Aile ve Toplum Dergisi Yayın İlkeleri



Benzer belgeler
Balkan Harbinde Kadınlarımızın Konferansları

Türkçe Ulusal Derlemi Sözcük Sıklıkları (ilk 1000)

Milli varlığa yararlı ve zararlı cemiyetler

İş ve Meslek Bakımından Ayırım Hakkında Sözleşme 44

EUROSTUDENT ULUSAL ARAŞTIRMASI: TÜRKİYE SONUÇLARI

TERCİH ETTİĞİN OKOL GELECEĞİNDİR MEVLÜT ÇELİK 8.SINIF KAVRAM HARİTASI. Mevlüt Çelik. T.C. İnkılap Tarihi ve Atatürkçülük

İnönü Üniversitesi Fırat Üniversitesi Siirt Üniversitesi Ardahan Üniversitesi - Milli Eğitim Bakanlığı ‘Değerler Eğitimi’ Milli ve Manevi Değerlerimiz by İngilizce Öğretmeni Sefa Sezer

DİN VEYA İNANCA DAYANAN HER TÜRLÜ HOŞGÖRÜSÜZLÜĞÜN VE AYRIMCILIĞIN TASFİYE EDİLMESİNE DAİR BİLDİRİ

TÜRKİYE CUMHURİYETİ ANAYASASI BAŞLANGIÇ

HALİDE EDİB ADIVAR VURUN KAHPEYE ROMAN

ELAZIĞ VALİLİĞİNE (Defterdarlık) tarihli ve /12154 sayılı yazınız

AİLE MAHKEMELERİNİN KURULUŞ, GÖREV VE YARGILAMA USULLERİNE DAİR KANUN

Türkiye Milli Eğitim Sisteminin Yasal Dayanakları. 2. Eğitim ve Öğretimi Düzenleyen Yasalar. 3. Milli Eğitim Şuraları. 4.

EVLİLİK SÖZLEŞMESİ. Toplumda yaygın kullanılan ve aslında içinde pek çok yanılsamayı barındıran kavramlardan biri de evlilik sözleşmeleri

Allah Kuran-ı Kerim'de bildirmiştir ki, O kadın ve erkeği eşit varlıklar olarak yaratmıştır.

TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu

Zürih Kantonunda İlköğretim Okulu

PROF. DR. ABDULLAH UÇMAN

KURUCULARIMIZDAN SAYIN CEMİL PARMAN ANISINA

Türkiye de Toplumsal Cinsiyet ve Kadın Algısı Araştırması

Hazırlayan: «Benim ayrı odam olduğu gibi, yazı masam, kitap dolabım bile var idi.» Fatma ALİYE. Enes PALA

ANKET SONUÇLARI. Anket -1 Lise Öğrencileri anketi.

ÖZEL ATACAN EĞİTİM KURUMLARI ANAOKULU PSİKOLOJİK DANIŞMANLIK VE REHBERLİK SERVİSİ EYLÜL 2012 VELİ BÜLTENİ ÇOCUKLARDA OKUL KORKUSU

AHMETLER İLKOKULU. Okul Binası

159 NOLU SÖZLEŞME SAKATLARIN MESLEKİ REHABİLİTASYON VE İSTİHDAMI HAKKINDA SÖZLEŞME. ILO Kabul Tarihi: 1Haziran Kanun Tarih ve Sayısı (*) :

İŞ MAHKEMELERİ KANUNU

15 YIL VE 3600 GÜNLE KIDEM TAZMİNATI ALANLAR BAŞKA YERDE ÇALIŞABİLİR Mİ?

AÇIK SİSTEM. Sistemler, çevrelerinden girdiler alarak ve çevrelerine çıktılar sunarak yaşamlarını sürdürürler. Bu durum, sisteme; özelliği kazandırır.

SİRKÜLER 2009 / 21. T.C. Merkez Bankası tarafından 1990 yılından bu güne kadar yayımlanan iskonto ve faiz oranları ise aşağıdaki gibidir.

Günümüzdeki ilke ve kuralları belirlenmiş evlilik temeline dayanan aile kurumu yaklaşık 4000 yıllık bir geçmişe sahiptir. (Özgüven, 2009, s.25).

AVRUPA BİRLİĞİ BAKANLIĞI

Çocuk Hukuku. Çocuk Hukukunun Özellikleri. Çocuk Hukukunun Özellikleri Yrd. Doç. Dr. Çetin ERDOĞAN. 16 Mayıs

SİRKÜLER NO: POZ-2009 / 52 İST, MALİYE; VADELİ ÇEKLERDE REEKONTU KABUL ETMİYOR

Fikret BABAYEV * * Azerbaycan Anayasa Mahkemesi Başkanı

ABDULLAH UÇMAN PROF. DR. İstanbul Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü nden mezun oldu.

OSMANCIK KAYMAKMLIĞI NENAHTUN ORTAOKULU MÜDÜRLÜĞÜ AİLEM OKULDA PROJESİ

Sosyal Güvenlik Hukuku 1. Ders

İŞ SAĞLIĞI VE GÜVENLİĞİ KANUNU NA GÖRE İŞVEREN VE İŞVEREN VEKİLİ KAVRAMLARININ ANALİZİ

Necip Fazıl ın Yaşamındaki Düşünce Labirentleri - Genç Gelişim Kişisel Gelişim

T.C. YARGITAY HUKUK GENEL KURULU E. 2014/3-686 K. 2016/18 T

KADINA YÖNELİK ŞİDDETLE MÜCADELEDE ULUSLARARASI BELGELER VE KORUMA MEKANİZMALARI

DERSİMİZİN TEMEL KONUSU

CİNSİYET EŞİTLİĞİ MEVZUAT ÇERÇEVESİ: AB/TÜRKİYE

İÇİNDEKİLER BİRİNCİ BÖLÜM GENEL OLARAK EVLİLİK BİRLİĞİNİN KORUNMASI VE EVLİLİK BİRLİĞİNDE EŞLERİN YÜKÜMLÜLÜKLERİ

İÇİNDEKİLER SÖZ BAŞI...5 MEHMET ÂKİF ERSOY UN HAYATI VE SAFAHAT...9 ÂSIM IN NESLİ MEHMET ÂKİF TE GENÇLİK... 17

İÇİNDEKİLER BÖLÜM I GİRİŞ


Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi

OSMANLI BELGELERİNDE MİLLÎ MÜCADELE VE MUSTAFA KEMAL ATATÜRK

Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi

Proje: COMPASS LLP-1-AT-LEONARDO-LMP. Proje hakkında açıklayıcı bilgiler

T.C. SANAYİ VE TİCARET BAKANLIĞI Tüketicinin ve Rekabetin Korunması Genel Müdürlüğü GENELGE NO: 2007/02....VALİLİĞİNE (Sanayi ve Ticaret İl Müdürlüğü)

Devleti yönetme hakkı Tanrı(gök tanrı) tarafından kağana verildiğine inanılırdı. Bu hak, kan yolu ile hükümdarların erkek çocuklarına geçerdi.

DEĞİŞEN ANNE BABA ROLLERİ

TEŞKİLATLANMA VE KOLLEKTİF MÜZAKERE HAKKI PRENSİPLERİNİN UYGULANMASINA MÜTEALLİK SÖZLEŞME

TÜRKİYEDE OTURAN YABANCILARIN NÜFUS KAYITLARININ TUTULMASI HAKKINDA YÖNETMELİK. BİRİNCİ BÖLÜM Amaç, Kapsam, Dayanak ve Tanımlar

olduğunu fark etti. Takdir ettiği öğretmenleri gibi hatta onlardan bile iyi bir öğretmen olacaktı.

BURDUR İLİNDE SPORA KATILIMIN SOSYO EKONOMİK BOYUTUNUN ARAŞTIRILMASI

ÇEKLERDE REESKONT UYGULANIP UYGULANMAYACAĞINA İLİŞKİN OLARAK VUK SİRKÜLERİ YAYIMLANDI

İLK TÜRK DEVLETLERİNDE HUKUK

TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ BAŞKANLIGI NA

SEVGİ USTA VELAYET HUKUKU

İSLAMİYETİN KABÜLÜNDEN SONRAKİ EĞİTİMİN TEMEL ÖZELLİKLERİ İNÖNÜ ÜNİVERSİTESİ / FIRAT ÜNİVERSİTESİ / ARDAHAN ÜNİVERSİTESİ SEFA SEZER / İNGİLİZCE

Sosyolinguistik Görüşme. 1) İsim:.. Cinsiyet: Meslek:.. Doğum Tarihiniz:.. Yaşınız:. Milliyetiniz:.

İnsanların birbirleriyle ve devletle olan ilişkilerini düzenleyen kurallara hukuk denir. Hukuk kurallarını koyan, uygulanıp uygulanmadığını

2 Aile yapısı ve yaşam şekli, yaşam evresi merasimleri ve dini bayramlar. 5 Çocuk hakları ve aile rolü. 8 Demokrasi ve değerler

İlgili Kanun / Madde 3201 S.YHBK./3

SOSYAL POLİTİKA II KISA ÖZET KOLAYAOF

MEŞRUTİYET DÖNEMİNDE OSMANLI DEVLET TEŞKİLATI

TEMEİ, ESER II II II

Taliban Esaretinden İslam a

OKUL MÜDÜRÜMÜZLE RÖPORTAJ

2006 Nüfus ve Konut Sayımı Kesin Sonuçları

Tabip ve Uzman Tabiplerden: Mazeret Durumu (Eş ve Sağlık) Atama Kurasına Başvuranların Gönderecekleri Belgeler:

BARTIN ÜNİVERSİTESİ OKUL ÖNCESİ EĞİTİM UYGULAMA VE ARAŞTIRMA MERKEZİ YÖNETMELİĞİ BİRİNCİ BÖLÜM. Amaç, Kapsam, Dayanak ve Tanımlar

Sultan Abdülhamid Han hakkında 7 itiraf

15 YAŞINDAN KÜÇÜK çocuklara düzenli bakıyor musunuz?

Kayıtdışı İstihdama Dair Yanıtlanmayı Bekleyen Bazı Sorular

6645 SAYILI SON TORBA KANUN İLE İŞ SAĞLIĞI VE GÜVENLİĞİ ALANINDA YAPILAN DEĞİŞİKLİKLER

2018-LGS-İnkılap Tarihi Deneme Sınavı 9

Sunum ve Sistematik 1. BÖLÜM: MUSTAFA KEMAL İN HAYATI

EĞİTİM VE KÜLTÜR ALANINDA YAPILAN İNKILAPLAR

Dünyayı Değiştiren İnsanlar

Bunu herkes yapıyor! -Gerçekten herkes mi? Nasıl korunmam gerektiğini biliyorum! -Kalbini, gönlünü nasıl koruyacaksın?

BAŞBAKAN YARDIMCISI HAKAN ÇAVUŞOĞLU, BATI TRAKYALI GENÇLERLE YTB DE BULUŞTU Cuma, 13 Nisan :47

KÖY İÇME SULARI HAKKINDA KANUN

TÜRKİYE DE MAĞDUR ÇOCUKLAR

SAVUNMANIN ÖZETİ : Tesis edilen işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı ileri sürülerek davanın reddi gerektiği savunulmuştur.

5393 Sayılı Belediye Kanunu nda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi gerekçeleri ile birlikte ekte sunulmuştur.

hamilelik ayrılma Aile arabuluculuk evlilik boşanma yasal birlikte yaşam eş çocukların karşılanması doğum

SAĞLIK KURUMLARI MEVZUATI

ELÇİN YEMİŞKEN TÜRK İŞ HUKUKUNDA KADIN İŞÇİLERİN KORUNMASI

En İyisi İçin. I. Kanun-u Esasi gerçek anlamda anayasa bir monarşi öngörmemektedir. (x)

Mustafa Kemal Atatürk ün Hayatı


8. SINIF T C İNKILAP TARİHİ VE ATATÜRKÇÜLÜK DERSİ

İSLAM KURUMLARI VE MEDENİYETİ

YERALTI MADENLERİNDE İŞE ALINMADA ASGARİ YAŞ HAKKINDA SÖZLEŞME

TÜRK EDEBİYATINDA 26 DURAK 254 ŞAİR VE YAZAR

NECİP FAZIL KISAKÜREK

Transkript:

YIL: 1 CİLT: 1 SAYI:1 MART 1991 BAŞBAKANLIK AİLE ARAŞTIRMA KURUMU BAŞKANLIĞI DERGİSİ SAHİBİ Başbakanlık Aile Araştırma Kurumu Adına Dr. Necmettin TÜRİNAY Başkan Genel Yayın Yönetmeni Arif AY Müşavir Aile ve Toplum Dergisi Yayın İlkeleri Sorumlu Yazı İşleri Müdürü İrfan ÇAYBOYLU Aile Yayınları Şb. Md. Yayın Kurulu Doç.Dr.Beşir ATALAY M.Çetin BAYDAR Doç.Dr.Beylü DİKEÇLİGİL Yrd.Doç.Dr. Abdullah TOPÇUOĞLU Doç.Dr.Ümit Meriç YAZAN ADRES: Necatibey Cad. No: 11 Sıhhiye - ANKARA Tel; 231 83 60 (10 Hat) Fax: 229 68 25 DİZGİ BELDE FOTODİZGİ Tel: 125 41 41 125 26 16 BASKİ MN OFSET Tel: 341 80 90 Bu dergi üç ayda bir yayınlanır 1. Aile ye Toplum Dergisi Başbakanlık Aile Araştırma Ku rumu Başkanlığı tarafından 3 ayda bir yayınlanır. Dergi nin muhtevasını aileyi konu alan araştırma, inceleme, der leme ve deneme türündeki yazılarla doktora ve yüksek lisans tezi özetleri oluşturur. 2. Dergiye gönderilen yazıların başka bir yerde yayınlan mış veya yayınlanmak üzere gönderilmiş olması, daha ön ce kongrede tebliğ veya özeti sunulmuş çalışmalar ise bu husus belirtilmek koşuluyla, Dergi Yayın Kurulu tarafın dan uygun görülmesi halinde yayınlanabilir. 3. Gönderilen yazılar standart daktilo kağıdının bir yüzü ne iki satır aralıklı olarak daktilo ile yazılmalı ve sayfanın 2 yanından 3'er cm. boşluk bırakılmalıdır. 4. Yazılar şu temel özellikleri taşımalıdır; Yazıların başlık ları 60 harfi geçmemeli; başlığın altına yazarların adları ve unvanları yazılmalıdır. Başlıktan sonra 100 kelimeyi geçmeyen Türkçe bir özet yapılmalıdır. Türkçe özetten sonra, yazının üç batı dilinden biriyle (İng. Fr. Alm.) yapılacak 150 kelimelik bir özetinde, incelemenin amacı, yöntemleri ve varılan sonuçları özlü bir biçimde verilmelidir. Bu bilgiler, Uluslararası Bilgi Erişim Ağına aktarılacağından gerekmektedir. Şekil, fotoğraf, grafik, çizim ve şemaların tümü numaralandırılarak yazıda yeri geldikçe belirtilmelidir. Ayrıca makale yazarının adı, şekil numarası, başlığı, varsa alt yazısı yazılarak ayrı bir zarf içinde gönderilmelidir. Grafik ve çizimler aydınger veya kuşe kağıda çini mürekkebi ile çizilmiş, fotoğraflar ise ayrıntılar görülebilecek derecede kontrast ve parlak kağıda basılmış olmalıdır. 5. Dergide yayınlanacak her makalenin yazarına telif öde necek ve ayrıca 15 adet ücretsiz dergi gönderilecektir

İÇİNDEKİLER AİLE HUKUKU AİLE/EĞİTİM KADIN/TOPLUM AİLE/TOPLUM AİLE/EVLİLİK-BOŞANMA ÇOCUK/SAĞLIK GENÇLİK/SAĞLIK ÇOCUK/EĞİTİM ANNE/BESLENME TOPLUM/ÖLÜM AİLE/KÜLTÜR KADIN/ÇALIŞMA HAYATI AİLE/AKRABA EVLİLİKLERİ AİLE/YAŞLILIK Avrupa Topluluğunda Kadın-Erkek Eşitliği ve Bunun Türk Mevzuat İle Karşılaştırılarak Değerlendirilmesi/5 Aile ve Eğitim/11 Balkan Harbinde Kadınlarımızın Konferansları/15 Aile Yapısının Durumsal Çözümlemesi/23 Evlilik ve Boşanma nedenlerine Verilen Önemi Etkileyen Faktörler Olarak Değerlendirme Yaklaşımı, Cinsiyet ve Medeni Durum/35 0-24 Aylık Çocuklarda Malnütrisyon Prevelansı ve Etkileyen Faktörler/41 Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi ve Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksekokulu Öğrencilerinin Sigara Konusundaki Bilgi Tutum ve. Davranışları/49 Gençlik Dönemine İlişkin Bio-Psikososyal Sorunlar ve Sağlık/53 Türkiye'nin 16 İlinde 4-12 Yaşlar Arasındaki 50.473 Çocuğa Fiziksel Ceza Verme Sıklığı ve Buna İlişkin Problem Durumlarının İncelenmesi/57 Anne Sütünün Enfeksiyonlardan Koruyucu Etkisi/71 Kayseri Sağlık Grup Başkanlığı Bölgesinde 1989 Yılında Gerçekleşen Ölümlerin Mediko Sosyal Yönden Değerlendirilmesi/75 Beşeri Kültürün Temel Öğesi Aile/81 --- Çalışan Kadınların Sorunları: Bir Toplumsal Değişme Aracı/85 Gemlik Yukarı Hamidiye Mahallesinde Evlilikleri/95 Yaşlılık Döneminin Ruhsal Sorunları/103

Sunuş Dergiler, yüklendikleri fonksiyonlara göre bilim, sanat ve kültür dünyamızın en dinamik, en canlı ürünleridir. Bunun için de gerek kişi, gerekse kurum ve kuruluşlarca pek çok dergi yayınlanmaktadır. Bilindiği gibi, Başbakanlık Aile Araştırma Kurumu, aileye yönelik araştırmalar yapmak ve eğitim programları geliştirmek amacıyla kurulmuş bir kurumdur. Bu yüzden kurum, bilim, kültür ve sanat çevreleriyle, kamu kurum ve kuruluşlarıyla ve özellikle de toplumla sıkı bir iletişim kurmanın bilinci ve sorumluluğu içindedir. Bunun gereği olarak Aile Araştırma Kurumu, kitap yayınlarının yanı sıra süreli yayın olarak aylık "Aile Bülteni"ninden başka, üç ayda bir yayınlanacak olan "Aile ve Toplum" dergisinin de ilk sayısını sunmanın mutluluğu içindedir. "Aile ve Toplum" dergisinin amacı, aile odaklı araştırmaları topluma sunmak, bilim ve kültür çevrelerinin bu konulardaki çalışmalarını gündemde tutmak ve ilgili çevrelerde tartışılır duruma getirerek kamuoyu oluşturmaktır. Bilindiği gibi, üniversitelerimizde aile konusunda pek çok ilmî çalışma yapılmaktadır. Ne var ki, bu araştırmaların pek azı üniversite çevrelerinin dışına çıkabilmektedir. Oysa, bu tür değerli çalışmaların toplumun istifadesine sunulabilmesi gerekir. İşte, Başbakanlık Aile Araştırma Kurumu bilimsel kitap ve periyodiklerle, bu çalışmaları kamuoyuna sunmak ve topluma kazandırmak çabası içindedir. Bu bakımdan, günümüzde çeşitli problemlerle karşı karşıya bulunan Türk ailesini, toplumun vazgeçilmez bir dinamiği olarak gündemde tutmak ve onun problemlerine çözüm getirecek sosyal projelere zemin teşkil etmek bakımından bu yoldaki araştırma çalışmalarına ağırlık vermek gerekmektedir. "Aile ve Toplum" dergisinin bu sayısında olduğu gibi, bundan sonraki sayılarında da üniversite çevrelerinden gelen çalışmalara özellikle yer verilecektir. Derginin gelecek sayılarından itibaren kurumun yaptığı ve yapacağı çalışmalara ve aile konusundaki yerli ve yabancı yayınların tanıtımına da yer ayrılacaktır. "Aile ve Toplum" dergisinin bilim, eğitim ve kültür hayatımız için yararlı olmasını diler, derginin hazırlanmasında emeği geçen arkadaşlarıma teşekkür ederim. Dr. Necmettin TURİNAY Aile Araştırma Kurumu Başkanı

Türkiye'de, oluşturulacak sosyal politikaların ve aileye ilişkin hizmet programlarının, ilmî araştırma sonuçlarına dayandırılması zarureti apaçık ortadadır. Çünkü, toplumların sağlıklı bir sosyal yapıya kavuşması, insanî değerlerin nesilden nesile aktarılması, sosyal araştırmaların bilimsel zemine oturtulmasıyla mümkündür. Bunun için de, aileden başlayarak toplumumuza kendi değerlerimizle uyumlu ve olumlu istikametler kazandırmak hususunda her kesime, özellikle bu alanda sorumluluk taşıyan kişi ve kuruluşlara, bilim ve sanat çevrelerine önemli görevler düşmektedir. Aile Araştırma Kurumu Başkanlığı, aileyi ve toplumu, temelde insanı hedef alan çalışmalarını bilimsel araştırmalarla boyutlandırarak, güzel ve zengin toplumsal geleneklere, hayat üslubuna, bu gelenek ve üsluplara hayat veren kültür dinamiklerine, manevi değerlere sahip milletimize bu anlamda hizmet vermenin çabası içindedir. Sosyal bilim dallarında yürütülen akademik çalışma ve araştırma faaliyetleri ile toplumsal gelenek ve gerçekliklerimiz arasında sağlam bir bağ kuracağına ve olumlu bir etkileşim sürecini gerçekleştireceğine inandığım "Aile ve Toplum" dergisinin, bilim, sanat ve kültür çevreleriyle toplumumuza hayırlı olmasını dilerim. Cemil ÇİÇEK Devlet Bakanı

AİLE HUKUKU Avrupa Topluluğunda Kadın-Erkek Eşitliği ve Bunun Türk Mevzuatı İle Karşılaştırılarak Değerlendirilmesi Musa SIVACIOGLU* Giriş: Son bir kaç asırdan beri dünyamızın manzarası tamamen değişmiştir. Eskiden sözkonusu edilmeyen ve zihinleri pek az meşgul eden çoğu problemler bugün dünyanın en önemli ve karmaşık konuları haline gelmiştir. Kadın ve kadın hakları konusundaki ilk önce batıda, haklı olarak bir mücadele başlatılmıştır. Uluslararası plânda, kadın sorunlarına yönelik olarak 1945 yılında, Birleşmiş Milletler tarafından kadın-erkek eşitliğinin kabulü ile ilk adım atılmıştır. Bu gelişmeden sonra 1951 yılında ILO (Uluslararası Çalışma Örgütü) aynı işte çalışan kadın ve erkek işçiler arasında ücret eşitliği prensibini öngören 100 sayılı sözleşmeyi onaylamıştır. Uluslararası alanda atılan bu önemli adımlara rağmen AT'da kadın erkek eşitliği konusunda gelişmelere paralel adımlar çok daha sonraları atılmıştır. AT'nu kuran Roma Antlaşmasında, münhasıran kadınlar yer almamaktadır. Roma Antlaşmasının 119. maddesinde açıkça çalışan kadınlar denilmektedir. Avrupa Topluluğunda kadın-erkek eşitliği bu yazımızda incelemeye çalışılacaktır. I. Tarihi Seyir İçinde Kadına Bakış Açısı Eski Hind'de Kadın Eski Hind hukukuna göre kadın evlenme, miras ve diğer muamelelerde hiçbir hakka sahip değildir. Kadın murdar temayüllere, zayıf karaktere ve fena bir ahlâka sahip olduğundan "Manu" kanunu onu, çocukluğunda babasına, gençliğinde kocasına, kocasının vefatından sonra da oğluna veya kocanın akrabasından bir erkeğe bağlı olmaya mecbur etmiştiro). Veda'larda kadın kasırgadan, ölümden, zehirden ve yılandan daha kötü bir mahlûk olarak tasvir edilir (2). Budizm'in kurucusu Buda, önceleri kadın dinine kabul etmiyordu. Çok yakın dostu olan amcazadesi Anende'nin ısrarı ile kadınları sonradan Budizme kabul etmiştir. Yine de bu kabulün Budist toplumu için çok tehlikeli olduğunu söylemiştir. Bir defasında Anenda'ya "kadını dine kabul etmeseydik Budizm saf bir şekilde uzun asırlar devam ederdi." diyerek tepkisini göstermiştir. Babilde Kadın Babil hükümdarı Hamurabi (M.Ö. 2123-2081) tarafından konulan ve kendi adıyla anılan Hamura- * Adalet Bakanlığı Avrupa Topluluğu Koordinasyon Dairesi Başkanlığı Tetkik Hâkimi

bi Kanunlarında aile hakları bakımından oldukça müsait maddeler vardır. Kanun tek kadınla evlenmeyi esas tuttuğu halde, bazı hallerde birden fazla kadınla evlenmeyi de kabul etmiştir 3. İsrail Hukukunda Kadın İsrail hukukunda ailede erkek mutlak hakimdir. Yahudi kızları babalarının evlerinde bile hizmetçi gibidirler. Baba onları satabilir. Boşama hakkı keyfi bir surette kocaya aittir. Kızlar ancak başka bir varis bulunmadığı takdirde babalarının mirasına nail olabilirleri4) Eski Yunan ve Romada Kadın Kadın Eski Yunan ve Roma'da da hiçbir hakka sahip değildi. Evlenmenin en mühim gayesi erkek çocuk elde etmek, zevk ve şehveti tatmin etmek, evde mal mülk üzerine bir bekçi ve hizmetçi getirmekti(5). Aristo, " Kadın yaratılışta yarı kalmış bir erkektir." demektedir ( 6 ). Eski Çin'de Kadın Çinlilerde kadın insan sayılmaz, ona ad bile takılmazdı. Kadın, bir, iki, üç... diye çağırılırdı. Erkek çocuklar makbul sayılırdı, fakat kız çocuklar domuz diye anılırdı(7). İngiltere'de Kadın M.S.V. asırdan XI. asra kadar kocalar karılarını satabilirdi. İlk günahın işlenmesine sebep olan ve böylece insanlığın felaketini hazırlayan bir kadın olduğuna inanan Hıristiyan milletler kadına daima bir şeytan nazarıyla bakmışlardır. İngiltere'de, kadın mundar bir mahlûk sayıldığından İncil'e el süremezdi. Bu vaziyet ancak kral VIII. Hanri'nin (1509-1547) devrinde parlamentodan çıkan bir kararla sona erebildi. Bu karara göre kadınlar İncil okuyabileceklerdi(8). Arabistan'da Kadın İslâmın doğuşu sıralarında Arabistan yarımadasında kadın, aile kurmaktan boşanmaktan, miras hakkından mahrumdu. Kadın erkekten her bakımdan aşağı kabul edilirdi. Kız çocuk aileye bir yük ve utanma vasıtası idi. Babalar kızlarını öldürebiliyorlardı(9). II. AT'da Kadın Erkek Eşitliği Konusundaki Gelişine AT. Mevzuatında genel bir tarzda kadın-erkek eşitliği konusunda Topluluğu kuran üç antlaşmada ve çıkarılan diğer türemiş mevzuatta hüküm bulunmamaktadır. 1950'li yıllarda, kadın-erkek arasında aynı iş için ücret eşitliği, cinsler arasında muamele eşitliği, bazı üye ülke anayasalarında bulunmasına rağmen uygulamadan uzaktı. Buna karşın, kurucu üye ülkelerin bazılarının yaptıkları sözleşmelerde en az ücreti öngören hükümler yer alıyordu(10). Çalışan kadın-erkek arasındaki ücret eşitliği ilkesi, somut tedbir olarak Roma Antlaşmasının 119. maddesiyle ele alınmıştır. Bu madde, aynı işi yapan kadın ve erkek işçiye eşit ücret ödenmesini hükme bağlamaktadır. Roma Antlaşmasının bu hükmüne rağmen, kadın ve erkek arasındaki ücret eşitliği uygulaması üye ülkeler arasında bir türlü istikrara kavuşturulamamıştır. Bu nedenle ileride değinilecek 10.2.1975 tarih ve 75/117 sayılı yönetmelik (directive) çıkarılmıştır. 1960'lı yıllarda Komisyon, Roma Antlaşma sının 119. maddesinin uygulanmasındaki zorlukla rı değerlendiren düzenli raporlar yayınladı. 1970 yılı başında, Topluluk üyesi ülkelerde, ka dınların problemleri üye ülkelerde istihdamları ile ücretli kadınların kendi ülkelerindeki durumları hakkında anket yapıldı. Bu çalışmalar, ekonomik gelişmeyi yükseltme de el emeğine olan ihtiyaçlar dolayısıyla kadınla rın istihdamı alanında topluluğa yeni bir faaliyete girişme lüzumunu hissettirdi. 1972 yılı Ekim ayında yapılan Paris zirvesin de Komisyon Konseye aşağıdaki amaçlar için sos yal faaliyet programı sundu. Bu amaçlar şunlardı: 1. Pedagojik ve sosyal yapı ile birlikte, psikolo jik ve ekonomik şartları iyileştirerek, Topluluğun istihdam pazarında, kadın ve erkek eşitliğinde bir tavır ortaya konuldu. 2. 21 Şubat 1974 tarihinde Konsey, kadın ve er kek arasındaki eşitliği sağlamak amacıyla bir işe gir mede, bir meslek sahibi olmada ve mesleğini geliş tirmede politik iradesini açıklayan kararı (Resolution) kabul etti. 3. Bu kararı (Resolution) yürürlüğe koymak ama cıyla Komisyon, Konseyle 23 Şubat 1975 tarihinde kadın-erkek arasında muamele eşitliği (bir işe gir me, bir meslek edinme, mesleğini geliştirme, iş şart ları) konusunda iletişim kurdu. Roma Antlaşmasının 119. maddesi, Topluluğa üye ülkelerce, maddede istenilen şekilde uygulanmıştır. Kadın ve erkek arasında ücret eşitliği prensibi somut bir şekilde, "Kadınlar Yılı" olarak ilân edilen 1975 yılının Şubat ayında çıkarılan 75/11 sayılı Yönetmelikle (directive) ifadesini bulmuştur.

III. Kadın-Erkek Eşitliği Konusunda AT Mevzuatı A- 75/117 Sayılı Yönetmelik (Directive) 10.2.1975 tarihinde çıkarılan bu direktifle, kadınerkek ücretlerinin eşitliği prensibinin uygulanması konusunda üye ülke mevzuatlarının yaklaştırılması amaçlanmaktadır. Bu yönetmelikte ücret kavramı, asıl ücret dışında ücret eklerini de kapsar şekilde ifade edilmiştir. Üye devletler ücret eşitliği ilkesine ters düşen düzenlemeleri kaldırmak, sözleşmelerde bu yoldaki hükümlerin geçersizliği için tedbirler almak dışında, işçinin eşit ücret ilkesinin uygulanması için şikayette bulunması veya dava açması hakkını tanımak ve işverene işten çıkarılması karşısında koruyucu önlemler almakla da yükümlü tutulmuşlardır. AT.'da bir dönüm noktası olarak kabul edilen bu yönetmelik, kadın işçiler için o güne kadar hiçbir ulusal mevzuatla düzenlemeye kavuşturulamayan bir yasal koruma kapsamına alınmışlardır. B- 76/207 Sayılı Yönetmelik (Directive) 9.2.1976 tarihli bu yönetmelik, (directive) işe girmede, bir meslek edinmede, girdiği meslekde yükselmedeve çalışma şartlarında kadın ve erkek arasında muamele eşitliğini öngörmektedir. Yönetmeliğin ikinci maddesinde cinsiyet dolayısıyla ve özellikle evlilik ve aile durumuna dayalı olarak doğrudan veya dolaylı olarak, bu yönetmelik ile düzenlenen konularda bir ayırım yapılamıyacağı belirtilmiştir. Keza Topluluk Adalet Divanı da verdiği kararlarda kadın ve erkekler arasında sadece doğrudan doğruya değil, dolaylı olarak yapılan ayırımların da geçersiz olacağını bildirmiştir. Adalet Divanınca alınan kararlara göre işe alınmada seçim kriterleri dahil olmak üzere, faaliyet alanı ve iş kollarında bağımsız bir şekilde ayırım yapılması, mesleki kariyerde cinsiyet yönünde bir ayrıma gidilmesi sözkonusu olamaz. C- 79/7 Sayılı Yönetmelik (Directive) 19.12.1978 tarihli bu yönetmelikle Konsey, kanunî sosyal güvenlik sisteminde kadın ve erkek eşitliğini gerçekleştirmeyi amaçlayan düzenlemeler getirmiştir. Yönetmelik, Kanunî sistem yönünden hastalık, malûllük, yaşlılık, iş kazaları, meslek hastalıkları ve işsizlik gibi risklere karşı korumayı kapsamına almıştır. Eşit muamele ilkesi, sosyal güvenlik sisteminin uygulama alanında, sisteme girişte, yükümlülüğünde primlerin ve yardımların hesabında (eşler ve bakmakla yükümlü olunanlar dahil) doğrudan doğruya veya dolaysız olarak cinsiyete da- yalı bir ayırım yapılmasını yasaklamaktadır. Yönetmeliğin 7. maddesinde üye devletler, belirli konuları düzenlemede serbest bırakılmışlardır. Bunlardan biri de, yaşlılık aylığına hak kazanmada kadın ve erkek için farklı yaşların tesbit edilmesidir. D- 86/376 Sayılı Yönetmelik (Directive) iş yerlerinde kurulu bulunan sosyal güvenlik sistemlerini de kapsamak üzere kadın ve erkek eşitliğinin uygulanmasını sağlamak amacıyla bu Yönetmelik çıkarılmıştır. Bu yönetmelikte işverenlerin işyeri için kurdukları sosyal güvenlik sisteminde de hastalık, malûllük, yaşlılık, iş kazaları ve meslek hastalıkları ile işsizlik halleri için kanunî sistemdeki esaslara uygun şekilde kadın ve erkek eşitliğinin uygulanacağı kabul edilmiştir. Yönetmeliğin 6. maddesi ile üye olacak kişilerin ve sisteme giriş yaşının farklı hükümlere göre tesbitinde, asgari çalışma ve sisteme bağlı kalma süresinin belirlenmesinde yardım ve ödemelerin şartlarında ve emekliye ayrılmada esas olacak yaş sınırında cinsiyete dayalı ayrımlar yapılması yasaklanmıştır. IV- Türk Mevzuatında Kadın-Erkek Eşitliği Mevzuatla konuya girmeden önce, teorik bilgi verilmesi yararlı olacaktır. Burada daha çok Türk kadınının sosyo-ekonomik yönü incelenecek, daha sonra da mevzuatımızda kadın-erkek eşitliği ile ilgili hükümler değerlendirilmeye çalışılacaktır. Bütün toplumlarda sosyal iş bölümü temelde tabiî iş bölümü ile uyumlu olarak belirlenmiştir. Bu farklılığın ortadan kaldırılabileceğine inanarak vakit kaybetmemek gerekir. Ancak işbölümünün hiçbir toplumda sürekli olarak tam ve kesin sınırlarla ayrılmış olarak devam edemiyeceğini de kabul etmek gerekir. Kadın-erkek işbölümünün Türk toplumunda kadının ezilmesi şeklinde tecelli ettiği, kadının sadece kendi dünyasına hapsedilmesi için sosyal ve dinî tabuların bulunduğu ve modernleşmenin de bunları inkârla mümkün olabileceği şeklindeki yorumlar "kolaycı" ve bu yaklaşım kadın sorunlarının gerçek yönleriyle ortaya çıkarılmasını güçleştirici niteliktedirdi). Geleneksel Türk toplum hayatına bakıldığında, göçebe aşiret hayatında kadının toplumun bütün faaliyetlerinin içinde bulunduğu görülür. Ata binme, savaş etme gibi özellikleri dahi olmuştur. Ancak çocuk konusunda erkeğe göre daha önde, reislik ve karar konularında ise erkeğin yanındadır. Bütün ka-

rarlarda kadınında da tasvibi olmadan karar geçmemektedir. Bu eğilimin bugünün Türkiye'sinde de geçerli olduğu köylü-kentli bütün ailelerin; özellikle aileye ilişkili bir yönü varsa, kadınların hatta çocukların görüşlerine müracaat edildiği bilinmektedir(12). İslâmiyet, o güne kadar kadının kötü muamele gördüğü bir çevrede genel kadın ideali olarak kadını değerli bir yere oturtmuştur. Kadına ana, eş, aile insanı olarak verdiği vasıflar yanında cemiyete ve ibadete katılma konusunda vazifeler, sosyal yardım görevi, geçim kaynağı yoksa geçimi için tedbir alma ve en önemlisi ilim sahibi olma haklarını vermiştir. O günün dünyasında bunun büyük bir ilerleme olduğu inkâr edilemez. Hristiyan dünya kadını ve anayı "'günahkâr" kabul ederken, İslâmiyetin "cennet anaların ayakları altındadır", demesi büyük bir sosyal değişimin sembolüdür(13). V- Yasalarımızda Kadın-Erkek Eşitliği A- Anayasa 1982 Anayasası'nın "Türk Vatandaşlığı" başlığını taşıyan 66. maddesinde; "Türk babanın veya Türk ananın çocuğu Türk- 'tür." denildikten sonra "Yabancı babadan ve Türk anadan olan çocuğun vatandaşlığı kanunla düzenlenir." denilerek kadın ile erkek arasında bir ayrıcalık kabul edilmiştir. Bu iki hüküm birbiri ile çelişmektedir. Önce Türk ananın çocuğu Türktür denildikten sonra Yabancı babadan ve Türk Anadan olma çocuğun vatandaşlığı için yeni düzenlemeler getirilmiştir. Bu madde ile hem çocuk hem anne için ayırımcılık getirilmiştir. Anayasanın getirdiği ve kabul ettiği bu ayrıcalık Türk vatandaşlığı Kanununda da yer almıştır. B- Türk Vatandaşlığı Kanunu "Bu Kanunun Evlenme ile Türk Vatandaşlığını Kaybeden Kadın" başlıklı 13. maddesinde; "19. madde uyarınca evlenme ile Türk vatandaşlığından ayrılan kadın bu evliliğin sona ermesinden başlayarak 3 yıl içinde Türk vatandaşlığına dönebilir." denilmektedir. Bu maddeyle kadın ve erkek arasında bir ayrım yapılmakta, yabancı bir erkekle evlenen kadın Türk vatandaşlığını kaybedeceği kabul edilmektedir. Oysa, yabancı bir kadınla evlenen bir erkek vatandaşlığını korumaktadır. C- Medeni Kanun Bu Kanunun "Evlenmenin Umumî Hükümleri" başlıklı 5. babında kadın-erkek eşitliği konusunda hükümler taşımaktadır. 1. Kanunun 152. maddesinde "Koca birliğin reisidir. Evin intihabı karı ve çocukların münasip veçhile iaşesi ona aittir." 2-153. maddede "Karı kocanın aile ismini taşır. Kadın müşterek saadeti temin hususunda gücü yettiği kadar kocanın muavin ve müşaviridir". 3. 154. maddede "Birliği koca temsil eder. Mal larını idare hususunda karı koca hangi usulü ka bul etmiş olursa olsun, koca tasarruflarından şah sen mes'ul olur." 4. 156. maddede "Karı, kanunen haiz olduğu temsil salahiyetini suistimal eder, yahut kullanmak tan âciz olursa koca, bu salahiyetini kendisinden ta mamen veya kısmen nezedebilir. Bu nezi, Noter ma rifetiyle ilân edilmedikçe hüsnüniyet sahibi üçün cü şahıslara karşı hüküm ifade etmez." 5. 158. maddede "Koca sarahatan veya zımmen izin vermedikçe karı, kanunen haiz olduğu temsil salahiyetini, tecavüz edemez." 6. 159. maddede "Karı koca mallarını idare için hangi usulü kabul etmiş olursa olsun karı, kocanın sarahaten veya zımmen müsadesi ile bir iş veya sa nat ile iştigal edebilir. Kocanın izinden imtinai halinde karı, kendisinin bir iş veya bir sanat ile iştigal etmesi birliğin veya bütün ailenin menfaati icabı olduğunu isbat ederse, bu izin, hâkim tarafından verilebilir. Koca, karısını bir iş veya sanat ile iştigalden menettiği takdirde, keyfiyet Noter marifetiyle ilân edilmedikçe hüsnüniyet sahibi üçüncü şahıslara karşı hüküm ifade etmez. Senelerce tartışalan bu uygulamaya, Anayasa Mahkemesi'nin MK.'nun 159. maddesini 29.11.1990 gün ve 1990/30-31 sayılı kararı ile iptal edilerek son verilmiştir. 7. 200. maddede "Kadın, bir mirası ancak ko casının rızasıyla reddedebilir. Koca, razı olmazsa ka rı sulh mahkemesine müracaat edebilir." 8. 263. maddede "Evlilik mevcut iken, ana ve ba ba, velahiyeti beraberce icra ederler. Anlaşamazlarsa babanın reyi muteberdir." Yukarıdaki maddelerde açıkça görüldüğü gibi Medenî Kanun birçok alanda kadına nazaran erkeğe üstünlük tanımıştır. Kocaya tanınan bu haklarla böylece kadın-erkek arasında ayrıcalıklar getirilmiştir. Ayrıca Medenî Kanunun, evlenmede kabul edilen rızaî ve yasal mal rejimleri ve boşanma halinde karı-koca arasındaki mal rejimlerinin tasfiyesini hükme bağlayan 145, 146 ve devam eden ilgili mad-

deleri uygulamada Türk kadınının çıkarlarına karşı işlenmektedir. Medenî Kanunun 136. maddesi hükmü de kadınerkek arasında, boşanma davasının açılmasında bir eşitsizlik yaratmaktadır. 136. maddeye göre boşanma davasında "Selahiyettar hâkim, davacının ikâmetgâh hâkimidir;' Nitekim 16.3.1932 tarih ve 18/2 sayılı içtihadı birleştirme kararına göre de "Kanun, kocanın ikâmetgâhını kendisiyle beraber yaşamaya mecbur olan karının da ikâmetgâhı addettiği ve bir kimsenin aynı zamanda birden fazla ikâmetgâhı olmıyacağı MK.'nun 19/2 cihetle kocanın ikâmetgâhı belli olduğu takdirde karının ikâme edeceği boşanma davalarında salahiyatlar hâkim kocanın ikâmetgâhı hâkimidir/' Şu durumda boşanma davasını kadın ancak kocasının ikâmetgâhı Asliye Hukuk Mahkemesinde açabilecektir. Bu da MK.'nun 152. maddesine göre evin intibahının koca tarafından yapılmasının bir sonucu olmaktadır. SONUÇ: Kadın erkek eşitliği konusu tarih boyunca hep mücadele konusu olmuş; bu mücadele değişik şekillerde hala devam etmektedir. Dünya'da ve Avrupa'da kadınlar hep haklarını uzun mücadeleler sonucu elde etmişken; Türkiye'- de bu haklar kadınlara yönetim tarafından verilmiştir. Türkiye'de cinsiyete dayalı olarak ücrette bir ayırım yapılamayacağının daha 1950 yılında 5518 sayılı Kanunla verilmesi dikkate şayan bir husustur. Avrupa Topluluğu mevzuatı incelendiğinde münhasıran kadın erkek eşitliği konusu değil, daha çok çalışan kadınlara yönelik düzenlemenin yapıldığı göze çarpmaktadır. KAYNAKLAR 1. Topaloğlu, Bekir; İslâm'da Kadın, 6. Baskı. 2. La Politique Sociale de la Communaute Europenne; Documantation Europeenne, 3. Dülger, İlhan; Türkiye'de şehirde yaşayan Kadının siyasî haklarını kullanma eğilimleri, DPT Yayını 5-7 Aralık 1984. 4. İşveren; Türkiye İşveren Sendikaları Yayını, Cilt XXVIII. sayı 7, Nisan 1990. 5. Femmes d'europe, Supplement No 15 a, Commission des communatues Europeennes. 6. İşçilerin Serbest Dolaşımı ve Sosyal Politika Alanındaki Topluluk Mevzuatı Değerlendirme Raporu, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı (Avrupa Topluluğu Koordinasyon Dairesi) Aralık, 1989.

AİLE/EĞİTİM Aile ve Eğitim Sürmeli AĞDEMİR* Bilindiği gibi aile toplumun çekirdeği ve temelidir. Her toplum kendini oluşturan ailelere dayanır. Sağlam ve güçlü bir toplum ancak güçlü ve düzenli ailelerden oluşur. Aileye sağlam bir düzen vermek aynı zamanda toplumu düzenlemek demektir. Bu yüzdendir ki Anayasamızın, Ailenin Korunması başlığını taşıyan 41. maddesinde "Aile Türk toplumunun temelidir. Devlet ailenin huzur ve refahı ile özellikle ananın ve çocukların korunması ve aile planlanmasının öğretimiyle uygulamasını sağlamak için gerekli tedbirleri alır ve teşkilâtı kurar" hükmü yer almıştır. Geniş anlamda aile; evlenme, kan ya da evlât edinme bağlarıyla birbirine bağlanmış, aynı evde yaşayan, aynı geliri paylaşan, birbirleri ile devamlı ilişki ve etkileşim altında olan, karı-koca, ana-baba, kız-oğul, kız kardeş-erkek kardeş gibi sosyal ilişkileri olan insanların oluşturduğu bir birliktir. Bir başka tanıma göre aile; evlilik ve kan bağına dayanan, karı, koca, çocuklar, kardeşler vb.'lerinin arasındaki ilişkilerin oluşturduğu toplum içindeki en küçük bütündür. Bir ailenin bireyleri aynı evde ve aynı çatı altında yaşarlar ki bunlara ev halkı denir. Bazı nedenlerle kısa süreli ve geçici olarak ayrı yaşasalar da aynı ailenin bireyleri kendilerini ev halkından sayarlar. Her aile genel olarak o ülkenin kültürünü taşırsa da görgü yönünden aileler birbirlerinden belirli ayrılıklar gösterirler. Aile görgüsü denilen şey, devamlı ilişki sonucu aile bireylerinin kendi kişisel davranışlarını ailede diğer kişilerin davranışları ile birleştirmelerinden ileri gelir. Evlenen erkek ve kızın kendi evlerinden getirdikleri görgüleri ya da evlendikten sonra eş ve çocukların aileye getirdikleri bazı davranış özellikleri bir araya gelerek o ailenin görgüsünü oluşturur. Aileler genel olarak tarihsel gelişim geçirmişlerdir. Eski devirlerde geniş ataerkil aile, Ortaçağ'da küçük ataerkil aile çoğunlukta iken, yerlerini günümüzde modern demokratik aile almıştır. Geniş ataerkil ailede ana-baba, evlenmemiş kız çocuklar ve oğullar, oğulların hanımları, yani eltiler ve onların çocukları aynı evde otururlar. Bu ailede baba ya da en büyük evli oğul üstündün Küçük ataerkil ailede ana-baba, evlenmemiş kız çocuklar ile erkek çocuklar, erkeğin annesi, babası, gelinin kayınbiraderi, görümcesi ya da akrabalarından bir ikisi aynı evde otururlar. Bu ailede de erkek üstündür. Ekonomik koşulların zamanla değişmesi ve endüstrinin gelişmesi sonucu olarak bu ailelerin yerlerini günümüzde modern demokratik aileler almıştır. Büyük şehirlerdeki fabrika veya diğer işyerlerinde çalışan gençler ekonomik bağımsızlığa kavuşunca anababanın çocuklar üzerindeki otoritesi gittikçe zayıflamıştır. Bunun sonucu olarak gençler eşlerini kendileri seçmeye ve evlenir evlenmez ayrı evler kurmaya başlamışlardır. Modern, demokratik ailede bireyler; Sevgi, arkadaşlık kurallarına uyarak eşlerini serbestçe seçebilmekte, Evlendikten sonra ayrı eve çıkarak anababalarına bağlı olmadan hayatlarını düzenleyebilmekte, Aile sorunlarının çözümünde karı-koca ve be lirli yaşa gelmiş çocuklar toplanıp görüşürek bir ka rara varabilmekte, Eşler, aile sorunlarını eşit olarak yüklenebil- * MEB Talim ve Terbiye Kurulu ve A.A.K Araştırma Kurulu Üyesi

mekte ve eşitliği kabullenmektedirler. Evlenme, insan topluluklarında her zaman ve her yerde yaygın, sosyal ve kişisel davranış modeli olmuştur. Evlenen gençler, baba ocağının yanında yeni evler kurmuşlardır ki buna aile ocağı denilmektedir. Bütün güçlükler, yoksulluklar ve hastalıklar, aile fertlerinin ortaklaşa emekleri ile burada çözümlenir. İlk eğitim bu çevrede kazanılır. Toplumsal gelişimin temeli buradadır. Mutlu aile ocağında büyüyen kişi anababasına benzemek ister. Onları her konuda örnek alır, taklit eder. Ergenlik çağına ulaşınca bir toplumsal kurum olan aileyi kurmaya hazırlanır. Kadın ve erkeği evliliğe götüren ana dürtüler arasında sevgi bağını ön plâna koyanlar çoğunluktadır. Sevgi, hem erkek hem de kadım karşı cinse bağlayan bir kuvvettir. Cinsel yanı olması nedeniyle diğer yakınlar arasındaki sevgiden ayrılır. Aslında kız olsun, erkek olsun her genç güveneceği bir hayat arkadaşına sahip olmak ister. Ekonomik yönden rahat ve sıkıntısız bir hayat yaşamak için evlenir. Birçok kimseler de, geleneksel olduğu ve toplum bu davranışı doğru bulduğu için evlenirler, İnsan toplumlarında evlenip aile yuvası kurma, çoğunluğun yaptığı bir davranıştır. Tersine belirli yaşa geldikleri halde bekâr kalanları, çevresindekiler evlenmeye zorlarlar. Hatta bekâr olup ta devlet dairelerinde çalışanlardan fazla vergi kesildiği de bilinmektedir. Bu da bekâr gençleri evlenmeye yöneltmektedir. Ergenlik çağına erişen bir kimsenin karşı cinsten birine ilgi duyması normal bir gelişim basamağıdır. Ancak çoğu kez rüyalara giren ideal insan ile bütün hayatın yanında geçirileceği insan aynı olmayabilir. Bir başka deyişle herkes karşı cinsin varlığına kendini duyar kılmış kimseyle evlenmeyebilir. Önemli olan belirli yaşa gelmiş çocukların cinsel konularda da bazı şeyler öğrenmeleridir. Anne-baba ve öğretmenlere düşen görev, cinsel eğitim konusunda gençlerin gerçekçi bilgi edinmelerini sağlamak olmalıdır. Çünkü gençliğin kız-erkek ilişkileri konusunda benimseyeceği kesin, belirli kurallar yoktur. Çoğu kez, içinde bulundukları öğretim kurumu ile, bağlı oldukları sosyal çevrenin çelişkilere düşen kuralları genci etkisi altına almaktadır. Bazan da aile eğitimi ile toplumda geçerli olan davranışlar birbirlerine uymamaktadır. Son dünya savaşlarına kadar yaşam koşulları, daha az sarsıcı olduğundan anne-babalar kendilerine benzer çocuklar yetiştirmekte zorluk çekmezlerdi. Oysa dünya savaşlarından sonra dünyamız daha değişmiş, yeni buluşlar ve teknik ilerlemeler her ülke gibi ülkemizde de yaşam biçiminin tamamım değiştirmiştir. Böylece toplum içindeki bireylerin sosyal yaşantı ve davranışları da başkalaşmıştır. Aynı sosyal çevredeki ana-baba ile çocuklararasındaki görüş ayrılıkları artmıştır. Gençlik eski ile yeni düşünce arasında bocalama devresine girmiştir. Bu durumda ailelere ve eğitim kurumlarına önemli görevler düşmektedir. Kız olsun erkek olsun gençlere, kendini tanıma yeteneğini kazandıracak bir eğitim verilmesi gerekmektedir. Yapılan bir araştırmada, gençlerin normal ve sınırlı ölçülerde kız-erkek ilişkilerine ne çok başladığı yılların yüksek öğretim yıllarına rastladığı görülmüştür. Orta öğretimin ikinci devresi için de durum aynıdır. Yapılan değerlendirmelerde bu gruptaki gençlerin % 91'inin, bu dönümde gerçek anlamda kız-erkek arkadaşlığının kurulabileceğini savundukları gözlenmiştir. Ancak bu gençlerin % 53'ü karşı cinsten arkadaş edinemediklerini kabul etmişlerdir. Neden olarak da bir kısmı karşı cinsten birisiyle nasıl arkadaşlık edileceğini bilmediklerini ileri sürmüş, bir kısmı da karşı cinsle tanışma olanağı bulamadıklarını söylemişlerdir. Sonuç her ne kadar böyle görünürse de, gençlerin büyük grubunun dolanbaçlı yollarla da olsa arkadaşlık yapacak fırsatı buldukları ya da bulabilecekleri söylenebilir. Kız-erkek arkadaşlığını normal saymayan çevrelerde bile gençlerin kaçamak yollarla arkadaşlık yaptıkları da gözden kaçmamaktadır. Ankara kız öğrenci yurtlarında yapılan bir başka araştırma sonucunda çok ilginç bulgular elde edilmiştir, örneğin: Kız öğrencilerin % 70'inin evlenmek amacıyla arkadaşlık ettikleri görülmüştür. Kız öğrenciler arkadaşlığa, kendi ailelerinin fikirlerini almadan başlamışlardır. Fakat büyük çoğunluğu arkadaşlarını aileleriyle tanışmamış ya da tanıştırılmamışlardır. Arkadaş çiftler, ilişkilerini çoğunlukla normal sınırlar içerisinde sürdürmüşlerdir. Bu arada flört sınırını aşanlara da rastlanmıştır. Erkek öğrenciler üzerinde yapılan başka bir araştırmada gençlerin % 53'ünün; "Evleneceğiniz arkadaşınızın, sizden önce başka arkadaşlarının oluşu evlenme kararınıza etki yapar mı?" sorusuna: "Evet, hem de olumsuz etki yapar" cevabını verdikleri görülmüştür. Bu konuda kırsal kesimden gelen öğrencilerin daha hassas oldukları anlaşılmıştır. Aslında kız-erkek arasında, özellikle üniversite çağında, moral kurallara uygun bir arkadaşlık kurulması normaldir. Böylece gençler karşı cinsin mizaç ve davranış özelliklerini, düşüncelerini daha iyi

tanıma fırsatına kavuşurlar. Ayrıca, eş seçiminde de güçlük çekmezler. Birbirlerine daha normal koşullar içinde yönelebilirler. Eğer değişik nedenlerden ötürü gençler bütün isteklerine rağmen arkadaş edinemiyor ya da arkadaşı ile geçinemiyorlarsa korkmaya başlarlar, derin bir üzüntüye kapılırlar. Bu durumda gençlerin çevre ile olan ilişkilerinde davranış bozukluğu belirtileri görülür. Özellikle karşı cinsten nefret etme hissi kuvvetlenir. Bunlar yersiz korkulardır. Çünkü gençler isterlerse bir süre sonra da olsa durumlarını düzeltebilir. Aslında evlenememiş olmanın nedenlerini sosyal ve kişisel olmak üzere iki gruba ayırarak incelemek gerekir. Günümüzde birçok erkekler ekonomik güçlükler yüzünden evlenmek istemez ya da evlenmeyi geciktirebilirler. Bu gibiler evliliğin ekonomik yönden sorumluluğunu dar gelirleri ile karşılayamayacaklarından endişe ederler. Bazı erkeklerin geç evlenmelerini gerektiren sosyal nedenlerden biri de iş gereği sık sık yer değiştirmeleridir. Geç evlenip eşini ve çocuklarını bu sıkıntıya sokmak istemeyebilir. Evlenmeyi etkileyen sosyal nedenler arasında köylerden kentlere akını da sayabiliriz. Genellikle köyden kente akın eden nüfus genç erkek nüfusudur. Şehire çalışmak için gelen bu gençler bazan ne şehirden evlenebilmekte ne de köyden. Ülkemizde, köylerdeki gençler askere gitmeden evlendirildikleri için, köyden kente akının evlenme üzerinde etkisi pek görülmemektedir. Evlenmeyi geciktiren sosyal nedenler arasında bakıma muhtaç ya da hasta ana-baba ile öğrenim çağında bulunan öksüz kalmış kardeşlere bakmak zorunluluğunu da sayabiliriz. Bizde ve diğer birçok ülkelerde evlilikte alışılan şekil, erkeğin öğreniminin kadından üstün olmasıdır. Yüzyıllar boyunca bizim kültürümüzde de erkekler bu şekilde eğitilmişlerdir. Evlilikte kadın-erkek eşitliğine doğru bir gidiş olmasına rağmen erkekler kendilerinden öğrenimce çok üstün olanlarla evlenmek istememektedirler. Evlenmeyi geciktiren kişisel nedenler arasında bazı kimselerin sağlık yönünden kusurlu oluşları da sayılabilir. Bazı kimseler de birçok durumlarda bir meslek sahibi olmak ve mesleğinde başarıya ulaşmak istediklerinden evliliği geciktirebilirler. Bunlardan başka evlilik ölçülerini çok yüksek tutmuş olanlar, evlenince her yönden rahat ve bolluk içinde yaşamayı şart koştuklarından evlenmeyi geciktirebilirler. Toplumumuzda bu durumlara az rastlanmaktadır. Bununla beraber evliliğin çok geciktirilmesi doğru bir davranış değildir. Bu geciktirmeyi savunanlar kadının döl verme devresinin erkeğe oranla daha kısa olduğunu bilmelidirler. Zihinlerde çok büyütülen meslek ve meslekte yükselme isteği tek başına mutluluk getirmemektedir. Sıcak bir aile ortamının kurulmasına da gerek vardır. Evlilikte mutlu olmanın ilk şartı, durumundan hoşnut olmaktır. Bu da karşılıklı anlayış ve fedakârlığı gerektirir. Evliliğin ilk yıllarında bazı güçlükler doğarsa da bunlar eşlerin ortaklaşa emek ve çabalarıyla çözümlenebilecek sorunlardır. Mutlu ailelerde yetişen çocuklar, gelecekte dengeli aileler kurmakta güçlük çekmezler. Bu nedenle tüm aile içi ve dışı etkileşimlerinde başarılı ilişkiler kurabilirler. Mutlu ailelerin, geleceğin sağlıklı ve güçlü toplumlarını oluşturacağını asla unutulmamalıdır. KAYNAKLAR DİE. Türkiye İstatistik Yıllığı. Başbakanlık Istatistik Enstitüsü. Ankara, 1990. Geçtan Engin. Çağdaş Yaşam ve Normaldışı Davranışlar. Ankara, 1911. Kağıtçıbaşı, Çiğdem. İnsan ve İnsanlar-Sosyal Psikolojiye Giriş. Sosyal Bilimler Yayınları. Ankara, 1976. Köknel, Özcan. Ailede ve Toplumda Ruh Sağlığı. Hür Yayıncılık Ltd. Şti. İstanbul 1911. MEB. İlkokullar İçin Sosyal Bilgiler 4. Millî Eğitim Bakanlığı Yayınları Ankara, 1990. Şahinkaya, Rezan. Psiko-Sosyal Yönleriyle Aile. AÜ. Ziraat Fa- kültesi Yayınları. Ankara, 1967. TDK. Türkçe-Sözlük. Türk Dil Kurumu Yayınları. Ankara 1913. Tezcan, Mahmut. Eğitim Sosyolojisine Giriş. AÜ. Eğitim Fakültesi Yayınları. Ankara, 1911. Timur, S. Türkiye'de Aile Yapısı. Hacettepe Üniversitesi Yayınları. Ankara, 1972. Turhan, Mümtaz. Kültür Değişimleri-Sosyal Psikolojik Bakımdan Bir Tetkik. Millî Eğitim Basımevi. İstanbul, 1969. Türkiye Cumhuriyeti Anayasası 1982. Yörükoğlu, Atalay. Çocukta Ruh Sağlığı. Türkiye İş Bankası Yayınları. Ankara, 1978.

KADIN/TOPLUM Balkan Harbinde Kadınlarımızın Konferansları Şefika KURNAZ* O smanlılar zamanındaki batılılaşma hareketleri sonucunda, Türk kadınının sosyal hayattaki yeri değişmeye başlar. Tanzimat öncesinde - özellikle şehirlerde- aile içi faaliyetlerle sınırlı kalan kadın, sonraki yıllarda ev dışında da çeşitli roller üstlenir. Eğitim alanında başlayan bu hareket, zamanla diğer alanlara da yansır. Tanzimat döneminde ortaokula (1859) ve öğretmen okuluna (1871) gitme hakkı elde eden kadınlarımız, ebe (1845) ve öğretmen (1873) olarak ilk defa çalışma hayatına girmeyi de başarır. Aynı dönemde, kadını toplumda bir yere oturtmaya yönelik bazı hukukî düzenlemelerin yapıldığı görülür. Kadınların eğitim imkânına kavuşması, onların zamanla yayın faaliyetlerini yönelmesine yol açar. Bunun sonucunda, kadınların yaygın eğitimini sağlamak amacıyla 3 gazete yayın hayatına girer. II. Abdulhamid döneminde bu gazete ve dergi sayısı 10'a yükselir. II. Meşrutiyet'in ilânı ile ülke çapında esen hürriyet rüzgârı kadınlarımızı da olumlu yönde etkiler. Dernek ve yayın faaliyetleri artar, eğitim alanında üniversite düzeyine ulaşılır (1914). Balkan Harbi'ne kadar 8 olan dernek sayısı, daha sonra 32'ye kadar yükselir. Kadınlar için çıkarılan gazete ve dergi sayısı ise 6'dan 16'ya ulaşır(1). Bu gelişmeler, büyük şehirlerle sınırlı kalsa bile, Türk kadınlarının kültür seviyesini yükseltmiş, memleket meseleleriyle yakından ilgilenmelerini sağlamıştır. Bunun en önemli uygulamalarından birisi Balkan Harbi sırasında ortaya çıkmıştır. Harp süresince yayın faaliyetlerini artıran, yardım topla- yan, hatta bizzat cepheye gidip geri hizmetlerde çalışan kadınlarımız, konferanslar da düzenleyerek kadınların katkılarını artırmaya çalışmışlardır. Bizim bu incelememiz de, bu amaçla düzenlenmiş iki toplantıdaki konuşmaları konu almaktadır. Kadınlarımızın İçtimâları (Tanin Matbaası, İstanbul 1329) adıyla basılan bu konuşmalar, içinde Halide Edip, Fatma Âliye, Nigâr binti Osman, İhsan Raif gibi meşhur simaların da bulunduğu 14 hanımın konuşmasını ihtiva etmektedir. Dinleyicileri etkileyici ve muhtevalı konuşmalar arasında heyecanlı şiirlere de yer verilmiştir. Bunlar Halide Edib'in "Koşalım Tehlikede çünkü Vatan" (2), Nigâr binti Osman'ın " Vatan "(3), İhsan Raif in "Feryâd-ı Vicdan"(4), Aka Gündüz'ün "Bozgun" (5) ve "Mahkeme-i Kübrâ"( 6 ) isimli şiirleridir. Aka Gündüz'ün şiirleri Kız İdadisi öğrencilerinden Mebrûke Hanım tarafından, diğerleri bizzat şairlerince okunmuştur. Konferanstaki konuşmaların değerlendirilmesine geçmeden önce, konuşmacılar hakkında bilgi vermenin faydalı olacağı inancını taşıyoruz. Ancak, konuşmacılardan, Kız İdadisi öğrencilerinden Mebrûke, Zehra, Firdevs Hanımlar, Anadolu Hisarı İttihat ve Terakki Kız Mektebi öğrencisi Muzaffer, Fehime Nüzhet, Huriye Bahâ ve Nezihe Muhlis Hanımlar hakkında bilgi edinemedik. Diğerlerinden kısaca bahsedeceğiz. Fatma Âliye (1862-1936)(7): Tarihçi Cevdet Paşa'- mn kızıdır. Özel öğrenim görmüştür. Fransızca çevirileri, makaleleri ve tarihî eserleri ile tanınmıştır. İlk kadın romancımızdır. Refet (1898), Udî (1899), Hacettepe Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü Öğretim Üyesi

Enîn (1910), Muhâdarât (1892) gibi romanları vardır. Nisvân-ı İslâm, İstilâyı İslâm, Mahmut Esat Efendi'nin Teaddüd-i Zevcâtına Zeyl gibi eserleri ile genç kızlarımıza örnek olmuştur. Eserlerinden bazıları Fransızca, İngilizce ve Arapça'ya tercüme edilmiştir(8). Meşrutiyetin ilânından sonra edebî kişiliği Halide Edip'in gölgesinde kalmaya başlamıştır( 9 ). Kadın haklarını İslâmî ölçüler içinde savunmuştur (10). Bilhassa, çok evliliği savunan Mahmut Esat Efendi'ye karşı savaş açmış,tartışmasını basın yoluyla da sürdürmüştür(11). Fatma Âliye sosyal yardım faaliyetlerinde de bulunmuştur. 1896 yılında Yunan Harbi sırasında yaralılara yardım için ailelerden yardım toplamıştır. Ayrıca Tercümân-ı Hakikat vasıtasıyla Türk kadınlarını çarpışan askerlere yardıma çağırmıştır. Yardımlar öylesine çok oldu ki, gazete binası bunları almaya yetmedi. O, böylece, daha sonra yürütülecek olan bu tür kampanyaların öncülüğünü yapmış oldu. Yine Balkan Harbi'nde yardım amacıyla kurulan Cemiyet-i İmdadiye'nin başkanlığını yürüttü* 12 ). Halide Edip Adıvar (1884-1964): Amerikan Kız Koleji'ni bitirmiş İstanbul Kız Öğretmen Okulu ve Kız Lisesi'nde öğretmenlik ve müfettişlik yapmıştır. Dârülfünûn'da Garp Edebiyatı dersleri okutmuştur* 13 ). 1909'da Teâli-i Nisvân Cemiyeti'ni kuran Halide Edip, Balkan Harbi'nden sonra gelişen Türk Milliyetçiliği fikrinden etkilenmiş ve bu yıllarda Türk Ocağı ile tanışmıştır* 14 ). Arap vilayetlerinde Fransız ve Arapların zararlı propagandalarını önlemek amacıyla Beyrut Koleji'ne müdire olarak atanmıştır (1917)(15). Balkan ve Sakarya savaşlarında yaralılara hastabakıcılık da yapan Halide Edip, Millî Mücadele'- deki önemli görevlerinden dolayı Atatürk'ün takdirini kazanmış ve onbaşı rütbesini alan ilk kadın olmuştur. 1926'da Türkiye'den ayrılmak zorunda kalan Halide Edip, İngiltere ve Fransa'da bulundu. Yakın Doğu ile ilgili konferanslar vererek Amerika'yı dolaştı (1928-29). Columbia Üniversitesi Bernard College'de Türk Tarihi dersleri okuttu. 1939'da Türkiye'ye döndükten sonra, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi İngiliz Edebiyatı profesörlüğüne getirildi (1940). Halide Edip'in yazı hayatı Tanin gazetesindeki yazıları ile başlamış, Şehbâl, Mehâsin, Resimli Kitap, Büyük Mecmua, Vakit, Akşam, Türk Yurdu, Hâkimiyet-i Milliye gibi gazete ve dergilerde devam etmiştir. Başlıca Eserleri, Handan, Yeni Turan, Ateşten Gömlek, Vurun Kahbeye, Sinekli Bakkal, Dağa Çıkan Kurt, İzmir'den Bursa'ya (Yakup Kadri, Fatih Rıfkı ve Mehmet Âsım'la birlikte), Mor Salkımh Ev, Türkün Ateşle İmtihanı, Kenan Çobanları, İngiliz Edebiyatı Tarihi, Türkiye'de Şark-Garp- Amerikan Tesirleri, lurkey Faces West(16). Nakiye (Elgün) Hanım: 1882'de İstanbul'da doğdu. İstanbul Kız Öğretmen Okulu mezunudur (1901). Aynı okulda Edebiyat öğretmenliği yaptı. Meşrutiyet'ten sonra Fevziye Lisesi Müdiresi olarak Cumhuriyet'e kadar görev yaptı. Bundan sonra İstanbul Kız Lisesi Müdürü oldu. Türk Ocağı, Halkevi, Kızılay ve Hava Kurumu'nda üye olarak çalıştı. 1930'dan itibaren İstanbul Belediyesi Umumi Meclisi'nde 5 yıl süreyle encümen üyesi olarak görev yaptı. 1935'de Erzurum milletvekili seçildi (17). Nigâr Bint-i Osman (1856-1918): Macar Osman Paşa'nın kızıdır. Türkçe, Arapça, Farsça okumuş, Fransız Kız Mektebi'nde Fransızca tahsil etmiştir. Almanca ve Rumca da bilir, Doğu ve Batı müziği ile de ilgilenirdi. Başlıca eserleri, Efsûs, Nîrân, Aks-i Sadâ, Elhân-ı Vatan'dır. Birçok şiiri bestelenmiştir. Hatıraları Hayatımın Hikâyesi adı ile yayınlanmıştır. Servet-i Fünûn ve Hanımlara Mahsus Gazete'- de yazıları çıkmıştır(18). İhsan Raif (1877-1926): Köse Raif Paşa'nın kızıdır. Özel öğrenim gördü. Fransızca öğrendi. Şarkılar yazıp, besteledi. Kadın şairler içinde hece veznini ilk kullanan odur. Şiir kitabı Gözyaşları (1914)'dır(19). Naciye Hanım: Hayatı hakkında yeterli bilgiye sahip değiliz. 1919 yılında Asrî Kadınlar Cemiyeti üyeleri arasındadır. 20 Mayıs 1919'daki Üsküdar Mitingi'nde cemiyet adına konuştuğunu biliyoruz(20). Gülsüm Kemâlova: Konferansın düzenlendiği sırada, Rusya Darülfünunu Riyaziye şubesi öğrencisidir(21). Üç kız arkadaşı ile birlikte, Rusya'dan Hilâl-i Ahmer'e yardım etmek ve Türkiye'deki hanım kardeşlerini uyanışa davet etmek amacıyla gelmiştih 22 ). Bu toplantıya katılmadan önce 2 kanunisani 1913 tarihinde "Şimal Türklerinden Petersburg Darülfünunu talebâtından Ümmügülsüm Kemâlova, Meryem Pataşova, Rukiye Yunusova, Meryem Yakubova" imzasıyla, "Müdafaayı Milliye Cemiyeti'nin Heyeti Faalesine teklifimiz" başlıklı bir mektup göndermişlerdir(23). Darülfünun Konferans salonundaki ilk toplantı 26 Kanunisani 1328 (8 Ocak 1913), ikinci toplantı

ise, 2 Şubat 1328 (15 Şubat 1913) tarihinde yapılmıştır. Böyle bir organizasyona girilmesi için ilk teşebbüs yukarıda belirttiğimiz gibi, Rusya'dan gelen bir mektupla olmuştur. Ümmügülsüm Kemâlova, Meryem Pataşova, Rukiye Yunusova, Meryem Yakubova isimli hanımlar, Müdafaa-yı Milliye Cemiyeti'ne yazdıkları bu mektupta bazı tekliflerde bulunuyorlardı (2 Kanunisani 1913). Bu teklifler şöyle sıralanmıştır: 1. İane toplamak için hanımlardan oluşturulan bir heyet kurulmalı. İstanbul bölümlere ayrılarak, hanımlar bu bölgelerde yardım toplamalıdır. Bu ha nımlar kendilerinin de her türlü işlerde yardımcı ola caklarını belirtiyorlardı. 2. Hanımlar arasında konferanslar düzenlen melidir. 3.Harp alanına gitmek için hanımlardan fırkalar kurulmalı, bunlar yaralıları tedavi etmeli, yemek hazırlamalı, gerekirse vatan müdafaasında can vermelidir. 4. Hanımlar Padişaha müracaatla onun da vatan müdafaasında bulunmasını istemelidirler. Halide Edip'in "Âl-i Osman'a" hitaben Türk Yurdu Mecmuasında yazdıklarının icrası gerekmektedir(24). İlk toplantının himayesini Prenses Nimet Hanım(25), ikinci toplantının himayesini ise Nazime Sultan üstlenmiştir(26). Toplantıya ilgi oldukça fazla olmuştur. İlk toplantıya 4-5 bin civannda hanım katılmıştır(27). İkinci toplantı ise, saat ikide başlıyacağı halde, salon saat birde dolmuştur(28). Toplantının önemli bir özelliği, vatanın tehlikeye düşmesi halinde, değişik fikir akımlarının etkisi altındaki hanımları bir araya getirmesidir. Bunlardan en belirgin şahsiyetler, Fatma Âliye (İslamcı), Halide edip (Türkçü), Nigâr Bint-i Osman' (Batıcı)'dır. Konuşmacıların hepsi de vatanın kurtuluşu için çeşitli tedbirler teklifinde bulunuyorlardı. Fatma Âliye daha çok İslâmî duygulara hitap ediyordu. Kuran-ı Kerim'den örnekler vererek, insanlarımızın bu durumda yardım etmesi gerektiğini anlatıyordu. Kadının dünyadaki ve İslâmdaki yerini belirterek, "Hak yolunda çalışan kadın ile erkeğin kazanacağı sevap hep birdir, farkı yoktur" diyordu. Bu toprakların ecdadımızın kanları ile alındığını vurgulayan Fatma Âliye, sözlerine şöyle devam ediyordu: "O ecdat, kadınların da ecdadıdır, bu vatan kadınların da vatanıdır. Milletin istikbaline kadının istikbali de dahildir. Zira, bu milletin yarısını da kadınlar teşkil ediyor"(29). Fatma Âliye, gelişen olaylar karşısında Batı'nın kayıtsız kalmasından şikâyet ediyor, Türkün dokuzuncu Haçlı seferi karşısında kaldığına işaret ediyordu: "Avrupa kan döküldüğünü istemiyordu. Avrupa taassup istemiyordu. İnsanlığa aykırı hallerde müsaade etmeyecek idi. İşte hep bu sözler şu muharebede vukua gelen faciaları, bu medenî âlemin fütursuzca seyreyleyeceğine, insaniyet nâmına mâni olmayacağına ihtimal verdirmezdi. Nereden hatıra gelirdi ki, dökülmek istenilmeyen kan, İslâm kanı değilmiş. Tasavvur olunabilir mi idi ki, insaniyet namına ilân eyledikleri merhametten İslâmlar hariç tutulabiliyormuş... Bu durumda yalnız Allah'ımız var..." "İslâm şimdiye kadar Cenâb-ı Hak'ka güvenerek ve ondan yardım isteyerek çalışma yolunda ilerledi. Sekiz Haçlı seferinin imha arzusundan kurtuldu. Biz de o zamanki ecdadımız gibi çaşılırsak, Allah'ın hoşnutluğunu sağlayarak kurtulmuş oluruz..."(30) Gülsüm Kemâlova, İslâm tarihindeki kadınlardan örnek veriyor, "Vatan ve millet yolunda erkekler ile muharebeye gidip can veren, erkekleri gayrete getiren, onların hizmetinde bulunan eski İslâm kadınlarını, büyük anamız Hz. Aişe'yi hatırımıza getirelim, onlardan ibret alalım. Biz müslüman kadınları da bugün kendimizin varlığını gösterelim" diyordu(31). Ayrıca, Rusya'daki milyonlarca Türkün, Osmanlı'nın başına gelen felaketlerden dolayı gözlerinin yaşlı olduğunu bildiriyor, Rumeli hezimeti karşısındaki duygularını şöyle ifade ediyordu: "Düşman ayakları altında çiğnenen aziz kardaşlarımızın kemik şakırtıları kulaklarımıza kadar geliyor, onların mazlum gölgeleri geceleri rüyama giriyor. Hepsi de "intikam: Bizi unutmayınız(1)..." diye bağırıyorlar... Bu halde hanımefendiler, nasıl oluyor da biz evlerimize kapanıp, vaktimizi sükût içinde geçirmeye vicdanımız tahammül ediyor?"(32). Fehime Nüzhet Hanım yine dinî duygulara hitaben, "Sultanlar, hanımefendiler, veriniz. Vatari için veriniz, din için veriniz. Kilise olan camilerin, yıkılan minarelerin, susturulan ezan seslerinin, yırtılan ırzların, dökülen kanların, çiğnenen toprakların intikamlarının alınması için veriniz. Mal Hatun size bakıyor, onun üstünde Muhammed size bakıyor. Herkesi esaretten kurtaran dinimizin esir olduğunu görmek için mi bekliyorsunuz?... Veriniz Allah rızası için, Peygamber rızası için veriniz" diye feryad ediyordu(33). Naciye Hanım ise, konunun sadece Türklerin problemi olmadığını, tüm İslâm âlemi için bir problem olduğunu şöyle vurguluyordu: "Bugün İslâmiyet için hakiki bir kıymet var. Biz Rumeli'ndeki fâ-

cialara karşı kayıtsız kalırsak, bütün İslâm âleminin bir sığınağı olan saltanat tahtını da tehlikede bırakırız, o zaman müslümanlığın dayanağı neresi olur?"(34). Gelişen milletçilik akımından etkilenen hanımlarımız ise meseleye farklı bir gözle bakıyorlardı. Bunlardan biri olan Halide Edip Hanım, problemin temel kaynağını Türklük şuurunun unutulmasına bağlıyordu: "Kurtuluş için, dindar, haysiyetli, çalışkan olmakla beraber, başka bir şey daha lâzımdır. O da her şeyden evvel şiddetle Türk olmakdır. Bir millet, millet halinde kalmak, öteki milletlere karşı mevcudiyetini muhafaza etmek için mutlak milliyetperver olmalıdır. Bu milliyetperverliktir ki, Türk milletini evvela büyük bir millet yapmış, bu hissin bizden gitmesi de tarihi şerefimizi eksiltmiş, bizi kuvvetten düşürmüştür. Yine düşmanlarımızı da bu milliyetperverliktir ki, onları yarım asır evvel hâlâ bugün sütçülerimiz, bilmem daha nelerimiz diye tahkir ettiğimiz Bulgarları bir millet, Avrupa'nın hatırı sayacağı bir millet haline getirmiş, Fatih'lerin, Selim'lerin hüküm sürdüğü Türk ülkelerini onlara çiğnetmiştir. Milleti ile iftihar etmeyi bilmeyen, milletini sevmeyi bilmeyen, milliyet hisleri ile uyanması en geride kalan bir millet mâteessüf bizler, Osmanlı Türkleriyiz." (..) Milliyetimizi sevmemek, bizi memlekete kayıtsız yapmıştır. Memleketi baştan başa dolaşanlar " Türkler memleketine yabancı" derler... Bunun birinci sebebi milliyetimizi sevmenin, onu iftihar edecek, kendisine hürmet edilecek bir hâle koymanın hatırımıza hiç gelmemesidir." "Büyük dedelerimiz Türkistan'dan buraya, bu memleketlere ilk geldikleri vakit, birkaç yüz kişilik bir kabile idiler. Fakat yüreklerinde hamiyetli ve azimkar bir Türklük vardı. Bir avuç adamın yüreğinde Türklüğün tuttuğu yüksek yer o kadar büyük ve metin idi ki, o kadar şan ve şerefi izzeti muhafaza eyleyerek bir millete mensubiyetlerini hissediyorlardı ki bu hisleriyle, bu güzel gururları, temiz ahlâkları ve kabiliyetleriyle kendilerinden yüzlerce defa büyük milletler arasında devlet kurdular. Yüz elli senedir paylaşılmakla bitmeyen bu muazzam memleketi zaptettiler. Biz onların evlatları ne kadar azimli ve büyük adamların evlatları olduğumuzu unuttuğumuzdandır ki, milletine güvenen daha küçük milletler milletlerini ileri götürmek için kadın-erkek dişleri tırnaklarıyla otuz senede birer Avrupa milleti olan, küçük milletler geldiler, bizi yeniyorlar..." "Bugüne kadar küçük bir Bulgaristan'ı, koca- man Türkiye'den güzel, bakımlı görmeye tahammül ettik. Halbuki tahammül etmeyecektik. Türkiye küçük bir Bulgaristan gibi değil, dünyanın en büyük memleketleri gibi mâmur olacaktı. Eğer olmadı ise, kabahat kimde? Türk olmasını unutan bizlerde, erkek ve kadında da! Tabii, kadınlar bu gün "Kabahat neden bizde" derler değil mi? Evet kadınlarda da(1). Türk kadınları her şeyden evvel Türk kadını olduklarını hissetseydiler, çocuklarına Türklük şuuru aşılasaydılar, memleket pek başka olurdu..." Eğer çocuklarımıza Türklük şuuru aşılarsak, memleket değişir." Bundan sonra konuşmasına tarihten örnekler vererek devam eden Halide Edip Hanım, Almanların, Fransızların da bizim gibi durumlarda kaldıklarını, ancak bundan milliyet duygusu ile kurtulduklarını belirtiyordu. Artık yapılacak şeyin eski Türk hakanının sözlerini yerine getirmek olduğunu söylüyordu: "Türk milleti için gece uyumadım, gündüz rahat etmedim, ölünceye kadar çalıştım."(35) Kız İdadisi öğrencilerinden Firdevs Hanım ise, eski görkemli günlerden söz açarak, o devirde kadınların da bedenen erkeklerimize yardım ettiğini belirtiyordu. "Hanımlar nerede kaldı o kan? O hayat, o Türk kanı nerede kaldı?" diye soruyordu(36). Zengin tarihi birikime sahip olduğu anlaşılan Naciye Hanım, Kartaca, Roma, İsveç gibi devletlerin de başına büyük güçlükler geldiğini anlatıyor, bundan kurtulabildiklerine dikkatleri çekmeye çalışıyordu: "Milletin bağrından çıkan kuvvete ordular karşı koyamıyor... Silahı omuzunda serhadde giden bir asker arkasında milletini ve bilhassa milletin kadınlarını her türlü fedakârlığa hazır görürse, o asker demirden bir kale şeklinde müdafaada bulunur" diyordu(37). Konferansta dile getirilen fikirlere bakacak olursak, hanımlarımızın bir çok konudan haberdar olduğu görülür. Devletin, düştüğü kötü durumdan kurtarılması için ileri sürdüğü fikirler ve teklifler önceki yıllarda teşekkül etmiştir. Dünyada olup biten olaylardan ders alma eğilimleri vardır. Türk ve dünya tarihine hâkim oldukları, bir takım ekonomik çözüm yollarından bahsettikleri görülür. Meselâ, Nakiye Hanım İsveçlilerin "Fedakârlık Haftası"ndan bahseder. Bizim hanımlarımızın da onlar gibi küçük mutfak tasarruflarını bir araya getirerek büyük meblağlar oluşturabileceğini belirtir(38). Nezihe Muhlis ise, ticârete ve sanata önem vermeyip, çocuklarımızı hep memuriyete teşvik etme-

miz neticesi ekonomik sıkıntıya düştüğümüz görüşünü savunur. Onun enteresan bir görüşü daha var. Ona göre zenginlerin sayısı artırılmalıdır. Zenginler fabrika kurdukça, iyi mal ürettikçe, piyasada yerli malı kullanımı arttıkça, esaret zinciri olan anlaşmalar kendiliğinden ortadan kalkacaktır. Bu münasebetle yerli malı kullanımı hususunda hanımlardan söz ister. Ona göre iktisadî hakimiyete sahip olmayan bir millet, hiç bir vakit devamlılığını temin edemez. Askerî kuvvet, ekonomide güçlü olunursa sağlanır. İktisadî gelişme için yapılması gerekenleri ise şöyle sıralamaktadır: 1. Ticâret ve sanayi ile uğraşanları teşvik etmeli, 2. Çok mecbur kalmadıkça, yabancı mallara rağ bet etmemeli, yerli malı kullanmalı, 3. Ticarî kusuru olan tüccarlarımızın kusurları nı affedip, ıslahına çalışmalı(39). Fehime Nüzhet ise, devletin çıkardığı 5,5 milyon liralık tahvillerden alınmasının bir borç olduğunu belirtiri). Eğitim üzerinde duran Huriye Bahâ Hanım, meselenin buradan kaynaklandığını belirtir. Osmanlı okullarının yetersiz olduğundan, özellikle ibtidai mekteplerine ihtiyaç olduğundan bahseder. Ona göre, Almanya, Fransa, Japonya gibi devletler okullar sayesinde ilerlemişlerdir* 41 ). Yine eğitim üzerinde duran, Nezihe Muhlis, bir Fransız'ın güzel bir sözünü okuyordu: "Milletler evvela mektep meydanında harp ederler ve irfan sahasında manen galip olanlar maddeten muzaffer olurlar." Ona göre mağlubiyetin en önemli sebeplerinden biri de mekteplerimize karşı kayıtsız ve ihmalkâr oluşumuzdur. Halbuki ilk millî terbiye ana kucağında ve burada alınır. Okul programları hazırlanırken, muhitin siyasi ve içtimaî ihtiyaçlarına dikkat etmek gerekir. "Memleket her şeyden evvel gelecek nesilleri hazırlayacak ciddi irfan müesseselerine muhtaçtır." (42) Bazı hanımlarımız da erkeklerin teşvik edimesi gerektiğini savunuyorlardı. Mesela, Gülsüm Kemâlova'ya göre, fırkalar kurarak bizzat askerin yanında olunmalıydı(43). Kız İdâdîsi öğrencilerinden Zehra Hanım(44) ve Naciye Hanımlara göre Mücadeleye katılmayan erkekler vatan müdafaasına çağrılmalıdırlar(45). Bunlardan başka nakdî veya aynî yardımlar yapılabilirdi. Gülsüm Kemâlova'ya göre, "İnsan böyle zihniyetlerden ârî olarak pek güzel yaşayabilir, fakat namussuz yaşayamaz... Bugün vatan, millet, namus için her şeyimizi feda edecek ve her şeye katlanacak bir günümüzdür."(46) Nakiye Hanım ise bu konuda şöyle diyordu: "Paralarımızı, camilerimizin meyhaneye dönüştürülmesi için düşman eline mi bırakacağız? Elmaslarımızı madamlarının, kiliselerin tezyini için mi saklayacağız? Yoksa katil düşmanın süngüleri karşısında titrerken mi takacağız? Ne bekliyoruz?... Düşman, Hilafetimizin merkezi sevgili İstanbul'umuza tecavüz ayağını atmak, camilerimize haç takmak istiyor, daha ne duruyorsunuz? "(47) Fehime Nüzhet Hanım ise bu konuyu şöyle dile getiriyordu: "Düşman ayağına çiğnettiğimiz mübarek topraklara dökülen ecdat kanları yüzümüze aks ederek kırmızı bir utanç örtüsü teşkil ediyor... Paralarımızı Bulgar neferlerinin zevklerinin masrafını ödemek için mi saklayacağız? Aylardan beri kafile kafile, hasırdan çatılı, öküzlere takılı, seyyar evleriyle sefil ve perişan Payitahttan geçip Anadolu'nun mübarek ocağına misafir olan vatandaşlarımız gibi biz de yakın bir günde yola çıkmaya mı hazır olacağız? Hayır, bin kere hayır!..."(48) Nakiye Hanım'a göre bunların hiç birine gücü yetmeyenler, hiç olmazsa sağlık hizmetlerinde çalışmalı. Hilâl-i Ahmer'e dikiş dikmeli, bunları da yapamıyan hanımlar dua etmelidir). Toplantı sonunda Halide Edip Hanım'in şu üç teklifi kabul edilir ve gerçekleştirilir: 1. Bütün Osmanlı kadınları namına orduya telg raf çekmek, 2. Rumeli'deki cinayetlere karşı Müdafaa-i Milliye'ye yardım etmeleri için, Hindistan, Türkistan, Rusya vs. müslüman kadınlarına telgraf çekmek, 3. Rumeli'deki olayları protesto ve durdurulma sına çalışmaları için Avrupa kraliçelerine telgraf çekmek (50). Rumeli faciası karşısında Türkçü, İslamcı, Osmanlıcı görüşleri savunan konuşmacıların birleştiği, zengin muhtevaları ve hitabet kabiliyetleri ile tesirli oldukları bu toplantıda, bol miktarda yardım toplanmıştır. Orada bulunan hanımlar üzerlerinde kıymetli ne varsa vermişlerdir. Bunların arasında gözlük gibi çok tabii ihtiyacı olan eşyasını bile verenler vardır* 51 ). Hatta elinde bir mecidiyesi kalan bir hanım, "Kadıköy'e gideceğim, bana araba ve varup parası on kuruş yeter, bunun üstünü de alınız" diyordu(52). Diğeri yolda üşüyeceğini bile bile, üstündeki kürkünü bağışlıyordu(53). Gülsüm Kemâlova'nın anlattığına göre, Rusya'daki Türk kadınları da Türk ordusu için kıymetli eşyalarını bağışlamışlardı(54). İlk toplantı sonunda Müdafaa-i Milliye yardım kutularından dokuz tanesi, Hilâl-i Ahmer yardım kutularından üç tanesi ağzına ka-

dar yüzük, küpe ve bileziklerle dolmuştur. Bunlar Müdafaa-ı Milliye'ye teslim edilmiştir(55). İkinci toplantı sonunda da hitabet kürsüsünün üzeri mücevher ve altınlarla, ellerde gezdirilen kutular paralarla dolmuştur. Bunlar da Müdafaa-i Milliye'ye teslim edilmiştir(56). Ruşen Zeki'ye göre bu konferans kadın faaliyetlerinin bir dönüm noktasıdır, Bundan sonra faaliyetlerde bir hareketlenme ve ilerleme görülmüştür. Her tarafta konferanslar verilerek kadınlar aydınlatılmaya başlanmış, cemiyetler artırılmıştır(57). Bal- kan Harbi'ne kadar kurulan kadın derneklerinin sayısı 8 iken daha sonra bu sayının 32'e yükselmesi(58) göz önüne alınacak olursa, Ruşen Zeki'nin bu görüşüne katılmak mümkündür. Kadın faaliyetleri çok daha önceki yıllarda başlamıştır. Ancak, gerek Meşrutiyetin getirdiği demokrasi hareketi, gerekse bu dönemdeki harpler (Trablusgarp, Balkan Harpleri, I. Dünya Savaşı) kadının sosyal hayata girmesini kolaylaştırmış, hatta zarurî kılmıştır. Bu hareketler Millî Mücadele ve Cumhuriyet dönemindeki kadın faaliyetlerine de örnek olacaktır. DİPNOTLAR 1. Cumhuriyet öncesinde Türk kadınının sosyal hayattaki yeri hakkında bkz. Şefika Kurnaz, Cumhuriyet Öncesinde Türk Kadını (1839-1923), Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Hacettepe Ünv. Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi Enst. Ankara 1988. 2. Darülfünun Konferans Salonu'nda Kadınlarımızın İçtima ları, Tanin, İstanbul 1329, s.54-55. 3. a.g.e, s.55-57 4. a.g.e, s.75-79 5. a.g.e, s.69 6. a.g.e, s.14 7. Fatma Âliye'nin ölüm tarihi bir çok kaynakta 1924 olarak gösterilmektedir. Bu yanlışlığın, İbrahim Alaaddin Gövsa 'nın Türk Meşhurları Ansiklopedisi'nden (1946) kaynaklandığını sa nıyoruz. Araştırmamız sonucu onun,13 Temmuz 1936 tarihinde öldüğünü tesbit ettik. (Cumhuriyet 14 Temmuz 1936; Behçet Necatigil, Düz Yanlar I, Bütün Eserleri S, Haz. Ali Tanyeri-Hilmi Yavuz, İst.1983, s.143. 8. Turhan Tan, " Unutularak Ölen Bir Edip, Fatma Âliye Kim dir? Neden Meşhur Olmuştur?, Cumhuriyet, 15 Temmuz 1936; Nihat Sami Banarlı, Resimli Türk Edebiyatı Tarihi, c.ii, İst. 1971, s.993-994; Behçet Necatigil, Edebiyatımızda İsimler Sözlüğü, İst. 1980, s.150; Müjgen Cunbur, Türk Kadın Yazarları Eserleri Bib liyografyası (1928-1955), s. 11. 9 Tan, a.g.m. 10. Bkz. Kurnaz a.g.e, s. 68-69 11. Bernard Caporal, Kemalizmde ve Kemalizm Sonrasında Türk Kadını, Ankara 1982, s.74. 12. Cahit Çaka, Tarih Boyunca Harp ve Kadın, Ankara 1948, s.36. 13- Necatigil, a.g.e, S.12. 14. İ Enginün-M. Cunbur-C. Özdemir, Milli Mücadelede Türk Kadını, Ank. 1983 s.64. 15. Mim Kemâl Öke, "İngiliz Belgelerinde Türkçülük (1916-1918), Türk Yurdu, VIII/I (Şubat 1987), s.17. 16. İ Enginün, "Halide Edip Adı var, Türk Dili ve Edebiyatı Ans., c.l, İst. 1977, s.36-38; Eerit Ragıp Tuncor, "Ölümünün Al tıncı Yılında Halide Edip Adıver", Türk Kadını, İV/45 (Şubat 1970) s.20. 17. Enginün-Cunbur-Özdemir, a.g.e, s.64. 18. Banarlı, a.g.e, s.992; Gövsa, a.g.e, s.285; Tahsin Tunalı, "Avrupa 'ya ün Salan İlk Kadın Şairi Nigâr Hanım ", Hayat Ta- rih Mecmuası, 1/12, (1 Mart 1965), s.16-17. 19. Necatigil a.g.e, s.183-184. 20. Afet İnan, Tarih Boyunca Türk Kadınının Hak ve Görev leri, İst. 1982, s.108-109 21. Ruşen Zeki, "Bizde Hareket-i Nisvan", Nevsâl-i Milli, İst. 1330, s.344. 22. R. Zeki a.g.m, s. 344; Kadınlarımızın İçtimaları, S.32. 23. Sefahattin Özçelik, "Türk Dünyasında Tesânüd Ruhunun Teşekkülünde Türkçü Cemiyetlerin Ehemmiyeti*', Türk Yurdu, Vlll/3 (Nisan 1987), s.22. 24. TİTEA 141/LV1.99'dan naklen, Özçelik, a.g.m, s.22. Ha lide Edip, "Padişahımıza ve Şehzadelerimize " hitaben yazdığı yazıda, Padişahın ve Şehzadelerin bizzat ordu başına geçmesi ni istemektedir. (Türk Yurdu 1328-1329 25- İçtimalar, s.5 26- a.g.e, s.s3 27- a.g.e, s.5. 28- a.g.e, s.53. 29- a.g.e, s.9. 30-a.g.e, s.58-59. 31-a.g.e, s.12-32- a.g.e, s.11 33- a.g.e, s.108. 34- a.g.e, s.33. 35- a.g.e, s.39-46. 36- a.g.e, s.30. 37- a.g.e, s.33-35. 38- a.g.e, s.25. 39- a.g.e, s.89-92. 40- a.g.e, s.109. 41- a.g.e, s.70-71. 42- a.g.e, s.87-88 43- a.g.e, s.12 44- a.g.e, s.29. 45- a.g.e, s.33. 46- a.g.e, s.13 47- a.g.e, s.23-24. 48- a.g.e, s.20. 49- a.g.e, s.25-26. 50- a.g.e, s.46-47 51- a.g.e, s.50

52- a.g.e, S.104-/05. 53- a.g.e, s.111 54- a.g.e, s.13. Rusya'daki Türk Kadınları Os manlıdaki gelişmeler karşısında kayıtsız kalmıyorlardı. Bu ilgi öylesine kuvvetli idi ki, Trablusgarp yenilgisi karşısında, Petersburglu bir kadın kederinden intihar etmişti. (a.g.e, s.14). 55- a.g.e, s.5o 56- a.g.e, s.111 57- Ruşen Zeki a.g.m, s. 344. 58- Meşrutiyet Dönemi Kadınlarının Cemiyet Faaliyetleri İçin Bkz. Kurnaz, a.g.e, s.133-147. KAYNAKLAR (AD/VAR), Halide Edip," AFET İNAN, Tarih Boyunca Türk Kadınının Hak ve Görevleri, İst. 1982. BANARLI, Nihat Sami, Resimli Türk Edebiyatı Tarihi, c.ii, İst 1971. CAPORAL, Bernard, Kemâlizmde ve Kemalizm Sonrasında Türk Kadını, Ank 1982. Cumhuriyet, 14 Temmuz 1936. CUNBUR, Müjgan, Türk Kadın Yazarları Eserleri Bibl. (1928-1955), Ank. 1955. ÇAKA, Cahit, Tarih Boyunca Harp ve Kadın, Ank 1948. Darülfünun Konferans Salonu'nda Kadınlarımızın içtimaları, İst. 1329 ENGİNÜN, İnci, "Halide Edip Adıvar", Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi, c.i, ist. 1977,s.36-38. ENGİNUNİ- CUNBUR-M. ÖZDEMÎR, MM Mücadelede Türk Kadını, Ank. 1983. GÖVSA, Alaaddin, Türk Meşhurları Ans. 1946. KURNAZ, Şefika, Cumhuriyet Öncesinde Türk Kadını (1839-1923), Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Hacettepe Ünv. Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi Enst. Ankara 1988. NECATÎGlL, Behçet, Düz Yazılar I, Bütün Eserleri 5, Haz Ali Tanyeli, Hilmi Yavuz, İst. 1983. Edebiyatımızda İsimler Sözlüğü, İst. 1980. ÖKE, M. Kemâl, "İngiliz Belgelerinde Türkçülük (1916-1918)", Türk Yurdu, VIII/I (Şubat 1987). ÖZÇELİK, Selahattin, "Türk Dünyasında Tesanüd Ruhunun Teşekkülünde Türkçü Cemiyetlerin Ehemmiyeti", Türk Yurdu, V////3 (Nisan 1987). Ruşen Zeki, "BizdeHareket-iNisvan", Nevsâl-i Millî, İst. 1330. TAN, Turhan, "Unutularak ölen Bir Edip, Eatma Âliye Kimdir?Neden Meşhur Olmuştur?" Cumhuriyet, 15 Temmuz 1936. TUNAL/, Tahsin, "Avrupa'ya Ün Salan İlk Kadın Şairi Nigâr Hanım", Hayat Tarih Mec., 1/12 (1 Mart 1965). TUNCOR, Ferit Ragıp, "Ölümünün Altıncı Yılında Halide Edip Adıvar", Türk Kadını, IV/45 (Şubat 1970).