Yaşadığımız yüzyıl, her milletin kültürel mirasına

Benzer belgeler
Türkçe Şair ezkirelerinin Kaynakları

ESKİ TÜRK EDEBİYATI TARİHİ- 14.YÜZYIL TEMSİLCİLERİ

PROF. DR. FİLİZ KILIÇ KİMDİR?

İÇİNDEKİLER ÖNSÖZ...7 KISALTMALAR GİRİŞ İran ve Türk Edebiyatlarında Husrev ü Şirin Hikâyesi BİRİNCİ BÖLÜM Âzerî nin Biyografisi...

İSLAM UYGARLIĞI ÇEVRESINDE GELIŞEN TÜRK EDEBIYATI. XIII - XIV yy. Olay Çevresinde Gelişen Metinler

Divan Edebiyatının Önemli Şair ve Yazarları. HOCA DEHHANİ: 13. yüzyılda yaşamıştır. Din dışı konularda şiir yazan ilk divan şairidir. Divanı vardır.

Türkçe Ulusal Derlemi Sözcük Sıklıkları (ilk 1000)

10.SINIF TÜRK EDEBİYATI DERSİ KURS KAZANIMLARI VE TESTLERİ

GADİR ESİNTİLERİ -9- Şiir: İsmail Bendiderya

Zirve 9. Sınıf Dil ve Anlatım

TANZİMAT I. DÖNEM: ŞAİR VE YAZARLAR. * Şinasi *Ziya Paşa *Namık Kemal. * Ahmet Mithat Efendi *Şemsettin Sami

Prof. Dr. Osman HORATA TDE 472 Eski Türk Edebiyatı Ders Notları

Aynı kökün "kesmek", "kısaltmak" anlamı da vardır.

Sevgili dostum, Can dostum,

Türk Dili Anabilim Dalı- Tezli Yüksek Lisans (Sak.Üni.Ort) Programı Ders İçerikleri

HAYALİ, EFSANEVÎ VARLIKLAR VE İLİMLER

OSMANLICA öğrenmek isteyenlere kaynaklar

Hacı Bayram-ı Velî nin Torunlarından Şair Ahmed Nuri Baba Divanı ndan Örnekler, Ankara Şehrengizi ve Ser-Güzeşt i

Fen - Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü

Müşterek Şiirler Divanı

EVLİYA ÇELEBİYE GÖRE YANYA CAMİLERİ

M. Sinan Adalı. Eski zamanlarda yaşamış peygamberlerin ve ümmetlerinin başlarından geçen ibretli öyküler, hikmetli meseller

İÇİNDEKİLER. ÖNSÖZ...9 GİRİŞ... Osman Horata 11

-Rubai nazım şekli denince akla gelen ilk sanatçı İranlı şair.. dır.

Âmil Çelebioğlu nun Ölümü İçin Yazılanlardan

ESKİ TÜRK EDEBİYATI- NIN KAYNAKLARIN- DAN ŞAİR TEZKİRELERİ

Kültür Nedir? Dil - Kültür İlişkisi

PROF.DR. MUSTAFA İSEN İN ÖZGEÇMİŞİ VE ESERLERİ

(d.1286/1869-ö.1319/1902) âşık

KİTAP GÜNCESİ VIII. GELENEKSEL KİTAP GÜNLERİ SAYI:3

TÜRK EDEBİYATININ DÖNEMLERİ

DERS PLANI DEĞİŞİKLİK SEBEBİNİ İLGİLİ SÜTUNDA İŞARETLEYİNİZ "X" 1.YARIYIL 1.YARIYIL 2.YARIYIL 2.YARIYIL. Kodu Adı Z/S T+U AKTS Birleşti

TANZİMAT DÖNEMİNDE ÖĞRETİCİ METİNLER. Ufuk KÜSDÜL Arhavi Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni

ABANT İZZET BAYSAL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ. Yüksek Lisans Bilimsel Hazırlık Sınıfı Dersleri. Dersin Türü. Kodu

TÜRK EDEBİYATI 10. SINIFLAR 17 Nisan 2015

EĞİTİM - ÖĞRETİM YILI... ANADOLU LİSESİ 12. SINIF TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI DERSİ DESTEKLEME VE YETİŞTİRME KURSU KAZANIMLARI VE TESTLERİ

SULTAN VELED DİVANI (ÇEV. PROF. DR. VEYİS DEĞİRMENÇAY) ŞEYDA ARISOY

Sabah akşam tevâzu içinde yalvararak, ürpererek ve sesini yükseltmeden Rabbini an. Sakın gâfillerden olma! (A râf sûresi,7/205)

Dünyayı Değiştiren İnsanlar

SELANİK ALACA İMARET CAMİSİ

ÖZGEÇMİŞ. II. (Link olarak verilecektir.)

Edirne Camileri - Eski Cami. Ahmet Usal - Edirne Vergi Dairesi Başkanlığı

Tıbb-ı Nebevi İSLAM TIBBI

OSMANLI ARAŞTIRMALARI

Uğurböceği Yayınları, Zafer Yayın Grubu nun bir kuruluşudur. Mahmutbey mh. Deve Kald r mı cd. Gelincik sk. no:6 Ba c lar / stanbul, Türkiye

Mehmet Ali Aktar. - şiirler - Yayın Tarihi: Yayınlayan: Antoloji.Com Kültür ve Sanat

BÖLÜM 1. İLETİŞİM, ANLAMA VE DEĞERLENDİRME (30 puan) Metni okuyunuz ve soruları cevaplayınız. MUTLULUK HİKAYESİ

TOKAT IN YETİŞTİRDİĞİ İLİM VE FİKİR ÖNDERLERİNDEN ŞEYHÜLİSLAM MOLLA HÜSREV. (Panel Tanıtımı)

ÖZGEÇMİŞ. Yasemin ERTEK MORKOÇ

YAHYA KEMAL BEYATLI ( )

OSMANLI YAPILARINDA. Kaynak: Sitare Turan Bakır, İznik

Söylemek istemediğimiz birçok şey, söylemek istediğimiz zaman dinleyici bulamaz.

Seyyid Abdülkadir Geylâni hazretleri küçük yaşta iken, annesinden Bağdat a giderek ilim öğrenmesi için izin ister.

MEHMET AKİF ERSOY UN EDEBÎ KİŞİLİĞİ 1

Emine Aydın. Resimleyen: Sevgi İçigen. yayın no: 104 ÇOCUKLAR için islâm TARiHi

Metin Edebi Metin nedir?

DERSLER VE AKTS KREDİLERİ

(22 Aralık 2012, Cumartesi) GRUP A Türkçe Ortak Sınavı Lise Hazırlık Sınıfı

EĞİTİM - ÖĞRETİM YILI... ANADOLU LİSESİ 10. SINIF TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI DERSİ DESTEKLEME VE YETİŞTİRME KURSU KAZANIMLARI VE TESTLERİ

ALTININ DEĞERİNİ SARRAF, KELAMIN DEĞERİNİ ERBAP ANLAR!.. - Genç Gelişim Kişisel Gelişim

Ana Stratejimiz Milletimizle Gönül Bağımızdır BÜLTEN İSTANBUL B İ L G. İ NOTU FİLİSTİN MESELESİ 12 de İÇİN 3 HEDEFİMİZ, 3 DE ÖDEVİMİZ VAR 3 te

Ebû Dâvûd un Sünen i (Kaynakları ve Tasnif Metodu) Mehmet Dinçoğlu

HALK EDEBİYTI IV AŞIK EDEBİYATINDA ÜSLUP

mer can or ma nı için de do laş mak tay dı. Ka ya la rın ara sın da ki ya rık lar da on la rın yu va la rıy dı. Ha nos de lik ler den bi ri ne bil gi

İLİ : GENEL TARİH : Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü

Necip Fazıl ın Yaşamındaki Düşünce Labirentleri - Genç Gelişim Kişisel Gelişim

II. başarıya III. çalışmıyorsanız IV. ulaşmanız

EN ESKİ İNANÇLARDAN BİRİ OLAN ZERDÜŞTLÜK VE ZERDÜŞT HAKKINDA 9 BİLGİ

3. Genelde kendimi başarısız bir kişi olarak görme eğilimindeyim. 4. Ben de diğer insanların birçoğunun yapabildiği kadar bir şeyler yapabilirim.

ÖZEL KIRAÇ ORTAOKULU EĞİTİM-ÖĞRETİM YILI DEĞERLER EĞİTİMİ RAPORU (NİSAN 2015) KARŞILIKSIZ İYİLİK YAPMAK

Anlamı. Temel Bilgiler 1

MODEL SORU - 1 DEKİ SORULARIN ÇÖZÜMLERİ

İSLÂMİYET ETKİSİNDE GELİŞEN TÜRK EDEBİYATI İSLÂMİ İLK ESERLER SORU PROĞRAMI AHMET ARSLAN

TÜRKİYE PEYZAJI (FAKÜLTE)

MÂTÜRÎDÎ KELÂMINDA TEVİL

DEDELER İLKOKULU

249- Yiğitler Unutulmuş

Proje Adı. Projenin Türü. Projenin Amacı. Projenin Mekanı. Medeniyetimizin İsimsiz Taşları. Mimari yapı- anıt

11. HAFTA 2.ARAŞTIRMA İNCELEME YAZILARI

Doç.Dr. ŞEVKİYE KAZAN NAS

BİYOGRAFİ. Biyografi Nedir?

HÜRRİYET İLKOKULU EĞİTİM-ÖĞRETİM YILI 23 NİSAN ULUSAL EGEMENLİK ve ÇOCUK BAYRAMI KUTLAMA PROGRAMI

Azrail in Bir Adama Bakması

TÜRKÇENİN BİYOGRAFİ KAYNAKLARI. Prof. Dr. Mustafa İSEN

İçindekiler. Giriş Konu ve Kaynaklar 13 I. Konu 15 II. Kaynaklar 19

Administrator tarafından yazıldı. Çarşamba, 27 Temmuz :46 - Son Güncelleme Cuma, 19 Ağustos :53

Yüksek Lisans Öğretim Programı Türk Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı

İÇİNDEKİLER SÖZ BAŞI...5 MEHMET ÂKİF ERSOY UN HAYATI VE SAFAHAT...9 ÂSIM IN NESLİ MEHMET ÂKİF TE GENÇLİK... 17

Akıl Fikir yayınlarından yeni kitaplar

DAL MEḤMED ÇELEBĪ Āṣafī (ö veya 1598)

Evren Nağmesinde Bir Gelincik Tarlası

DDD. m . HiKAYE. KiTAPLAR! . CİN. ALİ'NİN. SERiSiNDEN BAZILARI. Öğ. Rasim KAYGUSUZ

METİNLERİ SINIFLANDIRILMASI

Şef Makbul Ev Yemekleri'nin sahibi Pelin Tüzün Quality of magazine'e konuk oldu

istiklâl Aylık siyaset, ekonomi, toplum dergisi BİR GARİP HAL! Ithal Fikirlerle Milli Menfaatler Korunamaz...

EĞİTİM-ÖĞRETİM YILI 9. SINIF TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI DERSİ DESTEKLEME VE YETİŞTİRME KURSU KAZANIMLARI VE TESTLERİ PLANI

DOI: /fsmia

PROGRAM OTURUMLAR. 09:00-09:20 Hat, Tezhip, Ebru Sergisi 09:20-09:40 Açılış Konuşmaları 09:40-10:00 Müzik Dinletisi

O, hiçbir sözü kendi arzularına göre söylememektedir. Aksine onun bütün dedikleri Allah ın vahyine dayanmaktadır.

T.C. ERCİYES ÜNİVERSİTESİ REKTÖRLÜĞÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü

Transkript:

Tezkireler Arap, Fars ve Türk edebiyatında belirli meslek erbabının zaman içinde unutulup gitmelerini önlemek için kaleme alınmış biyografik eserlerdir. Tezkireci, belirli bir konu, alan veya meslekte tanınmış kişilerin, örneğin evliyaların, hattatların, mimar ve musiki ustalarının, hatta usta bir çiçek yetiştiricisinin hayat ve sanatından söz edebilir. Tezkire kelimesi en geniş manada kullanım alanını, şairlerin hayatlarıyla şiirlerinden söz eden kitaplarda bulmuştur. meslek erbabının zaman içinde unutulup gitmeleri- Tezkireler -doğrudan birer edebî eleştiri eseri ol- ni önlemek için kaleme alınmış biyografik eserlerdir. masalar bile- devrin edebî eleştirisini en çok temsil Tezkireci, belirli bir konu, alan veya meslekte tanın- eden eserlerdir. Bu eserler her ne kadar içermiş ol- mış kişilerin, örneğin evliyaların, hattatların, mimar dukları bilgi, yorum ve değerlendirmeyi bir bütün ve musiki ustalarının, hatta usta bir çiçek yetiştiri- olarak değil de tek tek şairler üzerinde yapsalar bile cisinin hayat ve sanatından söz edebilir. Tezkire ke- yine de onları sadece şairler hakkında bilgi veren limesi en geniş manada kullanım alanını, şairlerin eserler olarak görmemek gerekir. Onlar aynı zaman- hayatlarıyla şiirlerinden söz eden kitaplarda bulmuş- da bize çağının edebiyat dünyasını, edebî anlayış tur. Öyle ki, bu kitapların bazıları tezkire kelimesini ve değer sistemini aktaran, o dönemdeki edebiyat özel ad olarak taşıdıkları gibi, farklı isim taşıyanlar da araştırma ve eleştirisinin gerçek mahiyetini, işleyişini çoğu kez tezkire adıyla anılırlar. Divan edebiyatında ve nerelere kadar ulaşabileceğini çok açık bir şekilde bu tür eserler genel olarak Şairler Tezkiresi (Tezkire-i yansıtan eserlerdir (Tolasa, 1983). Şuarâ veya Tezkiretü ş- Şuarâ) adı ile kullanılmıştır. Tanzimat tan itibaren şair tezkireleri üzerinde muh- Tezkirecilik geleneği İslam kültürüne has bir olaydır. Kö- telif çalışmalar yapılmış; önceleri yazılış tarih ve sebep- ayın dosyası 20 Biyografi Ustasının Kaleminden: Meşâirü ş- Şuarâ Prof. Dr. Filiz Kılıç Yaşadığımız yüzyıl, her milletin kültürel mirasına sahip çıkarak onu kendi çağının ölçüt ve olanaklarıyla incelemesini zorunlu kılmaktadır. Bizim de tarihimizden devraldığımız kültürel mirasın önemli bir kısmını edebî eserler oluşturmaktadır. Milletlerin edebî zevklerinin, hayata bakışlarının ve dili kullanma becerilerinin aynası olan edebî eserler ile edebiyat incelemesine dair eserler üzerinde bilimsel incelemeler yapma gereği ortadır. Asıl konusu sanatçı, eser ve bunların çevreyle karşılıklı alışverişi olan edebiyat araştırma ve eleştirisi, bizzat edebî eserlerin kaleme alınması kadar eskidir. Bu anlamda, kültür mirasımız içerisinde İslami dönem Türk edebiyatının araştırma ve eleştirisini yapan çeşitli eserler de bulunmaktadır. Ancak bunların hiçbiri şair tezkireleri kadar bu faaliyeti ihtiva etmezler. Tezkireler Arap, Fars ve Türk edebiyatında belirli keni, Müslümanlığın ilk dönemlerinde başlatılan tefsir ve hadis çalışmalarına kadar gider. Türk edebiyatında XV. asırdan başlayarak yazılmış kırka yakın şair tezkiresi elimizdedir. Gerçekte şair tezkirelerimizin kaç tane ve hangi eserlerden ibaret olduğu henüz bilinmemektedir. Zira varlığından söz edilen tezkirelerin bir kısmı hâlâ ele geçmemiştir. Tezkireler devrin şairlerinin zaman içinde unutulup gitmelerini önlemek, hatırlanmalarına vesile olmak amacıyla yazılmışlardır. İşlev olarak bugünkü yazar veya şairler ansiklopedisi hükmünde olan eserlerdir. Konularını, şairlerin hayatları, kişilikleri, edebî faaliyetleri ve eserleri oluşturmaktadır. Bu yolla hem bilgi verilmekte hem yorum ve değerlendirmede bulunulmakta hem de eserlerden örnekler sunulmaktadır. Tezkireciler bunu yaparken üslubun sanatlı ve ahenkli olmasına da büyük özen gösterirler. Öyle ki, bu yönleriyle tezkireler aynı zamanda birer edebî eser niteliği taşırlar. leri, tertip ve muhteva özellikleri gibi yüzeysel bilgi derlemeleriyle ancak edebiyat tarihiyle uğraşanların malzeme ihtiyacı karşılanmıştır. Oysa tezkireler devrin şiir poetikalarını yansıtmaları, mukaddimelerinde başlangıçtan yazıldığı tarihe kadar şiir tarihini vermeleri, sanatlı bir nesirle yazılmaları gibi nedenlerle üslup çalışmalarına zemin teşkil etmeleri vb. açılardan da üzerinde ayrıntılarıyla durulması gereken eserlerdir. Birçok divan şairi için tek kaynak durumunda olan bu eserlerin son yıllarda tenkitli metinleri de hazırlanmıştır. Âşık Çelebi Asıl adı Pir Mehmed olup künyesi Es-seyyid Pir Mehmed bin Çelebi dir. Şiirlerinde Âşık mahlasını kullanmıştır. Tezkiresinin mukaddimesinde zikrettiği: Doğaldan vasf-ı ismine muvâfık Güzeller mübtelâsı ya ni Âşık (Kılıç, 2010: 240) 21

Ne gam cümle cihân bed-hâh u düşmen olsa ey Âşık Benümdür mülk-i istignâ cihânda ne gamum vardur Meşâirü ş- Şuarâ Meşâirü ş- Şuarâ adlı tezkire Türk edebiyatının Âşık Çelebi nin en önemli eseri, tezkiresidir. Bundan başka bir divanı, Ravzatü ş- Şühedâ Tercümesi, Şakayıku n- Numaniyye Tercümesi, Et-Tıbre l- Mesbûk fi Nasihati l- Müluk Tercümesi, Şerh-i Ehâdis-i Erbâin Tercümesi, Ravzu l- Ahyâr, Miracü l- Ayale vü Minhacü l- Adâle, Zeylü-ş- Şakâyık, Sigetvarnâme, Mecmua-i Sukûk ve Şehrengiz-i Bursa adlı eserleri de vardır. Konusu itibarıyla klâsik Türk edebiyatı sahasında bir başka örneği olmayan meşhur Tuna redifli kasidesinden bir bölümle yine ona ait bir gazel, Âşık Çelebi nin şairliği hakkında bize yeterli bir fikir vermektedir: dördüncüsü, Anadolu coğrafyasında yazılmış tezkirelerin de üçüncüsüdür. Çağatay sahası Türk edebiyatında Ali Şir Nevayî nin Mecâlisü n- Nefâis (1491) adlı tezkiresinden sonra, Sehî Bey bu eseri örnek alarak Anadolu sahasında Heşt Behişt i (1538) kaleme alır. Ardından Latîfî nin Tezkire-i Şuarâ sı (1546) gelir. Tezkiretü ş- Şuarâ, Meşâ irü ş- Şuarâ, Âşık Çelebi Tezkiresi hatta yazarın mukaddimede belirttiği gibi Tevârih-i Şuarâ diye adlandırılan eser, 1568 yılında tamamlanıp II. Selim e sunulmuştur. Çelebi, özellikle yakından tanıdığı şairlerin özel hayatları, karakterleri, sosyal hayatları hakkında uzun bilgiler verdiği ve bu zatların eserlerini tanıtıp örnekler naklettiği için kita- 22 beytinde neden bu mahlası aldığını ve karakter özelliğini özetler gibidir. Âşık Çelebi, 1520 yılında Prizren de dünyaya gelmiştir. Soyu aslen Bağdatlıdır. Büyük dedesi Seyyit Muhammet Natta, XIV. yüzyılın sonlarında Bursa ya gelip yerleşmiştir. Çelebi nin babası çeşitli kadılıklarda görev yapmış muammacılıkta ve tarih düşürmekte usta olan Seyyit Ali dir. Annesi meşhur âlim ve şair kazasker Müeyyedzade nin kızıdır. Küçük yaşta anne ve babasını kaybeder. Dedesinin çevresi sayesinde İstanbul da devrin ünlü âlimlerinden dersler alır, meşhur şair ve yazarlarla tanışır. Anadolu ve Balkanlar olmak üzere çeşitli yerlerde kadılık yapar. Kadılık mesleğinde çok sıkıntılar çekmiş, bundan hiç memnun olmamıştır. Kaydıhayat şartıyla kendisine verilen Üsküp kadılığında yakalandığı zatülcenp hastalığından kurtulamayarak 1572 de vefat etmiştir. Üsküp te bulunan mezarı 1963 te meydana gelen bir depremde yerle bir olmuştur. Fiziki yapısı hakkında gerek tezkiresinde gerek başka kaynaklarda fazla bilgi bulunmamaktadır. Yalnız lüknet (kekeme) olduğu bilinmektedir. Şiirlerinden ve tezkiresinde anlattıklarından gezmeyi, eğlenmeyi seven, güzellere ve şaraba düşkün, cömert bir insan olduğu anlaşılmaktadır. Şu beyti onun dünyayı boş vermişliğini gayet güzel ifade eder: Gâh gönlüm gibi cûşân u hurûşândur Tuna Gah göğsüm gibi nâlân u girivândur Tuna Kûh u hâmunlarda şeydâ deşt ü sahrâlarda mest Şöhre-i her şehr ü rüsvâ-yı beyâbândur Tuna Başı Eflâke erer gerç-i kemend-i mevc ile Yüzi yirdedür yine hâk ile yeksândur Tuna Pâk-tıynet sâf-meşreb sâde-dil sâfi-derûn Yâ ruh-ı cânân yahud âyîne-i cândur Tuna Yarlardan atılup taşlara urur başını Âşık-ı dîvâne vü Mecnûn-ı uryândur Tuna Su bulanmayınca turılmaz aceb midür eger Taş u toprak oynar ise dahi oglandur Tuna (Kılıç, 2010: 256) GAZEL Heves-i sohbet-i cânân ile öldüm gitdüm İrmedüm vuslata hicrân ile öldüm gitdüm Nâlişüm işide rahm eyleye öldüre diyü Âh kim nâle vü efgân ile öldüm gitdüm Bir yana ta ne-i agyâr ile cânum çıkdı Bir yana mihnet-i devrân ile öldüm gitdüm Ne sorar derdümi ne hâlüme rahm eyler var Dostlar hasret-i dermân ile öldüm gitdüm Segler âsûde eşigünde vü Âşık mehcûr Âh kim gayret-i akrân ile öldüm gitdüm (Kılıç, 2010: 84) bına Tevârih-i Şuara ismini vermeyi uygun görmüştür. 33 yazma nüshası bulunan tezkirenin Âşık Çelebi nin elinden çıkmış müsveddesi de bugüne kadar gelebilmiştir. Ancak, bu müsvedde şair biyografileri açısından eksik, tertip yönünden karmaşık ve yazısının okunması güçtür. Yazmaların 12 tanesi Avrupa nın çeşitli ülkelerindeki ve Mısır daki kütüphanelerde, diğerleri Ankara, İstanbul, Çorum ve Erzurum kütüphanelerinde bulunmaktadır. Eser, mukaddime, padişah ve şair biyografileri olmak üzere 3 bölümden meydana gelmekte ve 426 şair hakkında bilgi vermektedir. Ortalama 35 varaklık uzun mukaddimede, sözden hareketle şiir kavramı üzerinde durulur. Şiirin teşekkülü ve tarihçesi ayrıntılarına inilerek incelenir. Şiirin iç ve dış unsurları birbiriyle girişik bir şekilde ele alınarak tasvir edilir ve konu, şiirin kısımları sayılarak bağlanır. Özetle şu görüşler serdedilir: Önce söz vardır. İlk yaratılan levh ü kalemin özü sözden başka bir şey değildir. Peygamberlere indirilen vahiy, göğe merdiven olan dua, kulların hayat tarzını düzenleyen emir ve yasaklar, padişahların adaleti, sevgililerin işve ve nazı, âşıkların yakarışı hep sözdür. Söz ikiye ayrılır: Nesir ve nazım. Nesir, âlâ ve ednâ ; nazım Tezkireler -doğrudan birer edebî eleştiri eseri olmasalar bile- devrin edebî eleştirisini en çok temsil eden eserlerdir. Bu eserler her ne kadar içermiş oldukları bilgi, yorum ve değerlendirmeyi bir bütün olarak değil de tek tek şairler üzerinde yapsalar bile yine de onları sadece şairler hakkında bilgi veren eserler olarak görmemek gerekir. Onlar aynı zamanda bize çağının edebiyat dünyasını, edebî anlayış ve değer sistemini aktaran, o dönemdeki edebiyat araştırma ve eleştirisinin gerçek mahiyetini, işleyişini ve nerelere kadar ulaşabileceğini çok açık bir şekilde yansıtan eserlerdir. 23

ise sefil ve âlî diye ikiye ayrılır. Şiirde hedef âlî be- eylemiştir. Söz alımlı bir dilber, nazımsa ona altın iş- hakkındaki teorik ve tarihî bilgiler şiir tarihi açısın- yana ulaşmaktır. Beyanda açıklık temel şart olmakla lemeli bir elbisedir. O alımlı dilbere iki mısra iki kaş, dan son derece önemlidir. Şairlerin tarih sırasıyla ele birlikte bedii (estetik) ölçüler içinde gerçekleştirile- matla ise başında inceden inceye işlenmiş bir taçtır. alındığı bölümse öncellikle 16. yy. olmak üzere 14 ve meyen bir vuzuh da kayda değer sayılmaz. Beyan, Bu güzele redif halhal, med sürme, noktalar ise ben 15. yy. da yaşamış pek çok şair hakkında bilgi içerdiği 24 bir Allah vergisidir, kesbî olarak elde edilemez. Şiir lügatte ilm-i dakik diye anlamlandırıldığından ilimle eş değerdir. Şiir bab, mana ve istikamet açılarından bölümlenirse: Manası ilim, babı zarafet, istikameti arş ile şer den/şeriattan olduğundan yüceliği kat kat artırıcıdır. Şiir söylenmesi bir maksada matuf olan vezinli ve kafiyeli bir sözdür. Şiirde vezin ve kafiyenin gerekli olmadığı görüşü Aristo nundur. Çelebi, daha önceki toplumlarda şiirin yerini tayin etmek amacıyla şiirin tarihçesini gözden geçirir. İslamiyet te şiiri ele alır. Ardından şiirin unsurlarına dair görüşlerini 28 beyitlik bir mesnevide işler. Bu unsurlardan şiirin dış yapısına ait olanları şunlardır: Mısra, beyit, hat (nokta ve med), matla, makta, mahlas, gazel, vezin. İç yapısına ait olanlar ise: anlam, hayal ve edadır. Bu mesnevide söz konusu edilen şiir unsurlarını gözden geçirmek gerekirse: Şiir, gönül ve güzellik ilişkisinden doğar. Gönlü harekete geçiren güzelliktir. Gönül mana âlemine açılan bir pencere olmalıdır. Nasıl ki perde mumun ışığına engel olamazsa, şiir de âşıklara arkasına gizlenecekleri bir örtü imkânını bırakmaz. Onları bütün erdem ve zaaflarıyla kuşatır. Şairlerin kalpleri bir kuyu, söz ise o kuyuya atılmış Yusuf tur. O güzelliği, Yusuf gibi olanı kuyudan çıkarmak için vezin kova, hayal de ip görevini üstlenir. Söz vezinli olursa güzelliği gitgide artar. Söz akıl Zeliha sını tuzağa salıp âlem Aziz ini güzelliğine kul olmuştur. Makta beytindeki mahlas, âşığın sevgilinin ayağına yüz sürmesini sembolize eder. O güzelin iç ve dış giyimleriyse has hayal ve renkli edalardır. Bu güzelde nazar zarafet, idrak ise güzellik görür. Bu kıvamdaki bir şiire her taraftan takdir incileri saçılır. Gazelde anlam kevsere, eda da huriye benzeyince, gazelin kendisi de beyt-i mamur olur. Şiirin her beyti bir şiir halvetliği, hayal ise içindeki nazın tümüdür. Âşık Çelebi, gerek kendi gerekse başka âlimlerin şiir hakkındaki düşüncelerini özetledikten sonra, kendi zamanına kadar iş başına gelmiş olan Osmanlı padişahlarını sıraladığı yeni bir bölüme geçer. Bu bölümde önce ele aldığı padişahı süslü sözlerle över, ardından adı geçen padişah devrindeki şiir dünyasından ve şairlerden, bu şairlerin eserlerinden ana hatlarıyla bahseder. Âşık Çelebi ye göre, Anadolu da şiirin tohumları Gazi Hünkâr devrinde atılmış, Yıldırım zamanında da bu tohum yeşermeye başlamıştır. Mukaddimede verilen kaynaklardan müellifin bu görüşlerini oluştururken çok sayıda kaynak ile temasa geçtiği, bu kaynakları özümseyerek bir terkibe ulaştığı ve düşüncelerini belirli bir plan dâhilinde ortaya koyduğu anlaşılmaktadır. Meşâirü ş- Şuarâ nın Latîfî Tezkiresi yle birlikte hatta bazı yönlerden tek başına, Anadolu sahasında yazılmış tezkireler içinde en önemlisi sayılmasının haklı gerekçeleri vardır. Başta, yukarıda da bir parça değindiğimiz gibi, eserin mukaddimesinde verilen şiir Tezkirecilik geleneği İslam kültürüne has bir olaydır. Kökeni, Müslümanlığın ilk dönemlerinde başlatılan tefsir ve hadis çalışmalarına kadar gider. Türk edebiyatında XV. asırdan başlayarak yazılmış kırka yakın şair tezkiresi elimizdedir. Gerçekte şair tezkirelerimizin kaç tane ve nelerden ibaret olduğu henüz bilinmemektedir. Zira varlığından söz edilen tezkirelerin bir kısmı hâlâ ele geçmemiştir. için benzer bir öneme sahiptir. Eserdeki bazı biyografileri okumaya doyum olmaz. Ahmet Çelebi Pâre Pârezade, İshak Çelebi, Emirek, Enverî, Âhî, Caferî, Celîlî, Cevherî Derûnî, Vusûlî-i Diğer, Zârî, Hüseynî, Tulûî, Meâlî, Melihî, Mümin, Selman-ı Aydınî, Azmî, İşretî, Ata, Ulûmî, Kandî, Hayâlî, Zâtî ve Gazâlî gibi şairlerin biyografilerinde bu şairler öylesine yakından tanınır ki, okuyucu onu sever, hatta onlarla dost olur. Tasvirler, anekdotlar o kadar sıcak, samimi ve esprilidir ki, zevkle okunur; okuyucu zaman zaman kendini gülmekten alamaz. Bununla birlikte, eserde üzücü olaylar da yok değildir. Mesela Celîlî ve Âhî nin çekişmeleri şöyle anlatılır: [ ] Âhî ile mu âsır u mu âşir ve biri biriyle bezlegûylukdan hezlcûyluga mâ il ü mübâşir imişler. Şarâb üzerinde habâb gibi biri birine göz eylerler. Kebâb tograrken biri birinün cerâhatlerine nemek saçarlar surahi gibi biri birinün başın aşaga eylerler sebû gibi biri birine kulplar takarlar kadeh gibi biri birinün kulağın toldurı toldurı sögerler şem gibi biri birine çerbzebân olup dil uzadırlar imiş[ ] (Kılıç, 2010: 480). Celîlî nin tasviri ise şöyledir: [ ]Burusa da kapluca rehgüzârında evi vardur ekseriyyâ kapusı öninde dizin tayayup turur selâm virenün selâmın alup söz söyleyene yüzin burtarur. Libâsı Acemâne vü dânişmendâne vü hûşmendâne ammâ bakışı vü yüriyişi divânedür. Başın kesseler müzevvecesüz gezmez. Mısra: Kelle sag olsun cihânda bir külâh eksük degül mazmûnından gâfil olup müzevveceyi terk itmez ve müzevvecesüz başı terkiye asmaz. Ahyânen Câmi-i Kebîre ve çarsûya gelür ammâ kimesne ile söyleşmeyüp câna keffâretdür meded öldüm diyene cevâb virmez yürüdükde şöyle yiler ki gerdine sabâ irmez elinde elbette yaz u kış bir bâd-biz mukarrer ve başında müzevvece-i bâr-ı girân ve kaba sarık ber-ser her faslda üstinde bir top çiçek serberdür. Hammâma ayda bir girer ve çarsûda bir akçalık nesne alsa bir gayrı kimesneye götürdüp götürene iki akça virürdi. Kelimâtı işbâ -ı zamme ile Türkâne ve ser ü şekli Kürdânedür. Bir imâm birâderi vardur ne fâ ide ki ana dahi uymaz amma Murâdiyyede aybaşı olup ulufe zemânı oldugın andan evvel kimesne tuymaz [ ] (Kılıç, 2010: 481). Bir başka tasvir de Âşık Çelebi nin yakın arkadaşı Tulû î nin tasviridir: [ ] Her zemânda dül-bendi çirknâk ve câmesi nâpâk, dâmeni âlûde ve girîbânı çâk, çihresi nâşüste, başı nâterâşide ve rîşi jûlide idi. ( ) Farazâ çok melâ ik destâr-ı çirkînin sâbûn-ı kamer ile çeşme-i hurşîdde yusalar anda kimesne yüz agardmayup câmesinün vesâhları cirm-i mâhda olan lekeler gibi yuyulmaz idi ve meselâ kâf-tâ-kâf âlem memlû misk-i mutarrâ veyâhud sevâd şeb-i dâc ser-â-ser anbersâr olsa ve Mesîhdemler ol misk ü anberden buhûr-ı Meryem eyleyüp oldugı mekânı ta tîr itseler sûdmend olmazdı [ ] (Kılıç, 2010: 652). Celîlî den söz açmışken, müellifin ağzından Celilî ile aralarında geçen bir olayı da nakledelim: Devrindeki olayları kendine has tavrıyla ortaya koymakta usta olan Çelebi nin bu anekdotunda zamana veya yaza- 25

Bir başka hikâye de Husrev in biyografisinde zik- kadaşlarıyla bulunmuş, neşeli sohbetlere, eğlencelere berbâd idüp yile virmez ise dimişdür[ ] (Kılıç, 2010: 457). redilir: katılmıştır. Arkadaşı Celîlî yi anlatırken birlikte olduk- Devrin ilim adamlarına ve özellikle kendi hoca- [ ]Ebnâ-yı zemândan biri bir gün ba z-ı etrâki ları mekânlardan da bahseder: larına saygısı büyük olan Âşık Çelebi, zaman zaman ziyâfet eyler. İçlerinden bir kalilü l-idrâk meclisde bir [ ] Ol esnada bu fakîr ile musâhabete ve üns onların söyledikleri sözleri âdeta okuyucuya ders ver- Firengî saat görüp ne idügin bilmeyip suretine meftûn ü ülfete tenezzül iderlerdi. Seyr-i gülistânda ve deyr-i mek ister gibi zikreder. Mesela, merhametten maraz olup tama idüp çalar. Fâhir libâsla kürki var imiş kürk mugânda Eyyûb ve Kagıdhane çemenlerinde Ga- doğar sözünü devrin ünlü devlet adamı ve âlimi, içine salar. Sâhib-meclis sâ ati görmeyicek mihmânda lata ve Hâsköy encümenlerinde, Zâtî dükkânında aynı zamanda Âşık Çelebi nin dedesi Müeyyedzade olmak ihtimâlin virmeyip bir mikdâr ki cüst ü cû eyler ve At Meydânı nda bahâr sohbetlerinde ve hazân şu şekilde söylemiştir: Şefkat bir marazdır, ol bizde müyesser olmayıcak ferâgat idüp gayrı güft ü gû ey- cem iyyetlerinde gâh mahbûblar mecma ı olan yoktur. ler. Sâ atün zemânı geldükde nâgâh çalar. Yârân bilüp hammâmlar seyrinde gâh Dâvûd Paşa İskele- Bugün yerinde yeller esen çeşmelerin, köşklerin, harîf hicâbdan başın aşaga salar Husrev Beg işidüp bu sinde suya oynayan sîm-endâmlar seyrinde gâh kasırların, imarethanelerin, kahvehanelerin, hamam- vech ile nazm eyler [ ] (Kılıç, 2010: 1531). hânkâhlarda vefa semâ ında gâh hârâbatlarda deblek ların ne zaman, nerede, kimin tarafından yapıldığını Tezkirede bu tür kısalı-uzunlu tasvir ve hikâyeler semâ ında hemdem idük [ ] (Kılıç, 2010: 469). ve bunlara düşülen tarihleri de tezkirede bulmak çok fazla yer almaktadır. İnsan tasvirlerinin yanı sıra, Çok saygı duyduğu, devrin ünlü âlim, şair ve dev- mümkündür. Balî Çelebi nin evi, Hayâtî nin Sultan birçok çalışmaya malzeme olabilecek, tarihçileri, let adamı Cafer Çelebi nin nişancı olduğunu anlatır- Selim Hamamı yakınındaki evi, Seyyit Ali Çelebi nin sanat tarihçilerini hatta coğrafyacıları ilgilendiren ken saraydaki erkânın durumuna dair kıymetli bilgi- Nigarhane-i Çin i kıskandıran köşkü, İskenderoğlu tabiat ve mekân tasvirleri de mevcuttur. Özellik- ler verir. Nişancı statüsündeki görevliler Cafer Çelebi Ahmet Çelebi nin sofrası, Gazâlî nin bahçesi, turşu le İstanbul un semtlerine ve Rumeli şehirlerine dair nişancı oluncaya kadar, padişah huzurunda defter- yapımında kullanılan sebzeleri, sirkesi, Kandî nin şe- birbirinden güzel ve değerli tasvirler bulunmaktadır. darların altında oturur, hünkârı selamlamakta def- kerci dükkânı, Zâtî nin remil açtığı dükkânı ve daha Bu tasvirlerle söz konusu şehirler, bölgeler, mekânlar terdarlardan geride dururlarmış. Cafer Çelebi nişancı pek çok mekân ve nesne de tezkirede yer alanlar tanıtılır. Mesela Manastır şehri; güzelleri, ilim ve şiir olduğunda, dönemin defterdarı Pirî Paşa ile araları arasındadır. Bu mekânların şuarâ ve zurafânın top- erbabıyla âlim ve şair yatağı olarak tanıtılır. Köstendil iyi olmasa gerek, protokoldeki bu selamlama kuralı lantı yerleri, edebiyat ve sanat söyleşilerinin yapıldı- rın deyimiyle rüzgâra incinip kimseyle konuşmayan Celîlî yi konuşturmayı başardığına tanık oluruz: [ ] Bir gün Kâzî Hammâmı nda râst geldüm yanına vardum kendünün a lâ gazellerinden bülendâvâz ile bîma nâ vü nâmerbût gayr-ı mevzûn okıdum. Bin baş güzeller vasfında diyüp ve nergis-i cemmâşlar medhinde nasb-ı aynî gibi sakındugı serâmed beytlerinün başın yardum gözin çıkardum. Başın sala gördi âh ide gördi. Olmadı bîihtiyâr bu gazeller benümdür diyü tasrîh eyledi ve ben böyle didüm diyip ıslâh u tashîh eyledi. Fursat buldum neyle eğlenürsünüz didüm kitâbcıklar bulınur didi. Sizi Şehnâme terceme ider dirler vâkı mıdır didüm vâkı dur didi; yarısı oldı mı didüm kandagı yarısı, ümmîddür ki Allâh dan inâyet ve evliyâ ullâhdan himmet irişe temâm idevüz didi, Zâtî ve Hayâlî sıhhatde idiler anları sordum işte hep malûm diyüp kat-ı kelâm itdi. Siz dahı şi r dirsünüz gibi varsa okun didi bu beytleri ol zemânda didüm idi Ilıcası hakkında ise şu malumat verilir: Şehr-i mezkûr Rumili nün yüzi suyıdur dünyâda bâg-ı firdevsün bir kûyıdur. (Kılıç, 2010: 608). Prizren hakkında yazdıkları ise daha da ilgi çekicidir: [ ]Kasaba-i mezkûre Rumili nde menbit-i serv ü semen-i ma rifet olan hâkdân ve menba -ı cûy-ı nazm u nesr olan gülistan olmagla meşhûr bir şehr-i şöhretâyîndür. Rivâyet olınur ki Prezrin de oğlan togsa adından mukaddem mahlas korlar. Yenice de togan oglan etmege papa diyecek vakt Fârsî söyler. Piriştine de oglan togsa dividi bilinde togar dirler. Bina en alâ-zâlik Prezrin şâ ir menbâ ı ve Yenice Fârsî ocağı ve Piriştine kâtib yatagıdur[ ] (Kılıç, 2010: 904). Çelebi, hayatının bir bölümünü geçirdiği; hatta güzellerine dair bir şehrengiz yazdığı Bursa yı yeryüzünün cenneti, bir vücuda benzettiği Anadolu nun kalbi olarak nitelendirir. İstanbul un sayfiyeleri, eğlence ve gezme mekânları hakkında anlattıkları ise Cafer Çelebi yi rahatsız eder ve şöyle hayıflanır: [ ] Ben tarîk-i ilmde alem iken bu hakâret içün mi tahvîl-i tarîk itdürdünüz[ ] (Kılıç, 2010: 455). Bunun üzerine, kadir kıymet bilen, ilme büyük değer veren padişah, nişancıların vüzeranın sağ tarafına oturmalarını ve seferde vezirler gibi otağ kurmalarını emreder. Cafer Çelebi den söz açılmışken, trajik akıbetinden de kısaca bahsetmek gerekir: Çevresindeki kötü niyetli kişilerin sözlerine kanıp Cafer Çelebi yi öldürten padişah sonradan çok pişman olur. Bu büyük âlimin ölümünden kısa bir süre sonra İstanbul da Dikilitaş yakınlarında bir yangın çıkar. Padişah bizzat yangın mahalline gider ve Ali Paşa imaretinin çevresindeki yangının söndürülmesiyle ilgilenirken pişmanlığını Hâdim Sinan Paşa ya hitaben şu sözlerle dile getirir: Bu yanup yahılmaklar Cafer Çelebi nün şerâr-ı âteş-i âh-ı dil-i bîgünâhıdur. Acebdür ki anun kanı bizi taht u tahtgâhumuz ile mülk-i Kaydâfâ gibi seyle virmez ğı mekânlar olduğu göz önüne alındığında, buralar hakkında verilen bilgilerin önemi daha da iyi anlaşılır. Bu yerlerin tasvirleri, sohbetlerin güzelliği, şairlerin birbirini taşlamaları, kıskançlıkları tezkirede öylesine canlı anlatılır ki, âdeta okuyucu da orada, o insanların arasındaymış hissine kapılır. Âşık Çelebi şairlerin sanat güçlerini değerlendirirken tarafsız olmaya çalışır. Onun değerlendirmelerdeki eleştirel tutumunu, tarafsızlığını, ustalığını hatta nüktedanlığını ve dili kullanmadaki başarısını göstermek için Bâkî-i Diğer hakkında verdiği biyografik bilgiler iyi bir örnektir: Şöhret sırasına göre önce meşhur Bâkî yi (1526 1600) ele alır ve onun şiirdeki ustalığını över. Aynı sayfada yer alan diğer Bâkî ye sıra gelince şunları söyler: Bu dahı şâ ir geçer ve zu mınca şi r söyler amma ol şi rden bigâne ve şi r andan nâşîdür. Mâbeynlerinde nisbet ancak nisbet-i tezâd ve münâsebet ancak 26 okıdum. Pesend itdi ve kalkup gitdi [...] (Kılıç, 2010: 482). yazmakla bitmez. Çelebi buralarda bizzat yakın ar- ise yâ dûd-ı âhı kavm-i Âd gibi tâc-ı ibtihâcumuz ile mahlasda ittihâddur. Sermenzil-i şi âr-ı şâ irîden sad- 27

Latîfî, tezkiresini hazırlarken Âşık Çelebi nin dü- masının yanında son derece de velut bir şairdir. Ancak bu Farsça kelimelerin, zincirleme tamlamaların istilasına uğrar. şündüğü alfabetik sıraya göre tertip tarzını yâran karşılaştırmalarda pürmagz, latif, mucizgûy, sihrâmiz, nur-ı Ancak, kısa biyografi veya anekdotlarda sadeleşir. Her ne lokmasına tama edip çaldığı hâlde Çelebi onu sade- şems vb. sıfat ve tamlamalar kullanır ki, bunları anlamakta kadar ağır da olsa, çağının türlü bilgilerine sahip şair ve ya- ce bazı şairleri -Kastamonulu olmadığı hâlde- Kasta- zorluk çekmekteyiz. zarların kullandığı bu dil edebî ve oturmuş bir kültür dilidir. monulu gösterdiği için eleştirir. Bunun dışında nesri- Âşık Çelebi şairlerin eserlerinden örnekler vermekle ye- Kendine göre bir estetiği ve tadı vardır. nin akranı içinde tek olduğunu söyleyerek över. tinmemiş, bunları selis, âbdâr, rengîn, çâşnîdâr, küşâyende, Âşık Çelebi ne söyleyecekse lafı dolaştırmadan, yap- Ehlî için akrabadan olduğu cihetle bu makûle hoş-âyende, nâzük, vâzıh, hoş, hoşça, sihrâmiz, fesahat- macıklığa kaçmadan rahatça söylemektedir. Onun dili ile iktifa olundu diyerek kısaca tanıtır ve tarafsız- gûne, latîf, magz, puhte vb. sıfatlarla değerlendirme yoluna okuyucusuna bilgin görünmek isteyen malumatfuruş bir lığını ortaya koyar. Yine babası ve kardeşini müba- da gitmiştir. Bu sıfatların her zaman sözlük anlamıyla kulla- yazarın dili değildir. Tezkirede bugün artık ya hiç kullanıl- lağa etmeden, fazla uzatmadan anlatması da onun nılmadığı kanısındayız. Tezkirelerin de kendilerine göre bir mayan veya ağızlarda yaşayan arkaik kelimeler de vardır. mümkün oldukça tarafsız olmaya çalıştığını gösteren terminolojileri vardır. Ancak, bu terminolojiyi açıklayan bir Secilerde yabancı dilden olanlar kadar bizim olan kelimeler örneklerdir. sözlük olmadığı için söz konusu kelimelerin ne anlama gel- de aynı ölçüde yer almıştır. Hele Türkçe deyim ve atasöz- Şairlerin doğum yerlerinden emin olmadıkları diğini örneklerden çıkarmaya çalışıyoruz. Takdir edileceği leri açısından eser zengin bir hazinedir. Bunlar müstakil bir için galiba edatını kullanır. Şairlerin hayatlarına dair gibi bu da çok zordur. Mesela, selîs-küşâyende dediği şiir- dil çalışmasına malzeme teşkil edecek kadar çoktur. Şunlar mümkün olan en doğru bilgileri vermeye çalışır. Bu ler arasında gerek üslup gerekse anlam olarak bir farklılık sadece bazılarıdır: Alan bir kıldan alır, kurt boğazına ci- arada bilgi kaynağını vermeyi de ihmal etmez. Zaten gözükmemektedir. Bu durumda her iki kelimenin de aynı ğer asmak, iğne yutmuş it gibi, yüreği doğramak, yanına onun kaynakları çoğunlukla canlıdır. Yanlış kanaatle- manaya geldiği sonucu ortaya çıkmaktadır. Ancak bazen yöresine uğramamak, yüzünü burtarmak, yüreği kan dol- ri düzeltmeye gayret eder. Ahmet Paşa için kısırdır şiiri fesahatâmiz, latîf, edası hoş u puhte gibi sıfatların art mak, kurt iştahlı, el ucuyla merhaba demek, demiri çiğne- söylentilerine karşılık Amcasının oğlundan işittiğime arda sıralandığı durumlar görülmektedir ki, bunlar hakkın- yip göğe üfürmek, kanına aş yermek, söğüt deyip kavak 28 merhâle dûr ve bizâ atı ashâb-ı tab a gayr-ı mestûrdur ammâ çün kâh-ı eyvâna pâye ve şâh-ı serve sâye lâzımdur. Anun yanında mezkûr olmak aceb degüldür ve bir sâhifede mestûr olmak terk-i edeb degüldür. Li-muharririhi: Yeter ana bu rıf at-ı pâye K ola ol serv ayağına sâye Kıt a: Anun yanında yazdum çünki bunı Karardı hâme yüzin nâme dürdi Didi özr eyleyüp ilhâm-ı gaybî Mey-i sâfun olur altında dürdi [ ] (Kılıç, 2010:415-416). göre yalandır. der. Âşık Çelebi nin bazı şahsiyetleri değerlendirirken kendi düşüncesini ve yorumunu da kattığı görülür. Gerek şahsiyetleri gerekse bilgi ve görgüleri her mecliste konuşulan Nişancı Bey, Şi rî Bey, Dukakinzade Mehmet Paşa, Pirî Paşazade Mirî Bey ve Mesih Paşazade Memi Şah Bey devletten fazla yardım görmemişler ve ömürden fazla nasip almadan vefat etmişlerdir. Çelebi ye göre zamane marifet ve bilgi sahibi insana karşı kin dolu olduğu için rahat yüzü görmemişlerdir. Zaman zaman şairleri birbirleriyle kıyasladığı görülür. Mesela Necâtî, Anadolu şairlerine yol gösteren, kaynaklık edendir. Ahmet Paşa da Necâtî gibidir ama üslup açısından birbirinden ayrılırlar. Zâtî, iyi şiir yaz- Âşık Çelebi ne söyleyecekse lafı dolaştırmadan, yapmacıklığa kaçmadan rahatça söylemektedir. Onun dili okuyucusuna bilgin görünmek isteyen malumatfuruş bir yazarın dili değildir. Tezkirede bugün artık ya hiç kullanılmayan veya ağızlarda yaşayan arkaik kelimeler de vardır. Secilerde yabancı dilden olanlar kadar bizim olan kelimeler de aynı ölçüde yer almıştır. Hele Türkçe deyim ve atasözleri açısından eser zengin bir hazinedir da bir şeyler söylemek çok güç olmaktadır. Bugün olduğu gibi o devirde de şiir değerlendirmelerine dair oturmuş bir terminoloji olmadığı göz önüne alındığında, bu tarz bir değerlendirme dilinin Âşık Çelebi nin kendi şahsi tutumu olarak kabul edilmesi mümkündür. Âşık Çelebi Tezkiresi bugün artık unutulmuş bazı halk inanç ve âdetleri hakkında da önemli bilgiler içermektedir. Seyyid Gazi tespihi gibi bergüzar etmek deyimi, peygamber oyunu, yüzük oyunu, ay tutulmasında tas çalmak, birinin kapısına katran sürmek, boynuz asmak, rüya yormak, remil açmak vb. birçok deyim, âdet ve inanç tezkirede yer almaktadır. Eser müellifin hayatına dair çok önemli bilgiler de vermektedir. Âşık Çelebi, başta babasını anlattığı madde olmak üzere, diğer biyografilerde ve ön sözün son sayfalarında kendi hayatından da kesitler sunmuştur. Ayrıca kendi divanında bulunan veya bulunmayan şiirlerinden de örnekler vermiştir. Meşâirü ş- Şuarâ da Dil ve Üslup: Tezkirenin secilerle yüklü bir dili vardır. Bu dil, mukaddime bölümünde ve devrin saygı duyulan, sözü geçen, aynı zamanda âlim ve devlet adamı olan şairlerin anlatıldığı biyografilerde daha da ağırlaşır. Bu kısımlarda dil, Arapça ve dememek, diş bilemek, başında odlar yakmak, bal döküp yalamak, suyu üfürüp içmek, ipliğini pazara çıkarmak, dili çalmak, kulağına dokunmak, kulaktan âşık olmak, birine beş katmak, kıyı çizmek, yüğrük atın kendi yemini artırması, kuru avurtla dükkân kurmak, söylemekten ağzında sakızı çürümek, öykünmek, döymek, sınuk, yalmak, çalkafa Ayrıca, tezkirede o devirde yapılan yemek, tatlı isimlerini de bulmak mümkündür. Eser, ihtiva ettiği bilgi ve değerlendirmelerle edebiyat tarihi ve kültür dünyamızın birinci derecede önemli kaynakları arasındadır. Tezkire sadece edebiyat tarihiyle uğraşanların değil, dilbilimcisi, kültür tarihçisi ile sosyolog, psikolog ve etnografların da faydalanmaları ve kendi açılarından değerlendirmeleri gereken bir hazine durumundadır. Yazarın özellikle bizzat tanıdığı, meşrebi uyuştuğu, arkadaşı olduğu şairler bahsinde bir edebiyat tarihçisinden ziyade bir biyografi cambazıyla karşılaşılır. _KAYNAKLAR _ TOLASA, Harun, (1983), Sehî, Latîfî, Âşık Çelebi Tezkirelerine Göre 16. Yüzyılda Edebiyat Araştırma ve Eleştirisi, İzmir. KILIÇ, Filiz, (2010), Meşâirü ş- Şuarâ İnceleme-Metin, 3 cilt, İstanbul Enstitüsü yayınları, İstanbul. KILIÇ, Filiz, (Ty), Âşık Çelebi Divanı, Ankara: Kültür ve Turizm Bakanlığı KYGM, e-kitap. 29