerinde de sekülarizmin devlet yönetiminde önemli ve gerekli bir ilke olduğunu vurgulamıştı. Geçtiğimiz günlerde Erdoğan, Cumhurbaşkanı olarak ülkeyi nasıl yöneteceğine ilişkin vizyonunu kalabalık bir topluluk karşısında ilan etti. Toplantıya 'Türkiye'nin Lady Gaga'sı' olarak anılan Hande Yener veya transseksüel şarkıcı Bülent Ersoy da katılmıştı. Belli ki onlar, hayat tarzları üzerinde bir baskı hissetmiyorlardı! Şu satırlar da o toplantıda açıklanan Erdoğan'ın vizyon belgesinden: 'Nasıl devlet, din üzerinde tahakküm kuramazsa, dinî topluluklar da devlet ve diğer dinî gruplar üzerinde tahakküm kuramaz. Devletin görevi, dinlerin ve inançların kurduğu yaşattığı kurumların sivil toplum örgütlerinin serbestiyetini güvence altına almaktır.' Ancak aynı Erdoğan, Müslüman kimliğini de ondan aldığı ilhamı da halktan saklamıyor. Amerikalı muhafazakâr politikacıların yaptığı gibi konuşmalarında inandığı kitaptan ayetlere yer veriyor. Mitinglerin bitişinde kalabalıklara, onları Allah'a emanet ederek veda ediyor. İslâm ülkelerinin sıkıntılarına gündemin ilk sıralarında yer veriyor. Ne var ki bu, kendine demokrat diyen yazarların dilinde bir alay konusuna dönüşebiliyor. Akılları sıra Erdoğan'ı aşağılamak için bir anda Emin Çölaşan'a bağlanabiliyor, Bekir Coşkun'la aynı telden çalabiliyorlar. Yukarıda saydığım gelişmeleri görmelerine rağmen ülkenin gittikçe dindarlaştığını ve Erdoğan'ın dinî bir tahakküm kurduğunu iddia edebiliyorlar. Bu vakıayı anlamak için sosyolojinin kodları tam olarak yeterli değil. Ama işin sosyolojik boyutuna bakarsak, sanırım laikler için en büyük rahatsızlık vesilesi ülkenin dindarlaştığı vehmi değil, ülkeyi eskisi gibi hegemonize edememenin verdiği sıkıntı olsa gerek. Artık tek ve makbul yaşam biçimi laiklerin sürdüğü değil çünkü. Artık toplumda var olan çoğulculaşmanın tezahürleri gündelik ve siyasî yaşama da yansıyor çünkü. Bunun izlerini başörtülü memurlara, Doğan medyada bile yer alan ve artan Ramazan programlarına, başörtülü ana karakterlerin oynadığı dizilere, vs. bakarak görmek mümkün. Yusuf Kaplan: Twitter'a yenildiğimin resmidir! Twitter'a direndim bütün gücümle, uzunca bir süre. Ama 'yenildim' nihayetinde. Baskılara dayanamadım ve kendimi âlemin ortasında buldum. Umarım, hayrolur. Olmazsa kapıya kilit vurulur

elbette. Sizi, dün itibariyle twitter'a girdiğim 'twit'lerden bir demetle başbaşa bırakıyorum: *** Twitter'a yenildiğimin resmidir bu ilk adım! 'Vira bismillah' diyor ve ekliyorum: 'Yenilgi yenilgi büyüyen bir zafer vardır,' öyleyse... GÖZ NEDİR, GÖREN NE/RESİ? Sanat tarihçisi Gombrich, 'çıplak göz kördür' demişti. İnsan, gözüyle görmez, kalbiyle görür çünkü... kalpsiz insan kördür çünkü. Bakanlar göremezler aslında. Ama görenler bakanlardır sonunda... Kalp gözüyle bakabilenler tabiatıyla... Göz, nesneleri görür: Mânâları değil. Bir 'şey'in dış yüzünü gösterir bize; iç yüzünü değil. Kalbiniz varsa, görürsünüz. Kalpsizseniz, kalbinizi yitirmişseniz, dünya yangın yerine dönse bile kendinizden başkasını göremezsiniz! Görmek, 'yer'le irtibatlı bir eylemdir: Durduğunuz yer, gördüğünüz şeyi belirler. Bedenen burada ama zihnen ve kalben burada değilseniz, buradaki hiçbir şeyi göremezsiniz; çarpık görürsünüz ve çarpıtırsınız sadece. Bilge insanı bilge yapan bilgi değil, hakikate duyduğu derûnî ilgidir... Ve o ilgiyi hakikat bilincine dönüştürme melekesinin diriliği ve biricikliği. DİL, RÜYA VE ÇİLE... Dil'lerini yitiren toplumlar, yer'lerini yitirmekten, yer'lerini yitiren toplumlarsa yön'lerini yitirmekten kurtulamazlar. Büyük rüyalar, büyük fikir oluş ve varoluş çilelerinden sonra anlam kazanabilir ve hayata geçirilebilir ancak. Çile üzerine bina edilmeyen rüyalar, aşk derecesinde benimsenemez, büyük doğumlara ve atılımlara dönüşemez. İLİM NERESİ, BİLİM NEREYE DÜŞER? Bilim ile ilim zıt kavramlardır. (Descartes'ın 'tabiatın efendileri ve hâkimleri olacağız' sözünde

kristalize olan) Bilim, hakikati teslim alma çabasıdır. İlim ise hakikate teslim olma kaygısı... Bilim arttıkça insan 'azalır'... Bilim arttıkça, insan alçalır... İlim arttıkça, insan çoğalır. İlm'i arttıkça, âcizliğinin farkına varır insan. Acizliğinin farkına varması, yücelmesinin şartıdır. Nevevî, 'NİMET'in 9 anlamından sözediyor: İlk 2 anlam Kur'ân ve Efendimiz! Sonuncusu -bizim anladığımız gibi: RIZIK! Nasipsizlik diye buna derim! HAKİKAT MEDENİYETİ Sıradışı ama Sınırdışı değil: İşte Sınır'da nöbet tutan, Mabedi koruyan, istikbalimizi kuran asil üçlü, 3 Kurucu Sütun: Alim, Arif ve Hakîm. Hakikat medeniyetinin 3 muhkem sütunu: İlâhî Şiar, Nebevî Şuur ve Beşerî Şiir. Hakikatin özüne bu sütunların merdivenlerinden tırmanacaksın. Mekke'de Çağrı'nı inşa edecek Medine'de Çağ'ını kuracaksın. İnsanlığı, susuzluğunu giderecek Hakikat Medeniyeti Çağlayanı'yla buluşturcaksın. TEKNO-PAGANİZM VE ÇARMIHTAKİ İSA'SI... İnsanlık tek bir zeitgeist'a mahkûm, tek bir çağ'a, devâsâ küresel bir ağ'a. Ama bir o kadar da hakikate gebe! Hakikatin çocukları nerede? Çağ körleşmesi: İnsanlığın semantik intiharı: Tek bir zeitgeist'ın hükümranlığı: İnsanlığın Batı'ya mahkûmiyeti ve Kendi'nden mahrûmiyeti. Tekno-paganizm: 'Öküz'e B/akan T/ren: 'Haklar' rejimi Demokrasi'nin bitişi... Hız ve hazlar rejimi Dromokrasi'nin zaferi: İnsanın düşüşü... Küreselleşme ölçek büyüttü ama insanlığın ufkunu daralttı. Neoliberalizmi çağın dini yaptı: İnsanları tekno-paganizmin havarileriyle ayarttı. Fatma Barbarosoğlu: Ekran dindarlığı/ çevre duyarlılığı/kul hakkı Diyanet İşleri Başkanlığı'nın yaptırdığı 'Türkiye'de Dini Hayat' adlı son araştırmada, ekran ile dini bilgi edinme oranlarının yüksekliği, ekran yoluyla dini bilgi aktarımının önemine dikkat çekiyor. Katılımcıların 91.8'i dini bilgileri ailesi veya yakın çevresinden aldığını söylerken, yakın çevreyi din görevlileri, televizyon ve gazete, Diyanet'e bağlı Kur'an kursları takip ediyor.

Bu noktada Diyanet TV'nin seyredilme oranları ile bol şarkılı türkülü ekranlarda yapılan 'dini program'ların seyredilme oranları üzerindeki ezici fark üzerinde dikkatle durulması gerekiyor. Son araştırmanın da ortaya koyduğu üzere, dini konulardaki bilgisizlik/dini kendi tercihlerine gore yorumlama anlayışı, eğitim seviyesi ile doğru orantılı olarak artıyor. Bu konuda en çarpıcı örnek sarhoş olmayacak kadar alkol almanın günah olmadığını savunanların hanesinde ortaya çıkıyor. Bu durumu; eğitimli kişilerin İslami bilginin kaynağına inenmek yerine, kendi tercihlerini merkeze alarak, İslam'ı bu tercih ile uyumlu hale getirme çabalarının göstergesi olarak okumak mümkün. Nitekim araştırma sonucunda ortaya çıkan çarpıcı verilerden biri de 'günahların ve sevapların yeniden gözden geçirilmesi' bahsi. Araştırmada dikkat çekici olan diğer husus ise, katılımcıların, halihazırda olan ile olması gereken noktasında kafa karışıklığını ortaya çıkarması. Mesela, yapılan araştırmada, trafik kurallarına uymazsa kul hakkı yemiş olacağını belirten kişi oranı yüzde 73.6. Kul hakkı yemek en büyük günahlardan, çünkü hakkı yenen kişi hakkını helal etmediği sürece, bu günahın bağışlanması sözkonusu değil. Türkiye'de trafik ihlalinin had safhada olduğu gerçeğini dikkate aldığımızda, trafik ihlalinin kul hakkı olduğunu söyleyen yüzde 73.6 rakamını nasıl yorumlayacağız? a-bu cevabı arabası olmayan dindarların verdiğini düşüneceğiz. b-cevabı veren kişilerin kendi yaptıkları ihlallere değil, başkalarınının yaptığı ihlallere odaklanarak bu cevabı vermiş olduğunu kabul edeceğiz.(kötü olan hep başkasıdır anlayışı malesef ülkemizde yaygın bir tutum.) c-yaşanmakta olanın değil, olması gerekenin cevap olarak verildiğini kabul edeceğiz. Olmakta olan ile verilen cevaplar arasındaki açı farkının ortaya çıkardığı diğer husus çevre duyarlılığı bahsi. Araştırma sonuçlarına göre, çevreye zarar verirse inancına aykırı davranmış olmaktan korkacağını belirtenlerin oranı yüzde 81,9, bu görüşe kısmen katılanların oranı yüzde 9,6, katılmayanların oranı ise yüzde 5. Kentte yaşayanlarda çevreye zarar verirse inancına aykırı davranmış olmaktan korkacağını belirtenlerin oranı yüzde 80,1 iken, kırda yaşayanlarda bu oran yüzde 86,6. Yaş arttıkça çevreye zarar verirse inancına aykırı davranmış olmaktan korkacağını belirtenlerin oranı da artmakta. Rakamlara inanacak olursak çevre duyarlılığı konusunda kendini aşmış bir Türkiye fotoğrafı ile karşılaşmaya hazırlanmamız gerekiyor.oysa tüketim alışkanlıklarının değişmesi ve köylerde henüz yeterli belediye hizmetinin alınmamasından kaynaklanan bir kirlilik sözkonusu. Bu vesile ile 25 Haziran 2012 tarihinde yayınlamış olduğum 'Köylerin Çöpü' başlıklı yazımı hatırlatmak isterim.

Araştırma rakamlarını, sadece 'ne olduğumuz' değil 'ne olmak istediğimiz'i de ortaya koyan veriler olarak değerlendirmemiz gerekiyor. Nitekim konu ile ilgili olarak görüş beyan eden köşe yazarları, araştırmanın konularını ve rakamlarını 'kendi meşrep'lerine uygun seçici algı ile yorumladılar. Ömer Lekesiz: Ters sorular Paralelci zamane yazarlarının ve AK Parti'den (en geniş anlamıyla) nemalanamadıkları için onlarla aynı retoriği kullanmaya başlayan kimi İslamcı münevverlerin Mısır, Suriye, Irak ve Kürdistan sorununun bugününden hareketle Erdoğan'ı çaresizlik içinde İsrail'e bağırmakla, boş tabancayla kabadayılık yapmakla, iç politikaya yönelik içi boş ataklar gerçekleştirmekle suçlamalarının, bu bağlamda endişe, şüphe, istifham ve korku üretmeye çalışmalarının, sadece Erdoğan'a karşı duydukları 'özel' kin ve düşmanlıktan kaynaklandığını sanmıyorum. Bilakis Erdoğan üzerinden Türkiye İslamcılığı'nın problemi olarak da pekiştirilmek istenen durumun daha önemli hususları içkin olduğuna ve bunları saklamak için gündelik politik dille mülemmalı bir pragmatizmin paralelciler ve malum yandaşları tarafından öne çıkarılmaya çalışıldığına inanıyorum. Şöyle ki: Son yıllarda İran ve Suudi Arabistan'ın politik desteğiyle daha çok güç kazanan 'Takiyeci Mistisizm' ve 'Selefilik' akımlarının Ehl-i Sünnet'i tehdit ettiği, siyasi literatürde Ehl-i Sünnet'i temsil ettiklerine hükmedilen İhvan-ı Müslimin, Taliban, Cemaati İslami ve Türkiye İslamcılığı'nın ise çöküşle değilse de eriştikleri iktidar imkanlarını iyi kullanamadıkları ve değişen dünya dengelerini iyi okuyamadıkları için suskunlukla yüz yüze bulundukları ileri sürülmektedir. Adlarını zikrettiğim İslami teşekküllerin, içinde geliştikleri toplumların, ülkelerin özel durumları nedeniyle teori ve eylem planında önemli faklılıkları bulunsa da son tahlilde birbirleriyle bağlantılı değil ancak dolaylı bir iletişim içinde oldukları; bu düzeyde bile sevap ve ceza, yengi ve yenilgi noktasında birbirlerinden etkilendikleri de malumdur. Bu yanıyla konu gerçekte bir coğrafya konusudur ve etraflıca değerlendirilmesi bu köşenin hacmini aşar. O halde yukarıdaki 'sanmıyorum' ve 'inanmıyorum' yargılarıma neden olan hususları Türkiye İslamcılığı üzerinden açıklamaya çalışmakla yetinmeliyim: Türkiye İslamcılığı'nın son yüz eli yıllık dönemi Selefi bir öz ve akılcı (modern) bir karakter taşır. Said Halim Paşa, Mehmet Akif ve kuşağından tevarüs edilen şekliyle 'dayatılan' yönetim sistemiyle çatışarak güç kaybetmek yerine, o sistemin içinde durarak Müslümanların hak ve özgürlüklerini temin etme, koruma tutumu 'açık siyaset'i benimsemeyi gerektirmiştir. Bu aynı zamanda düşünce ile eylemin müşterekliğinde 'bedelsiz bedel olmaz' anlayışının da pragmatik konumlanmasından ibarettir. Diğer bir söyleyişle seküler bir hayatın dayatılmasına,

rasyonelleştirilmiş bir din anlayışıyla mukabelede bulunmak suretiyle ödenen bir bedeldir bu. Türkiye İslamcılığı'nın gizlilikten açıklığa çıkma, muhaliflerince de görünürlük kazanma, gizli ajandası olmaksızın projelerini uygulama şeklindeki tutumu da aynı bağlam içinde mütalaa edilebilir. Şimdiki zamana gelince: Ak Parti'nin 'halkın son iki yüz elli yılık umudunu taşıyan' siyasal bir teşekkül olmakla hemen her aşamada Türkiye İslamcılarınca desteklendiği aşikardır. Buradan baktığımızda Türkiye İslamcılığı'nın '70'li yıllardan beri gizliliği, takiyeyi seçen Hizmet Örgütü'ne olan tepkisiyle, İktidar olarak AK Parti'nin demokratik planda gerçekleştirdiği dönüşümler gereğince sistemin nüfuz etmediği yapılara olan tepkisi birleşmiştir. Dolayısıyla, paralelci yapıyla yürütülen mücadelede Türkiye İslam- clığı'nın Ak Parti'ye verdiği destek aynı zamanda kendi 'teori ve pratiğine' uygun bir destektir. Ehl-i Sünnet'i tehdit ettiği ileri sürülen 'Takiyeci Mistisizm' ve 'Selefilik' akımlarına karşı da Türkiye İslamcılığı iktidarla uyum içindedir. Çünkü İran'ın kendi çıkarları söz konusu olduğunda ilgili İslami emirleri de masseden bir tutum takındığı bilinir ve bu yanıyla İran Yavuz Selim devrinde olduğu gibi bugün de güvensizliği hak eder. Dolayısıyla İran'ın 'Takiyeci Mistisizm'ine karşılık İktidar'ın üretebileceği tedbirlerin ve kurabileceği potansiyel işbirliklerinin Türkiye İslamcılarınca da muteber görüleceği açıktır. Açık olmayan IŞİD'in kendisi ve eylemlerinin yönüdür: Selefi olduğu ileri sürülen IŞİD'in Türkiye İslamclığı'nın Selefi özüyle mütekabiliyeti nedir, bunu henüz bilmiyoruz. Onun başarılı olması halinde bidayetinden beri tasavvufi gruplarla arasında problemsiz bir mesafeyi tesis etmiş bulunan Türkiye İslamcılığı bundan nasıl etkilenecektir, bu sorunun cevabı da henüz yoktur. Şimdilik IŞİD'in Batı medyasınca ısrarla bir 'ölüm makinesı' olarak gösterilmesi karşısında 'temkinli' bir suskunluk hakimdir. İlk bakışta ters sayılabilecek bu belirlemelerin hükmü ve soruların cevabı bugün Başbakan, yarın (inşallah) Devlet Başkanı olacak olan Erdoğan'ın uhdesindedir. Başta paralel yapı olmak üzere, İslam'ın yerli düşmanlarının Erdoğan'a tahammülsüzlüğünün asıl nedenlerinden birisi budur. Çünkü o yeni zamanın sorularına vereceği cevaplarla ve yapacağı ilgili uygulamalarla Türkiye İslamcılığı'nın yeni ufkunu da belirleyebilecektir. Faruk Beşar: Ayıp olmuyor mu Ali Bey?

Yanlış anlaşılma riski olmasaydı cevap vermeyecek, bu halet-i ruhiyede böyle çimdik atmaları mazur görüp, susup geçecektim. Olayı anlatayım: Aylardır sosyal medyada bir hücuma maruz kaldım. 'Milletvekili şöyle dedi, bakan böyle dedi, cevap vermeyecek misiniz, Hocaefendiye şöyle dediler, buna nasıl susuyorsunuz, susanlar dilsiz şeytan olmaz mı?' gibi. Son günlerde ise bunun dozu arttı ve uydurma isimlerle bizzat fakire 'sen dilsiz şeytansın, sana o gazetede yazman için kaç lira veriyorlar, parayla dinini satıyorsun, zalim iktidarın kulu oldun' gibi hakaretler yağdırmaya başladılar. En nihayet bana sürekli böyle yazan birisine ve de sadece şahsına özel mesaj olarak, eğer doğruysa Ali Ünal'ın alıntısıyla, şöyle yazdım: 'Unutmayın, zulme uğrayanların kötü söz söyleme hakkı vardır, Kur'an, böyle buyuruyor.' Maksudum 4/148. Ayet idi. İlginç bir şey oldu; bu özel mesaj bu arkadaşlarımızın önderleri olan top sakallılara anında iletildi ve onların ikisi mesajı tahrikkar bir biçimde listelerine geçtiler. Bununla provokatörlük görevleri konusundaki kanaatim de kesinleşmiş oldu. A. Ünal da bu tahriklere yelken açtı. Görüleceği gibi, ben isim vermediğim gibi alenen de söylemedim, sadece o hakaret mesajlarının sahibine özel olarak şunu demek istedim: Benim ortadan bakışımla Başbakan ve arkadaşları, yaptıkları iyiliklerin ve Türkiye'yi yüz elli yıldır görülmedik şekilde şaha kaldırmalarının bedeli olarak toptan imha edilme kumpasıyla karşı karşıya kaldılar. Allah için söyleyecek olursak zulme uğradılar. Bunun üzerine kastı aşan sözler söylendi ise işte bu ayeti kerime zulme uğrayanın kötü sözü açıktan söylemesine müsaade ediyor demeye getirdim. Bir ilim adamı olarak, bir vatandaş olarak benim kanaatim bu. Yanılmış olduğumu görürsem elbette dönerim. Ayete meal vermedim, sadece atıfta bulundum. Sevgili Ali Ünal da engin ilmiyle bunu şöyle yorumladı: 'Beşer'e göre bu ayet, zulme uğrayanın istediği ve her türlü kötü sözü söylemesine, her türlü hakarette bulunmasına delil teşkil ediyor'. Sonra da ayeti kendince tam adrese teslim bir şekilde, Allah beddua edenlere bu izni verir ama diğerlerine vermez dercesine güya açıkladı, belki yamulttu demek daha doğru. Ayeti kerimeye bakanlar hangisinin saptırma olduğunu rahatlıkla anlarlar. Ve sırf bu mesajla Kur'an-ı Kerim'i anlamadığımız konusunda hükme vardı ve üstadı Türköne'den esinlenerek fakiri hem parti müftüsü ilan etti, hem de 'onulmaz bir cehaletle' yaftaladı. Oysa benim tanıdığım Ali Ünal bu haleti ruhiyeye düşmemeliydi. Önce onu biraz tanıdığımı hissettireyim: Aynı üniversiteden aynı yılda mezun olduk. Ben İslami İlimleri, o ise sanırım Edebiyat Fakültesi'ni bitirdi. Yani Ünal, tanıtıldığı gibi bir ilahiyat eğitimi almadı. O zamanlar her İslamcı genç gibi o da İran ve Şia sempatizanı oldu. Hatta bazılarından Şiiliğe geçtiğini bile duymuştum. Yanılmıyorsam bir süre İran Konsolosluğu'nda çalıştı, Ali Şeriati hayranı