kriz ve savaş: işsizlik, açlık, ölüm kapımızı çalıyor



Benzer belgeler
Türkçe Ulusal Derlemi Sözcük Sıklıkları (ilk 1000)

Emeğin İktidarını Birlikte Kuracağız

19 EYLÜL MÜHENDİS, MİMAR, ŞEHİR PLANCILAR DAYANIŞMA GÜNÜ

ESP/SOSYALİST KADIN MECLİSLERİ

2013 YILI Faaliyet Raporu

TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu

Cumhuriyet Halk Partisi

BURSA KENT KONSEYİ BURSA BÜYÜKŞEHİR BELEDİYESİ NİN KATKILARIYLA

KILIÇDAROĞLU K.MARAŞ'TA

Kim bilir, belki yarın, belki yarından da yakın. Dizeleriyle başladı.

Yükseköğretim Kurumlarımızın Mühendislik Fakültelerinin Kıymetli Dekanları ve Çok Değerli Hocalarım..

TÜSİAD YÖNETİM KURULU BAŞKANI HALUK DİNÇER İN KADIN-ERKEK EŞİTLİĞİ HAKKINDA HER ŞEY KISA FİLM YARIŞMASI ÖDÜL TÖRENİ KONUŞMASI

GÜZ DANIŞMANLIK'ı sizlerle tanıştırmak ve faaliyetlerini sizlerle paylaşmaktan onur duyuyorum.

Kasım 2013 FAALİYET RAPORU. Prof. Dr. Aytuğ ATICI Mersin Milletvekili


Böylesine anlamlı ve sevinçli bir günde sizlerle birlikte olmaktan mutluluk duyuyorum. Türkiye İş Bankası adına sizleri kutluyorum.

Kadın Dostu Kentler Projesi. Proje Hedefleri. Genel Hedef: Amaçlar:

MAYIS 2010 YAŞASIN 1 MAYIS ALANLARDAYIZ!

Amasya da Kadın İstihdamının Artırılmasına Destek Projesi. Ülker Şener 1 Temmuz 2011, Amasya

İşten Atılan Asil Çelik İşçilerinin okuduğu basın açıklaması: 15/03/2012

KİTAP GÜNCESİ VIII. GELENEKSEL KİTAP GÜNLERİ SAYI:3

TMMOB ELEKTRİK MÜHENDİSLERİ ODASI DİYARBAKIR ŞUBESİ 17. DÖNEM ÇALIŞMA RAPORU PANEL, ÇALIŞTAY, FORUM, SEMPOZYUM, KURULTAY, KONFERANS, KONGRE

Necla Akgökçe den bilgi aldık. - İlk olarak ülkede kadınların iş gücüne katılım ve istihdam konusuyla başlayalım isterseniz

TÜSİAD YÖNETİM KURULU BAŞKANI HALUK DİNÇER İN İŞ DÜNYASI BAKIŞ AÇISIYLA TÜRKİYE DE YOLSUZLUK SEMİNERİ AÇILIŞ KONUŞMASI

Demokrasi ve Sivil Toplum (SBK256)

MARUF VAKFI İSLAM EKONOMİSİ ENSTİTÜSÜ AÇILDI

Vekiller Heyeti Kararı, Sıkıyönetim Komutanlığı ve Milli Güvenlik Konseyi'nce Kapatılan Siyasi Partiler

BASIN BİRİMİ GÜNLÜK YAYIN RAPORU

TV LERDEKİ PROGRAMLARA ÇIKANLAR KURAN OKUMASINI BİLMİYOR

İstanbul Aydın Üniversitesi Mezunlar Derneği

Yaşam Boyu Öğrenme, Araştırma ve Uygulama Merkezi nin ilk şubesi Bodrum da

İSO YÖNETİM KURULU BAŞKANI ERDAL BAHÇIVAN IN KONUŞMASI

DEVLET TEŞKİLATINA TEORİK YAKLAŞIMLAR PROF. DR. TURGUT GÖKSU VE PROF. DR. HASAN HÜSEYIN ÇEVIK

Trans Terapi ve Dayanışma Grubu Toplantılarının Yedincisi Gerçekleşti. SPoD CHP Beyoğlu Belediyesi Başkan Aday Adayı Gülseren Onanç ile görüştü

Suç ekonomisi ile kayıt dışı ekonominin örtüştüğünü ifade eden Sayın Şimşek, bu konuyla mücadelede son derece kararlı olduklarını vurguladı.

Temiz üretimin altı çizilmeli ve algılanması sağlanmalıdır

KÜLTÜREL YAPILANMA GRUBUNUN (KYG) DEĞERLENDİRME ANKETİ

7. dönem çalışma raporu SOSYAL ETKİNLİKLER. EMO Kocaeli Şubesi

Türk filmleri günü!..

8. Kamu Yönetimi Sempozyumu

HALE OZANSOY RESİM SERGİSİ DEFNE SANAT GALERİSİNDE AÇILDI

OKULLAR YENİ YAŞAM ALANLARIMIZ

Çocuklara sahip çıkmak geleceğe sahip çıkmaktır

YAPI KREDĐ VE KOÇ HOLDĐNG, MLMM BURSĐYER BULUŞMALARI NIN ĐKĐNCĐSĐNĐ KAYSERĐ DE GERÇEKLEŞTĐRDĐ

Sn. M. Cüneyd DÜZYOL, Kalkınma Bakanlığı Müsteşarı Açılış Konuşması, 13 Mayıs 2015

Sayı: 2009/18 Tarih: Aileler krize borçlu yakalandı; sorunu işsizlik katladı

HALKIN DOKTORLARINDAN KORKUYORLAR

TMMOB DANIÞMA KURULU 2. TOPLANTISI YAPILDI

TED AİLESİ, ÖĞRETMENLER GÜNÜ KUTLAMASI VE PLAKET TÖRENİ İÇİN DÜZENLENEN YEMEKTE BİR ARAYA GELDİ

KİTABININ GELİRİNİ, İHTİYACI OLAN KIZ ÇOCUKLARINA VERECEK

11. HAFTA 2.ARAŞTIRMA İNCELEME YAZILARI

Zirve Takvimi

Güneş (Kıbrıs)

Şiddete Karşı Kadın Buluşması 2

Başlamadan, önce KMO Yönetim Kurulu ve şahsım adına sizleri sevgi ve saygı ile selamlarım.

Hocam Prof. Dr. Nejat Göyünç ü Anmak Üzerine Birkaç Basit Söz

YÖNETİM KURULU BAŞKANI MUSTAFA GÜÇLÜ NÜN KONUŞMASI

EVDE ÇOCUK BAKIM PROJESİNİN TANITIMI İZMİR DE GERÇELEŞTİRİLDİ.

Fark Ettikçe, Birlikte Güçleniyoruz...

Defne Öztürk: Atatürk ün herkes mutlu ve özgür olsun diye hediye ettiği bayramdır.

İstanbul İmam Hatip Liseliler Derneği YÖNERGESİ

İNSANLIĞIN SAVAŞI YENDİĞİ YER; ÇANAKKALE SAVAŞ ALANLARI PROJESİ (TR R5)

Biz yeni anayasa diyoruz

Aç l fl Vural Öger Çok değerli misafirler, Konrad-Adenauer vakfının 23 senedir yapmış olduğu bu gazetecilik seminerinde son senesinde bizim de k

SPoD İnsan Hakları Örgütlerinin Kasım Ayı Buluşmasına Katıldı. SPoD Nefret Suçları Yasa Kampanyası Platformu nun Basın Açıklamasındaydı

Cuma İzmir Basın Gündemi. Edebiyattan sinemaya, sinemadan sosyolojiye Türkiye de sosyal bilimler

10SORUDA AİLE SİGORTASI

Yönetim Kurulu Strateji Belgesi

O KOLTUĞA GALİP HOCA YAKIŞIR!

DEMOKRASİ ve SİVİL TOPLUM (SBK256) 11. Hafta Ders Notları - 16/07/2018 Yrd. Doç. Dr. Görkem Altınörs

Pazartesi İzmir Gündemi

Nitekim işsizlik, ülkemizin çözümlenemeyen sorunları arasında baş sırada yer alıyor.

Page 1 of 6. Öncelikle, Edirne de yaşanan sel felaketi için çok üzgünüz. Tüm Edirne halkına, şahsım ve üniversitem adına geçmiş olsun demek istiyorum.

Cumhuriyet Halk Partisi

BASIN BİRİMİ GÜNLÜK YAYIN RAPORU

SURİYE TÜRKMEN PLATFORMU I. TOPLANTISI ONUR VE ÖZGÜRLÜK MÜCADELESİ SONUÇ BİLDİRİSİ

KASIM 2014 FAALİYET RAPORU. Prof. Dr. Aytuğ ATICI Mersin Milletvekili

Göller Bölgesi Aylık Hakemli Ekonomi ve Kültür Dergisi Ayrıntı/ 60

Beşiktaş Gazetesi. Günlük web Gazetesi Salkım Söğüt Saç

Ağustos 2013 FAALİYET RAPORU. Prof. Dr. Aytuğ ATICI Mersin Milletvekili

Yeni Göç Yasas Tecrübeleri

ENERJİ DÖNÜŞÜMÜ ENERJİ TÜKETİMİ

HASAN KABLI GÖREVE BAŞLADI, PERSONEL İSTİFA DİLEKÇESİ VERDİ

Benimle Evlenir misin?

Siyasi Parti. Siyasi iktidarı ele geçirmek ya da en azından ona ortak olmak amacıyla örgütlenmiş insan topluluklarına siyasi parti denir.

2. Gün: Stratejik Planlamanın Temel Kavramları

TÜSİAD Kayıtdışı Ekonomiyle Mücadele Çalışma Grubu Sunumu

AĞUSTOS 2016 FAALİYET RAPORU. Prof. Dr. Aytuğ ATICI Mersin Milletvekili

2 Ekim 2013, Rönesans Otel

6. Uluslararası Sosyal Güvenlik Sempozyumu İzmir de Başladı

MESLEKİ EĞİTİM İŞSİZLİĞE ÇÖZÜM OLABİLİR Mİ?

OCAK 2012 FAALİYET RAPORU. Prof.Dr. Aytuğ ATICI Mersin Milletvekili

Bilgi güçtür. Sevdiğiniz kişiyi dinleyin ve kendinizi eğitin.

Kütahya Gazeteciler Cemiyeti Ziyareti:

Sizleri şahsım ve TOBB adına saygıyla selamlıyorum. Biliyorsunuz başkasına gönderilen selam kişinin üzerine emanettir.

Duygusal ve sosyal becerilere sahip Genç profesyoneller

Salı İzmir Gündemi

Sudan'da Türk-Sudan İlişkileri Sempozyumu düzenlendi

T.C. İZMİR İLİ URLA BELEDİYESİ MECLİS KARARI

MÜSİAD İFTARI ŞANLIURFA

Transkript:

MART - 2009 SAYI 2009-3 kriz ve savaş: işsizlik, açlık, ölüm kapımızı çalıyor MÜLKİYE ARAŞTIRMA MERKEZİ (MAR) KURULDU 8 MART DÜNYA KADINLAR GÜNÜNÜ KUTLADI KRİZDEN İNSAN MANZARALARI

İÇİNDEKİLER mülkiye den Yeni Bir Sayıyla Merhaba,... 3 Mülkiye Araştırma Merkezi (MAR) Yönetim Kurulu Başkanı Söyleştik... 4 Rahmi Aşkın Türeli... 4 Mülkiyeli Kadınlar 8 Mart Dünya Kadınlar Gününü Kutladı... 8 Genel Üye Toplantısı Yapıldı... 10 Yeryüzü Nazım a Şarkılar Söylüyor... 11 Beş Kuşak Mülkiyeli... 16 Mülkiye Hatıra Ormanı... 25 150. Yıl Etkinlikleri... 26 Türkiye de Anayasacılık... 26 Dünya Ekonomisinin Geleceği... 26 Yeni Siyasal Düzen... 26 Mülkiyeli Sanatçılar... 26 Jön Türk Sergisi... 27 Sadun Aren Hocayı Unutmadık... 27 Çankaya Belediyesi Başkan Adayı Bülent Tanık ile Görüşme... 28 mülkiyede öğrenci olmak Cevat Vural... 32 Münir Raif Güney... 36 Semra Erbay Şenol... 42 şubelerden I zmir... 43 I stanbul... 47 mülkiyeli şairler Alper Eliküçük,... 48 konuk yazarlar Krizden I nsan Manzaraları / Sibel Özbudun... 50 Müziğe Dair Notlar / Temel Demirer... 54 şiir seçkisi Şükrü Erbaş... 65 Hüseyin Atabaş... 65 kentlerin tarihi Roma Döneminde Ankara/ Mehmet Özer... 66 kitap seçkisi Sorumluluklar Ve Paylaşımlar Üzerine... 69 Emekli Validen Anılar... 69 E-Bülten Mülkiyeliler Birliği nin Yayınıdır. Mehmet ÖZER tarafından hazırlanmaktadır.

mülkiye den YENİ BİR SAYIYLA MERHABA, Yine oldukça dolu bir içerikle sizlere ulaşmanın mutluluğunu yaşıyoruz. Hem camiamız ile ilgili duyuru ve haberler, hem de artık okurlarımızın çok iyi bildiği düzenli başlıklarımız altındaki yazılarla sizlerleyiz. Birliğimiz adına 150. Yılımızda atılan çok önemli bir kurumsal adımdan özellikle söz etmek istiyorum: Türkiye nin iktisadi, toplumsal, siyasal, idari ve dış politika alanlarında önem arz eden sorunlarının ele alınması, incelenmesi, çözüm önerilerinin geliştirilmesi ve geleceğe yönelik perspektiflerin ortaya konulmasını temel amaç olarak belirlemiş olan Mülkiye Araştırma Merkezi (MAR), 16 Mart 2009 itibariyle Mülkiyeliler Birliği Genel Merkezi bünyesinde kurulmuştur. MAR, faaliyetlerini yürütürken, iki temel işlevi birlikte gerçekleştirmeyi hedefliyor: MAR, bir taraftan bir araştırma merkezinden beklenen çeşitli konularda araştırmalar yapma, çözüm önerileri geliştirme ve raporlar yayınlayarak kamuoyunu doğru bilgilendirme, diğer taraftan da bir düşünce üretim merkezi olarak geleceğe yönelik bir perspektifi de içerecek şekilde düşünce ve fikir üreten, strateji belirleyen bir işlevi üstlenecektir.. Mülkiye Araştırma Merkezinin çalışmalarına yönelik olarak da destek ve katkılarınızı bekliyoruz. Bültenimizin bu sayısında MAR Başkanı Rahmi Aşkın Türeli ile yaptığımız söyleşiye yer verdik.. Geçen sayımızdan bu tarafa 150. Yıl çerçevesinde yine oldukça önemli panel, söyleşi ya da farklı etkinlik gerçekleştirildi ve gerçekleştiriliyor. Pursaklar daki Mülkiye Hatıra Ormanı na da 150. Yıl anısına yeni fidanlar dikerek ormanımızı biraz daha büyüttük. Etkinliklere ilişkin duyuru, bilgi ve yazıları sayfalarımızda bulacaksınız. Genel Kurul sürecinden beri önemli bir gündem maddemiz olan Mülkiye Sitesi Projesi konusunda da önemli mesafeler alındı. Yapılan haklı eleştirileri ve üyelerin hassasiyetlerini dikkate alarak hazırlanan ve yapılan Ortak Kurullar ve Genel Üye toplantılarında beğeni kazanan Avan Proje için ihale sürecine girildi. I hale süreciyle ilgili bilgileri internet ana sayfamızda bulabilirsiniz. durumdaki emekçilerin önemli bir kısmı da her an işsiz kalma stresi altında ve hak ettiğinin çok altında ücretlerle yaşamaya çalışıyor. Halk, tam anlamıyla borç batağına doğru sürükleniyor ve bunun sonucunda her gün farklı toplumsal / bireysel dramlar yaşanıyor. (Bu konuda gazete 3. Sayfa haberleri izlenebilir) Fakat sisteme güçlü bir alternatif ya da toplumsal örgütlülük olmadığı için, sistemin yarattığı dilenci toplum, durumunun nedenleri ve sistemi sorgulamak yerine, hükümetteki partinin uzantısı olarak çalıştıklarını her gün medyada izlediğimiz bazı mülki idarecilerin ya da yerel kurumların dağıttığı gıda, beyaz eşya ya da paranın peşinde yaşamını sürdürmeye çalışıyor. Bunları alabildiğinde de, tam olarak istendiği gibi, haline şükrediyor. Devletin açıkladığı sözde kriz önlemleri ise, geniş emekçi kesimleri ekonomik olarak biraz olsun rahatlatmayı değil, çok açık olarak bazı büyük grupları ya da TOKI gibi kurumları kurtarmayı amaçlıyor. Yaşanan krizin etkisi önümüzdeki yerel seçimlerde kendisini ne kadar gösterir, kendisini iktidarda bu kadar güvende hisseden hükümetteki parti, bazı yorumlarda söylendiği gibi, yerel seçimlerde elindeki belediyelerin bir kısmını kaybederse, daha önce aynı süreci yaşamış diğer bazı partiler gibi, dağılma ya da küçülme sürecine girer mi vb. soruların cevabını bize önümüzdeki günler gösterecek. Fakat bildiğimiz bir şey varsa, diğer hiçbir partinin de geniş kesimlere güven verecek bir durumda olmadığıdır. Yolsuzluğun, vurgunun, talanın bu kadar büyük iddialarla medyada yer aldığı ve bazı dosyaların engelleme çabalarına rağmen bir şekilde adli kurumlara ulaştırıldığı bir dönemde Ankara, I stanbul gibi birçok büyük ilde aynı belediye başkanlarının yeniden kazanma ihtimallerinin güçlü olması, bu dönemdeki en büyük çelişkidir. Başbakanın bir vesileyle söylediği gibi, hiçbir yönetici sonsuza kadar ve her şeye rağmen yerinde kalmamalı, hiçbir kurum kimsenin çiftliği olmamalıdır. Dileğimiz, her türlü örgütlü suçun içerisinde olduğu geniş kesimlerce bilinen kişilerin yerine, dürüst, kent vizyonu ve sosyal projeleri olan, ekip çalışmasına yatkın kişilerin ve eğer böyle camiamızdan adaylar varsa onların seçilebilmesidir. Yeni bir sayıda buluşmak dileğiyle. A.Raif FALCIOĞLU Ülke olarak en önemli gündemimiz ise, artık sosyal bir krize dönüşmeye başlayan ekonomik kriz ve ay sonunda yapılacak yerel seçimlerdi. Bir kesim, kendi çevrelerine bakarak, halen fark etmiyor olsa da, işsizlik ve yoksulluk konusunda dünyanın en kötü durumdaki ülkelerinden birisi haline geldik. I şsiz sayısı resmi verilere göre Aralık 2008 döneminde 838 bin kişi artarak 3 milyon 274 bin kişiye çıktı. Fakat bu konuda 6 milyonun üzerini telaffuz eden uzmanlar da var. I şsizlik oranı ise genç ve çalışabilir nüfusta yüzde 25 e çıktı. Gelir uçurumunun geldiği noktayı hepimiz kendi gözlemlerimizle bile takip edebiliyoruz. Hamdolsun politikaları nedeniyle halen çalışabilecek bir işi olan şanslı 3

MÜLKİYE ARAŞTIRMA MERKEZİ (MAR) YÖNETİM KURULU BAŞKANI RAHMİ AŞKIN TÜRELİ Rahmi Aşkn TÜRELİ Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Maliye Bölümünden 1987 yılında mezun oldu. ABD de Güney California Üniversitesi Ekonomi Bölümünden 2000 yılında yüksek lisans derecesi aldı. 1993 yılından bu yana Başbakanlık Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarlığında Planlama Uzmanı olarak görev yapıyor. Aynı zamanda Orta Doğu Teknik Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesinde 2002 yılından bu yana Yarı Zamanlı Öğretim Görevlisi olarak Ekonomi dersleri veriyor. Türkiye ekonomisinin makroekonomik dengeleri, sanayileşme, istihdam ve yoksulluk konularında yapılmış çalışmaları bulunmaktadır. Mülkiyeliler Birliği Genel Merkezinde Yönetim Kurulu üyeliği ve II. Başkanlık görevlerinde bulunan TÜRELİ halen Mülkiyeliler Birliği Onur Kurulu Üyesidir. MÜLKİYE ARAŞTIRMA MERKEZİ (MAR) BAŞKANI RAHMİ AŞKIN TÜRELİ İLE ARAŞTIRMA MERKEZİ ÜZERİNE SÖYLEŞTİK. Mehmet Özer: Sayın Türeli, kamuoyuna yeni bir araştırma merkezinin açıldığını duyurdunuz. Araştırma merkezi açılması hangi gereksinmeden doğdu? Rahmi Aşkın Türeli: Mülkiyeliler Birliği Siyasal Bilgiler Fakültesi mezunlarının üye olduğu bir dernek ve Siyasal Bilgiler Fakültesi kamuya, bürokrasiye üst düzey yönetici yetiştirmek üzere kurulmuş bir okul, alanında bir ekol. Halihazırda kamuda ve özel sektörde çalışan, ekonomiden siyasete, idareden dış politikaya tüm alanlarda yetişmiş bir insan gücü var Mülkiye camiasının. Bizde Mülkiyeliler Birliği olarak, okulumuzun kuruluşunun 150. yılını kutladığımız bir dönemde bir araştırma merkezi kurmaya ve böylece Mülkiye camiasının bilgi ve birikimlerini kullanmaya ve potansiyelini harekete geçirmeye karar verdik. Özer: Bu alanda araştırma yapan bir çok kurum var. Bu kurumların kamuoyu bilincinin oluşmasında ya da yönlendirilmesinde önemli etkileri var. Siz bu alanda bir boşluk mu gördünüz ki araştırma yapacak bir merkez açmaya karar verdiniz? Türeli: Bence bir boşluk var yakından incelendiği zaman. Adına ister araştırma merkezi deyin, ister düşünce üretim merkezi veya Batı daki adıyla thinktank, bu tür kuruluşlar Türkiye de çok yaygın değil. Son dönemlerde yaygınlaşmaya başladı ama onlara da baktığımızda daha çok profesyonel yapıda kurulmuş ve bu çerçevede kaynağını belli gruplarından alan bir yapının ağırlıkta olduğunu görüyoruz. Biz bir araştırma merkezini kurmaya karar verdiğimizde, bir taraftan Mülkiyenin potansiyelini harekete geçirmek, diğer taraftan da bizim dışımızdaki akademik dünya, meslek örgütleri, demokratik kitle örgütleri gibi kurumların katkılarını almayı planladık. MAR olarak temel yaklaşımımız, ülkemizin kaynaklarını geliştirerek ve doğru ve akılcı bir yönelimle kullanarak ülkenin yeniden hızlı bir kalkınma sürecine sokulmasını Biz bir araştırma merkezini kurmaya karar verdiğimizde, bir taraftan Mülkiyenin potansiyelini harekete geçirmek, diğer taraftan da bizim dışımızdaki akademik dünya, meslek örgütleri, demokratik kitle örgütleri gibi kurumların katkılarını almayı planladık. amaçlayan, kamu yararının gözetilmesini ve toplumun refahının artırılmasını ön planda tutan, ilerici ve çalışan kesimlerden yana bir perspektifin geliştirilmesi olacaktır. Özer: Mülkiyeliler Birliği ve Siyasal Bilgiler Fakültesi dendiğinde akla kamusal vicdanı gelişkin bir topluluk akla geliyor. Tam da kamusal kaynakların özelleştirildiği, ulusal varlıkların satıldığı bir dönemde

böyle bir araştırma merkezi kurdunuz. Hangi alanlara yöneleceksiniz araştırma yapacaksınız? Türeli: Uluslararası finansal krizin niteliği, şiddeti, ekonomimize olan yansımalarının ne şekilde olacağı gündemimizin en önemli konusu. Bu konuların objektif bir biçimde ayrıntılı olarak incelenmesi, anlaşılması ve toplumun yararı ve refahı doğrultusunda çözümler üretilmesi gerekiyor. Türkiye, uzun zamandan beri IMF programlarıyla yönetiliyor. IMF programlarının temel özelliklerini, ana çizgilerini biliyoruz. IMF, uluslararası ödemeler sisteminin sağlıklı işleyişini sağlamak üzere kurulmuş bir kuruluş ve IMF programlarında Türkiye nin yabancı kreditörlere olan borçlarının düzenli şekilde ödenmesi temel ilke. Yoksa, ülkenin kalkınmasının kesintiye uğramış olması, sanayi ve tarımda üretim gücünün zayıflaması, kamu sosyal altyapı yatırımların kısılması, işsizliğin yükselmesı, yoksulluğun artmış olması, bütün bunlar IMF programlarında göz önüne alınan hususlar değil. Bu anlamda, bizlerin bu ülkenin sorunlarına, kendi geliştirdiğimiz perspektiflerimizle çözümler üretmemiz gerekiyor. Bunun çok önemli olduğunu düşünüyorum. Tabii ki, Siyasal Bilgiler Fakültesine girdiği andan itibaren ülkenin çıkarlarını ve toplumun refahını yüksek kamu bilinciyle her şeyin üstünde tutan ve savunan bir topluluk olarak, ülkemize karşı önemli sorumluluklarımız olduğunu düşünüyoruz. Siyasal Bilgiler Fakültesine girdiği andan itibaren ülkenin çıkarlarını ve toplumun refahını yüksek kamu bilinciyle her şeyin üstünde tutan ve savunan bir topluluk olarak, ülkemize karşı önemli sorumluluklarımız olduğunu düşünüyoruz. 5 Özer: Çalışmalarınızda kimlerden yararlanmayı düşünüyorsunuz? Türeli: Bu yapacağımız araştırmalarda insan gücü olarak, bilgi ve birikim olarak yararlanacağımız pek çok kaynak var. Mülkiyeli üyelerimiz elbette en temel kaynağımız. Bürokraside halen çalışan veya emekli, bilgisi ve deneyiminden yararlanabileceğimiz geniş bir kitle var. Fakültemiz ve diğer üniversitelerimiz özellikle teorik çalışmalarda bize büyük katkı sağlayabilirler. Meslek odaları, sendikalar gibi kurumlar da konulara değişik perspektiflerden yaklaşmaları nedeniyle bizim birlikte çalışmayı istediğimiz kurumlar arasında. Merkezimizin çalışmalarında iki çalışma yöntemini, birbirini besleyecek şekilde, birlikte izlemeye karar verdik. Birincisi, belli konularda çalışma grupları, komiteler oluşturarak sorunları incelemek, çözüm önerileri geliştirmek olarak özetlenebilir. Bu çerçevede öncelikle kriz çalışma grubunu oluşturduk. Bunun yanında, işgücü piyasası, istihdam ve işsizlik konularını geniş bir perspektifte ele alacak bir çalışma grubu kurma çalışmalarımız devam ediyor. Ülkemizdeki tarımsal yapı ve tarım kesiminin sorunları muhtemel çalışma konuları arasında. Kamu yönetimi ve siyaset bilimi alanında çalışılacak pek çok konu var. Dış politika çalışılabilir. Tabi, bu konuları bir plan dahilinde ve bir çalışma takvimi doğrultusunda ele almayı planlıyoruz. Ayrıca, zaman içinde ortaya çıkan ve ülkenin gündemine giren konuları da hızlı bir biçimde ele alıp kamuoyunun doğru bilgilendirilmesini sağlamamız gerekiyor. Diğer taraftan, örgütsel bir temelde sendikalarla, meslek odalarıyla, sektör temsilcisi örgütlerle birlikte ortak çalışmalar yürütmek, projeler yapmak da hedeflerimizden biri. İkinci olarak da, bir düşünce ve strateji üretim merkezi gibi çalışmayı planladık. Yani, belli konuları merkezimizde ve konularının uzmanlarıyla tartışarak, geleceğe yönelik perspektifleri de içerecek biçimde, fikir üretmek ve stratejiler belirlemek istiyoruz. Araştırma merkezinin bünyesinde oluşacak bilgi birikiminin, ileride araştırma merkezinin daha geniş

bir alanda ve belki de daha profesyonel bir çerçevede çalışabilmesine imkan sağlayacağını düşünüyoruz. Biz kurucu bir yönetimiz. Bu bağlamda, doğru perspektifleri oluşturarak düşünce ve fikir üretmek ve böylece arkamızdan gelenlere yol açmak temel yaklaşımımız olacak. Özer: Anlattıklarınızdan şunu kavrıyorum. Kamunun yeniden yapılandırılması ve sorunların çözümüne yönelik öneriler üretecek bir çalışma içindesiniz. Faaliyetlerinizde çalışanlar, emekçiler ve örgütleri sendikalar, demokratik kitle örgütleri ile yakın ilişki içinde olacak mısınız, araştırma sonuçlarını bu kurumlarla paylaşacak mısınız? Türeli: Hayır, henüz başlamadık ama görüşeceğiz. Onlardan gelen öneriler doğrultusunda biraz önce bahsettiğim ortak çalışma projeleri şekillenebilir. Özer: Sayın Türeli Mülkiyeli aydınlar, araştırmacılar, akademisyenler gidişata dur diyebilmek için sürece müdâhil olmaya çalışıyorlar. Yani artık buradan bir itiraz bilgisini ve çözüm önerilerini üretmek için Mülkiyeliler bir oluşum içindeler de diyebilir miyiz? Türeli: Evet. Aslında içinde yaşadığımız dönem de gerçekten çok önemli bir dönem. Dünya 1929 krizinden beri de en önemli krizini yaşıyor. Belki de paradigma anlamında değişikliklerin de gündeme geleceği bir dönem bu dönem. Nasıl bir değişiklik olacağını Dünya 1929 krizinden beri de en önemli krizini yaşıyor. Belki de paradigma anlamında değişikliklerin de gündeme geleceği bir dönem bu dönem. tabi henüz kestirmek çok kolay değil. Buna ilişkin olarak ciddi teorik çalışmalara ve de zamana ihtiyaç var. Yani kapitalizm bu haliyle mi kalacak, yeni bir biçimde mi yaşayacak, yoksa yerini yeni bir sisteme mi bırakacak, bunlar henüz cevaplanabilmiş sorular değil. Böyle önemli bir dönemde, belli sorunlar üzerinden hareket ederek hem o sorunların tanımlanması ve çözüm yollarının oluşturulması, hem de biraz önce de bahsetmiş olduğum geniş resmin tartışılması gerekiyor. Nereye gidiyor dünya. Bu bağlamda, Türkiye nereye 6 doğru gidiyor tartışmasının da önemli olduğunu düşünüyorum. Biz, bir anlamda somut projelerden, araştırma projelerinden yola çıkacağız. Ekonomideki göstergeleri, sektörlerin krizden etkilenme durumunu yakından izleyeceğiz Ama dediğim gibi büyük resmi de görmeye, anlamaya ve analiz etmeye çalışacağız. Özer: Bu duruma şöyle bir açıklama getirebilir miyiz. Kriz ve yarattığı sonuçlar ülkenin aydınlarıyla yoksullarını birleştirdi. Yani bir çok aydın, akademisyen, bilim adamı emekçilerin lehine çözüm önerileri, projeler sunmaya başladılar. Sizin merkezinizin de böyle bir tavrı var. Emekten yana bir yönelim çizdiğine göre. Türeli: Evet, söylediklerinize katılıyorum ve böyle bir perspektifin de oluşması gerektiğini düşünüyorum. Özellikle 1980 lerin başından itibaren çok kuvvetli bir neoliberal rüzgarın dünyada ve Türkiye de estiğini görüyoruz ve bu anlamda da kamunun yeniden tanımlandığı, sosyal devletin tırpanlandığı, gelir dağılımının bozulduğu, yoksulluğun arttığı bir dönemi yaşıyoruz, böyle bu dönemin içinden geçiyoruz. Biz, ülkelerin, egemen rüzgarlara kapılmak yerine, kendi ihtiyaçları doğrultusunda, kaynaklarını daha akılcı bir biçimde kullanarak kalkınabilmeleri, refah seviyelerini yükseltebilmeleri için belli bir hareket alanının olduğunu düşünüyoruz. İşte görüyorsunuz, bütün kamu hizmetlerinin özelleştirildiği, vatandaşın müşteri gibi görüldüğü bir kamu yönetimi anlayışı ile karşı karşıyayız. Diğer taraftan, cumhuriyetin başından bu yana kurulmuş fabrikaların, kamu teşebbüslerin elden çıkartıldığı, özelleştirme yapıldığı, satıldığı bir dönem bu dönem. Bununla bir likte, uygulanan neoliberal politikalar Türkiye ekonomisinin sorunlarını hafifletmedi, aksine ağırlaştırdı. Türkiye ekonomisi büyük ölçüde dışa bağımlı bir ekonomi haline geldi. Ekonomi büyürken bir taraftan da gittikçe artan bir cari açık var. Bunun sonucunda da dış borçlar kartopu gibi büyüyor. Dışarıdan kaynak, para gelmediği zaman da Türkiye ekonomisi adeta durma noktasına giliyor. Yerli sanayi üretim yapısı çökmüş durumda. Ekonomi büyüdüğü zamanlarda bile istihdam artışı sınırlı ve işsizlik yükseliyor. Teknoloji üretim çok yetersiz. Diğer taraftan, bozulan

gelir dağılımı ve artan yoksulluk dış kaynakların ülkeye gelmesiyle sağlanan büyümeden çalışan kesimlerin, ülkedeki geniş yığınların yararlanmadığını gösteriyor. Bu anlamda da ulusal kaynakların geliştirilmesini hedefleyen yeni politikalara ihtiyaç olduğunu düşünüyoruz. Bunların tam da yeniden tartışılma dönemidir. Bu tip kriz dönemleri aslında yeni şekillenmelerin olduğu, yeni bir takım yönelimlerin olabileceği, her şeyin yeniden tartışılabileceği, tartışma masasına konulabileceği dönemlere işaret eder. Özer: MAR ın kurulması iradi bir çaba. Bu iradeyi göstermesi Mülkiyelilerin geleneksel tavrına da uygun düşüyor aslında. 1918 de yazılan marşın...yetiştik çünkü biz. tümcesinde olduğu gibi, mevcut ekonomik-siyasal-toplumsal koşullarda, yoksulluğun bu derinlikte olduğu bir dönemde Mülkiyelilerin, Mülkiyeli aydınların bunun dışında kalması düşünülemezdi değil mi? Türeli: Çok güzel ifade ettiniz. Mülkiyenin tarihi Türkiyenin tarihi ile örtüşüyor. Siyasal Bilgiler Fakültesi ve Mülkiye camiası her zaman Türkiyenin sorunlarıyla iç içe olmuş, toplumsal hareketlerin içinde yer almış, belirleyicisi olmuştur. Diğer bir deyişle, aydın, ülkenin gelişmesi, toplumun refahı için uğraşan bir topluluktur Mülkiyeliler. O anlamda da söylediğimiz gibi Mülkiye topluluğunun böyle bir misyonu var. Mülkiye Araştırma Merkezi de böyle bir bağlamda kuruldu. Mülkiyenin tarihi Türkiyenin tarihi ile örtüşüyor. Siyasal Bilgiler Fakültesi ve Mülkiye camiası her zaman Türkiyenin sorunlarıyla iç içe olmuş, toplumsal hareketlerin içinde yer almış, belirleyicisi olmuştur. Ve tabi şimdi çalışma zamanı. Öncelikle kriz çalışma masasını kurup çalışmalara başladık. Sonra diğer çalışma grupları da faaliyete geçecek. Bu çalışma gruplarında belli konuların ele alınması, incelenmesi, araştırılması, çözüm önerilerinin geliştirilmesi elbette aktif katılım ve ciddi bir çalışma gerektiriyor. Bu anlamda da üyelerimizin desteklerini ve katkılarını bekliyoruz. Özer: Sayın Türeli, bültenimiz aracılığıyla Mülkiye camiasına, kamuoyuna bir çağrı yapmak ister misiniz? Türeli: Araştırma merkezimize destek bekliyoruz. Birlikte yapılacak çalışmalara, ortak çalışma projelerine, her türlü öneriye açığız. Özer: Kutluyor, başarılar diliyoruz. MÜLKİYE ARAŞTIRMA MERKEZİ (MAR) İLETİŞİM BİLGİLERİ Rahmi Aşkın Türeli MAR Başkanı Tel: 0312-294 61 44 0533-576 37 44 atureli@dpt.gov.tr MÜLKİYE ARAŞTIRMA MERKEZİ iletisim@mulkiye-mar.org www.mulkiye-mar.org Tel: 0312-418 55 72 Fax: 0312-419 13 73 7

Mülkiyeli Kadınlar 8 Mart Dünya Kadınlar Gününü Kutladı Mary Wollstonecraft in 1792 de yazdıkları halen geçerliliğini koruyor: İktidar her zaman körü körüne itaate ihtiyaç duyduğundandır ki zorbalar ve şehvet düşkünleri, haklı olarak karanlıkta t u t m a y a ç a l ı ş ı r l a r kadını; çünkü Kolej den Yüksel Caddesi ne doğru, sloganlarımızla, düdüklerimizle, enstrümanlarımızla yürüdük. Kızılay sokaklarını kendi renklerimize boyadık. Ardından sloganlarımız, türkülerimiz ve danslarımız Mülkiyeliler Birliği nde devam etti. zorbaların tek istediği bir köledir, şehvet düşkünlerinin istediği ise elinde tutacağı bir oyuncak." Biz kadınlar köle olmayı da oyuncak olmayı da reddettiğimizi bir kez daha göstermek, eşitlik ve özgürlük taleplerimizi herkese duyurmak için yine bir 8 Mart ta daha sokaklardaydık. Ancak sokak eylemimizin sona ermesiyle sona ermedi bu yılki 8 Mart coşkumuz. Mülkiyeliler Birliği, kurulduğu günden bu yana koruduğu eşitlik, özgürlük ve hak mücadeleleri için yola çıkanlara kucak açma misyonunu bu yıl da sürdürdü: Bu kez 8 Mart için bahçesini kadınlara açtı. 8 Mülkiyeli Kadınlar, Halkevci Kadınlar ve Feminist Biz in Birlik bahçesinde ortaklaşa düzenlediği etkinlikte hem isyan vardı, hem dayanışma vardı, hem de eğlence Kolej den Yüksel Caddesi ne doğru, s l o g a n l a r ı m ı z l a, d ü d ü k l e r i m i z l e, enstrümanlarımızla yürüdük. Kızılay sokaklarını kendi r e n k l e r i m i z e boyadık. Ardından s l o g a n l a r ı m ı z, türkülerimiz ve danslarımız Mülkiyeliler Birliği nde devam etti. Güldünya Sanat Topluluğu hepimizin sesi oldu. Anadolu coğrafyasının her yerindeki kadınların, her dilde şarkılarıyla, kah ağladık, kah oynadık. Siyasal Bilgiler Fakültesi Tiyatro Topluluğu, Tiyatro Öteyüz ve Yeraltı Tiyatrosu, farklı kadınların öykülerini anlattılar bize oynadıkları oyunlarla. Gün boyu bahçede sergilenen,afsad Toplumcu Gerçekçi Belgesel Fotoğraf Atölyesi nin

de Sokakları da istemek üzere sokaklara döküldüler. 8 Mart böylece sona erdi, ancak Kadın Hakları Mücadelesi devam ediyor hala fotoğrafları ve Karikatürcüler Derneğinin karikatürleri de farklı kadınlık hallerini yansıtıyorlardı. Bu oyunlarda, fotoğraflarda, karikatürlerde, bir parça kendimizi, bir parça annemizi, bir parça kız kardeşimizi bulduk. O gün, meydanlarda söz söyleme fırsatı bulamayan bütün kadınlar serbest kürsüde konuşma fırsatı da buldu. Dikmen den, İlker den, Mamak tan kadınlar, kadın muhtar adayları bizlerle düşüncelerini, öneri ve beklentilerini paylaştılar. Gün sonunda halen yorgun düşmemiş kadınlar birlikte film izledikten sonra saat 23.00 te Geceleri 9

GENEL ÜYE TOPLANTISI YAPILDI Mülkiye Sitesi Projesi için yeni hazırlanan avan projesi ihale süreci hakkında üyelerimizin bilgilendirilmesi amacıyla 17 Şubat Salı günü Saat 18.30 da Genel Üye Toplantısı düzenlenmiştir. Mülkiye Sitesi Projesinin, Mülkiye camiasında sağlanacak genel bir oydaşma ile hayata geçirilmesinin gerekli ve önemli olduğu anlayışını taşıyan Mülkiyeliler Birliği Vakıf ve Dernek Yönetim Kurulları, 2008 Mart tarihinde yapılan Genel Kuruldan itibaren, üyelerden gelen eleştiri ve önerileri dikkate alarak Mülkiye Sitesi ile ilgili yeni bir çaba içine girmiştir. Daha önce hazırlanan Mülkiye Sitesi Fikir Projesine yönelik eleştiriler belli başlı birkaç noktada somutlaşmıştı; Bina dış cephe görüntüsü, Ağaçların kesileceğine ilişkin kaygılar, Binaların yüksekliği, Otoparkın varlığına ilişkin olumsuz düşünceler, Yeni oluşacak bahçenin yapaylığı ve bahçenin küçüleceğine ilişkin endişeler. Mülkiyeliler Birliği Vakfı ve Derneği yetkili kurullarınca, bu eleştirileri ve üyelerin hassasiyetlerini dikkate alarak, daha önce elde edilmiş olan fikir projesinin yerine, yeni bir avan proje hazırlatılmıştır. Yeni hazırlanan bu avan proje Danışma Kurulu na sunulmuş ve Danışma Kurulu üyelerince beğenilmiştir. Yapılan Kurullar Ortak Toplantısında, bu projenin hayata geçirilmesinin Yap İşlet Devret Modeli ile olanaklı olacağı düşüncesi ağırlık kazanmış ve bir ihale açılması kararlaştırılmıştır. Danışma Kurulu nda ihale sürecinin altyapısını oluşturan, ihale şartnamesinin hazırlanması için uzman bir komisyon kurulmuş ve bu komisyon ihale şartname taslağını ve gerekli diğer belgeleri hazırlamıştır. Bu taslak, yine bir Kurullar Ortak Toplantısında incelenmiş, gerekli öneriler ve düzenlemeler yapılarak ihale sürecinin başlatılabilmesi için Mülkiyeliler Birliği Vakfı Yönetim Kuruluna sunulmuştur. Mülkiyeliler Birliği Vakfı ve Derneği nin 12 Şubat tarihli ortak toplantısında, ihale şartnamesi değerlendirilmiş, Mülkiyeliler Birliği Vakfı Yönetim Kurulu nun kararı ile ihale süreci başlatılmıştır. Avan projesi ihale süreci hakkında üyelerimizin bilgilendirilmesi amacıyla düzenlenen Genel Üye Toplantısı nda genel başkan Ali Çolak tarafından, Mülkiye Sitesi Projesi nin bütün süreçleri ile ilgili detaylı bilgiler verilmiş ve yeni hazırlanan avan proje sunum eşliğinde tanıtılmıştır. Avan proje genel üye toplantısına katılan üyelerce de oldukça beğenilmiş ve konuşmacılar tarafından yönetime, eleştirilere gösterilen hassasiyet için teşekkür edilmiştir. Projeye ilişkin herhangi bir eleştiri olmamasına rağmen, bazı üyeler ihalenin yapılma şekli ve sürecine ilişkin bazı endişe ve eleştirilerini dile getirmiş, Ali Çolak ve ihale şartnamesini hazırlayan komisyon üyeleri yaptıkları konuşmalarla gerekli bilgilendirmelerde bulunmuşlardır. Yönetim Kurulları, süreçle ilgili bir tereddüt taşımamakla birlikte, sonradan herhangi bir sorunla karşılaşma ihtimalini de ortadan kaldırmak için Vakıflar Genel Müdürlüğü ve konunun uzmanı hocalardan görüş alınması fikrini benimsemiştir. (İhale ilanı Birliğimiz internet ana sayfasında mevcuttur http://www.mulkiye.org.tr/ ) 10

YERYÜZÜ NAZIM A ŞARKILAR SÖYLÜYOR Yeryüzü Nazıma Şarkılar Söylüyor etkinliği 18 Şubat 2009 Çarşamba tarihinde konferans salonumuzda gerçekleşti. Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Komisyonunun üçüncü etkinliği olan Nazım etkinliğinde, şiir ve fotoğraf sergisi açıldı. Nazım Hikmetin yaşamını anlatan ve AFSAD Toplumcu Gerçekçi Belgesel Fotoğraf Atölyesinin hazırladığı Sinevizyon gösterisinden sonra söz alan şair Ahmet Telli Nazım Hikmet Bir Vicdandır konuşmasını yaptı. Konuşmasında; Hep bir ağızdan türkü söyleyip hep beraber sulardan çekmek ağı, demiri oya gibi işleyip hep beraber, hep beraber sürebilmek toprağı, ballı incirleri hep beraber yiyebilmek... NÂZIM HİKMET, yukarıya alıntıladığımız dizelerle bir ütopyayı dillendiriyor. Bu bakımdan, dizelerin anlatım güzelliğinin altında yatan dünyayı, daha yakından kavramaya çalışmak gerekiyor. Bir iktisatçının, politikacının, tarihçinin uzun uzun anlatacağı her şey, hayat kadar yalın ama hayat kadar çarpıcı bir şekilde seriliveriyor burada. Bunu sadece sanatın gücünde aramak yeter mi? Elbette hayır. İşte burada Nâzım ın dehâsı ortaya çıkıyor. Nâzım ın ütopyasını kavramak için ideolojik, politik bilgiler kadar önemli olan bir şey daha var, o da düş kurmayı bilebilmek. Düş kurmayı çocukça bir şey sananlarımız çoktur. Kendilerini gerçekçi sayan bu kişiler, gerçeğin bile ne olduğunu ayırdedemezler oysa. Çünkü gerçek, bizim dışımızda, herkesin aynı şekilde algılayacağı bir şey sayılır çoğu kez. Oysa gerçek, bizim, bastığımız zemine ve bakış açımıza bağlıdır. Rasyonel ile gerçek i eşanlamda bilmekliğimizden ileri geliyor bu. Bu nedenle işçiler, askerler, imamlar aynı toplumda yaşadıkları halde, toplumun gerçeğini çok değişik bir biçimde algılayıp yorumlarlar. Böyle yaparken inanmadıkları için değildir bu. İnanarak söylerler söylediklerini. Demek ki gerçek, herkesin aynı biçimde algılayabileceği bir şey olsaydı, imamlarla aynı dili konuşuyor olurduk, ama konuşmuyoruz. Çünkü bastığımız zemin ve görme biçimimiz çok farklı. Bunun ideolojik çözümlemeleri yapılabilir ama, bu çözümlemelerle beraber şunu akılda tutmalıyız: Onlar düşleri aptalca bulurken, biz düşlerimize sahip çıkarak bir ütopyaya yöneliriz. Kaldı ki, onların düşleri bile verili dir, anlamlarını rüyalara bırakırlar. Belli ki rüya ile düş de farklı şeylerdir... Ütopyasız bir toplumun geleceği de gridir, buutsuzdur. Böyle bir toplumda umut bile umut olmaktan çıkmıştır. Neyi umut ettiğini bilmemek kadar düşsüz bir toplum yaratmayı amaçlayan egemenler, umut yerine köşe dönme yi ikame edegelmişlerdir. Düşlerin de satın alınıp metaya dönüştürüldüğü bir dünyada her şeyin tüketime entegre edilmesi karşısında şaşkınlığa düşenler, ancak bizim gibi ülkelerin insanlarıdır. Bilginin ve teknolojinin üstünlüğü, dünyanın insanileştirilmesine gitmiyorsa, bir egemenlik zincirinin oluşturulduğunu gösterir bu. Oysa ütopya, her türlü egemenlik ve eşitsizlik ilişkisinin meşrûiyetini reddeder. İşte Nâzım Hikmet bu bakımdan bir büyü bozucu, bir göz açıcıdır. 11

Türkiye toplumunun kendi ütopyası bu yüzyıla kadar oluşmadı. Batı daki yazılı ütopyalar felsefi ve ideolojik altyapıyı oluşturarak sonuçta Marksizmi yarattı. Eğer bu ütopyaları çekip alırsanız Marksizm ayakta duramaz. Bu oldukça önemli bir olgu. Homeros tan Campanella ya kadar oluşan bu kültür, Marksizmin dayandığı zeminin ne kadar güçlü olduğunu gösterir bize. Türkiyeli insanın yaşam serüveninde yazılı kültür eksikliği bir yana, bir gelecek düşü bile yokken, Nâzım Hikmet, bu yolda bir öncüdür. Altyapısını kaçınılmaz olarak ideolojiden almak durumunda olmuştur. Çünkü kendisinden önce bu altyapıyı besleyen bir miras oluşmamıştır. Ütopya, bir gelecek sezgisidir. Eksik olmasına karşın, en kestirme tanımı böyle yapabiliyorum. Gelecek bilgisine sahip olmak için, geçmiş, bir tarih bilgisine indirgenmeden tarih bilincine dönüştürülüp, gelecekten bugüne yapılan bir projeksiyon, bugünü kurma çabası, ütopyanın altyapısını kuruyor. Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşçesine Nâzım Hikmet in bu dizeleri, mağlup, mazlum ve mağdur bir insanın yakınışı değil elbette; gelecekten bugüne yapılan projeksiyon karşısında bugünü kurma anlayışıdır. Bir ağaç gibi tek, bir ağaç gibi hür yaşayabilmek için, önce bu sezgiye ulaşmak gerekiyor. Nâzım Hikmet bu sezgiyi, bir bilince dönüştürerek kuruyor ütopyasını. Bu yüzden de Türkiyeli insanın övüncü, kıvancı olabilmeyi hak ediyor. Şu dizeler, şiirin gücünü duyumsattığı kadar, ütopyasına sahip çıkan Nâzım ı da anlaşılır kılıyor: Kardeşlerim Sıska öküzün yanında koşulup şiirlerimiz 12 toprağı sürebilmeli Pirinç tarlalarında bataklığa girebilmeli dizlerine kadar Bütün soruları sorabilmeli Bütün ışıkları derebilmeli Yol başlarında durabilmeli kilometre taşları gibi şiirlerimiz Yaklaşan düşmanı herkesten önce görebilmeli Cengelde tamtamlara vurabilmeli Ve yeryüzünde tek esir yurt, tek esir insan Gökyüzünde atomlu tek bulut kalmayıncaya kadar Malı mülkü aklı fikri neyi varsa verebilmeli büyük hürriyete şairlerimiz. Nâzım Hikmet bir öncü, bir göz açıcı olduğu için, egemenlerce bir türlü bağışlanmadı. Çünkü onun ütopyası, insanın insana kulluğu nu reddeden bir ilişkiydi. Bu ütopya, egemenlerin, egemenlik ideolojisini sarsıyor, egemen bir paradigmanın iflası nı hazırlıyordu. Nâzım tek kalsaydı egemen güçler bu denli korkmayacaklardı belki. Ama o bir orman gibi olmak istediği için yok edilmeye çalışıldı. Denilebilir ki, onun çileli yaşamı ütopyası nedeniyledir. Ama o, şöyle belirledi karşısındakileri: Onlar ümidin düşmanıdır, sevgilim, akar suyun, meyve çağında ağacın, serpilip gelişen hayatın düşmanı Çünkü ölüm vurdu damgasını alınlarına:

-çürüyen diş, dökülen et- bir daha geri gelmemek üzere yıkılıp gidecekler Ve elbetteki, sevgilim, elbet dolaşacaktır elini kolunu sallaya sallaya dolaşacaktır en şanlı elbisesiyle: İşçi tulumuyla bu güzelim memlekette hürriyet... Gelecek sezgisini, gelecek bilgisiyle buluşturan Nâzım ın çilesi üzerine söylenecek her şey söylendi belki, bundan sonra söylenecek ne varsa tekrardan öteye gitmeyecek. Ama aslolan, onun bu ülkeye kazandırdığı ütopyadır. Sosyalizmin aydınlar katında kaldığı ve kitleyle buluşamadığı bir zaman diliminde, sosyalist şairlerin birbirleriyle benzer duyarlılıkta buluşmalarını anlamak mümkünse de, bu boğucu ortamdan sezgiyi ve bilinci kırbaçlayarak bir yarın düşünü kurduran Nâzım Hikmet in şiiridir. O, yalnızca 40 lı yılların değil bugünün Türkçe şiirine de dehasıyla ışık düşürmüştür. Her öncü gibi Nâzım Hikmet in de toplumdışı sayılması ya da toplum dışına itilmeye çalışılması kaçınılmazdı. Çünkü öncü deha dır ve deha ise uyumsuzdur. Burada Afşar Timuçin in bir tespitine katılarak, Nâzım Hikmet in öncü kişiliğini vurgulamak isterim. Şöyle diyor Afşar Timuçin: Ahlâk bunalımı içinde kıvranan Atina için Sokrates neyse, ahlâk bunalımı içinde kıvranan Türkiye için de Nâzım Hikmet oydu. Sokrates i gençlerin ahlâkını bozmakla suçlayarak ölüme mahkum etmişti yurttaşlar. Nâzım Hikmet i de gençleri ayaklandırmaya kışkırtmakla suçlayarak toplum dışına itmeye çalıştılar. Şiiriyle olduğu kadar yaşam karşısında duruşuyla da Türkiye linin vicdanı olan Nâzım Hikmet, bir dünyalı olarak insanlığın kültür mirasıdır ve bu mirası onarmaya devam etmektedir. Türkiye, politik mücadeleyi, bütün boyutlarıyla yaşadı. Hele son otuz yıl, ideolojik farklılıklar Türkiye nin insan coğrafyasını inanılmaz ayrılıklara yöneltti. Derneklerden sendikalara, partilerden illegal mücadele verenlere kadar hemen her türlü zeminde serpilen bu politik ayrılmalar, bir ayrışmadan değil, bence düşünme zenginliğinden de kaynaklanıyor. Anlatmaya ama durmadan anlatmaya çalışmak gerekiyor belki. İşte bu inanılmaz farklılıklar zemininde ortak sâhip çıkılan belki de tek insan Nâzım Hikmet oldu. Hemen her solcu dernek lokalinin duvarlarında Nâzım ın bir portresini bulmak mümkündür. Bu durumun dünyada bir benzeri var mıdır, bilmiyorum. Ama pek az bir olasılık bu. Böyle bir politik kutuplaşmada bile Nâzım Hikmet in sahiplenilişi, onun şiirinin etkililiği kadar, ütopyasının bir zemin oluşturmasıdır. Şiirleri bestelendi, oyunlaştırıldı; oyunları oynandı, filme alındı; anma geceleri düzenlendi, düzenleniyor, tüm kitapları defalarca basıldı, basılıyor. Bunlar ilk bakışta güzel ve olumlu şeyler. Ama bir şeye karşı uyanık olmak gerekiyor; sisteme, kendisine en muhalif olanı bile entegre etme yollarını bulacak kadar reorganize edilmiş bir sisteme. Batı, bunun yollarını çoktan öğretti bütün dünyaya. Böyle bir durumda Nâzım ın şu dizelerini yüksek sesle okumak, karşı duruşun ilk siperini kazabilir bize: Biz unuttuk bağışlamayı Varılacak yere Kan içinde varılacaktır Ve zafer hiçbir şeyi affetmeyecek kadar tırnakla sökülüp koparılacaktır... Türkiye, egemenlerin kavrayamayacağı kadar düşünce zenginliğine sahip bir ülkedir. Bu yüzden en uzlaşmaz politik tutumlar bile Nâzım Hikmet in sahiplenilişine engel olamadı. Bunun bir nedeni olmalı. Var üstelik. Çünkü Nâzım Hikmet bir vicdandır artık bu ülkede. Nâzım Hikmet bir vicdandır... dedi. Birliğimizin ikinci konuğu olan araştırmacı yazar Emin Karaca, Nazım Hikmet in mücadelesi ve vatandaşlığı üzerinden sürdürdü konuşmasını. Emin Karaca; Yıllar önce de bizim özellikle Nazım Hikmet vakfının başı çektiği rahmetli Kadriye Saniye hanımın da sağ olduğu dönemlerde, doksanlarda hatırlarsınız, vatandaşlığın iadesi konusunda başvurular yapılmıştı gerekli mercilere ve reddedilmişti. Ve ben hatırlıyorum istiklal caddesinde protesto yürüyüşleri filan düzenlenmişti. O zaman ben kendim karşı olduğumu yazdım, gerekli yazı yazdığım yerlerde, duyurdum. Nazım Hikmetin, üzerinde Nazım Hikmet Ran yazılı bir nüfus cüzdanına ihtiyacının olmadığına ve bizim bildiğimiz tanıdığımız Nazım Hikmet oluşunu da bu ülkenin yurttaşlığından çıkarılışıyla daha da pekiştirdiğini belirterek karşı durmuştum. Gene duyarlı Nazım Hikmet sevenler, Nazım Hikmet dostları da bu vatandaşlık hakkının 13

geri verilmesi konusunda rasyonel şeyler söylediler, eleştirdiler hükümeti. Bir de mezarının Türkiye ye getirilmesi gündeme geliyor. Onu konuşuyorlar, tartışıyorlar. Şimdi aslında şöyle bir yanılgı içinde oluyoruz, işte Anadolu da bir köy mezarlığına gömün beni, tepemde bir çınar olsun taş maş istemem. Yalnız unutuluyor ki şiirde tarif ettiği bir Türkiye var. Öyle bir Türkiye nin mezarına gelmek istiyor aslında. Tarlaların orta malı olduğu ve mezarının alt kenarından türkülerle traktörlerin geçtiği. Yani düpedüz tarif ettiği bir sosyalist Türkiye özlemi var orda. Onun ideali orda açıkça görülüyor. Öyle bir ülke haline gelmedikçe Türkiye miz, bu güzel ve yalnız ülkemiz, o sinemacının betimlediği gibi Nazım Hikmetin mezarının getirilmesi de doğru ve sağlıklı bir şey değil. Sürekli şiirlerinde zaten ikinci vatanım dediği bir ülke orası ve sosyalizmin ilk anavatanıydı. Ve işte orada, mezarlığında hiç de yalnız filan değil. O nedenle bırakalım orda rahat uyusun derim ben. Şimdi buradan yola çıkarak bir de her doğum, ölüm yıldönümlerinde ve onun dışındaki çeşitli dönemlerde gündeme geldiğinde herkesin bir Nazım Hikmeti çıkıyor ortaya. Kimilerine göre aşk şairi Nazım Hikmet. Kimilerine göre komünist ideolojiyi şiirine yediren Marksist şair. Kimilerine göre Kuvayi Milliye destanını yazan milliyetçi şair. Oysa ki ortada bir tek Nazım Hikmet var. Her şeyiyle bütün bunları da içeren, tamam aşk şiirleri de yazan, Kuvayı Milliye destanını da yazan, insan manzaralarını da yazan ve Marksist ideolojiyi de şiirlerine ustalıkla yedirmiş sosyalist şiirler yazan bir şair, 1961 de Doğu Berlin de yazdığı ünlü Otobiyografi şiirinde On dördümden beri şairlik ederim diyordu. Delikanlılık çağında Fecr-i Ati edebiyat akımına dahil, vasat bir şairken, nasıl oldu da Türk şiirine yepyeni bir içerik ve biçim getirerek, 1920 lerin dünyasında bir yıldız gibi parladı? 1920 ler, bilindiği gibi ülkemizde ve dünyada kurtuluş savaşları ve devrimler çağıydı... 1921 de çocukluk ve gençlik arkadaşı Vala Nurettin le birlikte Anadolu ya geçerek Kurtuluş Savaşı nı yerinde görmeseydi; İnebolu da karşılaştığı Spartakist Mehmet Sadık Bey den Marx ın adını duyup, Bolu da öğretmenlik yaparken Ağır Ceza Reis Vekili Ziya Hilmi Bey den komünizan fikirler kaparak Sovyetler Birliği ne gitmeseydi, karşımızda şimdiki Nazım Hikmet olmazdı şüphesiz 1921 de Sovyetler Birliği nde girdiği komünizm dünyasından, sanatına da taşıdığı sosyalist düşünceyle dönüp geldiği ülkesinde (1924), köhnemiş Osmanlı dünyasından kopamamış sanat çevresine bir güneş gibi doğdu. Bir partili (hem de en üst düzeyde Merkez Komite üyesi bir TKP yöneticisi) olarak, bir yandan örgüt içi görevleri, öte yandan Marxist ıstılahlarla yazdığı komünist ajitprop. şiirleriyle toplumu sarsmaya başladı. Bu tür şiirleriyle 1920 lerin sonları ve 1930 lar boyunca Türkiye insanını; sınıf sınıf, tabaka tabaka, zümre zümre, birey birey sosyalizmle tanıştırıyor; sosyalizm dünyasına giriş kapısı görevi görüyordu. Bundan rahatsız olan Tek Parti Yönetimi nin faşist-militarist kliği, başına bir çorap örmenin hazırlığını yaparken, partisinin karizmatik lideriyle girdiği liderlik çekişmesinden yenik çıkınca, Tek Parti Diktatörlüğü de atağa kalkıyordu. Sanatı ve kişiliğiyle var oluş nedeni komünizm olunca, bunun ölümü anlamına geleceğini kavrayan Nazım Hikmet, bu tuzağa düşmedi. Pusuda bekleyen sözkonusu klik, sosyalizme giriş kapısını kapamak için, askeri isyana teşvik ve tahrik iddiasıyla iki ayrı askeri mahkeme kararıyla 35 yıllık bir mahkûmiyet halkasını O nun boynuna geçirmekten çekinmedi. Artık şiirinde 835 Satır, Bir (Artı) Bir (Eşit) Bir (rakamlarla yazılıp, artı ve eşit işaretleri konulacak), Gece Gelen Telgraf ve Sesini Kaybeden Şehir dönemi kapanmıştı. Şimdi, 1938 den 1950 ye dek İstanbul Tevkifhanesi, Çankırı ve Bursa mahpushanelerinde iç içe olduğu Anadolu halklarıyla sanatının ikinci evresine doğru yürüyordu. Artık tema 14

Memleketimden İnsan Manzaraları, Kuvayı Milliye Destanı, Dört Hapishaneden, Saat 21.00-22.00 Şiirleri ve Rübailer di Komünist siyasetteki didişmeden de unutkan bir rahatlığa geçmişti. Bursa Cezaevi nden Kemal Tahir e yazdığı 10 Şubat 1941 tarihli mektubunda, onun kışkırtmasına karşılık şunları yazıyordu: Mektubunu aldım. Üzüldüm. Üzüldüğüne üzüldüm. En münasebetsiz hatta muzır insanlarla dahi münasebetinde emniyetli bir rahatlığa kavuşmak merhalesi vardır. Bunu benim söylediğime hayret etme, bütün harici tezahürlerine rağmen ben zaman zaman muayyen insanlar için belki uzun bir didişmeden sonra böyle emniyetli, unutkan bir rahatlığa kavuşurum. Senin için de temennim budur. İnsanlara ve doğaya, öfkesiz, daha yumuşak bakmaya başlamıştı. 1922 de yazdığı Yalınayak şiirinde; Tatlı maval dinlemekten gayrı usandık Artık hepinizin kafasına şu daaaank desin Köylünün toprağa hasreti var toprağın hasreti makinalar diye haykırırken, Memleketimden İnsan Manzaraları nda Dümelli bir köylüyle ilgili şu dizelerinde ne kadar sakin ve durmuş oturmuştu: Dümelli yeni bir sevinçle kulak kabarttı. Sesler geliyordu. Şehrin batısından yola çıkan kağnı sesleri. Bir taş balta gibi işleyen ve ayın altında ağır pırıltılarla genişleyen alt edilmemiş bozkırın vahşi şarkısıydı bu. Uzun hapislik yılları sanki bir arınma ateşinden geçiriyordu Nazım Hikmet i. Uzun hapisliğinin sonlarına doğru, yıllar yılı bir kısır döngü içinde bulunan Partisi, mağdur komünist şair imajını bir koçbaşı olarak kullanabilmek için, onunla barışma ihtiyacı duydu. Türkiye de ve dünyada Nazım Hikmet e af! kampanyaları açıldı. Hapishane kapısı açıldıktan sonra da Soğuk Savaş ın em pimpirikli ülkelerinden birisi olan Türkiye nin yöneticileri onu, adeta kaçmaya kışkırttı. Bunun üzerine 1951 yılının bir yaz günü; bir denizde, genç bir arkadaşla ölümün üstüne yürüdüğünü sanırken ikinci vatanına kavuştu. Orada reel sosyalizm in gerçekleriyle yüz yüze geldikçe, ne çok azap çektiğini, ikinci vatanındaki yıllarının doğrudan ya da dolaylı tanıklıklarından oldukça ayrıntılı öğrendik. İnançlarını hiç yitirmeden, ölümle de barışık, artık adeta bir filozof haline gelmişti. İşte durgun bir su gibi sakin şiiri: İyice yaklaştı bana büyük karanlık Dünyayı telaşsız, rahat seyredebiliyorum artık. Artık şaşırtmıyor beni dostun kahpeliği elimi sıkarken sapladığı bıçak Nafile, artık kışkırtamıyor beni düşman (.) Artık söz sarhoş edemiyor beni Ne başkasınınki, ne kendiminki İşte böyle gülüm İyice yaklaştı bana ölüm Dünya, her zamankinden güzel dünya Dünya iç çamaşırlarımdı, elbisemdi başladım soyunmaya Bir tren penceresindeydim bir istasyonum şimdi Evin içerisiydim şimdi kapısıyım kilitsiz Bir kat daha seviyorum konukları Ve sıcak her zamankinden sarı kar her zamankinden temiz. Komünistliği, kelepçesi, zincirleri, mahpushaneleri, kavga ve aşk şiirleri, aldattığı ve aldatmadığı kadınları, muhacirliği, partisinin yöneticileriyle didişmeleri, hasretleri ve kavuşmalarıyla bu dünyada bir Nazım Hikmet yaşadı. İlgiyle izleyen yoğun bir kalabalığın katıldığı etkinlik Mehmet Özer in sunduğu şiir dinletisi ve konuklara sunulan sıcak şarap ikramıyla sona erdi. 15

BEŞ KUŞAK MÜLKİYELİ Mülkiye nin kuruluşunun 150.yılı nedeniyle düzenlenen etkinlikler kapsamında Beş Kuşak Mülkiye Gençlik 2009 Hareketi söyleşisi 24 Şubat tarihinde Siyasal Bilgiler Fakültesi Aziz Köklü Konferans Salonunda saat 12.30 da yapıldı. Söyleşiye 68 gençlik hareketinden Muharrem Kılıç, 78 gençlik hareketinden Hasan Hüseyin Özkan, 88 gençlik hareketinden Ali Çolak, 98 gençlik hareketinden Özgür Tüfekçi ve 2008 yılı gençlik hareketinden Dinçer Demirkent katıldı. Siyasal Bilgiler Fakültesi öğrenci Dayanışma Deneği Başkanının açılış konuşmasından sonra Muharrem Kılıç söz aldı. Muharrem KILIÇ, ilerici hareketlerin talebi 1961 Anayasanın uygulanması idi. Anayasa raftan köye insin denirdi mesela bazı şiirlerde. Onun dışında özerklik konusu g ü n d e m d e y d i. TRT nin ve üniversitelerinin özerkliği önemli bir gündem maddesiydi Türkiye de o günlerde. Bugün galiba böyle bir sorun yok. Cuntalar k o n u ş u l u r d u. Çünkü 27 Mayıs bildiğiniz gibi ilk askeri müdahaledir. Ondan sonra gelen müdahalelerden esas itibariyle farklıdır. Farkı şuradadır. Diyebiliriz ki üç nokta. Bir tanesi: iktidara karşıdır 27 Mayıs askeri müdahalesi. Oysa gerek 12 Mart gerek 12 Eylül tam tersine düzenin devamı için yapılmış müdahalelerdir. Öbürü iktidarın uygulamalarına karşıdır, 27 Mayıs. İkinci özelliği son iki müdahale komuta konseyinin toptan, yani ordunun toptan müdahalesidir. Kendi hiyerarşik zinciri içerisinde, oysa 27 Mayıs müdahalesi bazı subayların katıldıkları bir eylemdir. Üçüncüsü tabi 27 Mayıs ile birlikte demin başta da söyledim Türkiye nin önü açılmıştır. Hukuk devleti anlamında, sosyal devlet anlamında önü açılmıştır. Yeni kurumlar gelmiştir. Başka ne konuşulurdu. Vietnam gündemine girmişti Türkiye nin. 1964te 65te yeni yeni Vietnam dan haberdar idi Türkiye ve üniversiteler. Çok yeni idi. İşte 66 da o zamanki partilerden birinin genel başkanı Vietnam suçlularını yargılayan uluslar arası mahkemeye üye olarak gitmişti. Onu daha sonra anlatacağım. Okulumuzdaki gençlik hareketlerinin de önemli bir gündem maddesidir Vietnam. Bu yeni bir gündeme giren bir konuydu. Doğu sorunu adı aynen böyle. Doğu sorunu diye bir sorun vardı. Birkaç miting yapılmıştı. Özel okullar önemliydi. Üniversiteye girmek sorundu. Özel okullar açılmıştı. Bu okullara karşı gerek o okulların eğitim alanlarındaki devlet okullarının öğrencileri tepki gösteriyorlardı gerekse bu okullar çok pahalı idi. yoksul çocukları okuyordu böyle bir sorun vardı o günlerde. Onun dışında üniversitelerin sorunu nedir derseniz üniversite gençliğinin çok önemli sorunları vardı. Yurt meselesi çok önemliydi. Kredi burs meselesi önemliydi. Yemekhane meselesi önemliydi. Kitap, defter kalem her şey önemliydi. Yani sersefil bir üniversite vardı diyebilirim. Biz tabi çok şanslıydık. Mülkiyenin şansı yurdumuz vardı bizim, biliyorsunuz. Kendimize aitti o zaman. Hiçbir Mülkiyeli yurtsuz kalmazdı. Hem de sıcak suyu olan, üç kişilik veya altı kişilik odalarda kalabilirdik biz. Ama diğer üniversitelerde ve fakültelerde çok ciddi yurt sorunları vardı. Burada burs meselesi de daha iyiydi. İlk girenlere siyasalda burs verilirdi. Yani ilk sıradan yirmi kişiye her sene burs verilirdi. O bakımdan da iyiydi. Hocalarla ilişkilerimiz de çok ciddi bir sorunumuz yoktu. İstediğimiz an görüşebilir idik. Kitap sorunumuz vardı. Çoğu dersimizin kitabı yoktu. Yani en temel derslerimizin bile kitaplarını bizim kendi öğretim üyelerimiz yazmış değillerdi. Mesela anımsıyorum, biz üçüncü sınıfta mikro iktisadi Sencer Divitçioğlu nun kitabında okuduk. Yoktu bizim şeyimiz. Diğer derslerde de buna benzeyen özellikler vardı. Yani siyasalın öğrencilerinin ciddi sorunları yoktu ama üniversitelerin sorunları demin saydığım 16

cinstendi. Türkiye böyle bir ülke idi. 69-68 e doğru giderken bir taraftan öğrenci hareketi kitlesel anlamda disiplinli bir biçimde gelişti. Gelişme ekseni üçlüdür. Bağımsızlık talebi vardır. Demokrasi talebi vardır. Ve eşitlik talebi. Yani sosyal adalet diyelim, talebi vardır. Bu üç saç ayağı üzerinde gelişen bir gençlik hareketi vardır. Türkiye nin her yerinde. Demin de dediğim gibi esas itibariyle bunu kitleselleştiren örgüt önce işte FKF, daha sonra da Dev-Genç olmuştur. 69 dönüm noktasıdır. Vedat Demircioğlu, 6. Filonun protestosundan sonra yurdu basan polis tarafından öldürüldü. İkincisi, Ankara da bir ölü vardır. Aynı sene, 68de Atalay Savaş diye bir arkadaş öldürüldü. Daha sonra bunların peşi geldi. Yaklaşık olarak 1971 12 Martına kadar 27 tane genç öldürüldü ki bunların sanıyorum 21 tanesi solcu gençlerdi. En önemli olay kanlı pazardır. Dönüm noktası çok önemlidir. Bundan yaklaşık 8 gün önce 40. Yıldönümü idi Kanlı Pazar ın. Kanlı Pazar olayının başlangıcı yine 6. Filodur. 6. Filo her sene gelirdi zaten. İstanbul a ve İzmir e gelirdi. Ama ilk büyük olay 68 Temmuzunda ortaya çıktı. Bu Vedat Demircioğlu nun öldürüldüğü olaydır. Sanki kışkırtmak istercesine, o olay olmasına rağmen, Türkiye de ilk genç ölmesine rağmen 6. Filo 8 ay sonra tekrar geldi. İstanbul a geldi. Ve bunu protesto etmek üzere 16 Şubat 1969da İstanbul da bir miting tertiplendi. O miting çok kanlı bir biçimde bitti. Darmadağın edildi. Gerçi 70li yıllardaki 1 Mayıs gibi değil ama ölenler oldu. 2 kişi öldü. Orda polisle demin adını verdiğim derneklerin saldırısı oldu. Bu saldırının önemi sadece ölüm olayı değil üniversite gençliğinin silahlanmasıdır. Bu olaydan sonra insanlar kendilerini savunmak üzere parka giymeye, postal giymeye silah taşımaya başladılar. Ve onun devamını biliyorsunuz. Bambaşka olaylar yaşandı. Muharrem Kılıç tan söz alan Hasan Hüseyin Özkan 78 gençlik hareketini ve SBF-DER li öğrencilerin bu mücadele içindeki yeri ve önemini anlattı. Hasan Hüseyin ÖZKAN; dernek çalışmalarına katılmış tüm arkadaşlara teşekkür ederek arkadaşlar bizim yüz yıllık öğrenci derneği geleneğimizden bir eksiğimizi, bir yanlışımızı, bir hatamızı düzeltmişler ve ilk defa öğrenci derneğinin başkanlığına bir kadın arkadaşı seçmişler. 70-80 döneminde okulda bulunmuş arkadaşlarla oluşturduğumuz bir grubumuz var. Grubumuzun da bir web sayfası var. SBF DER orda bizim tarihimize ilişkin bir takım anıları fotoğrafları görebilirsiniz. O grubun bana verdiği, beni görevlendirdiler daha dorusu, bir görevi ifa etmek istiyorum. SBF DER başkanlığına ilk defa seçilen arkadaşımızı kutluyorum ve çiçeğimizi takdim etmek istiyorum dedi ve konuşmasında 78 öğrenci gençlik hareketini ve mirasını anlattı. Biz bu kuşağı anlatmak istersek öne devraldığımız mirası mirasın neler olduğunu söylememiz gerekiyor. Toplumsal hareketliliğin başladığı, öğrenci hareketleri olarak tanımlanan bir süreçte devrimci hareketlerin geliştiği ve buna karşı mevcut iktidarın ve devletin organlarını yanına alarak aydınlara, ilericilere, devrimcilere, sosyalistlere, komünistlere, yurtseverlere, sosyal demokratlara saldırdığı bir kuşakta biz öğrenim gördük. Zor bir dönemdi. En büyük talebimiz öğrenim özgürlüğü ve can güvenliği idi. Toplumsal gelişmeyi sindirmek isteyen, onu hayatın bütün alanlarında yok etmek isteyen bir anlayış başta üniversiteler olmak üzere toplumun her kesimine nüfus etmek istiyordu. Okullar faşistlere kitle tabanı yaratmak isteyen güçlerle donatılmıştı ve işgal ediliyordu. Devletin kolluk güçleri, polisi, jandarması, yargısı, hâkimi, savcısı her şeyi bu güçlerle birlikte hareket ediyordu. Amaç Türkiye deki aydınlanmanın, gelişmenin, bağımsızlık ve demokrasi güçlerinin önünü kesmek, onları yok etmekti. Sindirmekti. Biz bu tarihe bu okulun değerli öğretim üyelerinin sindirilmesiyle tanık olmuştuk. Biz bilimi öğrenmeye geldik. Toplumu aydınlatmaya, onu özgürleştirmeye demokratikleşmeye yönlendirmek için geldik. Bizim görevimiz bu toplumun bir adım daha öne götürebilmek. Mevcut sistemin paramparça olduğu, lime lime, her tarafından irinlerinin aktığı bir sistemin bizleri ileri götüremeyeceğinin çok iyi bilincindeydik. Bunu değiştirmek için önce öğrenci hareketleri başladı ve mevcut yönetim, devlet bu masum talepleri, hep onu söylerler, bu masum talepleri bastırmak için tarihinde hiçbir zaman görülmedik biçimde saldırıya geçti. Gençleri öldürdü, öğretim üyelerini okuldan attı, sürdü. Onları mahkeme kapılarında süründürdü. 12 Mart ta Mümtaz Soysal hocaya Mamak cezaevinde buz kırdırıldı. Ve ne yazık ki bizim hocalarımızdan bir tanesi de bu gelişmeye sessiz kaldı. 12 Eylülden sonra bir ay önce diyelim ki ağustos ayında grevde bulunan fakülte kurulu öğrencilerinin yanında o yer aldığını söyleyen, onların talep0lerini dile getiren fakülte yönetim kurulu 12 Eylülden 17

sonra bir dekan seçti ve o dekan kendi öğrencisini ihbar etti. O dekan odasına çağırdığı öğrenciyi kolluk kuvvetlerine teslim etti. Ve 12 Eylül faşizmi ne yaptı. Ödüllendirdi. Önce dekandı sonra rektör oldu. Şimdi de çok iyi hizmet ettiği için OYAK yönetiminde oturuyor. Ama biz şunu bilirdik ki şuna inanırdık ki insanlık her zaman gelişimin yanında ilerlemenin yanındaydı. Saldırılara uğradık. O saldırılarda altı tane arkadaşımızı katlettiler. Sekiz Nisan 1976da Hakan Yurdakuler arkadaşımız okula gelen, aranmayan, üzerlerindeki silahları bir kenara itilmeyen polislerin işbirliğinde gelen grup tarafından yaylım ateşine tutuldu ve bahçede katledildi. Bir Mayıs 1976 ilk defa İstanbul da işçi sınıfının bayramına katılmak için, işçi sınıfının bayramına birlikte gittiğimiz arkadaşlardan Ali Fuat Okan ı 1 Mayıs kutlamasının akşamı İstanbul da faşistlerin açtığı yaylım ateşinde kaybettik. Ali Fuat arkadaş 1 Mayıstan bir gün önce yapılan SBF DER genel kurulunda yönetim kurulu üyeliğine seçilmişti. 10 Aralık 1976 da işçi sınıfının mücadelesini örgütlemek için Adana da çalışma yaparken yakalanan ve sıkıyönetim olduğu için ki her zaman sıkıyönetim olmuştur, Diyarbakır a gönderilen İsmail Gökhan Edge arkadaşımız işkencede katledildi. SBF DER üyesiydi. 17 Ocak 79da Bahri Gülpınar arkadaşımız okulun karşısında katledildi. 10 Haziran 79. Bizim okulumuz için de bir dönüm noktasıdır, bizler için. SBF DER başkanı Hakan Şenyuva halka yapılan faşist saldırıları göğüslemek için bir çalışma içinde bulunurken okula çok yakın bir mevkide faşistler tarafından katledildi. 17 Ekim 79da Mehmet adil Olcay SBF DER üyesi arkadaşımız faşist saldırılara karşı direnirken bir gecekondu mahallesinde faşistler tarafından kurşunlanarak katledildi. 10 Haziran 1980 Şevki Kobal Hukuk Fakültesinin bahçesinde açılan ateş sonunda katledildi. Dördü çok yakın diğer ikisini de yakından tanıdığım altı tane arkadaşımı bu okulda kaybettim. Her birimiz aynı saldırılara uğrayabileceğimizi ve okula giderken bir daha geri gelemeyeceğimizi düşünüyorduk. Öyle bir güvencesiz bir ortamdaydık dedi. Mülkiyeliler Birliği Başkanı Ali Çolak öğrencilik yıllarına ilişkin anılarını genç mülkiyelilerle paylaştı. Ali ÇOLAK; Önce bir düzeltme yapayım isterseniz. Ben 88 kuşağının temsil etmiyorum. Ben sadece 88 kuşağında yaşananları anlatmaya çalışacağım, ifade etmeye çalışacağım. Çünkü bu çok büyük bir iddia. 88 kuşağını temsil etmek, 68 kuşağını temsil etmek ya da 78 kuşağını temsil etmek. Böyle bir iddia sahibi değilim. Ben 1984 yılında geldim Siyasal Bilgiler Fakültesine Adana dan geldim. Darbenin sonuçlarını şöyle kısaca bir hatırlatmak isterim. Darbe sonrası Türkiye Büyük Millet Meclisi kapatılmıştı. Anayasa ortadan kaldırılmıştı. Siyasi partiler kapatılmış, mallarına el konulmuştu. 650.000 kişi gözaltına alınmıştı. 1. 683.000 kişi fişlenmişti. 7.000 kişi için idam cezası istenmiş, 517 kişiye idam cezası verilmiş. Haklarında idam cezası verilenlerden 50si asılmıştı. Her önemin kendine göre güçlükleri var. Bizim dönemimiz de oldukça güç bir dönemdi. Disk davası devam ediyordu. 1984 yılında. 1474 sanıktan 78i için idam isteniyordu. Darbe olduktan itibaren ya da darbecilerin kimler i suçladı3ını hepimiz biliyoruz. Başta öğrencileri suçladılar. Üniversiteleri, aydınları, sendikacıları, siyasetçileri ve en önemlisi, onların en önemli malzemesi kitapları suçladılar. Kitaplar yasaktı. 1402 sayılı yasa çıkmıştı. Siyasal Bilgiler Fakültesinden Türkiye nin ine büyük iki üniversitesinden sonra üçüncü sırada en fazla öğretim üyesi uzaklaştırılmıştı. Birincisi İstanbul teknik üniversitesi, ikincisi ODTÜ üçüncüsü de Siyasal Bilgiler Fakültesidir. Ankara üniversitesinden fazladır 1402 sayılı yasayla Siyasal Bilgiler Fakültesinden uzaklaştırılan öğretim üyesi sayısı. YÖK 1983 yılında yasayla çıkmış ve yerleşmeye başlıyordu. 1982 Anayasası çıkmıştı. Zorunlu din dersleri getirilmişti. Tabi bunlar tesadüf değil dediğim gibi. Bizim o dönemde en fazla ihtiyacımız neydi. Özgürlük idi. Çünkü çok ağır baskı koşulları vardı. Özgürlük hava kadar su kadar ihtiyacımızdı. Ama Ankara da hava da yoktu. 1984 yılında C u m h u r i y e t gazetesinin başlığı kirlilik, başkentte alarm havası, şu resimde gördüğünüz siyah şeyler orijinalinde de siyahtır arkadaşlar. 1984 yılında Ankara da hava böyleydi. İhsan Doğramacı imzasıyla üniversite rektörlüklerine gönderilen genelgede öğrenciler topluca bulundukları yurt, kantin lokanta gibi yerlerde devamlı olarak kontrol altında bulundurulacaklardır. Genelgeye göre öğrencilerin öğrenim, spor ve sosyal faaliyetler dışına çıkarılmaması için gayret sarf edilecek. İzlenimler mahallin emniyet amirliklerine bildirilecek. Geçmiş dönemlerde ideolojik eylemlere karışmış öğretim 18

üyeleri ve öğrencilerin durumları yakından takip edilecek ve ideolojik faaliyetleri tespit edilen kişiler hemen mahallin emniyet müdürlerine ve yüksek öğretim kurulu başkanlarına bildirilecek. Yani bizim bir araya gelmemiz herhangi bir şekilde faaliyet göstermemiz olanaksızdı Olağanüstü hal koşulları devam ediyordu. Olağanüstü hal Ankara da 1986 yılında kalktı. Mayıs ayında. Bu dönemde olağanüstü halin kalkması çok önemliydi. Çünkü sıkıyönetim döneminde 90 gündü gözaltı süresi. Olağanüstü halde 30 güne düştü. Bayağı bir özgürlük geliyordu olağanüstü hale geçildiğinde. Olağanüstü halden sonra da 15 güne düşüyordu gözaltı süresi. O dönemde Yarın dergisi vardı ve 1982 yılında edebiyat kültür dergisi olarak çıkmıştı. Gençlik dergilerinin çıkması yasaktı. O dergi etrafında bir örgütlü hareket devam ediyordu. Pek çok insanda farklı politik görüşlerde olmakla beraber Yarın dergisi etrafında bulunuyorlardı. Çeşitli öğrenci evlerinde toplantılar yaptık. Bunu farklı zamanlarda da anlattım. Biz o bodrum katındaki öğrenci evlerine girdiğimiz zaman ilk işimiz perdeleri kapatmak olurdu kendimizi korumak için. Ama polisler bizim aramızdaydı. Yani bunu somut olarak da biliyorum. Bir arkadaşımız daha sonra Kuzey Irak a falan sıkça gitmeye başladı. Yıllar itibariyle o arkadaşımızın görevini anladık ama o dönemde bizim aramızdaydı. Daha sonra biraz daha açığa çıkabildik tabi. Papazın bağında işte farklı parklarda buluşmaya başladık. Oralarda öğrenci derneğinin tüzüklerini tartıştık. Eylem planlarımızı tartıştık. Neler yapacağımızı konuştuk. Ve ilk öğrenci derneği başvurusunu yapan okullardan bir tanesi Siyasal Bilgiler Fakültesiydi. Tabi dernek kurmak da yasaktı. SBF DER ismini almak da yasaktı. Geçmiş dönemde kapatılmış derneklerin adıyla yeniden dernek kurulamıyordu. Biz de SBF ÖD olarak kurmuştuk. SBF ÖD kısaltmasıyla kurmuştuk. Başvurumuzu yaptık. Ancak valilik kabul etmedi. Bir arkadaşımızın aklına geldi. Tabi hukuk okumanın da faydaları, idare hukuku okumanın da faydaları, valilik almıyorsa kaymakamlığa başvuralım dedik. Kaymakamlığa başvurduk ve nasıl olduysa bir şekilde bir memur evrakı aldı. Evrakı almasıyla birlikte dernek aslında yasal olarak değil fiilen kurulmuş oldu. Derneklerin yasal olarak kurulması ancak olağanüstü halin kalkmasıyla mümkün oldu. 86 yılına kadar öğrenci dernekleri illegal örgütlerdi. 85 yılında başvurumuzu yaptık. 86 yılına kadar illegal hem yasal hem illegal yapılar olarak devam etti. İlk öğrenci eylemi atılmalara karşı YÖK ün 44. maddesi atılmaları düzenleyen 44. maddesine karşı tüm Türkiye de dilekçe toplanmasıyla gerçekleşti. Burada milli kütüphanenin önünde tüm Türkiye den gelen 100 19 kadar öğrenci karşılandı. Ama bu yüz öğrenciyi sadece biz karşılamadık. Polis de hepimizi karşılardı. Hep birlikte Ankara emniyetine götürüldük ve çok sayıda arkadaşımız o gün gözaltına alındı. Bir grup hem dilekçeleri teslim etmek için hem de gözaltına alınan öğrencilere işkence yapıldığını bu konudaki iddiaları görüşmek için meclis başkanıyla randevu aldılar. Meclis başkanı daha sonradan fıkralara konu oldu kendisi, işkencenin kanıtını getiren bana dedi. Bu Leman da karikatür haline de dönüştü tabi. O dönemde bize en fazla söylenen şeylerden bir tanesi bizim dışımızdaki arkadaşlarımıza daha doğrusu derneğe üye olursanız kamuda iş bulamayacağımız tehdidiydi. Derneğe üye olursanız kamuda iş bulamazsınız deniyordu. Bugün de benzer şeyler söyleniyordur sanırım. Derneğin kurucu başkanı Anadolu ajansı Moskova muhabiri derneğin kurucu yönetim kurucu üyelerinden bir tanesi Halk Bankasında genel müdür yardımcısı. Bir tanesi altın borsası başkan yardımcılığı yaptı. Dolayısıyla o zaman da işe yaramadı. Sanıyorum bugün de hiçbir şekilde işe yaramayacaktır. Hocalarımız ya 1402 sayılı yasayla atılmışlardı ya da YÖK ü protesto için istifa etmişlerdi. Biz hocalarımızla Mülkiyeliler Birliğinde buluştuk. Fakültede yapılan geleneksel Çarşamba kaldırılınca, Mülkiyeliler Birliği geleneksel Çarşamba söyleşilerini başlatmıştı ve biz de bu Çarşamba söyleşilerinde Tuncer Bulutay, Sadun Aren ile Yalçın Küçük ile pek çok aydınla bilim adamıyla 1402 lik hocalarımızla o çarşamba söyleşileri sayesinde buluştuk ve bilinçlenmemizde en önemli katkısı olan kurumlardan birisi Mülkiyeliler Birliği oldu. Bizim ihtiyacımız olan o özgürlük havasını hiç değilse Mülkiyeliler Birliğinde soluyabilir hale geldik. Tabi her şey yasaktı. Tiyatro yapmamız yasaktı. Dernek kurmamız zaten yasaktı. Halk oyunları oynamak yasaktı. Fakülteye sakallı girmek de yasaktı. Sakallı öğretim üyeleri de giremiyordu. Öğrenciler de fakülteye giremiyordu. Bu şimdi komik geliyor olabilir ama kapıda görevliler vardı. Sakal kontrolü yaparlardı. Biz derneği kurduğumuz dönemde daha önceki dönemlerde olduğu gibi gene provokasyonlar hem siyasal iktidar hem polis tarafından hem de kimi polis ajanları tarafından başladı. 1986 yılının Mayıs ayında Mehmet Şirin Tekin Van 100. Yıl Üniversitesinde öldürüldü. Oruç yediği için öldürüldü. Onun üzerine çok sayıda eylem gerçekleştirildi. En önemli öğrenci eylemleri 80 sonrasındaki en önemli öğrenci eylemleri 86 yılında beline kravat bağlamak suretiyle meclise girmeye çalışan İsmail dayı adında bir ANAP milletvekilinin öğrenci derneklerini kapatmaya varan bir kanun teklifi vermesiyle oldu. %50sinin üye olmadığı bütün öğrenci dernekleri kapatılıyordu ki bugün de bunun benzeri zihniyeti

her yerde görüyoruz. Öğrencilerin % 50si üye değilse o dernekler kapatılmalıydı. Bunun üzerine Türkiye nin hemen hemen her tarafında öğrenci protestoları başladı. Önce İzmir de arkasından İstanbul da büyük öğrenci eylemleri oldu. Ankara daki öğrenci eylemi, öğrenci yürüyüşünden önce bu yasa tasarısının geri çekileceği haberi geldi. Bunun üzerine Siyasal Bilgiler Fakültesi öğrenci derneği eylem yerine gitmeyi ama eylemin yapılmamasını önermeyi karar altına aldı. Bizim öğrenci derneğimizde diğer fakültelerin öğrenci derneklerinden çok farklı bir hava vardı. Düzey son derece yüksekti. Ve öğrenci derneğinde tartışmalar yapıldıktan sonra alınan karara herkes uyuyordu. Bu karar doğrultusunda sıhhiyeye gidildi. Ancak polis öğrencilerin kendi arasındaki tartışmalarına fırsat vermeden saldırdı 300 öğrenci Ankara da gözaltına alındı. Bunun üzerine 1. Eylemde olduğu gibi 2. Eylemde de 1. Eylemin özelliği şudur. Orda gözaltına alınan arkadaşlarımızla ilgili de aynı eylem gerçekleştirildi, dışarıda her iki eylem sonrasında da açlık grevleri yapıldı. Açlık grevi yöntemi aslında Türkiye de cezaevlerinde başlayan bir yöntemdi. 1984 yılında özellikle bu tek tip elbisenin başlamasıyla gerçekleşen eylemlerdi. İlk dışarıda yapılan açlık grevleri de öğrencilerin açlık grevleridir. Bu açlık grevlerinin son döneminde tabi açlık grevlerinin yapılmasının en önemli nedeni öğrencilerin bir an önce gözaltından çıkartılmasıydı, talep buydu. Öğrenciler gözaltından bırakıldıktan sonra açlık grevleri sona erdirildi. Ancak, Ankara da DGM tarafından 52 öğrenci tutuklandı. Daha sonra o dönemin Milli Eğitim Bakanı ve İçişleri Bakanı dernekler yasası konusunda esnek olduklarını açıkladı. Şimdi bu öğrenci eylemlerinin her dönemde olduğu gibi bizim dönemimizde de bir toplumsal etkisi vardı, bir toplumsal birikimi yansıtıyordu. Bu toplumsal birikimin sonucu olarak Türk-İş yürüdü başlığıyla bir haber var. 12 Eylül sonrasının ilk yaygın grevleri 1987. 10.000 işçi grevde. Toplumsal hayatta da tabi bu öğrenci eylemlerinin iz düşümleri gerçekleşti. 1988 yılına geldiğimizde ben bunu haber bank diye bir gazete derlemesi den aldım. İki sayfa boyunca şu satır aralığıyla 1988 yılında yapılan öğrenci eylemlerini anlatıyor. Öğrenci derneklerini ve öğrenci hareketlerini anlatıyor. Yaklaşık bir yıl içerisinde elli kadar eylem yapılmış. Gelmeden önce özgüre de anlattım. Bu provokasyonlar arka arkaya geldi tabi. Polis son derece bilinçli sistematik olarak öğrencilere saldırmaya başladı. Onlar saldırdıkça biz eylem yaptık. Biz eylem yaptıkça onlar saldırdı. Bu bir kısır döngü haline geldi. Biz bir süre sonra profesyonel eylemcilere dönüştük. Sürekli eylem yapıyorduk. Baskılara karşı eylem yapıyorduk. Kendi gündemimizden kopmuştuk. Biz eylem yapıyorduk bir tarafta bağırıyorduk. Bir eylem yapıp bir tarafta bağırırken bir grup öğrenci arkadaşımız da bizi izliyordu. Biz bağırıyorduk onlar niye bağırıyoruz diye bakıyordu. Biz de onlara bakıyorduk bunlar niye yanımıza gelmiyor diye. Birbirimizi anlamaz hale gelmiştik. Ve dilimiz de değişti tabi. Şöyle konuşmaya başladık. Öğrencilerin sorunlarına duyarlı olmamız lazım. Biz kendimiz öğrenciydik zaten. Ama öğrencilerin sorunlarına duyarlı olmaktan bahseder hale gelmiştik. En önemli tartışmalardan bir tanesi antifaşist antiemperyalistler mi derneğe üye olur, yoksa her öğrenci üye olabilir mi tartışmasıydı. O günkü koşulları göz önünde bulundurursanız meleklerin cinsiyeti tartışması gibi bir şeydi bizim açımızdan. Ben kuşaklar arası deneyim aktarılabileceğine inanmıyorum değerli arkadaşlar. Bugün buradayım ama deneyimlerimizi aktarabileceğim iddiasıyla değilim burada. Eğer deneyim aktarılabilseydi Türkiye de öğrenci hareketi sürekli aynı hataları tekrar ediyor olmazdı. Daha basit söyleyeyim. İnsanlar arası deneyim aktarılabilse aşk acısı aynı şekilde yaşanmaz. Son bir şey söyleyeyim dün akşam şeytanın avukatı filmini izledim. Orda şeytan diyor ki bir insana verilebilecek en kötü hediye tavsiyedir. Ben size hiçbir tavsiyede bulunmuyorum. Hepinize saygılar sunuyorum. 98 dönemi öğrenci gençliğin mücadele süreçlerini anlatan Özgür Tüfekçi konuşmasını dönemin özgün koşullarını anlatarak sürdürdü: Özgür TÜFEKÇİ, Ben 1994 yılında Siyasal Bilgiler Fakültesine girdim. Ben çok fazla öğrencilik yapamadım, iki sene kaldım ondan sonra cezaevine girdim. Benim öğrenciliğim daha çok 2000 li yıllarda ama mücadele içerisinde aktif bir biçimde yer almaya çalıştım. Dönemden biraz bahsetmeye çalışayım. Bizim d ö n e m d e zordu. Şimdi tabi Ali a ğ a b e y l e r i n yani dernekler ü z e r i n d e n c u n t a y a karışı darbe k o ş u l l a r ı n a karşı bir ö z g ü r l e ş m e m ü c a d e l e s i verilmese idi d e r n e k l e r ü z e r i n d e n, önemli ölçüde bizim aramızda 20