Antakya. Bir Türkiye mozaiği: Hayat. Söyleşi. Yemek Kültürü. Boğaz ın ilk sahipleri: Balıklar. Hayat gerçeği bulmaya zorluyor: Selen Uçer



Benzer belgeler
Türkçe Ulusal Derlemi Sözcük Sıklıkları (ilk 1000)

Hangi balık ne zaman yenir? Çipura: Akdeniz ve Ege kıyılarında yaygın olan çipura ya seyrek de olsa Marmara da da rastlanır. Ege de Kasım, Akdeniz de

Atoller (mercan adaları) ve Resifler

Kelaynakların Hazin Öyküsü

Şef Makbul Ev Yemekleri'nin sahibi Pelin Tüzün Quality of magazine'e konuk oldu

Duygusal ve sosyal becerilere sahip Genç profesyoneller

"Yaşayan Bahar", ilkbahar mevsiminin gelişini kutlamak üzere tüm Avrupa ülkelerinde gerçekleştirilen bir etkinlik.

ilk yar'larımızın sevgili dostları

Anneye En Güzel Hediye Olarak Ne Alınması Gerekir?

Minti Monti. Yaz 2013 Sayı:10 Ücretsizdir. Yelkenli Tekneler. Nasıl Yüzer, Bilir misin?

Eber Gölü (Bolvadin-Afyonkarahisar) (10-11 Mayıs 2008) Yazan ve fotoğraflayan: Hüseyin Sarı,

BOGAZ DA 30 BALIK TÜRÜ YOK OLMAK ÜZERE

KİTAP GÜNCESİ VIII. GELENEKSEL KİTAP GÜNLERİ SAYI:3

İLHAM VEREN KONUŞMACILAR ALEM-İ İŞ İLE HERKES BİRBİRİNİ DAHA İYİ ANLAYACAK!

ÖZEL İSTANBUL ÜNİVERİSTESİ VAKFI ADIGÜZEL OKULLARI ÇEKMEKÖY ANAOKULU TAVŞANLAR SINIFI MAYIS AYI KAVRAM VE ŞARKILAR

A1 DÜZEYİ B KİTAPÇIĞI NOT ADI SOYADI: OKUL NO:

ANABİLİM EĞİTİM KURUMLARI 2. DÖNEM YAZ OKULU EĞİTİM PROGRAMI

4k ultra HD teknolojisi. Odak noktamız her yerde her ayrıntıyı görmenizi sağlamaktır

İsim İsim İsimlerin Tamamlanmış Hali

HAMSİ AVCILIĞI ve BAKANLIK UYGULAMALARI. Vahdettin KÜRÜM

YİSAD Üyelerinden Çanakkale Şehitliği ne ziyaret Ağustos 2012 / Demir Çelik Store

Hürriyet yazarı Gila Benmayor,bugünkü yazısını TURMEPA nın bir araştırmasından yola çıkarak kaleme almış.

DENİZ EĞİTİM ATÖLYELERİ. OKUL ÖNCESİ, ATÖLYE ve OYUNLAR

Sayın Başkanım, Sayın Müdürüm, Protokolümüzün Değerli Mensupları, Çok kıymetli Hocalarım, Değerli Öğrenci Arkadaşlarım, Velilerimiz

Vizesiz gidilebilecek 10 popüler ülke

Yabancı Dil Ööğreniminde Güçlü Hafıza Teknikleri - Genç Gelişim Kişisel Gelişim

O sabah minik kuşların sesleriyle uyandı Melek. Yatağından kalktı ve pencereden dışarıya baktı. Hava çok güzeldi. Güneşin ışıkları Melek e sevinç

DÜZEY B1 Avrupa Konseyi Ortak Dil Ölçütleri Çerçevesinde BÖLÜM 4 SINAV GÖREVLİSİNİN KİTAPÇIĞI. Dönem Mayıs 2010 DİKKAT

PENGUEN GRUBU MART AYI BÜLTENİ SİNCAPLAR TEMASI DÜNYA SU GÜNÜ ORMAN HAFTASI YAŞLILAR HAFTASI DÜNYA TİYATROLAR GÜNÜ

Su Ürünleri Avcılığı. Balıkçılık ve Su Ürünleri Genel Müdürlüğü Avcılık ve Kontrol Daire Başkanı Dr. M. Altuğ ATALAY

A1 DÜZEYİ A KİTAPÇIĞI NOT ADI SOYADI: OKUL NO:

TURK101 ÇALIŞMA 6 ZEYNEP OLGUN MAKİNENİN ARKASI

yeni kelimeler otuzsekizinci ders oluyor gezi genellikle hoş geldin mevsim hoş bulduk ilkbahar gecikti ilkbahar mevsiminde geciktiniz kış mevsiminde

Pırıl pırıl güneşli bir günde, içini sımsıcak saran bir mutlulukla. Cadde de yürüyordu. Yüzü gülümseyen. insanların kullandığı yoldan;

Türkiye nin tatil alışverişi haritası açıklandı

MERAKLI KİTAPLAR Kavramlar

PENGUEN GRUBU MART AYI BÜLTENİ

Hırkatepe Köyü-Beypazarı (30 Kasım 2008) Yazan ve fotoğraflayan: Hüseyin Sarı

TATÍLDE. Biz, Ísveç`in Stockholm kentinde oturuyoruz. Yılın bir ayını Türkiye`de izin yaparak geçiririz.

2000 li yıllardan itibaren teknolojinin hızlı gelişiminden belki de en büyük payı alan akıllı telefon ve tabletler gibi kablosuz iletişim olanağı

Geç Kalmış Bir Yazı. Yazar Şehriban Çetin

Riksgränsen deki mültecilerin hepsi İsveç e sığınma başvurusu yapmış. Ancak çoğu,

DÜZEY B1 Avrupa Konseyi Ortak Dil Ölçütleri Çerçevesinde BÖLÜM 4 SINAV GÖREVLİSİNİN KİTAPÇIĞI. Dönem Kasım 2009 DİKKAT

EĞİTİM VE ÖĞRETİM DÖNEMİ DENİZYILDIZI GRUBU MART AYI BÜLTENİ

PENGUENLER GRUBU MART AYI BÜLTENİ

Bunların takibini kolaylaştırmak için tüm haberlerin tek bir noktada eksiksiz ve güncel şekilde bir araya getirilmesi gerekiyordu.

- Trafik kazalarındaki ölü sayısı Kurtuluş Savaşını, PKK terörünü ikiye katladı

Herkese Bangkok tan merhabalar,

TÜRKİYE DE İŞ DÜNYASINDA ÇALIŞANLAR SOSYAL MEDYAYI NASIL KULLANIYOR?

Iron Butt Reports - 09 July 2011

Gürkan Genç, 1979 yılının Ocak ayında dünyaya geldi. Hemen hemen her çocuk gibi en büyük tutkusu bisikletiydi. Radyo-Televizyon-Sinema bölümünden

Helena Center Helena Wood Art. Elegance of The Wood

YUNUS GRUBU MART AYI BÜLTENİ

2014 Ericsson ConsumerLab

ÇARŞI ESNAFININ BODRUM YOLCU LİMANINA TEŞEKKÜR ZİYARETİ

OKULA HAZIRLANAN ÇOCUĞUN ÖNCE UYKUSUNU DÜZENLEYİN

9. Sigarayı bırakma zamanı

Digital Age. Yeni Nesil Mutluluk Araştırması. Nisan, ZENNA Digital Age Yeni Nesil Mutluluk Araştırması Nisan, 2017

Tatil ve Yöre Rehberi

Melih Güler. - şiirler - Yayın Tarihi: Yayınlayan: Antoloji.Com Kültür ve Sanat

ALTIN BALIK. 1. Genç balıkçı neden altın balığı tekrar suya bırakmayı düşünmüş olabilir?

TARSUS DA BİR GÜN...BELKİ DE İKİ... Adanalılar...Mersinliler...Gaziantep, Hatay ve Osmaniyeliler...Türkiye nin gezmeyi sever insanları...

"medya benim ayağımın altına muz kabuğunu biraz zor koyar" vari açıklamalarda bulunuyordu ki Olanlar oldu

TÜRKİYE DE DENİZ STRATEJİSİ ÇERÇEVE DİREKTİFİ KONUSUNDA KAPASİTE GELİŞTİRME PROJESİ ( )

.com. Haftanın Diğer Çalışmaları En Kısa Zamanda Yayınlanacaktır.

yaşam boyu bağlanırsanız.

T.C. MİLLİ EĞİTİM BAKANLIĞI TEMEL EĞİTİM GENEL MÜDÜRLÜĞÜ OKUL ÖNCESİ EĞİTİM PROGRAMI PAMUK ŞEKERİM I (Kavram Eğitimi Kitabı)

Yer yüzündeki en küçük, en hafif Handycam

Pepee den Önce Pepee den Sonra P.Ö- P.S

YALNIZ BİR İNSAN. Her insanın hayatında mutlaka bir kitap vardır; ki zaten olması da gerekir. Kitap dediysem

Tırmanılan Rotada -Genel zorluk: TD -Yükseklik : m -Hedeflenen ve Harcanan Zaman : 6 saat, 6 saat 50 dk -Kazanılan ve kaybedilen yükseklik : 400 m

TV LERDEKİ PROGRAMLARA ÇIKANLAR KURAN OKUMASINI BİLMİYOR

Türkçe Dil Etkinlikleri Sanat Etkinlikleri Oyunlar Müzik Bilim Etkinlikleri

Neden Daha Fazla Satın Alalım?

Değerli Dostlar, başlık olarak önce Ankara nın Denizi diyecektim, ama yüzlerce farklı cins kuştan bahsetmek isteyince Kuş Cennetlerimizden Biri

ΥΠΟΥΡΓΕΙΟ ΠΑΙΔΕΙΑΣ ΚΑΙ ΠΟΛΙΤΙΣΜΟΥ ΔΙΕΥΘΥΝΣΗ ΜΕΣΗΣ ΕΚΠΑΙΔΕΥΣΗΣ ΚΡΑΤΙΚΑ ΙΝΣΤΙΤΟΥΤΑ ΕΠΙΜΟΡΦΩΣΗΣ

Denize En Çok Mavi Yakışır

SIFATLAR. 1.NİTELEME SIFATLARI:Varlıkların durumunu, biçimini, özelliklerini, renklerini belirten sözcüklerdir.

Video Reklamcılığında, Daha Uzun Videolar Daha Güçlü Videolar mıdır?

Turkuazoo Kapıları Açıyor!..

DENİZYILDIZI GRUBU NİSAN AYI BÜLTENİ 2015

* * * Mevsim tatilini fırsat bilip, Cemre ile birlikte hem Yunan adaları turu yaptık, hem de Bodrum'd an Kekova 'ya kadar denizden dolaştık.

Online teknik sayfa VISIC620 GÖRÜŞ MESAFESI ÖLÇÜM CIHAZLARI

NURULLAH- Evet bu günlük bu kadar çocuklar, az sonra zil çalacak, yavaş yavaş toparlana bilirsiniz.

İDİL DİZDAR, HEM OYUNCU HEM YÖNETMEN

İkigai nin Beş Ayağı OKURA NOTLAR. Kitap boyunca ikigai nin Beş Ayak ından söz edeceğim. Bunlar:

EKONOMİ POLİTİKALARI GENEL BAŞKAN YARDIMCILIĞI Mayıs 2012, No: 33

TurkSail - Yelkencilerin Evi (YENI) - Cem Yılmaz dan Sadun Boro anısı Pazar, 20 Nisan :48 - Son Güncelleme Pazar, 27 Nisan :54

Dünya üzümden sadece şarap yaparken, biz ise üzümden sadece şarap değil, başka neler yapacağımızı göstermeye devam edeceğiz.

AHMETLER İLKOKULU. Okul Binası

Kasım 2013 tarihli tüm Türkiye VHF röle frekansları ile 145 Mhz üstü simpleks görüşme frekanslarını içerir.

BİLGİ TOPLUMU İSTATİSTİKLERİ 2010

BİR ACAYİP SOYGUN ADANA İŞİ. - Basın Toplantısı Haber Küpürleri Ocak 2015 Adana Hilton Otel

TUVAL GARDEN, bir TPD GRUP Projesidir.

2. İstanbul Boğazı 31 kilometre uzunluğundadır. 3. İstanbul Boğazı Asya ve Avrupa yı birbirinden ayırır. 4. İstanbul Boğazını turistler çok severler.

KADİR SÜTÇÜ İSTANBUL-SARIYER KENT KONSEYİ DOĞAL AFETLER DEPREM VE ARAMA KURTARMA ÇALIŞMA GRUBUNUN BAŞKANIYIM. DR.

HAYTAP İmdat Turu Ekibi ANKARA Yenimahalle 'Toplama Merkezi'nde... Son Güncelleme Çarşamba, 25 Eylül :37

Türkiye-Yunanistan İş Forumu. İzmir, 8 Mart Ömer Cihad Vardan DEİK Başkanı

a 3 -<» rt3 ft3 Ö o\3 CO o\3 Ö o\3 CO v-< 0x3 Ö V-i -i» 3 Gezi / İlgaz Anadolu'nun Sen Yüce Bir Dağısın 0x3 Ö 0x3 Kitap / Kayıp Gül

Transkript:

KARİYER MUTLULUK KAFDAĞI NIN ARDINDA DEĞIL! 04 05 06 2015 Hayat Boğaz ın ilk sahipleri: Balıklar Yemek Kültürü Her yaprağında ayrı bir tat: Enginar Söyleşi Hayat gerçeği bulmaya zorluyor: Selen Uçer Bir Türkiye mozaiği: Antakya English Summary of Contents

Baharın coşkusu kâbusa dönmesin! Türkiye, uzun ve yağışlı bir kış geçirdi bu yıl. Ülkenin Doğu bölgelerinde görmeye alışık olduğumuz kar manzaralarına Batı da ve Güney de de tanıklık edebildik. Ama şimdi baharı karşılıyoruz Çevremiz yeşilleniyor ve ağaçlar çiçek açıyor yavaş yavaş. Uzun geçen kış boyunca hareket alanı daralan; soğuk ve yağışlar nedeniyle mecburiyetten evle iş arasından ibaret rutin bir yaşam sürdürmek zorunda kalan bizler, baharın gelişiyle birlikte kendimizi yollarda bulacağız... Otomobil özgürlüktür Neredeyse herkes tarafından bilinen ve genel kabul gören bir slogan bu. Baharsa özgürlüğü yaşamak isteyenler için ideal bir mevsim. Direksiyon başına geçip yola çıkmak, tazelenen havayı ciğerlere çekmek, yeni yerler görüp yeni insanlar tanımak için daha uygun bir mevsim olamaz. Üstelik özgürlüğün sadece otomobil aracılığıyla yaşanması şart değil. Sayıları her geçen gün artan motosiklet tutkunları, garajlarının kapılarını açarak kış ayları boyunca ayrı kaldıkları dostlarıyla hasret gidermeye başladılar bile. Ancak tam da burada, kullanacağımız araçların yol şartlarına uygunluğu bir kez daha önem kazanıyor. Baharın gelmesi, araçlardaki lastiklerin uygun mevsim lastikleriyle değiştirilmesi, klima gaz ve filtrelerinin kontrol edilmesi gibi araç bakımlarının da yapılması gerektiğini hatırlatıyor bizlere. Ayrıca ister otomobil, ister motosiklet olsun fark etmez, muayenesi yapılmayan, dolayısıyla uzman kişiler tarafından yola çıkmasında sakınca olmadığı tescillenmeyen araçların can ve mal kaybı oluşturma riski yarattığı kesin. İçişleri Bakanlığı nın, 2014 yılının Şubat ayında hayata geçirdiği bir düzenlemeyle artık muayenesi olmayan araçların ikinci el satışını yapmak mümkün değil. Bununla birlikte, torba yasa olarak bilinen 6552 sayılı yasanın araç muayenesi gecikme cezalarında, trafik cezası ve motorlu taşıt vergisi borçlarında son derece avantajlı fırsatlar sunması da araç sahiplerini muayeneye yönelten etkenlerden biri oldu. Gerçekleştirilen bu çalışmalarla Emniyet Genel Müdürlüğü verilerinde 2014 yılının sonunda, 2013 yılına göre muayenesiz araç sayısında 1,1 milyon azalma olduğu görüldü. Ancak hâlâ Türkiye deki motosikletlerin yüzde 61 inin muayenesi bulunmuyor. Baharın gelmesiyle birlikte yollarda sıkça rastlayabileceğimiz motosikletlerin bakımlarını ve muayenelerini yaptırmalarına dikkat çekmek ve gecikme indiriminden faydalanmaları için son tarihin 30 Haziran olduğunu belirtmek isterim. Evet, bahar geldi ve baharla birlikte tüm doğa uyanmaya, canlanmaya başladı. Doğanın bir parçası olan bizlerin de ataletten kurtulup özgürce yol almasının tam zamanıdır şimdi. Ama dikkatli olmak ve hassasiyet göstermek, her zamanki gibi bu mevsimde de şart. Çünkü mevzubahis olan insan hayatı ve her bir hayat son derece değerli. Bahara ve hayata değer katmak için muayenesiz tüm araçları TÜVTÜRK Araç Muayene İstasyonlarımıza bekliyoruz. Saygılarımla BAHAR GELDI... DOĞANIN BIR PARÇASI OLAN BIZLERIN ATALETTEN KURTULUP ÖZGÜRCE YOL ALMASININ TAM ZAMANIDIR ŞIMDI. BAHARA VE HAYATA DEĞER KATMAK IÇIN MUAYENESIZ TÜM ARAÇLARI TÜVTÜRK ARAÇ MUAYENE İSTASYONLARIMIZA BEKLIYORUZ. KEMAL ÖREN TÜVTÜRK Genel Müdürü İSTASYON 3

26 Kariyer 18 Tarihten 22 Söyleşi İçindekiler NİSAN-MAYIS-HAZİRAN 2015 10 Hayat 30 Otomobil 06 10 18 HABERLER Dünyada ve Türkiye de öne çıkan haberler... HAYAT Boğaz ın ilk sahipleri sayılan ve Boğaz ın pullu çocukları olarak anılan balıklar, bir gün bu sulara geri dönebilecekler mi? TARİHTEN 1913 te, Balkan Savaşı nın karanlık günlerinde, Akdeniz de tek bir Türk gemisi dünyayı ayağa kaldırdı. Rauf Bey komutasındaki Hamidiye, sekiz aya yakın süre boyunca düşman gemilerini vurdu. 22 26 SÖYLEŞİ Zorlu karakterleri başarıyla canlandıran Selen Uçer i, çok yakın bir tarihte komedide izleyeceğiz. Şu anda sahnede iki oyunda birden oynayan Uçer, hayatın insanı gerçeği bulmaya ve samimiyete zorladığını söylüyor. KARİYER Dale Carnegie nin Üzüntüyü Bırak Yaşamaya Bak ve Dost Kazanma ve İnsanları Etkileme Sanatı kitaplarından derlenerek hazırlanan İşten ve Yaşamdan Zevk Almanın Yolları, mutluluğun erişilmesi zor bir duygu olmadığına vurgu yapıyor. 30 34 42 OTOMOBİL Bu yıl yollarımızı süsleyecek yeni modellere yakından bakış GEZİ Kürt ün, Arap ın, Türk ün, Müslüman ın, Hıristiyan ın, Musevi nin bir arada yaşadığı ve her birinin kendi kültürüyle var olabildiği bir yer: Antakya. YEMEK Baharı, çiçeklenen ağaçlardan ve lalelerden önce, tezgâhlarda beliren enginarla kutluyoruz. Bu sağlık kaynağı sebzenin yaprakları arasında kat kat lezzet var. 46 48 SAĞLIK Acıbadem Aile Hastanesi Ortopedi Uzmanı Dr. Yakup Eroğlu, bilekte yoğun bir ağrıyla kendini belli eden Karpal Tünel Sendromu nun, ellerin yoğun kullanılması sonucu ortaya çıktığını ve daha ziyade kadınlarda görülen bir hastalık olduğunu belirterek, erken teşhisin tedavide son derece önemli olduğunu söylüyor. O bölgedeki kaslar hasar görmediği ve doktora gitmekte geç kalınmadığı sürece, tedavinin başarı şansı yüzde 100. UZMAN GÖZÜYLE Eğitmenimiz, Yola Elverişlilik Muayenesi yle ilgili merak edilen tüm ayrıntıları anlatıyor 52 56 58 OYUN Çeşitli firmalarca üretilen gözlükler, oyunseverleri uzun süre ekran başında olmaya davet ediyor. Hem de hiçbir şekilde baş ağrısına sebebiyet vermeden. KÜLTÜR SANAT Kültür sanat camiasından en son haberler, yıldızların yaşamından kesitler... TÜVTÜRK HABERLER ENGLISH SUMMARY İmtiyaz Sahibi TÜVTURK Kuzey Taşıt Muayene İstasyonları Yapım ve İşletim A.Ş. Adına Kemal Ören Yönetim Yeri Büyükdere Caddesi, No: 255 Kat: 17-18 Maslak-Şişli-İSTANBUL Yayın Yönetmeni Sema Uludağ Yayın Koordinatörü M. Koray Özcan (Sorumlu Müdür) Görsel Yönetmen Erhan Teksöz Yapım Yeri Doğuş Grubu İletişim Yayıncılık ve Ticaret A.Ş. Doğuş Power Center Ahi Evran Polaris Caddesi No: 4 Maslak 34398 İstanbul Tel: 0212 304 00 00 (Santral) Baskı yeri Ömür Matbaacılık A.Ş. Beysan Sanayi Sitesi Birlik Cad. No: 20 Haramidere-Beylikdüzü- İstanbul Tel: 0212 422 76 00 Yayın Türü Üç aylık yaygın süreli yayın, TÜVTÜRK Araç Muayene İstasyonları kurumsal yayınıdır, parayla satılmaz. info@tuvturk.com.tr 4 İSTASYON İSTASYON 5

HABERLER HAZIRLAYAN: TÜMAY YAZICI İLGINÇLER VE BIR O KADAR DA GÜZEL Onlar dünyanın farklı ülkelerinin coğrafyalarını güzelleştirmek için yaratılmışlar sanki Dünyanın en ilginç göllerinin araştırıldığı listede Pamukkale de var n Büyük Prizmatik Kaplıca, Benekli, Caño Cristales, Kaynayan, Pamukkale, Loktak ve Şampanya Art arda sıralandığında zihinde hiçbir çağrışıma yol açmayan bu kelimeler, dünyanın en ilginç göllerinin isimleri aslında. Aralarında Denizli nin dünyaca ünlü Pamukkale sinin de bulunduğu bu göllere biraz daha yakından bakıldığında, neden ilginç oldukları da anlaşılıyor. Büyük Prizmatik Kaplıca, ABD deki Yellowstone Milli Parkı içinde yer alan kaplıcaların en büyüğü. 90 metre çapa ve 50 metre derinliğe sahip göl, mineral oranın fazlalığı ve farklı bölgelerinde değişik bakterilerin olması nedeniyle rengârenk bir görünüme sahip. Sıcaklığın kimi yerlerde 87 santigrat dereceye ulaşmasıysa cabası. Kanada daki yerli halkın kutsal saydığı Benekli Göl ise mineral bakımından hayli zengin Gümüş ve titanyumun da bulunduğu göldeki tuzların Birinci Dünya Savaşı sırasında patlayıcı olarak kullanıldığı biliniyor. Sonbaharda renkli bir görünüme bürünen Kolombiya daki Caño Cristales gölü, hükümetin gerillalarla yürüttüğü savaş nedeniyle 2000 li yılların ortalarına kadar turistlere kapalı tutulan bir yer. Dominik Cumhuriyeti nde, Morne Trois Milli Parkı nın dağlık bölgesindeki Kaynayan Göl, ismiyle müsemma: Gerçekten de kaynıyor. Gölü kaynatansa tabanındaki çatlaktan sızan ve sıvı lavlardan çıkan sıcak gazlar. UNESCO tarafından Dünya Mirası listesindeki Pamukkale için fazla söze gerek yok. Turkuaz renkli Kokla ve hatırla! n Kokular, tek başına koku alma duyumuzla mı ilgilidir, yoksa belleğimize çeşitli sinyaller yollayıp kimi hatıraların ortaya çıkmasına neden olur mu? Çeşitli kokuların insan zihninde hatıraları canlandırmakta nasıl bir rol oynadığı sorusunun peşine düşen Amerikalı nörologlar, sonuçları www.journaldelascience.fr sitesinde yayınlanan bir araştırmaya imza attılar. Daha önceden duyduğumuz bir kokunun ve o kokuyla birlikte yaşanan anıların yıllar sonra benzer bir kokuyla nasıl tekrar ortaya çıktığını ve bu durumun beynin hangi bölümüyle ilgili olduğunu araştıran nörologlar, sularla dolu bu kireçtaşı terasları, bol mineral içeren kaplıcaların akması sonucu oluşmuş bir yer. Hindistan daki Loktak Gölü, bir yandan Hint pitonu ve jibon (şebek) gibi nesli tükenmekte olan hayvanlar için bir barınma alanı oluştururken diğer yandan da hidroelektrik santraline su sağlıyor. Gelelim Yeni Zelanda daki Şampanya Gölü ne Tıpkı bir bardak şampanyada olduğu gibi sürekli karbondioksit kabarcıklarının yükseldiği bu gölde, 900 yıl önce oluşan bu kaplıcanın yüzeyindeki sıcaklık, 74 dereceye ulaşıyor. Silika bakımından zengin olan gölün kenarları turuncu renkte olup arsenik ve antimon sülfür içeriyor. Etrafındaki kayalardaysa cıva, talyum, altın ve gümüş birikintilerinin varlığı biliniyor. buna beynin iki bölgesi arasındaki dalgaların neden olduğunu ortaya çıkardılar. Diğer bir ifadeyle ikincil koku alma bölgesi olarak bilinen, koku depolanmasını sağlayan ve bir sonraki karşılaşmada hafızadaki kokuyla kıyaslanmasında temel kısım olan entorhinal korteks bölgesiyle beyin çıkıntısı (hipokampüs) olarak adlandırılan, hafızada çok önemli bir yeri olan ve bize geçmiş olayları hatırlatan beynin zonu. Hipokampüs, koku alma soğanının hemen yanında yer alıyor. Bu da kokuyla anıların ilişkilendirilmesinde anlamlı bir çıkarım olarak kabul ediliyor. Mantık açlığı yenecek (mi?) n Geçtiğimiz günlerde BBC Future dergisinde David Robson imzasıyla yayınlanan bir haber, diyet konusuna bakışımızı farklılaştıracak nitelikteydi. Robson haberinde, Psikolog Eric Robinson un yaptığı çalışmaya yer veriyordu. Liverpool Üniversitesi nde görev yapan Robinson, özellikle kilo vermek isteyenlerin takip etmesi gereken bir araştırmacı. Araştırmasının temelini, iştahın mide kadar beynimizle de alakası olduğu üzerine kuran Robson, kilo verme konusunda en büyük desteğin hafızadan alınabileceğini savunuyor. Diğer bir ifadeyle insanın son yediği yemeği hatırlamaya çalışarak açlık ıstırabı çekmeden zayıflayabileceğine inanıyor. Bu yöntemin çıkış noktası, unutkanlık sorunu olan insanlara, özellikle de ileriye dönük amnezi (hafıza kaybı) adı verilen vakalara dayanıyor. Bu kişiler, birisiyle tanışmış, hatta onlarla sohbet etmiş olsalar da, 20 dakika sonra onları hiç hatırlamayabiliyorlar. Robinson aynı unutma halinin yemek için de geçerli olduğunu savunuyor. Açlık hissinin sadece midede salgılanan hormonlara bağlı olduğuna dair inancın her geçen gün biraz daha sarsılmasıyla birlikte, Robinson un da içinde bulunduğu bazı araştırmacılar, obeziteyle mücadelede duygusal hafızayı güçlendirmenin yollarını arıyor. Gün içerisinde neler yendiğinin akılda tutulması, yemek istenilen şeyin hayal edilmesi, bu yollar arasında bulunuyor. Gün içerisinde neler yediğini hatırlatacak bir program üzerinde çalışan Robinson un kesin sonuçlara varabilmesi için, daha zaman var. Ancak dikkatini toplayarak yemenin zayıflamaya değilse de, yemekten zevk almaya yaradığına şüphe yok. EBEVEYNLERDEN YAKIN TAKIP ABD de geliştirilen ve TeenSafe / Güvenli Gençlik adı verilen sistem sayesinde ebeveynler, 18 yaşından küçük çocuklarını yakından takip edebiliyor. n Hangi anne baba çocuğunun başını belaya sokmasını ister ki? İstemez elbette. Ama gelişen teknolojinin sunduğu bazı nimetlerin, kimi zaman tam bir muammaya dönüştüğü ve çocuklarınız gözünüzün önünde olsa bile onları tehlikeli sulara çekebileceği de bir gerçek. Nasıl mı? Tabii ki iletişim araçlarıyla ABD de yaşayan gençlerin yüzde 80 inin cep telefonunun bulunması; bu telefonların yarısından fazlasının akıllı olarak nitelendirilen sınıfın içinde yer alması; dolayısıyla da internete, sosyal medyaya rahatlıkla erişebilmesi kaygıyı artıran unsurlardan. Ancak çocuğunun okulda arkadaşlarıyla sorun yaşayıp yaşamadığını veya uyuşturucu gibi büyük bir illete bulaşıp bulaşmadığını öğrenmek isteyen ebeveynler için geliştirilen akıllı telefon Durdurun geçen zamanı n İnsan yaşamının farklı devrelerinde her şeyi olduğu gibi zamanı da farklı algılamaya başlıyor. Amerikalı biyolog Robert B. Sothern, zaman algısındaki değişimi, kendi yaşamında sınamak için son 45 yılını bu konuyu incelemeye ayırdı. Günde beş kez ateşini ve tansiyonunu ölçen Sothern, bir dakikanın geçiş süresine dair tahminlerini kaydetti ve yaşı ilerledikçe zamanın daha hızlı aktığı hissine kapıldığını fark etti Farklı hastalıklardan elde edilen bulgular, beynin en az dört bölgesinin zaman algısında rol oynayabileceğini gösteriyor. Örneğin dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu olanlarda zaman son derece yavaş akarken, orta yaşlıların bir bölümü günler ve saatler normal geçse bile, yılların hızla akıp gittiğini düşünüyor. Yaşlanma evresindeyse durum çok daha farklı... Uzmanlar, geçmişe oranla daha az deneyim yaşayan yaşlılar için zamanın çok hızlı aktığını belirtiyor. İnsanın aslında zamanı ölçerken yeni anılarını dikkate aldığını, eğer yeni bir anısı yoksa zamanın hızla aktığını düşündüğünü söyleyen uzmanların bir de önerisi var: Eğer hafta sonu tatilinizin yavaş geçmesini istiyorsanız, gününüzü evde televizyon karşısında geçirmeyin... Yeni şeyler deneyin... Pazar gecesi dönüp baktığınızda o iki günün uzun geldiğini göreceksiniz. (BBC) uygulaması, yüreklere biraz olsun su serpiyor. Uygulama, ailelere çocuklarını sadece gerçek hayatta değil, sanal âlemde de takip etme imkânı tanıyor. İlk olarak 2011 yılında piyasaya çıkan ve geride kalan üç yıllık zaman zarfında daha da geliştirilen TeenSafe / Güvenli Gençlik adlı bu uygulama sayesinde ebeveynler, bir ajan misali çocuklarını takip edebiliyor. Uygulamayı geliştiren şirket, her ne kadar anne babalardan çocuklarını takip ettiklerini onlara söylemesini tavsiye etse de sistem genel olarak gizli bir şekilde çalışıyor. Ancak bu uygulamanın hiçbir riskinin olmadığını söylemek mümkün değil. O nedenle uygulamayı satın almak isteyenlerin, çocuklarının 18 yaşının altında olduğunu kanıtlamaları gerekiyor. 6 İSTASYON İSTASYON 7

HABERLER HAZIRLAYAN: RESUL BUKSUR ZAMANIN ÖTESINDE, AKLIN IZINDE Kurmalı saatler, otomatik saatler ve kuartz dijital saatler... Şimdi de akıllı saatler hayatımızın bir parçası olmaya hazırlanıyor. n Akıllı telefonlarla başlayan her şeyin akıllandığı bir dönemde, yüzlerce yıllık saatler de bu dalgadan sonunda nasibini alıyor. Zamanı göstermenin ötesinde, mesajlaşmadan kalp atışlarınızı kaydetmeye, hava durumunu göstermekten gelen telefonları yanıtlamaya, oyunlardan yüzlerce farklı aplikasyona kadar saatler, kolumuzdaki mini bilgisayarlar olmaya artık hazırlar. Geçen yıl başlayan ilk akıllı saat hareketi, 2015 te tam bir dalgaya dönüşmek üzere. Bunda Apple ın Watch ürününü Nisan da tüm dünyada satışa çıkaracak olması da büyük bir etken... Öyle özellikler düşünülmüş ki, insan gelecekte iletişim ve zaman kavramlarının nerelere varacağını hayal bile edemiyor. İşte size çarpıcı bir örnek: Apple Watch, sizin kalp atışlarınızı ölçüp ekranda bir animasyonu haline getirerek sevgilinize, arkadaşınıza anında iletebiliyor. O da aynı anda aynı şeyi yaptığında, birbirinizin kalp atışlarının sürekli ekranda tutabiliyorsunuz. Gerçekten şaşırtıcı bir özellik... Akıllı saatler temel olarak yakındaki bir cep telefonuna bağlanarak çalışıyorlar. SMS leri, mailleri, kişileri, takviminizi kolunuzdan yönetebiliyorsunuz. Dokunmatik ekranlarıyla şimdilik en büyük sorunları pil ömürleri. Ama bu sorunun da aşılması çok sürmez. İşte size son günlerin en yeni akıllı telefon modelleri... Saat kaç mı? Dakikada 110 kalp atışı. Pebble Time Steel Apple Watch Apple ın saat işine gireceği söylentisi, iki üç yıldır teknoloji dünyasını meşgul ediyordu. Sadece söylentisi bile, birçok rakibinin akıllı saat alanına girmesinin yolunu açtı. Şirket nihayet geçen yıl, 2015 te çıkaracağı Apple Watch ı dünyaya duyurdu. Gün gelip çattı. Nisan başında satışa sunulan saat iki farklı boyutta ve standart, sport, edition versiyonlarıyla üç farklı modelde üretildi. Tabii onlarca farklı kayış seçeneğiyle neredeyse 40 farklı tasarımla karşılaşacağız. Kalp atışlarıyla, ekrana dokunarak karşı tarafın saatini titreştirme, ekrana parmağınızla bir şeyler çizme gibi oldukça yenilikçi mesajlaşma imkânlarıyla saat dünyasına ilginç bir soluk getireceği kesin... En büyük tartışma, pil ömrüyle ilgili. Şimdilik her akşam saatinizi şarja takmanız gerekecek gibi. Fiyatı henüz belli olmayan ürünü, www.apple.com/watch adresinden inceleyebilirsiniz. Huawei Watch Sony SmartWatch 3 Google ın Android Wear adıyla ürettiği saat işletim sistemini kullanan ürün, çelik gövdesi, tasarımı ve teknik özellikleriyle en dikkat çekici akıllı saatlerden biri. 1,6 inçlik dokunmatik ekran, ışık sensörleri, hız ölçer, pusula, cayroskop, dâhili GPS, Wi-Fi bağlantı, Bluetooth gibi özellikleriyle 1.2 Ghz dört çekirdekli işlemciye sahip. Suya dayanıklı saatin hafızası da 4GB. Detaylarını www.sonymobile.com adresinden bulabileceğiniz bu saatin satış fiyatı, 250 Dolar. Apple Watch Samsung Gear S Sony SmartWatch 3 Motorola Moto 360 Google ve Motorola nın birlikte Android Wear sistemini ilk uygulayan saatlerden biri olan Moto 360, yuvarlak akıllı telefon konseptinin de öncüsü oldu. 1.5 inçlik dokunmatik ekranıyla 49 gram ağırlığında. Birçok özel ekran temasıyla kişiselleştirebiliyorsunuz. 4GB dâhili bellek ve 512 MB RAM e sahip. Cayroskop, hareket algılayıcı, pusula, adım ölçer ve optik kalp atışı sensörü bulunuyor. Ses tanımayla Google aramaları yapabiliyor. Moto360.motorola.com adresinden inceleyebileceğiniz saat 250 Dolar. Motorola Moto 360 LG Watch Urban LG Watch Urban Saatler akıllanmanın ötesinde lüks tasarımlara da girdiler. LG daha önce LG G Watch R modelini bir adım öteye taşıyarak geçtiğimiz günlerde tamamen metal gövdeli ilk lüks Android Wear li akıllı saat Watch Urbane ı duyurdu. 1,3 inçlik P-OLED dokunmatik ekranla birlikte gerçek deri bir kayış kullanılıyor. Paslanmaz çelik gövdesi, gümüş veya altın parçalarla desteklenen saatin 1,2 GHz işlemcisi bulunuyor. 512 MB RAM ve 4GB emmc hafızaya sahip. Cayroskop, ivme ölçer, pusula, barometre ve kalp ritmi sensörlerinin yer aldığı saat, toza ve suya karşı da dayanıklı. http://www.lg.com/global sitesinden detaylarını inceleyebileceğiniz bu ürünün fiyatı henüz belli değil. Huawei Watch Daha önce aktivite bilekliğini çıkaran şirket, ilk akıllı saatini duyurdu. Android işletim sistemiyle gelen Huawei Watch, güçlü performans özellikleriyle dikkat çekiyor. Saatin 1,4 inçlik 400X400 piksel çözünürlüklü AMOLED ekranının yanı sıra 1,2 GHz Qualcomm işlemci, 512 MB RAM, 4GB dâhili depolama alanı var. 40 farklı arayüz temasıyla gelen Huawei Watch altın, gümüş ve siyah olmak üzere üç farklı renk seçeneği sunuyor. http://consumer.huawei.com sitesinde detaylı bilgilerini bulabileceğiniz Huawei Watch satış fiyatı henüz belli değil. YENİ VE İLGİNÇ ÜRÜNLER POLAROID KÜP KAMERA LENSTEN KAMERA n Olympus şirketi, geçen yıl Sony de gördüğümüz lens tasarımındaki kamerasını duyurdu. Hem kablosuz olarak uzaktan hem de telefona entegre edilerek çalışabilen Olympus Air, 16 megapiksel Live MOS sensöre sahip ve 289 Dolar dan satılıyor. n Polaroid in Cube adındaki kamerası, Türkiye de. 2 metreye kadar su geçirmez özelliğiyle dikkat çeken cihaz, 6 megapiksel çözünürlüklü fotoğraf çekme ve 1080p video kayıt yeteneğine sahip. Ve sadece 35 mm lik boyutları var. Mıknatıslı gövdesiyle metal yüzeylere kolayca tutturulabilen ve darbelere karşı da oldukça dayanıklı olan bu ürün 399 TL. ARABAYA 4G HIZI n Huawei, araç içi 4G LTE mobil Wi-Fi cihazını tanıttı. CarFi isimli aksesuar, araç içindeki herkesi Wi-Fi üzerinden internete bağlarken, 150 Mbps e ulaşan indirme hızı ve 10 cihaza kadar bağlantı imkânı sunuyor. Çakmak girişine takılarak kolayca kullanılan CarFi, bir araçtan diğerine de kolayca taşınabiliyor. Ahşap ve karbon fiber malzemeden SWATCH TAN VOLEYBOL SAATİ üretilen ürün, siyah, ahşap ve kırmızı olmak üzere üç farklı renk seçeneği sunuyor. n Swatch ın dokunmatik ekranlı ilk akıllı saati olan Swatch Touch Zero One ın tanıtımı yapıldı. Plaj voleybolu göz önüne alınarak geliştirilen saat, tasarımı ve özellikleriyle dikkat çekiyor. Voleybolcuların adımlarını sayabilmesinin yanı sıra katettikleri mesafeyi ölçüyor ve topa vuruş gücünü gösterebiliyor. Su geçirmez saat, akıllı telefonla bağlantı kurup, topladığı verileri gönderebiliyor. Saat 159 Dolar lık fiyatıyla raflarda. 8 İSTASYON İSTASYON 9

HAYAT Boğaz ın İlk Sahipleri GELDIK, YEDIK, BITIRDIK. BOĞAZ IN PULLU ÇOCUKLARI BIR GÜN BU SULARA GERI DÖNEBILECEK MI? Boğaziçi ne inci gibi dizili tarihi semtlerin suları, kalabalık balık sürülerine ev sahipliği yapıyor. Yeniköy de deniz kenarına kurulu mekânlarda çayını yudumlayanlar, seyre daldıkları denizin altındaki kefal sürüsünün ve ait oldukları tehlike altındaki ekosistemin olasılıkla farkında değil. 10 İSTASYON İSTASYON 11

HAYAT Yazı: HAKAN KABASAKAL Boğaz ın üzerini bir tül gibi kaplayan pus, ara sıra geçen yelkovan kuşlarının kanat çırpışlarıyla hafifçe aralanıyor. Vapur düdükleri şehrin iki yakasında adeta bir kalk borusu gibi yankılanıyor. Uyku mahmuru İstanbul günü karşılamaya hazırlanırken, geceden beri Boğaz da mekik dokuyan balıkçılar şafağın ilk ışıklarıyla birer ikişer barınağa dönüyor... Gece yemcilerinin livarlarında içine deniz suyu dolan küçük bölme lüfer var. Şanslı olanlardaysa belki fazladan birkaç tane kofana... Sütliman denize zıpkın gibi dalan bir karabatak, çok geçmeden ağzında küçük bir balıkla yeniden su üzerinde beliriyor. İnce uzun gagasıyla sıkıca kavradığı avını martılara kaptırmamak için çevresini dikkatle kolluyor. Karabatak aceleci iştahında haksız değil. Çünkü, bugünlerde Boğaz da balık bulmak, hem insanlar hem de diğer avcılar için giderek zorlaşıyor. Eskiden, sandalda, avlanan balıkların canlı kalmasını sağlayan livarlar lüferle dolup taşardı. Bugün balıkçılar o günleri buruk bir özlemle hatırlıyor... Balıkçılarımız artık karada... Sandallarını iskeleye bağlar bağlamaz denizdeki telaşları karaya taşınıyor. Lüferleri ve araya karışmış numunelik kofanaları tezgâha güzelce yerleştirme telaşı boşuna değil. Boğaz ın en asil balığı lüferin ve onun iri kıyım abisi kofananın dipdiri, kıpır kıpır olanı makbul meraklısının gözünde. İkisi de artık o kadar az çıkıyor ki Boğaz da, fiyatları da ateş pahası haliyle... Lüferi oldum olası çok severim. Sadece tadı değil ona bu kadar tutkun olmamın sebebi. Boğaz ın balıkçılık geleneğinde kendine has bir yeri olan lüfer, son zamanların gözde deyişiyle Boğaz ın marka balığı. Lüfer sürülerinin dolaşmadığı, bu çevik balığın elini eteğini çektiği bir Boğaz ın düşüncesi bile derin bir üzüntü hissetmeme yetiyor. Kendine has lezzetli beyaz eti nedeniyle şüphesiz Boğaz ın en makbul ve en aranılan balığıdır o. Ama lezzeti dışında, bu çevik avcıyla kıyasıya bir mücadele yaşamak ve en sonunda onu alt ederek avlamak için sabırsızlanan amatör ve profesyonel oltacılar, lüfer mevsimini adeta iple çeker. Mücadele zamanının yaklaştığını Boğaz a giren öncü çinekop sürüleri belli eder. Lüferin iki gömlek küçük kardeşi çinekopun da meraklısı ne yazık ki az değildir ve o da en az lüfer kadar aranılan bir balıktır. Yine de çinekop, balıkçıların yüzünde adet yerini bulsun misali bir gülümsemeden fazlasına sebep olmaz çoğu zaman. Asıl coşku oltaya lüfer ve de kofana atladığında yaşanır. 70 lerin başında evimiz Beyoğlu nda Balıkpazarı nın çok yakınındaydı. Anneannemle evin balık alışverişini çoğu zaman buradan yapardık. Evin yaşlıları kılçıklı balığı pek sevmediklerinden, daha çok orkinos ya da kılıçbalığı gibi löp etli balıklar girerdi evimize. Kanı iyice çıkıncaya kadar tuzlu suda beklettiği orkinosun piştikçe rengi açılan etini de çok severdim, ama oturduğumuz binanın ilk katında yaşayan Rum teyzenin evinde tattığım lüferler, çocukluğumun İstanbul una ait en lezzetli anılarım arasında yer alır. Çukurova dan göçmüş bir ailenin çocuğu olarak, İstanbul un balıkçılık geleneğine ait lezzetlerinin çoğunu, adını çoktan unuttuğum o Rum teyzenin anneannemin deyişiyle, madamın evinde ilk kez tatmıştım. Balıklara ve diğer deniz canlılarına karşı ilgimin zamanla tutkuya dönüşmesinde, balıkların yaşamlarını araştırmayı meslek olarak seçmemde, çocukken bu sofrada gördüklerimin payı çok fazladır. Hafifçe buharlandıktan sonra üzerine biraz zeytinyağı ve birkaç damla limon suyu gezdirilen tarak midyesi... Boğaz ın alametifarikası kara midyenin yahniden dolmaya, pilakiden tavaya çeşit çeşit yemeği... Dille damak arasında kolayca ezilen torik lakerdası... Hiç tatmadığı halde görüntüsüyle bile her seferinde anneannemin midesinde fırtınalar kopmasına neden olan pavurya salatası... Boğaz ın dibinde ve suyunda ne varsa madamın sofrasında tanışmıştım... Bunlar arasında lüfer hep başköşeye yerleşirdi. Boğaz ın balıkları arasında kendine has mevsimi olan sadece lüfer değildi. Bir görünüp bir kaybolanlar arasında kimler vardı bir bilseniz... Palamut, torik, uskumru, orki- nos ve kılıçbalığı da lüfer gibi İstanbul Boğazı nın ziyaretçileri arasındaydı. Yaz boyunca ortalarda görülmeyen bu balıklar birer ikişer pazarlarda boy göstermeye başladıklarında İstanbul için balık vaktinin geldiğini anlardık. İskorpit, eşkina, karagöz, lapin, gelincik gibi yerleşik balıklar balıkçılarda yıl boyu görülürken, suların ısınmaya başlamasıyla sırra kadem basardı Boğaz ın mevsimlik konukları. Dedemle sık sık gezmeye gittiğimiz balıkçı barınaklarında, lüfer ve diğerlerinin mevsimi yaklaşırken hep şu sözü duyardım: Yakında akın başlar, eli kulağındadır. Yazın gelişini müjdeleyen leylek sürülerini bekler gibi balık akınlarını beklerdi balıkçılar. Gözden ırak balık sürülerinin derin karanlıktaki akınları Boğaz ı tıka basa doldurdukça, pazarlar ve sofralar denizin bereketiyle dolar taşardı. Üstelik o zaman bu sabırlı bekleyişin bir anlamı vardı. Şimdilerde olduğu gibi sadece çinekop, lüfer ve palamut değildi balıkçıların özlemle bekledikleri gezginler. Bu akının sonunda denizin devleri dedikleri orkinoslar ve kılıçbalıkları da sıralarını beklerdi Boğaz a girmek için. Küçüklerin açtığı yoldan Boğaz a onlar da akın ederdi eskiden. Peki, neydi bu akın dedikleri? Lüferin, palamutun, uskumrunun sofralarımızı şenlendirmesi, İstanbul da balık vaktinin başlaması için niye ille de akının başlaması gerekti? Bu kalabalık sürülerin lüferlerin, palamut ve toriklerin, orkinosların ve kılıçbalıklarının, uskumru ve kolyozların akın akın Boğaz a gelmelerinin nedeni ne olabilirdi? Akın zamanı yaklaşınca balıkçıları hummalı bir hazırlanma telaşı sarardı. Yaz boyu olta kutusunda durmaktan kararan lüfer zokaları (içine olta iğnesi yerleştirilmiş, sarımsak dişi şeklinde kurşun ağırlıklar) birkaç damla cıva dökülüp ovularak iyice parlatılır, palamut çaparileri santim santim gözden geçirilir ve sağlamlığından emin olunmazsa yenisi yapılırdı. Orkinosçular, her biri en az birkaç yüz kilo çeken bu dev balıkların ağırlığına dayanabilmesi için, parmak kalınlığında ipler, çelik tel ve kasap çengelinden farksız olta kancalarından, Boğaz da bugüne kadar kullanılmış belki de en büyük olta takımlarını hazırlardı. Ara sıra oltalarına canavar köpekbalıkları da atladığı için yaptıkları takım sağlam olmalıydı. Akın öncesi hazırlık zamanıydı ve iyi değerlendirilmeliydi. Yediden yetmişe İstanbulluların, balıkçıların ve balık Balık pazarları bir bölgede balık ekosisteminin durumunun en net görülebileceği alanlardan biri. Balıkların her geçen yıl biraz daha artan fiyatı, Boğaz balıklarının imdat çığlığının rakamlara dönüşmüş hali gibi... 12 İSTASYON İSTASYON 13

HAYAT Boğaz da Bir Büyük Beyaz Büyük beyazın Boğaz sularındaki bilinen öyküsü 1881 de başlıyor. O yıl Şubat ayında neredeyse 4 metre uzunluğunda bir büyük beyaz Beylerbeyi nde sahile vuruyor. Boğaz daki ilk karşılaşmaya ilişkin günümüze ulaşan bir görüntü bulunmaması ise büyük talihsizlik. Ancak, bu olayı izleyen 100 yıllık dönemde Boğaz da ve Boğaz a yakın sularda en az bir düzine büyük beyaz daha yakalanıyor. Tıpkı 20 Şubat 1926 da Büyükada önlerinde yakalanmış olan bu büyük beyaz gibi. Büyük beyaz köpekbalığı da, İstanbul un hafızasından silinmiş bir başka anı... tutkunlarının daima sabırsız bir merakla ve umutla bekledikleri akınların, adına balık göçü denen çok büyük bir yaşam akışı olduğunu öğrenmeme daha yıllar vardı... İstanbul Boğazı, Akdeniz le Karadeniz arasındaki yegâne geçit olan Türk Boğazlar Sistemi nin kuzey ucunda yer alır. En basit ifadeyle, yaklaşık 30 kilometre uzunluğunda, kıvrımı bol dar bir su yolu olarak tanımlanabilir. Boğaz ı biraz daha ayrıntılı tanımlamak isteyenler, onun stratejik öneminden, zaman zaman yaşanan deniz kazalarından, yalılara bindiren dev gemilerden, kıyıları boyunca sıralanmış çay bahçelerinde ve lokantalarda çok güzel keyif yapıldığından da bahsedebilir. Ancak, çok azımız Boğaz ı tanımlarken onun yeri geldiğinde bir yaşam yolu, yeri geldiğindeyse yaşamın önünde ekolojik bir engel olduğundan bahsederiz. Boğaz ın hassas dengeler üzerinde duran bir ekosistem olmasının yanı sıra, Akdeniz ve Karadeniz arasında deniz canlılarının karşılıklı gidiş gelişlerini düzenleyen bir ekogeçit olduğundan söz edenlerin sayısıysa iki elin parmaklarını geçmeyebilir. Oysa, geçmişte İstanbul Boğazı nın, gerek yerleşik balıklarının bolluğu, gerekse mevsimlik ziyaretçilerinin akınlarıyla bir balık cennetine dönmesini sağlayan, onun bir yaşam yolu, bir ekogeçit olma özelliğidir. Nedense bu özelliği hep görmezden gelinir. Uzak denizlerden gelen ziyaretçiler, Karadeniz in besin zengini sularında iyice yağlanıp şişmanlamak ve yumurtalarını bırakmak için İstanbul Boğazı ndan geçmeye mecburdur. Akdeniz den yola çıkan sürüler, kim bilir kaç nesildir sürdürdükleri bu muhteşem yaşam yolculuğunda Karadeniz e çıkmadan önce akın akın Boğaz ı doldurur. Boğaz da durakladıkları zaman boyunca bereketli avlar verir, yüzleri güldürürler. Çocukluğumdan aşina olduğum akın kelimesi, özlemle beklenen balık sürülerinin Boğaz da arka arkaya boy göstermeleridir. Balıkbilimciler tarafından balık göçü olarak da adlandırılan akınlar sayesinde Boğaz sadece bir denizyolu olmaktan çıkar, asırlardır kıyısında yaşayan insanlara gıda ve geçim sağlayan bir yaşam kaynağına dönüşür. Balık göçü birbirini izleyen irili ufaklı yaşamların durmak bilmeyen yolculuğudur. Göç mevsiminin gelişiyle BALIK GÖÇÜ OLARAK DA ADLANDIRILAN AKINLAR SAYESINDE BOĞAZ SADECE BIR DENIZYOLU OLMAKTAN ÇIKAR, YÜZYILLARDIR KIYISINDA YAŞAYANLARA GEÇIM SAĞLAYAN BIR YAŞAM KAYNAĞINA DA DÖNÜŞÜR. hareketlenen muazzam kalabalıklar, içgüdülerine kaydedilmiş rotaları izleyerek muhteşem bir yaşam yolculuğunu başlatır. Yolcuların gelişi dört gözle beklenir. Yüzleri güldürecek, karınları doyuracak kazançtır çünkü gelmekte olan. Boğaz daki balık göçüyle, özellikle orkinos göçüyle beslenen balıkçılık kollarından birisi de dalyancılardı. En basit şekliyle ağ odalarından oluşan bir tuzak olarak tarif edebileceğimiz dalyanları, eskiden Boğaz ın iki yakasında uygun olan her yerde kurulmuş olarak görmek mümkün- dü. 2000 yılı başına kadar İstanbul Boğazı nda ve Boğaz yakını sularda, Beykoz Dalyanı da dahil sekiz tane ağ dalyanı kurulurdu. Dalyanın direğindeki derme çatma oturakta vardiyalar halinde nöbet tutan gözcüler, dalyana giren balık sürülerini haber vermek için pür dikkat denizi gözlerlerdi. Boğaz ın balıkçılık kültüründe ta Bizans tan beri var olan dalyanların son temsilcisi olan Beykoz Dalyanı, adını aldığı semtin biraz açığında tek başına bir geleneği yaşatmaya çalışıyor. Her yıl yaz başında kurulan dalyanın bir aydan biraz uzun bir av ömrü var. Bu kısa sürede dalyana ne girerse dalyancıların kısmetinde de o var. Bir zamanlar yarım tonluk orkinosların kurtulma telaşıyla parçaladıkları kalın ağlar bugün çoğu zaman istavrit, gümüş, çaça gibi ince balıklarla yetinmek zorunda kalıyor. Dalyana lüfer, palamut, hele de torik girdiğinde o gün dalyancılar için bayram demek. Ve Beykoz Dalyanı yıllardır sıkış tıkış orkinos sürülerine hasret. Vaktiyle yaz başında lüfer, palamut, torik, uskumru, kolyoz ve orkinosların kalabalık sürüler halinde Karadeniz e çıkmalarına anavasya denirdi. Karadeniz in besin zengini sularında iyice şişmanlayan balıkların suların soğumaya yüz tutmasıyla geri dönüşleri ise katavasya olarak adlandırılırdı. Bugün İstanbul da kaç kişi bu iki kelimeyi bilir orası meçhul, ancak eskiden gerek anavasya gerekse katavasya sırasında İstanbul halkı balığa doyardı, bu kesin. Öyle ki, bugün fiyatıyla el yakan lüferin, anavasya ve katavasya günlerinde yok pahasına satıldığı olurdu. Boğaz ın ziyaretçileri sadece bu balıklarla sınırlı değildi. Denizlerin en ünlü avcısı, besin zincirinin tepesindeki yırtıcı büyük beyaz köpekbalığı da (Carcharodon carcharias), peşine takıldığı sürülerin izinde Marmara ya girer, hatta daha da ileriye giderek Boğaziçi sularında boy gösterirdi. Büyük beyaz köpekbalığı ya da Boğaz balıkçılarının ona taktıkları isimle harharyas, Boğaziçi nin mevsimlik ziyaretçileri arasında hiç şüphesiz en çok korku duyulanıydı. Aralarında Samatyalı İrfan ın, Baba Hakkı nın, Şalvarlı Hüseyin in, Ali Yavur un bulunduğu Boğaz ın namlı oltacılarının orkinos oltalarına yem diye taktıkları toriklere iştahla saldıran ve saatler süren bir mücadelenin ardından kâh Galata Köprüsü nün yanında, kâh Karaköy de kurulan bir panayır çadırında meraklısına 25 kuruş karşılığı izlettirilen büyük beyaz köpekbalıkları inanması zor bir hikâye olsa da, zamanında İstanbulluların hemen her kış korkuyla karışık bir merakla izledikleri bir manzaraydı. Orkinos göçünün kesildiği Marmara da ve Boğaz da neredeyse 30 yıldır büyük beyazdan haber alınmıyor. Avının terk ettiği denize artık o da girmiyor. Rakamlar ürkütücü. Denizlerimizde su ürünleri üretimine ilişkin verilerin sağlıklı şekilde derlenerek kullanıcılara sunulması amacıyla, Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) 1967 yılından bu yana düzenli olarak yaptığı Deniz Ürünleri Anketi ni, 2014 yılı Ocak Mayıs aylarında yineledi. Sonuçları TÜİK Su Ürünleri İstatistikleri 2013 başlığı ile yayımlanan ankete göre geçtiğimiz yıl denizlerimizde yaklaşık 5 bin 225 ton lüfer ve 13 bin 157 ton kadar pala- 14 İSTASYON İSTASYON 15

HAYAT İstanbul da balıkçıların arkalarını döndükleri manzara yüzyıllar içinde büyük değişim geçirdi. Balıkçıların Boğazönü diye adlandırdıkları Pendik açıklarında balık tutan iki balıkçı, manzara değişmiş olsa da çok eski bir geleneğin takipçisi. mut ve torik avlanırken, aynı yıl orkinos av miktarı bin tonun altında kaldı. Uzak denizlerin bereketini Boğaziçi ne ve ötesine taşıyan, İstanbul pazarlarını buram buram balık kokutan göçmen balıkların yok pahasına satıldıkları bolluktan artık eser yok. Son yıllarda Marmara da tek tük yakalanan orkinoslara aldanarak eski günlerin geri geldiğini düşünmek aceleci bir iyimserlik olur. TÜİK rakamlarını okudukça tablo daha da kararıyor. Bir zamanlar uskumru ve kolyoz kaynayan Marmara Denizi nde, yine 2013 yılı rakamlarına göre 156 ton civarında kolyoz yakalandığı görülüyor. Uskumru miktarını okuyunca ürküntüyle karışık bir acı duymamak elde değil; geçtiğimiz yıl Marmara da sadece 1 ton av veren uskumrunun vaktiyle bereketli akınlar yaptığı Batı Karadeniz de 100 kilo gibi sembolik bir av vermiş olması içler acısı bir durum. Bu miktar, eskiden fındık kabuğu kadar birkaç çapari sandalının bir günde yakaladığı uskumruya ancak denk gelir. Bu arada altını çizmekte yarar var, TÜİK tarafından açıklanan miktarların ne kadarının İstanbul Boğazı nda yakalandığı raporda belirtilmemiş. Ancak av yasağının bittiği eylül başından beri Boğaz ın özellikle Paşabahçe Koyu nun sularını hallaç pamuğu gibi atan, balık bulucunun ekranında tespit ettikleri sürüleri diğerlerinden önce çevirmek için amansız bir yarışa giren irili ufaklı gırgır teknelerinin gece gündüz bitmek bilmeyen mesaisi, İstanbul Boğazı nda göçmen balık sürülerinin nasıl bir av baskısı altında olduğunu yeterince anlatıyor. Lüferle yetinmeyenler onun bir ufağı olan sarıkanata hatta henüz üreme olgunluğuna erişmemiş yavru lüferler olan çinekoplara göz dikiyor. Palamuttan önce çingene palamutları tezgâhlarda boy gösteriyor. Hatta çingene palamutundan da ufak olan vonozlar, fırsatı ganimet sayan bir avlanma anlayışı sonucu tanesi 2 3 liradan tezgâha gelebiliyor. Binlerce balıkçı ve ailelerinin hayatı, göçün sürmesine bağlıyken balıkçı tezgâhlarında sergilenen bu manzara acaba kaç kişiyi rahatsız ediyor? Boğaz da veya bir başka yerde yolu kesilen her çinekop sürüsü, her çingene palamutu hatta vonoz sürüsü, henüz üreme olgunluğuna gelmemiş balıkları, gelecek yılların lüferleri, palamutları ve toriklerini bugünden yok etmek demek. Boğaz da balık çevirmesine izin verilen her gırgırla kendi boğazımızı biraz daha sıkıyoruz, hem de göz göre göre. Oysa gelecek yıl lüfer ve palamut yemek için çinekopun, vonozun ve çingene palamutunun bugün hayatta kalarak yaşam göçüne devam etmesi gerek. İyi dilekler yetmiyor. İstanbul Boğazı asırlardır bereketiyle balıkçıların ve kent halkının yüzünü güldüren, karınlarını doyurmalarını sağlayan geleneksel bir balıkçılık bölgesi olarak bilinir. Altın Boynuz olarak da bilinen Haliç, bu geleneksel balıkçılık bölgesinde öne çıkan bir adresti eskiden. Vaktiyle voli ağlarının palamutlarla tıka basa dolduğu, hatta yumurtlamak için orkinosların girdiği zamanın altın değerindeki avlağı Haliç e neden Altın Boynuz dendiğini anlamak için bu kısa açıklama sanırım yeterli olur. Plansız şehirleşmeyle zıvanadan çıkan bir kentin tüm atıklarını kabul etmek zorunda kalan ve sonuç olarak günümüzde artık yer yer bataklığa dönüşmüş olan Altın Boynuz un bugünkü manzarası temiz ve bereketli geçmişiyle taban tabana zıt bir resim çiziyor. Boğaz sularında uygulanan balıkçılık faaliyetlerinin çeşitliliği de gözden kaçmayan bir zenginlik sergiliyor. Fanyalı ağ veya solungaç ağlarıyla koylarda tekir, barbunya, iskorpit peşine düşen; uzunlamasına ikiye bö- lünmüş bir zargananın yarısını yem diye taktıkları uzun oltayla akıntıda lüfer bekleyen; tüyleri özenle bağlanmış kalın çaparilerle Boğaz ın derinlerinden birkaç tane palamut koparmak için kar fırtına demeyen balıkçılar... Sığ kayalıklardaki her kovuğu didik didik ederek lapin, kikla, eşkina, levrek veya karagöz arayan zıpkıncılar... Çelik pençeleri andıran taraklarla dibi kazıyarak midye toplayan algarnacılar... Deniz salyangozu toplayan dalgıçlar veya nam-ı diğer nargileciler... Yaz kış demeden kıyıda gündüzü geceye bağlayan oltacıları da unutmamak gerek. Boğaz ın ekmeğini sadece büyük tonajlı endüstriyel balıkçılar yemiyor. Bu pastada küçüklerin de azımsanmayacak bir payı var. Türk Deniz Araştırmaları Vakfı (TÜDAV) tarafından 2006 yılında yayımlanan bir araştırmaya göre, İstanbul Boğazı sınırları içinde kalan bölgede 13 tane su ürünleri kooperatifi var ve söz konusu kooperatiflere kayıtlı üye sayısı 5 binin üzerinde. Her ne kadar çalışmada yayımlanan rakamlar sekiz yıl önceki durumu ortaya koyuyor olsa da yine de çok anlamlılar. TÜDAV raporuna göre 2002 yılında Boğaz bölgesinde faaliyet gösteren bin 206 balıkçı teknesi varken bu sayı 2006 da 996 ya düştü. Tekne sayısındaki %17 lik çarpıcı azalmaya Boğaz daki balık stoklarındaki düşüşün yanı sıra deniz trafiğindeki yoğunluğun neden olduğu ileri sürülüyor. Uskumrunun, orkinosun ve kılıçbalığının belki de dönmemek üzere terk ettikleri sularda palamut ve lüferin de onlara katılması an meselesi. Çoluk çocuk demeden avlamaya devam edersek Boğaz ı terk etme yolunda onların da eli kulağında. Eğer Boğaz ın son göçmenleri de bir gün burayı terk ederlerse, yaşamları onlara bağlı binlerce balıkçıyı ve ailelerini nasıl bir kaderin beklediğini hayal etmek zor değil. Ancak bu kaderi ne yazık ki kendimiz yaratıyoruz ve nedense bunu anlamamakta inat DENIZLERIN EN ÜNLÜ AVCISI, BESIN ZINCIRININ TEPESINDEKI YIRTICI BÜYÜK BEYAZ KÖPEKBALIĞI DA PEŞINE TAKILDIĞI SÜRÜLERIN IZINDE MARMARA YA GIRER, HATTA BOĞAZIÇI SULARINDA BOY GÖSTERIRDI. ediyoruz. Çinekop satın alarak lüferin, vonoz veya çingene palamutu satın alarak palamut ve toriğin azalışına katkıda bulunduğunuzu hiç düşünmüş müydünüz? Gelecek yıl bu balıkları yiyemezsek bunun suçunu kimde arayacağız? Tükenişte hiç mi payımız yok? Boğaz ın hayatta kalan son orkinosçularından Samatyalı İrfan la birkaç yıl önce yaptığım bir söyleşide, artık 90 ına merdiven dayamış olan yaşlı kurt, mazide kalan bereketli Boğaz ı özlemle anıyordu. Peşinde saatlerce koşturduğu, canını hiçe sayarak mücadele ettiği orkinosları ve arada bir oltasına takılan canavar büyük beyazları anlatırken aşina olduğu sulara dalıp gidiyordu gözleri. Çok fazla avlandığı için satılmayan ve elde kalan toriklerin nasıl bozulduğunu ve Sarayburnu önlerinde nasıl denize döküldüğünü de yine Samatyalı anlatmıştı. Artık bırakın denize dökmeyi, tezgâhtaki palamutların arasında numunelik diye sergilenecek kadar dahi çıkmadığı günler oluyor toriğin. Onun bir gömlek büyüğü olan sivri lakaplı azman torikleri çoğu İstanbullu tanımaz bile. İstanbul Boğazı nın geleneksel balıkçılık bölgesi olarak varlığını sürdürmesi için iyi dileklerden daha fazlası gerekiyor. Deniz, balık ve balıkçılık algımızda köklü bir değişime ihtiyacımız olduğu gün gibi ortada. Boğaz ı besleyen balık göçünün büyük ölçüde kesilmiş olmasında aşırı avcılıktan deniz kirliliğine, Marmara ya ve Karadeniz e girmesine farkında olmadan yardım ettiğimiz taraklı medüzün (Mnemiopsis leidyi) balık yumurtalarını yemesinden yoğun deniz trafiğine ve habitat kaybına kadar çok çeşitli nedenlerden söz edilebilir. Bunlar hemen her av mevsiminin başında, ortasında ve sonunda her fırsatta yazılıp çizilen, deyim yerindeyse artık temcit pilavına dönmüş ve bu nedenle değersizleşmeye yüz tutmuş kavramlar. Göçmen balıkları Boğaz da kapana kıstıran av baskısının şiddetlenmesinde tüketim tercihlerimizin de büyük katkısı var. Çinekopa müşteri çıkmazsa balıkçı gelecekte lüfer olacak yavruları bugünden avlamak zorunda kalmaz. Biraz sabır ve denize bolca saygıyla her iki tarafın da kazançlı çıkacağı gün gibi ortada. Yine de iyi niyetin yetmediği yerlerde toplumsal farkındalıkla desteklenen (hatta sorgulanan) ve tavizsiz uygulanan av yasakları etkili bir kontrol mekanizması oluşturmak için gerekli. İştahla yediğiniz lüferin tabağınıza gelinceye kadar çok uzun bir yol kat ettiğini lütfen her lokmada hatırlayın. Soframızın balıksız kalmaması Boğaz daki yaşam yolculuğunun aksamadan sürmesine bağlı. Balıkların peşinde balıkçılardan başkaları da var. Bir zamanlar büyük beyazları peşlerine takarak Marmara ya, hatta Boğaz a çeken balık sürülerinin sadık takipçileri arasında yunuslar da yer alıyor. 16 İSTASYON Bu konu National Geographic Türkiye dergisinden özetlenerek alınmıştır, NG Türkiye abone hattı: 444 18 59 veya 0 850 222 18 59 İSTASYON 17

TARİHTEN Akdeniz in en tehlikeli yırtıcısı Hamidiye 1913 te Balkan Savaşı nın karanlık günlerinde, Akdeniz de tek bir Türk gemisi dünyayı ayağa kaldırdı. Rauf Bey (Orbay) komutasındaki Hamidiye, sekiz aya yakın bir süre boyunca düşman gemilerini vurdu; sahillerine baskınlar yaptı, vur-kaç harekâtıyla büyük zayiat verdirip İstanbul a döndü. HAMİDİYE NİN BAŞARISI MERAK UYANDIRIYOR Şüphe yok ki ben, Koca Barbaros un bir dümen neferi dahi olamam diyen Rauf Bey, 1905 yılında II. Abdülhamit tarafından ABD ye gönderilmiş, daha sonradan paşalık rütbesi verilen Amerikalı denizci danışman Bucknam Bey le birlikte buradaki tersaneleri ve gemileri incelemişti. Rauf Bey in Akdeniz deki başarıları Atlantik ötesinde de yankı bulmuş; The New York Times gazetesinin 23 Mart 1913 tarihli sayısında ilgili bir haber yer almıştı. 18 İSTASYON İSTASYON 19

TARİHTEN Malta İTALYA Valetta 14-17 Şubat HAMİDİYE KRUVAZÖRÜNÜN DOĞU AKDENİZ VE KIZILDENİZ HAREKÂTI I. Harekât II. Harekât III. Harekât Seyir Hidrografi ve Oşinografi Dairesi Başkanlığı Seyir Haritaları verileriyle hazırlanmıştır. ŞINGIN 12 Mart YUNANİSTAN Hiç şüphe yok ki Hamidiye denince, 1913 yılında Akdeniz de akınlar yapan bir Türk kruvazörü ve komutanı Rauf Bey (Orbay) akla gelir. Hamidiye için destanlar yazıldı; kitaplar basıldı. Birçok Avrupa ülkesinin deniz harp akademilerinde Hamidiye nin akınları okutuldu. Hamidiye nin Akdeniz seferini, kimi yazarlar korsan savaşı olarak niteler, kimileri ise korsan deyimini yakışıksız bulur. Bana sorarsanız, ben de bu ikinci grubun Şıra 15 Ocak Girit Çanakkale 14 Ocak Antalya 27-28 Şubat Kekova 25 Şubat İskenderiye 16 Mart MISIR HIDİVLİĞİ (İNG.) Port Said 19 Ocak Papadda 08 Mart Turisina O S M A N L İskenderun 07 Mart Arvat Adası 02-06 Mart Beyrut 18 Ocak Hayfa 23 Şubat Gazze 22 Şubat Senafir Adası 30 Ocak Mulik 30 Ocak Diba 01 Şubat I İ M P A R A T O R L U Ğ U kat sonra onları geri gönderdi. Semendirek (Semadirek) adasının arkasından dönerek Simni nin batısından dosdoğru güneye doğru indi ve Şira (Syros) adasına geldi. Adada bulunan İngiliz gemilerini dışarı çıkardıktan sonra ateşe başladı. Limanda bulunan Makedonya isimli Yunan kruvazörünü yaraladı; sahilde bulunan cephane depolarını ve fabrikaları tahrip etti. Daha sonra güneye yönelerek Girit i dolandı ve ardından doğuya dönerek Beyrut limanına girdi. Tam demir atmıştı ki, uzaktan üç bacalı bir gemi göründü. Bu gemi, Yu- Cidde 01 Şubat Ayrılış 05 Şubat fikrine katılıyorum. Hamidiye Akdeniz de Almanların Emden kruvazörü gibi asla korsanlık yapmadı; şerefli bir biçimde, uluslararası savaş kurallarına uyarak savaştı. Osmanlı İmparatorluğu denizlerde sürekli yenilirken, Yunan donanmasından bile çekinir bir durumdayken, Balkan Harbi nde izzetinefsi kırılmış, şerefi zedelenmiş bir imparatorluğun halkına övünç kaynağı oldu; bir destan yazdı. Hamidiye 14 Ocak 1913 günü Çanakkale Boğazı ndan çıktı. Beraberinde Mecidiye kruvazörü ve Yarhisar muhribi vardı. Fananların ünlü Averoff kruvazörü olabilirdi. Aceleyle demirini kesip limandan ayrıldı (Meğer bu dumanı görülen gemi aslında o tarihten bir sene sonra Osmanlı ya sığınacak olan Alman kruvazörü dört baca Breslau, yani Midilli imiş). Hamidiye 19 Ocak 1913 te Port Said e, 20 Ocak ta da Süveyş e geldi. Rauf Bey burada eline geçen gazetelerden 15 Ocak ta Çanakkale önlerinde Türk-Yunan donanmasının karşılaştığını ve Averoff yüzünden bizim donanmanın yenilmiş olduğunu öğrendi. İstanbul la telsizle irtibata geçmek için Kızıldeniz in güneyine inip Cidde limanına demirledi ve şehirdeki telsiz istasyonundan İstanbul ile konuştu. Hamidiye 6 Şubat 1913 te Port Said ten denize açıldı. Korkunç bir fırtınaya tutulmasına rağmen 14 Şubat ta Malta ya geldi. Bu limanda uluslararası kurallara göre 24 saat kalabilecekken, Rauf Bey in politik manevraları sayesinde üç gün kalarak 450 ton kömür aldı. Buradan doğru Hayfa limanına geldi ve yine kömür aldıktan sonra Beyrut limanına geri döndü. Buradan da kazan suyu aldıktan sonra önce Antalya nın Kekova limanına, akabinde yeniden Beyrut limanına demirledi. Hamidiye her yerde coşkulu bir tezahürat ve sevgiyle karşılanıyordu. Beyrut tayken Arnavutluk taki birliklere ulaştırılmak üzere 50 ton cephane, 10 bin altın alarak hareket etti. Bu arada geminin pervasızca seyrinden çok rahatsız olan Yunanlar, üç muhribi Hamidiye yi batırmak üzere seferber etmişlerdi. 12 Mart günü İtalya çizmesinin topuğuna gelen Hamidiye, karşısına çıkan Leros isimli bir Yunan şilebini, mürettebatını aldıktan sonra mahmuzlayarak batırdı. Buradan Şinkin limanına yönelen gemi, ateş ederek limana yaklaştı. Buradaki gemilerin hemen hemen hepsi isabet aldı; altı tanesi battı; birinin kazanı patladığı için pek çok kayıp verdi. Ardından Şinkin den ayrılarak, kalan 250 ton kömürüyle ancak İskenderiye limanına varabildi. Burada halk tarafından coşkun bir tezahüratla karşılandı. Artık Şinkin baskını bütün dünyada duyulmuştu. Hamidiye artık tılsımlı bir gemiydi. Kâh orada kâh burada görülüyor; adeta uçuyordu. Oysa ki Hamidiye çok yorulmuştu. 10 bin mil yapmıştı. Zaten yeni bir gemi de değildi artık, 10 yaşına geliyordu. Kazanı ve tüm makinelerine onarım gerekiyordu. Port Said limanından 490 ton su alarak, RAUF ORBAY (1881-1964) Cibali de doğdu. Babası Muzaffer Paşa dır. 1893 te Bahriye Mektebi ne girdi ve 1899 da güverte mühendisi (teğmen) rütbesiyle mezun oldu. Selimiye fırkateyni, İdare-i Mahsusa nın vapurunda çalıştı. Önce nin ikinci kaptanlığına, sonra zırhlısına atandı. O dönemin ünlü romancısı Mehmet Rauf da bahriye subayı olduğundan, isimlerinin karıştırılmaması için kendi ismine Hüseyin i ekledi ve Hüseyin Rauf olarak anılmaya başlandı. 1909 da Hamidiye kruvazörü komutanlığına tayin oldu. Hamidiye ile ünlü akınlarını yaptı ve dönüşte korvat kaptanlığına (binbaşı) terfi etti. Bilahare kalyon kaptanlığına (albay) kadar yükseldi. Savaşın bitiminde, Ahmet İzzet Paşa kabinesinde bahriye nazırlığına getirildi. Bu nazırlığı esnasında kendisi için büyük bir talihsizlik olan, Mondros Mütarekesi ni imzaladı. 3 Mayıs 1919 da bu talihsizliği bertaraf edercesine askerlikten istifa ederek Anadolu ya geçti. Atatürk ile buluşarak Erzurum ve Sivas kongrelerine katıldı. Bu arada Sivas mebusu seçildiği için İstanbul a dönerek Meclisi Mebusan a katıldı. Fakat meclisin İngilizler Süveyş kanalını geçip Kızıldeniz e girdi. Cidde limanına oradan da Kamerun limanına gelip 600 ton kömür aldı ve tekrar Süveyş e döndü. Artık gemideki sorunlar çok artmıştı, ciddi bir bakım görmesi gerekiyordu. Bunun yeri de İstanbul limanıydı. Hamidiye, İstanbul limanından ayrılışından tam 7 ay 24 gün sonra başkente döndü. İstanbul halkı Hamidiye yi heyecanla Rauf Orbay ın mezarı, bugün Erenköy de iki cadde arasında kalan Sahrayı Cedit Mezarlığı nda bulunuyor. tarafından basılması üzerine Malta ya sürüldü. 1921 yılında buradan kurtulduktan sonra Anadolu ya döndü. Önce bayındırlık bakanı, sonra başbakan oldu. 24 Temmuz 1923 te Lozan Antlaşması imzalandıktan sonra Atatürk ün İsmet Paşa yı karşılamaya gitmesini istemesi üzerine istifa etti. Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası nın kurucularına katılarak İnönü ye karşı muhalefet saflarında yer aldı. Rauf Orbay 1926 yılında yurtdışındayken Atatürk e İzmir de düzenlenen suikast bahane edilerek İstiklal Mahkemesi tarafından gıyaben mahkûm edildi. Uzun süre memlekete dönmedi; 1933 te affedildiyse de, dönüş tarihi 1935 tir. İsmet İnönü cumhurbaşkanı olduktan sonra 1939 da milletvekili oldu; 1942-1944 yılları arasında Londra sefirliğinde bulundu (görevi esnasında kahramanı olarak, gittiği her yerde sevgi ve saygı gördü). Ölüm tarihi olan 16 Temmuz 1964 e kadar hiçbir özel ve resmi görevi kabul etmeden yaşadı. bekliyordu. 7 Eylül günü Yeşilköy önlerinde göründü. Muhrip filotillası alay sancaklarını çekmiş, bütün mürettebat çimavira vaziyetinde Hamidiye yi bekliyordu. Bayraklarla donatılmış vapurlar, sandallar, kayıklar, istimbotlar, mavnalar, sahillerde, rıhtımlarda toplanan insanlar Hamidiye ve onun kahraman süvarisi Rauf Bey i selamlıyordu. 20 İSTASYON Bu konu NTV Tarih dergisinden özetlenerek alınmıştır. İSTASYON 21

SÖYLEŞİ Hayat samimiyeti bulmaya zorluyor! Zorlu karakterin üstesinden başarıyla gelen Selen Uçer i, çok yakın bir tarihte komedideki gücünü sergilediği işlerde de izleyeceğiz. Hayat sizi gerçeği ve samimiyeti bulmaya zorluyor diyen sanatçıyla yaşamıyla ilgili samimi bir söyleşi yapıyoruz. YAZI: MURAT PAK Selen Uçer, şu sıralar sahneler arasında mekik dokuyor. Bir yandan Levent Kazak ın yönettiği BKM yapımı komedi oyunu Kurusıkı da rol alıyor, öte yandan da İkinci Kat ın Poz u için sahneye çıkıyor. Tiyatroyla bağını hiç koparmayan oyunculardan olduğunu söylemeye gerek yok. Ama onu, daha ziyade oynadığı bağımsız filmlerden tanıyoruz. Çıkış yaptığı Ümit Ünal ın Ara filminden sonra; Zincirbozan, O Çocukları, Büyük Oyun, Can, Ses gibi birçok filmde karşımıza geldi. Ara da sergilediği performansla, Altın Koza da En İyi Kadın Oyuncu seçildi. Sahnelerdeki performansları da hafızalardan çıkmaz. Mesela Özgü Namal ile karşılıklı oynadığı Kuçu Kuçu bu tür çalışmalardan biriydi. Yıllar önce Cam oyunuyla Afife Tiyatro Ödülleri Yardımcı Kadın Oyuncusu ödülü almışlığı da var. Televizyon dizilerinde de izlediğimiz Uçer, aslında mesleğini tiyatro, sinema, dizi, yani gösterebildiği her alanda icra ediyor. Ama ilginç de bir hikâyesi var. Küçük yaşta bu mesleği seçmeye karar verse de Boğaziçi Üniversitesi nde, Kimya Fakültesi nde okuyor, ama tiyatroyla bağlarını koparmıyor, okul bitince de Amerika ya gidiyor. Anlayacağınız, sıkı bir eğitim döneminden geçiyor... Sonrasındaysa filmler, oyunlar, dizilerle geçen yıllar... Yeni kuşak kadın oyuncular arasında özel bir yeri var Uçer in. Zorlu karakterlerin üstesinden gelmesi ve hep ezber bozan performanslar sunmasıyla biliniyor. Bir de pek bilinmeyen bir komedi damarı var ki, yakında onu da fark ettirecek gibi görünüyor. Makarayı başa sarıp sözü Uçer e bırakalım ve onun serüvenini kendisinden dinleyelim Küçükken oyuncu olmak istemenize rağmen kimya okumuşsunuz. Fen kafası size ne kattı ve neden kimyaya yöneldiniz? Fen kafası, daha sistemli düşünmenizi sağlıyor galiba. Bende hep bir fen kafası vardı zaten. Ortao- 22 İSTASYON İSTASYON 23

SÖYLEŞİ Bence Türkiye de komedide kadının kullanımı sorunlu diyor Uçer ve ekliyor: Ama bu da değişiyor. Büyük fotoğrafta evet, erkek komedisinin ağırlığı var, ama bir yandan da kadın komedisi ortaya çıkıyor. kulda fizik, kimya, matematik çabuk anladığım derslerdi.. Ama o yıllarda oyuncu olmayı da istiyordum. Konservatuvara girmenin peşindeydim. O kadar kararlı olmama rağmen, bu işlere başlamam zaman aldı işte (gülüyor). Aslında fen bilimlerine olan yatkınlığım, üniversiteye bu alandan girmeme neden oldu. Oturup coğrafya öğrenmek, tarihi ezberlemek yerine, bir kere de bakıp çözebildiğim kimya, fizik ve matematikle uğraşmak daha kolayıma geldi. Ben de bunun için fen ağırlıklı tercihler yaptım... Ama tiyatro aşkı okul yıllarında da devam etti galiba... Boğaziçi Üniversitesi nde tiyatroyla ilgilendim. Okul bitince de Akademi İstanbul da Işıl Kasapoğlu nun burslu öğrencisi oldum. Aynı zamanda, Levent Kırca Tiyatrosu nda oynadım ki, bu çok bilinmez. Bir yandan da Bilgi Üniversitesi nde müzik bölümünde asistanlık yapıyordum. Para biriktiriyordum, Amerika ya gitmek için... Gittim de... Neydi Amerika ya gitmek istemenizin sebebi? Bir sürü nedeni var. Belki bir Amerikan rüyası olarak özetlenebilir. Ama öte yandan bu meslek orada çok daha oturmuş durumda. Mesela bizde oyuncular haklarıyla ilgili mücadeleye 2000 li yıllarda giriştiler. Sonra sendika gündeme geldi ve 2011 de de resmi olarak kuruldu. Ama Amerika da bu noktadan başlayarak oyunculuk, meslek olarak iyice detaylanmış durumda. Bir sürü yöntem var. Bunları deneyimleyeyim, öğreneyim istedim. Chicago da Roosevelt Üniversitesi nde master yaptım. Sonra New York ta Ensemble Theater da stajyer oyuncu olarak çalışmaya başladım. Burada herkes kendi projesini üretiyordu. Ben de bir komedi oyunu yazdım Amerikan Rüyası adıyla Ensemble Theater tarafından sahnelendi. Kalmayı istiyor muydunuz? Hayır, istemedim. En başında Amerika ya giderken bile, orada meslekle ilgili öğreneceğim ne varsa öğrenip sonra geri döneyim düşüncesi vardı. Zaten bu meslek daha ziyade yaparak öğreniliyor. Üç buçuk yıl kaldım, sonra Türkiye ye döndüm. Dönünce de Aaa Selen Uçer gelmiş diye bir durum olmadı kuşkusuz... Evet, benim için biraz zor oldu. Klasik konservatuvar çıkışlı biri olmadığım için kendimi ifade etmem, buradaki sistemi ve sistemin içindeki üslubu anlamam zaman aldı. Sistem farklı olana kapılarını açmıyor mu Türkiye de? Kimi sıkıntılar var elbette. Ama gitgide değişiyor ve bu sıkıntılar da aşılıyor. Aklın yolu bir çünkü Daha dinamik; zamanın ruhunu, gerçeğini yakalayan anlatımların çok daha kıymetli olduğunu artık herkes görüyor. Sinemada da tiyatroda da böyle bir değişim var. Ortaya birtakım kalıplarla değil de gerçekle yoğrulmuş eserler koymalısınız ki, seyircide bir karşılık bulsun. Yoksa ya seyirci ya anlaşılma sorunları ortaya çıkıyor. Yani hayat sizi o gerçeği ve samimiyeti bulmaya zorluyor. Tiyatro sanki son yıllarda silkindi ve ezberleri bozmaya başladı. Bu konuda siz ne düşünüyorsunuz? Tiyatro, hem sisteme ayna tutabileceğin hem de o sisteme tavır koyabileceğin bir yer. Dolayısıyla aslında son yıllarda dili çözüldü ve söylemesi gerekeni söylüyor. Ama bu noktada samimiyet önem kazanıyor. İster popüler, ister arthouse iş yapın, samimiyet olunca seyirci yaptığınızı sahipleniyor. Peki, sinemada bu durum daha mı erken keşfedildi? Galiba... Malum, yeni sinema hareketi, kendi hikâyelerimizi anlatmayla başlayınca ivme kazandı. Tiyatroda da yerli yazım oyunlar son yıllarda arttı. Kendini sahiplenip bir meseleyi kendinden anlatmaya başlayınca, daha fazla önemseniyorsun. Başka bir hikâyeyi kendinize uydurmanız da bir yöntem, ama bizden hikâyelerin anlatılması daha anlamlı oluyor bence. Kadın temsili konusunda sinemamızın problemli olduğu biliniyor. Siz de rol seçerken belli kalıplara girmemek için direniyorsunuz. Tiyatroda durum nedir? Tiyatroda durum daha iyi, çünkü daha özgür bir alan Bütçeler sınırlı olduğu için özgür olunabiliyor. Özgürce, samimi bir şekilde sözünü söyleyince, o söz hiç umulmayan noktalara ulaşabiliyor. Enteresan bir gücü var bu anlamda tiyatronun. Sinemada ya da televizyon dizilerinde, oyuncuyu belli rollere hapsetmenin ne gibi dezavantajları oluyor? Ben, her oynadığım rolün bir öncekine benzememesine çalıştım hep. Oyunculuk dediğiniz de bir dönüşüm zaten. Kendinizden yola çıkıp Ayşe ya da Fatma oluyorsunuz. Kimileri de kendi personasının (kendi kişilik özelliklerinin) oluşturduğu yoldan gidiyor. O da bir yöntem, yanlış değil. Ama ben bahsettiğim o dönüşüme âşığım. Oynadığım karakterin, olaylar karşısında verdiği tepkinin beni şaşırtması hoşuma gidiyor. Sahnede oynarken karakteriniz öyle bir tepki veriyor ki mesela, o Selen değil, bunu biliyorum. Bu durumu çok seviyorum. Zaten hayran olduğumuz oyuncular da böyle performans sergiliyor. Sizin bu dönüşümü gerçekleştirmenize sinema yönetmenleri mi, yoksa tiyatro yönetmenleri mi daha açık? İşin aslı bu yönetmenden yönetmene değişiyor. Kimi yönetmen, sizin bu dönüşümü yapacağınıza inanıyor. Kimi yönetmene bu dönüşümü yapacağınızı hissettirmeniz gerekiyor. Sinemada birçok filmde oynadınız. Bağımsız filmlerde de sizi sıklıkla gördük. Hangileri kalıcı oldu sizin için? Ümit Ünal ın yönettiği Ara, benim için özel bir filmdir. Onun yeri ayrıdır. Belki çıkış filmim olduğu için, bilemiyorum. Mesela o filmdeki karakterin iki kültür arasında kalmışlığıyla, benim Amerika dan yeni gelmiş ve adaptasyon sorunu yaşıyor olmam iyi örtüşmüştü. Zaten buna inanırım, roller oyuncuyu olgunlaştırır. O rol de bana birçok şey öğretti. Peki, siz Türkiye ye dönünce nasıl bir adaptasyon sorunu yaşamıştınız? Bir uyum sorunu, dil sorunu vardı. Ben daha açık bir insanımdır, ama bu açıklık, buradaki sisteme çok uymadı. Şu sıralar, oyunlar arası mekik dokuduğunuz bir dönem. Hem Kurusıkı hem de Poz da oynuyorsunuz Şanslı bir dönemdeyim. Geçen gün BKM nin oyunu Kurusıkı nın kulisine bir arkadaşım geldi. Poz u da seyretmiş. Sen bir orada, bir buradasın; kafalar karışık dedi. Kafam hiç karışık değil. Hem Kurusıkı ile komedi yaparak insanlara iyi bir eğlence sunan bir oyunun içerisindeyim hem de daha kendi görüşlerimin uyuştuğu, bir söz söyleyen alternatif tiyatronun sınırlarındaki Poz da rol alıyorum. Komediyle flörtünüz ne zaman tavan yapar? Levent Kırca Tiyatrosu nda çalıştım demiştim, yani komediye karşı ilgim vardı (Gülüyor). 1998 de Boğaziçi Oyuncuları ndan ayrılmıştım ve BKM ye gideyim demiştim. Bu yol biraz uzun oldu sanırım. BKM ye ulaşmam, 17 yıl sürdü. Aslında yakın çevrem komediye düşkünlüğümü biliyordu. Şimdi daha görünür oldu. Bir de sinemada çok farklı rollerde oynadığım, kendimi bir kalıbın içinde tutmadığım için, komediyi sinemaya taşımam insanlara şaşırtıcı geliyor tabii. Oysa Cam ile Afife Tiyatro Ödülleri nde komedi dalında En İyi Yardımcı Kadın Oyuncusu seçilmiştim. BEN HEP, OYNADIĞIM ROLÜN BIR ÖNCEKINE BENZEMEMESINE ÇALIŞTIM. OYUNCULUK DEDIĞINIZ DE BIR DÖNÜŞÜM ZATEN. Yani komedi mayamda vardı diyorsunuz... Peki, neden şimdiye kadar göstermediniz? Komedi zaten cepteydi, ama ben cebimde olmayanlarla ortaya çıktım. Farklı farklı karakterleri seçip kendimi zorladım. Onları yorumlarken klişelere sığınmadım. Belki Amerika ya gitmeseydim, Levent Kırca Tiyatrosu ndan sonra o komedi damarına girecektim. Çünkü teklifler gelmeye başlamıştı. Ama Amerika ya gittim, geldim, bağımsız filmlerde oynadım, alternatif tiyatro oyunlarında yer aldım şimdi de komedi damarım açıldı. Sinemacılar sizdeki bu komedi damarını keşfeder umarım Ne diyeyim, olur herhalde bir şeyler. Türkiye de birtakım kalıplar aslında yavaş yavaş yıkılıyor. Mesela star olarak görülen bir oyuncu, bir bakıyorsunuz bağımsız bir filmde rol alıyor. Yani ben de daha popüler bir işte olabilirim. İnsanları güldürmek güzel bir şey. Bir de komedinin çeşitleri var. İçi boş olduğu düşünülmesin. Mesela kara komedi diye bir yaklaşım var. Ki ben kara komediciyim. Woody Allen diye bir gerçek var. Atıf Yılmaz ın filmleri var. Çok severim onun filmlerini. Bence Türkiye de komedide kadının kullanımı sorunlu Ama bu da değişiyor. Büyük fotoğrafta evet, erkek komedisinin ağırlığı var, ama bir yandan da kadın komedisi de ortaya çıkıyor. Bunu da görmek gerekiyor. 24 İSTASYON İSTASYON 25

KARİYER Mutluluk Kafdağı nın ardında değil! Dale Carnegie nin Üzüntüyü Bırak Yaşamaya Bak ve Dost Kazanma ve İnsanları Etkileme Sanatı kitaplarından derlenerek hazırlanan İşten ve Yaşamdan Zevk Almanın Yolları, iş ve özel yaşamda mutluluğun erişilmesi zor bir duygu olmadığına vurgu yapıyor. Amerikalı yazar, hatip, kişisel gelişim ve kişiler arası iletişim uzmanı Dale Carnegie, 1955 yılında hayata gözlerini yumduğunda, ardında çok değerli eserler bırakmıştı. Üzüntüyü Bırak Yaşamaya Bak ile Dost Kazanma ve İnsanları Etkileme Sanatı da bu kitaplar arasındaydı. Her iki çalışma, aradan geçen yıllara rağmen güncelliğini koruyor. Söz konusu iki çalışmadan derlenen bölümler ise tek bir başlık altında ve ayrı bir kitapta toplanıp İşten ve Yaşamdan Zevk Almanın Yolları adıyla yayınlandı. Çeşitli yayınevleri tarafından dilimize de çevrilen bu eserde yer alan tavsiyelerin, kimi zaman hayatımızı rahatlatabileceği, hatta bizleri mutlu bile edebileceği gerçeğinden yola çıkarak kitabın özetini sizlerle paylaşıyoruz. Dale Carnegie, insanın mutluluğa erişmesini önemseyen bir iletişimci. Ve bu unsurların ilk sırasına insanın kendini keşfetmesini ve kendi gibi olmasını koyuyor. Siz dünyada yepyeni bir varlıksınız. Bunun için mutlu olun. Doğanın size verdiklerini değerlendirin. Sanatınız sizi yansıtır. Olduğunuz gibi şarkı söylersiniz. Olduğunuz gibi resim yaparsınız. Sizi oluşturan şey deneyimleriniz, çevreniz ve genetik özelliklerinizdir. İyi ya da kötü, kendi küçük bahçenizi ekip biçmeniz, hayat denen orkestrada kendi küçük enstrümanınızı çalmanız gerekir, diyor Carnegie ve ekliyor: Emerson, Kendine Güvenmek adlı yazısında şöyle diyor: Herkes bir gün imrenmenin kendini aşağılamak, taklidin intihar olduğunu anlar. Kendisini, iyi ya da kötü, olduğu gibi görmesi gerektiğini öğrenir. Kendinizi huzurlu ve özgür hissetmenizi sağlayacak zihinsel bir tutum geliştirmek istiyorsanız, şunu unutmayın: Başkalarını taklit etmeyin. Kendinizi keşfedin ve kendiniz olun. İYI ÇALIŞMA ALIŞKANLIĞI Carnegie, mutluluğa giden yolun ikinci adımının yorgunluğa ve üzüntüye engel olabilmekten geçtiğine, bunun için de çalışma alışkanlıklarının iyileştirilmesine dikkat çekiyor. İyi çalışma alışkanlığına ait maddeleri dört başlık altında toplayan yazar, Şair Pope den alıntıladığı Düzen cennetin ilk yasasıdır diyerek, önceliği düzenli olmaya veriyor: Hemen çözümlenmesi gereken sorunlarla ilgili olanlar dışında tüm kâğıtları masanızdan kaldırın Yapılacak milyonlarca işin olduğu ve bunları yapmaya vaktinizin olmadığı size sürekli hatırlatılırsa, gerilim ve yorgunluğa neden olmakla kalmayıp yüksek tansiyon, kalp düzensizlikleri ve ülser gibi hastalıklara da yol açarak sizi üzebilir. İyi çalışma alışkanlığı listesinin ikinci sırasında işlerin Dale Cornegie, ülkemizdeki yayınevleri tarafından hayli önemsenen bir yazar. Kitapları da farklı yayınevleri tarafından, farklı tarihlerde basılarak dilimize kazandırıldı. önemlerine göre sıralanması bulunuyor. Düşünme ve işleri önemine göre sıralamanın paha biçilmez yetenekler olduğunu belirten Carnegie, ıssız bir adaya düşen Robinson Crusoe'un bile günün hangi saatinde, hangi işi yapacağını gösteren bir çizelge hazırladığını hatırlatıyor. Bir problemle karşılaşıldığında karar verecek kadar veriye sahip olunduğunda problemin hemen çözülmesi gerekliliğini üçüncü sıraya yerleştiren yazar, dördüncü ve son maddede, işleri organize etmeyi, yetki devretmeyi ve yönetmeyi öğrenin diyor: Pek çok işadamı, sorumlulukları başkalarına devretmeyi asla öğrenemediklerinden ve her işi kendileri yapmaya kalkıştıklarından kendi mezarlarını kazmaktadırlar Yetkiyi devretmek zor bir iş olsa da yöneticiler, endişe, gerilim ve yorgunluktan kaçınmak istiyorlarsa bunu yapmak zorundalar. Gelelim mutlu ve verimli olmanın üçüncü maddesine. Burada yazar, kişilerin kendilerini gerçekten yoran nedenleri bulmasını ve bundan kurtulmak için neler yapabileceğini belirlemesini salık veriyor. Gerilim bir alışkanlıktır. Dinlenmek de bir alışkanlıktır. Kötü alışkanlıklardan kurtulabilir, iyi alışkanlıklar edinebilirsiniz diyen Dale Carnegie, gevşeyip dinlenmeye vesile olabilecek yöntemlerin başında boş bir çuval misali gevşemenin geldiğini belirtiyor. İkinci olarak olabildiğince rahat pozisyonda çalışmayı öneren yazar, üçüncü maddedeyse kişinin kendine günde birkaç kez işimi olduğundan daha mı güçleştiriyorum; yaptığım işle hiç ilgisi olmayan kaslarımı mı kullanıyorum sorularını yöneltmesinin önemine vurgu yapıyor. Son maddedeyse, gün sonunda Ne kadar yorgunum? Eğer yorgunsam bu zihnimizi fazla çalıştırdığımdan değil, bu işi yapış biçimimden kaynaklanıyor demeyi öneriyor. İnsanın kendini mutlu hissetmesinin yollarından biri de sıkıntıdan arınmış olması kuşkusuz. Yorgunluğun belli başlı sebeplerinden birinin sıkıntıdan kaynaklandığını; bezginli- ÜZÜNTÜYÜ BIRAKIP YAŞAMAYA BAKMANIN KURALLARI Başkalarını taklit etmeyin. İyi çalışma alışkanlıkları edinin. İşinizde gevşemeyi öğrenin. İşinizi coşkuyla yapın. Sorunlarınıza üzülmek yerine sahip olduklarınıza şükredin. Haksız eleştirinin aslında maskelenmiş bir övgü olduğunu unutmayın. 26 İSTASYON İSTASYON 27

KARİYER KENDINIZI HUZURLU VE ÖZGÜR HISSETMENIZI SAĞLAYACAK ZIHINSEL BIR TUTUM GELIŞTIRMEK ISTIYORSANIZ, ŞUNU UNUTMAYIN: BAŞKALARINI TAKLIT ETMEYIN. KENDINIZI KEŞFEDIN VE KENDINIZ OLUN. ğin insanı dağa tırmanma gibi yorucu ve çetin bir aktiviteden daha çok yorduğunu düşünen Carnegie, bu konudaki düşüncelerini şu sözlerle aktarıyor: Çalıştığımız için yorulmayız; bizi yoran şey kaygı, işlerin bozulması ve hayal kırıklıklarıdır. Gün boyunca, her saat başı kendi kendinizle konuşarak kendinizi cesaret ve mutluluk veren düşüncelere yönlendirebilirsiniz. Elde ettiğiniz için şükretmeniz gereken şeyler konusunda kendi kendinizle konuşarak zihninizi sizi yücelten ve keyifle şakıyan düşüncelerle doldurabilirsiniz. Doğruları düşünerek her işi daha zevkli bir hale getirebilirsiniz. Gelelim mutlu olabilmenin bir sonraki anahtarına. Beşinci maddeye bir soruyla başlıyor Carnegie: Size bir milyon Dolar verseler, elinizdekileri verir miydiniz? Yaşamımızdaki şeylerin yüzde 90 ının doğru, yüzde 10 unun yanlış olduğunu; mutlu olmak isteyenlerin yüzde doksana yönelmesi gerektiğini söylüyor ve soruyor: Gözlerinizi bir milyar Dolar a satar mıydınız? Ya iki bacağınız için ne istersiniz? Ellerinizi satar mısınız? Kulağınızı? Çocuklarınızı? Ailenizi? Bunların karşılığında ne istersiniz? Sahip olduklarınızı şöyle bir toplayın. Peki, bunların değerini biliyor muyuz? Ne yazık ki hayır... Schopenhauer ın dediği gibi, sahip olduklarımızı çok az, sahip olamadıklarımızı her zaman düşünürüz. Sorunlarınıza üzülmek yerine sahip olduklarınıza şükredin. Kitabında eleştirilerin insanı mutsuz eden nedenlerden biri olduğuna vurgu yapan Carnegie, eleştirilerin çoğunlukla dikkat çekecek kadar büyük bir işe imza atan kişilere yöneltildiğini; haksız eleştirilerin aslında maskelenmiş bir övgü olduğunu akıldan çıkartmamak gerektiğini belirterek Meyve veren ağacı taşlarlar diyor. Haksız bir eleştiriyle karşılaşanlara bir de tavsiyede bulunuyor yazar: Elinizden geleni yapın; sonra şemsiyenizi açın ve eleştiri yağmurunun ensenizden içeri süzülmesini engelleyin. BILMEK AFFETMEKTIR! Bunlar insanın mutlu olmak amacıyla yapabileceği girişimlerden bazıları. Ancak mutlu olmanın bir diğer önemli unsuru da başkalarıyla doğru ve iyi iletişim kurabilmek. İnsanın hem sosyal hem de ev yaşamında mutlu olmasını sağlayan ilişki yönetiminde ilk sıraya karşımızdakini anlamayı oturtuyor Carnegie. Bu noktada Bilmek affetmektir tanımlamasını kullanan yazar, sempatinin, hoşgörünün ve nezaketin eleştiriden çok daha yararlı olduğunu savunarak eleştirmemeyi, kınamamayı ve şikâyet etmemeyi tavsiye ediyor. İnsan ilişkilerindeki sırrın kendi isteklerimizi bir kenara bırakıp diğer kişilerin iyi yönlerini düşünmek olduğuna; dürüst ve içten övgüyü kimseden esirgememek gerektiğine dikkat çeken Carnegie, karşısındakinde istek uyandırabilen kişilerin tüm dünyanın desteğini alabileceğini, yapamayanlarınsa yalnız kalacağını söylüyor. Sürekli ben diyerek konuşan, kendinden başkasını önemsemeyen kişilerin yaşamları boyunca çok zorluk çekeceğine ve başkalarına zarar verebileceğine de vurgu yapan yazar, Eğer başkalarının sizi sevmesini istiyorsanız, eğer gerçek dostlar edinmek istiyorsanız ve eğer kendinize oldu- ğu kadar başkalarına da yardım etmek istiyorsanız bu kuralı aklınızda tutun: Başkalarıyla içtenlikle ilgilenin, diyor. Peki, insanların bizden hoşlanmasını nasıl sağlarız? Bu sorunun cevabında çok önemli bir yasadan söz eden Carnegie ve kitabında şu ifadelere yer veriyor: Filozoflar binlerce yıldır insan ilişkileri üzerinde konuşup tartışıyorlar. Tüm bu tartışmalardan çıkan bir tek önemli kural var Yirmi beş yüzyıl önce İran da Zerdüşt müritlerine bu kural öğretilmişti. Yirmi dört yüzyıl önce Konfüçyüs, Çin de yine aynı konuda vaaz vermişti. Taoizmin kurucusu Tao ise yine yirmi beş yüzyıl önce aynı ilkeleri tekrarlamıştı. İsa on dokuz yüzyıl önce, Cudi Dağı nın taşlı yamaçlarında aynı kuralı öğretmiş ve belki de dünyadaki bu en önemli kuralı bir cümlede toplamıştır: Başkalarının sana ne yapmasını istiyorsan, sen de onlara aynısını yap. Çok az kişinin, bir başkasının düşünce sığınağına girerek onunla kol kola yürüme yeteneğine sahip olduğunu belirten Carnegie, bu yeteneği geliştirmenin insanları işbirliğine ikna etmede son derece önemli olduğunu söylüyor. Düşman kazanmaktan kesinlikle kaçınılması gerektiğini ifade eden yazar, Pek çoğumuz kuşku, korku, onur, imrenme, kıskançlık gibi duyguların kölesiyiz Karşınızdaki kişiyle; bir müşterinizle, dostunuzla ya da düşmanınızla tartışmayın. Onlara hatalı olduklarını söylemeyin. Diplomatik olun. Başkalarının görüşlerine saygı duyun. Asla yanılıyorsun demeyin. Nezaket, dostça yaklaşım ve insanın değerini bilmek kişilerin düşüncelerini daha kolaylıkla değiştirmelerini sağlar. Lincoln ün sözlerini unutmayın: Bir damla bal, bir galon zehirden daha çok sinek avlar. Daima dostça yaklaşın. DOST KAZANMA VE INSANLARI ETKILEME SANATININ KURALLARI Eleştirmeyin, kınamayın ve şikâyet etmeyin. Dürüst ve içten övgüyü esirgemeyin. Karşınızdakinde istek uyandırın. Başkalarıyla içtenlikle ilgilenin. Karşınızdaki kişiye önemli biri olduğunu hissettirin ve bunu içtenlikle yapın. Başkalarının görüşlerine saygı duyun. Yanılıyorsun! demeyin. Daima dostça yaklaşın. Karşınızdaki insana Evet! Evet! dedirtin. Bırakın karşınızdaki kişi fikirlerin kendisinden çıktığını sansın. Daima kişilerin hassas oldukları konulara değinin. İnsanların yanlışlarını onlara, bunları dolaylı yollardan anlatarak gösterin. Karşınızdaki insanı eleştirmeden önce kendi hatalarınızdan söz edin. Emir vermek yerine sorular sorun. İnsanın ayıbını yüzüne vurmayın. SOKRATES YÖNTEMI NI KULLANIN! Kitaplarında sık sık önde gelen yazarlara ve felsefecilere atıfta bulunan ve onların çalışmalarından alıntılar yapan Carnegie, Sokrates e ve onun yöntemine önemli bir yer ayırıyor. Okurlarına insanlarla konuşurken, söze karşıt görüşleri tartışarak değil, fikir birliği içinde olunanları ön plana çıkararak başlanması gerektiğini anlatan yazar, Sokrates in karşısındaki kişiye Evet! dedirtecek sorular yöneltmesinden ve birbiri ardına olumlu yanıtlar almasından yola çıkarak, bu yöntemin kullanılmasını öneriyor: Birine yanıldığını söyleyeceğiniz zaman Sokrates ı anımsayın ve Evet!, Evet! yanıtı alacağınız yumuşak sorular yöneltin. Çinlilerin Doğu nun bilgeliğini yansıtan güzel bir atasözü vardır: Yavaş giden yol alır. Karşınızdakine Evet! Evet! dedirtin. Karşımızdakilerle işbirliğine girmenin bir yolu Sokrates Yöntemi yse bir diğer yolu da insanlara fikirlerin kendisine ait olduğunu hissettirmekten geçiyor. Hiç kimseye zorla bir iş yaptırılamayacağını; ne yapması gerektiğini söylenmesinden kimsenin hoşlanmadığını belirten Carnegie, Çinli bilge Lao-Tse nin bugün de benimsenebilecek sözlerini hatırlatıyor: Dağlarda akıp giden derelerin nehir ve denizlere katkısı büyüktür, çünkü nehirler ve denizler daha aşağıdadır. Bu nedenle derelere hükmedebilirler. Bırakın karşınızdaki kişi fikirlerin kendisinden çıktığını sansın. İnsanlar, her ne kadar yaptığı işin başarısının kendinden kaynaklandığına inansa da hoşa gitmek istediklerine dikkat çeken yazar, insanları yönlendirmek için hoşa giden davranışlar üzerinde durmak gerektiğini belirtiyor. Örneğin karşımızdakinin dürüstlüğüne, doğru sözlülüğüne inandığımızı belirtirsek, kötü niyetli olanların bile olumlu bir kişi olabileceğine dem vuruyor. Eleştirilerin direkt değil, dolaylı yoldan yapılmasını insanları kırmadan ya da incitmeden değiştirmenin yollarından biri olarak gösteren Carnegie, Karşınızdaki insanı eleştirmeden önce kendi yanlışlıklarınızdan söz edin. Yani iğneyi kendinize, çuvaldızı başkasına batırın diyor. Carnegie, kitabında tüm yöneticilerin kulağında küpe olması gereken iki noktaya da özellikle değiniyor. Bunlardan birincisi bir insanın hatasını, ayıbını yüzüne vurmamak. Bu konuyu Antoine de Saint-Exupery den alıntıladığı bir sözle açıklıyor yazar: Bir insanı kendi değer yargısında küçültecek hiçbir şeyi yazma veya söyleme hakkına sahip değilim. Önemli olan benim onun hakkında ne düşündüğüm değil, onun kendi hakkında ne düşündüğüdür. Bir insanın onurunu incitmek cinayettir. Yöneticilerin dikkatli olması gereken bir diğer unsur ise emir vermemek. Bu maddeyle ilgili gayet net sözler sarf ediyor Carnegie: Akıllı bir yöneticiyseniz emir vermek yerine sorular sorarsınız. 28 İSTASYON İSTASYON 29

OTOMOBİL HAZIRLAYAN: FATİH YURDATAPAN VOLVO XC90 PORSCHE 911 GT3 RS Bu yıl yollar çok hareketli Yeni yılın ilk çeyreğini geride bıraktık. Bugüne kadar gördüklerimizden yola çıkarak, 2015 in yollarda çok renkli ve çok dinamik geçeceğini söylemek mümkün. Zira yıl boyunca birçok yeni otomobil modeli Türkiye ye adım atacak. Bu yeni modellerle birlikte, 2015 yılı da oldukça hareketli geçecek. Geliş tarihi: Nisan Volvo nun yeni altyapısını kullanacak olan XC90, farklı tasarımıyla da dikkat çekiyor. Birçok yeni güvenlik teknolojisinin bulunacağı XC90, bu sınıfa farklı bir rekabet getirecek. İç tasarımında da farklı bir çizgiye sahip olan model, orta konsolda büyük bir dokunmatik ekrana sahip olacak. Ayrıca yedi koltuklu olarak kullanılabiliyor. Geliş tarihi: Nisan Skoda nın B segmentindeki temsilcisi Fabia nın uzun zamandır yenilenmesini bekleyen kullanıcılar, kendilerini tatmin edecek bir modelle karşılaşacaklar. Hem hatchback hem de station karoserde satılacak Fabia, motordan teknolojik ve pratik özelliklere kadar, tamamen yenilendi. PORSCHE CAYMAN GT4 Geliş tarihi: Mayıs Porsche nin ortadan motorlu ve denge konusunda neredeyse rakipsiz olan otomobili Cayman, GT4 versiyonuyla büyülemeye devam edecek. 7400 d/dak da 380 beygir güç üreten Cayman GT4, sadece altı ileri manuel şanzımanla satılacak ve otomatik opsiyonu olmayacak. Bu da performans meraklılarının hoşuna gidecek bir özellik. 0-100 km/s hızlanması 4,4 saniye ve azami hızı ise saatte 295 kilometre. Geliş tarihi: Nisan Eğer Porsche 911 den bile daha agresif bir otomobil arıyorsanız, Porsche nin size yanıtı 911 GT3 RS olacaktır. En aşırı Porsche 911 olarak tanımlayabileceğimiz bu özel araç, 4.0 lt motoruyla birlikte 500 beygirlik güç üretiyor. Her ne kadar yol otomobili olsa da, tamamen pistlerden esinlenerek yapıldı. En kuvvetli atmosferik motorlu 911 olan GT3 RS, üzerindeki aero paketiyle birlikte çok dikkat çekiyor. Yedi ileri çift kavramalı PDK otomatik şanzımana sahip ve 0-100 km/s hızlanması, sadece 3,3 saniye sürüyor. Geliş tarihi: Mayıs Audi nin büyük SUV modeli, 2005 yılında piyasaya çıktığından beri büyük bir beğeni topladı. Bu yılsa bu aracın ikinci jenerasyonunu göreceğiz. Q7, tüm özellikleriyle birlikte gelişmeyi başardı. Yeni platform sayesinde 300 kilogramdan daha fazla hafifledi. İlk jenerasyona göre ağırlık merkezi daha aşağıya çekilerek daha sportif bir sürüş sunması da cabası SKODA FABIA AUDI Q7 FIAT 500X Geliş tarihi: Nisan Fiat ın ikon modeli 500, giderek genişliyor. 2007 de ilk olarak yenilenerek yeniden hayata geçirilen 500, birçok versiyonla birlikte güçlü satış rakamları elde etti. Ardından daha büyük 500L piyasaya çıktı. Şimdi ise biraz daha yüksek bir versiyon olan 500X kullanıcılarla buluşuyor. Daha yüksek oturma pozisyonuna sahip 500X, aynı zamanda 500 ün sempatik özelliklerini taşıyor. HYUNDAI i20 COUPE Geliş tarihi: Nisan Küçük sınıf otomobil satın almak isteyenlerin sportif tercihleri sınırlı olsa da, Hyundai nin yeni i20 modeli için coupe versiyonu yapıldı. Bu üç kapılı model, beş kapılı otomobilin benzer motor seçeneklerini sunuyor, fakat görsel olarak daha sportif hatlara, daha şişkin çamurluklara ve daha büyük ızgaraya sahip. 30 İSTASYON İSTASYON 31

OTOMOBİL VOLKSWAGEN T6 Transporter Geliş tarihi: Mayıs Sunduğu kalite ve sürüş konforuyla fark yaratmayı başaran VW Transporter, Mayıs ayında tamamen yeni haliyle birlikte kullanıcılarla buluşacak. Yeni jenerasyonda özellikle güvenlik ve multimedya özellikleri ön plana çıkacak. Ayrıca yeni bir altyapı kullanılacak. Yeni model, Tristar konseptinin hatlarından oluşacak. Geliş tarihi: Ağustos Geniş hacmi, sürüş konforunu ve lüks donanımları uygun fiyatlarla birleştirmeyi başaran Skoda Superb, yeni jenerasyonunda bunu sürdürecek. Hem de bunu daha dikkat çekici tasarımla birlikte gerçekleştirecek. VW Grubu nun MQB platformunu kullanan yeni Superb, güvenlik özellikleriyle de önemli yenilikler getirecek. SKODA SUPERB TOYOTA AVENSIS JAGUAR XE Geliş tarihi: Temmuz Toyota nın D segmentinde yer alan otomobili Avensis, bu yılın ortasında kapsamlı bir revizyondan geçiriliyor. Modelde tasarımının yanı sıra yeni motor seçenekleri de sunulacak. Bunlardan birisi de, 1.6 lt dizel motorun yer alacak olması. Birçok yeni güvenlik sistemi de, yeni Avensis in en etkili silahlarından biri olacak. RENAULT KADJAR Geliş tarihi: Haziran Jaguar markasının tüm dünyada yeniden yapılanmasında ve satış adetlerini katlama hedefinde büyük bir paya sahip olması beklenen XE, bu açında ciddi bir öneme sahip. Eğer XE başarılı bir otomobil olursa Jaguar ın çok daha parlak bir geleceği olacak. Rakip olarak özellikle Audi A4, Mercedes C Sınıfı ve BMW 3 Serisi gösteriliyor. Hem verimlilik odaklı hem de çok daha performanslı motorlar sunulacak. Geliş tarihi: Temmuz Son yıllarda giderek popülerleşmeye başlayan kompakt SUV sınıfına Renault da adım atıyor. Özellikle getirdiği kârla birlikte markaların gözbebeği haline gelen kompakt SUV lar, yüksek sürüşleri ve pratik özellikleriyle kullanıcılar tarafından çok rağbet görüyor. Kadjar, daha küçük kardeşi Captur un tasarım dilini kullanıyor ve marka bu otomobille daha farklı pazarlara girmeyi de hedefliyor. BMW 2 SERİSİ GRAN TOURER Geliş tarihi: Temmuz İlk önden çekişli BMW olan 2 Serisi, birçok ailenin beğenisini toplamıştı. Şimdi ise 2 Serisi nin daha uzun versiyonu olan ve yedi kişilik kapasiteye sahip 2 Serisi Gran Tourer piyasaya çıkacak. Önden çekişli versiyonların yanı sıra bir de dört çeker sürüşe sahip modeli satılacak. Geliş tarihi: Ağustos Özellikle büyük ailelerin tercih ettiği ve yedi kişilik oturma düzenine sahip olabilen S-Max, daha önce gösterilen konsept versiyonuna benzeyen tasarım çizgileriyle dikkat çekiyor. Elektrikli olarak katlanabilen koltuklarıysa, kullanıcıların seveceği özelliklerden biri olacak. Ford S-Max, ilk olarak 2006 yılında üretilmişti ve 2015 te yeni platformla tamamen yeni bir tasarıma kavuşmuş olacak. FORD S-MAX AUDI A4 MERCEDES GLE COUPE Yeni A4 ün, markanın geleceğindeki tasarım dilini yansıtan Prologue konseptinin hatlarını taşıması bekleniyor. Geliş tarihi: Ekim Bu yılın merakla beklenen bir başka otomobili ise dört halkanın önemli sedan modeli Audi A4 olacak. Çıktığı her jenerasyonuyla birlikte çıtasını daha da yükseltmeyi başaran A4, 2015 yılında tamamen yenileniyor. Yeni platformla birlikte daha hafifleyecek. Tasarım açısındansa önceki neslin daha modern bir yorumuna sahip olacak. MAZDA MX-5 Geliş tarihi: Ağustos BMW nin X6 ile elde ettiği başarı, Mercedes in de harekete geçmesini sağladı. Bir SUV da sadece tasarım değil, sürüş anlamında da gerçekten sportifliğin mümkün olabileceğini kanıtlamak isteyen GLE Coupe, akıcı çizgileriyle dikkat çekiyor. Sportif sürüş için adaptif süspansiyonlar sunan otomobil, birçok kuvvetli motora sahip olacak. GLE 63 Coupe ise 557 beygir güç ile heyecan yaratacak. Geliş tarihi: Eylül Hem otomobil hem de Mazda nın tarihinde her zaman özel bir yere sahip MX-5, 2015 yılında yeni jenerasyonuna kavuşuyor. Planlanandan biraz daha geç bir yenilenme operasyonuna gerçekleşse de, yeni MX-5 in sundukları heyecan verici. Ağırlığı yaklaşık 100 kilogram olacak ve denge konusunda yine üst düzey bir performans sergileyecek. 1,5 lt motoru, 130 beygir güç üretecek. 32 İSTASYON İSTASYON 33

GEZİ Güneyde bir Türkiye mozaiği Kürt ün, Arap ın, Türk ün, Müslüman ın, Hıristiyan ın, Musevi nin bir arada yaşadığı ve her birinin kendi kültürüyle var olabildiği Hatay, özellikle Antakya ilçesiyle tam bir Türkiye panoraması sunuyor. YAZI: TÜMAY YAZICI Hakkında kim ne yazarsa yazsın, adı sevgi, barış ve hoşgörüyle birlikte anılan ender kentlerden biri Hatay. Birçok kişinin merkez ilçesinin adıyla, Antakya olarak bildiği bu kent, tarih boyunca çeşitli medeniyetlere ev sahipliği yapmakla kalmayıp yüzyıllardır konuklarına sahip çıkabilmeyi çok iyi bilmiştir. İşte o nedenledir ki, kuzeyinde Amanos, güneyindeyse Kel Dağı bulunan, Habib-i Neccar Dağı nın eteklerine kurulan Antakya, tarih boyunca Türkiye mozaiği olarak değerlendirilir. Ezcümle; Kürtünü, Türkünü, Arabını, Ermenisini ve tabii Müslüman ını, Hıristiyan ını, Musevi sini bir arada, yan yana yaşatan bir yer burası. Hem de yüzyıllardır. Bu kadar çok din ve bu kadar çok etnik köken olunca, ortaya nasıl bir kültürel zenginlik çıktığı da aşikâr. Antakya nın bu zenginliklerine geçmeden önce, kentin tarihçesi hakkında kısaca bilgi vermekte fayda var. Kentle ilgili bilgiler Milattan Önce 4200 e kadar dayanıyor. Milattan Önce 17 nci yüzyıla dek Mısırlıların hâkimiyetinde kalan bölgenin daha sonra sırasıyla Hitit, Asur ve Persler tarafından yönetildiği de belirtiliyor. Bugünkü Antakya nın temellerinin, tarihteki en büyük komutanlardan birinin, Büyük İskender in yaşamının sona ermesiyle birlikte atıldığı, verilen bilgiler arasında. Genç yaşta ölen Büyük İskender in hamile karısı ve üvey kardeşinden başka hiçbir varisinin bulunmaması, komutanları arasındaki iktidar tutkusunun fitilini ateşler; komutanlardan ikisi, Antigonus ve Seleucus, Suriye ve Mezopotamya nın yönetimi için kıyasıya mücadele verir. Galip gelen Seleucus, yeni bir kent kurmanın yollarını araştırır ve rivayet odur ki, Tanrıların Tanrısı Zeus tan kendisine yardım etmesi için kurban keser. Bir kartal, kurban etini kaparak, Habib-Neccar olarak bildiğimiz Silpius Dağı nın eteğiyle, bu topraklar üzerinde yaşayanların Asi adını taktığı Orontes Nehri nin arasına konar. Durumu Zeus un kendisine mesaj yollaması olarak değerlendiren Seleucus, kentin inşasını bu bölgeye yaptırır. 34 İSTASYON İSTASYON 35

GEZİ Antakya da her şeyi, tersine akarak ezber bozan Asi Nehri belirliyor. Bir yanına modern şehri, diğer yanına eski medeniyetleri alan Asi, yaşamın zıtlıklarla güzel olduğunu fısıldıyor. Tabii duyabilene... Dönemin önemli mimarlarından Xenarius tarafından inşa edilen ve Seleucus un babası Antiochus un adı verilen kent, kışın güneşten, yazın rüzgârdan faydalanılacak biçimde planlanır. Uzun süre Seleucus Krallığı na başkentlik yapan Antakya, Roma İmparatorluğu döneminde büyük bir üne kavuşur. Roma ve İskenderiye den sonra üçüncü büyük eyalet haline gelir. O yılların ünlü düşünürlerinden Libanius un yönettiği, döneminin en önemli konuşma sanatı okulunu sınırları içine alması nedeniyle Roma İmparatorluğu nun dört bir yanından gelen öğrencileri ağırlar. Bu okul dünya üzerinde nam salacak düşünür ve tarihçiler yetiştirir. Antakya nın bugün okuma yazma konusuna verdiği önemin kökenlerinin de o yıllarda atıldığı düşünülür TERSINE AKAN NEHIR: ASI Antakya nın merkezi modern bir görünüme sahip olsa bile, eski yerleşim birimlerine doğru ilerlediğinizde, tüm ezberleri bozarak, kuzeyden güneye değil, güneyden kuzeye, yani tam ters istikamete akan ve bu nedenle de adına Asi denen nehrin kentin kültürel dokusunu nasıl etkilediğine de tanıklık edersiniz. Dilimize Doğu dan Gelen olarak çevirebileceğimiz Orontes adıyla anılan Asi nin, 380 kilometrelik uzunluğa sahip bölümü Suriye topraklarında, yaklaşık dörtte biriyse Antakya da. Adına masallar yazılan, efsaneler yaratılan Asi Nehri ile ilgili hikâyelerden biri ve belki de en bilineni şu sözlerle aktarılır nesilden nesle: Binlerce yıl önce, Samandağ bölgesinde bir hayat suyu vardır. Suyun başını bekleyen ejderha, her yıl genç bir kızın kurban verilmesi şartıyla, sudan bir yudum vermeyi kabul eder. Kurban edilme sırası kralın kızına gelir. Hz. Hızır, olayı duyar ve kızla birlikte suyun başında beklemeye başlar. Sonunda, ejderha, kızı almak üzere mağarasından çıkar ve Hızır, kılıcını ejderhanın yüreğine saplar. Can çekişen ejderha bir daha vur, öleyim dese bile bu vuruşla onun eski gücüne tekrar kavuşacağını bilen Hızır, tuzağa düşmez. Ejderha acılar içinde yerleri parçalayarak oradan uzaklaşırken başını Lübnan dağına çarpar. Ve kendine yeni bir yol bulan hayat suyu, Akdeniz e ulaşır. İşte bu hikâye her şeyin başlangıcı olarak kabul edilir ve nehrin kentteki yaşama damgasını vurduğu düşünülür. Zira Asi, bu büyülü kenti tam anlamıyla ikiye ayırmıştır. Bir yanda 36 İSTASYON İSTASYON 37

GEZİ Hatay ın her yerinden deyim yerindeyse tarih fışkırıyor. Eserlerin bir kısmı, dünyanın en büyük ikinci arkeoloji müzesinde sergileniyor (üstte). Beşikli Mağara ise tüm haşmetiyle kendisini ziyaret edecek konukları bekliyor (ortada). Haç Dağı nın eteklerine kurulan St. Pierre, Hırıstiyanların haç için geldikleri bir ibadethane (sağda). YER, GÖK DEFNE Genelde Hatay, özelde ise Antakya, tüm değerleriyle birlikte, yörede yaşayanların önemli bir gelir kaynağı olan defnesiyle de dünyaya nam salan bir yer. Yaprağı yemeklerde, zeytine benzeapartmanların, lüks dükkânların, modern kafelerin bulunduğu yeni yerleşim yerleri; diğer yanda ise Habib-Neccar ın eteklerine kurulan eski Antakya. Diğer bir ifadeyle eskiyle yeniyi; modernle gelenekseli birbirine harmanlamadan, ama birini diğerine yeğlemeden ayırmış Asi. Tam ortasına da kendini koymuş. Suyun hayat olduğunu, hayatın ise burada biraz isyankâr olmakla birlikte kendi içindeki bir ritimle aktığını vurgularcasına... KENTIN ADINI DÜNYAYA DUYURAN IBADETHANELER Hatay ın bu derece ünlü olmasının sebeplerinden biri ve belki de en önemlisi, kentin dört bir yanına yayılan ibadethaneler hiç kuşkusuz. Antakya-Reyhanlı yolu üzerindeki Haç Dağı nın (Stauis) eteklerinde bulunan, Hıristiyanlar için büyük önem taşıyan St. Petrus Kilisesi de bunlardan biri. Çünkü tarih sayfaları, Antakya daki ilk Hıristiyanların gizli toplantıları için bu mağarayı kullandıklarını, Kudüs teki ana kilisesinden sonra ilk kilisesinin bu olduğunu ve hatta İncil de bu dine inananlara Hıristiyan adının verilmesinin yine Antakya da gerçekleştiğini yazıyor. Hz. İsa nın on iki havarisinden biri olan, İsa nın ölümünden sonra İsevileri kendi etrafında sımsıkı kenetleyen St. Petrus un adını taşıyan St. Pierre Kilisesi nde sizi önce büyükçe bir sunak karşılıyor. Sunağın hemen solunda küçük bir oyuk var. Hıristiyanlığın ilk zamanlarında yapılan baskıdan kaçmak ve kilisedeki ayine katılanların can güvenliğini sağlamak üzere yapılmış bir geçit bu. 1963 yılından itibaren Papa IV. Paul tarafından Hıristiyanlar için hac yeri olarak ilan edilen kilise, bu görevi yerine getirmek isteyen onlarca kişi tarafından ziyaret edilirken, izne tabi olarak evlilik ve özel törenler de gerçekleştirilebiliyor. Dış cephesi hayli görkemli kiliseyi arkanızda bırakıp hazır Reyhanlı yoluna girmişken, artık eski haşmetinde olmadığı söylenen Yenişehir Gölü ne doğru yol almanızda fayda var. Görüntüsüyle insanı var olduğu zaman diliminden alıp bambaşka diyarlara götürebilecek kadar büyüleyici bu gölün çevresi lokantalarla çevrilmiş. Çok zengin olduğunu bildiğimiz Hatay mutfağına ait yemekler bulunsa da buradaki restoranların spesiyalitesi tuzda tavuk. Tavuğun, kalın bir tuz katmanıyla sıvanıp odun ateşinde dakikalarca pişirilmesinden mürekkep bu yemek, kentin çok renkliliğinin yansıması olan mutfağından bihaber olanların ilgisini çekebilir belki Ancak tavsiyemiz, kısa süreliğine bu kente gitmişseniz, iştahınızı Hatay mutfağının gerçek lezzetleri için saklamanız. Malum, Hatay mutfağının dillere destan bir ünü ve bu üne yaraşır lezzetler yaratan restoranları var. Mumbar dolması, humus, kaytaz böreği, yoğurt aşı, zahter salatası, oruk ana yemeği, kabak tatlısı ve künefe ise tatlıları oluşturuyor. Eğer yöresel lezzetlerden birinin evinize taşımak isterseniz, bavulunuzda ceviz reçeline, zeytinyağına ve tabii nar ekşisine yer açmanızı tavsiye ederiz. Buradaki nar ekşisini tattıktan sonra zincir marketlerde satılanların nar ekşisi olmadığının farkına varacağınızdan emin olabilirsiniz. İbadethaneler üzerinden Hatay ı gezmek, Hatay üzerin- HER ŞEYIN INSAN OLMAKTAN GEÇTIĞINI, INSANLIĞIN KENDI KÜLTÜRÜYLE BIRLIKTE ÖTEKININ KÜLTÜRÜNE DE SAYGI GÖSTERIP SAHIP ÇIKMAKTAN GEÇTIĞINI FISILDAYAN BIR KENT ANTAKYA dense ötekileştirmeden de yaşanabileceğini idrak etmek isterseniz, ziyaret listenize St. Simon Manastırı nı, Beşikli Mağara yı, Dor Mabedi ni, Musa Ağacı nı ve ille de Titus Tüneli ni dâhil edebilirsiniz. Samandağ ın Aknehir beldesinin en yüksek tepesine kurulan St. Simon Manastırı, 521 ila 592 yılları arasında yaşamış, mucizeler yarattığına inanılan Hıristiyan bir din adamının adını taşıyor. Bir tarafı dağa, diğeri denize bakan bu manastırın içinde üç kilise, bir vaftizhane ve çok sayıda su sarnıcının bulunduğu kaynaklara geçen bilgiler arasında. Kapısuyu bölgesindeki levhaları takip ederek ulaşabileceğiniz ve Tanrıların Tanrısı Zeus adına yapıldığı söylenen Dor Mabedi nden bugüne sadece birkaç sütun ulaşmış. Eski ihtişamlı günlerinden pek de bir şey kalmamış olsa bile, sütunlar arasında dolaşarak hayal gücünü binlerce yıl önceye gitmeye zorlamak iyi geliyor insana. Vespasianus Tüneli olarak bilinen Titus a, oradan da Beşikli Mağara ya ulaşmak isterseniz, yaklaşık bir buçuk kilometrelik bir tırmanışı göze almalısınız. Tünelin yapımına İmparator Vespisianus zamanında başlanmış, ama tamamlanması birinci yüzyıla, İmparator Titus zamanına kadar sürmüş. Dağdan gelen suların yarattığı selleri önlemek, sellerin beraberinde taşıdığı çakıl ve kumun limanı kapatmasını engellemek amacıyla yapılan tünel, tam bir mühendislik harikası. Titus Tüneli ni ardınızda bırakıp yaklaşık on dakika daha ilerlediğinizdeyse, dönemin ileri gelenlerinin gömü işlemlerini gerçekleştirmek üzere yapılmış ve halk arasında Beşikli Mağara olarak bilinen Kral Mezarları na ulaşıyorsunuz. Beşikli Mağara, gerek girişi gerekse içindekileriyle kendini hem doğadan hem de insanlardan koruyabilmiş. Samandağ daki değerleri keşfe çıkanların uğramadan geçemedikleri bir diğer nokta ise Hıdırbey Köyü ndeki Musa Ağacı hiç kuşkusuz. Ona dair rivayetler de var tabii. Bir rivayete göre Hz. Musa ile Hz. Hıdır, Hıdırbey köyünde buluşurlar. Hz. Musa su içmek üzere eğilirken elindeki asayı toprağa saplar ve onu orada unutur. Bir süre sonra asa filizlenmeye, çınar ağacına dönüşmeye başlar. Kimi kaynaklara göre 900 yılı aşkın süredir ayakta duran bu ağacın gövdesi neredeyse 35 metre: Tam da bu nedenle ağacın kovuğundaki boşluğun bir zamanlar berber dükkânı olarak kullanıldığı söyleniyor. 38 İSTASYON İSTASYON 39